Copyriht: J**^ ÜÇDAL NEŞRİYAT Bu cildin birinci kısmını Almanca aslı ile karşılaştırarak Fransızca'dan Vecdi BÜRÜN tercüme etmiş, yayına Mümin ÇEVİK hazırlamıştır. İkinci kısmını ise Almanca aslı ile karşılaştırarak Fransızca'dan Refik ÖZDEK tercüme etmiş, yayına Mümin ÇEVİK hazırlamıştır. Çevik Matbaacılık Tel: 501 30 19 HAMMER (Baron Joseph Von Hammer Purgstall) BÜYÜK OSMANLI TARİHİ 8 (ONBEŞİNCİ CİLT) HİKMET NEŞRİYAT SAN. VETİC.LTD. Sümer Mah. 24. Sokak No: 13 Zeytinburnu - İSTANBUL Tel: (0212) 415 22 41 - 415 22 42 Faks: (0212) 415 33 35 Sultan III. Osman Osmanlı Askerî Teşkilâtı alâmetlerinden tuğlar. ALTMIŞSEKİZİNCİ KİTAP Villeneuve — Bonneval. — İsveç'le tedafüi ve taarruz! (savunma ve saldırı) ittifakı anlaşması. — Fransa ve Napoli ile ticaret anlaşması. — Mengli-Giray’ın ölümü. — Sultan tarafından bir kütüphane tesisi. — İstanbul'da ayaklanma. — Veziriazam'-ın azledilmesi. — İki imparatorluk hükümetiyle yapılan barış anlaşmasının uygulanmasında ortaya çıkan güçlükler. — Kont Ulefeld; Türk elçisi Viya-na'da. ~ Tercüman Ghika’nın idam edilmesi. — Avusturya ve Rusya ile anlaşma. — İran elçilik heyeti. — Medine'ye gönderilen hediyeler. — Göktaşları. — Romanzoff. — Fransa ve Napoli'de elçilikler. —Moria'da kurbantaşı örtüsü. —r Türk Robinson Crusoe. — Yangınlar. — Veziriâzam'ın azledilmesi. — Sultan tarafından bir imarethane kurulması. — Düğün. — Nâdir Şâh Bağdad önünde. — Veziriazam düştü. —- Bosna'da sınırlandırma. — Fransa, İsveç, Polonya ve Rusya ile münasebetler. — Bonneval. — Nâdir Şâh Musul'u boşuna kuşatıyor.— Teşrifat Efendisi'nin başı tehlikede. — Râ-gıb’ın Kahire, Kesriyeli'nin Erzurum valiliklerine atanmaları; serasker İran üzerine yürüyor. — Kesriyeli'nin görevi. — Kars kuşatmasının kalkması. — Hindistan elçilik heyeti. — Aracılıkla alâkalı anlaşma, ~= Ferikler ve Bonneval. - Erivan savaşı; Yeğen Mehmed Paşanın ölümü. — Savaş hazırlıkları ve elçilikler. — Şeyhülislâm Pirızâde'nin azledilmesi. — Kızlarağası'nın ölümü. ™ Nazırlıkta değişiklikler. — İnşâatlar. — Veziriazam Esseyyid Hasan Paşa’nın düşmesi. — Bir hıristiyanlık propagandacısının idamı. — Büyük tetkikçi. — İran prensi. — Fransa'nın teşebbüsü. — Bonneval'in ölümü. — Rusya ile barış anlaşmasının yenilenmesi. —- Avusturya barış anlaşması süresiz uzatıldı. VİLLENEUVE FRANSA'nın aracılığı ve teminatı altında gerçekleştirilen ve Bâb-ı Âlî'ye üstün imkânlar kazandıran Belgrad Barışı, bu çifte açıdan, Osmanlı ve Fransız diplomatik yıllıklarının kaydettiği en parlak olaylardan biridir. Fransa'nın HAMMER I Osmanb İmparatorluğunun meseleleri üzerindeki tesiri, ne daha önce, ne de bu olaydan sonra hiçbir zaman bu ölçüde kesin olmamıştır ve M. de Vüleneuve'ün önemli görevi, Fransa'nın Türkiye ile diplomatik münasebetleri tarihinin belirttiği en-unutulmaz olaydır. İngiltere yüz yıl önce Polonya ile Bâb-ı Alt arasında bir barış andlaşmasının gerçekleşmesinde ilk defa aracılık görevini üstlenmişse de, hıristiyan devletler arasında Fransa, Avrupa'nın bir diğer devletiyle Osmanlı İmparatorluğu arasında anlaşma maddelerinin insan haklarına uygun bir şekilde uygulanmasına müdâhalede bulunan ve bunu teminat altına almış ilk devlet oluyordu. Olağanüstü elçi olarak parlak bir unvana lâyık görülen Villeneuve, o dönemde çeşitli Avrupa hu kûmetleri tarafından Bâb-ı Âlî ile girişilen bütün müzâkerelerin aynı zamanda ruhu, vasisi ve rehberiydi. BONNEVAL Onun yanında, hıristiyan devletler karşısında Osmanlı İmparatorluğunun en faal memuru Bonneval yer alıyordu, Fransızlara has cerbezeliği ve sözünü sakınmaması yüzünden, en ufak bir tenkide bile tahammülü olmayan Veziriazam Yeğen Mehmed Paşa'yı kızdırmış ve Kastamonu'ya sürgüne gönderilmişti. Paşa'nın makamından ayrılmasından kısa bir süre sonra İstanbul'a çağırılmıştı. Kızlarağası tarafından himaye edilmeyen açıksözîülüğünü ihtimâl hayatiyle ödedi. Sürgüne emrindeki bombacıların ücretlerini almak için sultana şamatalı bir şekilde başvurmalarını engellememesi sebeb olarak gösterilmişti; fakat gerçek sebeb, Veziriazam Yeğen Paşa'nın ona karşı duyduğu kindi (1). Yeğen Mehmed Paşa'dan sonraki Veziriazam döneminde devlet işlerinde yeniden görev aldı, fakat her zaman aynı başarıyı gösteremedi. Bunun sebebi, Fransız elçisi Villeneuve ile çatışmış olmasından ötürü ona plân ve düşüncelerinin tatbikinde bir yardımcıdan çok bir engel gözüyle bakmasıydi; yalnız siyasî menfaatleri birleştiğinde, çabuk ve emîn bir netice elde etmeleri müşterek gayretlerinin mükâfatı oluyordu. Bunun birkaç misâli olmakla beraber, bu açıklamaya dayanarak, sadece birini, bütün kudretlerini birleştirdikleri İsveç müzâkerelerini zikredebiliriz. (1) S. Cont., f. 895. OSMANLI TARİHİ 9 İSVEÇ'LE TEDAFÜİ VE TAARRUZÎ (SAVUNMA VE SALDIRI) İTTİFAKI ANLAŞMASI İsveçli nazırlar Hoepken ve Carlson, devletlerinin Rusya ile yaptığı barış anlaşmasının imzalanmasını beklemeden, onu imza sırasında haberdâr etmek üzere Bâb-ı Âlî ile bir savunma ve saldırı ittifakı anlaşması gerçekleştirmek istiyorlardı. Veziriazam, Villeneuve'ün tesiriyle, İsveç'le bir anlaşma imzalamağa hazırdı. Bununla beraber, İsveç murahhasının ısrarlı müracaatlarına rağmen, haber İstanbul'a geldiği gün anlaşma imzalandı. Dokuz maddeden oluşan bu dostluk ve ticaret anlaşmasında yeni bir müeyyide yer alıyor ve buna göre iki taraf, Rusya tarafından saldırıya uğradıkları takdirde birbirlerine yardım taahhüdünde bulunuyorlardı (2) (20 Ocak 1740). FRANSA VE NAPOLİ İLE TİCARET ANLAŞMASI Bu savunma ve saldırı ittifakı, Bâb-ı Âlî ile bir Avrupa devleti arasında gerçekleştirilen ük anlaşmadır. Zira, Kanunî ile I. François arasında yapıldığı ileri sürülen anlaşma, esasında sadece bir dostluk ve ticaret anlaşması idi (3). Rus elçisi Vişni akof, tercümanı aracılığıyla bu anlaşmanın Rusya üzerinde se beb olduğu hoşnutsuzluğu Veziriazam'a bildirdi ve tamahkârlığı ile tanınan Reisefendi'ye anlaşmanın tasdikine mâni olması için dörtyüz kese para gönderdi. Reisefendi, tercümana: «Her şeyi sevdiğim kadar parayı da severim, fakat, muvafık olana saygı göstermek gerek. Bu hususta Rusya'nın isteğini yerine getirebilmek için imkân görmüyorum.» cevabım verdi. Rus elçisi, Fransız elçisi Villeneuve'e hükümdarı adına yirmibeşbin ruble ve Saint-Andre nişanını verdi, fakat bu cömertliğin Fransız politikasının değişmesi bakımından hiçbir tesiri görülmedi. Rus elçisi Vişniyakof'a Rus Çariçesinin İmparatoriçe ünvaniyle tanınması, şuurların tesbiti işinin bitirilmesi, büyük elçilikler teşrifat meselelerinin ve İsveç'le yapılan ittifakın geri bırakılması hususlarını Bâb-ı Âlî ile müzâkere etmek görevi verilmişti. Vil-leneuve, her ikisi de para açgözlüsü olan Reisefendi ile Bâb-ı Âlî tercümanını Vişniyakof'un rüşvetçiliğine karşı uyarmak gay(2) Laugier'ye bakınız, II, p, 383, anlaşma metni. (3) Flassan hataya düşerek anlaşmanın tarihini 1535 olarak göstermektedir. 10 HAMMER ret ini göstermekten geri kalmadı. Napoli elçileri Finochetti (Fi-noşetti) ve Rumiti, altının cazibesi ve Bonneval'in gayretleri sayesinde Bâb-ı Âlî ile bir dostluk anlaşması imzalamayı başardılar. Bu hareket Fransa ve deniz devletleri tarafından iyi karşılanmadı. Napolili elçiler kendi imzalı anlaşma metinlerini verip Türkçe metni alacakları sırada, ViUeneuve, Sultan’ın kuzey Afrika beyliklerine karşı verdiği teminat ve dokunulmazlık belirten maddeleri kaldırmak imkânını buldu. Yirmibir maddeden oluşan bu anlaşmanın imzalı nüshaları Veziriazam tarafından tertiplenen muhteşem bir huzura kabul töreninde taraflar arasında teati edildi (14 Nisan 1740 -17 Muharrem 1153). Fransız elçisi, yapılan birçok toplantıda Bâb-ı Âlî ile Fransa arasındaki imtiyazların yenilenmesini müzâkere etti; İmtiyazlar Mısır savaşının yürürlüğünü durdurduğu ve yeniden bir barış anlaşmasına dönüştürülen yirmidört maddelik kesin bir dostluk ve ticaret anlaşmasına çevrildi; son barış anlaşması bugün de Osmanlı İmparatorluğu ile Fransa arasındaki münasebetleri düzenlemektedir (30 Mayıs 1740 - 4 Rebrulevvel 1153). MENGLt-GtRAY'JN ÖLÜMÜ Kırım hanı Mengli-Giray Belgrad anlaşmasından kısa bir süre sonra öldü ve yerine eski kalagay olan kardeşi Seüm-Giray geçti. Bu münasebetle, şarkı söylemekdeki yetenekleri yüzünden kendisine Naat-ı Damadı veya düğün şarkıcısı damadı lâkabı takılan ve evvelce Veziriazam Yeğen Mehmed Paşa taralından devlet işlerinden uzaklaştırılmak istenen maslahatgüzarı Mustafa Ağa resmî görevinden azledildi (4). SULTAN TARAFINDAN BİR KÜTÜPHANE TESİSİ Dışarıda barışın sağlanması Osmanlı İmparatorluğu içinde şenlikler ve ziyafetlerle kutlandı. Veziriazam, Suitan'ı Bahariye yazlık sarayında ağırladı; kendi sarayı birbiri peşi sıra çıkan iki yangında kül haline geldiğinden saray yakınında bulunan eski veziriazamlar sarayına yerleşmek zorunda kalmıştı. Sultan, Ayasofya Camii'nde, kendisi tarafından ve içinde diğer nâ(4) Suphi, 70 ve 71. Yanlış olarak Rusya ile barış anlaşmasını ancak 1740 Şubatında imzalanmış gösteriyor. Oysa 28 Aralık 1739'da imzalanıp teati edilmiştir. OSMANLI TARİHİ 11 dir eserler arasında Halife Osman ve Halife Ali'nin kufi yazı ile yazdıkları iki ve o dönemin nesih yazıda üstad Yakut'un üç eserinin bulunduğu kütüphaneyi ziyaret etti. İSTANBUL'DA AYAKLANMA Kapdan-ı derya Süleyman Paşa tarafından yapımı tersaneye emredilen filo, bir bölümü Kaptan Paşa’nın Sultan'dan izin aldığı Sahil Köşkü, bir bölümü Beşiktaş'da Barbaros türbesi önünde, bir bölümü de Yedikule hisarı önünde demirledikten sonra yelken açıp harekete geçti (30 Nisan 1740 - 3 Safer 1153). Yine bu döneme doğru erginlik çağına varan sultanlar evlendirildiler; Safiye sultan o sırada İstanbul'da bulunan eski Cidde valisi Bekir Paşa; Saliha sultan Belgrad valisi vezir Ali Paşa; Ayşe sultan Mora vergi müstahsili Ahmed Paşa'ya nikâh edildiler. Bu vesileyle yapılan düğünler, beklenmeyen bir halk ayaklanması yüzünden son derece sönük geçti. Savaşın ve şiddetli kışın yükselmelerine yardımcı oldukları yiyecek fiyatlarından şikâyetçi olan bir kalabalık, dükkânların çoğunu yağmaladıktan sonra, kepenklerin kapatılmasını bağırarak eskiciler ve kazancılar çarşısından dışarıya çıktı (6 Haziran 1740 - 11 Rebiul'evvel 1153). Kâğıthane tarafında bir gezintide bulunan Veziriazam, maiyyetindeki adamlarını silahlandırdıktan sonra hemen şehi-re döndü. Ycniçeriağası vezir Hasan, milise kayıtlı birkaç yüz ameleyi alelacele silahlandırdı-, Sultanbayezid Camii önündeki Yeniçeri karakolunun albayı, kaçışan Yeniçerilere fena halde çıkıştı. Patırdı her ne kadar yatışürıldıysa da, Sultan’ın, çavuş-başıdan aldığı bilgi üzerine ayaklanmanın belirtileri ortadayken kendisine şehirde asayişin tamam olduğunu bildiren Veziri-âzam'a güveni kalmadı. VEZİRİAZAMIN AZLEDİLMESİ Şehirdeki asayiş durumunu düzelteceğinden ümidi kesen Kızlarağasınm telkinleriyle, Mühr-i Hümâyûn Nişancı Ahmed Paşa'ya verildi (23 Temmuz 1740 - 28 Rebiul'evvel 1153). Şehirde asayişin yerinde olduğunu Veziriâzam'a yanlış olarak bildirdiği için, eavuşbaşı görevinden alınarsk İran'dan gelen elçiye karşüayıcı olarak gönderildi. Azledilen Veziriazam ise Padi-şah’ın damadı Bekir Paşa’nın yerine Cidde valiliğine atandı; fa- 12 HAMMER kat bundan vazgeçilerek Bâb-ı Âlî'ye çağırıldı ve Canee'ye kumandan olarak gönderildi. Sultan’ın bir emirnâmesiyle, İstanbul'daki yedi askeri birliğin (Yeniçeri, sipahi, silâhdar, topçu, top arabacısı, humbaracı) ağalarına Veziriâzam’ın şehrin asayişine gereken dikkati göstermediği için ceza olarak azledildi-ği, asayişe yeni Veziriâzam'la birlikte önem vermeleri bildirildi. Böyle bir emirname o zamana kadar Osmanlı İmparatorluğunda görülmüş değildi, fakat bu emirnameden itibaren bir gelenek halini aldı. Böylece, bu emirnameler yoluyla Sultan, devletteki en önemli değişiklik üzerine tab'asma bilgi vermiş oluyordu. Şurası da belirtmeğe değer ki, Sultan'ın hatt-ı şerifi ülkenin valilerine, eyâlet eşrafına, ulemâya, divân azalarına, bu konularda önemi olmayan halka değil de, sadece ve özellikle İstanbul'da yerleşik durumda bulunan silahlı kuvvetlere gönderiliyordu. Despotizmle idare edilen ülkelerde, eski Roma'da pretoriyen muhafızların imparatora iktidar vermeleri gibi, ordu ve payitaht hükümdara iktidarı vermektedir. Dediği dedik olan hükümdarın ancak kendi uydulariyle ilişkileri vardır. İKİ İMPARATORLUK HÜKÜMETİYLE YAPILAN BARIŞ ANLAŞMASININ UYGULANMASINDA ORTAYA ÇIKAN GÜÇLÜKLER Yeni Veziriazam, Özi ve Nissa'nın alınmalarından sonra Kâhya Osman'ın başının vurulmasına sebeb olan Cafer Paşa'-mn oğluydu. Eski Cidde valisi Bekir Paşa'nın himayesiyle devlet hizmetine girmiş, İmparatorluk müşiri rütbesine kadar ilerlemiş ve Baş Kapu-Ağası (Başmâbeyinci) olmuştu. Rusya'ya karşı savaşın başlangıcında, özellikle özi'nin takviyesi hususunda, kaymakamı olduğu Aydın'da Sarıoğlu ve avenesinin ayaklanmasında büyük gayreti görülmüştü. Veziriâzamlığa getirildiği sırada Kubbe vezirleri arasında bulunuyordu (5). Makama getirilmesinden bir gün önce, İsveç kralı XII. Charles’ın anlaşma gereğince geri kalan borcuna karşılık olmak üzere gönderilen İsveç savaş gemisi İstanbul limanına girmişti. Bütün belir(5) Veziriazamların Biyografileri, Mehmed Said. Bu yazara göre yeni Veziriazam çeşitli ilimlerde hayli yetkili bulunmaktadır. Fakat, Avusturya İmparatorluk Arşivleri'nde bulunan bir rapora inanmak gerekirse Veziriazam okuma-yazma bilmemektedir. OSMANLI TARİHİ 13 tilerden altın karşılığında elde edilmiş olan yemi Veziriazam, geçmiş anlaşmaya rağmen, Bâb-ı Âlî'nin bahis konusu savaş gemisini borç ödeme karşılığı olarak kabul edemeyeceğini bildirdi (19 Temmuz). Bununla beraber, Rus elçileri Cagnoni ve Vişniyakof, Çariçe'nin irnparatoriçe unvanı almaması ve İsveç'le imzalanan ittifak konularında bütün gayretlerine rağmen en ufak bir başarı elde edemediler; bu konuda hoşnutsuzluklarını belirttiler. İran'a gönderilen Türk elçisine sınırdan sonra bir Rus generali refakat edeceğinden, elçiyle sınıra kadar gidecek olan Paşa’nın da eşit rütbede yâni üç tuğlu olması talebinde bulundular ve bu talebleri müsait karşılandı. Elçiyi Bender'e kadar götüren Paşa, onu şehirde misafir ederek samur bir hil'at verdi. Elçilerin değişimi Dinyeper doğusundaki Salia kıyılarında gerçekleştirildi; Özi civarı sınır tesbiti işi komiserlere havale edildi ve esirler azar azar serbest bırakıldılar; zira, İstanbul'daki son patırdıda halkın feveranı bu konuda ihtiyatlı davranmak lüzumunu ortaya koymuştu. Bâb-ı Âlî'nin kont Rumanzof-un olağanüstü elçi ve prens Repnin'le Nepluieffin sınır belirlenmesi komiseri olarak atanmalarını öğrenmesi, Azak tahkimatının sökülmesindeki gecikmeden duyduğu endişeye son verdi. Bâb-ı Âlî, Ali Paşa'yı Rumeli Beylerbeyliği pâyesiyle Viyana elçiliğine atamış ve Paşa, düzenlenen gösterişli bir törenle güven mektubunu almıştı. Avusturya'nın elçi tâyini işi, anlaşmanın uygulanmasında çıkan çeşitli güçlükler yüzünden gecikmişti; Avusturya hükümeti, aracı elçi vasıtasiyle anlaşmayı tatbikle görevli Türk komiserlerin anlaşmaya aykırı taleblerde bulunmalarından şikâyetçi oldu. Belgrad tahkimatının yıkılması durdurulmuştu; bunun sebebi, Türklerin anlaşmayı ihlâl hareketleri Avusturya hükûmetinm dokunulmazlıkla alâkalı taleb-lerine yol açmış olmasıydı. Bâb-ı Âlî, Villeneuve'ün de ihtiyatlı aracüığmm eklenmesiyle Avusturya hükümetini tatmin etmek için tartışma konusu olan Eski-Orsova'da onbir köyü Avusturya'ya iade etmeğe karar verdi. KONT ULEFELD; TÜRK ELÇİSİ VİYANA'DA Avusturya elçisi Schmettau, Türklerin Orsova'nın üç veya dört fersah üstündeki Mehadia vadisinde Czerna’nın sularını Bella’nın mansabına ulaştırmak için kazdıkları kanal konusunda şikâyette bulunması hususunda Villeneuve'e mektup yazdı; 14 HAMMER kanal, anlaşma maddesinde belirtildiğinden hayli uzakta kazılmaktaydı; Avusturya elçisi, Türkler Eski-Orsova'yı ellerinde tutmaktan ve kanalı kazmaktan vazgeçtikleri takdirde kendilerinin de tazminat talebinde bulunmaktan vazgeçeceklerini Fransız elçisi Villeneuve'e bildirmişti. Villeneuve, Türk mühendislerinin Czerna’ınn yatağını tamamiyle değiştirmek imkânına sahip bulunmadıkları ve kanalın nehir kıyısındaki köylere vereceği zararı önleyemeyecekleri hususundaki beyanlarına dayanarak konuyu Bâb-ı Âli'ye bildirdi. Bununla beraber Veziriazam Oğuz Mehmed Paşa kanalın açılmasına fazlasiyle taraftar olduğundan, mesele sınır tesbiti komiserlerine havale edildi. Komiserler sınıra hareket ettiler ve Avusturya elçisi olarak atanan kont Ulefeld'e İstanbul'a gitmesi emri verildi. Fakat Reisefendi BeJ-grad'ın Avusturyalılar tarafından boşaltılmasından önce Türk elçisi gönderilmesini uygun bulmadı. Bu olaylar cereyan ettiği sırada, Avusturya Başvekili kont Sinzendorf Vüleneuve'ün aracılığıyla Bâb-ı Âlî'ye yeni bir teklifte bulundu; bu teklife göre, Avusturya İmparatoru, Bâb-ı Âli, Drina ile Unna arasındaki bir toprak bölümünü kendisine bırakmağa razı olduğu takdirde, Syrmi (Zemun) sahrasını Osmanlılara vermeği taahhüd ediyordu; teklifte belirtildiğine göre, bu bölüm Sırbistan'dan daha çok Esklavoni'ye aitti. Fakat, Sch-mettau kendisine yazdığı mektupta bunu bildirmiş olduğundan, meseleyi sınır tesbit komiserlerinin kararma bırakmanın daha doğru olacağına hükmetti (6). Komiserler Avusturya komiseri feld-mareşal vekili Guadagni ile yaptıkları toplantılarda, Osmanlı tarafı tatbiki imkânsız olduğu halde Czerna’ınn yatağı(6) Kont Sinzendorf'un Villeneuve'e gönderdiği, Avusturya İmparatorluk Arşivleri'nde bulunan 30 Mayıs 1740 tarihli mektup. «Türklerin Orsova karşısındaki tepeleri geri vermeği reddetmeleri barış anlaşmasının 5. maddesine doğrudan aykırıdır. Neipperg'in başlangıçtan itibaren Türklerin Sava'dan en ufak toprak taleplerini ve Sırbistan'ın ancak Tuna kavşağından başlayacağı yolundaki görüşlerini açıkça reddetmekte çok haklı olduğu görülüyor. Esklavoni Sırbistan'dan tamamiyle ayrıdır. Neipperg barış konferansında Syrmie (Zemun)'yi Sırbistan'ın parçası olarak zikrettirdi ise yanılmıştır; Sava'nın berisindeki her yer Syrmie'dir, fakat, diğer taraftan, Sırbistan'ın bir parçası Unna nehrine doğru girmektedir. Sabaz bu parçada bulunmaktadır ve bu parça Drina'da nihayet bulmaktadır. Neipperg'in yetkisi olmadan verdiği bu bölüm üzerinde, bu şartlar altında İmparator da aksini ileri sürecek değildir.» OSMANLI TARİHÎ 15 ıun değiştirilmesi hususunda ısrar ettiler; barış anlaşmasında Osmanlı sımnnın bu dağların eteğinden başladığı belirtildiği halde, Eski-Orsova karşısındaki tepelerin kendilerine teslimi hususunda da aynı ısrarı tekrarlarlar; nihayet, Belgrad yakınındaki Velik Ostrova adasının, anlaşma ile Avusturya'ya, bırakılmış olduğu halde, istedikleri toprak bölümüyle birleştirilmesi hususundaki taleblerini inadla savundular; oysa bu ada Sırbistan'dan ziyade Banat'a daha yakın düşmektedir. Villeneu-ve'ün tavsiyesi üzerine Veziriazam, neticelendirilmesini hızlandırmak maksadiyle Bosna ve Vidin valilerini sınırların belirlenmesi çalışmalarına nezâret etmekle görevlendirdi. Temmuz ayında, son Avusturya elçisi kont VVirmond'un damadı olan Avusturya elçisi kont Ulefeld kalabalık bir maiyyetle İstanbul'a geldi (11 Temmuz 1740) (7). Elçinin karşılanması beklendiği gibi olmaktan uzak kaldı. Elçilik alayını süslemek için kendilerinden binek atları göndermelerini istediği yabancı elçilerin her biri bir mazeret ileri sürerek isteğini yerine getirmekten yan çizdiler. Fransız elçisi İstanbul'a girdiğinde Villeneuve'ün ha'yli ilerisinde yer alan çavuşbaşı, kont Ulefeld'in sağında yer aldı. Bu diplomat tarafından yapılan itirazlara ve Bâb-ı Âlî tarafından evvelki elçi kont Wirmond'a uygulanan teşrifatın tekrarlanacağı taahhüt edilmiş olmasına rağmen birşey değişmedi. Elçi, çavuşbaşımn sağma geçmek istediğinde, çavuşbaşı gelip onun arkasında yer aldı ve böylece çavuşbaşımn Fransız elçisinin önünde olması gibi, elçinin çavuşbaşımn önünde yer alması durumu meydana geldi. Çavuşbaşı elçi ile aynı masada yemeğe oturmak da istemedi. Bu can sıkıcı olaylar, kont Ulefeld'e verilen ve yirmiiki maddeden oluşan talimatta önceden hesaba (7) Son görevi saray tercümanlığı olan elçilik kâtibi Heinrieh de Penk-ler; tercümanlar: Selescoviz, Momars, Elias, Linski; oniki tercüman yardımcısı, Baumeister, Preyner, Bianchi, Mandaller, Sachi, Echtinger, Greitter, Augustin, Mouska, Schmid, Selescoviz'in oğlu olan Baumeister, rahip, elçilik kâtibi, oniki elçilik süvarisi, kont%Goes, Saint Julien, Kotulinski, Brandeis, Hamilton, Hoheııfeld, Hardegg, Bertold, Pereny, Beleredi, Wicques, L. Gramb; otuz uşak; oniki muhafız; oniki iç hizmetkâr; bir musiki takımı; oniki silâhşor; bir veznedar; bir saatçi; bir istihkâm yüzbaşısı; teğmen Schade ve kâtip Kempelen, ki bunların ikisi, biri Fransızca, diğeri Lâtince olarak elçiliğin günlüğünü tutacaklardı (bu iki metin İmparatorluk Saray Kütüphânesi'nde bulunmaktadır); bir doktor; bir seyis; iki arşivci ve iki ulak. 16 HAMMER katılıp yer almamıştı (8). Elçi Ulefeld, ayrıca, Fransa elçisi Villeheuve'ün aracılığından başlayarak Neipperg'in anlaşmayı imzalamasına kadar geçen olaylarla alâkalı sayısı yüzaltmışa varan gizli vesika hakkında da tâlîmat almıştı (9). İstanbul'a getirdiği hediyeler, Sultan, Valide sultan, yedi Kubbe veziri, Reisefendi ve Şeyhülislâm'a gönderilen gümüş vazolar, ayna ve tablo çerçevelerinden oluşuyordu (NOT: 1). Viyana'ya gönderilen Türk elçisi, bu şehire dokuzyüz yirmi-iki kişiden ,oluşan bir maiyyetle (10) geldi. Ayrıca, yüzotuzdo(8) 1 — Belgrad barış anlaşması konusunda; 2 — bunun tasdiki hususunda elçiliğe verilen görev; 3 — elçiler mübadelesi için Schmettau tarafından tâyin edilmiştir; 4 — güven mektubu; 5 — eğer Türk elçisinde Avusturya hükümeti Başkanına verilmek üzere Sultan’ın mektubu yoksa, Avusturya elçisi de, Veziriâzam'a sadece hükümet Başka-nınm mektubunu verecek, İmparatorun mektubunu vermeyecektir: 6— eski elçi kont Wirmond'a uygulanan teşrifata uyulacaktır; 7 — Zemlin'e kadar karadan, sonra deniz yoluyla gidilecektir; 8 — anlaşmanın imzalı metinlerinin teatisi sırasında Fransız elçisine bahşedilen şerefleri araştırmak; 9 — pelerinle huzura çıkmak emri; 10 — anlaşmanın XI. maddesinde savaş esirleri hakkında yazılanlara uygun davranmak; 11 — Eoma katoiik ruhani savunucusu olarak İmparatorun himayesindeki fransisken ve teslisci tarikatlarının hukukunun korunması; 12 —- kuzey Afrika ve Dülsinelilere karşı güven elde etmek; 13 — Belgrad Barış Anlaşmasında ticaret anlaşması yer almadığından konsolosluk ve şehbenderlikler kurulmasına karşı çıkmak; 14 — sınırların belirlenmesi meselesi; 15 — diğer devlet elçî-leriyle iyi münasebetler yürütmek; 16 — Osmanlı İmparatorluğuna bağlı prensliklerle onların casusları aracılığı ile münasebetler kurmak; 17 — teb'aların şikâyetleri; 18 — Csaky, îlleshazy ve Csai'nin sınırlardan uzaklaştırılmaları; 19 — ölüm hükmü hariç, elçinin ma-iyyeti üzerinde adlî hükümler verme hakkı; 20 — hediyeler; 21 — her hususta bilgi toplamak maksadiyle casuslar kullanmak; 22 —, geri tarafı elçinin iz'an ve becerisine bırakılmıştır. (9) Avusturya İmparatorluk Arşivleri'nde bulunan bu talimat otuziki sayfa kadar tutmaktadır. Bunlarla birlikte bulunan ytizaltmış parçanın altmışdokuzuncusu kont Neipperg'in tarihini ihtiva etmek-tedir. Bu Belgrad barışı tarihi ve kont Seckendorf, Wallis ve Neip-perg tarafından işlenen hatalar, Moser tarafından yayınlanan Belgrad bari£ anlaşmasında elçilere gönderilen emirnamede yer alanlara esasda benzemektedir. (10) Maiyyetinde bulunan en önemli görevliler şunlardı: Hazinedar; si-lahdâr; mühürdar; çuhadar; oda uşağı; kahyâbey; divanefendi, elçilik kâtibi; çavuşbaşı; kapucular kâhyası, başmâbeyinci; selâma-ğası; divân çavuşu; alay çavuşu; konakçıağa; zahiretciağa; teymeli- OSMANLI TARİHİ 17 kuz deve, yetmiş katır ve dokuzyüz at da eşya taşıyıcı ve binek olarak getirilmişti. Türk elçisinin mübalâğalı talepleri oldu. önce, topçu generali Schmettau, Belgrad seraskeri vezir Ali Paşa, sınırdaki Türk birlikleri kumandanı Ali Paşa'nın hazır bulundukları mübadele sırasında, Türk elçisi Sava nehri üzerinde bulunan gemiye binmek istemedi ve Schmettau, ısrarla baskı yapmak zorunda kaldı (10 Haziran 1740). Viyana'ya varmadan önce son konaklama yeri olan Schwechat'da, genellikle bütün Osmanlı elçilerinden istenen, kendilerinden önceki elçilerin uydukları muameleye riâyet gösterecekleri taahhüdünü verdiği halde, Viyana'ya giriş günü gelip çatınca, kendisini merdiven önünde bekleyerek ikamet sarayına götürecek olan saray mareşalinin ayağına kadar gitmeyi kabul etmedi; bu yüzden Viyana'ya giriş gününü ertelemek zorunda kalındı (4 Ağustos 1740). Bu işde aracı olduğu zannına kapıldığı Fransız elçisi Mirepoix'-nın açıklamalarına bakarak nihayet taahhüdünü uygulamaya razı oldu; fakat uygulamaya gelince yine reddetti. Günlük iaşe masrafı olarak kendisine beşyüzaltmış kuruş verildi (11); bu günlük iaşe masrafı İstanbul'daki Avusturya elçisinin aldığından yüzaltmış kuruş fazlaydı. Osmanlı elçisine verilen günlük paraya odun ve yem masrafları dâhil değildi. Osmanlı elçiliği, Viyana'da Site-Leopold'a yerleştirildi. Oniki han, yüzon dâire ve yirmibir oda emrine verildi. Yolda elçiye saray tercümanı, saray meclisinden bir komiser, saray idaresinden bir komiser ve bir mabeyinci refakat etti. Elçinin İmparatorun huzuruna çıkmasına sıra gelince teşrifat konusunda yeni bir güçlük ortaya çıktı: Elçi, İmparatorun üzerindeki elbisenin eteğini öpmek ve güven mektubunu tahtın yanındaki masanın üzerine bırakıp geri çekilmek istemedi; elçi, mektupları İmparatorun eline vermekte ısrar etti. Artık huzura kabulün imkânsızlığına ve Bâb-ı ağa, masraf ağası; odun emini; silâhşor, seyis; vekilharç; mirâhur; saraçbaşı; serbanbaşı; akkianbaşı; tüfekçibaşı; seyislerbaşı; saka-başı; nalbandbaşı; sancakcıbaşı, alemdar; mehterhanlar, din adamları; iskemleagası; kaftanağası; kapucularbaşılar (mabeyinciler); kahveci; şerbetçi; helvacı; berberbaşı; tütüncübaşı; lülecibaşı (çubukçu); mataracıbaşı; kapıcılar; aşçılar; ekmekçibaşı. <11) Beşyüzaltmış kuruşun karşılığı altıyüzseksen florindi; dolayısiyle kuruş bir florin ve oniki kreuzer ediyordu. Hammcr Tarihi. C: VIII. F.: 2 18 HAMMER Âlî'ye olayın bildirilmesine karar verilmişti ki, Fransız elçisinin gönderdiği bir pusulanın kendisine okunması, Osmanlı elçisini, kendisinden önceki meslekdaşlarının davranışlarına uymak hususunda ikna etti. Bu arada imparatorluk meclisi de birkaç toplantı yaparak teşrifat meselelerini karara bağladı (12). Elçi, muhteşem bir saray arabasiyle İmparatorun huzuruna çıkmak üzere tercüman ve saray komiserinin refakatinde elçilik binasından hareket etti (23 Ağustos 1740). Elçi, meclis salonunda İmparatorun huzuruna alındı. Salona yalnız elçi, tercümanı ve maiyyetinden oniki seçkin görevli alındı. Üzerinde İspanyol tarzı bir manto ve başında şapka bulunan İmparator altın bir sâyebânın altında oturmuştu; arkasında muhafız birliğinden ileri gelen subaylar, solunda İmparator-âdına tercümana cevap veren Başvekil yardımcısı bulunuyordu. Türk elçisi vezir olmadığı ve Rumeli Beylerbeyi payesinde bulunduğu halde, ehram biçiminde kallavi ve etrafında vezirlere mahsus altın şerit bulunan bir kavukla görülüyordu. Hediye olarak İmparatora eşya ve mücevherat olarak sayılamayacak kadar çok hediye sundu. Bunların arasında maroken çadırlardan, gümüş ve altın süs eşyasından Acem halılarına, yine altın ve gümüşten at koşumlarına kadar her şey vardı. Bu eşyaların çokluğu karşısında elçinin o kadar büyük bir deve ve katır kervanını beraberinde getirmesinin sebebi anlaşılıyordu. Zümrüd, yakut, inci ve sonsuz denilebilecek kadar bol altın parıltısı Avusturya İmparatorluğu sarayını adeta sönükleştirmişti. Mücevherlerin yamnda halı denince, Türk elçisi bunların yalnız bir nevinden elli parça getirmişti. İstanbul imalathanelerinde dokunmuş altın işlemeli kumaşlar parça olarak yüzlerceydi. Hediye edilen atlar da cins ve renk olarak meraklıları âdeta büyülemişti. Elçinin sunduğu amberin ağırlığının üçyüzelli miskal olduğunu söylemek bile hediyelerin ihtişamı hakkında bir fikir verebilir. Türk elçisinin masrafı Avusturya İmparatorluğuna yüzbin florine maloldu. Sınırların belirlenmesiyle ilgili müzâkereler Fransız elçisinin aracüığıyla devam etmekteydi ve İstanbul'daki Avusturya elçisi kont Ulefeld, Türkler Eski-Orsova üzerindeki tepelerin ve (12) Bu mecliste İmparatorluğun bütün yüksek rütbeli seçkinleri bulunuyorlardı. OSMANLI TARİHİ 19 şehrin arazisiyle Belgrad önünde bulunan adanın kendilerine teslimi hususunda ısrar ettiklerinden güç bir durumdaydı. Bu hususta Avusturya elçisi kont Ulefeld, Bâb-ı Âlî'nin anlaşmanın maddeleri yerine kendi arzularını geçerli saydığı itirazını ileri sürüyordu (13). Reisefendi, sınır anlaşmasının bu üç maddenin ayrılarak gerçekleştirilmesini, bunların daha sonra bir ek anlaşmayla çözümlenmesini istiyordu. İtirazının haklılığına inanan Ulefeld bu görüş karşısında tutumunu değiştirmedi (14) (31 Ağustos 1740). Veziriâzam’ın bu hususdaki kesin görüşü şu şekilde belirdi: Sınır tesbiti komiserleri, Sırbistan ve ihtilaflı olan adayı bir kenara bırakarak Tuna'dan çalışmalarına başlayacaklar ve Orsova'ya sıra geldiğinde, Czerna’nın yatağı ta-mamiyle değiştirilmemişse (Anlaşma değiştirilmesi şartını getiriyordu) Eski-Orsova imparatoruna ait olacaktı. Czerna'nın yatağının değiştirilmesi projesi, Osmanlı mühendislerinin ve Bâb-ı Âlî'nin bütün siyasetinde sınırsız bir tesiri olan Reisefendi Mustafa'nın garib bir teşebbüsleriydi. Bununla beraber, kanal açılması fikri Reisefendi'nin değildi; bu düşünce son Veziriazam Oğuz Mehmed Paşa’nındı. Fakat, Reisefendi, gerek Vezi-riâzam'a hoş görünmek, gerekse bu teşebbüse ayrılan paranın bir kısmına konmak maksadiyle bu düşünceye hemen sahip çıkmıştı. Avusturya elçisi Ulefeld'in Reisefendi'ye verdiği ikibin duka ve büyük bir elmas da onu pençesine alan rüşvet susuzluğunu doyuramadı. Kanal'ın açıldığı İstanbul'da öğrenilince Bâb-ı Âli bunu Avrupa devletleri elçilerine son derece önemli bir olay olarak bildirdi. Kendisinden önceki Veziriazam tarafından neticesiz bir teşebbüs olarak başlatılan kanal işinin bir işe yaramayacağına kaani olan yeni Veziriazam, bunun kendisine karşı yenilmez bir kin beslediği Reisefendi'yi devirmeğe vesile olacağını düşünerek devam edilmesine ses çıkarmadı. Veziriâ-zam'a böyle hareket etmesi tavsiyesinde bulunanlardan biri, Kırım'da Kefe'deki karargâhın eski imamı, sınır tesbiti işini çok dar ve son derece şahsî bir görüşle «Faydalı Tedbirler» adlı (13) Laugier, II, s. 175. «Ulefeld son derece doğru bir görüşe dayanıyordu.» (14). I^augier, II, s. 177. «Göstereceği yumuşaklığın Türkleri daha gururlu ve. isteklerinde daha inatçı olmalarına yarayacağını bilen elçi ilk talebinde ısrar gösterdi.» 20 HAMMER eserinde kısmen ele almış bulunan mevkufatçı yardımcısı ve sınır tesbiti komiseri, eski bir müderristi (15). Fs* Bu olaylar sırasında İmparator VI. Charles'ın ölümünün kont Ulefeld tarafından yürütülen müzâkereler üzerinde olumsuz tesiri görüldü. Genellikle her saltanat değişmesinde Avusturya küçük elçileri elçi unvanı alıyorlardı; fakat Ulefeld elçi unvanına zaten sahip bulunduğundan, Macaristan ve Bohemya kraliçesinden sadece güven mektupları aldı. Fakat, Bâb-ı Âlî onun elçilik unvanını taşıması konusunda güçlükler çıkardı. Bu durumda, Bâb-ı Âlî güçlük çıkarmakla bir şey elde edemezdi. Güven mektuplarını reddedemeyeceği gibi, huzura kabul hakkını da reddedemezdi. Fakat maksadı, diğer Avrupa devletlerinin durumuna bakarak davranışını tâyin etmek bakımından vakit kazanmaktı. Ulefeld, bu konuda ve sınırların tesbiti konusunda Veziriâzam'la bir görüşme yaptı (13 Şubat 1741). Elçi, Orsova karşısında dil biçimindeki arazi ve Sırbistan sınırının Drina nehri kıyılarına kadar gelmesi için seksene doksan genişliğinde bir arazi verdi. Bu hususta VI. Charles'ın ölümünden beri hükümetinden herhangi bir talimat almamış olan Fransız el-çisiyle mutabık kaldıktan sonra, Bâb-ı Âlî'ye bir ültimatom verdi. Ültimatomda, Czerna kanalının açılışından başlayarak Eflâk'ı Banat'dan ayıran ve Orsova sınırını belirleyen muvazi bir hat talebinde bulundu. Bu hat Eflâk'ı Banat'dan ayıran ırmağa kadar uzanacak ve ayrıca Orsova sınırını da belirtmiş olacak, Bosna sının Karlofça anlaşmasında belirlendiği şekilde kalacaktı. Görevinin resmen tanınması konusunda, Ulefeld, güven mektuplarını elçilik kâtibi Penkler'le Veziriâzam'a göndermek zorunda kaldı. Veziriazam vesikaların alındığına dair elçiye (16) hitaben bir makbuz verdikten sonra, İmparatorun son mektubuna Sultan'ın cevabının elçi Ali Paşa tarafmdan Viyana'da (15) Tedbirâtı Pesendide, VII. cildin doğrulayıcı açıklamalar veren kısımlarına bakınız. Burada bahsettiği diğer eserleri: Tebriz'de imamlığı sırasında (Hekimoğlu Ali Paşa idaresi dönemi), 1148'de (1735) uğradığı felâketler; bu eser ünlü Şeyhülislâm Abdülaziz Efendi'nin Sıhhatnâme'sinin bir taklididir, diğerleri Destiari tahdid-il hudud, tsbâtul hukuk, Mevarid eemiyül mezâhib, yâni mezheplerin birleşmesini ele almaktadır. (16) Laugier, II, s. 234 ve 237'de Ulefeld'in mektubuna ve Veziriâzam'ın cevabına bakınız. OSMANLI TARİHİ 21 doğrudan hükümete verileceğini bildirdi; elçi Ulefeld'e gelince, veda için huzura kabul edileceği hususunda bilgi edinilmesini istedi. Elçi Ulefeld, ihtilaflı dil biçimindeki araziyi Drina nehri kıyılarına kadar vermeğe razı olarak Banat'la alâkalı talebleri-ni tekrarladı ve bunlar da kabul edilmediği takdirde, başka hiçbir tâviz vermemekte kararlı olduğunu bildirdi. Reisefendi'ye ve sadık yardımcısı Bâb-ı Âli tercümanına beslediği kinin tesirinden hiçbir zaman kurtulamayan Veziriazam, her ikisini de mahvetmek için bu fırsatı kaçırmadi: Her ikisinin de açgözlülükleri ve Fransız elçisinin sözünden çıkmamaları yüzünden müzâkereleri sürüncemede bırakarak neticeye varılmasını engellediklerini ileri sürdü. Reisefendi azledilerek hapse atıldı ve Kütahya'ya sürgüne gönderildi (5 Şubat 1741 19 Zilkade 1153). TERCÜMAN GHIKA'NIN İDAM EDİLMESİ Bâb-ı Âlî tercümanına gelince, 15 gün süren (17) bir tutukluluktan sonra saray köşkü önünde idam edildi; Fransız ve Avusturya elçilerinin, tercümanın suçsuz olduğu yolundaki müdâhaleleri idamını çabuklaştırmaktan başka bir şeye yaramadı. Rüşvetçi olduğu kadar intikamcı da olan Bâb-ı Âlî tercümanı Ghika, Hollanda elçiliği birinci tercümanı Karaca'yı mahvetmek için yemin etmiş ve azledilen patriki evinde saklamıştı. İdam edilmesi bunlardan birini korkunç bir düşmandan kurtarırken, patrikin de güvenliğini ortadan kaldırmıştı. îdâm edilen Ghika'nın yerine Jean Gallimachi Bâb-ı Âlî tercümanlığına atandı. Tercümanın idamının ertesi günü, ulemâ ileri gelenlerinin ve askeri birlik komutanlarının katıldıkları bir büyük divân toplandı-, Avusturya İmparatoru ile mutabık kalınarak kararlaştırılan sınırlar hakkındaki yeni düzenleme okundu ve tasvib edildi. Prusya ordusunun Silezya üzerine yürüdüğü haberi, Avusturya'yı, her ne kadar haksız da olsa Osmanlı taleblerine gözyummak zorunda bıraktı. (\T) İmparatorluk Arşivi'nde Ulefeld, Fawkener ve Calceon'un raporlarına bakınız. Bu raporlara ve Suphi'nin tarihinde laf taşımak ve rüşvetle satın alınmakla suçlamasına (f. 187) rağmen, tercüman Ghika'nın gerçek idam sebebi üzerindeki şüpheler ortadan kaldırılmış değildir. 22 HAMMER AVUSTURYA VE RUSYA İLE ANLAŞMA Yeni Reisefendi, împaratoriçenin içinde bulunduğu şaşkınlık ve telâştan yararlanarak Unna'ya kadar uzanan toprak dilimi ve civardaki araziden ayrı olarak Eski-Orsova’nın Türklere teslimi üzerinde ısrarla durdu (2 Mart 1741). Bunun üzerine, dört maddelik bir anlaşma imzalandı; bu anlaşmaya göre, Kar-lofça anlaşmasının getirdiği sınırlar Unna'ya kadar yeniden geçerli sayılıyor; Tuna üzerindeki tarafsız ada Velik Ostrova yarı yarıya paylaşılıyordu. Sava nehrindeki Bohemyenler ada-siyle Tuna'daki Pavizza, Kızılova ve Hisarca adaları Türklerde kalıyordu (18). Rusya, Bâb-ı Âlî'ye karşı, Osmanlı İmparatorluğu'nun Avusturya'nın nüfuzunu kırmak için împaratoriçe Marie ThĞrese'in içinde bulunduğu vahim durumdan yararlanmak için kullandığı diplomatik incelik sistemini uyguladı (19). Prens Repnin, împaratoriçenin Çerkeş adası karşısında inşâ etmeğe ek anlaşmanın III, maddesiyle hak kazandığı yeni kalenin çevresi tamamlanıncaya kadar, Azak tahkimatının yıkılmasını erteledi. Peşinden de kaleyi Çerkes'de değil, Azak'dan sekiz fersah mesafede inşâ etmek istedi; yahut kale bu şehirden en çok dört fersah uzaklıkta yer alacaktı. Rus elçileri Cagnoni ve Vişniyakof'un Reisefendi ile yaptıkları bir toplantıda, Türkler, Ruslar tarafın-dan bahis konusu edilen esirlerin serbest bırakılması, Rus Ça(18) Bu anlaşma (konvansiyon) için Laugier'de, II, s. 372'ye bakınız; yazar anlaşmanın tarihini yanlış olarak 5 Mayıs olarak vermektedir ki, bunun 2 Mart olması gerekmektedir. Bu anlaşma Sistow andlaşmasınm II. maddesinde ve Suphi'de bütün olarak yer almaktadır. Ulefeld tarafından Türklere verilen tâvizler kendisinin hükümetinden aldığı talimatın sınırlarını aşmaktadır ve kendisi de Filibe'den gönderdiği 19 Mayıs 1741 tarihli mektubunda iki hatasını açıklamaktadır; şöyle ki: Hırvatistan'a ait olan beş kasabadan oluşan idare merkezini Esklavoni'ye tâbi gibi mütalea etmiş, Belgrad yakınındaki Yıldızlıkale'ye gelince, bu kalenin nerede olduğu hakkmda bilgisi olmamıştır; böylece, Belgrad anlaşması tarihi, esaslarının belirlenmesinden 2 Mart tarihli tamamlayıcı anlaşmaya kadar, müzakerecilerin ihmâl ve kabiliyetsizliklerini ortaya koymaktadır. (19) «Rusya, Bâb-ı ÂİVye karşı bu devletin Avusturya'ya uyguladığı dolambaçlı yollar, savsaklama politikasını uyguluyor, Üzerinde mutabık kalınmış maddeleri uygulamayı reddederek müzâkereleri belirsiz maddeler üzerine doğru çekiyordu.» Laugier, II, s. 180. OSMANLI TARİHİ 23 riçesine împaratoriçe unvanının tanınması ve inşâ edilecek kalenin yeri gibi meselelere cevap vermeden, Azak tahkimatının yıkılmasını istemekle yetindiler (24 Kasım 1740). Zâten Türk ve Rus tarafları, iki tarafın elçilerinin takibede-cekleri, payitahta götürecek olan yollar üzerinde anlaşmaya varmışlardı. Ayrıca, elçilerin bütün masraflarının karşılıklı olarak iki devlet tarafından ödenmesi hususunda da anlaşmışlardı. Türk elçisi kendisi için zarurî ihtiyaç maddesi saydığı eşyanın bir listesini düzenlemişti; bunun temin edilmesi, yekûn olarak günde binaltıyüz rubleye maloluyordu. Rus elçisi Ruman-zof'un istekleri daha da mübalâğalıydı (20); zira, Rus elçisi, Türk elçisinin ihtiyaç listesini hicvetmek istemiş, bu bakımdan düzenlediği listede ihtiyacı olarak her gün için şampanya, Bergonya şarabı, Macar Tokay şarabı ve amber, san-sabır iksirlerine yer vermişti. Elçinin iksirini yapılmasını istediği sarısabır çiçeği Bucak bozkırlarında nadir bulunuyordu. Veziriazam, bu ilste karşısında kont Ulefeld'e ait ihtiyaç listesini gözden geçirdi ve kont Rumanzof un listesini, Rus elçisi ile Avusturya İmparatorluğu elçisi arasında bîr fark bulunması gerektiğini belirtmek için, biraz indirimli olarak tasdik etti (21). Rus Çariçesi Katerina’nın ölümü ve Rusya'da karışık durum, kont Rumanzof u, Bâb-ı Âlî karşısında Avusturya elçisinin içinde bulunduğu elverişsiz vaziyete soktu. Yeşilköy (San Stefano)'-den ayrılmadan katıldığı kendisine ait teşrifatı düzenlemek maksadiyle yapılan birkaç toplantıdan sonra, muhteşem bir törenle başkent İstanbul'a girdi (28 Mart 1741). Politikasının başlıca âletleri olan Reisefendi'nin azlinden ve Bâb-ı Âlî tercü-- maninin idam edilmesinden sonra tesiri hayli azalan Fransız elçisi Villeneuve'e gelince, yerine atanan marki de Castellane'-m gelişini sevinçle karşıladı. Yeni elçiyle anlaşma içinde, Ruslar tarafından Azak tahkimatının yıkılması v^ Dinyeper'in sağ kıyısının sınır olarak kabulünde, Türkler tarafından Rus esirlerin serbest bırakılması hususunda yeni barış anlaşmasının uy(20) Fransa'nın Saint-Petersbourg'daki elçisi Chetardie,49 Mart 1740 tarihinde Rumanzof'un Türkiye elçiliğine atandığım Villeneuve'e bildiriyordu. <21) Laugier, II, s. 2Q7, Ulefeld Osmanlı devletinden günlük masraf olar rak 60 kuruş aldığını söylüyor kf yanlış; bu rakam dörtyüz altmıştır. Rumanzof ise dörtyüz kuruş alıyordu.' Ulefeld'in raporundan. 24 HAMMER gulanmasına karşı çıkarılan engelleri ortadan kaldırmakla uğraştı. Bâb-ı Âli, Rusya'ya imparatorluk unvanının tanınmasının sadece bir nezâket eseri olacağını ve Azak tahkimatının yıkılmasıyla barışın uygulanmasının teminat altına alınacağını ve imparatorluk unvanının tanınması için bunun ilk şart olduğunu iddia ediyordu. Fransız elçisi Vüleneuve Rusya'nın taleplerini destekledi; ülkesine hareketinden önce düzenlenen muhteşem huzura kabul töreninde, Belgrad anlaşması için vermiş olduğu teminâtın imzalı nüshasını sundu (16 Nisan 1741); buna Avusturya ile Bâb-ı Âli arasında imzalanan 2 Mart tarihli ek anlaşmanın tem in atçılığını belirten vesikayı da ekledi; o zamana kadar Marie-Therese'in Macaristan kraliçeliği henüz tanınmamış olduğundan, bu vesikayı vermeği reddetmişti. Elçi kont Rumanzof Reisefendi ile yaptığı bir görüşmede, Reisefen-di, Berda ve Mius ırmaklarının mansaplan arası da dâhil olmak üzere, Meotide denizi kıyısı iskân edilmemesi, Azak kalesi tahkimatının sökülmesi ve yeni kalenin Azak'dan münasib bir mesafede inşâsı şartiyle imparatorluk payesinin tamnmasına razı oldu. Nihayet, iki taraf arasında Azak tahkimatının sökülmesi ve Çariçe Elisabethe Petrowna’nın Bâb-ı Âli'ce İmparatoriçe sıfatiyle tanınması hususlarında anlaşmaya varıldı. 2 Mart tarihli anlaşmadan sonra Avusturya ve Osmanlı İmparatorlukla-n, Banat ve Sırbistan arasında Sava ve Unna nehirleri boyunca, Transilvanya ve Eflâk arasında sınır hatlarını, atanan komiserler vasıtasiyle ve yeni düzenlemelere giderek belirlediler (22). İstanbul'da Reisefendi Ragıb'la kont Rumanzof arasında yapılan özel bir anlaşma Rusya'nın menfaatlerini düzene koydu (7 Eylül 1741); bu anlaşma (konvansiyon) gereğince, Azak kalesi tahkimatının yıkılması, bu kaleden otuz fersah mesafede yeni bir kalenin inşâsı, Zaporoglar üzerinde Rusya'nın hâkimiyeti ve Çarların İmparator sıfatiyle Bâb-ı Âlî tarafından tanınması kararlaştırıldı ve bu tanımaya kesinlik kaydı eklendi. Böylece, Avusturya'dan daha çok Rusya’ınn çıkarma olan Belgrad anlaşmasının özel anlaşmalarla (konvansiyonlarla) kabul (22) Transilvanya sınırları 28 Haziran 1741'de belirlendi, Viyana İmparatorluk Arşivleri. Hermanstad'da bulunan bu sınırlamanın tarihçisi, orgu kendisini hayrete düşüren bir kiliseyi tasvir etmektedir (VTL cildin delillendirici parçalarına bakınız). Bu pasaj, Hormayr'ın tarihi vesikalarında tercüme edilmiştir. OSMANLİ TARİHİ 25 edilmesi ve yürürlüğe konması için iki yıllık bir zaman geçmesi lâzım geldi. Hıristiyan devletlerden öğrendikleri diplomasi sanatı Osmanlılarda gözle görülürcesine bir mükemmellik kazanmış ve bu sanat şimdi hıristiyan devletler aleyhine bir silah olarak kullanılır hale getirilmişti (23). Zamanın yüksek bir zekâ, adalet aşkı ve Avrupalı temsilcilere karşı takdirle dolu Veziriazamı, onlara ziyafetler verecek kadar yakınlığını ileri götürmüştü*, kendisinden sonra gelen veziriazamlar, bu ziyafet.-leri istisnai olarak ve yalnız elçiler için düzenler olmuşlardı (24). Evvelce İran, Avusturya ve Rusya ile anlaşmalar imzalanması sırasında olağanüstü yetkili murahhas olarak gördüğümüz Veziriazam gibi ileri zekâ sahibi Reisefendi Ragıb, aynı zamanda sağlam eğitimi ve itidali ile de ünlüydü; ayrıca Veziriâzam'la fevkalâde anlaşıyordu; zira selefi Reisefendi Mustafa gibi ne açgözlü, ne de iş karıştırıcı değildi. Bu Reisefendi Mustafa, kendisinden, andlaşma maddesinde belirtilen şekilde Czerna nen rinin yatağının değiştirilmesini ihtar eden kont Ulefeld'e, ek anlaşmaların (konvansiyon) kendisine nehrin döküldüğü yerlerin değil, ancak kaynağından başlanarak değiştirmek ameliyesini yüklediğini bildiriyordu. Daha az aldatıcı görünen yenilgiler, Türklere, onları Osmanlı İmparatorluğunun başkentinde sun'i bir şekilde inşâ ettikleri diplomatik tiyatro sahnesinde kuklalar gibi oynatan İsveç, Napoli elçileri ve Bonneval tarafından telkin edilmişlerdi (25). Bununla beraber, bu yaban(23) Hollanda elçisi Calceon, 28 Ağustos 1740da Başvekili Fagel'e şunları yazıyordu: «Efendim, beklenmedik anda ortaya müzâkereleri gizlice yapılmış anlaşmaların çıktığını söylemekte haklısınız; anlaşma yapmak sanatının İstanbul'da en yüksek derecesine vardığı görülüyor; bunların sadece hıristiyan devletlere yanıldıklarını anlatmak gibi bir faydası var; tabiî buna anlaşmayı yapan hıristiyan devlet de dâhil.» (24) 24 Kasım 1741'de Fawkener ve Röbinsona, 17 Kasım 1741'de Napoli elçisi Finochetti'ye ve. İspanyol maslahatgüzarı Carpinstero'ya. (25) Belgrad barışı üzerine Finochetti'nin 20 Ocak 1740 tarihli raporu: <Vezire hangi şartlarla olursa olsun derhal barış yapılması emri verildi. Bu emir, beş ulak gönderilmek suretiyle tekrarlandı. Buna rağmen barış anlaşması ancak Belgrad'ın tesliminden sonra imzalandı ve bu husus öğrenildiğinde hayrete sebeb oldu. Çünkü Türkler Belgrad'ı zaptedecek durumda değillerdi. Fransa elçisi İsveç'le ittifaka karşı olmadığından, Bâb-ı Âlî kont Bonneval'in tavsiyelerinden yararlanarak ittifakı neticelendirmeyi başardı ve anlaşma 26 HAMMER cılar, hükümetlerinin politikasına getirilen değişikliğin farkına varmayarak, VI. Charles’ın ölümünden hemen sonra împarato-riçe Marie-Therese'e karşı düşmanca manevralara giriştiklerinden bu konuda hükümetleri tarafından uyarıldılar. Bonne-val tarafından Zürich ve Berne protestanlarım yerleştirme projesi, Neufchâtel'deki Prusyalı yijksek maliyeci tarafından da tatbikatta desteklendiği halde gerçekleşemedi (26). İRAN ELÇİLİK HEYETİ Veziriâzamlığı süresince Ahmed Paşa Avrupa devletleri temsilcileriyle tam ahenk içinde bir münasebet sürdürdü ve onlara karşı son derece nâzik davrandı. Aslında Nadir Şah’ın tehdid edici tavrı da Bâb-ı Âlî'nin böyle bir politika takibetme-sini gerektiriyordu. Bütün kuvvetlerini Nâdir Şâh'a karşı toplu bir halde bulundurmak için, Belgrad andlaşmasiyle eklerini acele yürürlüğe koymak zorundaydı. Hatırlanacağı gibi, özel anlaşmalar Avusturya ve Rusya ile yapılmıştı. Diyarbekir, Rak-ka, Halep, Adana ve Anadolu valiliklerini geçtikten sonra Bel-grad'dan dört-beş bin kişilik bir maiyyetle İstanbul'a gelen İran elçisinin şehre girişi, herkes hükümetin savaş tasavvurlarının farkında olduğundan, büyük ölçüde bir intiba edinilmesine vesile teşkil etti. Eski defteremini Halil, elçiyi karşüamak üzere bir muhafız birliğinin başında Fenerbahçe'ye gönderilmişti; hareketi sırasında kendisine yol boyunca elçinin sağında yer alması emri verilmişti; fakat elçi buna hiçbir suretle razı olmadı. Bunun üzerine kendisini muhafaza ile görevli komiser, elçiyi yemek yemek üzere tutmaları gerekenden başka bir yoldan gitti; fakat elçi kendisine verilen yemekleri de yemedi ve biraz ekmek ve yoğurt yemekle yetindi. Beş gün sonra (5 Mart 1741 -17 Zilhicce 1154), elçinin getirdiği filler sallar üzerinde Beşiktaş'a geçirildiler ve elçinin kendisi Üsküdar'da göz kamaştırıcı bir karşılanmadan sonra deniz yoluyla Eyüb'e gitti. Orada, maiyBelgrad'da barış esaslarını imzalayan Cagnoni'nin gelişine kadar gizli tutuldu. Cagnoni şimdi hesabı kapamak ve S. Andre’nın emrini elmaslar halinde Fransa elçisi Vileneuve'e sunmak üzere burada bulunuyor.» (2J>) Müşterek adı verilen bir mektupta, Prusya kralının Neufçhatel'der ki maliyecisi, Zürich ve Berne kantonları teb'aiarının Türkiye'de İskân edilmeleri plânının bir kenara bırakıldığını bildiriyor. OSMANLI TARİHİ 27 yetinde bulunan iki hanla, önceki yıldan itibaren Nâdir şah tarafından Türkiye'ye gönderilmiş olan Oğuz Ali hanla birlikte gümrükler müdürünün çiftliğine yerleştirildi (27). Eyub'de karaya çıkışı sırasında bütün çavuşların ilerisinde bulunan ça-vuşbaşı tarafından karşılandı; karşılayıcıları arasmda süvari Paşalarıyla geçit resmi kumandanları da bulunmaktaydı (11 Mart 1741-23 Zilhicce 1154) (28). Elçinin Veziriazam tarafından huzura kabulünde, İmparatorluk tarihçisi Suphi Efendi gelip kendisini merdiven başında karşıladı. Kendisine şeref hil'ati giydirileceği sırada, Veziriâzam'ın huzurunda onun elinden bu seçkinlik belirleyici hediyeyi kabul edemeyeceğini bildirdi. Bir yıldan beri İstanbul'da bulunan Oğuz Ali han, iki han ve elçinin vak'anüvisine (tarihçisi) kakım ve samur kaftanlar giydirildi, daha alt görevlerde bulunanlara sâde kaftanlar ihsan edildi. Beş gün sonra divana ve Sultan'ın huzuruna kabul olundu (30 Mart 1741 -12 Muharrem 1154) (29). Sarayın ana giriş kapısından itibaren divan salonu istikametinde, sol tarafta yirmiden fazla binek atı sıralanmıştı. Bunlar Sultan'ın atlarıydı ve bunların koşum takımlarındaki elmas ve diğer değerli taşlar etrafı parıltılar içinde bırakıyordu-, yan taraflarındaki kalkanlar da paha biçilmez taşlarla süslenmişti; örtüleri ve başlıkları incilerle işlenmişti; dizginleri ve özengileri saf altındandı; bunların süvarileri üstüvane biçimi kavuklar giymişlerdi. Sultan'ın muhafızları, altın işlemeli miğferleri, altından dokunmuş elbiseleri, rüzgârda dalgalanan pelerinleriyle, ellerinde (27) Suphi, f. 190, 22 Zilhicce'nin bir cumartesi günü olduğunu söylüyor. Oysa 22 Zilhicce cumaya rastlamaktadır. Avusturya elçisi de raporunda İran elçisinin bugün geldiğini belirtmektedir. (28) 22 Nisan tarihli Penkler'in raporunda alay düzeni şu şekilde verilmektedir: 1 — Yeniçeriler; 2 — Otuz Tatar (ulak); 3 — Yirmidört deli (gözüpekler, atlı muhafızlar); 4 — Seksen çavuş; ,5 — Otuz vezirağası (Veziriâzam'ın konak subayları); 6 r— 40 müteferrika; 7 — Yirmidört gedikli zâim ( timar sahibi kâtip); 8 — Sipahi efendileri; 9 — Oniki Vezâretiuzmâ daireleri başkanları; 10 — Onsekiz mabeyinci; 11 — Defterdarlar; 12 — Otuz levend; 13 — Kapucular; 14 — Yirmisekiz muhzir; 15 -■■->— Üç Yeniçeri albayı; 16 — Teşrifat feîsi ve çavuş kâtipleri; 17 — Başmâbeyinci; 18 — Başkâhya;,19,—- Reİsefendi; 2Q — Veziriâzam'ın satırları; 21 — Veziriazam; 22 — Hizmetkârlarından yirmidördü; 23 — Han'ın ağaları; 24 — İmamlar; 25 — Bâb-l Âlî nazırları. ■<29) Suphi, s. 192. 28 HAMMER okları ve mızrakları, daha uzakta duruyorlardı. Onların yanında Yeniçeriler, timar ve zeamet sahipleri görülüyordu. Sağ tarafta onbin Yeniçeri ve başlıklarının üzerinde balıkçılkuşu sor-guçlariyle seçilen elli albay yer almıştı. Süvari Paşaları Saadet Kapısı (sarayın üçüncü kapısı, Bab-üs Saade) önüne yerleştiril» mislerdi. Yeniçerilerin vezirağası da onların yanındaydı; bu kapının sag tarafında samur hU'atier giymiş ve ellerinde gümüş bastonlar bulunan elli mabeyinci duruyordu; nihayet divan salonunun kubbesi altında Veziriazam, Kaptan-Paşa ve defterdar, meratib silsilesine uygun olarak sıralanmış divân Efendileri bulunuyordu. Çavuşbaşı, güneş doğmadan önce elçiyi ikâmet yerinde görmeğe gitmişti. Alay mehterhane yakınına vardığında sabah duası edildi; alay Büyük Kapı'dan (Bâb-ı Hümâyun) içeri girince, onbin Yeniçeri, avlarını gözleyen kartallar misâli, avluya dizilmiş pilav tabaklarına doğru seğirttiler; elçi hayretler içinde kaldı. Elçi, İran modasına uygun olarak ancak dizlerine kadar gelen samur bir kürk giymişti; başında derviş-lerinkine benzeyen bir aun yüksekliğinde bir kavuk vardı ve sangı altın işlemeliydi. Kıyafetini görenler gülüyorlardı; böyle bir elbise, ancak başkalarının giydiklerini kıskananlarda bu duyguyu tahrik etmemek maksadiyle icâd edilmiş olabilirdi. Veziriazam divan salonuna geçerken, çavuşlar Allah'ın onu koruması duâsiyle selâm aldılar. Vezir rütbesinde olan elçiye, sair zamanlarda Nişancı'nın işgal ettiği yer verildi. Divân bitince, elçi Veziriâzam’ın masasında yemeğini yedi; diğer üç han ve elçilik müverrihi (tezkireci) Kapdan-ı deryanın masasında ağırlandılar; maiyyetindeki diğer kimseler ise defterdarın misafiri oldular. Yemekten sonra huzura kabul salonunda Sultan yerini aldı ve Veziriazam, iki kubbe veziri (Yeniçeriağası ve Kapdan-ı derya), kendilerine böyle bir imtiyaz tanınmış-olan defterdar, Reisefendi ve ağalar tahtın yanında her zamanki yerlerinde durdular. İran elçisi huzura alindi: Fakat öylesine bir şaşkınlık içindeydi ki, ağzından sâdece «Şahım!» kelimesinden başka bir söz çıkmadı. Bunun üzerine, itimâd mektuplarını ve getirdiği hediyelerin listesini sunmakla yetindi (NOT: 2). Saadet Kapısı yanındaki çıkış yerine varınca, oradaki Yeniçerilerin kalabalık olmaları yüzünden orada bir saatten fazla beklemek zorunda kaldı. Hemen Sultan'ın kendisine hediye ettiği ata binen elçi, OSMANLI TARİHİ 29 kalabalığın dağılması için birinci avluda, Darphane karşısında, yine uzun zaman bekledi. Osmanlı sarayında huzura kabullerde uygulanan teşrifat, elçi binikiyüz kişilik bir maiyyet ve dört-bin kişilik bir muhafız birliğiyle geldiği için çok daha dikkatle uygulandı. Böylesine kalabalık bir maiyyetle huzura kabul için saraya gelmek, o zamana kadar görülmemiş bir olaydı ve o tarihten sonra da görülmeyecektir. Kısa bir süre sonra, Veziriazam Kâğıthane yakınında elçi şerefine parlak bir ziyafet tertipledi. Bu münasebetle, muhafızlarının, uşaklarının, hanesi subaylarının tam mevcutlu olarak görünmelerine ihtimam gösterdi; ziyafette altın ve porselen yemek takımları ile hizmet edildi; göz alıcı bir ihtişam sergilendi. Oğuz han ve elçiye bağlı diğer iki han ve elçilik müverrihine kakım ve samur kürkünden hil'atler giydirildi (1 Mayıs 1741-14 Sefer 1154). Veziriâzam'ın elçi üzerinde bırakmak istediği ihtişam intibaı tamamiyîe gerçekleştirildi (30). Elçinin özel görevinin konusunu oluşturan Nâdir Şâh tarafından tesis edilen Câferiye mezhebinin tanınması hususu, Kapdan-ı derya Paşa tarafından verilen ayrı bir ziyafette görüşüldü. Bu ziyafette, ulemâdan başka sarayın birinci imamı Sâhib Efendi, İmparatorluk karargâhı kadısı Es'ad Efendi, Anadolu Kadıaskerli-ğinden azledilmiş Naili Efendi, İran'da evvelce Osmanlı İmparatorluğunu temsil eden eski elçi Abdullah Efendi, İran elçisinin mihmandarı Halil Efendi ve Reisefendi Râgıb hazır bulundu (29 Nisan 1741-12 Safer 1154). Toplantıda yeni mezheb görüşülürken İran elçisinin talebine kesin olarak karşı çıkılmadı, gerçek kanunun emrine uyulacağı bildirilmek suretiyle kendisine kaçamaklı bir cevap verildi. Vezir Yeniçeriağası, Davudpa-şa'da verdiği bir ziyafette elçiyi Kapdan-ı deryanın ziyâfetin-dekinden daha az bir ihtişamla karşılamadı. Elçi barış müzâkereleri için gerekli yetkilerle donatılmış olmadığından ve Nâdir Şâh’ın Sultan'a gönderdiği mesajdan barış mı yoksa savaş mı istediği kesinlikle belirtilmemiş bulunduğundan, kendisinin herhangi bir meseleye çözüm getirmeden memleketine gönderilmesinin zorunlu olduğu kanaatine varıldı. Bu görevin yeri(30) Suphi, misafiri ve beraberindekileri memnun etmek üzere verilen bu ziyafeti anlatırken şu Acemce beyti veriyor: Savaşlarda çelik, ziyafetlerde mumum, Düşmanımın kaybı, misafirimin neşesiyim. 30 HAMMER ne getirilmesi maliye tezkirecisi (31) zarif ve âlim Münif Efen-di'ye havale edilerek yardımcılığına İstanbul gümrük müdürü Nazif Mustafa Efendi verildi. MEDİNE'YE GÖNDERİLEN HEDİYELER Nâdir Şâh’ın, son barış anlaşmasının uygulanması sırasında beşinci mezheb olarak Caferiliğin tamnması ve îran haccı-nın kabulü hususunda birbirini takibeden talebleri Sultan’ın, iki kutsal şehrin, Mekke ve Medine'nin hâmisi olarak, dinî duygularını coşturmuştu. Her ikisi de Hz. Peygamber'in mezarını tezyin etmiş olan I. Ahmed ve IV. Murad misâllerine uyarak, yıllık hediyeleri Mekke'ye götüren sûrre emini vasıtasiyle Hz. Peygamberin türbesine pırlanta, yakut ve elmaslardan oluşan bir avize dalı, bir de mücevherlerden oluşan bir güneş gönderdi. Sûrre alayının yola çıkmasından kısa bir süre sonra, Kel -Ahmed Paşa oğlu Ali Bey'le evlendirilen Heybetullah (32) Sultan’ın düğünü yapüdı. Eski sarayın odun yarıcıları, eski bir âdete uyarak, örme sepetler veya bardaklar içinde anahtar desteleriyle bir başdan bir başa şehri dolaştılar (10 Kasım 1740 - 20 Şaban 1153). Bu düğünü ve iki olağanüstü elçi Ulefeld ile Rumanzof ve Fransa, İngiltere elçileriyle Hollanda ve Napoli murahhaslarına verilen ziyafetleri Veziriazamla Yeniçeriağa-sı'nın Sultan şerefine tertipledikleri ziyafetler takibetti. Aynı vakte doğru, diğerleri arasında kaşıkçılar çarşısı yanındaki hamamın yakınında bulunan depoları yakıp kül eden bir yangınla karşılaşıldı (1 Kasım 1740 - 11 Şaban 1153). Bundan daha çok dehşet verici bir yangın Bâyezid Camii yakınmda başladı; iki kola ayrılan yangının bir kolu cami karşısındaki kâğıtçılar çarşısını sardı, diğer kolu ise, Divanyolu'na yakın bir mahalleyi kül haline getirdi, gümüş çekiciler imalathanesi de bu tahribattan payını aldı (27 Aralık 1740 8 Şevval 1153). Sekiz gün sonra Ayasofya yamnda üçüncü bir yangınla karşılaşıldı; ateşin tahribatı, ancak şehrin bu bölümündeki evlerin yıkılmasiyle durdurulabildi (33). (31) Maliye tezkerecisi.. (32) Suphi, s. 184, onun Sirke Osman Paşa'nın, dolayısiyle bir sultanın kızı olduğunu bildiriyor. (33) Suphi, s. 186, Kule Bostanı'ndaki bir üçüncü yangından bahsediyor. OSMANLI TARİHİ 31 GÖKTAŞLARI Aşağı yukarı aynı dönemde, Hezargrad'da olağanüstü bir hâdise görüldü: Korkunç bir fırtına ve birbirini takibeden şimşekler ortasında, ateş hâlindeki bir göktaşından iki büyük parça yere düştü; biri ondokuz, diğeri iki okka ağırlığındaki bu gök cisimlerinin terkibi demirden oluşmaktaydı (25 Ekim 1740 - 4 Şaban 1153). Veziriazam bu olayı Sultan'a bildirdi; tabiat ve yıldızların durumunu yorumlayan Türk müneccimler, bu olayı, iki kuzey hükümdarımn yakın ölümünün habercisi olarak yorumladılar. Bunların söylediklerine göre, bu göktaşları Siyno-sür (Synosure) dörtgenini oluşturan yıldızlardan gelmekteydi ve Doğu milletleri burcun bu bölümünü bir tabut şeklinde görüyorlardı ve bu bölümün tamamlayıcısı olan üç yıldızı cenaze alayının önündeki üç ağıtçı görünümünde yorumluyorlardı (34). Gerçekten bu kehânet tamamiyle gerçekleşti; zira yukarıda sözü edilen olaydan beş gün önce imparator Charles ve üç gün sonra imparatoriçe Anne’ın ölmüş oldukları, aradan çok zaman geçmeden öğrenildi. Göktaşlarının Osmanlı İmparatorluğunu durmadan tehdit eden meş'um kuyruklu yıldız Nâdir Şâh'ın bulunduğu Doğu istikametine düşmesi, Bâb-ı Âli'yi şüphesiz daha çok memnun etmiş olacaktı. Son barış anlaşmasının tasdikini değil de, sadece beşinci mezhebin resmen tanınması talebiyle gelen İran elçisi karşısında, Bâb-ı Âlî, kendisini bu hükümdara karşı savaş hazırlıklarına girişmek zorunluluğu içinde görüyordu. Bu hazırlık sebebiyle, evvelce Bender, sonra özi valisi olan Numan Paşa seraskerliğe atandı ve Anadolu Beylerbeyliği makamına getirildi; Anadolu eski Beylerbeyi Erzurum'a gönderildi. Çeteci-Paşa veya nişancı birlikleri kumandanı Abdullah Paşa Van'da bırakıldı. Bu vesileyle Bâb-ı Âlî, İran ve Macaristan savaşlarında serasker, daha sonra Nâdir Şâh nezdinde Osmanlı elçisi olarak gördüğümüz Genç-Ali Paşa'yı idam etmek fırsatını ele geçirdi, îçinde bulunulan şartlar, Bâb-ı Âlî'yi, onun, Orsova'da Veziriâzam'a ihtiyacı olan yardımı yapmamakla işlediği hataları sükûtla geçiştirmek zorunda bırakmış, fakat bunlar affedil<34) Benatou-naasch, yâni tabutun kızları; böylece Doğulular üç yıldızın arabanın dümenini oluşturduğu, diğer dördünün ise tabutu temsil ettiği kanaatindeydiler. 32 HAMMER memişti; bununla beraber, kendisi hatalarını unuttuğundan ve İran'la Osmanlı İmparatorluğu arasında bir savaş çıktığında kendisine kesin ihtiyaç duyulacağına inandığından, Anadolu'da bir valilik verilmek suretiyle hazırlanan tuzağa kolayca düştü. Valilik sıfatının kendisine verdiği imkânla idamı için gelen mabeyincilere meydan okudu ve yeni görev yerine gitmek üzere Edirne'ye kadar gelmeği de başardı. Oradan Gelibolu'ya geçmeğe hazırlandığı sırada Bostancıbaşı onu kırk bostancı ile kıskıvrak yakaladı ve böylece idam edildi. ROMANZOFF Özi kalesinin Münch tarafından zabtı sırasında Ruslara esir düşen ve Rusya'ya götürülen Yahya Paşa, Rus elçisi Rumanzof ile birlikte vatanına döndü; rüşvet vermek suretiyle Bursa sancağına atanmasını gerçekleştirdi. Kont Romanzof'un İstanbul'a gelişi öylesine şa'şaalı olmuştu ki, Avusturya elçisi kont Ulefeld ile Fransız elçisi ülkelerine dönmek için huzura kabul edilmeleri için teşebbüste bulunmayı unutmuşlardı (35); bununla beraber, İstanbul'a gelişinde şehre girerken Avusturya elçisine verilen borazanlarım öttürmek izni Rus elçisine tanınmadı. FRANSA VE NAPOLİ'DE ELÇİLİKLER Avusturya elçisi ülkesine dönüşü münasebetiyle, Sultana, Leslie'nin olağanüstü elçiliğinden beri süregelen âdete uyarak altı at koşulu bir arabayı hediye olarak sundu. Rus elçisine gelince, o da zengin kürkler, altın işlemeli kumaşlar, porselenler ve çaydan oluşan hediyeler takdim etti. Bâb-ı Âlî, Fransa elçisi olarak, Sırbistan'da sınır belirleme komiserliği görevini yerin© getiren, Fransa eski elçisi Mehmed Çelebi'nin oğlu Mehmed Said Efendi'yi seçti; Napoli elçiliğine ise Hüseyin Bey uygun görüldü ve yeni elçi, beraberinde ipek çadırlar, amber ve fildişinden oluşan hediyelerle iki Napoli savaş gemisiyle bu ülkeye gitti. Fransa elçisi Mehmed Said Efendi de XV. Lotus*ye hediye olarak atlar, çadırlar, kılıçlar ve tüfekler sunmakla görevlendirildi. U5) Fransız elçisi 25 Muharrem'do ( 1 2 N i s a n ) . Avusturya Hçisi isi» IH Nisan'da huzura kabul edilme müsaanVsi aklılar. Suphi'ye, f |<if» ve Avusturya İmparatorluk Arşivlerimin bulunan raporlara bakınız OSMANLI TARİHÎ 33 MORIADA KURBANTAŞI ÖRTÜSÜ Cedleri Birinci Ahmed ve Dördüncü Murad’ın kutsal Medine şehrine karşı gösterdikleri cömertliğe uymayı vazife bilen Sultan, hayır işlerini üçüncü kutsal şehire, Kudüs'e de yaymak istedi. Üzerinde Hz. İbrahim'in oğlunu Allah'a kurban etmek istediği, Hz. Peygamber'in Mi'rac gecesi oradan ışık ata bindiği; Cebrail'in indiği ve Âdem ile Buda’nın Ceylan'da ve Hz. İbrahim'in Mekke'de olduğu gibi hâlâ onun izini hakkedilmiş bir halde muhafaza eden Moria kutsal kayasının eskiyen örtüsünü yeniledi. Kâbe'ninki gibi altın sırmadan olan bu örtü, kutsal yeri havanın değişikliklerinden koruduğundan daha çok, kâfir nazarlar (36) ve dinden uzak ellerin temasından koruyordu. Sultan, ayrıca, bu kutsal mahallin vakfına iki Kur'an da verdi. Bunların okunmasından çıkan ses, kutsal taşın etrafında toplanıp ilâhiler okuyan meleklerin sesleriyle birleşecekti; bu taş, kutsal taşların en kutsalıydı ve etrafında meleklerin toplanıp ilâhîler okumaları yalnız bu taşa mahsus bir imtiyazdı. Ahmed"-in, çok kudretli Reisefendi'nin inşaat müfettişi olarak İstanbul* dan Mekke'ye gönderildiğini daha öncelerde söylemiştik. Vardığımız dönemde, kısa bir süre önce görevinden azledilmiş bulunan Reisefendi Mustafa ve defterdar Atıf Mekke ziyareti için müsâadeyi aşan bir emir aldılar. Bu kitabın başında gördüğümüz gibi', Bâb-ı Âli tercümanı Alexandre Ghika, Reisefendi ile birlikte gözden düşmüştü. Tercümanın idam edilmesi Boğdan prensliğine getirilmiş olan kar deşi Gregoire’ın makamını kaybetmesine sebeb oldu ve yeri Eflâk hospodarı Constantin Maurocordato'ya verildi: Bu sonuncusu da, on yıllık bir gözden düşmeden sonra, ikinci defa olarak göreve çağırılan Michel Rakoviza'ya yerini bıraktı (13 Eylül J741-2 Receb 1154). Bâb-ı Âlî İran savaşı hakkında kendisinin görüşlerini almak istediğinden, Kırım hanı Selim-Giray İstanbul'a çağırıldı (4 Nisan 1740). Zira, sınır kumandanlarının gönderdikleri mektuplarla elçi Münif Efendi'ninkiler arasında bir uygunluk vardı. 436) İsâbet-i ayn'ül-kemai. Suphi. t. 201. Hammer Tarihi. C: VIII. F.: 3 34 HAMMER Bunların bildirdiklerine göre, Nâdir Şah, Hindistan dönüşünde İsfahan'dan geçmeksizin, Lezgizleri ve Dağıstan halklarını cezalandırmak üzere, doğrudan, alelacele İran'ın kuzey sınırına yürümüştü. Aynı zamana rastlayan iki adamın gelişi, yeni bir savaş korkusundan kaynaklanan halk söylentilerini bir zaman için durdurdu, oyaladı. Bunlar, iki maceraperestti ve İstanbul'a biri kara, diğeri deniz yoluyla gelmiş ve payitahtın bütün dikkatini kendi üzerlerine çekmişlerdi; öyle ki, Veziriazam bile bu hususun Sultan'a bildirilmesi gerektiğine inandı. Bunlara gösterilen alâka, yalnız halkın değil, bizzat İmparatorluk müverrihi nin de safdilliğini ortaya koyuyordu. Bu iki maceracıdan biri kendisini VI. Charles'ın oğlu olarak tanıtıyordu,- bu prensle, si-lahdarmın (saray mareşali?) kızı Helene'den bir rahibeler manastırında dünyaya geldiğini iddia ediyordu. Söylediğine göre, Roma'da yüksek dinî makamların nezâretinde ve seviyesi dola-yısiyle gösterilen ihtimam içinde yetiştirilmişti; bazı keşişlerle yaptığı konuşmalarda, hıristiyan inancının boşluğunu görmüş ve İslâm'ın gerçekleri ruhunu doldurmuştu; Peygamberin dinine ve Bâb-ı Âlî'ye saygılarını bildirmek üzere Cezayir yoluyla İstanbul'a gelmişti. Bâb-ı Âlî tercümanı onun doğumu üzerine söylediklerinin gerçek olduğunu bildirmesi üzerine, bu maceracıya samur bir hil'at giydirildi ve Reisefendi'nin konağında kendisine oturacak yer verildi. TÜRK ROBİNSON CRUSOE Adı Hasan ve bir Osmanlı gemisinin (37) kaptanı olan ötekinin maceraları Robinson Crusoe'ninkilerle bazı benzerlikler ortaya koymaktaydı. Bir vazifeyle Kırım'a giden bu kaptan, dönüşte Karadeniz'e misafirsevmez adını takdıran o korkunç fırtınalardan birine yakalanmış, gemisi, Yılanlar adası (eski Leuce) civarında batmıştı. Burası, Tuna'nın Sounna yakınında denize döküldüğü yerin yakınındadır. Adada, sayıları yirmibeş olan kazazedeler, geminin enkaziyle kulübeler yaptılar ve bu ıssız adada, tabiatla, tek gıdaları olan büyük balıklarla (38) bir ölüm-kalım mücâdelesi yaşadılar. Bir gemi gelip onları buldu(37) Kancabaş. (38) Ayıbalığı. OSMANLI TARİHÎ 35 ğunda, yaşamak için diğer arkadaşlarını yediklerinden (39) sayıları dörde inmişti. İstanbul'a geldiklerinde Hasan, omuz ve göğsündeki yara izlerini gösterdi; söylediğine göre, bu yaraları dörtyüz okkalık bir köpek balığı ile boğuştuğu sırada almıştı (40). YANGINLAR Zengin bir tüccara ait olan bir ölüm vak'ası, dikkatleri bu kurtuluştan daha az tahrik etmedi; bu tüccarın mağazaları Kadırgalar limanındaydı; burada bir yangın çıkmış ve adam yangının mağazalarını sardığını görünce korkudan ölmüştü; ne var ki, adamın öldüğü anda yangın da sönmüş bulunuyordu, yâni adamın malı kurtulmuş, canı gitmişti. Otuz gün önce (4 Aralık 1741 - 25 Ramazan 1154), başka bir yangın Ayasofya yakınında patlak vermiş, Tüfekçiler kışlası, Ayasofya hamamı arkasındaki arslan bakım yerleri ve nihayet Sultanahmed Camii yanında Kabasakal semti olmak üzere üç koldan yayılmıştı. Tulumbacıları bizzat cesaretlendiren Sultan ile Veziriâzam'ın hazır bulunmaları yangının tahribatını durdurabilmişti. , Veziriazam İbrahim Paşa'nın oğlu Mehmed Paşa'nın eşi merhum sultanın saray mutfağında çıkan bir yangın, Kâhya-bey'in (İçişleri nazırı) mal düşkünü olmaması sayesinde sür'-atle söndürüldü; bu saray Kâhyabey'in resmî çalışmalarına ve dâiresine ayrılmıştı. Kâhyabey, bitişiğindeki evleri kurtarmak uğruna bu sarayın yanıp kül olmasına seyirci kaldı. Şahsî menfaatini halk menfaatinin yanında ehemmiyetsiz sayması mâ-nâsmdaki bu asîl davranış, Sultan tarafından yanan sarayın yerine yenisi yaptırılmak suretiyle mükâfatlandırıldı. VEZİRİAZAMIN AZLEDİLMESİ Bu sırada, İran sınırından gelen haberler her gün daha endişe verici olduğundan ve halkın homurdanması arttığından, (39) Ez-zarurât tebeyecel mahzurât, yâni, zaruretin kanunu yoktur. (40) Dörtyüz okka veya dokuzyüz libre. Suphi, bu olağanüstü hikâye üzerine bir Arab meselini zikrediyor: İnne hazâ şey'ün ucâbün, yâni acâib şey, ve saliket ibretun li uliut-ebsâr, yâni, feraset örneği; Kur'an'dan şu âyeti alıyor: Tecrâ er-riyâhu bi mâ la teçehünne essefaiynu, yâni, rüzgâr gemilere göre, onların arzusunca esmez. 36 HAMMER Sultan ve kendisi bakımından bir halk hareketinden korkan Kızlarağası bu hususta Sultan'ı uyarmağa karar verdi: Bunun üzerine Veziriazam Elhac Ahmed Paşa görevinden azledildi ve Mühr-i Hümâyûn ikinci defa olarak Hekimoğlu Ali Paşa'ya verilmek suretiyle kendisi Osmanlı İmparatorluğunun en yüksek makamına çıkarıldı (7 Nisan 1742 - Safer 1155). Azli gözden düşmeye yol açmayan Veziriâzam’ın sarayı ve yüzelli keseyi bulan serveti kendisinde kaldı. Ne var ki, Sultanın ona bıraktığını alm yazısı elinden aidi: Zira kısa bir süre sonra, sarayı ve sahip olduğu her şey bir yangın sırasında yanıp kül oldu. s Yeni Veziriazam, âdet olduğu şekilde idare cihazını yeniledi (41). En tesirli nazırlardan ikisi, Reisefendi ve defterdar Atıf Efendi, hac için gittikleri Mekke'den dönüşlerinde, Âtıfi Efendi makamında alıkonuldu, fakat kısa bir süre sonra öldü. Veziriâzam’ın, eski Veziriâzam’ın hükümetin tek hâkimi olmak maksadiyle (42) birer birer yerlerinden uzaklaştırdığı yedi kubbe vezirini de yeniden makamlarına oturtmak niyetinde olduğu rivayeti ortalıkta dolaşıyordu. Bazı haklı idamlar, bu yüksek makam sahibinin gerektiğinde âdil bir sertliği mizacının bilinen yumuşaklığı ile bağdaştırmasını bildiğini isbatlamaktaydı. Bir korsan kendi gemisinin serenine asılmak suretiyle idam edildi; Ostranica'lı hırsızlar, İmparatorluk sarayı ve Aksaray önünde aynı âkibete uğratıldılar. Karlı İli'nin zâlim mütesellimi, evvelce bir ayaklanmaya girerek rakibine karşı meşru davranacak yerde onu sekbanlariyle öldürttüğü için İstanbul'a getirtildi; adam uzun zaman cezasız kalmasının sürüp gideceği güveni içinde geldi, fakat hakettiği cezaya çarptırılmaktan kurtulamadı. Galata'daki Yunanlı meyhaneciler gemicilerle kavgaya tu(41) Üç nazırdan Çavuşbaşı ve Reisefendi'den sonra gelen önemli görevler şöyleydi: 1 — Ruznâmei büyük: 2 — Küçük, yâni küçük ve büyük günlük: 3 — Muhasebei evvel: 4 — Anadolu muhasebesi: 5 — Cizye; 6 — Haremeyn, yâni Anadolu vergi dairesiyle iki kutsal şehir vergi dâireleri; 7 — Dini vakıflar ve teftişçiler (mukabele); 8 — Süvariler; 9 — Piyadeler: 10 — Defter eminleri: 11 — Nakitler dâiresi; 12 — Dökümhane; 13 — Şehir; 14 — Ordu deposu; 15 — Yeniçeri kâtipleri ve geçit kumandanları: 16 — Sipahiler: 17 — Silahdar-lar; 18 — Ordu ambarları; 19 — Mevkuf atçılar: 20 — Maliye tezkerecisi. Değişiklik bu dâirelerin başkanlarıyla alâkalıydı. Suphi. f. 214. (42) Penkler'in Nisan sonu tarihli raporu. OSMANLI TARİHİ 37 tuşmuş ve bunların birkaçını öldürmüş ve yaralamış olduklarından idam sehpasını boylamakla cezalarını buldular. SULTAN TARAFINDAN BİR İMARETHANE KURULMASI Ayasofya Camii'ne bir kütüphane vakfederek ruhları doyurmayı düşünen Sultan, bununla yetinmeyerek, fakirleri vücutça da doyurmak maksadiyle, aynı binanın karşısına bir aşhane yaptırdı ve nâzırlarıyla birlikte burasını ziyaret etti. Bu ziyaret münasebetiyle yerler çiçekli halılarla döşendi ve hatırlı misafirlerine tatlılar ikram edildi; bu dinî vakfın idarecisi olan mimar (43) ve yapının başmda bulunan müdür (44), bu vesileyle şeref hil'atleri giydirilmek suretiyle mükâfatlandırıldılar (19 Ocak 1743 - 23 Zilkade 1155). DÜĞÜN Bir ay sonra, Adana valisi Yakub Paşa'ya nişanlı olan Âsi-ma Sultan'ın, erginlik çağma ermesi gözönünde tutularak düğünü yapıldı. Saraydan ikâmetine ayrılan Kadırga limanındaki saraya kadar tertiplenen gelin alayı, âdete uygun olarak ka-rakullukçubaşı ve şehir kâhyası, gözcü askerler, tâlim subayları (45) tarafından başlatıldı, onları devlet ulakları, divân Efendileri (46), zeamet kâtipleri (47) takibetti; onların arkasında topçular, silahdarlar, subaylarıyla birlikte Yeniçeriler, süvari paşaları, kapucular ve nihayet Bâb-ı Âlî nazırları takibediyor-lar, ikişer ikişer yürüyorlardı; bunların hemen peşinden Maliye nâzın dâire müdürleriyle birlikte ilerliyor; Kapdan-ı derya, Yeniçeriağası Paşa, istida dâiresi birinci ve ikinci reisleri, Rei-sefendi, çavuşbaşı, arkasında gümüşlerle süslenmiş üç hurma dalı taşman Veziriazam geliyordu; nihayet hurma dalları ve gelinin teşhir edilen çeyizlerinin bulunduğu sepetleri taşıyan yüzlerce kapıcı ve saray oduncusu ile alay son bulacağı işaretini veriyor, fakat harem dâiresinin baş idarecisi olmak sıfatiy(43) (44) (45) (46) (47) Mimârağa. Binaemini. Serhengan. Hocagân. Gedikli zâim. 38 HAMMER le alay Kızlarağası'nın geçişiyle kapanıyordu. Bu, sultanların düğünlerinde olduğu gibi, onların cenaze alaylarında da Kızlarağası'nın yetkileri bakımından bir riyaset etme meselesiydi. Kısa bir süre sonra, IV. Mehmed'in kızı Hatice Sultan'ın vefatı dolayısıyla tertiplenen merasimde de böyle oldu (7 Temmuz 1745 - 15 Cemâziyül'evvel 1146). NÂDİR ŞAH BAĞDAD ÖNÜNDE Bu sırada, Bâb-ı Âlî'nin Nâdir şahın dâvasını benimsediğinden şüphe ettiği Bağdad valisi Ahmed Paşa’nın gönderdiği raporlar, giderek endişe verici bir hâl alıyordu. Bu raporlardan anlaşıldığına göre, elçisine gösterilen güvensizlikten şâh memnun değildi ve tam ticaret serbestliği, sırası gelince Kabe örtüsünün kendisi tarafından gönderilmesi, kendisi tarafından kurulan beşinci mezheb olan Caferiliğin tanınması ve Kabe'de bunlara mahsus bir duâ yeri ayrılması talebinde bulunuyor, bunlar yerine getirilmediği takdirde savaş ilân edeceğini bildiriyordu (48). Raporlardan çıkan netice karşısında, levendlerin teçhizatı için Erzurum ve Bağdad valilerine alelacele yarım milyon gönderildi. Kısa bir süre sonra, vali Ahmed Paşa, Nezar Ali han ile Mirza Sakilin gelip kendisine şahın Erzurum ve Diyarbekir üzerine yürüdüğünü ve kendi rızasiyle teslim olmadığı takdirde Bağdad'ı zor kullanarak alacağını bildirdiklerini Bâb-ı Âlî'ye yazdı. Bu haber üzerine olağanüstü meclis toplandı ve savaşın zorunlu olduğu kararma varildi; Diyarbekir valisi Ali Paşa İran'a karşı seraskerliğe atandı. Ali Paşa ile Bağdad valisi Ahmed Paşa arasındaki ölümüne düşmanlığa rağmen bu tedbirin kaçınılmaz olduğunda birleşildi. Kısa bir süre sonra Nâdir Şâh'ın Bağdad önünde göründüğü, şehrin civarmı yakıp yıkarak çiftlikleri ele geçirdiği haber alındı. Bu haberler, İstanbul'da Saraçlar çarşısında ayaklanmaya teşvik edici dedikodu ve hoşnutsuzluklara sebeb oldu. Bu durumda vezir Yeniçeriağası, payitahtta asayişi devam ettirecek ve işsiz-güçsüzlerin kahvehanelerde toplanmasını önleyecek, <48) Bu hususta, Ahmet Paşa’nın endşe uyandıran mektuplarından ve Nâdir Şâh'ın Kabe üzerindeki iddialarından bahsetmeyen Suphi'nin eserinden çok, teferruatı bilgi veren Penkler'in raporlarına bakınız. OSMANLI TARİHÎ 39 tedbirleri iki katma çıkardı. Veziriâzam’ın bir kalyonun silahlandırılması işinde ihmâli görüldüğünü bildiren raporu üzerine Kapdan-ı derya Mustafa Paşa azledildi ve yerine Mısır valisi Yahya Paşa getirildi. Kaytakların prensi Usmaikhan'ın iki elçisi bu sırada İstanbul'a gelerek ferahlatıcı haberler getirdiler; bu prensin geçen ilkbaharda Nâdir Şâh’ın ordularına karşı kazandığı zaferler hakkında Bâb-ı Âlî'ye bilgi verdiler. Bu zaferlerden ilki Amid vadisinde Lutf Ali han ile Haydarbey'e, ikincisi Koerii vadisinde Atakhan, Mehmed han ve savaşda hayatını kaybeden Celil hana karşı kazanılmıştı: Bu zaferlerin ganimeti olarak kırkbin duka elde edilmişti. Bununla beraber, bu haberlerin uyandırdığı sevinç, Nâdir Şâh’ın Owar baskınının, Soghort ve Moha Abuk, Cuk kasabalarında sebep olduğu yakıp yıkmanın öğrenilmesiyle, yerini üzüntüye bıraktı (Ağustos 1743 - Receb 1156). Surkhai ile Nâdir arasındaki gizli görüşmeler de endişeyi arttırdı. Ahmed han Usmai, kazandığı zaferlere karşılık olarak bayrak, kaftan ve Kaytakların hanlığı makamı verilmekle mükâfatlandırıldı. Bağdad valisinin kâhyası Mehmed Ağa, valinin emriyle elçi Nezarhan'la birlikte şahın karargâhına gitmişti. Şahın yeni taleblerini getiren Mustafa hanla birlikte geri döndü. Şâh eski taleblerini tekrarlıyor ve bunlar yerine getirilmediği takdirde, Musul ve Kerkük'ü kuşatacağını tehdid olarak ileri sürüyordu. Bağdad valisi Ahmed Paşa, bu durumda savaşa mâni olmak için Nâdir Şâh’ın başveziri Maabir hana, beşinci mezheb güçlüğünü çözmek üzere başda gelen şeriat âlimlerinden ikisinin tâyinini Bâb-ı Âlî'ye teklif etmiş olduğunu bildirdi. Bâb-ı Âlî, aynı dönemde, Rakka valiliğine, azledilmiş eski Veziriazam Ahmed Paşa'yı, Süleyman Paşa’nın vefâtiyle boşalan hac-emîrliği makamına da Hamid'li Esad Paşa'yı getirdi. Aynı zamanda Nâdir Şahla yapılan barışdan beri muğlak bir durumda bıraktığı kendisinin şâh Hüseyin'in oğlu olduğunu iddia eden İranlı maceracı Safi meselesini de, debdebeli bir şekilde bu adamın İran tahtının meşru vârisi olduğunu ilân etmekle halletti. İmparatorluk müverrihi Subhi Mehmed Efendi, Sâfi'nin İran tahtı üzerindeki iddialarını meşrulaştırmak maksadiyle bir muhtıra kaleme aidi; böylece meşru taht iddiacısı durumuna gelen 40 HAMMER Safi, törenler düzenlenerek Sultan'ın huzuruna çıkarıldı. Rei~ sefendi, onun adına Acemce düzenlenmiş tanıtma vesikaları kaleme aldı; kendisine mihmandarlar ve emirlerini yerine getirecek yüksek dereceli memurlar verildi; derfterdar da, tahsisatı konusunda çıkacak buyruğu beklemesi emrini aldı (22 Ağustos 1743 - 2 Receb 1156). VEZİRİAZAM DÜŞTÜ Bu sırada Kerkük'ün, aynı zamanda Bağdad ve Basra'yı muhasara altında tutan İranlıların eline geçtiği öğrenildi. Bu olaylar sebebiyle ve halkın hoşnutsuzluğuna son vermek için Mühr-i Hümâyûn ikinci defa olarak Hekimoğlu Ali Paşa'dan geri alındı (20 Eylül 1743 - 1 Şaban 1156). Son Veziriâzamlığı görevi sırasında, Hekimoğlu Ali Paşa bu görevde ilk bulunuşu sırasındakinden daha çok ciddî ve düşünceli bir görüntü vermekle beraber (49), Bâb-ı Âlî nezdin-de bulunan Avrupa devletleri elçilerle münasebetlere özel bir dikkat göstermekten geri kalmadı. Kont Ulefeld'in İstanbul'dan ayrılmasından sonra Avusturya elçiliği kâtibi Penkler elçi sıfa tiyle İstanbul'da kalmıştı; bu sıfatla güven mektuplarını Sultan’ın kendisine sunmuştu. Evvelce elçiler bu şerefe erememiş-lerdi. Güven mektubunu Veziriâzam'a vermek zorunda idiler: Renningeı4 ve ondan sonra Kunitz, Hofmann, Fleischman ve Dirling, kendi güven mektuplarını aracısız olarak Sultan'a sunan ilk elçiler olmuşlardı. Bu münasebetle almayı başardığı huzura kabul izninde, Penkler'e özel bir lütuf ta bulunularak, on tercüman yardımcısı ve beş (dört yerine) kişiyle hazır ola rak saygılarım sunması müsaadesi verildi. Fazla olarak, kendisine, o güne kadar yalnız elçilere gösterilen muamele uygulanarak kaftan veya hermin kürkten bir hil'at yerine samur bir kürk giydirildi. İsveç elçileri Hoepken ve Carlson, Penkler'in Avusturya elçiliğine atanmasını, kendüerine elçiliğin birinci ter-cümaniyle değil, üçüncü tercümaniyle bildirmesinden şikâyetçi oldular (5 Eylül 1742). (49) Şimdi Veziriâzam'ı ilk görevdekinden çok ciddî, endişeli ve kederli buluyorum. Hollandalı kâtip Rigo'nun Viyana'da kâtip Dort'a 21 Mart 1742'de gizlice gönderdiği mektup. OSMANLI TARİHİ 41 BOSNA'DA SINIRLANDIRMA Azledilen Veziriazam son savaş ve Belgrad barış anlaşmasının imzalanması sırasında Bosna valisi olarak bu ülkenin çıkarlarım hararetle sahiplenmişti ki, ikinci Veziriâzamlığı döneminde bu sınır şehrinin taleplerine taraftarlık derecesinde yakınlık gösterdi; bu sebeble, son anlaşmaya rağmen Bosna sınırlarının tesbiti işi dâima muallâkta kalmıştı. Bosna yakınında Sava nehri kavşağından başlayarak Eski-Novi'yi çevreleyen toprak parçasından vazgeçmeyi düşünmediği halde Avusturya hükümeti, bu konuda elçi Ulefeld tarafından işlenen hatayı açıklamamıştı ve Eski-Novi'de Unna üzerinde yapılan köprünün yıkümasını taleb etmekle yetiniyordu. Bu hususta verilen fermanlara uygun olarak köprü aşağı tarafta yapıldı; Eski-Novi köprüsü yıkıldı. Fakat Coztanizza köprüsünün olduğu gibi kalmasından telâşa kapüan Bosnalılar, kendileri Suhaniz, Sapliza, Bivniak, büyük ve küçük Ottoka'yı ellerinde bulundurduklarından, Avusturya birlikleri tarafından Ostorgha adasının işgaline karşı çıktılar. Veziriazam son sözü Ostorgha'nın Bosna ve Suhaniz'in Hırvatistan'a bağlanması hükmünü getirdi; bu sebeble de, kont Wirmond'la aynı zamanda İstanbul'da bulunan Hırvatistan ban'ı Batthyany doğuda sınırların tesbiti işiyle gö revlendirildi; sınır tesbitî komiserleri Strugh yarımadasında buluştuklarında Suhaniz ve Sumiza'ya sahip olmak konusunda birçok güçlükler ortaya çıktı ve sonunda anlaşmaktan vazgeçtiler (11 Ağustos 1744 - 20 Cemaziyül'âhir 1156). Suhaniz Unna nehri adalarından biridir ve Novi'nin üstünde yarım fersahlık mesafede bulunmaktadır-, Sumiza bu addaki ırmakla Unna arasındaki Sirovaz arazisinin adıdır. Hırvatlar bu araziyi Suhaniz'in bağlantısı olarak istiyorlar, Bosnalılar ise, Sumiza arazisini Suhaniz'e tâbi olması bakımından talebediyorlardı. Bu anlaşmazlık, ancak Veziriâzam’ın azlinden sonra Reisefendi Ra-gıb'la Avusturya elçisi arasında düzenlenen bir anlaşma ile yoluna konuldu (18 Ocak 1744 - 3 Zilhicce 1156); bu anlaşmanın girişinde Hırvatlarla Bosnalüar arasında dil meselesiyle alâkalı anlaşmazlığa açıklık kazandırıldı. Aynı zamanda, bu anlaşma, gelecekte bu tür itirazların bertaraf edilmesini sağlamak üzere, Avusturya sınırı içinde bırakılan Sirova arazisinin bundan böyle Sumiza adını taşımayacağı belirtildi; tâviz olarak, Suhaniz adası ve Strugh yarımadası, su dolu bir çukur vasıta- 42 HAMMER siyle Hırvatistan'dan tamamiyle ayrılması şartiyle Bosnalılara bırakıldı. Rus elçisi Vişniakoff Zaporog Kazaklarının anlaşma yoluyla kendilerine bırakılan Şalin topraklarında karışıklıklar çıkarmalarından ve Tatarların yüzaltı at ve yirmisekiz öküzle el koymalarından şikâyetçi olduğundan, Sultan bu konuda bu türlü saldırılara girişmemesi emrini vermek ve Bucak seraskerine aynı mânâda emirler göndermek suretiyle kendisine her türlü teminatı vermiş bulundu (Ağustos 1743). Müteakib yıl, Bâb-ı Âlî, tercümanı Jean Gallimachi vasıtasiyle sınırdaki Rus yığınağından endişe duyduğunu belirtince, elçi" Vişniakoff imparatorundan almış olduğu emri bildirerek, hükümetinin barışı devam ettirmek arzusu hususunda en hâlis teminatları verdi. FRANSA, İSVEÇ, POLONYA VE RUSYA İLE MÜNASEBETLER Bâb-ı Âlî tarafından Rusya'ya karşı duyulan güvensizlik, Fransız elçisi tarafından uyandırılmış ve devamlı olması hususunda gereken özen gösterilmişti. Fransız elçisi Rusya ile İran şahı arasında bir anlaşma imzalandığını Osmanlı hükümetine haber vermişti ve aynı elçi, Bâb-ı Âlî nezdinde İsveç'in menfaatlerini destekliyordu. Castellane, sarayın bazı dâirelerini görmek ayrıcalığını elde eden ilk hıristiyan elçi oldu. Bu müsaade, Paris'deki son Türk elçi Said Mehmed'e Versaille sarayının bazı dâirelerini görmek imkânı tanınması gözönünde tutularak verilmişti. Elçinin saray dâirelerini ziyaretinden sonra Kızlarağası, elçiye ve beraberinde bulunanlara üzerinde Sultan'ın tuğrası bulunan, ipek kumaşlar içine konulmuş, 30 - 40 duka altını ve madalyalar verdi. Bu sırada Osmanlı İmparatorluğunun Paris elçisi Said Mehmed, iki Fransız savaş gemisiyle ve beraberinde kralın Sul-tan'a gönderdiği hediyelerle Türkiye'ye dönüyordu; hediyeler arasında Veziriâzam'a gönderilenler de vardı. Hediyeler altın işlemeli büyük ve küçük halılardan, altın yaldızlı çay ye kahve takımlarından, inci kakmalı masa ve paha biçilmez vazolarla som altın ve gümüş kaplardan, Lyon fabrikasında yapılmış altmış kanape yastığından, yine sayılamayacak kadar çok altın ve gümüş sürahilerden oluşuyordu; ayrıca yirmiiki de topçu gönderilmişti ki, bunlar Bonneval'in bombacı birliklerine alın- OSMANLI TARİHİ 43 dılar: Böylece Fransa, Türk topçusunun mükemmelleşmesine yardım etmiş ilk Avrupa devleti oluyordu. Sultan, oda hizmetkârlarından birini org çalmayı öğrenmesi için Paris'e göndermişti; elçi Mehmed Said, İstanbul'da musiki dersi vermesi için bu genci beraberinde getirmişti. Fakat bu sanat, babasının elçiliği sırasında Avrupa'dan Osmanlı İmparatorluğuna getirdiği matbaa kadar hararetle karşılanmadı. Türk matbaasının müdürü mühtedi İbrahim ve adı yine İbrahim olan oğlu, Fransız elçisi tarafından İsveç lehinde kararlar verilmesi ve Rusya'ya karşı teyakkuz hâlinde bulunulması için gerekli haberlerin Bâb-ı Âlî'ye ulaştırılmasında kullanılıyorlardı. Ayrıca, Fransız elçisi, Osmanlı İmparatorluğunun İsveç'e yardımda bulunması hususunda Bâb-ı Âlî ile müzakereleri yürütüyordu (50). Yukarıda adları geçen iki İbrahim, Fransız elçisi tarafından Bonneval'-le birlikte çalıştırılıyorlardı. Rusya ile İsveç arasında barış yapılınca, İsveç elçisi, yapılan anlaşmanın Rus elçisi Vişniakoff tarafından ortaya atılan yorumuna karşı itirazda bulundu. Zira, bu yoruma göre, İsveç Rusya'ya bağımlı bir devlet oluyordu; Rus elçisi, bu yorumu yüzünden hükümeti tarafından şiddetle uyarıldı ve kınandı. Finochetti'nin yerine Napoli olağanüstü elçisi olarak şövalye Majo atandı. Bu ülkenin hükümdarı tarafından Sultan'a, bu hükümdara Veziriazam Ali Paşa tarafından gönderilen file mukabele olarak, renkli camlarla şekiller takıldığı zaman bunları duvara aksettiren, kutusu altın muhafazalı bir sihirli lamba gönderilmişti. Polonya'ya gelince, bu ülke, Hekimoğlu Ali Paşa’nın ikinci Veziriâzamlığı döneminde, kendisine üç meselenin halli görevini vererek İstanbul'a, tercüman Giustiniani ile birlikte, elçi Benoe'yi gönderdi; bahis konusu üç mesele şunlardı: Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki son savaşta tam bir tarafsız tutum içinde davranamayan Polonya'nın mazur görülmesi Bâb-ı Âlî'den rica edilecekti; ikincisi, Tatarların saldırılarla Polonya'ya verdikleri zarar için bir mikdar tazminat istenecekti; üçüncüsü, Polonya topraklarına katılmak üzere Zaporog Kazaklarının arazisinden bir parçasının bu ülkeye teslimini ger(50) Bâb-ı Âlî, İsveç'e yirmibeş kese tutarında yeni bir yardımda bulundu, Penkler'in raporu. 44 HAMMER çekleştirmeğe çalışacaktı. Bu elçilik, devlet ileri gelenleri arasındaki fikir beraberliği yokluğunu ve elçinin ağızdan söyledikleriyle güven mektubu arasındaki çelişki, Polonya devletinin meselelerini biraz olsun bilen bütün diplomatları hayrete düşürmekten geri kalmayacaktı. Elçi Benoe ve aşağı yukarı bütün maiyyeti Stanislas Leczinski'nin çıkarlarına hizmet ediyorlardı-, öte yandan hükümet tercümanı Giuztiniani ve diğer birkaç kişi kral III. Auguste'e bağlıydılar. Potocki'nin özel kâtibi Paul Starynski, Polonya elçilik sekreteri görevini yürütüyordu. Potocki, kullandığı aracı ile Veziriâzam'a gönderdiği mektupta, elçi Benoe'nin, Bâb-ı Âlı ve Ruslar tarafından paylaşılan Za-porog Kazakları arazisi meselesinden, yâni kökü hayli geçmişte bulunan anlaşmazlığı düzene koymaktan başka bir görevi olmadığını yazıyordu (51). Elçi Benoe, Kırkkilise'den Eflâk prensine tercüman Marini aracılığıyla mektup yazdı ve birkaç gün Makro Khori (Yedikule dışında) (52) 'de dinlenmek istedi. Ocak ayının ilk günlerinde (8 Ocak 1743) İstanbul'a vardı. Böylece ağızdan ileteceği mesajla güven mektuplarının muhtevası arasındaki büyük çelişki ortaya çıkmış oldu. Polonya elçisinin Bâb-ı Âlî'ye verdiği güven mektupları Czaslau savaşından önce kaleme alınmışlardı ve değiştirilmeleri unutulduğundan tamamiyle VII. Charles'ın lehindeydi. Bu sebeble Potocki, elçi Benoe'ye yeni güven mektupları göndermekte acele etti. Bu mektuplar elçinin eline vardığında, ilk mektuplar çoktan verilmişti. Benoe, Veziriazam tarafından huzura kabulünde, Türk dilini yeterin-, ce bilmediği bahanesiyle, kralın tercümanı Giustiniani'yi görevinden uzaklaştırdı ve onun yerine tercüman Marini'den faydalandı. Peşinden, Castellane, Carlson, Potocki ve Bonneval tarafından telkin edilen düşünceleri, üçlü görevini desteklemek bakımından, açıkladı. Veziriazam onu sonuna kadar dinledi ve şu cevabı verdi: «Bir karar vermeyi düşünmeden önce, otuz-bin başın bir şapkaya sokulması gereken bir ülke ile birlikte bir işe nasıl teşebbüs edilebilir?» Yeni güven mektuplarının muhtevasına gelince, Osmanlı Hükümeti, Rus ordusuna geçiş vermek suretiyle tarafsızlığı bozan Polonya'yı mazur gördüğünü belirtmekle yetindi; daha sonraki görüşmelerin tarihini tesbit etmek için, Polonya'dan geleceği bildirilen büyükelçilik heyeti(51) Domini Potocki'nin mektubu. (52) Yazarın Makro Khori dediği kasaba şimdiki Bakırköy ilçesi (Ç.N.). OSMANLI TARİHİ 45 ni bekleyecekti (5 Mart 1743). Bâb-ı Âlî'nin bu kararma uygun olarak Giustiniani maslahatgüzar sıfatiyle İstanbul'da kaidi; elçi, kendi adamı, casusu Lumaca (53)'yi istanbul'da bıraktı; onunla birlikte Avusturya Doğu Kumpanyası müdürü tacir Hübsch'le (54) birlikte Viyana'da bulunan Polonya kralının elçisi Bunau ile mektuplaşmalarını sürdürdüler. Kiow Beyi ve Eflâk prensi Ghika ve İsveç elçisi Carlson, bütün tesirlerini kullanarak, Prusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında dostluk bağlarını kuvvetlendirmek isteyen kral İkinci Frederic'e yardım ediyorlardı. İkinci Frederic, Eflâk prensinin bu makama getirildiğinde kendisini yazılı olarak tebrik etmişti. Prens de, ona babasının ölümü dolayısıyla tâziyetlerini ve tahta geçişinden ötürü de tebriklerini bildiren bir mektupla karşılık vermişti (10 Ocak 1741). BONNEVAL Kısa bir süre sonra, Prusya generali Seewald, Kiow Beyi (Palatin) 'nin hizmetine girdi: Başlıca görevi, oradan Prusya hükümetiyle gizli bir haberleşmeyi devam ettirmekti. Eflâk prensi de, kendi tarafından, Marini Pazegna'yı aynı maksatla Kiow'a gönderdi (24 Temmuz 1741). II. Frederic, kendisine iyi temenni ve üzüntülerini bildirmiş olan Eflâk prensine teşekkürlerini ve babasına Veziriazam tarafından gönderilen mektuptan haberdâr bulunmadığını bildiren bir mektup yazdı: Oysa bu bir mazeretti, zira cevapsız kalan mektubun alındığına dâir vesika Mareşal tarafından imzalanmıştı ve Carlson'un elinde bulunuyordu (55). Prusyalı casusların haberleşmelerini yerinde idare etmek üzere Yaş'a gönderilen Ghisen adında bir şahıs, orada aniden öldü ve ortada ölümün zehirlenme sonucu meydana geldiğine dâir bazı sebebler vardı (56). Böylece, Bonneval'in pe(53) Lumaca Perot, mesleği kuyumculuk olan bu kişi, saray için çalıştırılmak üzere beş bin duka altını ile Fransa'ya gönderildi. Lumaca, Bunau'ya gönderdiği 30 Mayıs 1741 tarihli mektupta gizli servisde çalışanların faaliyetleri hakkında bilgi veriyor. (54) Hübsch, protestan, 1722'de İstanbul'a Şark Kumpanyasının temsilcisi olarak geldi. Penkler Raporu. (55) Carlson ve Eflâk prensinin birbirlerine gönderdikleri mektuplar Avusturya İmparatorluk arşivlerinde bulunmaktadır. (56) Carlson ve Bonneval, bu adamı Rusların zehirlediğini bildirdiler. 46 HAMMER kiştirme ve güçlendirme gayretlerine rağmen, Prusya'nın Osmanlılarla temasları yeniden böylece kesilmiş oldu. Bonneval'e gelince, projeleri bakımından tam bir başarısızlıkla karşı karşıya kalıyordu. Bu projelerden biri İsveç'le yeni bir ittifak anlaşması yapılması (57), diğeri protestan kolonileri kurulması (58), üçüncüsü ise, bir mühendisler birliğinin ordu içinde yer almasıyla alâkalıydı. Bu sonuncu proje münasebetiyle, yirmibeş yıl önce bir yabancı mesâhacılar birliği kurulması hususunda (59) Fransız subayı Rochefort tarafından Bâb-ı Âlî'ye sunulan plânı da canlandırıyordu. Bu arada, Veziriâzam'a Avrupa devletlerinin durumu hakkında (NOT: 3) muhtıralar, notlar takdim etmek suretiyle onun alâkasını canlı tutmaya çalışıyordu. Bununla beraber, Bonneval, maceracı Beaujeu'nün kral Theodore Neuhof'un memuru sıfatiyle Korsika adasının Osmanlı devleti himayesine verilmesi vaitlerini desteklemedi. Çünkü Eflâk'da, daha önce, aynı vazifeyle görevlendirilmiş Hauer adında birini içki içirerek ve türlü yollardan başdan çıkarmışlardı. Zâten II. Frederic, kendisine karşı öldürmeyi veya zehirlemeyi hedef alan bir suikasd rivayetini pek ciddiye almamıştı. Bu hususta, Fransa devlet nâzın Amelot da Villeneuve'e şöyle yazıyordu: «Prusya kralı, Avusturya hükümetinin kendisini öldürtmek için bir suikasd tertiplediğini iddia ediyor. İddiasına göre, bu suikasd kendisi tarafından -tabiî, resmî görevlilerinin yardımlarıyla- ortaya çıkarılmıştır. Bu suikasd tertibini bildirmek üzere bütün Avrupa devletlerine yazılar gönderdi. Prusya kralı tarafından gönderilen yazıların bir kopyasını mektubuma ekliyorum. Bundan da Berlin ve Viyana hükümetlerinin bundan böyle barışmaz bir durum içinde bulunacakları neticesini çıkarabilirsiniz.» (57) İsveç kralıyla Osmanlı hükümeti arasında bir anlaşma teklifi. (58) 1738 - 1739 yıllarında, bir protestan kolonisi kurulması hususunda İsviçre'nin Zürich ve Berne kantonlarına teklifte bulunulmuştu. Taxelhofer tarafından 19 Eylül 1743'de Bonneval'e Berne şehrinden gönderilen bir mektupta bu kantonların bahis konusu kolonileri kabul etmelerinin mümkün olmadığı ve doğuda bunların gerçekleşebileceği bildiriliyor, durumun Prusya kralıyla diğer protestan hükümdarlara yazıldığı haber veriliyordu. Avusturya, imparatorunun emrinde olan Orgeneral Taxelhofer, işlerin yürütülmesinden duyduğu kırgınlıkla istifasını vermiş ve Bonneval'e dostluk bağlarıyla bağlanmıştı. Bonneval, son durumu dikkate alarak bahis konusu Protestanların Sultan'ın devletlerinde yerleştirilmeleri projesinin akamete uğradığını, imkânsızlaştığını bildirdi. (59) Osmanlı hükümeti emrinde yabancılardan oluşacak bir mühendisler birliğinin orduda yer alması hususunda Rochefort tarafından verilen 1717 tarihli proje. OSMANLI TARİHİ 47 NÂDİR ŞAH MUSUL'U BOŞUNA KUŞATIYOR Yeni Veziriazam Esseyyid-Hasan Paşa basit bir yeniçeri olarak girdiği ocakta bu teşkilâtın ağalığına yükselmiş ve Kızlar-ağası’nın güveniyle İmparatorluğun en yüksek makamına getirilmişti. Kızlarağası onun şahsında bu karışıklık döneminde devlet dümenini selâmetle tutacak ve Nâdir Şâh'a karşı süregelen savaşı yürütebilecek kaabiliyeti gördüğü için bu makama getirilmesinde ağırlığını koymuştu. Bağdad valisi Ahmed Paşa, Nâdir Şâh'a karşı savaşı şiddetlendirmenin mümkün olup olmadığını yoklaması ve bu hususta tam bir fikir edinmesi için kâhyası Mehmed Ağa'yı İstanbul'a göndermiş, daha sonra da kâhyayı Nâdir Şâh'ın ordugâhına bir barış yoklaması bahanesiyle yollamıştı. Asıl maksadı Nâdir'in durumunu öğrenmekti. Mehmed Ağa, Şâh'ı Bağdad'a beş konak mesafedeki Mendeli'de bulmuştu. Şâh, yirmibin İran askerinin başında memleketin bütün hasadını yağmalamış durumdaydı. Daha sonra, kendisine Halifeler Halifesi unvanı verilen ve yirmibin askerle Helle üzerine yürüyen İran başkumandanı ile karşılaşmıştı. Başkuman dan, Mehmed Ağa’nın Bağdad'a dönmesine müsaade etmişti. Bağdad Valisi Ahmed Paşa, kâhyası Mehmed Ağa'yı ikinci defa Ker-kük'deki ordugâhında bulunan Nâdir Şâh'a gönderdi. Nâdir Şâh yüzbiıı kişilik bir ordunun başında bulunuyordu. Dicle ve Sab nehirleri üzerine iki köprü kurduktan ve bunların savunması için palangalar yaptırdıktan sonra bütün hasadı yağmalamıştı. Bir tek buğday tanesi bile bırakmamacasma uygulanan bu yağma yüzünden Bağdad'da korkunç bir kıtlık ve açlık hüküm sürmekteydi (60). Nâdir Şâh, Mehmed Ağa'yı, gayesinin savaş değil barış olduğu ve sadece beşinci mezhebin, Câferiye'nin tanınması için silâhlanmış bulunduğu hususunda dostluk teminatları vererek göndermişti. Veziriazam Ali Paşa’nın azlinden sonra, Mehmed Ağa, bundan böyle her türlü muhaberâtın, yazışmanın bir faydası olmayacağını kendisine bildirmesi emriyle Ahmed Paşa'ya gönderildi; Abdullah bey, beşinci mezhebin kanuna aykırı olduğunu bildirerek İran savaşını meşrulaştıran fetvayı Musul valisi Hüseyin Paşa'ya götürmekle görevlendirildi. Büyük-Mirâhur (60) Suphi, f. 223, Unun tagharı (İstanbul'da 20 kilo) yüzseksen kuruşa yükseldi; pirincin tagharı ücyüz altmışa. 4S HAMMER Abdullah Bey, birliklerini kaldırması için Diyarbekir valisine yirminin kuruş götürmek üzere payitahttan ayrıldı (61). Bâb-ı Âli'nin olumsuz cevabını alır almaz, Nâdir Şah Musul'u muha sara etmek üzere Kerkük'den ayrıldı ve bayraklarını bu şeh rin doğusundaki Jonas'ın mezarı üzerine dikti (13 Eylül 1743 - 24 Receb 1156). Şehrin etrafına yüzaltmış top ve ikiyüzotuz havan topundan oluşan ondört batarya dizdi; bu toplar ara vermeden kaleye ateş yağdırıyorlardı, ön taraf ye rine arka tarafta patlatılan ondört lağım îran lağımcılarının hayatlarına maloldu. Yedisi genel olmak üzere şehir üzerine oniki taarruz yapıldı. Otuzbin askerden oluşan ve birliklerinin başında bulunan Haleb valisi dikkate değer cesaret örnekleri verdi. Otuz günlük bir muhasaradan sonra, otuzbin askerini kaybeden Nâdir Şah Musul'u almaktan vazgeçti. Birlikleri ma neviyât bakımından bitkin bir haldeydi ve bu durumda Bâb-ı Âlî tarafından desteklenen ve İran tahtı üzerinde hak iddiasın da bulunan Saffî Mirza’ınn Erzurum'dan Kars üzerine yürüdü ğünü haber aldı (20 Ekim 1743 - 2 Ramazan 1156). Ric'at yürü yüşü sırasında Senne boğazında Türklerin hücumuna uğradı ve yenildi (62). Bu zaferi, emirlerinde yüzer bin kişilik ordular bulunan ve iki taraftan hücuma geçen Musul ve Bağdad seras kerleri kazanmışlardı; ayrıca düşmanı boğazın içinde takibetmişlerdi. Saray ve Tophane toplarının salvo atışlarıyla payitah ta duyurulan zaferin şenliklerle kutlanmasından sonra, her ve ziriazam değişikliğinde görüldüğü gibi idarede geniş ölçüde ata malar, azil ve nakillerle karşılaşıldı (63). Yapılan değişiklikler hayli önemli sayılabilirdi (64). (61) Suphi, f. 233 ve 234. Mehdi, Abdullah'a efendi demekle hatâya düşüyor. Büyük-mirâhur, eğer bey değilse ağadır, ama efendi unvanı taşımaz. (62) Suphi, 255, ayın 25'inin cumaya rastladığını söylüyor, cuma 24 olacak. (63) Musul'un kurtuluş hikâyesi Temeşvarh Melek Efendi Tarihi'nde anlatılmaktadır. (64) Reisefendi yerinde bırakıldı, deftereminliğine eski Reisefendi Mustafa Efendi getirildi; eski defterdar Yusuf nişancılığa atandı; ruzname-i evvelliğe Kesireli; eski defterdar Mehmed Bey muhasebe-i evvelliğe; küçük ruznâmeye Abdulbâki Efendi getirildiler. Muhasebe dairesine; Rumeli. Anadolu, Mekke, Medine vergi dairelerine; vakıflar reisliğine; sipahiler, piyadeler, silâhdar ve cebeci murakabeciliklerine (kontrol), tezkireci kâtip yardımcılığına ve beylikçiliğe (Reisefendi Dâiresi) atamalar yapıldı. Son olarak da İmparatorluk OSMANLI TARİHİ 49 Esirleri kurtarmadaki ihmaliyle Rusya'nın şikâyetine se-beb olan Kırım hanı Selâmet-Giray azledildi ve hanlık makamı Kaplan-Giray'ın oğlu Selim Giray'a ikinci defa olarak verildi (65). Sultan, hanlık fermaniyle birlikte üç şeref nü'ati, ba-lıkçılkuşu tüyünden iki sorguç ve dörtbin duka altını gönderdi; bunlar Şahinci İbrahim Ağa tarafından kendisine verildi. Eski han Gelibolu yakınındaki küçük çiftliğinde oturmak müsaadesi aldı. Dağistan'da, Nâdir Şâh buralarını işgali sırasında onun hâkimiyetini kabul etmiş olan Kaytaklar, Koumouklar prensleri azledildiler ve GhaziKoumouklar hanlığı eski Şircan hanı So-urkhai'nin oğlu Mehmed Bey'e verildi (66). TEŞRİFAT EFENDİSİNİN BAŞI TEHLİKEDE İşaret edilmeğe değer bir vak'a da teşrifat reisi Akif Mehmed Efendi'nin gözden düşmesi oldu. Teşrifat reisi, bayram do-layısiyle Sultan’ın eli öpülmesi merasiminde, Yeniçerilerden sonra gelmeleri icâbeden tüfekçi, topçu ve topçu katarları reislerine önceki sırayı verdi. Bunun derhal farkına varıldı ve Yeniçerilerin bir maraza çıkarmalarından çekinen Sultan, teşrifat reisinin idam edilmesi emrini verdi. Veziriazam, Reisefendi ve Yeniçeriağası şefaatçi olarak müdâhalede bulundular; böylece idam cezası, Tenedos adasında sürgüne dönüştürüldü. Mesele bu suretle örtbas edilmiş oldu. Şeker bayramından sonra, valilerin tâyinlerinin ve Bâb-ı Âli'de yükselenlerin ilân edildiği dönemde Birinci Ahmed zamanından beri âdet haline gelen iki ziyafet verildi: Bunların ilkini Yeniçeriağası Veziriazam şerefine, ikincisini Veziriazam Sultan şerefine hazırlıyordu. Bu iki ziyafet, aynı zamanda Ramazan ayının ilk yirmiüç gecesi boyunca Veziriâzam'ın Bâb-ı Âlî nazırlarına, ondört sultan ca-miinin ondört imamına, Şeyhülislâm'a, Kapdan-ı deryaya, Anadolu ve Rumeli Kadıaskerlerine, müteakip oniki günde mollatarihçiliğine Suphi Mehmed Bey atandı. Bu liste, elçilerin raporlarına eklenen ilk liste oldu. (65) Suphi, f. 236. Selâmet-Giray’ın hanlığı Siesrenzcewiez*de sükûtla geçiştirilmiştir. <66) Mehdî Tarihi, I. VI, Fas. 7. Jones hatalı olarak Sourkhai yerine Serkhai demektedir. Hammer Tarihi. C: VIII. F.: 4 50 HAMMER lara, müderrislere, sonra Yeniçeri kurmay heyetine, süvari, tüfekçi ve topçu paşalarıyla nakliye paşasına, bütün dâire reislerine olduğu gibi defterdara, Sancak-ı Şerif alemdarına, İmparatorluk Üzengi Beylerine, eski nazır ve valilere verilen ziyafetleri sona erdiriyor, onları taçlandırıyordu. Bu defa Sultan, Bâb-ı Âlî sarayında ağırlandı. Çavuşların «Yaşa!» sadâları arasında Veziriâzam'ın yol göstericilik ettiği, koltuğuna silahdar-la girdikleri Sultan, büyük salona alındı. Medine'de şehir garnizonundan birçok asker, şehirde silah kullanmanın yasak olduğunu unutarak mabedin içinde bile birbirlerine ateş edecek ve Sultan'ın mabede tazimlerini bildirmek üzere en son gönderdiği mücevherli avize ve diğer eşyaya zarar verecek kadar kendilerini unutmuşlardı. Kutsal mahal ve eşyaya karşı işlenen bu suçun cezalandırılması işi şerife, kadıya ve Mekke şeyhine havale edildi. Bu vesileyle Cidde valisinin yerine, evvelce bu görevi yirmi yıl yürütmüş olan ve o sırada Mora'da vergi toplamakta bulunan vezir Ebubekir Paşa atandı. Eski Mısır valisi ve daha sonra Kapdan-ı deryalığa getirilen Yahya Paşa, Pîr-Mustafa Paşa ile yer değiştirerek kale muhafızı göreviyle Belgrad'a gönderildi. Mısır'da karışıklıklar başgöstermişti: Mısır hac kervanları idarecisi Ömer Beğ, düşmanları tarafından Kahire'den kovulmuştu; Osmanlı İmparatorluğunun son Fransa elçisi Said Meh-med, Bâb-ı Âlî adına bu şehirde Osman Beğ'in elinden alınan malları geri almak, üç mezheb mensupları arasmda vergileri hakkaniyetle bölüştürmek ve İskenderiye limanında demirli bulunan imparatorluk gemileri mürettebatını teftiş etmek gibi üçlü bir görevle Kahire'ye gönderildi. Devlet hazinesini doldurmak için alınan tedbirler, İran'la savaşın zorunlu hale getirdiği devletin mâlî gücünü arttırmak tedbirleri, Bâb-ı Âlî'nin dikkatini Hekimoğlu Ali Paşa'nın Vezi-riâzamhğı döneminden beri Retimo valisi olan eski Veziriazam Kabakulak üzerine çekiyordu; on yıldır vali olan bu eski Veziriazam idam edildi ve mallarına elkondu. Viyana elçiliğinden sonra Tersane amirliğine, oradan da defterdarlık görevine getirilen Canip Ali öldü ve mirasından beşyüz kese vergi alındı. Onun yerine seksenlik Sadullah, çifte göreve birden getirildi; böylesi vergi bakımından elverişliydi ve aynca yerine geçecek OSMANLI TARİHÎ 51 kişi de fazla beklemeyecekti. Yahya Paşa'nın yerine, vezir vali olarak Kâhyabey Mehmed Ağa atandı; Kos adasına sürülen Kaytaş Ali Paşa dörtyüz kese vergi ödemek zorunda kaldı. Ça-vuşbaşı Siruzi'nin makamı vergi sorumlusu Abdi Ağa'ya, ondan boşalan geliri bol makam da Reisefendi Râgıb'ın kayın biraderi Mollacıkzâde Ali Ağa'ya uygun görüldü. RÂGIB'IN KAHİRE, KESRİYELİ'NİN ERZURUM VALİLİKLERİNE ATANMALARI; SERASKER İRAN ÜZERİNE YÜRÜYOR Hollanda, Macar, Venedik dukalarının değerleri düşürüldü (67)., Veziriazam tarafından memleketine dönüş izni münasebetiyle muhteşem bir törenle huzura kabul edilen ve Sultan tarafından kendisine veda mektubu verilmiş olan Hollanda elçisi Calcoen, ferman mahiyetindeki bu mektupların raporunu boş yere taleb etti (4 Nisan 1744 - 20 Safer 1157). Reisefendi sı-fatiyle bu kabul töreninde bulunmuş olan Râgıb kısa bir zaman sonra Vezir-vali olarak Mısır'a atandı (68). Reisefendi makamı görevleri, yeniden, İran ve Belgrad barış anlaşmalarına olağanüstü yetkili murahhas olarak İmparatorluk adına katılmış olan, Mekke dönüşünde matbaanın müdürlüğüne getirilen Elhac -Mustafa Efendi'ye verildi (24 Nisan 1744 - 11 Rebiul'evvel 1157). Reisefendi Ragıb’ın vezirliğe yükseltilmesi ve İstanbul'dan uzaklaştırılmasının sebebi, kendisinin Bâb-ı Âlî tarafından Nâdir Şâh'a karşı yakınlık beslediğinden şüphe edilen Belgrad valisi Ahmed Paşa ile yakın dostluk münasebetleri sürdürmesiydi. Eski bir yeniçeri olan, okuma ve yazma bilmeyen Veziriazam, bilgili Reisefendi Râgıb’ın Sultan üzerindeki tesirini Sultan'ın gözdesi Kesriyeli'ninkinden daha az kıskanmıyordu ve Kesri-yeli'yi karargâh defterdarı olarak Erzurum'a göndererek saraydan uzaklaştırdı. Bu atamanın yapıldığı gün gidip, evvelce (67) O zaman paralarının değerleriyle alâkalı birçok fetva, Müftü Abdülkerim Efendi'nin 1827 (1243) yılında basılan 2 ciltlik eserinde yer almış bulunmaktadır. Bu eserde verilen bilgilerde Türk parasının değerinin bu fetvalar uyarınca sürekli arttırıldığı görülmektedir. (68) İzi, f. 5. Defteremini, İmparatorluk müverrihi, Ragıb’ın Samına (tesirli düşünce) unvâniyle Mısır valiliğine tâyini dolayısiyle esirlerini böyle makamlara getiren Sultan'ın muazzam iktidarına dikkati çekiyor. 52 HAMMER Kesriyeli'nin tekelinde bulunan yüksek iktidarı nihayet Sultan'-nı eline geçmesi bakımından Kızlarağasını tebrik etti; böylece, kendi iktidarı konusunda kıskanç olan Kızlarağasını tatmin etmiş oluyordu; zira ağa, Kesriyeli'nin dostu olduğundan bu tedbirin gerçekleştirilmesinde hiçbir suretle iştiraki yoktu; böylece atama meselesinden alınmamasını sağlamış oluyordu. Savaş harekâtını şahsen idare ettiği halde, Veziriâzam'ın Kızlarağasınm kendisine Serasker - Veziriazam unvanını veren sonsuz iktidarını elinden almasından korkan ve İmparatorluk sarayında idareyi ellerinde bulunduran üç kişi, yâni, hareme ve hazîneye hükmeden iki harem ağasiyle Avrupalı elçilerin kendisine «Sultan'ın kardinali» adını taktıkları mağrur adam imam Piri Efendi, onun İstanbul'da kalmasını kararlaştırdılar. Bu sırada, İran savaşma ayrılan üç orduyu takviye etmek gerektiğinden ve bütün dikkatler İran tahtı üzerinde iddiası bulunan Saffî'nin gönderildiği Kars şehri üzerinde toplandığından, oraya acele takviye birlikleri gönderilmesine karar verildi. Nâdir Şâh, üç ordu ile savaş harekâtını sürdürüyordu. Bunlardan biri bir hanın kumandasmdaydı ve Kars üzerine yürüdü; Nâdir'in oğlu Şahruh'un kumandasına verilmiş olan ikinci ordu Erivan üzerine harekete geçti, bizzat Nâdir'in kumandasında bulunan üçüncü ordu ise Tebriz yolunu tuttu. Seraskerlerin kumanda ettiği üç Osmanlı ordusuna gelince, bunlar Kars, Diyar-bekir ve Bağdad üzerine yürüdüler. Rakka valisi Hamalzâde Ahmed Paşa’ınn yeri, ilerlemiş yaşı gözönünde tutularak, sondan bir önceki Veziriazam Ahmed ile değiştirildi ve kendisine onbeşbin kuruş ihsanda bulunuldu. Vefat etmiş olan Diyarbekir seraskeri Ali Paşa’ınn makamı, Haleb (69) valisi Hüseyin Paşa'ya verildi; bu vesileyle, ordusunun donatımında sarfedilmek üzere onbeşbin kuruş gönderildi; Bağdad valisi Ahmed Paşa serasker olarak atandı (Mart 1744 - Safer 1157). Musul muhafızlığına Abdülcelilzâde Hüseyin Paşa atandı (o zamandan itibaren bu valilik veraset yoluyla bu ailede kaldı) ve vezir Meh-med Paşa Aydm valiliğine getirildi. Eflâk voyvodası Michel Ra(69) Safî Mirza lehinde Tripoli, Anadolu, Sivas, Rumeli, Kars valilerine gönderilen Şubat 1744 tarihli fermanlar gibi, Rabiul'âhir (Haziran ortası 1744) tarihli emir Avusturya İmparatorluk Kütüphanesi'ndedir. OSMANLI TARİHİ 53 koviza, vergi toplamada haraççılık yaptığından, suçlu görülerek cezalandırıldı (25 Mayıs 1744 - 15 Rebi'ulâhir 1157). Boynuzlu hayvanlar (70) üzerinden kaldırılan verginin yeniden yürürlüğe konmasından tatmin olmayan voyvoda, evvelce mevcut (71) dört hayvan üzerine de çeyrek vergi koymuş, bu da azline yol açmış ve yerine dördüncü defa olarak Costantin Maurocor-dato getirilmiş, fakat voyvodalığı selefininki gibi üç yıl sürmüş, bu da kendisine onikibin kese akçaya malolmuştu. Rakoviza Sakız adasına sürüldü. Üç hafta önce, Kapdan-ı derya Ahmed Paşa kumandasındaki Türk donanması, her zaman olduğu gibi, Akdeniz yönünde yelken açmıştı (25 Nisan 1744 - 12 Rebiul'evvel 1157). O zamana kadar Kapdan-ı derya Ahmed Paşa’nın sorumluluğuna bırakılan özi kalesi yapı ve tamir işleri Rhodes beyi ile birlikte Özi valisine havale edildi; bu münasebetle donanmaya bağlı bütün üçüncü saf gemiler (72) Karadeniz'e gönderildi. Veziriazam, İngiltere ile Fransa arasında bir savaş çıktığı takdirde, Osmanlı hâkimiyeti altında, denizden tarafsızlığı gözetmek prensibi üzerinde anlaşmak üzere deniz devletleri elçilerini makamına davet etti, bu tedbir de Bonneval'den gelme bir fikirdi. Yapılan anlaşmalara uygun olarak, deniz haritası üzerinde Sidra körfezinden başlayarak Arta körfezine kadar bir çizgi çizildi ve bu çizginin içinde görülmeleri bütün korsanlara yasaklandı; İngiliz elçisine, Fransız, İngiliz, Hollanda ve Avusturya savaş gemilerinin Osmanlı denizlerinde her türlü hasmane hareketlere girişmelerinin yasaklandığı bir beyannameyle bildirildi. Bu tarafsızlık beyam, Bâbı Âlî'nin insan haklarına uygun olarak düzenlediği ilk resmî vesikadır (73). Şimdi Musul muhasarasını kaldırdıktan sonra Kerkük üzerine çekilen Nâdir Şâh’ın yamna ve Bağdad valisi Ahmed Paşa ile girişilen müzâkereler zamanına dönelim. Nâdir Şâh, uğradığı mağlûbiyete rağmen ancak Ahmed Paşa ile müzâkerelerde (70) Engel'in, s. 21, Eflâk Tarihi'ne bakınız. (71) Sıpert. İzi, f. e. (72) Penkler'in Kapdan-ı deryaya verilen emre çıkardığı kopyası İmparatorluk arşivlerinde bulunmaktadır. '73) Penkler'in Mayıs 1744 tarihli raporu.* Beyanname İmparatorluk ar şivlerindedir ve 1 Receb 1157 (10 Ağustos 1744) tarihlidir. ~Mft 54 S^HHSHRİ HAMMER bulunacağını bildirmiş, Bâb-ı Âlî de tran hükümdarının bu isteğine uymak zorunda kalmıştı. Bâb-ı Âlî Ahmed Paşa'ya- tam yetki vesikalarını gönderirken, bunlara bir hil'atle yüz kese para tutan hediyeyi de ekledi ve hepsi birden kâhyası aracılığıyla kendisine teslim edildi. Bu sırada Ahmed Paşa’nın kâtibi, Nâdir Şâh'ın iki elçisiyle müzâkerelere başlamıştı. Bu elçiler, şâh adına, Mekke'de beşinci bir mescit kurulması hususunda ısrarda bulunmuşlardı; ayrıca, şâh lehine olarak Hûveyze aşiretlerinin hükümranlığından vazgeçilmesini, İran tahtı üzerinde hak iddiasında bulunan Sâfî'nin sınır dışına çıkarılmasını, esirlerin serbest bırakılmalarını, Iran hacılarının adam başına alınan toplam yirmibeş kuruş tutan vergiden muaf tutulmalarını istiyorlardı. Ayrıca, Nâdir Şâh, Belh'li, Buharalı, Kerbelâ ve Helle'li din ulemâsını toplamış ve bunlar Câferiye mezhebini beşinci mezheb olarak ilân etmişlerdi. Bu vesileden yararlanmak isteyen Nâdir Şâh, Türk ulemâsını kendi dâvasına kazanmak maksadiyle, İranlı meslekdaşlarının, yetkili kadıların hükmünü onlara bildiren bir beyanname yayınlamıştı. Bizzat, JEbu Hanife, şehid Ali ve Hüseyin hazretlerinin Necef ve Kerbelâ'da bulunan mezarlarını ziyaret ettiği gibi, Kerbelâ camiinin kubbesinin altın yaldız işlerini yaptırmış, geçtiği her yerde Ahmed Paşa tarafından gönderilen elçiler tarafından karşılanarak kendisine saygı gösterilmiştir. Müteâkib baharda, Nâdir Şâh, beklediği barış haberlerini alacak yerde Bâb-ı Âlî. tarafından yayınlanan bir uyarı bildirisiyle karşılaştı. Bu vesikada İran tahtı üzerinde hak iddiasında bulunan Safî Mirza'nın lehinde bir dil kullanılıyor ve İranın iyi ilişkiler sürdürdüğü Dağıstan, Osmai ve Surkhai prensleriyle ittifak anlaşması yapıldığından sözediyordu. Bu olaylar cereyan ettiği sırada, Gürcistan'da ilerleyen Ahis-kah Yusuf Paşa, Tahmuras han, Kakheti prensi ve Ali han tarafından tam bir yenilgiye uğratıldı. Nâdir Şâh, Tahmuras hanı, kendisine Karthîi valiliğini, oğlu Irakli'ye Kakheti valiliklerini vermek suretiyle mükâfatlandırdı. Bu sonuncu eyalet yarım asır süresince Irakli'nin idaresinde kaldı; kendisi ancak on-sekizinci asrın sonuna doğru öldü. Bu, Kakheti'yi idare eden bu soydan prenslerin sonuncusudur (74). (74) Mehdi Tarihi. Irakli adı bu tarihte Czeikli şeklinde değişmiştir. Irak- OSMANU TARİHİ oo Nâdir Şâh'a gelince, kendisi, aynı adı taşıyan ve Iran tarafından Osmanlı İmparatorluğunu savunan güçlü bir tahkimata sahib Kars şehri üzerine yürüdü, Türk ordusunun en seçkin birlikleri de burada bulunuyordu. Nâdir Şah, kaleden iki fersah mesafede bulunan güneydeki bir tepenin zirvesinde karargâh kurdu. Orada beş gün süren bir savaş sonunda düşmanı püskürttü (31 Mayıs 1744 - 18 Rebiul'âhir 1157). İki gün sonra Nâdir Şâh, bir nehrin kenarında bulunan ve şehrin batısından birbuçuk fersah uzaklıkta, Erzurum yolu üzerindeki Künbed kasabası yakınma yerleşti. Bu mevkie hâkim olunca, tuğla bir hisar inşa ederek Karslılarm kullandıkları suyun akışım kesme teşebbüslerine girişti. Fakat, Osmanlı seraskeri onun bu projeyi uygulamasına mâni oldu. Şâh'ın, vadiyi geçmek için Kems-sur kasabası karşısındaki geçidi zorlama teşebbüsünü kolaylıkla boşa çıkardı. Müfrezeler ve keşif kolları arasında hafif çarpışmalarla dolu bir ay sonunda, Nâdir Şâh, Künbed kasabasının ötesindeki Feriköy'de yerleştikten sonra, Kemssur ve Azad-köy kasabasında, hemen hemen Osmanlı ordugâhının karşısında mevzilendi. Orada, oniki kola ayrılan ordusunun kumandasını ele aidi; son derece kanlı cereyan eden savaş, sekiz saat sürdü. İki han, iki paşa ve binlerce askerin cesedi savaş meydanında kaldı (75) (24 Ağustos 1744 - 15 Receb 1157). Nâdir Şâh, sonu gelmeyen barış teklifleriyle Türk seraskeri oyalamaya dayanan politikasını uygulamaya koymaktan geri kalmadı. Bu teklifleri incelemesi hususunda Bâb-ı Âlî tarafından hiçbir suretle göreviendirilmediği halde, ordudan yükselen bıkkınlık homurdanmaları, hilebaz defterdar Kesriyeli'nin tesiri, seraskeri bu teklifler üzerinde durmak zorunda bıraktı. Müzakereci olarak (76) Kesriyeli'yi, Murteza Paşa ve Ali Efendi'yi seçti; bunlar Nâdir Şâh'ın ordugâhına gittiler. li 1798'de öldü. Kakheti krallarının şecereleri için Klaproth Seyahatnâmesi'nin ikinci bölümüne bakınız; tarihlerini de Kafkasya'nın Tarihî, Coğrafî, Etnografik ve Politik Tablosu adını taşıyan eserinde bulabilirsiniz. (75) Mehdî tarihinde bu savaştan bahsedilmediği gibi, Nâdir Şâh üzerine yazılmış çeşitli tarihlerde de ele a'ınmamaktadır. Savaş, kanlı hâtırası olan Saint-Barthelemy günü cereyan etmiştir. İzi, f. 10. Mehdî Tarihi (76) Abdurrahman Paşa ile Kesriyeli'nin müzâkerelere resmen memur edildiklerini yanlış olarak yazmaktadır. Osmanlı ve İran müverrihleri barış tekliflerinin geldiği tarafı karşı taraf olarak göstererek çelişkiye düşmektedirler; bununla beraber 56 HAMMER KESRİYELİ'NİN GÖREVİ Sultan'ın eski gözdesi Kesriyeli, barışın acele imzalanması hususunda Sultanla doğrudan, vasıtasız görüşmek gerektiğine Nâdir Şâh'ı inandırdı veya şahın kendisi buna inanmak istedi; meselenin Veziriâzam'a veya seraskere bırakılması işi uzatacaktı. Nâdir Şâh'ın ordugâhından çıkınca seraskerin ordugâhına dönmesi gereken Kesriyeli, görevini o derece hiçe saydı ki doğruca İstanbul'un yolunu tuttu. Ne var ki, yaptığı işin haberi İstanbul'a Kesriyeli'den önce varmıştı ve yolda, seraskerin davranışını tasvib ve Kesriyeli'nin hareketini kınayan Hatt-ı Şerifle karşılaştı. Hatt-ı Şerifde Kesriyeli sadece aşırı derecede kınanmakla yakayı kurtaramıyor, pâdişâh onu Samsun'da hapsedilmesi emrini vererek cezalandırıyordu (77). KARS KUŞATMASININ KALKMASI Bu olayı öğrenen Nâdir Şâh, Kars şehrinin muhasarasını daha da şiddetlendirdi (13 Eylül 1744 - 5 Şaban 1157). Osmanlı kuvvetlerine gelince, birlikler şu şekilde mevzilendirildi: Casus (78) dağındaki en önemli mevkie Tırhala Beylerbeyi Murteza Paşa Yeniçerilerin dördüncü ferik Paşasiyle yerleştirildi; demir tel imalathanesi burcuna ve Behrampaşa Kapısı'na Trabzon valisi Selim Paşa, Ankara, Yenişehir, Niğde ve Kütahya sancakları birlikleriyle; büyük mahallede cami önünde inşa edilmiş burca Erzurum valisi Veli Paşa, diğer üç Paşa ile birlikte soldaki burca kadar uzanan hat üzerinde; soldaki burca Niko-medi sancağı birlikleri ve oradan su kenarına kadar milisler ve. Levendlerin (79) başında serasker Ahmed Paşa-, Veli Paşa’nın sağ tarafındaki mahal de dahil olmak ve buna tahta köprü de eklenmek üzere Mustafa Paşa mevzilendirildiler; ordugâh çavuşbaşısı az evvel sözü edilen caminin ilerisinde ve nehrin öteki yakasında bulunan tepenin önüne yerleştirilen topçu kuvvetelçilik raporları tekliflerin Nâdir Şâh'dan geldiği ve Kesriyeli'nin manevralarıyla belirli bir durum kazandığında birleşmektedirler. (77) İzi, f. 10. Mehdî han, I -VI, Fas. 14, Kesriyeli yerine Kisreli, Ahiska yerine Akhezke, Akhalkalek yerine Akhelkhük, Gence yerine Cang vb. yazmaktadır. (78) GözcÜtepe. (79) Levend veya Divâne. OSMANLI TARİHİ 57 lerine kumanda ediyordu ve tep*, ile nehrin altından akdığı bina ve civarı Alâiye, Karahisar ve İçel sancakları tarafından tutuluyordu ve bu birlikler etrafında yeni askere alınan Dalkılıçların bulunduğu mahal bayrakdar Ahmed Paşa'ya verilmişti; Timurpaşa Burcu metrisleri üzerinde ve nehir kıyısına kadar Yeniçeri birinci feriki Paşa bütün kuvvetleriyle mevzilenmişti; bu »burcun üzerinde ve kayalık arazinin çıkıntı yaptığı yerde, kapının (80) yanında Karaman Beylerbeyi Abdullah Paşa, çetecibaşı "Paşası olarak, Amasya sancak askerleri ve Yörük-lerle (81) mevzie girmişti; seraskere gelince, kalenin ilerisinde kurulan çadırına gidecek yerde, tahta köprü yakınındaki bir evde ordugâhını faaliyete geçirmişti. Nadir Şah, Künbed kasabasından ayrılarak, siperler ve kulelerle çevrelediği şehre yaklaşmıştı. Sahra toplarını Timurpaşa Burcu'nun batısındaki tepelerden daha önceden ateş ettirmeğe başlamıştı; ertesi gün bir genel taarruz tasarlamıştı ki, şafaktan önce İranlılar üstün Osmanlı kuvvetleri tarafından kuşatıldı, dokuz sahra topuyla bütün ağırlıklarını (82) bırakarak kaçtılar (19 Eylül 1744 - 11 Şaban 1157). Üç hafta sonra şehre giden bir vadide mevzilenen İranlılar, 30 ilâ 40 kalibrelik onaltı büyük topla, pek büyük zarar vermemekle beraber ateş etmeğe başladılar ve dayanılamaya-cak bir soğuk onları çekilmeğe mecbur bırakıncaya kadar ateşi sürdürdüler (9 Ekim 1744 - 2 Ramazan 1157). HİNDİSTAN ELÇİLİK HEYETİ Kars muhasarası esnasında, İstanbul'a Hindistan şahı bü-yük-mogol Nasireddin Mehmed'den bir elçi geldi. Bu elçi, Se-yîd Ataullah adında eski bir Buhara'lı tacirdi ve evvelce İstanbul'da yirmiiki yü yaşamıştı. Mekke'de hac farizasını da yerine getiren elçi, o dönemin Veziriazamı İbrahim'den hükümdarına karşı sevgi dolu bir mektub almıştı.- Elçinin bu defa beraberinde getirdiği mektupta, sevimli kelimelerle ifade edilmiş protestolar yer alıyordu-, fakat, Hindistan nazırlarından getirdiği mektuplarda Nâdir Şâh'ın Hindistan istilâsının sebeb oldu(80) Seraskerin raporuna (İmparatorluk Arşivleri'nde) ve Mehdîfhan Tarihi'ne bakınız, I-VI, Fas. 14 (Almanca tercümesi, s. 385*, muhasaradan tek kelimeyle söz etmemektedir. (81) Evlâd-ı fatihan: Fâtihlerin çocukları. (82) Develer üzerindeki yükler. nem7 ■ ____________________________ 58 HAMMER ğu kötülükler hazin bir dille tasvir ediliyor ve İran tahtını gas-beden bu adama karşı Osmanlı yardımı ve ittifakı rica yollu isteniyordu. Hindistan elçisi muhteşem bir törenle huzura kabul edildi ve Bâb-ı Âlî, elçinin getirdiği mesaja, onunla birlikte, elçi olarak, dörtyüz çağdaş Türk şâirinin biyografilerini kaleme almış bulunan ilim adamı, maliye baş tezkirecisini Hindistan'a gönderdi. Sultan, yazdığı cevapta, doğrudan bu ülkenin hükümdarına hitabetti; Veziriazam ise hükümdarın biri Nizâmülmülk, diğeri Kamereddin adını taşıyan iki vezirine yazdı. Şeyhülislâm, Kızlarağası, Yeniçeriağası da kendilerine, gönderilen mektuplara cevap verdiler; bu mektuplarda müphem dostluk serzenişlerinde bulunmakla yetindiler (83). Bu Hindistan elçiliğinin Bonneval'in birtakım tertiplerinin neticesi olduğuna inanmak için bazı sebebler mevcuttur. Zira, bir hâtırat olarak tutulan notlarda, Bâb-ı Âlî'nin bu sadık dostunun üç yıl önce Fransız elçisine gönderdiği mektupta, büyük-mogol ile Sultan arasında Nâdir'Şâh'a karşı bir ittifakın lüzumuna isbatm gayret izleri bulunmaktadır. ARACILIKLA ALÂKALI ANLAŞMA Viyana elçiliği eski kâtibi, daha sonra Niemirov* ve Belgrad barış müzâkerelerinde olağanüstü yetkili murahhas olarak bulunmuş olan Reisefendi Mustafa, aracılık ve garantiden söz edildiğini duyduğundan, Bâb-ı Âlî'nin (84) aracılığını istemeğe davet etmek suretiyle Avrupa'da savaşan devletleri barıştırmayı hedef alan bir proje oluşturmuştu. Bâb-ı Âlî'nin hıristiyan devletlerin aracısı hüviyetinde ortaya çıkarmaktan başka bir işe yaramayacak bu âkibeti meçhul plânı ilk tasvib etmeyen Bon-neval oldu. Bonneval, aracının elinde silah olmadıkça savaşan taraflar arasına girmesinin hiçbir tesiri olamayacağını biliyordu: Aracılığın bundan başka türlüsü sadece gülünç olurdu; Bâb-ı (83) Aynı eserde (İzi) Şâh'ın mektubuna bakınız ve Hindistan elçisine ve Türk elçisi Salime verilen güven mektuplarında, f. 15, birincisinde bir, ikincisinde iki düzine Arabca vecize bulunmaktadır. Diplomatik raporlarda sonradan yapılması düşünülen savunma ve saldırı ittifakından bahse rastlanmamaktadır. Salim'e verilen mektupta da öyle. (84) Utrecht Gazetesi bu aracılığın 27 Ocak ve 7 Şubatta yapılan iki toplantıda kararlaştırıldığını bildirince, sırrı açıklayan yaşlı ve genç İbrahimler bunu başlarını vererek ödediler. OSMANLI TARİHİ 59 Âlî'nin elinde ne filolar, ne de ordular vardı. Bununla beraber, Bonneval tarafından ileri sürülen görüşlere uyularak yapılan değişikliklerden sonra bütün Avrupa devletlerine aracılıkla alâkalı bir tamim gönderildi; bu hükümetlerden hiçbiri, plânın sahibi Reisefendi'ye karşı çıkmak, arayı açmak istemediklerinden büyük bir kararsızlık içinde kaldılar. Hükümetlerin verecekleri cevap beklendi ve sadece kaçamak yollu cevaplar alındı (Mart 1745). Yalnız Venedik hükümeti arabuluculuğu kabul etmeğe razı oldu (85). Fransa ile İngiltere arasında tarafsızlığı belirten tamimde (sirküler) sayılan deniz devletleri arasına bile alınmayan Venedik, ebedî dostluğu ileri sürerek itirazda bulunan ilk devlet oldu. Bu hususun Bâb-ı Âlî'ye bildirilmesi görevi Eriz-zo'nun (86) halefi olan elçi Donado'ya verildi. Fransa'nın cevabı evvelce alındığından ve Avusturya’nınki henüz gelmediğinden, Reisefendi, bu ülkenin imparatoru I. François'ya gönderilecek tahta çıkış tebrik mektuplarının gönderilmesini geri bıraktırdı. Nihayet Avusturya'dan cevap geldi: Mektupta Avusturya'nın düşmanlarının davranışından şikâyet ediliyor, bunlarla barış anlaşması yapmak niyetinden dem vuruluyor, fakat teklif edilen aracılığın sözü bile geçmiyordu (Nisan 1745). Bunun üzerine sadece o sırada, İmparator I. François için duâ edildi. Bu hükümdarın tahta çıkışını Bâb-ı Âlî'ye bildirmekle görevlendirilen ve bu münasebetle murahhaslıktan elçiliğe terfi ettirilen Penkler, Sakızlı fransiskenlerin kiliselerini tamir etmeleri hususunda gerekli fermanı almayı başardı; böyle bir lu-tufta bulunulması kont VVirmond tarafından taleb edildiği halde sürekli olarak reddedilmişti (87). Bu konudaki müzâkereler, zannedildiği kadar kolay değildi; Osmanlılar Sakız adasını tekrar fethettiklerinde, ada Rumları savaş sırasında yıkılan cizvit, fransisken ve dominiken mâbedlerinin bu mezheblerin mensupları tarafından yeniden yapılmalarını meneden bir Hatt-ı Şerif elde etmişlerdi. Penkler, sadece ailesi için bir loca yaptıracağını ileri sürerek Beyoğlu'ndaki Trinitaires (Teslisçiler kilisesi) kilisesinin büyütülmesi müsaadesini de aldı. Bu sırada Syra'da yerleşmek isteyen cizvitlerin bu taleblerinin desteklenmesi ricalarını red etti. Bu sırada bütün Ermeniler için katolik mezhebi(85) İzi'nin eserinde, î. 21 - 25, mektubun tamamına bakınız. Tamimin üçünün kopyası Penkler'in 5 Mart 1745 tarihli raporuna eklenmiştir. (86) Penkler'in o tarihlerdeki raporu. <87) 1 Muharrem 1157 (15 Şubat 1744); İmparatorluk Arşivi. 60 HAMMER ne girmelerini meneden bir ferman çıkarıldı; aksine hareket edenler gemilerde kürek veya idam cezasına çarptırılacaklardı. Usta' bir müzakereci olan Penkler, kraliçe Maire-Therese ve onun dininden olanların dinî menfaatlerini korumak hususunda saraydan iki kudretli adamı elde etmek hünerini göstermişti. Bunlardan biri, vaktiyle İmparatoriçenin düşmanlarına karşı onun tarafını tutmuş olan nüfuzu tartışümayacak kadar büyük Kızlarağası, diğeri ise kendisini Sultan'ın kardinali olarak gören birinci imam, ilim adamı Pîrîzâde idi. Penkler, Reisefendi'-nin dâire idarecisini (88) ve hazinedarım (NOT: 4) da rüşvetle elde etmişti. Derin politikacı, yorulmak bilmeyen ve muhaliflerinin en tehlikelisi Bonneval'e gelince, yakınları olan Napoli elçiliği idarecisini, evlâtlığı Süleyman beyi ve kendisine babası mühtedi İbrahim Müteferrika tarafından yapılan tercümelerin sırrını veren oğlu genç İbrahim'i başdan çıkarmak suretiyle onun tesirini hemen hemen sıfıra indirmişti. Böylece, dinlerine ve imparatorlarına ihanet etmiş olan bu iki mühtedi, yani din değiştirerek İslâmiyeti kabul eden bu iki kişi, kendi oğulları tarafından ihanete uğramış oluyorlardı. PENKLER VE BONNEVAL Rus elçisi Vişniakoff ateşi yükselip aniden öldüğünden, Penkler Rus elçiliğinin işlerini de yeni elçi gelinceye kadar üzerine almış bulunuyordu. Nihayet yeni elçi genç Nepluief görevine başlamak üzere İstanbul'a geldi (Ağustos 1745). Sarayın birinci imamı Pîrîzâde Avusturya hesabına çalışırken, büyük kadı Esad Efendi de Prusya kralının çıkarları için çalışmayı can-ü gönülden üstlenmişti. Esad Efendi, İsveç elçisi Carlson'a (Hoepken bir müddet önce İsveç'e dönmüştü)* İsveç kralının yapmış olduğu gibi, Prusya kralının kız kardeşinin İsveç tahtının vârisi ile evlendiğini Bâb-ı Âlî'ye resmen bildirmeğe ikna etmesi telkininde bulunmuştu. Castellane gibi Carlson da kolay düşünebilmesinden ve faaliyetlerinden ötürü kendisini gölgelediği (89) halde, Bâb-ı Âlî'yi Kuzey'in protestan devlet(88) İç mehter. '89) Bonneval Castellane'dan bahsederken: «Düzensizlikten kurtulmayı bilmiyor; hiçbir görüşü söylemedi?) gibi bir fikri de üstlenmiyor.» demektedir. OSMANLI TARİHİ 61 lerine yaklaştırmakta, gayretlerini Bonneval'in çalışmalarıyla birleştirdi. Carlson, Bâb-ı Âlî'ye, kendi dindaşları olan Protestanların katolikler gibi taassub içinde'bulunmadıklarını anlatıyordu; katolikler ise, söylediğine göre, Protestanları ve Türkleri kıt'adan atmak için bir savaş açmak hususunda yemin etmişlerdi. Öte yandan, Bonneval, Bâb-ı Âlî'yi Avusturya'ya karşı sertleştirmek ve Macaristan'da kargaşalıklar çıkarmak hususunda büyük bir gayret sarfediyordu. Fakat gayretleri hiçbir netice vermedi ve Toscan büyük dükünün İmparatorluk makamına gelmesi Majo, Carlson ve Bonneval'in plânlarını hiçbir işe yaramaz hale getirdi. Kars seraskeri eski Veziriazam Ahmed Paşa, gerek İmparatorluk vak'anüvisinin iddia ettiği gibi hastalığı yüzünden geri alınmasını kendi istemiş, gerekse elçilik raporlarında belirtildiği gibi eski imkânlarının alışkanlığından kurtulamayarak Nâdir Şâh'a karşı savaşı daha şiddetli bir biçimde yürütmek istemesinden kaynaklanmış olsun, bu şehrin muhasarasının kaldırılmasından kısa bir süre sonra seraskerlikten uzaklaştırıldı. Yerine yine eski veziriazamlardan Yeğen Mehmed Paşa getirildi. Öncü kuvvetlerin kumandanı Abdullah Paşa, terfi işareti olan üçüncü tuğla birlikte, Ardelan hanı Ahmed'le işbirliği yaparak İran eyâletlerini tahrib etmek emrini aldı. Bu harekât için kendisinin emrine oniki bin Levend'le bunların ihtiyaçlarına sarfedilmek üzere binyediyüz kese para verildi. Hazineden çekilen ellibin kuruş da Bağdad valisi Ahmed Paşa'ya gönderildi. Yeğen Mehmed Paşa ordusu da Üsküdar, Yanina, Ohri, Perzerin, Dukagin, Delonia, Üsküb, Kırkkilise, Tırhala (90) sancakları askerleriyle takviye edildi; tek kelimeyle Bâb-ı Âlî emrindeki bütün Arnavutluk birlikleri bu takviye işine verildi (91). Sultan'ın huzuruna bizzat çıkmak isteyen Ardelan hanına bu lütuf ta bulunuldu. (90) Elçiliklerin raporlarına göre: «Asya'dan Aydın, Kütahya, Çangırı, Karaman, Trabzon, Çıldır, Rumeli Paşaları masrafı kendilerinden ve devletten olmak üzere beşyüz ilâ bin askerle; Avrupa yakasından iki tuğlu onyedi Paşa masrafları kendilerinden ve devletten olmak üzere beşyüz askerle, Bpsna'dan üçbin, Selânik'den üçbin, Rumeli'den sekizbin timar ve zeamet askeri, üçbin Yörük, Nureddin (Kırım hanlığında han ve kalagay'dan sonra üçüncü önemli makam sahibi) ile birlikte onbin Tatar askeri.» Kasım 1745. <91) İzi, f. 19, özel birliklerin rakamlarını da vermektedir. 62 HAMMER Yeniçeriağası İbrahim'e üçüncü tuğla birlikte Erzurum valiliği de verildi. Vefat eden Şeyhülislâm'ın yerine Sultan’ın birinci imamı Pîrîzâde atandı (4 Mart 1745 - 30 Muharrem 1158). ölen Şeyhülislâm, kırk yıl önce, saltanat değişikliğine sebeb olan bir ayaklanma sırasında öldürülen ünlü Şeyhülislâm'ın oğluydu; babasının öldürülmesi sırasında Rumeli Kadıaskerliği makamından alınıp Bursa'ya sürülmüştü, yirmibeş yıl sürgünde kalmış ve şimdiki Sultan’ın tahta çıkışında İstanbul'a getirilerek Şeyhülislâmlık makamına atanmış, bu en yüksek dini makamda on yıl hizmet vermişti. Son olarak Eyub yakınında bir Nakşibendî dergâhı kurmuş ve Saraçlar çarşısı civarında bir çeşme yaptırmıştı. Mühimmat anbarındaki yanan kurşun deposunun yerine bir yenisi yaptırıldı ve ambar müfettişi Mollacıkzâde Ali Paşa ile deponun kâtibi görevlerinden azledildiler. Rakka valisi Ha-mâvizâde Ahmed Paşa da fazla vergi toplamak yüzünden görevinden uzaklaştırıldı; fakat başmirâhur Abdullah Bey Haleb'-de azil emrini Paşa'ya bildirdiğinde, eyâleti askeri bu emre uymayı reddetti ve Ahmed Paşa, Abdullah Bey'e «Levendlerin âdetlerinin böyle olduğunu» bildirerek özür diledi. Durumu öğrenen Sultan, âsî Paşa için «Allah belâsını versin!» diyerek inkisarda bulundu. Paşa'nın kısa bir süre sonra tabiî ölümle ölmesini bu bedduaların tesirine bağladılar. Kırkbin duka altını ve kırk hil'atle birlikte İran seferi ordusuna katılması davetini alan Kırım hanı Selim-Giray, dört-bin askerle birlikte deniz yoluyla Balıklava'dan ayrılmış, ters rüzgârların yanaşmasına engel olduğu Giresun ve Ünye limanlarının içinde beklemeye başlamıştı. Ayrıca onbin Tatar askeri iki koldan yürüyüşe geçmişti. Bu iki koldan birine Kalağa (veli-ahd) Selim-Giray, diğerine nureddin (başvezir) kumanda ediyordu. Bu birliklere Asya eyâletleri boyunca ilerlerken iskemle çavuşu veya şehzade çavuşu kılavuzluk edecekti. Büyükdere'-ye vardıklarında Giraylar Sultaniye limanına gittiler. Orada Pâdişâh, Giraylara hediye olarak atlar ve subaylarına dağıtılmak üzere ikiyüzkırlj; hil'at gönderdi (7 Nisan 1745 - 5 RebmT-evvel 1158) Kısa zaman sonra İran hududundan sevindirici haberler alındı: Mekri'nin İranlı kumandanı Mehmed-Kuli han ve kardeş- OSMANLI TARİHİ 63 leri, ikibin aileyle bir kısmı Hoy'a, bir kısmı da Belbas'a olmak üzere hicret etmişlerdi; Hoy hanı efşer Kasım-Kuli, Denbeli hanı Murteza-Kuli, Mehmed-Tahir yedi (92) kürd aşiretiyle Van etrafında yerleşmişlerdi (22 Temmuz 1745 - 22 Cemaziyül'âhir). Selim-Giray, beraberindeki Tatar askerleriyle Bayezid civarını düşmandan temizleyerek Ararat'ı (Ağrı) aşmış ve Maku'yu. ele geçirmişti; nihayet Levendlere. kumanda eden Abdullah Paşa Musul'daki genel karargâhından çıkarak düşman arazisinde bir akın hareketine girişmiş, Soukbulak ve Serdeş'e kadar ilerlemişti. Bütün camilerde bu ilk başarıların devamı için dualar edildi. Ne var ki, bu sevinci üzüntüye dönüştüren haberlerin gelmesi fazla gecikmedi. ERİVAN SAVAŞI, YEĞEN MEHMED PAŞANIN ÖLÜMÜ Serasker Yeğen Mehmed Paşa- yüz binden fazla askerden oluşan ordusuyla Muradtepe'den fazla uzak olmayan Kagha-verd yakınında, Erivan'a altı fersah mesafede bulunan Nâdir Şâfe'ın siperli ordugâhına saldırmak üzere İran topraklarında harekete geçmişti (93). Burası, oniki yıl önce, eski Veziriazam Topal Osman Paşa'nın savaşı ve hayatını kaybettiği yerdi; görüldüğü gibi burası eski veziriazam seraskerler için meş'um bir savaş alanıydı. Ordusunun sayı üstünlüğüne güvenen Yeğen Mehmed Paşa, Osmanlı tâbiyecilerinin «düşmanını ayağının tozuyla (94) mahvetmek» vecizesine dayanarak İranlıları yeneceğini ümit ediyordu, öğle vaktine kadar son derece kanlı cereyan eden savaşın kaderi belli olmamıştı ki, onbeşbin Anadolu eyâlet askeri savaş meydanından kaçtı (95). İranlılarla dört gün savaştıktan ve âsileri itaat altına aldıktan sonra serasker öldü ve ölümünün mağlûb olmanın üzüntüsünden mi, yoksa (92) Denbeli, Kere Sevenli, Akse Ehizrlü, Tolulü, Tabnaklü, Totoklü. İzi, f. 26. (93) Mehdî'ye göre onbin piyade, kırkbin süvari; Hanway*e göre, Fas. XXXII, yüzbin. Çeteci Abdullah Paşa, Hanway'ın iddiasının aksine, Köprülü ailesinden değildir. (94) Bu konuda İtalyanca yazılmış bir rapor, Penkler'in raporuna eklenmiş bulunmaktadır. (95) Bu durumu bildiren ve savaşı anlatan üç rapordan biri Penkler'in • raporuna eklenmiş bulunmaktadır. 64 HAMMER bir âsi kurşunundan mı ileri geldiği bilinemedi (96) (14 Ağustos 1745 - 16 Receb 1158). Osmanlıların kaybı yirmi binden fazla oldu. Oniki yıl önce olduğu gibi, Muradtepesi'nde eski Veziriazam serdara ve üstünlüğü kendisini toz hâline getirmekle tehdid eden bir Osmanlı ordusuna galib geldi. Merhum seraskerin yerine, son olarak Kars valiliği görevinde bulunan eski Veziriazam Elhac Ahmed Paşa getirildi. Merhum seraskerin uhdesinde bulunan Haleb valiliğine eski Veziriazam Hekimoğ-lu Ali Paşa atandı ve bu münasebetle Hekimoğlu Bosna valiliğini bıraktı. Eşine pek rastlanmayan derin bir bilgi adamı ve III. Ahmed döneminde Aynî'nin Arap Tarihi'ni ve Kandemir'in İran Tarihi'ni Türkçeye çevirmiş olan ve böylece Nevşehirli İbrahim Paşa’nın övülmeğe lâyık projesini gerçekleştiren Kâhyabey (İçişleri Nâzın) Halil Efendi nazırlıktan alınarak vezir rütbesi de verilmek suretiyle Karaman valiliğine getirildi (97); fakat kısa bir süre sonra, Aydın valisi Yedekçi Mehmed Paşa’nın ölümü üzerine boşalan makam vezir-vali Halil Paşa'ya verildi, Karaman valiliğine Çelik Mehmed (98) Paşa atandı. Jurnal dairesi Reisi (99) Elhac Mustafa Efendi Kâhyabeylik (veya İçişleri Nazırlığı) makamına tâyin edildi. SAVAŞ HAZIRLIKLARI VE ELÇİLİKLER Serasker Yeğen Mehmed Paşa’nın ölümünden hemen sonra Huzurhan, Nâdir Şâh adına serasker Elhac Ahmed Paşa'ya barış maksadiyle iki kere müracaatta bulunarak yeni teklifler ileri sürdü; artık beşinci mezhebin tanınmasını veya Mekke'de beşinci camide bir anıt dikilmesini değil, Van'ın, Kürdistan’ın, Bağdad'ın, Basra'nın, Hz. Peygamberin yakınları olan aziz şe-hidlerin mezarlarının bulunduğu Necef ile Kerbelâ’ınn İran'a teslimini istiyordu. Bu mesaj, kabul edilmesi imkânsız olduğundan, Osmanlı İmparatorluğunda sürdürülen yeni savaş hazırlıklarını hızlandırmaktan başka bir şeye yaramadı. (96) İzi, Paşa’nın ölümünün tabiî olduğunu söylüyor; fakat, İtalyanca yazılmış birinci raporda bir âsi kurşunundan söz edilmektedir. (97) İzi bu hususta, f. 32, daha önce f. 24'de geçen İran meselini zikrediyor ki, bu mesel «harekete geçmek ânı gelince kişi iç yüzünü ortaya koyar» şeklindedir. (98) Mehdi tercümesi, f. VI, s. 16, bu adı değiştirerek Geteşi yapmaktadır. (99) Ayn. Es., bu ada Çelik Paşa olarak rastlanıyor. OSMANLI TARİHİ 65 Askerleri mükafatlandırma ve silahlanma işi için gerekli kırkbin duka, kırk yeni şeref kaftaniyle birlikte Kırım hanına gönderildi. Bahis konusu silahlanma, yakında başlayacak olan yeni sefer içindi. Cengiz han sülâlesinden geldiklerini iddia eden ve Cenktay han adını alan Dağistan prenslerinden biri, geçen yıl Dağistan halkının Kumukların Şemhalı makamma getirilmişti. Halbuki bu makam, o sırada Adil-Giray'ın oğlu Has-pulad hanın üzerinde bulunuyordu. Bâb-ı Âlî birinci Cenktay hanlığının otoritesini sınırlandırmanın kendi çıkarlarına daha uygun olduğuna inandığından Kumukların Şemhalı, iki bin dukalık bir hediye ile ikincisine gönderdi; onun kardeşi Saadet-Giray'ı da Dağıstan'da Kırım Şemhalliği makamına atadı (2 Ağustos 1745 - 4 Receb 1158). Böylece, bu dönemde Kafkasya'da altı hanlık Bâb-ı Âlî'ye tâbi bulunuyordu. Bunlar Cenktay ve iki Kumuklar ve Dağistan'daki Kırım Kumuk hanlığından başka, Usmaî, Kaytaklar ham, Surkaî, Gazikumuklar ve Şirvan hanı, Ardelan hanı idi. Kars seraskerliğinde Yeğen Meh-med Paşa'nın halefi olan Elhac Ahmed Paşa, bu görevinde, son olarak Bosna valiliğinden Haleb valiliğine geçmiş olan Hekim-oğlu Ali Paşa'ya yerini bıraktı. Hekimoğlu Ali Paşa aynca Anadolu Beylerbeyliği ve Kars seraskerliğine de atanmıştı. Hekimoğlu, sefer masraftan olarak seraskerle verilen onbeşbin kuruşu da aldı. İran seferine çıkan orduya o zamana kadar bir tek asker vermemiş durumda bulunan Mısır valisi, altı Kahire esnaf loncasının vermek zorunda olduğu mutad kontenjanı oluşturan üçbin askeri göndermek emrini aidi; fakat, bu asker yerine, Râgıb Paşa'nın üçbin süvarinin masraflarının üstlenilmesi yolundaki ricası kabul edildi. Bin askerin silahlandırılması ve masrafları her yıl ikiyüz keseye malolduğundan, üçbin asker için bu rakam altıyüzyirmi kese tutuyor, üç yıl için verilecek mikdar ikibin yüzaltmış keseye vanyordu. Râgıb Paşa, Mısırdaki kanşıklıkları ileri sürerek, ısrarla affedilmesi ricasiyle ancak ikiyüz kese para gönderdi. Bu taleb, divânda büyük bir hayret uyandırdı. Fakat, bu rahatsızlığın önüne geçmek kaabil değildi. Asya ve Avrupa'daki valiler kendi birlikleri ve yeni toplanan Levendlerle birlikte harekete geçmeğe davet edildi: Neticede, seraskerin ordugâhına, birbirleri peşi sıra Asya tarafından Hüdavendigâr, Karasi, Beyşehri, Akşehir, Karahisar, NiğHammcr Tarihi, C: VIII. E: 5 ■■ 66 HAMMER de, Ankara, Sultanönü, Amasya, Çorum, içel, Alâiye, Kocaeli, Adana ve Avrupa tarafından Skütari, Ohri, Valona, Delvino,. îlbasan, Dukagin, Perzerin, Üsküb, Yanya, Selanik, Hersek, Klis, Svornik ve Bosna olmak üzere ondört sancağın sancak Devleriyle birlikte, birliklerinin başında geldikleri görüldü. Bunlar beraberlerinde üç veya dörtyüz asker getirmişlerdi; bunlar özel birliklerini oluşturan sayı idi ve beraberlerinde ayrıca, yeni askere alınan Levendleri de getirmişlerdi. Bunların sayısı altmış veya seksenbin asker kadar tutuyordu. Bu birliklere Sivas valisi Selim Paşa, Trabzon valisi Veli Paşa, Karaman valisi Çelik Mehmed Paşa ve Erzurum valisi İbrahim Paşa da gelip katıldılar; bu vezir-Paşalar bin veya binikiyüz mevcutlu özel birlikleriyle gelmişlerdi; yüksek ücret ödenen sipahilerden oluşan süvari birlikleriyle dört silahdar bölüğü de yerlerini almışlardı; nihayet Anadolu, Karaman, Sivas, Adana, Rakka, Erzurum, Haleb ve Maraş zeamet sahiplerinin de gelişleri tamamlanmıştı. Anadolu valilerine, aynı zamanda, Erivan'da firar etmek suretiyle utanç verici yenilgiye sebep olan Levendleri aratıp buldurmaları ve subaylarının rütbelerini kaldırarak kesik başlarım Bâb-ı Âli'ye göndermeleri emri verildi. Yirmibeş yıldan beri valilik olmaktan çıkarılan ve geliri Veziriâzam'a bırakılmış bulunan Kıbrıs, savunması ve kaleleri gözönünde tutularak zeamet süvarisiyle birlikte valilik durumuna getirildi ve eski düzenine kavuşturuldu. Bâb-ı Âlî üç tuğlu vezir rütbesi vererek, meşhur kaçak Hasan Paşa’ınn oğlu büyük-mirâhur Abdullah Bey'i Kıbrıs valiliğine getirdi. Haleb yakınındaki Azaz ve Klis çiftliklerininki de dahil olmak üzere adanın, o zamana kadar Veziriazam tarafından alman yirmiikibin kuruş tutan geliri de kendisine verildi. Bu hazırlıklar devam ederken, bu sıfatla evvelce İstanbul'a gelmiş olan ve aylardan beri Bağdad'da bulunan İran elçisi Feth Ali han Üsküdar'a geldi. Orada silah deposu ve mutbak müfettişleri tarafından karşılandı, Ragıb Paşa sarayına yerleştirildi; divan efendilerinden Nazif Mustafa, mihmandar sıfa-tiyle elçinin yamnda görevlendirildi. İran prensinin tekliflerinin tam mevcutlu divânda görüşülmesi bir Hatt-ı Şerifle emredildi (1 Şubat 1746 - 9 Muharrem 1159). Nihayet, divân toplantısında görüşülmek ve üzerlerinde kararlar verilmesi bakımından Nâdir Şâh’ın elçiye verdiği itimad mektubu ve bunlara ek- OSMANLI TARİHÎ «7 lenmiş elyazısiyle bir mektubu, ayrıca Veziriazam tarafından kabulü sırasında elçinin ağızdan söyledikleri Türkçeye çevrildi. Nâdir Şâh, Mekke kuşağı içinde beşinci âbidenin tesisinden vazgeçiyor ve Câferî mezhebinden İranlıların, gelecekte, sünnî dört mezheb mensuplarına açık camilere kabul edilmelerini istemekle yetiniyor; bununla beraber, kutsal saydıkları mezarların bulunduğu Necef ve Kerbelâ’nın İran'a tesliminde ısrar ediyordu; bu teslim talebine Azarbeycan, ve Irak eyaletlerinin tamamı da dâhildi. Veziriâzam'dan başka Şeyhülislâm, Kapdan-ı derya ve yeni vezir Kıbrıs valisinin de hazır bulunduğu divân, Nâdir Şâh beşinci mezhep ve beşinci cami konusundaki iddialarından vazgeçmesi şartiyle barışın yapılması hususunda dinî bakımdan hiçbir engel kalmayacağı, fakat Osmanlı topraklarının hiçbir parçasının teslim edilemeyeceği, Nâdir Şâh bu hususu kabul ettiği takdirde Osmanlı hükümetinin barışı sağlamlaştırmaktan geri kalmayacağı yolundaki kararını bildirdi (4 Şubat 1746 - 12 Muharrem 1159). Bir Osmanlı murahhasının, evvelce Hacı han ve Baki hana refakat ettikleri gibi, Nâdir'in murahhasına refakat etmesi uygun görüldü. Bu karardan sonra, İran elçisine mihmandar tâyin edilmiş olan Nazif Efendi elcili ğe atandı ve bu münasebetle maliye tezkirecisi payesine yükseltildi. Nâdir Şâh’ın mektubuna Sultan'ın cevabiyle Veziriazamım Şahruh'unkine cevabi elçiye teslim edildi. Elçi Nazif Efendi, beraberindeki Sultan'ın ve Nâdir Şâh'ın oğlu Şahruh Mirza'ya götürülecek Veziri âzam'ın mektuplarından ayrı olarak Şeyhülislâm tarafından İran ulemâsı reisine verilmek üzere bir mektubu da aldı. Elçinin götürdüğü mektuplarda, kesin barış şartı olarak beşinci mezheb ve beşinci camiden vazgeçilmesinde görüş birliği vardı. Bu barışın esası olarak Bâb-ı Âh\ IV. Murad döneminde anlaşma ile iki imparatorluk arasında tesbit edilen sınırların geçerliliği şartını ileri sürüyordu (190). ŞEYHÜLİSLÂM PİRÎZÂDENİN AZLEDİLMESİ İbn-i Haldun'un ünlü mütercimi Şeyhülislâm Pirizâde'nin İran ulemâsı reisine yazdığı mektup, onun kaleminden çıkan aOO) Bu raektublar İzi'nin eserinde bulunmaktadır, f 45-51; Ankara sancakbeyi Veli Paşa*ya gönderilen ve Feth Ali'nin elçiliğiyle alâkalı teferruattan bahseden bir fermanın kopyası İmparatorluk Arşivi'ndedir. s$mı 68 HAMMER son mektup oldu. Zira, kısa bir süre sonra, zayıf olan sağlık durumunun görevlerini yerine getirmesine elverişsizliği ileri sürülerek makamından alindi; aslında saray partisi Pîrizâde'yi tutmaktan vazgeçmişti. Onun yerine Sultan'ın doktoru Hayâtizâ-de Mehmed Emin getirildi. Sultan'ın doktoru ve sarayın gök âlimi, dâima ulemâ arasından seçilmişlerdir ve bunlar Rumeli Kadıaskerliği görevinde bulunduktan sonra İmparatorluğun en yüksek şeriat makamına getirilmeğe elverişli sayılmışlardır. Bununla beraber bir saray gök âliminin Şeyhülislâmlık makamına getirilmesi daha önce görülmemiştir. Doğu tarihinde bunun tek misâli, Nasireddin Tusî'nin vezirlik makamına atanmasıdır. O da Mengukhan’ın Mogollarını imdada çağırmak suretiyle Bağdad halifesinin düşmesine sebeb olmuştur (5 Nisan 1746 - 13 Rebiul'evvel 1159). Hayâtîzâde'nin tayiniyle boşalan Sultan doktorluğuna Mehmed Said getirildi. Edirne molla topluluğundan gelen Mehmed Said eski İzmir kadısıydı ve eski Şeyhülislâm hacce gittiğinde Mekke mollası payesine çıkarılmıştı. Yeni Şeyhülislâm'ın ilk hareketi, Veziriazam ve diğer vezirlerle birlikte tersaneye gidip bir savaş gemisinin denize indirilmesini görmek oldu (7 Nisan 1746-15 Rebiul'evvel 1159), gemiye Deniz Fâtihi adı verildi. Kendisini suçlayacak hiçbir hali olmadığı ve bilhassa İstanbul limanı ağzında batan bir Mısır gemisinin tayfa ve malını tersane işçileri ve salları kullanarak kurtarma başarısını gösterdiği halde Kapdan-ı derya Mustafa Paşa emekliye çıkarıldı ve emeklilik bedeli karşılığı kendisine Selanik sancağı arpalık olarak verildi (16 Nisan 1746 - 24 Rebiul'evvel 1159). Yerine Soğan-yemez lâkabiyle amlan, deniz ve gemicilik tecrübesi olmayan Başmâbeyinci Mahmud getirildi. KIZLARAĞASFNIN ÖLÜMÜ Çok önemli bir değişiklik de, doksanaltı yaşındaki Kızlara-ğası Beşir'in ölümü oldu (3 Temmuz 1746 - 13 Cemaziyül'evvel 1159); Kızlarağası Beşir, ömrünün otuz yılı boyunca sarayda ve Osmanlı İmparatorluğu'nda (101) sözü geçen kişi olarak hü(101) Penkler'in 4 Temmuz tarihli raporunda Kızlarağası'nın 3 Temmuz'-da öldüğünü kaydetmesi, Resmî Ahmed'in Kızlarağası Tarihi tarafından doğrulanmaktadır (XXXVII. biyografi). OSMANLI TARİHİ 69 küm sürmüştü. Otuz kuruşa satın alman bu Habeş esir, yirmi milyon onsekiz bin kese para bıraktı. İstanbul'da Ağa Camii'ni yaptırmış, Eyûb'de bir tercüme okulu, bir ilkokul, bir çeşme, bir kütüphane yaptırmıştı; Veziriâzam’ın konağı civarında yaptırdığı bir başka okulun yanma gömüldü (102). Son zamanlarda nüzul isabet etmesi sebebiyle zayıf düşmüştü ve Sultan da fis-tülden muztarip bulunduğundan, bu iki hastalıklı insan arasında Veziriâzam’ın iktidarı alabildiğine bir gelişme gösterdi. Bunun için de Kızlarağası’nın ölümünün hemen peşinden aldığı ilk tedbir, ağanm adamlarını saraydan uzaklaştırmak oldu. Beşir, ölüm yatağında Sultan'a eski saraydan Nezir'i kendi yerine getirmesini vasiyet etmişti; böylece gideceği mezarın derinliğinden yine saraydaki hâkimiyetini sürdüreceğini ummuştu; fakat, iktidar çoktan Veziriâzam’ın eline geçmişti. Ölen Kızlarağası’nın himaye ettiği Nezir ve Sultan’ın iki nedimi Kebabcı Ali ve Yakub Ağa saraydan atılarak Kahire'ye sürüldüler; Kızlarağası’nın görevleri, hadım ağalarının tâbi bulundukları ilerleme kurallarına uygun olarak, hazinedara, ölenle aynı adı taşıyan Beşir'e verildi. Bu kişi, Resmî Ahmed Efendi'nin Hamile-tul-kuberâ adlı özel eserinde yer verdiği otuzsekiz hadımağası-nın sonuncusudur (103). Hat sanatında son derece ileri olan, mükemmel ata binen bu sonuncu Beşir zekâ bakımından asla kısır değildi ve zekâsını şiirle süslüyor ve ona eserler ithaf eden yazarların zekâlarına da şeref veriyordu (104). (102) Hadikatü'l-cevâmi (camiler bahçesi), yazan Hüseyin bin Elhac İsmail. (103) Hamiletul-Kubera, Arapça Hamilet kelimesinden gelmektedir. (104) Ahmed Resmî, Kızlarağalarının Biyografileri adlı eserini ona ithaf etti ve bu ithafı yazarken de zenci ırkının fevkalâdeliği üzerine yazılmış olan îbn el Cusî'nin eserinden bahsetti; bu eserin adı Tenvir'ül gabeş fi fazl-is Habeş, yâni, karanlık gecede zencilerin ve Habeşistanlıların fevkalâde meziyetlerini göstermeğe mahsus ışık; yine bu eserde, zencileri teselli etmek için yedi fevkalâde şeyden bahsetmektedir: Hindistan cevizinin kabuğu, miknatıs, mihenk taşı, rastık taşı, misk, amber ve saber; ondört ünlü hadımdan da söz etmektedir: Zülkarneyn (birinci İskender), Lokman bunların arasındadır; ünlü ulemâ arasında rastlananlar: Atta İbn Ebi, Habib İbn Ebi Sabit, Bedis İbn Ebi Habib, Mahkul Şâmî; nihayet zenci şâirleri sıralar: Antar İbn Şedâd, Nassib Ebu Mahcin, Ebu Dalama. 70 HAMMER NAZIRLIKTA DEĞİŞİKLİKLER Veziriazam, ölen Kızlarağası'nın adamı olan Kâhyabey (İçişleri Nâzın)'den de kurtulmakda elini çabuk tuttu ve onu üç tuğlu vezirliğe yükselterek Şam valiliğine atadı-, onun yerine Belgrad anlaşmasından sonra Sırbistan'da sınır belirleme komiseri olarak görev yapmış ve hâlen tersane müfettişliğinde bulunan Elhac Mehmed'i getirdi. Mehmed Efendi, Veziriazam Yeniçeriağası iken bu askeri teşkilâtın mâM işlerinin başındaydı ve onunla çok iyi bir anlaşma düzeni kurmuştu, o zamandan beri de bu bağlılığı itinâ ile sürdürmüştü; aydın ve bilgili olmakla beraber huysuz ve intikamcıydı. On beş yıl boyunca defterdar mektubculuğu görevini yürütmüş olan Behçet Efendi defterdar makamına lâyık görüldü. Cebeciler kumandanlığı Ka-pucularbaşı Elhac Salih'e verildi; yerine de Veziriâzam’ın damadı Abdi Ağa getirildi. Eski Kapucubaşı ise Mekke su yollan ve su kemerlerinin tamiri işiyle görevlendirilerek tamir masrafı kırkbin kuruş, yol masrafı olarak onbeşbin kuruşla yola çı-kanldı. İNŞAATLAR Tüfekçi Paşası Mustafa Ağa'ya çok önemli bir görev verilmişti: Mısır'a gidecek ve Abukır'la Maadia (105) arasında yıkılan bir şeddi inşa edecekti. Bu yıkılma felâketinden sonra birçok köy ve kasaba denizin istilâsı altında kalarak zarar görmüştü; Arakü yakınında Nil sularını İskenderiye'ye taşıyan kanal dolayısiyle pirinç ekili yerler, Fayum tepelerine kadar tarlalar da su altında kalmak tehdidi altındaydı. Mısır valisi Ragıb Paşa, Mısır'ın kuzey yanının muhafazasıyla alâkalı çalışma-ların büyük bir gayretle uygulanması emrini aldı. Beyler ve Mısır birliklerinden üç tabur, ayn ayn zamanlarda on fersah genişliğinde ve iki fersah yüksekliğinde bir şeddin yapılması hususunda valilik katında ricada bulunmuşlardı; o sırada denizin topraklan basmaması için ne türlü bir sed yapüması hususunda görüş ayrılığı vardı. Ne olursa olsun, en iyisi olduğuna hükmedilecek bir plânın uygulanması hususunda eski Tüfekçiler Paşası’nın emrine bütün vasıtalar verilmişti. Çalışmaların kont(105) İzi, f, 28. MahudJa değil, Arap harfi «ayn»la Maadia'dır. OSMANLI TARİHİ 71 rolü için yüzbaşı Çelikbâki ile albay Mahmud, maiyyetlerindeki idareciler, taşkesiciler, marangozlar, kazıkçılar ve bu iş için zorunlu bütün araçlarla birlikte Paşa’nın yardımcılığına verilmişlerdi. İstanbul'da masrafı gerek devlet, gerekse Sultan tarafından karşılanmak suretiyle oldukça fazla sayıda inşaat gerçekleştirildi. Maadia şeddinin inşâsı işinden kazandığı güvenle top dökümhanesi yapımı işi de topçu paşası Mustafa'ya havale edildi ve bugün de yerinde duran Tophane onun eseri oldu. Tersanede ahşap bir depo yapıldı ve tamamiyle kurşunla kaplandı (106). Boğaziçi'nin Avrupa yakasında Bizanslıların Dalgake-sen ve Türklerin Boğazkesen (107) dedikleri yerde ahşap olarak yapılan Hafız Kemaleddin Camii bir yangında harap olduğundan yerine kagir olarak yeniden bir cami yapıldı. Boğaziçi'nin Asya kıyısı üzerinde Kanuni Sultan Süleyman'ın Devlerte-pesi arkasında şehrin fethi hâtırasına yaptırdığı şato eski haline getirildi, havuzlar, gül bahçeleri ve fıskiyelerle donatıldı. Aynı zamana doğru, eski Amykos körfezinde kurulan Beykoz şehrinde yeni bir çeşme yapıldı. Bu çeşmenin «kubbesinin yontulmuş bir elması andırdığı ve kendisinden önce yapılanları geride bıraktığı» İmparatorluk tarihçisi İzi tarafından söylenmektedir. Zamanın Abdurrazzak, Nevres ve İzi gibi üstün zekâları bu yapıları, yazdıkları kitabelerle övmüşlerdir. VEZİRİAZAM ESSEYYİD HASAN PAŞA'NIN DÜŞMESİ Bu çalışmalar sürüp giderken, Kızlarağasmın ölümü üzerinden fazla zaman geçmeden, Veziriazam aniden makamından oldu (10 Ağustos 1746 22 Receb 1159). Böylece, Kızlarağasmın ölümü de, onun yerine gelene karşı almış olduğu tedbirler de hiçbir suretle ona fayda getirmedi. Fazla olarak, Veziriâzam'ın yeni Kızlarağasmın görevine başlamasından hemen sonra yayınladığı bir Hatt-ı Şerifle Mekke ve Medine'deki dini vakıflar da dahil olmak üzere her türlü iş için Kızlarağasma başvurul(106) İzi, f. 63, bu konuda Abdurrazzak Efendi'nin kaleminden çıkmış oniki beyitlik bir kitabeden söz ediyor. (107) İstanbul ve Boğaziçi, c. II, Ducas Boğazkesen'i başkesen olarak tercüme etmekle yanılmış, bunları birbirine karıştırmıştır. HMH^^Bİ 72 HAMMER masını yasaklaması yeni Kızlarağasının ruhuna kin tohumları ekmekten başka bir netice vermemişti; aynı Hatt-ı Şerif, dinî vakıflar için Kızlarağası'na değil, bu türlü işler için perşembeleri toplanacak olan divâna başvurulmasını emrediyordu; bunlar yetmiyormuş gibi, Kızlarağasını başka herhangi bir sebeble görmek isteyenlere önce Veziriazam ve Şeyhülislâm'dan müsaade almak mecburiyeti de getiriliyordu. Bu tedbirlere rağmen, başında yeni Kızlarağasının bulunduğu saray partisi, Şeyhülis-lâm'ın yardımıyla Veziriâzam'ı devirdi ve Kâhyabey makamında bulunan Elhac Mehmed Paşa'yı İmparatorluğun en yüksek makamına çıkarmayı başardı. El-hac Mehmed Paşa'nın lâkabı afyonkeşti ve bir Bektaşî dervişinin oğluydu. İstanbullu Bektaşî dervişinin oğlu da dervişlikle cemiyet hayatına katılmıştı. Son Rusya seferinde ordu kâtibi olmasını Kâhya Osman'ın himayesine borçluydu ve harbin sonunda aynı himaye onu mevku-fatçılığa veya defterdarlık mektupçuluğu makamına getirmişti; daha sonra Sırbistan sınırları belirleme komiseri, daha sonra tersane amirliğine ve oradan da Kâhyabey (İçişleri Nazırlığı) (108) makamlarına atlamıştı. Yeni Veziriâzam’ın son görevine, Yirmisekiz Mehmed Çelebi'nin oğlu Mehmed Said Efendi geçti; Mehmed Said İsveç ve Rusya'daki görevlerinden döndükten sonra Avusturya ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki sınır düzenleme işine komiser olarak verilmiş, son olarak elçi lik göreviyle Fransa'ya gitmişti. Reisefendi makamı Mustafa'ya verildi. On yıl önce Viyana elçiliğinde maslahatgüzar olarak bulunmuş; daha sonra olağanüstü yetkili murahhas sıfatiyle Niemirow kongresine katılmış, Belgrad barışını imzalayanlar arasında bulunmuştu. Kesinlikle gözden düşmeyen eski Veziriazam Rodos'a gönderilerek uzaklaştırıldı, yeni Veziriâzam'ın atanması bir Hatt-ı Şerifle İmparatorluğa duyuruldu. Münhal bulunan Levazım Dâiresi amirliğine evvelce aynı makamda görev yapmış olan Bekir Bey getirildi. Pruth barışını imzalayan ünlü Veziriazam Baltacı Mehmed Paşa'nın oğlu Mustafa Bey, babasının idamından sonra saraya alınmıştı ve on yıl boyunca (108) «Evvelce kâhyabey (İçişleri Nâzın) görevinde bulunan ve son olarak Veziriâzamlığa getirilen Hacı (8 Ağustos 1746) yetmişirideydi ve hayatını sivil memuriyetlerde geçirmişti. Said Efendi Sava ve Bosna sınırlarının düzenlenmesiyle meşgul bulunduğu sırada Banat kıyısının-düzenlenmesiyle görevlendirilmiştik Castellane, 11 Ağustos 1746. OSMANLI TARİHİ 73 Sultan'ın silahdarlığı görevinde bulunmuştu. Mustafa Bey üç tuğlu Paşalığa yükseltilerek valilik göreviyle Mora'ya gönderildi ve hazine kâhyası Ali Ağa süahdarlığa atandı. Yeni tâyinleri yapılanlar Bostancıbaşı ve Kapucubaşına bildirildi ve hepsi de İmparatorluk sathında görev yerlerine gittiler (109). Divânın başlıca görevleri, Veziriazam, içişleri Nazırı ve Reisefen-dfden oluşan üç esas üyesinin görüşlerine uygun olarak seçildi, böylece dışarıda görev yapacak olan olağanüstü yetkili elçiler Avrupalı devlet adamlarıyla münasebetleri sürdürmek üzere görev yerlerine doğru yola çıktılar. Veziriâzam'ın değişmesi vesilesiyle karşılaşılan tek idam olayı, eski Veziriâzam'ın postacılığım yapan bir Yahudinin idamı oldu; diğer üç Yahudi, Ba-lat'da bir Seyyidi dövdükleri için ölüm cezasına çarptırılmışlardı. BİR HIRİSTİYANLIK PROPAGANDACISININ İDAMI Dikkate değer bir idam olayı da Agram asıllı Bosnalı veya Hırvat İbrahim'le alâkalı idi. Bu adam hıristiyan dini lehinde propaganda yaparken suçüstü yakalanmış ve ancak Islâmiyeti kabul etmek suretiyle canını kurtarabilmişti. İkamet yeri olan Kıbrıs'a gidince, oradan Türkçe ve Lâtince yazdığı mektuplarla Veziriâzam'ı bîzâr etti. Bu mektuplarda kendisinin dâim muzaffer Allanın Peygamberi olarak tanıtıyor ve kendisinin yeniden dirilmiş Muhammed Peygamber olduğunu iddia ediyordu; kendisine ilâhî bir vazife verilmişti. Bu vazife, hıristiyanlık, Teslis ve İsa'nın mezhebi hakkında hakikati bildirmekti. Şey(109) Mora valisi Ahmed Paşa Kane'ye gönderildi; Kane kumandanı Nu-man Paşa Beigrad'a atandı, Belgrad valisi Yahya Paşa Rumeli Beylerbeyi oldu; o sırada Rumeli Beylerbeyi olan eski Veziriazam Muhsinzâde Abdullah Paşa emekliye ayrıldı; Cidde Sancakbeyi ve Mekke şeyhi Osman Paşa Sayda valiliğine atandı; Sayda valisi ve eski Veziriâzam'ın damadı Osman Paşa Kefe'ye gönderildi; Aydın vergi mültezimi Halil Paşa Trabzon'a geçti; Trabzon'unki, Veli Paşa, onun yerine gitti; Adana valiliğine Diyarbekir'li Çeteci Abdullah Paşa geldi; Adana valisi Çelebi Mehmed Paşa Karaman valiliğine gitti; Karaman valisi Habeşistan'a atandı; Kane valisi Ahmed Paşa Karlıili ve oradan da Negropont'a gönderildi; Köse Ali Paşa Kane'ye atandı; Kars valisi Abdülcelilzâde Hüseyin Paşa Musul'a atandı; Musul valisi Selim Paşa Sivas valiliğine atandı; Kan-diye valiliği Köprülü Ahmed Paşa'ya verildi, v.b. İzi, t. 68. issa^- 74 HMHMH HAMMER hülislâm, bu adamın deli olmadığına ve kanunun idamını emrettiği tehlikeli bir kâfir olduğuna hükmetti (110). Yeni Veziriazam’ın makamına oturduğu İstanbul'da tekrarlanan ihtarların dağılmaları için tesirli olmadığı, isyancı Le-vendlerin kesik başlarının gönderilmesiyle işaretlenmiş oldu. Bayezid Camii'nin minarelerinden birinin dam kısmını yakmakla kalan birinci yangın, halk arasında birtakım meselelerin söylenmesine yol açtı: Kelle sağ olunca başlıksız kalmaz (111) (11 Ekim 1746 - 25 Ramazan 1159). Dokuz gün sonra, Galata ve Balat'daki Yahudi mahallesinde aynı zamanda çıkan iki yangınla karşılaşıldı; evler birbirine bitişik olduğundan hepsi birden alevler tarafından yutuldu (20 Ekim 1746 - 4 Şevval 1159). Bayramdan sonra, divân memurları arasında aziller ve tâyinler yapıldı; bunlar her zamanki işlemlerdendi (112). En önemli değişiklik, Sultan’ın merhum emirler reisi Ak Mahmud'un oğlu (113) seksen yaşındaki Seyyid Mehmed el-Hü-seynf yi getirmek üzere, altı aylık hizmeti peşinden, kendi doktoru da olan Şeyhülislâm'ı azletmesiyle bu makamda görüldü (26 Ekim 1746-10 Şevval 1159). Sultan’ın doktorluğundan Şeyhülislâmlığa getirilen Hayatîzâde Mehmed, bu azli, azamet merakı ve gururuyla ihtirası yüzünden, kendisi âdeta davet etmiş(110) <ııi) <112) <113) İzi, f. 58, bu konuda, kendilerini müslüman tanıtarak bütün Osmanlı İmparatorluğunu dolaşan ve halkı hıristiyan yapmağa kalkışan melun Frenkler için uzun bir tenkit bahsi yazmıştır. Kelle sağ olsun cihanda bir külah eksik değil. İzi, f. 68. İşte îzi tarafından verilen listede (tevcihât) yer alan divan görevlileri: (Nazırlar) Kâhyabey, defterdar, Reisefendi, çavuşbaşı, nişancı, müsteşar, mektupçu (Veziriazam dâiresinin kâtibi), tezkereci (Devlet Şûrası Reisi), teşrifatçı, beylikçi (Veziriâzamlık makamı dâiresi âmiri), ikinci ve üçüncü defterdar, divân, nakid, şehir, mut-bak, arpalık olmak ve tersane de bulunmak üzere altı emînlik; Gelibolu, Selanik ve İstanbul fırın, baruthane ve dökümhane müfettişleri; altı yeniçeri, sipahi ve dört sınıf asker için yedi kâtip ve yirmiyedi devlet dâiresi için âmir. «Veziriazam tarafından fazlasiyle arzulanan Şeyhülislâmlık makamı 25 Ekim 174 6'd a gelip çattı. Şeyhülislâm, her işe burnunu sokması ve haraç alma yüzünden kendisini iğrenç hâle sokmuştu. Bunun yerine gelen Ak Mahmud (zade) merhametli olduğundan halktan saygı görmektedir; Veziriâzam'ın tuttuğu Yahudiler hakkında soruşturma açmakta tereddüt göstermemiştir; seksen yaşındadır.» Rigo'dan Burman'a, 12 Kasım 1746. OSMANLI TARİHİ ıD ti. Onun azledilmesi başlıca adalet makamı sahiplerinin de azledilerek görevlerinden uzaklaştırılmalarına yol açtı: Bunların arasında Rumeli Kadıaskeri ile Sultan’ın doktoru (114) da bulunuyordu. BÜYÜK TETKÎKCİ Ayıan valisi Veli Paşa, âsi Levendlerin baş sorguculuğuna (115) atandı. Bu görevi de makamına uygun düşen olanca şiddetiyle yerine getirdi; fakat rastladığı yerde Levendleri mahvetmekle yetinmedi; geçtiği her yeri de harabeye çevirdi. Gümrük kasabasına geldi ve orada aniden öldü. Osmanlı İmparatorluğu vak'anüvislerinin en müsamahacısı olan ve tarihle alâkalı görüşlerinin hiçliğini hitabet oyunlarıyla gizlemeğe çalışan izi bile ölümün fakirlerin bedduasından ileri geldiğini ve engizisyoncu-nun zulmünden İmparatorluk tab'asmın ancak bu ölüm sayesinde kurtulabildiğini kabul etmekten geri kalmamaktadır. Kurtarıcı şiddeti Levendlerin gücünü kırmaya yetmeyen eski Veziriazam Hekimoğlu Ali Paşa, bu konuda Sultan’ın eliyle yazılmış bir mektupla iltifatlarla mükâfatlandırıldı ve hediye olarak kendisine atlar ve bir hil'at gönderildi. Diğer bir Sultan mektubu da, Haleb, Hakka, Şam, Kudüs, Van, Kıbrıs, Vidin ve Ben-der vezir-valilerine makamlarında bırakıldıklarını bildirdi. Kap-dan-ı derya Soğanyemez Mahmud Paşa, donanmada soğan yiyenleri cezaya çarptırmakla ün yapmıştı; bu yüzden bütün donanmada hoşnutsuzluğa sebeb olduğundan yerine Başmirâhur Şehsuvarzâde Murteza Bey atanarak Mitylen'e sürüldü (116) (28 Kasım 1746 - 14 Zilkade 1159). Kısa bir süre sonra valiler arasında değişikliklerle karşılaşıldı ve Rumeli Beylerbeyi Yah(114) Rumeli Kadıaskeri, (Şeyhülislâm İsmail Efendl'nin oğlu) Mehmed Esad, nakîb Bulevizâde Mehmed Emin, Sultan’ın doktoru Said'in yerine Halil Efendi geldi. İzi, f. 72. (115) Hammer bu Paşa için «engizitör» sıfatını kullanmaktadır ve icraatına da uygun düşmektedir. (Ç.N.) (116) İzi, f. 79. Eski Veziriazam Ahmed Paşa Haleb valiliğinden Kandiye'ye atandı; Kandiye valisi Köprülü Ahmed Paşa onun yerine nakledildi; Rakka, onikibin kuruş geliriyle Kıbrıs'da vergi toplayıcı olan Abdullah Paşa'ya verildi; ellibin kuruş geliriyle Kıbrıs aynı unvanla Rakka valisi Pîr Murteza Paşa'ya verildi. 76 HAMMER ya Paşa, Yeniçerilerin bir isyan hareketini başlattıkları Nissa'-ya gitmek ve isyanı bastırmak emrini aldı (117). IRAN PRENSİ Bu olaylar cereyan ettiği sırada, İstanbul'da, İran elçisiyle birlikte Nâdir Şâh'ın yanına gitmiş olan murahhas Nazif Efen-di'nin Kazvin'le Tahran arasındaki Kerden ordugâhında bir barış anlaşması imzalamış olduğuna dâir sevindirici haber alındı (4 Eylül 1746 - 17 Şaban 1159). Nâdir Şâh Osmanlı murahhasını Hindistan'dan getirttiği tavuskuşu şeklindeki bir taht üzerine oturmuş olarak huzuruna kabul etmişti; bu münasebetle başında bir balıkçılkuşu tüyünden sorgucun süslediği elmasla işlenmiş bir taç vardı; kollarında inci ve yakuttan bilezikler görülüyordu; boynunda elmas bir kolye takılıydı; göğsünü elmas bir kalkan örtüyordu ve belinde aynı taşların süslediği bir kemer yer almıştı. Tahtının önünde birinci molla ve hepsinin elbiseleri altından dokunmuş, sarayında en yüksek makam sahibi yedi kişi tahtının önünde sıralanmışlardı. Osmanlı murahhasının (118) devrin en büyük, en şevketlû, en azametlû, en mehâbetlû hükümdarı Sultan Mahmud adına nutuk söylemesi ve itimad mektuplarını vermesinden sonra Nâdir Şâh, İran nezâketinin kurallarına uygun olarak murahhasa, zâtı şahanenin dimağının sıhhatli ve parlak olup olmadığım sordu (NOT: 5). Sonra onu tahtına yaklaşmaya davet etti ve Sultan Mahmud hakkında dostça sitemlerde bulundu-, sonra, sözü Caferi mezhebinin tanınmasına, Mekke'de beşinci bir âbide yükseltilmesine, itirazlı, münazaalı topraklara ve hazînelere (119) getirerek, iki imparatorluk arasında hüküm süren savaşın yerini samimi dostluğun alması hususundaki arzusunu bildirdi (120). Osmanlı murahhası ile Mayarkhan ve başmolla arasında yapılan beş toplantıdan sonra anlaşma imzalandı. Anlaşmada esas (117) (118) (119) (120) Eski Veziriazam Muhsinzâde Abdullah Paşa Bender'e gönderildi; Bender valisi olan oğlu aynı sıfatla Maraş'a atandı; Hekimoğlu Ali Paşa üçüncü defa Bosna valiliğine getirildi; Bosna valisi Süleyman Paşa Anadolu Beylerbeyliğine atandı. Hammer, yer yer murahhas ve elçi anlamlarında kelimeler kullanmaktadır. Biz de buna uymayı doğru bulduk. (Ç.N.) Mesheb-u mülkü mâl. Bigâneliği yekaleliğe. OSMANLI TARİHİ 77 olarak IV. Murad'la imzalanan anlaşmada belirlenen sınırlara uyuluyordu; ayrıca yeni olarak sadece üç madde bulunmaktaydı. Bunların birincisinde İranlı hacıların Osmanh hacıları gibi Hac-Emîrinin himayesinden yararlanacakları bildiriliyordu; ikinci maddeye göre iki hükümet karşılıklı olarak kalıcı maslahatgüzarlar gönderecek ve bunları her üç yılda bir değiştireceklerdi; üçüncü maddede ise iki tarafın savaş esirlerinin karşılıklı olarak ülkelerine gönderilecekleri belirtiliyordu (16 Aralık 1746) (121). Anlaşmanın imzalandığı İstanbul'da öğrenilir öğrenilmez, haber muhteşem bir divân toplantısında yayınlandı. O andan itibaren Bâb-ı Âlî'nin İran şahma göndereceği elçi üzerinde hazırlıklar başladı. Bu elçilik görevi Kızlarağası Beşir'in ölümünden kısa bir süre sonra affedilerek İstanbul'a gelmiş olan Kes-riyeli'ye verildi. Elçiliğinin haşmetli olmasını arzu eden Sultan, elçiye Sivas valiliği görevini verdi ve Ruznâme Birinci Dâiresi Başkanlığına atadı. İran'a girişinin göz kamaştırıcı olması için Sivas, Karaman, Adana, Haleb, Maraş, Hakka, Erzurum ve Di-yarıbekir valiliklerinden birkaç büyük zeamet ve oniki kişilik küçük timarlı birlikler vermeleri istendi. Her zeamet sahibine bir kese para ve bir çadır gönderildi; her timarlıya yüz kuruş ve bir çadır verildi. Böylece, hepsi birden elçiye dörtyüz atlıdan oluşan bir maiyyet meydana getirdiler. Elçilerin değiştirilmesi işiyle Bağdad Valisi Ahmed Paşa görevlendirildi. Nâdir Şâh, elçi olarak seçtiği Mustafa hana halifeler halifesi ünvanmı verdi. Elçinin, beraberinde Delhi tahtında olduğu gibi yakut ve incilerle süslenmiş bir taht, son icâd altın dokuma birçok kumaş ve dört fil dizisiyle geldiğini öğrenen Bâb-ı Âlî, Osmanh ihtişamını (122) göklere çıkaran Atalarsözünü yalancı çıkar(121) Şahın mektubunun tamamının yer aldığı, İzi, f. 81'e bakınız ve mektubun mühtiründe şu ibare bulunuyor: Bergüzidei Kaadir, der cihanı bûd Nâdir, yâni, Nâdir bu dünyada Allah'ın seçtiğidir; 82. sayfadaki veliahd prens Şahruh'un Veziriâzam'a gönderdiği mektuba bakınız, bu mektubun sonundaki mühürde şu ibare bulunmaktadır: Si nâmı Şahrûh çun mihr ez teyidi rebbanî nümüyün est firri devleti assari cihanbâni, yâni, Allah'ın lûtfuyla İmparatorluğun şanı ve dünya hâkimiyetinin vârisi Şahrûh adı güneşle aynı eşitlikte parıldar; iki barış anlaşması için, f. 86'ya da bakınız; İran anlaşması, f. 85; f. 86 - 91, görevi dolayısiyle Mustafa Efendi'nin Nazif Efendi'ye gönderdiği fezleke. <122)- Mal der Hindistan, akl der Frengistan, haşmet der âli Osman, yâni, 78 HAMMER mamak için hiçbir şeyi ihmâl etmedi: Anadolu'da son derece güzel doksan Türkmen atı buldurdu; İmparatorluğun en bilgin müderrislerinden Numan Efendi'yi elçilik karargâhı kadısı sı-Catiyle elçinin yanına verdi, dönemin en seçkin şâirlerinden Kırım asıllı Rahmi'yi de elçilik müverrihi olarak atadı, parlaklık, ve ihtişâmlariyle birbiriyle yarışan sayısız hediyeyi de götürülmek üzere ayırdı (NOT: 6). Hediyeler sayıca ve ihtişam bakımından Bâb-ı Âlî'nin o güne kadar çeşitli Asya ve Avrupa hükümdarlarına göndermiş olduklarını fersahlarca geride bırakıyordu. Pasarofça barışı münasebetiyle gönderilen hediyelerin sayıca kırkdokuz olduğunu ve değerlerinin Osmanlı İmparatorluğu elçilik heyetinin bütün masrafları da dâhil olmak üzere yekûnun ikiyüzbin kuruş tuttuğunu görmüştük. Bu defa hediyelerin sayısı altmışdokuzu buluyor ve değer olarak yediyüz keseyi buluyordu. Elçinin maiyetindekilerin sayıları bine ulaşmıştı. Hediyelerin hazine kâhyası tarafından Bâb-ı Âli sarayında Veziriazam'a tahsis edilen dâireye taşıtılmasmdan birkaç gün sonra ve orada teşhire açıldıkları sırada, Veziriazam, Şeyhülislâm, Kapdanı derya, aga paşa, elçi Kesriyeli, defterdar, defteremîni ve eyâletler iki Ka dıaskeriyle hediyelerin listesini düzenlemek, kasalara yerleştirmek ve bunları Devletin büyük mührüyle mühürlemek üzere teşhir salonuna gittiler; bu muamele bitince hediyeler saraya taşındı ve orada Osmanlı elçisine teslim edildi (20 Aralık 1746 -6 Zilhicce 1159). Kısa bir süre sonra gösterişli bir merasimle huzura kabul edilen elçiye banş anlaşmasının tasdikli nüshası verildi ve beş güven mektubuyla İstanbul'dan ayrıldı (19 Ocak 1747 - 6 Zilhicce 1159) (123). Aynı döneme doğru, o zamana kadar İstanbul'da görülmemiş olan Kırım hanı Selim-Giray davet edilerek gelmesi payitaht için bir bayram vesilesi oluşturdu. Payitahtın surları dışında atından inen Selim-Giray, Demirkapı çiftliğinde Bâb-ı Âlî nez-dindeki maslahatgüzarı tarafından karşılandı (4 Ocak 1747 -21 Zilhicce 1159). Ertesi gün, Veziriazam, Şeyhülislâm, vezirler, Kapdan-Paşa, vezirler, Yeniçeriağası, çavuşlar, müteferrikalar, hazîneler Hindistan'da, zekâ Frengistan'da, haşmet Osmanlı hanedanında. (123) Perili bahri. İzi. OSMANLI TARİHİ 79 divân Efendileri ve birliklerin ağaları refakatinde şehre gözalı-cı bir alayla girdi. Kendisi için düzenlenen bir ziyafette kendisine bir hil'at verildi; kendisiyle birlikte İstanbul'a gelen hazinedara ve Şirin Bey'e de aynı şekilde tilki ve hermin kürkler giydirildi. Üç gün sonra Suitan'ın huzuruna kabul edildi; kendisine samur bir hil'at giydirildi, elmaslarla süslü kıymetli bir hançer, mücevherlerin zenginleştirdiği bir saat, iki kese duka altını, içinde saray kokularının şişeler içinde yer aldığı, beşbin kuruş değerinde bir altın kutuyla mükâfatlandırıldı. Veziriazam, Şeyhülislâm ve Bâb-ı Âli nazırları, Suitan'ın verdiklerinden ayrı olarak Selim-Giray'a hediyeler sundular ve kendisine tekrar bir kapanca giydirildi (2 Şubat 1747 - 20 Muharrem 1160). Daha sonra Deniz Kanadı adı konulan bir savaş gemisinin denize indirilişi merasiminde hazır bulundu. Nihayet gösterişli bir merasimle, Veziriazam, bütün nazırlar ve Paşalar tarafmdan geçirilerek şehirden çıktı. O gün Sultan, gittiği Aksaray'daki dörtyol ağzında (9 Şubat 1747 - 28 Muharrem 1160), yeni yaptırdığı bir çeşmenin bulunduğu tepede Giray’ın alayının geçtiğini gördü. Sağa sola selâmlar vererek alayın saflarını geçen Veziriazam gelip Selim-Giray'ın yanında yer aldı. Kırım hanı, yol masrafı olarak Suitan'ın verdiği ikibin duka altınını Veziriazamın elinden aldı. Veziriazam da kâhyası vasıtasiyle Kırım hanına koşumlarının zenginliği göz kamaştıran bir at hediye etti. Veziriazam, nazırlar ve Paşalar Kırım hanını şehrin kapısına kadar geçirdiler ve hanın aynı zamanda maslahatgüzarlığı görevini yürüten Reisefendi Demirkapı çiftliğine kadar kendisinin yanından ayrılmadı. İran tahtı üzerinde hak iddia eden ve son sefer sırasında törenlerle uğurlanan şâh Hüseyin'in oğlu olduğunu ileri süren İranlıya gelince, aynı döneme doğru bütün büyüklük ümitlerini kaybetmiş bir halde geri döndü, İran'a karşı savaş açıldığında, bir İran prensi için gerekli her şey emrine verilmişti: Kuvvetli bir ordu ile sınırlara götürülmüştü; zira, Bâb-ı Âlî, onun, Nâdir şahın yerine İran tahtına geçeceği ümidini besliyordu. Fakat, İran tahtının gasbcısı Nâdir Şâh, zaferlerinin karşılığında Bâb-ı Âlî İran prensi sıkı bir muhafaza altında önce Şarkî-Karahi-sar'a gönderildi; sonra, kısmen açık ve büyük yolun yakınında ^^H 80 •■'•^2&’ın\ HAMMER olan bu şehir güvenli bir hapishane görünümü vermediğinden Samsun'a nakledildi. Ayni âkibet, önce Trabzon'a kapatılan, sonra Tokat'a nakledilen ve bu iki şehrin birinden veya ötekinden kaçacağı korkusuyla Sinop'a götürülen İran ham Mirza -Şam'ın da başına geldi. Bu olaylar arasında Yeniçeriağası İbrahim Aydın valiliğine atandı ve bostancıbaşı emekliye çıkarıldı; yerlerini kanun gereği rütbece hemen kendilerinden sonra gelenler aldı: İlkinin yerine kulkâhyası geldi; ikincinin yeri ise, hasekiağa tarafından dolduruldu. Diğer üç çok yüksek makam sahibinin de değiştirilmeleri uygun görüldü: Bunlar Kâhyabey (İçişleri Nâzın), çavuşbaşı (saray mareşali) ve defteremini idi. Eski sınır komiseri, İsveç, Rusya ve Fransa elçisi Mehmed Said, Veziriâzam’ın kıskançlık duygularının uyanmasına sebeb olduğundan eski görevi olan Maliye dâiresi reisliğine iade edildi. Mehmed Said'in bulunduğu makamlar çavuşbaşı Seyyid Abdi Ağa'ya verildi, onun görevi de Petervaradin savaşında şehid düşen Veziriazam Çorlulu Ali Paşa'nın mühür muhafızı Mustafa'ya verildi. Eski Şeyhülislâm Pirîzâde Mehmed Efendi ile damadı Osman Molla'-nın hac farizasını ifâ edip dönüşlerinde, arpalık olarak kendilerine verilen Gelibolu gelirinden yararlanmaları hususunda bir ferman yayınlandı (16 Mart 1747 - 4 Rebiul'evvel 1160). Geçen yıl olduğu gibi, bu yıl da İstanbul, yeniçağların en büyük şâirlerinden birini kaybetmenin derin üzüntüsü içinde kalmıştı. Geçen yıl, Beşiktaş Nakşibendî Tekkesi şeyhi Necarzâde diye anılan, Semerkandlı şeyh Ebu Abdullah Seyyid Mehmed'in «Evliyalık Hülâsası» (124) adlı eserinin mütercimi ve Hz. Peygamberin fahriyesi olarak (125) dört ciltlik külliyatın yazan Mustafa Riza Efendi altmışaltı yaşında vefat etmişti. 1160 Hicrî yılı içinde, büyük evliyalık şöhretine sahip, şeyhlerin şeyhi (126) ve büyük babası I. Ahmed saltanatı sırasında Mustafapaşa Tekkesi şeyhi olan şeyh Nureddin, bütün mutasavvıf şeyhlerin birincisi Veys-al-Karanî'nin türbesini ziyareti sırasında doksanüç yaşında dünyadan ayrıldı (19 Şubat 1747 - 8 Saf er 1160). Şeyh Nureddin o kadar saygı görüyordu ki, Sultan sık sık kendisine (124) Compendium de saintete. İzi, f. 52. (125) Hz. Peygamberin övgüsü mânâsında. (Ç.N.) (126) Şeyhi-şuyûh, İzi, f. 110. Aynı yerdeki biri Kadıasker Naili, diğeri Eyyub suyolcusu Necib Efendi'nin hitabelerine bakınız. OSMANLI TARİHİ 81 gidiyor ve hayr duasını alıyordu. Şeyhin cenaze namazını Şeyhülislâm kıldırdı ve binlerce insanın ortasında Veziriazam elinde kürekle gömülmesine yardımcı oldu. Şeyh, Çarşı yakınında, kudretine son olmayan Kızlarağası Beşir'in mezarının yanma gömüldü. Kısa bir zaman sonra oğullarından üçü de vefat etti: Dördüncü oğlu Kutbeddin, mânevi üstünlüğünün mirasçısı olarak yukarıda adı geçen tekkede postnişîn (127) görevini sürdürdü. FRANSA'NIN TEŞEBBÜSÜ İran'la yapılan anlaşmanın esasları müzâkere edildiği sırada, Fransız elçisi Castellane ile Bonneval (NOT: 7) Fransa ile taarruzî ve tedafüi bir ittifak anlaşması imzalaması hususunda Bâb-ı Âli üzerinde baskı yapmaktan geri kalmamışlardı. Osmanlı Nazırları, Castellane’ın on maddeden oluşan ittifak taslağının dinlenmesi ve tartışılmasına üç gizli oturum ayırmışlardı. Bu on madde şöyleydi: Birinci madde: Bâb-ı Âlînin olağanüstü yetkili murahhasları Avrupa'da barışın tesisi için toplanacak kongrede hazır bulunacaklardır; madde iki: Fransa ve Bâb-ı Âlî, Toskan büyük-dükünün tahttan feragat etmesi hususunda baskı yapmayı taahhüd ederler; madde üç: Sultan Macaristan'daki fethettiği yerleri muhafaza edecek; dördüncü madde: Büyük-dük tahttan feragat edinceye kadar savaş devam edecektir; beşinci madde: Fransa kralı ile yapılan anlaşma onun müttefikleri için de geçerli olacaktır; altıncı madde: Bu anlaşmaya dâhil devletlerden hiçbiri Toskan büyük-dükü ve Macaristan kraliçesiyle (128) ayrıca müzâkerelere girişemeyecektir. Dresde'de Marie-Therese ile Frederic arasında anlaşma imzalandığı haberi bu müzâkerelerin kesilmesine yol açtı ve Fransız elçisi Castellane’ın müteakib yıl müzâkereleri yeniden canlandırma yolunda sarfettiği gayretler, Kâhyabey Said Efendi, Şeyhülislâm Hayatîzâde ve doktorun yardımlarına rağmen (her iki(127) Bilindiği gibi dervişler ve şeyhler halılar üzerine değil kuzu postu üzerine otururlar. (128) Proje Avusturya elçisi Penkler'in 3 Şubat 1746 tarihli raporuna eklenmiştir. Haberi almak Penkler'e dört kese paraya malolmuştur. Hammer Tarihi, C: VIII. E: 6 82 HAMMER si de Fransa'nın dostuydu) (129) netice vermedi: Gerçekte Meh-med Said, mizaç olarak çekingen ve kararsız olduğundan üzerine hiçbir sorumluluk yüklenmek cesaretini gösteremedi, Şeyhülislâm ise azledildi. Her ne kadar açgözlü idiyse de, gözü pek olmayan Reisefendi, kendisinin başını tehlikeye düşürebilecek böyle bir plâna yardımcı olmak istemedi; zâten Bâb-ı Âlî Nazır? lan Fransa'nın Avusturya ile savaşa devam niyetinde olmadığını ve böyle olunca Bâb-ı Âlî'nin bir başına tehlikeli bir savaşı üstlenmiş olacağı kanaatini taşıyorlardı. Bonneval, kont Pod-wils'e yazması için tsveç elçisi Carlson'un dönüşünden faydalandığı ve Bâb-ı Âlî'nin I. Frederic'le (130) sürdürdüğü yazışmaları yeniden başlatmayı son derece arzu ettiğini konta yazdırdığı hâlde, Osmanlı İmparatorluğu ile Prusya arasındaki münasebetleri yeniden canlandırmayı başaramadı. İspanya ile ittifak bu devlette Napoli engeli ile karşılaştı: Bu engel, aşılması imkânsız olan Papa ile yapılmış haçlı seferleri anlaşmasıydı ve bu sayede İspanya her yıl büyük rakamlara varan maddî çıkarlar elde ediyordu. BONNEVAL'İN ÖLÜMÜ Bonneval, Avusturya hükümetine karşı, alamamış olduğu yirmidörtbin beşyüz florinden kaynaklanan ve düşmanlık derecesine varmış bir kin besliyordu; bu parayı, daha sonra Guastal-la savaşında ölen gayri meşru oğlu Tour kontu için değil, babasından, yâni kendisinden kaçırılan ikibin ciltlik bir kütüpha(129) «VTI. Charles'ın ölümünden sonra, Veziriazam Fransa elçisine tahtın Avusturya hanedanı eline geçmesinden üzüntü duyacağını kesinlikle haber verdirdi ve Bavyera’nın yakında Macaristan'la anlaşacağı belirtileri üzerine, Veziriazam bundaki maksadın vakit geçirmeden takibedilmesi hususunda Fransız hükümetine acele uyarı yazıları gönderdi. Bu iki beyanı, Fransa hükümetinin Bâb-ı Âlî tanımadan Toskan büyük-düklüğünün meşruluğunu tanımayacağı beyanı takibetti.» Castellane’ın Bâb-ı Âlî Hatıratı, 29 Temmuz 1746'da Bâb-ı Âlî'yi Macaristan sınırında gösterilerle bir oyalama hareketine razı etmek hususunda gayretler bölümü. (130) Prusya kralı Potsdam'dan kont Podwils'e yazdığı 22 Kasım 1746 tarihli mektubunda Türklerin savaş ilânının kendisini rahatsız etmeyeceğini, bunun Türklerle Avusturyalılar arasında mütârekeden önce, yâni 1748'den önce gerçekleşemeyeceği kanaatinde olduğunu belirtiyor. OSMANLI TARİHİ 83 nenin ve ondan kalan, ama kendisinden kaçırılan eşyalar için istiyordu (131). Bonneval zaten hâlihazır durumundan da son derece gayri memnundu; bu da kendisine yapılan ücret ödemelerindeki belirsizlikten geliyordu; bu hususta Reisefendi de ona karşı müsait davranmamaktaydı; çünkü onun birçok Avrupa devletlerince aylığa bağlanmış olduğunu biliyordu (132). Bu durumda, Bonneval, gizlice Fransa'ya dönmeyi tasarladı ve bu tasarısını gerçekleştirmek için, Castellane'ın yerine atananla müzâkerelere girişti; Fransız elçisi ona, Dışişleri Nâzın Argenson adına, Bâb-ı Âli'yi Avusturya'ya karşı silahlanmaya ikna etmek görevini verdi (NOT: 8) ve Fransa'nın Napoli elçisi L'Hopital de ona aynı görev üzerinde duran bir mektup gönderdi. Bonne-val'in Fransa'ya dönmesine müsaade eden mektup, Peyssnol tarafından şifresi çözülmüş olarak kendisine verildi. Fakat, Bonneval ertesi gün, ilerlemiş goutte (nikris) hastalığından, vasiyetnâmesiz, on kese borç bırakarak öldü (23 Mayıs 1747). Kendini Bonneval'in gayri meşru oğlu olarak tanıtan kırkbeş yaşındaki mühtedi Süleyman, bombacılar kumandanı olarak babalığının yerini aldı (Haziran 1747), aynı şekilde Macar mühtedisi İbrahim Müteferrika'nın oğlu İbrahim, babasının ölümünden soır-ra, geçen yıl, İmparatorluk matbaasının müdürlüğüne getirilmişti. Bonneval, yeni İsveç elçisi Tessin'e, Carlson'un İstanbul'da kalmasını sağlamak üzere başvurmuştu; bununla beraber, Cari-son geri çağırılarak yerine önce maslahatgüzar, peşinden elçi olarak Celsing atandı (1745). O sırada Türk devleti üzerine küçük bir eser yazmış olan Porter (133), İngiltere'nin İstanbul elçisiydi. Yazdığı eser, aynı zamanda İstanbul'da Venedik elçiliğinde kâtip olarak görev yapan Busineiio'nunkinden (134) daha az önemli değildi. Aynı (131) Bonneval bahis konusu tazminatı hiçbir zaman alamadı. (132) Fransız elçisi Castellane Bonneval'e verilen şeref maaşının muntazam olmadığını söylüyor; Reisefendi ise Bonneval'in Sultan'dan, Fransa ve iki-Sicilya'dan şeref aylığı aldığına işaret ederek: «Üç ağzıyla yiyor» diyordu. (133) Observation on the religion, law, government and manners of the Turks. Lyon, 1768. (Türklerin dini, hukuku ve yaşayış tarzları üzerine müşahedeler). (134) Pierre Businello, Osmanlıların hükümeti, âdet ve yaşayış tarzı üzerine rapor, Leipzig, 17SS. iOTte^ 84 HAMMER dönemde Cizvit Borowski altı kişilik bir mâiyyetle gelerek, Polonya adına, Tataristan'da temsilcilik ve Sira'da bir misafirhane tesisi talebinde bulundu. Kendisine iyi muamele edildi ve bahis konusu ülkelere gitmesi hususunda fermanlar verildi, tki yıl önce Veziriâzam'ın hetman Podocki'ye Rusya'nın Ukrayna (135)'ya karşı silâhlanıp silâhlanmadığını sorduğu mektuptan bu yana Bâb-ı Âlî'nin Polonya ile diplomatik bir ilişkisi olmamıştı. RUSYA ÎLE BARIŞ ANLAŞMASININ YENİLENMESİ Kırım hanını İstanbul'a çağırarak ve yukarıda bahsettiğimiz şekilde parlak bir törenle karşılayan Bâb-ı Âlî, kendi politikasının tesiri üzerinde fikir alış verişinde bulunmuştu; Osmanlı İmparatorluğu İran'la barış anlaşması imzalamıştı ve bu gösteri hareketiyle aynı menfaatler üzerinde birleştikleri tesirini uyandırmak istemişti. Kırım hanı, Rusların Kabarta halkını kendi hâkimiyetleri altına almak istemelerinden şikâyet etti, oysa son anlaşmada halkın bağımsız olduğu beyanı bulunuyordu; Zaporoglar için de durum aynıydı. Rus elçisi Nepluieff bu hususları hükümetine bildirdi; fakat Kırım hanlığına bir konsolos atanması yolundaki teklifine, Tatarların vahşi oldukları, Fransız konsolosuna çok kötü muamele ettikleri, bu hususta bir karara varmadan önce hanın memleketine dönmesinin beklenmesinin yerinde olacağı cevabı verildi. Nepluieff, iki ay sonra, barış anlaşmasının ve son anlaşma ekinin yenilenmesi hususunda görüşmelerde bulundu. Yenilenmeden maksat, sadece anlaşmada geçen prens İvan adı yerine imparatoriçe Catherine (Kate-rina) adının yazümasını mümkün kılmaktı. Zâten anlaşma sürekli olarak yapıldığından yenilenmeğe gerek olmamakla beraber, Reisefendi bu şartlar içinde yeni bir menfaat kaynağı gördü ve Rusya'nın isteğine can ve gönülden rıza gösterdi. Böylece, sürekli barış anlaşması imparatoriçe adına düzenlenen bir anlaşmayla yenilendi (10 Nisan 1747 - 29 Rebiul'evvel 1160). (135) Veziriazam Hasan Paşa'nın Polonyalı general Potocki'ye mektubu (Şubat 1744). OSMANLI TARİHİ 85 AVUSTURYA BARIŞ ANLAŞMASI SÜRESİZ UZATILDI Bâb-ı Âlî, İmparator I. François’nın tahta çıkmasından sonra olağanüstü yetkili murahhas veya elçi olarak atanan baron de Penkler'in (136) muhteşem bir törenle huzura kabul gününü önceden belirlemişti; Penkler, İmparatorun tahta çıkışını bu kabulde resmen tebliğ etmiş olacaktı. Fakat, Reisefendi, elçinin güven-mektubunda İmparatorun unvanları arasında Kudüs kralı sıfatının geçmesi üzerinde durdu. Gerçekten de, Kanunî Sultan Süleyman'ın saltanatı döneminde bu konudaki itirazlardan sonra Bâb-ı Âli'ye gönderilen Avusturya resmî vesikalarından bu unvan kaldırılmıştı. Reisefendi'ye göre, bu hususun bilmezlikten gelinmesi, Osmanlı İmparatorluğu hükümetine karşı bir saygısızlıktı. Reisefendi, evvelce memlekete sahib olduğu için Sultan, Macaristan kralı unvanım kullandığı takdirde bunun uygun görülüp görülmeyeceğini baron de Penkler'e sordu. Elçi, İmparatorun kullandığı unvanın Lorraine dükleri tarafından kullanıldığı için fazla önemi olmadığını belirtmekle yetindi. Bütün itirazlarından bir netice çıkmadığından unvanı silmek zorunda kaldı. Napoli kralları da güven mektuplarından aynı unvanı kaldırmak zorunda kalmışlardı. Böylece, Penkler'in güven mektuplarındaki unvanlar değiştirildi. Bu olayı İmparatorluk müverrihi (tarihçisi) muzafferâne bir eda ile nakletmekte ve buradan sözü Belgrad (137) anlaşmasına getirerek, Sultan Mah-mud'un ek anlaşmaya konulan bazı ifâdelerin çıkarılmağa zorlanması karşısında: «Cenab-ı Hak isterse, zamanı gelince onlar (136) Penkler'in raporu. Müzâkereler ve neticesi için İzi Tarihi'ne, f. 160 ve 161, bakınız. Tarihi 1818'de yayınladığı ve İzi Tarihi İstanbul'da otuzdört yıl önce yayınlandığı ve anlaşmanın metni Penkler'in 2 Ağustos 1747 raporunda ek olarak bulunduğu halde Schoel bu olaydan habersizdir; Türkçe metinden önce anlaşmaya getirilen değişikliğin sebeblerini izah için bir giriş bulunmaktadır. Rusça nüshada bu giriş yoktur. (137) Belgrad anlaşmasında bazı ifâdeler için Bâb-ı Âlî'ye yapılan baskılar sonunda bunların değiştirilmek zorunda kalınması Penkler'in güven mektubuna karşı takınılan tavırla telâfi edilmiştir. İzi geniş tarihî bilgisiyle Hudeybiye anlaşması sırasında Kureyşlilerin Hz. Peygamber'i bazı kelimeleri değiştirmeye zorladıklarını, Peygamber'in de Saffeyn savaşında bunu ödeyeceklerini bilerek razı olduğunu anlatmaktadır. . 86 HAMMER bu yaptıklarını bize ödeyeceklerdir» haklı olduğunu imâ etmektedir. (138) sözünü söylemekte Penkler, huzura kabul merasimlerinden sonra, biri Toskan büyük-dükü sıfatiyle bir dostluk anlaşması imzalanmasını başarmak, diğeri Belgrad anlaşmasının müddetsiz olarak uzatılmasını hedef alan ikili müzâkerelere girişti. Bu sürekli barış hususunda ilk fikir, kendisini zenginleştirecek hâdise ve müzâkereleri harekete getirmekte ve sonra bunları sadece altının yoluna koyabileceği güçlüklerle kuşatmakta usta olan Reisefendi'-den geldi. Barış ve dostluk anlaşmasiyle alâkalı müzâkerelerin cereyanı sırasında, Reisefendi, kendisine Fransız elçisi Castel-lane ve Bonneval tarafından telkin edilen bir itirazı ortaya attı: Varcki tarafından yazılan Floransa tarihinde Come de Medicis, şövalyeleri Malta şövalyeleri gibi Müslümanlara karşı açıkça savaş hâlinde bulunan Saint-Etienne mezhebinin kurucusu olarak gösterilmişti; bu böyle olunca, Bâb-ı Âlî ile Toskana arasında hiçbir dostluk mevcut bulunamazdı. Avusturya elçisi Penkler, Reisefendi'ye zekîce bir cevap verdi: Eğer eski düşmanlıklar ebedî olmuş olsaydı, Kur'an'da «Bütün kâfirleri ölümle cezalandırınız.» yazdığına göre, Babı Âlî hıristiyan devletlerle nasıl barış hâlinde yaşayabilir ve dostluk münasebetlerini sürdürebilirdi? Her hükümdar, diye ekledi, devletlerinin iyiliğini kendi vicdaniyle barıştırmayı hedef bilmelidir; Bâb-ı Âlî'nin de aynı anlayış içinde olduğunu ümit etmek gerekir. Bâb-ı Âlî tarafından diğer bir güçlük, «ebedî» kelimesiyle ifâde edilen Belgrad barışının sürekliliğine karşı çıkarıldı. Ebedî sözünün Kur'-an'a aykırılığı üzerinde duruluyordu; fakat, Bâb-ı Âlî Rusya ile «ebedî» (139) bir anlaşma imzalamış olduğuna göre bu itiraz fazlasiyle garipti, üstelik bu anlaşma, bahis konusu kelimeye dokunulmadan daha son zamanlarda yenilenmişti. Reisefendi, sadece «uzun müddet» (140) sözcüğünün kullanılmasını istiyordu; elçi, bunlara karşı sürekli ve ebedî (141) kelimelerini tercih ediyordu. Nihayet sürekli ve devamlı (142) kelimeleri üzerinde karar kılındı. Fakat, Türkçe nüshada bu iki kelimeye şeri(138) (139) (140) (141) (142) İnşallah vakti ile mukabele ve mükâfat olur. Müebbede. Memdûd, yâni uzun müddetli. Dâim veya müebbed. Dâim vü berkarar. OSMANLI TARİHÎ 87 atin (143) müsaade ettiğince uzun müddet kelimesinin tercih edildiğini belirten ek bir madde konuldu. Bütün bu güçlükler, Fransa'nın menfaatlerinin savunucusu, fakat, Bâb-ı Âlî'yi Avusturya'ya karşı bir savaşa kışkırtmağa gücü yetmediğinden hiç değilse bu iki devlet arasında dostça ilişkileri engellemek isteyen Şeyhülislâm Hayâtizâde'nin başının altından çıkıyordu. Ha-yâtizâde, Avusturya İmparatoruna verilen Kudüs kralı unvanına şiddetle karşı çıkanlar arasında yer almıştı. Bu jjeyhülis-lâm’ın ve peşinden seksenlik Şeyhülislâm Mahmudzâde Zeynel-âbidin'in azledilmelerinden sonra istediği gibi hareket etmekte serbest kalan Reisefendi, imparatoriçenin anlaşmanın Avusturya'ya verilecek nüshasında Almanya İmparatorluğunun tek vârisi olarak kalmasına razı oldu ve anlaşmanın Türkiye nüshasında Sultan'ınkilere eklenen Kudüs unvanı yakışıksız kaçacağı düşüncesiyle kaldırıldı. Nihayet, müddetsiz olarak yenilenen için olduğu gibi, Toskana ile yapüan anlaşma için, her birine üçbin duka altını verildi. Avusturya İmparatorluğu için ölümcül bir mânâ taşıyan Belgrad barış anlaşması, imparatorluğa daha önce onbeşbin duka altınına malolmuştu, büyük, değeri olan yüzük de bu rakama dâhil değildi. Böylece, Fransız elçisi Castel-lane ve iki gün önce ölen Bonneval'e rağmen, Bâb-ı Âlî Avusturya ve Toskana ile sürekli bir anlaşma imzaladı (25 Mayıs 1747). Yedi aylık bir süre içinde Osmanlı İmparatorluğu İran ile bir anlaşma yapmış, Rusya ve Avusturya ile mevcut anlaşmaları da müddetsiz olarak yenilemişti. (143) Mesâg-ı şer-i olduğu veçhile müddet-i memdûde. îzi, f. 116. ALTMIŞDOKUZUNCU KİTAP Hırka-1 Şerif Dâiresi. — Veziriâzam'ın azli ve yerine Seyyid Abdullah Paşa'nın atanması. — Nâdir Şâh’ın ölümü. — Olağanüstü yetkili elçi Kesriye-li'nln İran'a dönüşü. — Memlûklerin katliâmı. — Birçok valinin atanması. — M. de Desalleurs. — Hattî Mustafa murahhas olarak Viyana'da. — Evlenmeler, inşâatlar ve kitabeler. — İstanbul ve Bağ-dad'da isyan. — İran ve Napoli elçilikleri. — Kırım hanının ölümü. — Vezirlerin atanma ve değiştirilmeleri. — Şeyhülislâm Esad, Nailî ve Bıçakçılar imamının ölümleri. — Tabiat Olayları. — Kesriyeli, Pirîzâde ve Reisefendi Mustafa'nın ölümü. — Bedeviler arasında Abdulvehab tarafından gerçekleştirilen İslâmiyet'te reform hareketi. — Bu mezheb adamının doktrini. — Arabistan'dan felâket haberleri. — Bir para hazînesinin keşfi. — Eflâk Prensi, Şeyhülislâm ve Veziriâzam'ın azilleri. — Yeniçeri-ağası sarayının ve sarayda bir köşkün inşâatı. — Bir Hind elçisinin gelişi. — İran olayları. — d'Aix-la-Chapelle barışı üzerine Bâbı Âlî'nin görüşü. — İstanbul'daki Avrupa devletleri elçilerinin gayretleri. — Kışlalar, sayfiye köşkleri ve kalelerin inşâsı. — İç karışıklıklar. — Deniz olayları. — Veziriâzam'ın azli ve Kızlarağasının idamı. — Deprem ve kasırga. — Yunanlıların ayaklanmaları. — Bâb-ı Alî tercümanları ve voyvodaların değiştirilmesi — Fransız, İsveç elçilerinin ve bir Danimarka murahhasının gayretleri. — Venedik ve Kaguza. —- Polonya ile muhâberât. — Yeni Sırbistan ve Kabarta'da anlaşmazlıklar çıkması. — Gürcistan ve Irak olayları. — Sultan'ın inşâatları ve ziyaretleri. — Galata Sarayı kütüphanesinin açılması. — Deprem. — Birinci Mahmud ve Şeyh Yusuf'un ölümü. HIRKA-t ŞERİF DAİRESİ TRAFDAKİ bütün devletlerle yenilenen banş anlaşmalarının verdiği huzurla, Sultan Mahmud, kendisini başlıca zevki olan inşaat işlerine tamanüyle adadı. Fakat ne yazık ki, son zamanlarda akınlarından şikâyetçi olan Ruslarla ba- E OSMANLI TARİHİ S9 nşı devam ettirmek nıaksadivle Kuban Tatarlarını zabt-ı rabt altında tutmak için Açan adasında yaptırdığı bir yeni hisar istisna edilirse, yükselttiği yapıların hemen hepsi göze çarpmayan veya faydasız şeyler oldu. Nimet ve Nevres Efendi kafiyeli kitabelerinde Beşiktaş yazlık sarayının tamamlanmasını kutladılar ve onu Doğu'nun en ünlü yedi sarayı arasında saydılar: Bu saraylar Dicle üzerindeki Keyhusrev Nuşiravan (1), Medain'deki (2) Keyhusrev Perviz ve Oronte (3) üzerindeki eşi güzel Şirin'di ve yeni yapıyı Arap hükümdarı Naaman'ın Irak'da (4) yaptırdığı diğer iki sarayla Hahramout'da ve Yemen'de Hom-yar kral (5) ailesi tarafından yüceltilen saraylarla da kıyasladılar. İmparatorluk müverrihi, sanatkârâne nesrini, yeni tamir ettirilen Sinanpaşa Köşkü'ne yerleştirilen ve hazineden ondört-bin dirhem gümüş çekilerek sırf bu mâdenden imâl edilen tahtı başariyle övmek için kullandı; yazar bu tahtı gözalıcı bir us-lûbla överken, onu eski İran hükümdarı Keykavus'un tavus (6) biçimindeki tahtından da üstün gösterdi. Avrupa'da aşağı yukarı bilinmeyen ve Asya'da unutulan bu hükümdarın adı böylece yeniden duyurulmuş oldu. Tarihin en yerinde övgüîeriyle saraydaki kutsal emânetler salonunu tasvir etti. Sultan'ın yatak odasının yanındaki odada, bu kutsal emânetlerden Hz. Peygamberin yeşil renkli olan sancağı, kılıcı, yayı ve borda (7) denilen siyah kumaştan hırkası imparatorluğun paha biçilmez kıymetleri olarak muhafaza ediliyorlardı. Peygamberin sancağı İmparatorluğun bayrağı idi ve ordu savaşa giderken, muhteşem bir merasimle birliklerin serdarı olan Veziriâzam'ın ellerine teslim ediliyordu; sefer dönüşünde aynı törenle teslim almıyordu. Hz. Peygamberin kılıcı tahta çıkan Sultanlar tarafından kuşanılıyordu ve kutsal hırka (8), her yıl Ramazan ayının ortasında törenle ziyarete açılıyor, saray subayları, büyükler ve Nazırlar tarafından ziyaret ediliyordu; Hz. Peygamberin hırka(1) (2) (3) (4) (5) (6) (7) (8) Taki Kesra. Taki Muşgu. Kasrı Şirin. Havernak ve Sedir. Hadramut'daki Kasrı Muşeyed ve Sana'daki Gomedan. Tahtı Tavus; Tahtı Keykavus. Orada Ebubekir, Ömer ve Osman'ın ve Peygamberin diğer ashabının da kılıçları görülmektedir. Hırka-i şerife. 90 HAMMER sının bir ucunun batırıldığı su kutsal sayılıyor, saray ileri gelenleriyle şehrin eşrafına dağıtılıyordu. Sancak-ı Şerif ve hırka ayrı ayrı kırk bohçada muhafaza ediliyor, gümüş bir kasada korunuyordu. Diğer eşyaların muhafazasında kullanılmak üzere imâl edilecek kasa için Sultan'ın verdiği altmışsekizbin dirhem gümüşten başka, dip duvarı ufuk mavisi olan Kutsal Emânetler Dâiresi'nin bezenmesi için aynı mâdenden yirmi ve bir buna yakın dirhem tutarında kullanım yapıldı. Müverrih bu vesileyle, bu hırkanın, Hz. Peygamber'in, meşhur medhiyesinde: «Peygamber, kıvılcımları her tarafa yayılan kılıçtır; bu, Allah'< m kınından bizzat çektiği kılıçtır» beytini okuduğu sırada, şâir Kâab Bin Süheyr'e sırtından çıkarıp verdiği hırkanın aynı olduğunu anlatan şehâdetleri zikrediyor. Hz. Peygamber'in halefleri olan Halifeler ve Mısır Halifelerinin halefleri durumundaki Osmanlı Sultanları, uzun zaman kendilerini şeriatini dünyaya kabul ettirmek için kınlarından çekilmiş Allah'ın kılıcı olarak görmüşlerdir; fakat, onsekizinci asrın başından beri III. Ahmed ve I. Mahmud saltanatları döneminde, Bâb-ı Âlî'yi rahatsız eden ve nihayet bir siyaset âleti olarak kullanılan Iran prensinin idamı için birçok vesile varken, adetlerdeki bu değişiklik tesiriyle Bâb-ı Âlî onu Samsun'a göndermek ve oradan da Kırım hanlarının sürgün yerleri olan Rodos'a naklettirmekle yetindi. Eflak tab'asınm prens Jean Maurocordato'dan (9) şikâyetleri ayyuka çıkınca Veziriazam onu azletti ve yerine böylece üçüncü defa hospodar makamına çıkan Bâb-ı Âlî tercümanı Alexandre Ghika’nın kardeşi Grögoire Ghika'yı atadı (24 Ağustos 1747 - 17 Şaban 1160). Ghika’nın düşüşünü, kısa bir süre sonra Veziriâzam’ınki takibetti. (9) İzi, f. 128. Ana tarafından akraba olduklarından her ikisi de Scarlatzâde adını taşıyorlar. OSMANLI TARİHİ 91 VEZİRİAZAMIN AZLİ VE YERİNE SEYYİDABDULLAH PAŞA'NIN ATANMASI Esseyid-Mehmed, uzun yıllar boyunca İmparatorluğun en önemli görevlerinde başarıyla hizmet görmüş, Belgrad anlaşmasından önceki safhada, neticelendirilmesini hazırlayan müzâkerelerde kayda değer rol oynamıştı; Veziriazam olarak idâresinin son dokuz ayı içinde İran'la yapılan anlaşmayı yenilemiş veya yeniden kurmuş, Rusya ve Avusturya ile İmparatorluk arasındaki anlaşmalara yenilemek suretiyle sağlamlık kazandırmış, Toskana büyük-dükü ile bir dostluk anlaşması imzalamıştı. Ne var ki, bütün bu hizmetler, gözden düşmesine mâni olamadı. Bunu da, onu ulemâ sınıfına hücum ettiren kavgacı ve kinci mizacı hızlandırdı. Afyon iptilâsı kendisine Tiryaki lâkabı takılmasına yol açmıştı ve zâten halk görüşü açısından bir rezaletti. Vezâretiuzmâ makamına Seyid Abdullah Paşa'nın atandığını bildiren Hatt-ı Şerif, aynı zamanda azledilen Veziriâzam’ın ulemâya karşı takındığı tavrı şiddetle kınadı. Yeni Veziriazam Seyyid Abdullah Paşa, Veziriazam Köprülü Hüseyin Paşa'nın kâhyası Hasan Paşa’nın oğluydu. Çorlulu Ali Paşa'nın Veziriâzamlığı döneminde Rumeli Beylerbeyi olan Hasan Paşa Veziriâzamlık makamına atanmak üzere İstanbul'a çağırılmıştı; rakibi olan Çorlulu durumu öğrenince onu Mısır'a gönderdi ve orada idam edildi. Oğlu Seyid Abdullah, bu olaylar cereyan ettiği sırada ancak büyük-mirâhur makamında bulunuyordu ve Aydm'da başgösteren Sarıbeyoğlu isyanını bastırmıştı. Sırasiyle Kıbrıs, Rakka ve Aydın valilik makamlarında bulunduktan sonra, İstanbul'a çağırıldı ve kendisine Veziriâzamlık makamı verildi. Selefi .olan Esseyid Mehmed Paşa Rodos adasına gönderildi; sürgüne gönderilmesi, bir evvelki Şeyhülislâm, Tabib, Hayatîzâde'nin Şam'da vefatına rastladı. Reisefendi Abdullah, dostu ve Niemirow barış kongresinde birlikte çalıştığı gözden düşen Veziriâzam’ın kaderini paylaştı. Bununla beraber, düşmesinin başlıca sebebleri Kâhyabey (İçişleri Nâzın)'in kıskançlığı ve defterdar ile kavgası olarak sayılabilir. Kendisini çocuklarına vasi tayin eden yaşlı Murteza’nın serveti üzerinden ancak beşyüz kese ödemekle suçlanmıştı; Murteza’nın kızım oğlu ile evlendirmişti. Yeni Veziriazam, eski Reisefendi Abdullah'ı Kastamonu'ya sürgüne gönderdi. Bununla beraber, talebi üze- üÖSEtaB5 92 HAMMER rine Edirne'de oturmasına izin verdi (10). Büyük değerde bir şâir olan Abdullah Nailî, Devlet Dâiresi yazarlarının şefliğine atandı ve müverrih İzi teşrifatçıbaşılığa yükseltildi. Veziriazam Seyyid Abdullah Paşa, makamı ve nüfuzu fazla-siyle dikkatimizi çekmiş olan Reisef endi 'den başka, bütün selefleri gibi, dâiresinin birinci derecedeki memurlarını değiştirdi; Kâhyabey'i, çavuşbaşı, Nişancı'yı, üç defterdarı, müsteşarı, beylikçiyi, mektupçu ve iki tezkireciyi, altı mabeyinciyi (11) ve müfettişi, süvarilik dâiresinin (12) altı müfettiş kâtibini, piyâ-delerinkileri (13), Hazîne Dâiresi baş idarecilerini (14) azletti; ayrıca, İmparatorluk valilerinden onikisinin yerlerini değiştirdi. Yeni Veziriâzam'ın ilk idâri tedbiri, bir emirname yayınlayarak, aksine davranana sert cezalar koymak suretiyle, Beyoğlu ve Galata meyhanelerinde şarap satışını yasaklamak oldu. «Hz. Peygamberin bütün kötülüklerin anası (15) olarak bildirdiği» diyor İzi, «şarabın kızı (16) artık açıkça görünemedi ve bu zamanın kadınlaşmış erkekleri (17), şarap dolu kristal bardakları porselen kahve fincanlariyle değiştirmek (18) zorunda kaldılar.» Kısa bir süre sonra, meyhane ve kabarelerin en fazla bulunduğu İstanbul'un mahallesi Samatya'da yangın çıktığında, şâirler cinaslı dilleriyle bu yangına boğazları kuruyan ve yanan şarap meraklılarının iç çekmelerinden kıvılcımlandı-ğını, bu suretle alevlendiğini anlattılar (4 Kasım 1747 - 1 Zilkade 1160). (10) Nümanzâde, Hoş Tavsiyeler'inde, Edirne'de Reisef endi Abdullah'la yaptığı bir görüşmeyi naklediyor ve ondan Tavukçubaşı olarak bahsediyor. (11) Hâzine, tersane, para, şehir, mutbak ve arpa. (12) Sipâhilerinkini, silâhdarlarınkini, vb. (13) Yeniçerilerin, cebecilerin, topçu ve toparabacıların. (14) Tevcihat (atamalar) listesi, İzi, f. 140'da bulunmaktadır. (15) Ummul habâis. (16) Bint-til areb, Acemcesi: Dunteri rez. (17) Surezai zeman. (18) İzi'nin söylediğine göre, beş-altı mısralık tenkitler (tahmis ve tes-dis) düzüyorlardı: tHûmlar şikeste cam tehi yok mevcud-u mey, Ettün esir kahvt bizi, hey zemane hey;* OSMANLI TARİHİ 93 NADİR ŞAHIN ÖLÜMÜ Başka mâhiyette bir yangın, İran sınırında patlamak üzere olduğunun tehdid işaretlerini veriyordu. Kısa bir süre önce, Erij van'da Nâdir şaha karşı başkaldırıldığı haberi alınmıştı; bir müddet sonra da bu hükümdarın öldürüldüğü öğrenildi. Ker-manşahanlı Celi hanın yeğeni ve Nâdir'in topçu birlikleri kumandanı Gurd Hüseyin han ve İbrahim'in oğlu, İran şahının kardeşi Ali-Kuli han, ortadan kaldırılacaklar listesinde kendilerinin de bulunduğunu öğrenince, canlarını kurtarmak için müs-tebidi öldürmeğe karar verip üçbin kişi topladılar. Bu maksatla Keşekcibaşı Kocabeğ ve Cezayircibaşı Salihbeğ'le birleştiler; bunlar şahın muhafızları kumandanıydı. Nâdir şâh Koçum üzerine ilerlemek üzere Horasan'da Meşhed'den ayrılırken, üç oğlunu sıkı bir muhafaza altında bulundurduğu Kalat kalesine göndermişti; bunlar, kısa bir zaman önce aslı esası olmayan bir şüphe üzerine gözlerini oydurduğu Riza-Kuli Mirza, Nasrullah Mirza ve şâhm veliahdı Şâhrûh Mirza, Riza-Kuli'nin oğlu ve Tahmasip'in kızıydı. İstibdadından ve devlet dinine suikasdin-den, halk ve mollalar üzerindeki baskısından artık şüphe edilmeyen Nâdir'in eski şöhretinden eser kalmamıştı. İnancı yerinde olan bütün şiîler için bir kin mevzuu hâline gelmişti. Oğuz-beğlerin ve Afganlıların reisleriyle bir gece istişare ve müzâkerelerde bulunmuştu. Tasarısı ortaya çıkmıştı. Nâdir'i durdurmak için, iki muhafız kumandanı Kocabeğ'le Salihbeğ, görevlerinin verdiği imtiyazdan yararlanarak geceyi dış muhafızlar arasında geçirdiler ve Nâdir şahın uyuduğu çadıra girdiler. Sıkıştırılmış olduğunu gören Nâdir kendisini cesaretle savundu, fakat Salihbeğ'in indirdiği bir kılıç darbesi hayatına son verdi (19) (23 Haziran 1747 - 14 Cemaziyül'evvel 1160). Nâdir şâhm öldürüldüğü gecenin sabahı korkunç bir kargaşalıkla karşılaşıldı. Afganlı Ahmed han, Oğuzbeğlere ait bir birlikle îran birliklerine hücum etti; fakat yenilgiye uğrayarak Kandahar'a kaçtı. Nazar Ali han ordunun öfkesinin kurbanı oldu; Mayar han ve şeriat makamının başı olan Mollabaşı çâreyi kaçmakta buldular. Nâdir şahın mühür muhafızı, efendisinin cesedini Meşhed'e götürmek üzere bir deveye koydu, fakat yolda rastladığı bir kısım Kürtler onu cesedi bir çukura ata(19) İzi, f. 135. 94 HAMMER rak üzerini toprakla örtmeğe zorladılar (20). Nâdir şâhm ölümü İstanbul'da, Sultan'ın can düşmanlarından biri daha ortadan kalktığından Allah'ın bir lütfü şeklinde yorumlanarak şenliğe vesile oldu. Osmanlı imparatorluğu müverrihinin yorumuna göre, Almanya İmparatoru VI. Charles ve Rusya împaratori-çesi Anne'dan sonra Halifeye karşı savaşa cür'et eden Nâdir de Kur'an’ın: «İki hiçbir şey değil, üç (21) olması gerek.» hükmüne uygun olarak dünyadan ayrılmıştı. Nâdir şâhm kaatillerin kılıç darbeleriyle can verdiği gün, şaha Sultan'ın zengin hediyelerini götürmekle görevlendirilmiş olan olağanüstü yetkili elçilik heyeti İran sınırını geçmişti. Sırbistan'da sınırların belirlenmesinde komiser olarak görev yaptığını gördüğümüz ve bu görevini (22) bir raporla gelecek nesillere intikal ettiren elçilik karargâhı kadısı müderris Numan Efendi, birtakım işaretlerin kehânetçe mânâlarına başvurarak, Sultan'ın hediyeleri arasında mücevherlerle süslü bir kılıç bulunduğunu gözönünde tutup, Nâdir şâhm kaçınılmaz bir kaderle kılıç darbeleriyle hayatını kaybedeceği neticesini çıkarır. Bu vesileyle Niemirow kongresi kurbanı Kâhyabey Osman’ın, Sultan imamı Pîrîzâde'nin ona kâğıttan sanatkârca oyulmuş bir makas göndermesinden kısa bir süre sonra idam edilmiş olduğunu hatırlatır. Yazar, bunun hemen peşinden, hükümdarların, devlet ileri gelenlerinin düşüşlerini ve diğer felâketleri haber veren işaretler üzerinde durur. Tehdid altındaki, yâni başına bir şeyler gelecek kişinin sarığının ve tuğun yere düşmesi gibi olaylar da bu kötü işaretler arasında yer almaktadır. Bunlardan en az yedi işaret de Kesriyeli'nin elçilik görevinin iyi sonuçlanmayacağını haber vermektedir. OLAĞANÜSTÜ YETKİLİ ELÇİ KESRİYELİ'NİN İRANA DÖNÜŞÜ Nâdir şâhm öldürüldüğü haberi duyulunca, şâh Hüseyin'in oğlu olduğunu iddia eden Sam Mirza (23), Azerbaycan'da taht (20r Nâdir şâh üzerine yazılan tarihlerde bu olaydan bahsedilmemekte-dir. (21) Eşşeyûn la yusennâ illa ve kad yusellis. tzi, f. 134. (22) Hoş Tavsiyeler adlı eserinin üçüncü cildinde. (23) Bu taht iddiacısının mühüründeki yazı Numan'da, f. 150'de bulun- OSMANLI TARİHİ 95 üzerindeki hakkını ileri sürerek, takdisin ve İran krallarının mezar şehri olan Erdebil'de kudretli hükümdar kılıcı kuşandı. Paşası İbrahim han, Oğuzbeğ, Osmanlı elçisini ve taşıdığı zengin hediyeleri ele geçirip onları hemen Tahran'a götürmek ümidiyle Hemedan etrafındaki memleketleri geçti. Sam Mirza ve İbrahim han, her ikisi de pâhâ biçilmez hediyelere sahip olmayı akıllarına koyduklarından, elçilik heyetini memleketin daha fazla içerilerine çekmek maksadiyle Nâdir şahın ölümünün boş bir rivayetten ibaret olduğunu anlatmağa çalıştılar. Fakat Türk heyetine gelen mektupların tarihlerini mukayese eden ikinci elçi Receb Paşa, kâhya defterdar ve kadı Numan Efendi gerçeği öğrenmeyi başardılar. Sonradan gelen mektuplar onları doğrulamakta gecikmedi (24). Elçiyi geri dönmeğe ikna eden kadı Numan Efendi, bu dönüş tedbirinin zarurî olduğunu bir zabıtla tesbit etmeği yerinde buldu. Elçi Kesriyeli hududa vardı ve- Sina üzerinden Bağdad'a yöneldi; zeâmetli bin süvarinin koruması sayesinde sağ salim bu şehre ulaştı. Bu atlı birliği, Sultan'ın Nâdir'e gönderdiği hediyelerin Kürdlerin, Oğuz-beğler ve Afşarların muhtemel saldırılarına karşı savunulması için elçinin mâiyyetine verilmişti. Nâdir şâhm öldüğünü bildiren tezkirenin gelmesinden beş gün sonra, Sultan, payitahtta olağanüstü bir meclisi toplantıya çağırdı. Bu mecliste olayların geüşmesi beklenerek İran sınırında "barışın devam ettirilmesi uygun görüldü (25 Ağustos 1747 - 18 Şaban 1160). Birkaç gün sonra, Bâb-ı Âlî, bu eyâleti iki ayrı (25) dönemde idare etmiş olan Bağdad valisi Ahmed Paşa’ınn öldüğünü öğrendi. Ölümünden önce âsi Kürd Selim hanı (26) itaat altına maktadır ve şöyledir: Be men ez Gerdigâr ihlamest ismen es lutfi şiri Hakk est. Yâni: İlham bana Allah'ın elinden geldi; Allah'ın aslanı Ali'nin köpeği ben Sam adını aldım. (24) Numan'da Nâdir'in ölümüyle alâkalı başka yazarlarmkinden daha çok bilgi ve teferruat bulunmaktadır, yalnız 14 yazacağı yerde 12 Cemaziyülâhır yazmakla yanılmıştır. Bu elçiliğin raporu Numan'ın eserinde hayli yer kaplamaktadır; 85, f. in-40 86'dan itibaren 161. (25) İlk defasında onbir yıl, ikincisinde oniki yıl. Niebuhr'daki Bağdad valileri listesine bakınız, n, p. 233. İzi, Paşa’ınn otuz yıl valilik ettiğini söylemek suretiyle yanılmaktadır. (26) Numan'da Selim Han Tarihi'ne bakınız. 96 HAMMER almıştı. Sultan, bu Paşa'nın yerine eski Veziriazam Ahmed Pa~ şa'yı atadı. Aynı zamanda elçi Kesriyeli'yi Basra valiliğine getirdi. Sultan Mahmud'un ikinci mirâhuru Mustafa Bey, şaha gönderilmiş olan hediyeleri İstanbul'a getirmek ve ölen valinin mallarını müsadere etmekle görevlendirildi. İkinci elçi Receb Paşa, defterdar Mustafa Bey, karargâh kadısı Numan Efendi, müverrih Rahmi, Kesriyeli elçilik heyetine bağlı olanların hepsi, aynı vesileyle İstanbul'a dönmek emrini aldılar. Numan Efendi, o zamana kadar müderrisler arasında işgal ettiğinden daha yüksek bir rütbeye geçti. Bu ilerleme onu memnun etmedi; Şeyhül-islâm'a yakınarak, Sırbistan'da sınır belirleme komisyonundaki ve Kesriyeli ile hizmetlerini, Sultan’ın huzurunda iki kere hil'at giymiş olduğunu, bunların en azından kendisinin Bağdad kadılığına tâyininde yeterli olması gerektiğini anlattı. Bununla beraber, ancak uzun zaman sonra Süleymaniye'ye bağlı sekizlerin müderrisliğini elde edebildi ve bu makamı aradan uzun zaman geçmeden Manisa kadılığı ile değiştirdi. Daha önce birçok kere sözünü ettiğimiz eserini bu görevdeyken yazdı. MEMLÛKLERİN KATLİÂMI Nâdir şahın öldürüldüğü haberi İstanbul'a henüz ulaşmıştı ki, Mısır valisi Ragıb Paşa'nın Memlûk beylerinin çıkardıkları isyanı bastırdığı haberi geldi ve isyancıların kesik başları saray kapısının önüne atıldı. I. Selim tarafından fethedildiğinden beri, Mısır'a Bâb-ı Âlî tarafından Firavunlar ülkesi, Memlûkle-re de sömürmeleri için bu zengin bölgeye zorla kabul ettirilmiş müstebidler gözüyle bakılmıştır. Bu yüzden, bu ülkenin sahne olduğu cinayetlerden sık sık bahsetmek imkânını bulduk. Mısır topraklarını Osmanlı kanına bulayan Kaytaşbey isyanı üzerinden yirmi yıl geçmişti. O dönemden beri Bâb-ı Âlî'nin gönderdiği bütün valiler, kendi çıkarlarına uygun olduğuna dâir verdikleri hükme göre Memlûk beylerinin veya İmparatorluk tarihçisinin deyişiyle Katamitlerin beylerinin az veya çok kudretli esiri durumunda kalmaktan öteye gidememişlerdir. İmtiyazlarını kolayca uygulayacak Paşaları vali olarak kabul etmeği siyatleri hâline getirmişlerdi; daha geldikleri andan itibaren onları yokluyor, ölçüp biçiyor ve tehlikeli olduğunu anladıkları takdirde azledilmeleri için ellerinden geleni yapmaktan geri kalmıyorlardı. Ragıb Paşa, Memlûk beylerine önce her istedik- OSMANLI TARİHİ 97 lerini yaptırabilecekleri yumuşak mizaçlı bir kişi olarak görün-müştü. Görünüşte kendisine bırakılan iktidarla yetinerek ve irâdelerine karşı çıkmadan üç yıl boyunca onlarla mükemmel bir anlaşma içinde yaşamıştı. Fakat, nihayet, İstanbul'dan almış olduğu Hattı Şerifi uygulamaya koymanın zamanı geldiğine hükmetti; kendisine âsi beylerin ortadan kaldırılmaları emrediliyordu. Ragıb Paşanın durumu ciddiydi; Katamit (27) Mem-lûkler partisi çok kudretliydi; saflarında şu beyler bulunuyordu: Şeyhül-Beled Uzun İbrahim, hac-emiri (emir'ül-hac) Halil bey, Dimyat beyi Ali bey, Çolak Mehmed, hazine dâiresi beyi Pu-lad Ömer bey, Bohaira kumandanı ve Küçük lâkablı Ömer bey. Hac-emîrinin zalimliği ve gururu, Ragıb Paşa'ya uzun zamandır düşündüğü darbeyi vurmak fırsatını verdi. İbrahim bey Mağ-ribli bir taciri haksız yere idam edip mallarının üzerine oturduktan sonra, Ragıb Paşa kendisine yüzyirmi kese para ver-meği üstlenmedikçe hac kafilelerinin idaresini ele almayacağını bildirince halkı son derece öfkelendirdi. Sabrı taşırılan Ragıb Paşa resmi olmayan bir çâreye başvurdu: Kendisine bağlı bir grup askeri pusucu olarak görevlendirdi; bunlar beyleri divanda toplantı halindeyken bastırıp öldüreceklerdi. Baskın kısmen başarılı oldu-. Dört bey, defterdar, hazinedar, Dimyat ve Bohaira beyleri saldıranlar (28) tarafından öldürüldü, fakat diğer üçü, şeyhül-Beled başlarında olduğu halde cesaretleri sayesinde kurtuldu (10 Ağustos - 3 Şaban). Bu öldürme olaylarından sonra, Ragıb Paşa, İstanbul'daki benzeri kadar itibarlı olan Hz. Peygamberin Sancağı'nı alarak Azablar Kapusu'na .gitti. Hac-emirliğine atadığı Bagicelilbeğ, Yeniçeriler Kapusu yakınındaki Mahcar menzilini işgal etti. Kazdağı çavuşu İbrahim Yeniçeriler Kapusu'na yerleştiği sırada, Ridvan kâhyabey Sultanhasan ve Sebil-ul-Müminin mahallesine hâkim oldu. Aynı gün, Ragıb Paşa, Kahire'nin yedi loncasının mensuplarını Sultan'ın bayrağına yeniden sadakat yeminine davet etti. (27) (28) İzi, f. 137-139. İzi, f. 139. «Vali Ragıb Paşa, Bâb-ı Âlî'nin emirlerine uygun olarak, devlete karşı itaatli davranmayan yirmibeş beyin Mısır'daki hâkimiyetlerini ortadan kaldırmak üzere 1747 yılı 10 Ağustos Perşembe günü Kahire'de bir suikasd tertipledi.» Penkler'in raportr. Hammcr Tarihi, C: Vlll. E: 7 ■m 98 HAMMER Bu sırada, İbrahimbeğ ve Küçük Ömerbeğ altı bin Memlûk toplamış ve Mısır'ın belli başlı işlerini Katamit beğleri arasında paylaşmışlardı. Valinin tarafında ise yedi loncadan üç bin asker, eski Circe beyi Mustafabeğ, Sefer beyi Halilbeğ ve Kahire defterdarı Abaza Mehmedbeğ bulunuyordu. Ragıb Paşa, ücretlerinden ayrı olarak altıbin akçe mükâfat vaadederek küçük ordusunun cesaretini tahrik ettikten sonra, SebilulMüminin mahallesindeki Memlûklerin üzerine yürüdü. Öğleden sonra saat dörtte başlayan evden eve savaş, güneş batışından iki saat sonraya kadar sürdü. Memlûk beylerinden dördü, Büyük îbrahimbeğ, Küçük ömerbeğ, Süleymanbeğ ve Bohaira eski valisi Hamzabeğ, gece karanlığından yararlanarak Yukarı Mısır'a kaçtılar. Ragıb Paşa, aynı akşam, o günün başarısında başlıca hizmetleri geçen müteferrika albayını ve azablar ağasını bey pâyesiyle mükâfatlandırdı. Yeniçeriağası, Kahire kara-kuUukçubaşı, atlara binmek ve gece boyunca şehirde asayişi hâkim kılmak emri aldılar. Cumaya rastlayan ertesi gün camileri açtılar ve vali Nil'in, şedde açılan bir yarıkla sularının salıverilmesi şenliğinde, tabii her zamanki debdebe ve gösterişten uzak bir şekilde, hazır bulundu. BİRÇOK VALİNİN ATANMASI Kesik Memlûk başlarının İstanbul'a gelişi, Toskana büyük-jdükünün bu ülkeyle (29) yeni yaptığı dostluk anlaşması münasebetiyle Bâb-ı Âlî'ye gönderdiği yüzbeş Müslümanın iki gemiyle İstanbul limanına girmesi kadar sevinç uyandırdı. Bu Müslümanlar ikişer ikişer Sultan'ın huzuruna çıkarıldılar ve Sultan bunlara beşbin kuruş ihsanda bulundu; Kızlarağası, Veziriazam her birine bin kuruş hediye ettiler. Aynı mikdarda para, daha sonraki günlerde Sultan'ın vezirliğe, sonra Mora vergi tahsilatı (mukassilik) makamına atadığı Kâhyabey, Yeğen Ali tarafından da verildi. Kâhyabeyliğe tersane âmiri Yusuf Efendi getirildi. Eski Mora mukassiliğinde bulunan vezir silâhdâr Mustafa Bey Negrepont valiliğine atandı ve kendisine arpalık olarak Karlı-ili sancakları verildi. Negropont valiliğinde selefi olan Veziriazam Osman Paşa'nın oğlu Ahmed Pa(29) Gemiler 7 Aralık 1747'de İstanbul limanına demirlediler. Penkler'in raporu. OSMANLI TARİHİ 99 şa Aydm'a mukassiliğe atandı ve vilâyetin geliri kendisine bırakıldı; bu husus, Sultan’ın elyazısiyle bildirildi. İmparatorluk müverrihi bu çeşitli atamaları bildirdiği liste ile vali ve sancak kumandanlarının karşılıklı durumlarına küçümsenmesi imkânsız bir ışık tutmaktadır. Sancağın gerçek mâliki (musarrıf) vali unvanı verilen tek kişidir; Bâb-ı Âlî'nin bir subayına bir sancak verilmişse ve bunu arpalık olarak almışsa ve bu işi bir başkasına idare ettiriyorsa, vekiline mütesellim denilir. Sınırlarda kumandanlık ve kalelerde muhafızlık görevlerinde bulunanlar arpalık denilen bu türlü gelirlerden yararlanırlar; nihayet, Bâb-ı Âli bir sancağın vergi gelirlerinin bütününü bir Pa-şa'ya bıraktığında, buna sahip olana muhassil, yâni gelirlerini alan kişi, sahip olduğu gelir durumuna da «malikâne» adı verilir. M. De DESALLEURS Fransız elçisi Castellane'ın Bâb-ı Âli'yi Avusturya ile savaşa tahrik etmekdeki bütün gayretlerine rağmen, bu devlet Avusturya ile devamlı bir barış anlaşması imzaladı. Bu anlaşmanın imzalanmasından altı ay sonra, Castellane'ın yerine M. Desalleurs Fransa'nın İstanbul elçiliğine atandı. Sultan’ın lütfettiği huzura kabul töreni her zamanki ihtişam içinde cereyan etti. Yirmidört çavuş, altı Yeniçeri, elçinin binek atlarını yularlarından tutan altı seyis, silâhdâr ve sarayın kapucubaşısı, on çuhadar, onaltı uşak, iki oda hizmetçisi, oniki tercüman, çavuşlar kâtibi ve mabeyincisi, elçilik güven mektuplarını taşıyan elçilik kâtibi, elçinin önünde ilerliyorlardı. Elçi altın sırmadan dokunmuş parıltılar içinde bir elbise ve gümüş sırmadan bir yelek giymişti ve sekiz muhafız tarafından çevrelenmişti, sağında çavuşbaşı ve solunda mihmandar yer almıştı; altmış Fransız tacirinin önünde yürüyen baron de Tott alayın (30) sonunu kapatıyordu (21 Kasım 1747). Baron de Tott Macar asıllıydı ve o sırada istihkâm subayı olarak Fransa kralının hizmetinde bulunuyordu; evvelce, Veziriâzam’ın Fransa'nın aracılığını ka(30) Desalleurs'ün eşi, prenses Lubomirska, kontes Rutofsky'ye 21 Kasım 1747'de gönderdiği mektup. Evvelki elçi Castellane'ın veda için huzura kabul törenini teferruâtiyle İzi, f. 164. vermektedir. Chevrier raporunda elçi Desalleurs'ü şöyle anlatıyor: «Duyarlı, az konuşan, düşünen ve doğrudan konuya giren, sade görünüşlü.» ^HH^Hİ^HBİ^H 100 HAMMER bul ettiğini bildiren mektubunu XV. Louis'ye götürmek üzere Fransa elçisi Villeneuve tarafından görevlendirilmişti. O zamandan beri Fransa devletinin hizmetinde kalmıştı. Fransa hükümeti onun kaabiliyetine güven besliyordu ve fiilen Türklerle, Rodosto'ya sürülen, başlarında Czaky ile Zay’ın bulunduğu Macarlarla münasebetlerinde kullanılmıştı. Fakat, Polonya görevlisi Zierzanofsky'nin, Rusya'nın Polonya içişlerine müdâhalede bulunduğu ve hürriyetlerini engellediğinden şikâyet etmek üzere Fransız elçisi Desalleurs'e başvurmasından beri teşebbüsleri artık başarılı olamamıştı (1748). Fransız elçisi De-salleurs, üzerinde hareket edeceği zemini derinlemesine yoklu-yormuşcasma uzun zaman faaliyete geçmeden durdu. Nihayet Veziriâzam'a bir muhtıra sunarak, Sultan'ı otuzbin mevcutlu bir Rus ordusunun Almanya içinden Flandre'a girişini protesto etmesi hususunda yardımda bulunmasını istedi. Fakat, Rus-, ların silâhlarını kendi sınırlarından başka yerlere çevirdiğini görmekten memnunluk duyan Bâb-ı Âlî sessiz kalmayı tercih etti. Hülâsa, bu dönemde Rusya ve Avusturya'ya karşı son derece barışçı bir siyaseti benimsemiş durumdaydı ve barışçılıkta o kadar ileri gitmişti ki, imparatoriçe Anne ile Almanya imparatoru arasında yapılan son ittifak anlaşmasında gizli bir ;rıaddenin bulunduğundan haberi bile olmamıştı. O zamana kadar gizli kalan bu maddeyle iki hükümet, Bâb-ı Âlî'nin taarruzu hâlinde, ona karşı aynı zamanda savaş ilân etmeği ve ordularını savaş (31) için birleştirmeyi üstlenmişlerdi. Bâbı Âlî, Fransız elçisi Desalleurs'ün Rus birliklerinin Avusturya devletleri topraklarında ilerleyişi konusunda birbiri peşi sıra verdiği yedi muhtırayı büyük bir maharet göstererek cevapsız bırakmıştı; Fransız elçisi Bâb-ı Âlî, Fransa. İsveç ve Prusya arasında bir ittifakın müzâkerelerini gerçekleştirmek bakımından da başarılı olamamıştı; bu anlaşma ile dört devlet Rusya'nın ihtiraslarına son vermeği, Rusya (32) ve Avusturya hükümetleriyle ayrı anlaşma imzalamamayı taahhüd edeceklerdi. Durum böyle iken, Bâb-ı Âlî, Fransa'nın, eski Kapdan-ı derya, o sırada Rodos beyi olan Mustafa Paşa'nın kadırgasını iade etmeleri için Malta şövalyeleri nezdinde müdahalede bulun(31) Articulus secretissimus: Schoell'in yayınlanan kolleksiyonunda (11 Haziran 1746) anlaşmada gizli madde yok. (32) Chevrier'nin raporuna ekli Penkler'in raporu. OSMANLI TARİHİ 101 ması hususunda Fransız elçisi Desalîeurs'e başvurdu. Mustafa Paşa, I. Mahmud'un Rodos'a sürdüğü bir evvelki Veziriazam El-hac Mehmed Paşa'nın yeni hükümetini îçel kıyılarına çıkarmıştı. Mersin limanında geminin kürek sıralarına bağlanan yüz-seksen hıristiyan, oniki Napolili gemicinin yardımiyle zincirlerini kırmış; geminin yeni askere alınmış, ayrıca sayıca da az tayfalariyle çarpıştıktan sonra kadırgaya hâkim olmuşlardı. Yeni îçel valisinin ve Rodos kaptanının kaçakları yakalamaları için Antalya, Fenike ve Mersin sahil muhafızlarına süratle haber ulaştırmalarına ve kaçakları yakalama emri vermelerine rağmen, bunlar engine açılmayı ve kadırgayı Malta'ya götürmeyi başarmışlardı (9 Ocak 1744 -10 Muharrem 1161). Fransız elçisi Desalleurs, hükümetine şövalyeleri esir kadırgayı geri göndermeğe ikna etmesi için durumu bildireceği vaadinde bulundu. Avusturya'nın İstanbul elçisi baron de Penkler, son anlaşmanın imzalanmasından iki ay sonra imzalı nüshayı Bâbı Âlî'ye teslim etmiş, karşılık olarak Sultan'ın mührünü taşıyan nüshayı almıştı (29 Temmuz). Veziriâzam'a, Reisefendi'ye, Veziriazam dâiresi kâtibine, Bâb-ı Âlı tercümamna ve yardımcısı genç İbrahim'e verilecek gümüş hediyelerin değeri beşbin duka tuttu; fakat Reisefendi'nin yalnız kendisi için altıbin duka istediği dikkate alınırsa ve hele Bâb-ı Âli ile yaptığı anlaşmanın Napoli'ye maliyeti olan yüzbin kuruştan ayrı olarak tasdikli anlaşmaların teatisi esnasında Veziriâzam'a değeri onyedibin beşyüz kuruş tahmin edilen bir yüzük hediye sunmak zorunda bırakılması hatırlanırsa, beş bin duka önemli bir meblağ sayılmamak gerekir. İstanbul'daki ikameti sırasında, Penkler, Bâb-ı Âlî'yi, Tos-kan büyükdükü ile Cezayir, Tunus, Trablus dayıları arasında bir ticaret anlaşmasının müzâkereleri için Sungur (33) Ali Ağa'yı Afrika'ya göndermek hususunda ikna etti. Beraberinde Avusturyalı tercüman Gaspar Momars ve Toskan komiseri tp-politi bulunan Osmanlı murahhası önce Cezayir'e gitti; bahis konusu ticaret anlaşmasını imzaladıktan sonra, oradan kendisini Tunus ve oradan Trablus'a (34) geçmek üzere getirdiği Osmanlı donanmasına ait iki hafif tekneyle yola çıktı. (33) Müellif «Sougour» adını kullanıyor. (Ç.N.) (34) Cezayir'le anlaşma 18 Ekim 1740'da, Tunus'la 18 Aralık 1740'da, Trablus'la 27 Ocak 1740'da imzalandı. 102 HAMMER HATTÎ MUSTAFA MURAHHAS OLARAK VİYANADA Olağanüstü elçi sıfatiyle Avusturya elçisi Penkler ikamet ve yiyecek masrafı olarak Bâb-ı Âlî'den kendisinden önceki elçilere verilenden on kuruş fazla aidi; kendisinden öncekiler masraflarını karşılamak üzere günde doksansekiz kuruşta kalmışlardı. Fazla olarak, huzura kabul gününde sadece mabeyinci ve çavuşlar kâtibi tarafından değil, fazla olarak iki mabeyinci daha kendisine refakat etmişti. Penkler'in elçiliğine tam karşılık vermek isteyen Veziriazam, Hattı Mustafa Efendi'yi Viyana elçiliğine atarken onu nişancı rütbesine yükseltti. Görülüyor ki, Hattı Mustafa Efendi, Bâb-ı Âlî'nin onaltı yıl önce altmışiki kişilik bir mâiyyetle Avusturya'ya gönderdiği ve sadece ikinci defterdar unvanını taşıyan elçi Mustafa'dan bir derece yüksekti. O dönemden beri düşük rütbeyle Avusturya elçiliğine gönderilen Mustafa iki kere Reisefendi makamında bulunmuş, bu sıfatla Belgrad anlaşmasını imzaladıktan sonra, daha yakın bir zamanda bu anlaşmayı sürekli barış anlaşmasına dönüştürmüştü. Hattî Mustafa Efendi, elçiliğe atanmadan önce Mevkuf atçı (Vergiler dâiresi başkanı) görevinde bulunuyordu; İmparatorluk harekât dâiresinden çıkma bir esir kadınla evlenmiş, daha önce Rusya sınırlarını belirleyen komisyonda çalışmıştı. İstanbul'dan yüz kişiden oluşan bir mâiyyet (NOT: 1) ve değeri ikiyüzelli-üçyüz kese para tutan (NOT: 2) hediyelerle Viyana'-ya hareket etti. Görevinin başlıca hedefi, Almanya imparatoru olarak tahta çıkmış olması dolayısiyle I. François'yı tebrik etmekti. İmparatora verilecek hediyelerin sayısı, Pasarofça anlaşmasının imzası sırasında olağanüstü elçinin kâtibi tarafından Viyana'ya götürülenden altı aded daha azdı; fakat buna karşılık Hattî Mustafa Efendi, İmparatoriçeye verilmek üzere yirmiiki hediye götürüyordu. Hattî Mustafa Efendi, Almanya imparatoru I. François ve Macaristan ve Bohemya kraliçesi Marie-Therese'e verilmek üzere hükümetinden güven mektupları da almıştı. Bu çifte görevi değerlendirmek maksadiyie şahsı ve mâiyyeti için iki kat günlük masraf ödenmesi talebinde bulundu. Avusturya hükümeti, elçinin talebini yerinde bularak, kendisinden önceki elçilerin almadıkları bir meblağı, günde on- OSMANLI TARİHÎ 103 iki dukayı elçiye ödedi. Osmanlı elçisi, huzura kabul edilmeden önce, imparator içe ve kraliçeye takdim edileceği gün teşrifata ve alayın ilerleyişini düzenleyen kaidelere uyacağını yazı ile ta-ahhüd etmek, mâiyyetindekilerin ve getirdiği hediyelerin listesini ve iki hükümdara hitaben söyleyeceği nutukların kopyalarını vermek zorunda kaldı. Yine, Rumlar, Yahudiler, dönmeler hâriç olmak üzere, elçinin bütün Müslüman mâiyyetinin imparatorluk sarayına varılınca atlardan inmeleri, yalnız kendisinin elçilik kâtibi ve kâhyabey refakatinde atla ikinci avluya girebileceği, silâhlarını teslim ettikten sonra kabul salonuna girdiğinde, salonun ortasında ve tahta yaklaştığında âdet olan üç selâmı vermesi ve güven mektuplariyle hediyeler listesini bu vesileyle tahtın yanına konulan masanın üzerine bırakarak, yerine kadar geri geri gittikten sonra, hediyeleri tahtın önüne koyması kararlaştırıldı; nihayet, elçi Hattı Mustafa Efendi, Sul-tan’ın kapaniçesinin benzeri olan İmparatorun pelerinini öpmeği ve İmparatoru üç kere selâmlayarak geri geri gidip salondan çıkmayı taahhüt etti. Avusturya hükümeti tercümanı Schvvaheim, elçinin şehrin anıtları, Schoenbrunn sarayını, hazîne dâiresini, kütüphaneyi ve tiyatroları ziyaretinde, diğer meraka değer yerleri görmesinde refakatinde bulunmak üzere mihmandarlığına atandı. Bu sayılan yerleri dolaştığı sırada elçiye özellikle serinletici içecekler verilmesine itinâ gösterildi. Hafc tî (Mevkufatçı) Mustafa Efendi, yazdığı bir rölasyonda (rapor) (35) Viyana'daki elçilik görevini ayrıntılarıyla anlattı ve bu rapor, îzi'nin Osmanlı Tarihi'nde ek olarak bulunmaktadır. Ayrıca, elçi Hattî Mustafa Efendi'nin Viyana'ya gelişinde İmparator ve İmparatoriçe tarafından huzura kabul edilişiyle, Viyana'dan ayrılırken veda için meclis başkanı, İmparator ve İmparatoriçe tarafından huzura kabuliyle ilgili ayrıntılar Viyana Gazetesi (36) ilâvesinde yayınlanmıştır. Yine bu gazetenin ilâvesinde, Avusturya elçisinin İstanbul'da huzura kabul töreni, olağanüstü yetkili elçi olarak veda için huzura kabul edildikten sonra olağan yetkili elçi göreviyle İstanbul'da kalması da (35) O dönemin dışişleri deyimi olarak kullanılan «relation» günümüzde rapor olarak kullanıldığından biz de genellikle rapor kelimesini kullandık. (Ç.N.) (36) İzi, f. 190-196. 1825 yılı Arşivleri, No. 27 ve 28, yazan Hormayer. Türk elçisinin veda resmi kabulü Viyana Gazetesi 16 Ekim 1748 ekinde; 19 Haziran 1748 No. 49 ve 1 Haziran No. 44 ekleri. 104 HAMMER ayrıntılariyle yayınlanmıştır. Bu elçi, böyle bir unvanla Bâb-ı Âli'nin güvenine lâyık ilk görevlidir-, zira, daha öncekilerin hepsi olağanüstü elçi olmuşlar ve sürekli elçi görevini yürütmemiş-lerdir. EVLENMELER, İNŞÂATLAR VE KİTABELER Osmanlı İmparatoriuğu'nun bütün sınır komşulariyle barış hâlinde bulunması, Sultan'a, son on yıllık savaşların zorunlu olarak ara verdirdiği yapı işleriyle, düğünler ve şenlikleri uygulamaya, koyması imkânını sağladı. Oysa, Üçüncü Ahmed'in saltanatı döneminde, bütün bunlar günlük olaylardandı. Üçün cü Ahmed'in kızı Zübeyde sultan, Pâdişâh Birinci Mahmud' un emri üzerine Anadolu Beylerbeyi Süleyman Pasa ile nişanlandı (2 Ocak 1748 - 1 Muharrem 1161). Derhal nişanlı Paşanın dünürü ve temsilcisi tâyin edildi ve nişanlı sultanın vekili Kız larağası oldu; Şeyhülislâm bu birleşmeyi duâlariyle kutsallaş tirdi; Kızlarağası dinî kaidelere uygun olarak çeyiz ve nişan hediyesini beyan etti. Bu hediyeler altmışbin kuruş değerinde nâdir mücevherlerden ve yedibin beşyüz gümüş sikkeden oluş maktaydı. Vezir Mustafa Paşa ve Üçüncü Ahmed'in kızı Saliha sultanın kızları Fatma hanım, Rumeli Beylerbeyi Yahya Paşa'nın kardeşi İbrahim Bey'le evlendirildi ve düğünleri üç ay sonra mütevazi bir şekilde gerçekleştirildi. Sultan Zübeyde'ye gelince, nişanlısı düğünün yapılmasından üç gün önce ölmüş olduğundan, bir yıl sonra Vezir Numan Paşa ile evlendirildi (6 Ocak 1749 - 16 Muharrem 1162). İSTANBUL VE BAĞDAD'DA İSYAN Sultan bu dönemde birkaç yeni köşkten başka, Beşiktaş'da büyük bir havuz, Boğaziçi'nin Avrupa yakasında eski bir cami-nin yerine yenisini ve Dolmabahçe civarında son derece güzel görünüşlü bir köşk yaptırdı. Kısa bir süre sonra, Sultan Birinci Mahmud, Şeyhülislâm'in hazır bulunduğu bir törenle Bedes-tan yakınındaki yeni inşâ edilecek bir caminin ilk temel taşını koydu; bu töreni, her zaman olduğu gibi, kırk koyunun kurban edilmesi izledi. İmparatorluk tarihçisi İzi, bu vesileyle, İmparatorluk Tarihi'nin boy boy sayfalarını, bu çeşitli yapıların OSMANLI TARİHİ 105 tarihini (37) gelecek nesillere intikal ettirmek maksadiyle, solgun kitabelerle doldurdu. Aynı tarihçi bize Ramazan ayının sonunda, Bayram havası içinde Veziriâzam'ın Dolmabahçe'de Sul-tan'a verdiği ziyafetin altı büyük boy sayfa tutan bir tasvirini bıraktı; fakat kafiyeli, ağır bir düz yazının zaman zaman garip bir şekilde şairane düzyazıya yerini verdiği bu tasvir, uzunluğuna rağmen bize, elçilerin raporlarının (rölasyon) üç satırda öğrettiği önemli şeyleri içermemektedir. Bahis konusu ziyafette Veziriâzam'ın, makamını muhafaza maksadiyle, Sultan'a ne diye olarak yirmibeşbin duka altını sunduğunu, saray subaylarına da oniki bin duka altım dağıttığını öğreniyoruz (7 Ekim 1748 - 14 Şevval 1161). Böylece, Esseyyid Abdullah Paşa, kısa süren bir para fedakârlığı yoluyla İstanbul'da ortaya çıkan bir halk hareketinin sebeb olduğu, seleflerinden bir çoğunun başına geldiği gibi, Veziriâzamlık mevkiini tehdid eden kasırganın yönünü değiştirmişti. Geçen temmuz ayının 20'sinde. yersiz yurtsuz takımından serseri bir Kürd kalabalığı, çıkaracakları kar gaşalıkta Bedestanı yağmalama hayaliyle dükkânların yıkılacağı haykınşiyle payitahtın sokaklarını dolaşmışlardı. Fakat, bu güruhun maksatları, Parmakkapı, Bâyezid ve Mercan'da bu lunan muhafız birliklerini sür'atle harekete geçiren Yeniçeri-ağası'nın gayretiyle boşa çıkarılmıştı-, Yeniçeri ağası, muhafızlarla birlikte çarşıdaki dükkân sahiplerini haydutların üzerine saldırtmış, birkaçı öldürülmüş, diğerlerini dağıtmıştı. Veziri âzam, Şeyhülislâm’ın da muvafakatini alarak, Rum ve Ermenilerin hukuki sorumluluktan uzak bir cesaretle bu kötülük erbabının üzerine varıp öldürebileceklerini ilân ettirdi (38). ' Veziriazam Seyyid Abdullah Paşa bu isyancı güruhu, bu (37) Burada, Osmanlı müverrihlerinin bir Sultanın saltanat dönemini tebarüz ettiren bazı olayları tarihçeler veya tarih düşürmek suretiyle belirtme alışkanlıkları işaret edilmek istenmiştir. Arab. İran ve Türk müverrihleri (tarihçileri) bu alışkanlığı «tarihî» sözüyle ifâde etmektedirler. Tarih, olayların beraberinde bunların tarihlerini tes-biti ifâde eder. Oysa doğulu tarihçiler tarihin, zamanın akışı içinde olayların oluş tarihlerinin kaydıyla görevli olduğuna aldırmazlar. Bu dönemin millî tarihçileri, Suphi ve îzi'de görüldüğü gibi, düzyazı ve kafiyeli nazım karışımı bir ifâde vasıtasiyle Sultan’ın döneminde geçen olayları anlatırlar. Bunlardan ilki manâlı ve zevk sahibidir; ikincisinde bu meziyetlere rastlanmamaktadır. (38) İmparatorluk müverrihi bu meraka değer emirnameden bahsetmiyor. HHHİ 106 HAMMKR ayaktakımı kalabalığını dağıtmayı başardığı için bir hil'at giydirilmek suretiyle mükâfatlandırıldı. Ayaklanmayı bastırmakta hizmetleri görülen Sultanbâyezid, Mercan ve Parmakkapı muhafız birlikleri erleri, her birine bin beşyüz kuruş verilerek mükâfatlandırıldılar. Ayrıca, gözcülere (39) beşyüz; kargaşalığın ilk anlarında dükkânları yağma edilmiş olan tacirlere, uğradıkları zararı karşılamaları maksadiyle ikibin beşyüz kuruş dağıtıldı. Uzun zamandan beri Ermeniler ve Nikdeh'den İstanbul'a yerleşmek üzere gelen Rumlar, şehirde yavaş yavaş çarşının sanki tek sahipleriymişler gibi bir durum meydana getirmişlerdi; sırtlarında küfelerle bu adamların oluşturduğu düzensizliğe, bir de mal yüklü gemilerin iskelelere gelişleriyle ihtiyaç sahiplerinin kendilerine gerekli nesneleri birinci elden almak imkânsızlığı eklendiğinden, Veziriazam bu yabancıları memleketlerine dönmek zorunda bırakan bir emirname yayınladı. İstanbul'dakinden daha tehlikeli bir başkaldırma Bağdad'da Yeniçeriler arasında patlak vermişti; bu başkaldırma İstanbul'-dakiyle aynı zamana rastlamıştı. Hükümetin ücretlerini ödemeği geriye bırakarak geciktirmesine öfkelenen Yeniçeriler vali Elhac Ahmed Paşa'yı şehirden kovmuşlar, Sultan'ı birikmiş ücretlerini ödemeğe ve kendilerinin seçtiği Kesriyeli Paşa'nın valiliğini tasdike zorlamışlardı. Bâb-ı Âlî, Bağdad'dan atılan vali Elhac Ahmed Paşa'ya arpalık ünvaniyle İçel sancağını vermek suretiyle uğradığı zararı telâfi yoluna gitti; bu sancağın hâlihazır valisi bulunan eski Veziriazam Tiryaki Mehmed Paşa Musul valiliğine geçti ve o sırada bu eyâletin valisi olan, boşalan Basra sancağında Kesriyeli'nin halefi oldu. Bağdad âsilerine karşı yumuşak davranması Bâb-ı Âlî'yi yeni güçlüklerle karşı karşıya bıraktı; Kesriyeli'nin âsi Yeniçerilerin zorla kabul ettirmek istedikleri valiliği tasdik edilir edilmez, Arabların emî-ri ve Elhac Ahmed Paşa'nın selefi müteveffa Ahmed Paşa'nın kaymbabası, bu şehrin ve şehre bağlı yerlerin torununun kocası Süleyman'a vali olarak verilmemesinden duyduğu öfkeyle-gelip Bağdad'ı muhasara etti (40). Bağdad’ın imdadına koşmak ve Nâdir şâhm evvelki muhasaralarında topçu kuvvetlerinin (39) Salma kulu. (40) Arap krallarından biri olan bu emîr, müteveffa Bağdad valisi Ahmed Paşa'ya kızını verdikten başka, torununu da Paşa'nın kâhyası OSMANLI TARİHİ 107 büyük ölçüde harabettiği tahkimatı yenilemek hususunda vali Kesriyeli'ye yardımda bulunmak üzere Veziriazam tarafından Maraş valisine bütün birlikleriyle Bağdad'a gitmesi emri verildi. İRAN VE NAPOLİ ELÇİLİKLERİ Nâdir şahın ölümüyle İran tahtı boş kalmış bulunuyordu. Ellerini hükümdarlarının kanına bulaştırmış olan devlet ileri gelenleri, o sırada çok büyük bir ordu ile Sistan'da bulunan şahın yeğeni Ali-Kuli hanı tahta çıkarmayı uygun gördüler. Ali-Kuli han tahta geçer geçmez, cülusunu Osmanlı Pâdişâhı'na bildirmek üzere Kermanşahan hanı Abdulkerim'i elçi olarak İstanbul'a gönderdi. Şahın elçisi Üsküdar'a vardığında, İmparatorluk mutbağı kâhyası tarafından muhteşem bir ziyafete davet edildi ve ziyafetten sonra gemiyle İstanbul yakasına geçildi.. Orada ikametgâhı olarak barut deposu yakınında bir konağa yerleştirildi. Bir ay sonra Veziriazam ve Sultan tarafından huzura kabul edildi. Veziriazam tarafından huzura kabul edileceği gün Abdulke-rim han, elçilik mâiyyetinden elli kişi ve çavuşbaşına vekâlet eden Sistowlu mabeyinci Ali'nin önlerinde yer aldığı elli çavuş ve Karakullukçu Paşası, şehremininin koruyucularının refakatinde Bâb-ı Âlî'ye gitti (1 Mayıs 1748 - 3 Cemâziyül'evvel 1161). Sultan’ın huzuruna götürülen elçi, Pâdişâh'a yeni Şâh’ın güven mektubunu, Veziriâzam'a da itimadeddevlet (veziriazam), şahın ve mollabaşınm (şiî mezhebinin başı) kardeşleri İbrahim Mirza'nın gönderdiği mektubu sundu. Altı ay süren İstanbul'daki ikametinden sonra Veziriazam elçiyi son defa huzuruna kabul etti ve kendisinin itimadeddevlet'e, Şeyhülislâm’ın mollaba-şıya ve Sultan'ın Şâh'a (41) gönderdiği cevap mektuplarını kendisine verdi; uğurlarken hediye olarak altmış kese para ihsanında bulundu. Bu üç mektupla Osmanlı devleti Ali-Kuli hanı tahta çıkmasından ötürü tebrik ederken, Nâdir şâh döneminde imzalanan barış anlaşmasının devamı arzusu hususunda da . .. ■ Süleyman'la evlendirmişti; Paşa'nın vefatı üzerine valiliğin Süleyman'a verilmemesinden muğber olarak gelip Bağdad'ı muhasara etti. (41) Şâh'ın mektubu İzi'de, f. 161'de bulunmaktadır. jmm IHHH HHHI 108 İî HAMMER teminât verdi. Âdil Şâh (adaletli) unvanını almış olan Ali-Kuli han cömertçe davranışlarıyla Nâdir Şâh'ın onüç oğlu veya torununun katledilmelerini unutturmaya çalıştığı sırada, kardeşi Mirza-İbrahim, bütün gücüyle onu tahtan indirmekten başka bir şey düşünmüyordu. Kısa bir süre sonra düşmanlığı açıkça bir isyan halinde patlak verdi ve bir yandan Oğuzbeğlerin bir kısmı ve Afganlılar, bir yandan da Arslanhan'dan yardım gören İbrahim, Sultaniye ile Sencan arasında uzanan vadide kardeşiyle taht savaşına girişti. Talih İbrahim'e güldü ve hapse attırdığı kardeşinin gözlerini oydurduktan sonra, bir başına kendisini İran hükümdarı ilân etti. Fakat saltanat süresi sele-fininkinden de kısa oldu. Şâh unvanını aldıktan kısa bir süre sonra, evvelce başlıca müttefiki olan Arslanhan'la aralarına anlaşmazlık girdi. Her iki taraf da silâhlı mücâdeleye başvurdu. Arslanhan Kazvinle Tebriz arasında meydana gelen çarpışmada tamamiyle mağlûb oldu ve öldürüldü, kardeşi Sarikhan esir edilip Tebriz'de hayatına son verildi. Bu olaylar üzerine, şâh Hüseyin'in kızı ve Riza-Kuli'nin oğlundan dünyaya gelme, Nâdir Şâh'ın veliahd olarak ilân ettiği Şahrûh, Horasan'ın Meş-hed şehrinde ortaya çıkarak taht için mücâdeleye başladı. Bunun üzerine, Afganlı Abdalli aşireti reisi Ahmed Han'ın Kan-dahar hükümdarlığının doğusunu gasbetmesi gibi, İran İmparator lugu'nun batısında bulunan ülkelere zorla elkoymuş bulunan İbrahim, İstanbul'a iki elçi göndermeği düşündü; İstanbul'a aynı zamanda gönderilecek olan iki elçiden biri Nâdir Şâh'ı ölümünden önce bu görevle İstanbul'a gönderilmiş olan Mustafa handı; Mustafa han o zamandan beri Bağdad'da tutuklu bulunuyordu; diğeri, Mehdi han, kendi sırdaşlarından biriydi. Fakat, Bâb-ı Âlî, tahtın iki hak iddia edeninden hangisinin üstün geleceğini bilmediğinden ve tarafsızlığını korumak istediğinden elçilik heyetini kabul etmiyor, bunun aksine bir tutumu, bir süre önce barış anlaşmasının yenilenmiş olması kadar faydasız sayıyordu. Bununla beraber, Veziriazam, iki elçiden her birine Sultan tarafından verilen kıymetli taşlarla süslü birer saatle, birincisine ikibin duka, ikincisine bin duka altını gönderdi; Bağdad'daki uzun ikametlerinin masraflarını da ödemek cömertliğini gösterdi. Bâb-ı Âlî, yeni Trablus dayısı Mehmed Paşa'nın elçisini, merhum dayı İbrahini Paşa'nın akrabası olmasını da gözönün-de tutarak itinalı bir şekilde karşıladı. Elçi İstanbul'a Sultan'ar OSMANLI TARİHÎ 109 Veziriazam ve Şeyhülislâm'a, Kızlarağası'na gönderilen hediyeleri getiren İsveç gemisiyle gelmişti. Trablus dayısının hediyeleri, tersanede hizmet ettirmek üzere zindana gönderilen elli Frenk esirinden, elmas taşlarla süslü bir iğne tutturucusu bulunan balıkçılkuşu tüyünden bir sorguçtan, mercan teşbihlerden, kaplan ve aslan postlarından, canlı leoparlardan ve zenci hadımlardan oluşuyordu. Sultan, himayesinde bulunan dayımn bu hediyelerine İstanbul'da dökülmüş dört yeni top, diğer parça-lariyle birlikte birkaç obüs topu, bin fersah uzunlukta toplar tutarında yelkenlik bez, bin kental ağırlıkta gemi zinciri, aynı ağırlıkta ve aynı madenî vasıfta olmak üzere gemi yapımında kullanılacak demir vermek suretiyle mukabelede bulundu (21 Mart 1748 - 21 Rebiul'evvel 1161). Hemen hiç aralıksız birbirini takibeden savaşlara rağmen, Osmanlı donanması hiçbir zaman görülmemiş bir ölçüde gemi sayısı ve sağlamlığı bakımından bir gelişme gösteriyordu. Sözünü ettiğimiz dönemde, İstanbul'da Sultan’ın huzurunda ve devlet ileri gelenlerinin hazır bulundukları bir törenle üç gü-verteli iki büyük savaş gemisi denize indirildi; bunlardan birine Nasiribahrî, ötekine Nusretnumâ adları kondu. Kapdan-ı derya Esseyid Mustafa Paşa, büyük-amiral makamında bırakıldı ve Sultan, kendisine bir hil'at giydirmek suretiyle, donanmanın onun kumandası altında kaydetmiş olduğu ilerlemeden duyduğu memnunluğu Adalar denizindeki son gezisindeki mü-şâhadelerin ışığında belirtti. Sultan'ın müşâhadeleri yerindeydi. Donanma gerçekten önemli bir değerlilik noktasına ulaşmış durumdaydı. Osmanlı riyalası veya üçüncü amiral gemisi, seferi sırasında, Napoli di Romania önlerinde iki Malta skampa-viası (savaş gemisi) ile karşılaşmıştı. İki Malta savaş gemisi, Damiat'da üç direkli bir kıyı koruma gemisini esir aldıktan sonra, avlarını Goesterelik adası limanına götürmüşlerdi. İki Malta gemisi gece karanlığından yararlanarak küçük Mis adası yakınındaki Karatova limanına gelip sığındılar; fakat, İbrahim, bu bölgelerin muhafazasiyle görevli Stankhio kapdanı, onları buldu. Son derece kanlı bir savaştan sonra, İbrahim iki düşman gemisini zaptetti; sağ kalan ondokuz Maltalı ellerine esir düştü ve bunlar esir olarak İstanbul zindanına gönderildi (5 Kasım - 14 Zilkaade). Stankhio mevki kumandanı olan bu aynı kapdan, geçen yıl Değirmenlik (Milo) adası sularında ünlü Mal- HAMMER ta korsanlarından Paulo adında birini esir etmiş ve gemisini bütün mürettebatiyle birlikte İstanbul'a götürmüştü; Osmanlı donanması denize açılmak üzere demir aldığı sırada bu Paulo,. birinci amiral gemisinin serenlerinden birine asıldı. KIRIM HANININ ÖLÜMÜ Azledilen Kalagay (veliahd) Şahin-Giray'ın Polonya'ya ka-çışıyle ortaya çıkan karışıklıklar ve 6nun Basarabya Bohemien-lerini Kırım için tehdit oluşturan isyan ettirme teşebbüsleri, kendi isteğiyle ülkesine dönmesiyle yatıştı. Kırım hanının Bâb-ı Âlî nezdinde şefaati üzerine, Sultan, Şahin-Giray'ı Rodos adasına sürmekle yetindi; daha sonra Khios adasına gidip yerleşmesine müsaade etti ve kardeşi Mahmud-Giray'ın Cengiz Han'ın ahfadından alınan topraklardan olan Yanbolu'ya çekilmesi iznini verdi. Beş ay sonra, Kırım hanı Selim-Giray istiska (hydro-pisi) hastalığından öldü. Kaplan-Giray’ın oğlu olan Selim-Giray'-in boş kalmış olan makamı, o sırada emekli olan Devlet-Gi-ray’ın oğlu, eski kalagay Arslan-Giray'a verildi. Büyük-mirâhur Toprak Mehmed Bey, onu ilkhan ve han makamına, yâni Cengiz Han ailesinin veraset yoluyla intikal eden bütün zamanların makamına yükselten beratı kendisine götürmekle görevlendirildi. Bâb-ı Âlî'nin her yeni Kırım hanına vermesi âdet olan bir milyon akçadan başka, Tatarlar üzerindeki hâkimiyetini belirten altı alâmet de iletildi. Bu alâmetler samur kürk, samur kalpak, elmas bir tutturucu iğneyle süslü balıkçılkuşu tüyünden çift sorguç, kılıç, yay ve sadaktan oluşuyordu. Sultan'dan götürülen bir Hatt-ı Şerif'de yeni Kırım hanından saraya gelmesini başka bir zamana ertelemesi isteniyor ve gecikmeksizin Kırım'a gitmesi bildiriliyordu; haseki veya bostancılar ikinci subayı, şeref tahsisatından ayrı olarak, yol masrafı olarak bin duka altını verdi. VEZİRLERİN ATANMA VE DEĞİŞTİRİLMELERİ Vezir seviyesindeki bütün atamalar ve valiler arasında meydana gelen değişiklikler I. Mahmud saltanatının bu döneminde bugüne kadar görülmemiş bir yoğunluk ve genişlik göstermiştir ki, biz bunlardan ancak çok önemli olanların üzerinde dura OSMANLI TARİHİ 111 cağız. Basarabya ve Eflâk hospodarları, Gregoire Ghika ve Cons-tantin Maurocordato, bu yıl içinde becayiş oldular, yâni biri diğerinin yerini karşılıklı olarak aldılar. Daha önce üç defa Boğdan dukalık makamında bulunmuş olan Ghika, ikinci defa Eflak prensi beratı aldı; Maurocordato ise, dört kere Eflak prensliği makamında bulunduktan sonra üçüncü defa Boğdan dukalığının başına geçmiş oldu (27 Temmuz 1748 - 1 Şaban 1161). Saray hekimi Mehmed Said bu görevine tekrar başladı; kendisinden önceki saray hekimi Ahmed, İstanbul kadılığı makamına yükseltilerek, yerini kaybetmekten duyduğu üzüntü bakımından teselli edildi. Kıbrıs adası has olarak Veziriâzam'a verildi. Anadolu Beylerbeyi vezir Mehmed ve Karahisar sancakbeyi vezir Süleyman Paşa, Sultan'ın kesin emri üzerine ancak arpalık olarak ellerinde bulundurdukları bu eyâletleri becayiş ettiler. Kahire'de vali Ragıb Paşa, ortadan kaldırmayı düşündüğü Memlûk beyleri partisi tarafından makamından uzaklaştırılmıştı. Bu zorbalık hareketi, beylerin (42) arazilerine konulan vergilerin alınması ve İstanbul'a doğru yola çıkarılması, MekkeVe tohumlar gönderme zamanı yaklaşmış olduğu halde Bâb-ı Âlî (43) tara fından sükûtla geçiştirildi (44) (3 Eylül 1748 - 19 Ramazan 1161) Birinci Mahmud, Mısır valiliğine o sırada İçel valisi olan eski Veziriazam Ahmed Paşa'y1 atadı, onun yerine Retimo kumandanı Köse Ali Paşa getirildi. Eski Mısır valisi Ragıb Paşa' ya gelince, Nişancı sıfatiyle kubbe vezirleri arasına katılmak üzere İstanbul'a çağırıldı. Eski İçel valisi Elhac Ahmed Paşa ile Kâhyabey veya İçişleri Nazırlığında bulunan Numân Paşa'-ya vezirlik pâyesiyle Selanik ve Kavala sancakları arpalık parası nâmiyle verildi (16 Aralık 1748 - 25 Zilhicce 1161). Bu sancaklara o zamana kadar sahip olmuş bulunan eski Kapdan-ı derya Şehsuvarzâde Mustafa Paşa Cane valiliğine gönderildi, bu valilikte bulunan Köprülüzâde Ahmed Paşa ise yeni göre(42) (43) (44) 14 Temmuzda, Yeniçeri çavuşu İbrahim ve Arahların kâhyası Rid-van elbirliğiyle «Paşa partisinin hiylesini ortaya çıkardılar. Kanlı bir savaş sonunda Paşa taraftarı yedi tabur kaçmak zorunda bırakıldı, Paşa tutuklandı ve emin bir yere götürüldü, kâhyası ölüm derecesinde yaralandı. M. Chassiernin İstanbul'da Fransız tercümanı Dantan'a gönderdiği mektup. Holvanı Kera. Ghilat. 112 HAMMER vine başlamak üzere Tirhala'ya hareket etti. Evvelki Bağdad valisinin kâhyası ve âsi Arapların elde silâh Bâb-ı Âlî'den bu vilâyete vali yapmasını istedikleri ve o sırada Adana sancağının başında bulunan Süleyman üç tuğlu Paşa payesine yükseltildi; fakat, Bağdad'da alacaklılarına borcu olan binsekizyüz kese parayı ödedikten ve vilâyet hazinesine olan kırksekizbin kuruş zimmet borcundan aklandıktan sonra yeni valilik yeri olan Basra'ya hareket edebildi. Bu arada, Bâb-ı Âlî, Kapucubaşı Abbaszâde Mehmed'i, civardaki Arab kabileleri arasında Adana valiliğine atanan hâlihazırdaki vali Abdülcelilzâde yüzünden çıkan karışıklıkları yatıştırmak maksadiyle Basra'ya gönderdi. 'Bağdad'da Kesriyeli Ahmed Paşa Yeniçerileri zaptedemediğin-den azledildi; oysa Kesriyeli, evvelki valinin kâhyası Süleyman'la gizlice haberleşmekle suçlanan kendi kâhyasının başını Bâb-ı Âlî'ye göndermek suretiyle canla başla görev yaptığının delilini de vermişti. Sultan, onun yerine, Musul valiliğinde bulunan eski Veziriazam Tiryaki Mehmed Paşa'yı atadı, Kesriyeli'-ye de yeni bir tâyine kadar sükûnetle beklemesi tavsiyesinde bulundu. Musul valiliğine, Sultan’ın kendisine malikâne olarak verdiği Aydm'a gitmeyi reddeden eski Rumeli Beylerbeyi Yahya Paşa atandı; dolayısiyle Aydın vergi muhassilliği, malikâne tasarrufu da eski Mısır valisi Ragıb Paşa'ya münâsip görüldü. ŞEYHÜLİSLÂM ESAD, NAİLÎ VE BIÇAKÇILAR İMAMININ ÖLÜMLERİ Ragıb Paşa, eski Şeyhülislâm İsmail Efendi'nin oğlu ve eski Şeyhülislâm Akmahmudzâde'nin halefi olan Şeyhülislâm Esad Efendi'nin bütün bilgin ulemâ takımını gölgelemesi gibi, bütün vezirler arasında zekâsı ve derin bilgisiyle dikkatleri üzerinde topluyordu (20 Temmuz - 24 Receb). Esad Efendi, Sihahul Cevahir (Mücevherlerin Delili) adlı çok beğenilen, dilbilgisiyle ilgili bir eser bıraktı; ayrıca, dört ünlü medhiye üzerine dört ve altı mısralık manzum şerh ve tenkit kıt'aları meydana getirdi: Bordet, Hemziyet, Damuatiyet, Mezariyet. Fazlasiyle takdir gören iki kaside, bir Bülbünâme veya Ağustos Böceği, Tez-keret Hanendegân veya Şarkıcıların Hâtıraları, bir Türkçe-Arab-ça-Farsça sözlük veya Kelimelerden Seçme, İstanbul'da Lehce-tul Lugât adiyle basılan kitabı hep onun kaleminden çıkmıştır; OSMANLI TARİHÎ 113 bu arada birkaç Arabça ve Türkçe şiir de yazmıştır (45). gsad Efendi'nin Şeyhülislâmlık makamına atanmasından dört ay önce, Dördüncü Mehmed'in saltanatı döneminde bilgin İstanbul kadısı Mirza Mehmed'in oğlu ve Birinci Mahmud'un saltanatı döneminin başlangıcında en yüksek şeriat makamında bulunan Şeyhülislâm Mehmed Efendi'nin küçük kardeşi yetmiş yaşındaki Rumeli Kadıaskeri ve en büyük Türk ilim adamlarından Naili Ahmed Efendi öldü. Naili Ahmed Efendi, Arap tarihçisi İb-nül Cüzzî'nin Hz. Peygamberin sülâlesinden inenler üzerine yazmış olduğu Kitabülvifâk veya Seçilmiş Asaleti adlı eserini Türk-çeye çevirdi. Vassaf’ın Acem dilinde tarihi üslûp şaheseri sayılan İran Tarihine ek olan ve bilgin Reisefendi Ebubekir Şirva-nî'nin ölümü üzerine tamamlanmamış bir halde kalan Arapça lügati tamamladı; ayrıca, mutasavvıf Arap şâiri, şeyh İbnül (46) Arabi'nin eserinin tefsirini yaptı; Osmanlıların dinî talimatlarının esasını oluşturan Birgelî'nin risalesini altmış nüsha olarak yazdırdı-, bunların otuz nüshası Ayasofya ve diğerlerini müderrisler (profesör), iki kürsü ve her birinde bu kutsal kitabı okuyacak otuz talebenin bulunacağı iki okul kurduğu Sultan Mehmed (Fâtih) camilerine verdi. O dönemde İstanbul'da yaşayan mutasavvıf şeyhlerin en büyüğü, Bıçakçılar İmamı adıyla tanınan Abdullah Efendi, iki ay Önce ölmüştü (24 Ocak - 23 Muharrem). Cenazesinin götürüldüğü gün, cemâat, Kadılar Çeşmesi meydanında, herkes tarafından terkedilmiş ve gece sıçanlar tarafından yenmiş hasta bir yabancının karlar üzerinde sahipsiz duran cesediyle karşılaştı. Bıçakçıların dindar loncası, Hz. Peygamber'in şu: «Yabancı bir ülkede ölen, şehidlerin ölümüyle ölür.» (47) hadisine uygun bir muamele anlayışı içinde ölüm duası okumak üzere durdu. Ceset, Anadolukavağı yakınındaki mezarlıkta imamın mezarının yanma gömüldü. Bir .süre sonra da sesinin güzelliğiyle meşhur Sultan imamı Hafız Mustafa vefat etti. Vezirler arasında yerine oğlunun atandığı Çıldır valisi İshak Paşa ve Diyarbekir valisi, Avusturya ve Rus(45) Vasıf, s. 179, Esad’ın Şeyhülislâmlık makamına gelişini bir tarihçeyle kutladı. (46) I ve II. cüddeki eserlerinin listesine bakınız. Nâilî'nin bu eseri El~ canib el garbi fi halli müşkilâti İbn'iil-Arabi. İzi, f. 160. <47) Men mâte gariben fekad şehiden, İzi, f. 152. Hammer Tarihi. C: VIII. F.: 8 114 HAMMER ya'ya karşı son savaşta Azak kalesinin zaptında ve Krozka muharebesinde temayüz eden eski Veziriazam Hasan Paşa'nın ölümleri karşısında bütün imparatorluk üzüntü duydu. Hasan Pa-şa'dan boşalan valiliğe Musul valisi Yahya Paşa atandı; Maraş valisi İbrahim Paşa onun yerini aldı, Kesriyeli Ahmed Paşa'-ya gelince, o da İbrahim Paşa'nın yerine Maraş'a atandı. TABİAT OLAYLARI Onbeş günden az bir fasılayla Temmuz ve Ağustos aylarında iki kere güneşin ve ayın (48) tutulması ilminücumcular (yıl-dızbilim) üzerinde güneşin, ayın ve Merkür'ün terazi burcunda buluşmaları kadar bir tesir uyandırmadı. Bu buluşmayı ele alarak kasırga ve sürekli yağmurlar geleceği şeklinde bir kehânetin dayanağı yaptılar. Gerçekten de bir kasırga ve onu takibe-den tufan misâli yağmurlar, Boğaziçi'nin güzel vadilerini suya boğdu ve Haliç üzerindeki köprüyü sel aldı (24 Eyüll 1148-1 Şevval 1161). KESRİYELİ, PİRİZÂDE VE REİSEFENDİ MUSTAFA'NIN ÖLÜMÜ Müteakib yılın ilkbahar gündönümü fırtınaları bir evvelki sonbahar gündönümü fırtınalarıyla şiddet bakımından eşitlik gösterdi. Bol kar yağdı ve rüzgâr dev misâli ağaçları kökünden söktü, evlerin ve kulelerin damlarını uçurdu. Tabiat unsurlarının bu şiddet hali, genellikle önemli kişilerin ölüm işaretleri olarak yorumlandı. Gerçekten de, bu yıl, evvelki yıl olduğu gibi, devletin en ileri saflarında ve âlimler zümresinden altı kişinin mezarlarına konulmaları olayını yaşadı. Kendisi tarafından Kasımpaşa'da yaptırılan Uşâkî mescidi hadiresinde yatan Kâh-yabey Yusuf'dan başka, aynı makamda yerini alan Abdi Paşa; son görevi Bosna valiliği olan eski Veziriazam Muhsinzâde Abdullah Paşa ve son olarak da İmparatorluk müverrihinin âhi-rete intikal edenler arasına kaydetmiş olacağı Kesriyeli lâkabını taşıyan Kastoria doğumlu vezir Ahmed Paşa kaybedilenler cetvelinde yer almışlardı. Bu devlet adamı, Kesriyeli Ahmed, (48) Güneş tutulması 25 Temmuz 1748*de (29 Receb 1161), ay tutulması İse 9 Ağustos 1748 (14 Şaban 1161) tarihlerinde görüldü. OSMANLI TARİHÎ 115 çok genç yaşda iken, Surre kafilesini Mekke'ye götürmekle görevlendirilen (49) bir akrabasının yanında kutsal şehre gitmişti; daha sonra, şehrin su yollarının tamiri ve kudretli Kızlar-ağası Beşir'in, Medine'de, Hz. Peygamber'in kabri yakınında temelini attırdığı bir caminin yapımmı idare etmek üzere, îran elçisi Abdülbâki hanın istanbul'a geldiği dönemde Mekke'ye gönderilmişti. Bu yapı işlerini başarıyla idare etmiş olması, kendisine Devlet Kayıd İşleri Birinci Dâiresi'nin başkanlığına tâyin edilmesi imkânım kazandırmıştı ve tabiî bu imkâna Kızlarağa-sımn yüksek teveccühünü kazanmak da eklenmişti. Bu olup bitenler Veziriâzam'ın kıskançlık damarlarını kabarttığından, Kes-riyeli'yi defterdar olarak Erzurum ordugâhma göndermek suretiyle sarayın gözü önünden uzaklaştırdı. îran Şahı'nın barış tekliflerini serdâr Paşa'dan izin almaksızın İstanbul'a götürmek istediğinden Samsun'da tutuklandı. İstanbul'a çağırıldığı dönemde vezirliğe yükseltildi ve olağanüstü yetkili elçi olarak İran Şahı nezdine gönderildi; sonra da Bağdad valiliğine atandı. Nihayet, yeni atandığı Maraş valiliği görevine başlamak üzere hazırlandığı sırada vefat etti (Mayıs 1749 - Cemâziyül'âhir 1162). Kesriyeli birçok vakıf eserleri ve halk yararına gerçekleştirdiği yapılarla, adını, gelecek nesillere intikal ettirmek bahtiyarlığına erişti; masraflarını kendi cebinden karşılayarak Kuruçeşme Camii'ni yeniden inşa etti; Kasımpaşa'da taş bir çeşme yaptırdı, Şeyh Murad dervişleri tekkesini, Eyübsultan yakınında, Ni-şancılar'da dikkate değer bir yapı üslûbuna sahip bu binayı genişletti ve doğum yeri Kastoria'da pek çok vakıf eserler yaptırdı. Ölümü büyük kayıb sayılabilecek şahsiyetlerden biri de Şeyhülislâm Pirîzâde idi. Devrinin en ünlü Osmanlı âlimlerinden biri olan Pirîzâde, gençliğinde, şâir Tâhir ve İshak-Hocası lâkabiyle anılan şâir Ahmed'den, talihin üstün bir lutfûyla, ders almak imkânını bulmuştu; daha sonra, Veziriazam Daltaban ve Rami Paşaların imamı oldu; nihayet bütün müderrislik derecelerini geçerek Sultan imamı mertebesine yükseldi; bu makamda bulunanlara, siyasi işlerdeki tesirleri dolayısiyle Sultan'ın âlimi de deniliyordu. Pirîzâde de bütün gücüyle împaratoriçe MarieThârese zamanında Avusturya siyasetini destekliyordu. Birinci Mahmud onu Şeyhülislâmlık görevlerinden uzaklaştırdığında, (49) Saraydan kutsal şehre gönderilen hediyeleri taşıyan kafile veya kervan. Surre yola çıkmadan İstanbul'da tören yapılırdı. (Ç.N.) 116 HAMMER Mekke'ye giderek hac farizasını yerine getirme teşebbüsüne girişti; hac dönüşünde birkaç zaman Gelibolu'da oturdu. Buradan Rodosto'ya gitti ve orada dünya günleri tamam oldu (25 Haziran - 9 Receb). İncelemelerinin konusunu oluşturan eserler üzerinde birkaç bin yorum ve müşâhade kaleme almış olan Pirîzâde, Arapların Montesquieu'su denilen İbn Haldun'un «Mukaddemât» (50) adlı eserini Türk diline kazandırmak suretiyle adını ebedîleştirdi. Bu yıl içinde ölüm, yetmişinden fazla yaşda olan emirler reisi Bolevîzâde Esseyid Mehmed Said'i de alıp götürdü. Sultan, merhuma halef olmak üzere Kudüs kadılığı makamında bulunan Esseyid Mehmed Said'i seçti ve kendisi İstanbul'a davet edildi. Mekke kadısı ve Anadolu'da doğduğu yer olan Ka-zabad'ı işaret eden lâkabiyle Elhac Ahmed Kazabadî, arkasında Dilbilgisinin Dört Mukaddimesi (Mukaddemat-ı Erbaa) ve daha birçok eserle ikinci bir Şerhası ve ikinci bir İbn Hacr olmak şöhretlerini bırakarak vefat etti. Fakat, bu devirde Osmanlı İmparatorluğu'nun kaybından en fazla elem duyduğu Reis-efendi Elhac Mustafa'nın ölümü oldu. Hicri 1100 yılında Kastamonu yakınındaki Goel'de doğan merhum, Türkler, Araplar ve İranlılar arasında yaygın bulunan bir asrın başında doğacaklar arasında aynı asrın olaylarına büyük ölçüde hâkim olacak birinin mutlaka bulunduğu yolundaki inançların kuvvetlenmesine hizmet etti. İstanbul'da tavukcubaşı veya pazarda kümes hayvanları başsatıcısı olan birinin kızıyla evlendi; kayınpederi ölünce onun işinin devam ettiricisi durumuna geçti ve bu işe devam ederken fazlasiyle ilgi duyduğu ilim ve araştırmalara daha çok kendini verdi. Gecesini gündüzüne katması ve sebatı sayesinde kısa zamanda döneminin ilim adamları arasında adı anılır oldu ve Üçüncü Ahmed'in tahtını kaybetmesi sonucunu getiren ihtilâlden sonra halefi Birinci Mahmud, onu ikinci defterdar payesine yükselterek, tahta çıkışını Avusturya hükümetine bildirmekle görevlendirdi; böylece olağanüstü yetkili murahhas durumunda bulunuyordu. Elhac Mustafa, Viyana'da ikameti sırasında, Avrupa hükümetlerinin siyasetleri üzerinde tam bir bilgi edinmek hususunda hiçbir fırsatı (50) Frenkçesi «Prolâgomeno olan kelime, eser veya eserlerin içinde kullanılan terimlerin veya eserin açıklanması için yazılmış önsöz anlamına gelmektedir. (Ç.N.) OSMANLI TARİHİ 117 kaçırmadi; zâten bu siyaset üzerinde o andan itibaren kendisi çok büyük ölçüde tesir sahibi olacaktı. Avusturya'dan dönüşünde beylikçi veya reis vekili olarak Babadağı ordugâhında Reisefendi İsmail'e refakat etti. Birkaç zaman sonra Reisefendi makamına getirildi ve olağanüstü yetkili murahhas olarak Ni-emirow Barış Kongresi'ne gönderildi. Krozka savaşından sonra, Veziriazamla birlikte meşhur Belgrad barış anlaşmasını imzaladı. Anlaşmada bazı ifâdelerin Avusturya'nın ısrarlı talebleri üzerine değiştirilmesi ve bir yıl sonra bir ek anlaşma imzalanması zorunluğu duyulması Sultan'ın Bâb-ı Âli tercümanının başının vurulmasını emretmesine ve Reisefendi Mustafa'nın görevlerinden azline sebeb oldu. Bu gözden düşme, Tavukçu Mustafa'nın Mekke'ye gitme teşebbüsünde ağır bastı. Reisefendi makamında yerini alan Ragıb Paşa vali olarak Mısır'a gönderildiğinde, Tavukçu Mustafa ikinci defa olarak Osmanlı İmparatorluğunun bu en etkili makamımn başına getirildi. Bu yeni nezâreti sırasmda tahribatı bütün Avrupa'ya yayılan savaşa son vermek hususunda Osmanlı devletinin aracılığını hıristiyan devletlere teklif eden o oldu; yine onun tavsiyesi üzerine, Bâb-ı Âlî, İstanbul'daki yabancı devlet elçilerine İngiltere ile Fransa arasındaki savaşda Osmanlı denizlerinin tarafsızlığını bildiren birer muhtıra verdi. Tavukçu Mustafa, İsveç, Napoli ve Toskan ile müzâkerelerde bulunup bunlarla dostluk ve ticaret anlaşmaları imzaladı. Fransa ile eski imtiyazlar anlaşmalarını yeniledi; Rusya ve Avusturya ile ebedî (sürekli) barış anlaşmaları yapıp bunların yürürlüğe girmelerini sağladı. Görevinden ikinci defa azledilince, Edirne'de kesin inzivaya çekildi ve İstanbul'a ancak Devlet Ruznâme Birinci Dâiresi Reisi olarak nadiren geldi. Birkaç ay sonra, Boğaziçi'nde Avrupa yakasında Kiaiar mevkiinde bulunan yazlık köşkünde öldü (1 Eylül 1749 - 18 Ramazan 1162). Her şeyi kavrayıcı bir zekâya ve olağanüstü bir hafızaya, son derece tabii ve zarif bir hitabet kaabiliyetine sahipti. Dâima kendine hâkimdi ve hiçbir zaman ince bir alay veya nüktenin ağırlığından hiçbir şey kaybettirmediği asîl bir ciddiyetin temsilcisiydi. Bu tabiî üstünlüklere, iyi yetişmiş bütün Osmanlıların sahip bulundukları mükemmel Türkçe, Arapça ve Farsça dil bilgisini de katmıştı. Nesir yazan ve şâir olarak ilim adamlarının toplantılarından hoşlanıyor, dillerini son derece pürüzsüz konuşmasiyle Araplar üzerinde hayranlık uyandırıyordu. Sevimli ve lutûfkârdı, gönüllerde yer almasını bildiği kadar ah- 118 HAMMER makça gururun her türlüsünden de alabildiğine uzaktı. Fakat paraya karşı son derece açgözlüydü. Yabancı devletlerle yaptığı müzâkereler vesilesiyle zengin hediyeler elde etmişti. Pirizâ-de'nin söylediği gibi, gerçekten Avrupa devletlerini aylığa bağlamış idiyse de, aldığı büyük meblağları çömleğe koyup toprağa gömmüyor, lükse ve sefahate harcamıyor; fakat bu paraları halka yararlı yapı işlerinde, hayr için oluşturulmuş vakıflar kurmakta, Osmanlı medeniyetini hıristiyan parasiyle geliştirmek ve savunmakta kullanıyordu. Bağdad'da bir cami ve bir medrese yaptırdı; Kastamonu yakınındaki Goel ve Fervaç'da bir okul ve bir medrese kurdu; İstanbul, Mekke ve Medine/ birçok çeşme ve okullarını ona borçludurlar: Özellikle Mekke şehri, Reisefendi Mustafa'dan para olarak her yıl belirli bir bağış almaktaydı (51). BEDEVÎLER ARASINDA ABDULVEHHAB TARAFINDAN GERÇEKLEŞTİRİLEN İSLÂMİYET'TE REFORM HAREKETİ Hıristiyanlık çağının onsekizinci asrı yalnız Avrupa'da değil, Asya'da da yeni reformlar filizlendirdi. Gerçekte, Osmanlı Im-paratorluğu'nun siyasî müesseselerinde uygulanacak olan reformlar ancak bu asrın sonunda gün ışığına çıktılar. Bununla beraber, hatta asrın ilk yarısı sona ermeden önce, Hz. Peygam-ber'in vatanı ve İslâmiyetin beşiği olan Arabistan, Bedevilerin yeni havarisi Abdulvehhab'ın yeni doktriniyle temasa geldi. Ünlü Alman gezgini Niebuhr'un (52) Abdulvehhab'ı Avrupa'ya tanıtmasından yirmi yıl önce Osmanlı tarihi, üzerinde fazla durmadan, bu tarikatçıdan, onun hakdan sapıcı ve ihtilâlci doktrininden bahsediyordu. Ancak ondokuzuneu asrın başlangıcında bir başka ünlü Alman gezgini Burkhardt (53), Niebuhr'un bize bu tarikata dair aktardığı noksan bilgileri düzeltti. Arabistan ve Suriye çöllerindeki uzun gezisi sırasında kılı kırk ya(51) Biyografisi İzi'de, s. 108 ve 109 ve Resmî'nin Reisefendiler Biyografileri'nde -LXV. olarak- bulunmaktadır. Damadı Bekir Efendi, mirasçısı olarak hapsedildi ve ancak ikiyüzelli kese tutarında para ödedikten sonra bırakıldı. (52) Niebuhr, Description de L'Arabie (Arabistan'ın Tasviri), 1779, II, s. 206. (53) Burkhardt, Notes on the Bedouins and Wahabis (Bedeviler ve Vafcâfctter Üzerine Notlar), Londra, 1830. OSMANLI TARİHİ 119 raıı bir titizlikle tuttuğu günlüğü sayesinde, bu konuda Türk tarihçilerin sürdürdüğü sessizlik bizi hiç hayıflandırmamakta-dır. Böylece, burada Bedevilerin tarihî ve İslâmm reformcusu Abdulvehhab hakkında vereceğimiz özette o bize rehberlik hizmetinde bulunacaktır. Hürriyet çöllerde tam mânâsiyle yaygındır ve kurak Arabistan ovalarının oğulları olan Bedeviler, geride kalan asırlara olduğu gibi, günümüze de bu hürriyetin geleneklerinin, ilkel karakterinin; binlerce yıldanberi değişmeden kalmış kötülük ve faziletlerinin mührünü taşırlar. Aç, arzuların yiyip bitirdiği, yalancı, sun'i bütün bu münasebetleri, insandan insana hile idare eder; bununla beraber, merd, cömerd, yumuşak mizaçlı ve her türlü hayâlin üstünde misafirsever ve en zâlim düşmamna karşı sözüne sadık olan Arap, Osmanlı karşısında birçok üstünlüğüyle seçkinleşir. Arap, bütün bu iyi vasıflarına perhiz-kârlığı, kanaat etmeyi, hitabet kaabiliyetini, ateşli ve şairane bir muhayyileyi de ekler, candan ve sirayet edici bir neş'eyi de ekler. Şerefinin ve hareminin ateşli savunucusudur. Namusuna sürülen lekeyi kanla temizler ve akrabalarının intikamını almak gerektiğinde kan akıtmak için yanıp tutuşur (Ateşe karşı ateş; fakat utanç verici hareket asla! İntikama karşı intikam; fakat şerefsizlik asla!) (54). Günümüzde de, kendi şerefi ve kadınlarının şerefi için çarpışan Bedevinin savaş çığlığı budur. Bununla beraber, Bedevi, misafirsever olduğu kadar kan dökücü, asîl olduğu kadar zâlimdir. Rivayetlerin, Hatim Tai'nin misa-firseverliği; merd ve kararlı mızrakçı Maadi Kerb'in değeri; süvariler babası Antar'a izafe ettikleri şairane tuluat kaabiliyeti üzerine anlattıklarının hepsi, günümüzde sayısız örnekler tarafından doğrulanmaktadır. Akşam olunca, Bedeviler hikâyeler dinlemek veya mehtapta açık havada şarkı söylemek üzere toplanırlar (55). îki cinsiyetten de gençler gruplar hâlinde toplanırlar, birinci şarkıcı tarafından söylenen ilk mısraı koro hâlinde tekrar ederler ve el çırparak şarkıya katılırlar; yüzlerine de buna göre bir ifâde verirler. îki veya üç genç kız, yüzleri örtülü olarak ve oynayarak gelenek veya hicabın kendilerine adlarile hitâbdan menettiği delikanlılar korosunun önüne gelir(54) En-naar en-naar ve lâ el âr, et-thar et-thar ve lâ el âr! (55) Musâmeret. 120 I HAMMER ler. Gece şarkısının (56) melodisi savaş meydanında söylenenin aynıdır (57). Neşeli durumlarda kadınların «lu, lu» diye haykırışları, yalnız bu ses, çölün büyülü sessizliğini bozar (58); aşiretten birinin ölümünde, ağıtçı kadınların şikâyet çığlıkları orada hazır bulunan seyyahı titretir. Arabm ev olarak sadece bir çadırı vardır; eşyası bir deve eyerinden, bir su tulumundan ve üç ayaklı bir tencereden oluşur; giysi olarak bir gömlek ve çizgileri yabaneşeğininkini andıran bir hırka (aba) ile yetinir. En büyük lüksü silâhlarında görülür: Bunlar kılıç, miğfer, ok ve zırhtan oluşur; sadece birkaç aşiret ateşli silâh kullanır. Deve sütü, ekmek, tereyağı, hurma ve çöl mantanyla beslenir. Deve ve beş asîl cinsi olan at başlıca servetini teşkil eder. Filozof Fisagoras'ın kutsal saydığı beş rakamı başlıca dini ve siyasi müesseselerinde de bulunur. Dökülen kanın intikamım almak gayreti beşinci kuşağa kadar intikal eder. Savunma ve boyun eğme hak ve fiilleri de beş rakanüıdır; elin beş parmağı üstün hakkın işaretidir. Şeyh, yâni İhtiyar, Aksakallı (sakalının renginden ötürü böyle denir), aşiretin reisi ve idarenin başıdır; Akid, yâni savaş zamamnda aşiretin kumandanı, otoritesi ve etkisiyle şeyhin kudretine karşı bir denge oluşturur; Kadı veya hâkim, ihtilaflı meseleleri hükme bağlar, şeriata uygun hükümleri kutsaldır; Vassi, yâni vasi veya patron, yalmz başkalarının menfaatlerini kollamak ve çocukların terbiyeleriyle alâkalan-makla kalmaz, fakat zayıflar tarafından kendilerini kuvvetliye karşı korumak için seçilmiştir; nihayet «dakhil» gelir ki, bu da hayatının ve servetinin korunması için bir başkasının himayesine sığınmış kimse demektir. Hırsızların ve eşkiyanm, kendilerini esir tutanlardan gerek onlarla ekmek ve tuz yiyerek, gerekse giysilerine dokunmak suretiyle kendilerini koruma hakkı elde etmelerine mâni olmak için, bunları kazılmış bir çukurda muhafaza etmek âdettir; bununla beraber eğer bir suçlu serbest bir kişinin yüzüne tükürmeyi başarırsa, ondan kendisini himaye etmesini istemeğe hak kazanır ve yüzüne tükürülen kişi hürriyetini elde etmesi hususunda ona yardımcı olmak zorundadır. (56) Esâmir. Süvariler geliyor, oh Dieba; süvariler geliyor, hırsızlar (diebe); süvariler geliyor Dieba'dan, oh aşk! (57) Hadu. s. 424. Ey ölüm, bizim üzerimizdeki kanununu ertele ki intikamımızı almış olalım. Sen çıplak başlı kuş, sen atmaca, sen akbaba, İnsan etine açsanız savaşçı saflarına katılın. (58) Burkhardt buna ctagraib» demektedir ki, genellikle «tehlil» denir. OSMANLI TARİHİ 121 Hırsıza harami denir ve bu da Bedevilere dokunulması haram olarak bildirilen leşe, kana ve domuza dokunmakla aynı mânâya gelir. Günde beş vakit namaz kılmak, oruca ve kurban bayramı emirlerine uymak Bedevilere evvelce emredilen ve Ab-dulvehhab’ın reformlarına kadar yerine getirilen vecibelerdi. BU MEZHEB ADAMININ DOKTRİNİ Büyük Temim aşiretinin kollarından biri olan Vehhabî aşiretinden çıkan ve adı «herşeyi düzenleyenin kulu» mânâsına gelen Abdulvehhab İslâmiyetin Calvin'idir. Calvin'in hıristiyanlığı ilk saflığına götürmek istemesi gibi (59), Abdulvehhab da, Hz, (59) Calvin (Jean), asıl adı Cauvin (Noyon, Picardie 1509-Cenevre 1564). Babası Noyon başpiskoposluğunda görevliydi. Calvin 1523'de Paris'e gitti ve orada dilbilgisi, mantık, felsefe okudu. Daha sonra Orleans ve Bourges'da hukuk tahsil etti. Ünlü dil bilgini Alciati Ciovan Paolo'-nun yanında çalışarak ondan yararlandı; Yunanca ve İbrânice öğrendi. Luther'cilerle temas kurdu ve Luther'ci oldu. Paris'e yerleşti. 1530-da filozof Senecca'nın eserini yorumladı ve bu filozofun ekolu olan Stoacılıkla İncil arasındaki münasebetleri araştırdı. Bu arada Bude ve Nicolas Cop gibi yenilik tarafdarlarıyla dostluk kurdu. Fransa kralı Birinci Frariçois'ya ithaf ettiği Calvin'ciliği içine alan «Hıristiyanlığın Dinî Öğretimi» adlı eserini yayınladı. Önce Lâtince olarak yayınlanan kitabını daha sonra Fransızcaya çevirdi ve ilk baskısı 1536-da Basel'de yayınlanan eser birkaç baskı yaptı. Bu eseriyle ünlü Fransız yazarları arasına girdi. Âdem'in hatâsı yüzünden günahkâr sayılan insanoğlu ile Tanrı arasında tek aracının İsa olduğunu söyledi: insanın yaptığı iyiliklerle değil, ancak Tanrı'nın lûtfu ile temize çıkabileceğini ileri sürdü. Tanrı'nın sevdiği kulları önceden seçtiğini ileri süren görüş bu kitaba dayanır. Cenevre'de Belediye Mecli-si'nin karariyle kitabında belirttiği görüşleri uygulamak imkânını buldu. Kitabında bahsi geçen dinî öğretimin başında halkın seçim yoluyla görev verdiği rahipler bulunuyordu. Öğretim grup toplantıları halinde yapılıyordu ve halk. öğretimin başında kendi seçtiği kişiler bulunduğu için rağbet gösteriyordu. Luther'cilerin de gayretleriyle, Calvin'in dini öğretim tarzı giderek yaygınlaşmak istidadı gösterdi. Böylece, Calvin'in öğretim tarzı özellikle kuzey ve güneybatı Avrupa'da yaygınlaştı. Kitabının yayınlanmasiyle Engizisyon'un uyguladığı takib büsbütün artmıştı. Dinî öğretimin yaygınlaşması İse papaz kılıklı zebaniler elindeki bu işkence müessesesini gazaba getirmekte gecikmedi. Ne var ki, Calvin en azından ömrünün yarısını bu takip ve gazaptan kaçmakla geçirmiş ve korunma usûllerini iyice geliştirmişti. Bunun için Engizisyon, nazarî suçlamalar dışında ona bir şey yapamadı. Fakat, şehirden şehire seyahatte bile temkinli dav- w* 122 I HAMMER Peygamber'in emirlerini ilk saflığı ile yeniden tesis etmek ve Müslümanlarda sönmüş olan sofuluğu yeniden alevlendirmek teşebbüsüne kalkıştı. Uzun uzun şeriat incelemeleri ve uzak yolculuklar yaparak bu teşebbüse hazırlanan Abdulvehhab, yeni mezhebinin akidelerini (dogma) yayınlamak suretiyle reform hareketini başlattı. îslâmiyetin ana kaidelerine o kadar az karşıydı ki, ne Mısır, ne de Suriyeli dinî hukuk âlimleri bu mezhebi mahkûm etmek cesaretini gösterdiler. Bu son derece tehlikeli, yenilik getiricilik işine başladığı andan itibaren, aslında Anzesler aşiretinin bir bölümünü oluşturan ve Vuldi Ali aşiretinin bir kolu olan Mesalih aşiretinden Muhammed Ibn Suud'-dan destek gördü. O, herkesten evvel, Dariye'de yeni mezhebi bağrına basan ilk kişi oldu. Abdulvehhab'ın kızıyla evli olduğundan kayınpederinin mezhebinin taraftarlarını siyasî bir zümre olarak kaynaştırdı, ve Vehhabîler hükümetini kurdu. Bunun neticesi olarak, siyasî şef, dinî şefle birleşti; aslında işler mezhebin kurucusu Abdulvehhab ile Muhammed İbn Suûd arasında taksim edilmişti ve Suûd'un oğlu Aziz ile torunu Suûd, babalarının verdiği misâle uyarak, yeni mezhebi Arabistan'da yaymaya, ellerinde kılıç, evvelce Peygamber'in yaptığı gibi, reformu kabul etmeyenleri ortadan kaldırmaya devam ettiler. Abdulvehhab, Hz. Peygamber'e abartmalı saygı öğretimi ve özellikle halkın evliyalara gösterdiği ibâdet derecesindeki bağlılığa karşı şiddetli bir mücâdele açtı (60). Bunların mezarları Abdulvehhab taraftarlarının öfkelerinin hedef noktası haline geldi. Taraftarlar, bu öfkelerini Hz. Muhammed ile torunlarının saygıdeğer mezarlarına varıncaya kadar sirayet ettirmekten geri kalmadılar. Kur'an'da emredilen zekât ve sadakalar, israfı yasaklayıcı hükümler, ispirtolu içkiler yasağı, kadılara emredilen dürüstlük ve ilk Müslümanların seçkinliği olan cihad anlaranmak zorunluluğu hayli sıkıcı olduğundan, görüşlerini daha tesirli bir şekilde yaymak için bu* seyahatleri kısıtlamak, sonunda büsbütün vazgeçmek gerekti. Eğer bu kısıtlamalar ve sonunda vazgeçmeler olmasaydı, savunduğu Luther'ciliği daha da yaygınlaştırmak imkânı bulacağı ve katolik kilisesini daha fazla zayıf düşüreceği şüphesizdi. Ömrünün son yıllarını eserini olgunlaştırma yolunda kullandı. Çok iyi bir öğrenim gördüğü için uslûb ve düşünce yapısında bir sağlamlık göze çarpmaktadır. (Ç.N.) (60) İslâm dininde görülen evliyalar, katolik kilisesinin azizlerine gösterilen saygıyı görmüşlerdir ve bunlara birtakım mucizeler izafe edilmiştir. Burkhardt, s. 280. OSMANLI TARİHİ 123 yışına kadar her şey yeniden yorumlanmış, bunların boş ol duklarına hükmedilmişti. Peygamberin bu ilk kanunlarının hi çe sayılmasıyla birlikte, Abdulvehhab, Peygamber tarafından mahkûm edilen bütün zevklere, (61) şarap, tütün ve esrar gibi sarhoş edici maddelerin; nihayet teşbihin kullanılmasına şiddetle karşı çıktı. Muhammed İbn Suûd, bütün Arabistan'da yeni mezhebin ruhanî ve cismânî lideri oldu. Muhammed İbn Suûd, Mekke'nin ele geçirilmesi sırasında yayınladığı Vehhabi ümühalinde, İslâmiyeti en basit unsurlariyle, yeni dinin yapısının bir bölümü olarak gösterdi. Bütün kurtuluş ilmi üç maddede toplanmaktadır: Allah bilgisi (62), dini ilkeler bilgisi, Peygamberin koyduğu ilkeler bilgisi. Her şeye kaadir, ibâdet edilmesi gereken bir tek Allah vardır. Dinin ilkeleri de sayıca üçtür: İslâmiyet, yâni Allah'ın irâdesine tam teslimiyet, imân ve hayırlı işler. İslâmiyet beş maddeye bölünüyor: I. İmân bilgisi: Yalnız bir Allah vardır ve O'nun Peygamberi Hz. Muhammed'-dir; II. Günde beş vakit namaz kılmak; III. Toplam serveti oranında emredilen zekâtı vermek; IV. Ramazan ayında oruca saygılı olup edâ etmek; V. Hayatında bir kere Mekke'de hacca gitmek. İman bilgisi, aşağıdaki altı imân maddesini içine almaktadır: I. Allah'a imân; II. Meleklere imân; III. Kur'-an'a imân; IV. Peygamber'e imân; V. Onun vasıflarına imân ve VI. Kıyamet gününe (rûz-u ceza) inanmak. Hayırlı işler şu tek emirde toplanmaktadır: Onu görüyörmüşsün gibi Allah'a ibâ(61) Hammer, birkaç sayfa önce fıtrî ve kisbî, yâni doğuştan gelme ve sonradan kazanılan meziyetler, ahlâkî vasıflar ve savaşçılık konularında Türklerle Arapları kıyaslayıp Arapları Türklere kıyasla üstün ve seçkin bir soy olarak gösterirken yaptığı hatâ gibi, burada da ahlâk dışı zevkler konusunda Türkleri bunlara bilhassa tutkun göstermek suçu işlemektedir. Bir kere Anadolu eyâletlerinde, yâni Türklerin çoğunlukta olduğu yerlerde onlar ahlâkî sağlamlığa örnek bir hayat sürmüşlerdir. Suçların en fazla görüldüğü İstanbul'da ise şehrin kozmopolit nüfus yapısı Hammer tarafından gözardı edilmektedir. En fazla suç işlenen IV. Murad'ın saltanatının ilk döneminde suçluların çoğunluğunu özellikle Rum azınlık ve devşirme Yeniçeriler oluşturmaktadır. Bu husus Karakullukçu defterlerinde belirtilmiştir. (Ç.N.) <62) Allah, bilgisinin tasavvuf ve ilahiyatta tam karşılığı «Mâarifetullah»dır. Çünkü bu deyimde «Allah'ı tanımak ve Allah'ı bilmektem ayrı olarak, şartlarıyla birlikte bir Allah bilgisi ifâde edilmektedir. (Ç.N.) 124 HAMMER det et. zira sen onu göremesen de, iyi bil ki o seni görür. Peygamber bilgisi yeni mezhebin en önemli bölümünü oluşturmaktadır, çünkü bu bilgi Peygamber'i mevzu olarak alan abartmak saygının kötüye kullanılmasını ortadan kaldırmaktadır. Bu bilgi şöyle diyor: Abdullah'ın oğlu Muhammed, Peygamber, bir tek halka değil, bütün halklara Allah tarafından gönderilmiş fâni bir insandır (ölümlü bir insandır). Eğer seninki değilse, hiçbir din gerçek olarak mütalea edilemez; ondan sonra hiçbir peygamber gelmeyecektir, zira o, peygamberler zincirinin son halkasını vücuda getirdi. Bu doğmaların (doğme) hiçbirinde aslından sapmış bir ilke görülmemektedir; aksine İslâmiyet, bu anlayış içinde aslındaki saflık, katkısızlık içinde görülmektedir, Abdülvehhab'ın mezhebinin gayesi de buydu. Yazık ki, İslâmiyet geçirmiş olduğu bu saflaştırma ameliyesine rağmen, o müsamahâsızlıkdan (63) ve taassubdan kurtulup bu engelleri aşamadı. Peygamberi hak Peygamber olarak tanımak, her müslü-man için günde beş vakit namaz mecburiyeti, zekât vermek, oruca riâyet etmek, hac için Mekke'ye gitmek, bunlar Abdülvehhab'ın reformunda yer alan Kur'an'a, meleklere ve Peygam-ber'e inanmak kadar esaslı dinî kaideler ve hikmetlerdir. Bu reform hareketi diğer bütün dinleri reddeder; dini görevlerin yerine getirilmesinde görülen ihmâl şiddetle cezalandırılır; Mu-hammed'in uyguladığı usûllere sâdık kalarak, başka dindeyken İslâmı kabul edene tam teslimiyet veya çekilip gitme arasında seçim yapmayı bırakır. Abdülvehhab'ın mezhebi üzerine verilen bu hızlı açıklama (64), bu tarih kitabının düşündüğü ölçü bakımından hede(63) (64) Bu görüş Hammer'e aittir ve İslâmda. İslâmın aslında müsamahasızlık bulunduğu gibi bir zarının doğmasına yol açmaktadır. Oysa îslâmın aslında müsamaha fazlasiyle mevcuttur ve Hadislerde de bu husus fazlasiyle belirtilmiştir. îttihad ve Terakki Partisi kurucusu Ahmed Rıza Bey Paris'de Fransızca olarak yayınladığı «İslâm'da Müsamaha» adlı kitapta bu konuyu ele alarak, bütün dinler arasında îslâmın bu hususta benzersizliğini işlemiştir. (Ç.N.) Görülüyor ki, Hammer. Vehhabîlik üzerinde esaslı bilgilere sahib değildir ve tslâmda reformun hıristiyanlıktakine benzer bir şekilde bahis konusu olamayacağını düşünmemektedir. Hıristiyanlıkta reform, kelimenin mânâsından anlaşılacağı gibi. bozulan esasların yeniden teşkiline girişilmesi hareketidir. Çünkü papalar birtakım bid*-atler getirmek ve dine eklemek suretiyle onu bozmuşlardır: Reformculara Protestan denmesinin sebebi de budur, çünkü protestan iti- OSMANLI TARİHİ 123 fine varmıştır. Şimdi bu dini ihtilâl haberinin sarayda, divânda ve payitaht İstanbul'da uyandırdığı intibaı tasvir ve bu arada Arabistan'da patlak vermiş olan fakat Bâb-ı Âli'yi gerçekten raz eden mânâsına gelmektedir. İslâmda böyle bir şey yâni dinin aslına, cevherine bid'atlerle eklemeler yapılmış olması bahis konusu değildir. Yobazlar ve kendiliklerinden bid'atler getirmeğe kalkışanlar bütün dinlerde görülür. İslâmm cevherinde bir bozulma, bir değiştirme görülmemiştir ki reform ihtiyacı doğsun. Bu hususta incelemeler yapan ilahiyat âlimlerimiz ve bu meseleler üzerinde duran mütefekkirlerimiz, Vehhabilik üzerinde Hammer'inkinden çok başka ve daha esaslı görüşler oluşturmuşlardır. Değerli mütefekkir ve tasavvufta derinlik sahibi merhum üstad Necip Fazıl Kısakürek'in «Doğru Yolun Sapık Kolları» adlı (B.D. Yayınları, İstanbul. 1978) eserinden Vehhabilik bölümünü meselenin iyice aydınlanması bakımından buraya aktarmayı yerinde ve faydalı buluyoruz : «Lenin nasıl Marks'ın tatbikçisi olduysa. İbn-i Abdülvehhab da asıl tatbikçi amelesini Suudiler kolunda bularak İbn-i Teymiyye kafasını maddeye nakşedici oldu. Ancak İkinci Abdülhamid devrinde biraz nefes alır ve etrafı görür gibi olan biricik İslâm devletinin zaafından ve onun sahte inkılâpçılar eliyle yediği darbelerden de faydalanarak bugüne kadar geldiler. Gitgide sulandırılan ve usta bir siyaset adamı olan evvelki Melik devrinde pek dışa vurulmayan Vehhabilik, nihayet öğretim ve eğitim plânına inhisar ettirilerek politika ve idare perdesinde pek göze çarptırılmaz oldu. En kısa ve özlü ifadeyle, nedir şu Vehhabilik ve ölçüleri nelerden ibaret? Vehhabilik, İbn-i Teymiyye bahsinde kullandığımız tabirle, bir nevi İslâm materyalizmasıdır ve bu materyalizmanın son durağı Allah'ı tanımamak olduğu halde bunlar tanıdıkları ve en doğru tanımanın kendi mezheblerinde olduğu iddiasındadır. Ruha, ruha-niyete, onun ölüm sonrası devam ve tasarrufuna inanmaksızın Allah'a nasıl inanılabilir veya Allah'a inanıp da ruh nasıl inkâr edilebilir? Hem göze inan, hem de onun gördüğüne inanma olur mu? Sorarsanız «İnanıyoruz!» diyeceklerdir. Fakat zoraki bir inanıştan sonra gizli bir inkâr içinde o inanıştan kurtulmaya çabaladıklarım teslim etmeyeceklerdir. İnsanı öldükten sonra sıfıra ulaşmış kabul edenler, bütün iz ve işaretlerini yeryüzünden silenler ve Allah Resulünü ziyareti bile günah sayıcı bir anlayıştan gelenler, hangi tevil yoluna saparlarsa sapsınlar, öteleri, ötelerin hikmetlerini kabul etmemek mevkiindedirler. Hendese davalarında olduğu gibi, onların zahirde bu derece mübalâğalı görünmeyen ölçü çizgilerini uzatacak olursanız teslim edeceksiniz ki, anlayışları, «semaların ve arzın nuru» olduğunu bildiren Allah'ı, nurundan ayırmaya kalkmaktan başka bir şey değildir. 126 HAMMER fazla ciddi olmadığı için telâşa kaptırmayan birkaç başkaldırmayı anlatmak kalıyor. Bu olaylar o sıralarda Sultan’ın Mekke'ye olağanüstü hediyeler göndermiş olmasından kaynaklanan siyasî sebebleri hâtıra getireceklerdir. ARABİSTAN'DAN FELÂKET HABERLERİ Arabistan'daki karışıklıkları Bâb-ı Âlî'ye ilk haber veren Basra valisi Süleyman Paşa oldu. Paşa, Kavarna'da Benî Lams-lar, Huveyze ve Ahvaz'ın Muide aşireti ile birleşen Benî Mun-tefikleri, âsi çöl Araplarına hücum ederek yenmiş olduğunu da bildirmişti; aralarında reisleri olan Burhane ve oğlu Kelb Ali'nin de bulunduğu binden fazla âsiyi kılıçtan geçirmişti; Basra civarını Arapların elinden kurtarmış, Basra körfezi denizcilerini, özellikle Basra limanı tacirlerini konsanlıklarıyla dehşete Ve bu ana nokta etrafında şu ölçüler : Hiçbir inceliğine nüfuz etmeksizin sadece kitap ve sünnete bağlanmak iddiası ve «İcmâ» ve «kıyas» gibi iki hayatî vasıtanın kökünden iptali... Kendilerinin bir «selefiye»cilik iddiasiyle Sahabîler yolunda gittikleri yalanı ve Vehhabîlik dışındakilerin küfürle suçlandırılması... Birtakım hurafeler ve uydurmalarla bir arada Sünnet Ehli itikadınca makbul bazı esrar tecellilerinin teşbih çekmeye kadar şirk sayılması... Tasavvufun topyekun inkârı ve iç âleme kapıların tamamen kapalı tutulması... Netice, uçurtmanın kafasını kesip kuyruğunu havada durdurmaya çalışmak derecesinde bir abes davranışıyla dış dünya ve dış şekillere mıhlanıp kabukta pas tutma ve özde çürümenin, son iki asır boyunca - guyâ modern - dalâlet mektebi.. Bugün, biraz da kendilerinin hicap duymaya başladıkları bu mektep, ruhundan uzak bulundukları mukaddes şeriatı anlamadan tatbik etmekte bazı başarılar kaydediyorsa, bunu kendilerine ait bir başarı değil, sadece nadan ellerde bile şeriate bağlı bir kıymet bilmek gerekir. Buhari ve Müslim gibi iki emin ve temiz kaynağın bir arada rivayet ettikleri bir hadîs, Vehhabîliği ve onun vatanını belirtmiş olmakla mucize çapındadır. Allah'ın Resulü mübarek parmaklarını Necid istikametine döndürüp buyuruyorlar : — Fitne, münafıklık, dinsizlik, karışıklık, bozgunculuk işte bu yönden gelecektir. Başka kıymet hükmüne ne hacet!». (Ç.N.) OSMANLI TARİHİ 127 düşürmüş olan kaatil Kiabî'yi ortadan kaldırmıştı; nihayet devlete sadık Devâsir aşiretinin yardımıyla korsanların ocağını söndürmüştü. Süleyman Paşa'nın bu hususları bildirmesinden kısa bir süre sonra, Bağdad valisi eski Veziriazam Mehmed Paşa, Araplar tarafından tahrik edilen bir çatışmanın hemen peşinden Süleyman Paşa'nın, Araplardan oluşan kalabalık bir ordunun başında, Bağdad'ı muhasara ile tehdid ettiğini Bâb-ı Âlî'ye haber verdi. Veziriazam Esseyyid Abdullah Paşa, Bağdad'ı kurtarmak için Kürd beyleri, Diyarbekir, Musul, Haleb, Rakka, Ma-raş, Mardin valileri birlikleriyle harekete geçmesi hususunda Sivas valisi Savelizâde'ye acele harekete geçmesi emrini gönderdi. Serasker Paşa'nın harekete geçtiğini öğrenen Süleyman Paşa, üzerine yüklenecek fırtınayı atlatmak için atik davranarak Bâb-ı Âlî'ye, Sultan'a olan sarsılmaz bağlılığını ve açlık sebebiyle Basra'dan ayrılmış olduğunu bildirdi. Süleyman Paşa’nın gerçek niyetlerini öğrenmek isteyen Bâb-ı Âlî bunun tahkiki ve valiyi ayıran ihtilâfları ortadan kaldırmak göreviyle bir İmparatorluk fermaniyle birlikte ikinci mirâhur Mustafa Bey'i Paşa'ya gönderdi. Aynı zamanda Mekke şeyhi görevlerini de yerine getiren Cidde valisine, Mısır valisi eski Veziriazam Ahmed Paşa'ya ve kutsal şehir şerifine hitaben yazılmış fermanlar da ayrıca yola çıkarıldı. Bu fermanlarda, valilere ve Mekke şerifi Mes'ud Ben Saad'a, «Necid'e bağlı bir kasabada, Aiyine'de, İslâmiyetin esas ilkelerine hücum eden ve kendisini reisi ilân ettiği dinsizlik mezhebini beşiğinde boğmaları için» aralarında anlaşarak en tesirli çâreleri bulmaları tavsiye ediliyordu. BİR PARA HAZİNESİNİN KEŞFİ Bâb-ı Âlî'nin Arabistan'dan birbiri peşi sıra aldığı kötü haberleri, bir hazînenin keşfedilmesi bir dereceye kadar telâfi etti. Evvelce kubbe vezirliğinde bulunan Musul valisi Mehmed Paşa, Bâb-ı Âli'ye, birkaç işçi toprakta çalıştıkları sırada içi altın para ile dolu iki vazo bulduklarını ve eskiliklerinin Abbasiler dönemine kadar çıktığını, altın paraların üçbin dörtyüzel-lidört adet olarak sayıldığını, tamamının dörtbin dokuzyüzyet-miş dirhem çektiğini Bâb-ı Âli'ye bildirdi. Bildirilen altınların ağırlık olarak değeri, o sırada para kuruna göre onbir dirhem bir duka altınına tekabül ettiğinden dörtbin beşyüzyirmiüç du- 12S HAMMER ka altım miktarında'ydı. Bu hazîne devlet kasasına konuldu. Bu hazînenin bulunması, ayrıca, I. Mahmud'un saltanatının Allah tarafından bilhassa istendiği şeklinde bir umumî bâtıl itikadın yayılmasına yol açtı. Halkın sayı olarak çok başka nisbetlerde büyüttüğü bu dörtbin birkaç yüz duka altını, Arabistan'dan gelen üzücü haberlerin payitahtta meydana getirmiş olduğu kötü tesiri bir zaman için unutturdu. Sultan, ihtişamının kudretiyle, Abdülvehhab'ın mezhebi ile sarsılan ve eski dinle reform arasında tereddüt geçirenleri vazife sınırları içinde tutmak mak-sadiyle I. ve IH. Ahmed, IV. Murad ve IV. Mehmed örneklerine uyarak, Kutsal Ev Kabe'ye gönderilmiş en zengin hediyeleri hatırlatan hediyeler sundu. Yeni mezheb dışa ait ihtişamlara ne kadar düşmansa (65), Birinci Mahmud da elmasların ve değerli mücevherlerin parıltısıyla mü’ıninlerin gözlerine hitabetme-ğe o kadar ehemmiyet veriyor, böylece bütün mü’ıninlerin namazlarını kılarken bakışlarını, yönünden ayırmadıkları Kutsal Ev Kabe'ye saygısının büyüklüğünü ortaya koymuş oluyordu. Yeni Kabe örtüsünün hazırlanmasına nezâret eden hazîne kâhyası, Kızlarağası ile birlikte bu dinî hediyeyi ve yine Kabe'ye gönderilen mücevherleri Mekke'ye götürmekle görevlendirildi. Sultan'ın iki saray adamıyla Kabe'ye gönderdiği mücevherlerin canlı ışığı, göklerde bulunan ideal yakut kürsü (66) ile rekabet edecekti. Sultan'ın gönderdiği paha biçilmez taşlar «Canope'-unki gibi ışığı parıldayan» altı köşeli ve benzeri iki taşla muhafaza edilen bir yakuttan oluşuyordu ki, bu taşlardan birincisi altıyüzaltmışsekiz, ikincisi yediyüzelliiki kırat ağırlığınday-dı. Eski bir mâdenden gelen bu üç zümrüd, oniki büyük, otuz orta büyüklükte ve altmışaltı küçük elmasla çerçevelenmişti; bu kıymetli taşlar demeti ondokuz büyük elmasın parıldadığı; onüç sıra büyük inci, ki bunların tamamı sıralar hesabiyle üçyüzelli inciyi buluyor ve sıralar bir yakutla noktalanıyor, İmparatorluk tarihçisine göre «hepsi birden, elmasların suyu ile canlandırılmış bir çayırda uzanmış güneş misâli parıldayan bir göz oluşturuyordu». (65) Bu görüşün aksine Vehhabîliğin esasa ait yeniliği de olmadığını gördük. (Ç.N.) (66) Metinde kürsü adı «tabernacle»'dır. Musa'ya gönderilen on emrin içinde bulunduğu sandığın üzerine konduğu kürsüye benzetiliyor. (Ç.N.) OSMANLI TARİHİ 129 EFLAK PRENSİ, ŞEYHÜLİSLAM VE VEZİRİAZAMIN AZİLLERİ Birinci Mahmud, din ve ilimler mevzuunda gayretini İstanbul'da da gösterdi: İkinci bir kütüphane ve Buharı tercümelerinin tefsiri için Fâtih Sultan Mehmed Câmii'nde on kürsü oluşturdu; evvelce bu hayrı Ayasofya'dan başlatmıştı. Osmanlı Salnameleri (67), aynı döneme doğru, vezir rütbesinde bazı atamalar, birçok azil ve değişikliklerden bahsetmektedir ve bunlar devletin yüksek makamlarında bulunanlarla alâkalıdır. Bunlar arasında, Kâhyabeylik makamına yeni atanan Abdi Ağa ile baş-mirâhur Toprak Mehmed Bey de üç tuğlu paşalığa yükseltilip birincisine Tırhala, ikincisine Karaman sancağı görev yeri. olarak gösterildi. Eflak voyvodası Constantin Maurocordato, Prensliğin Tuna ötesi bölümünde yapılan değişikliklerden üzülerek kendisine verilen toprakları idarede ihmâli görülmesi sebebiyle azledildi ve Tenedos adasına sürgüne gönderildi; cezanın sebebi bu değildi; asıl sebeb, voyvodanın Ramazan bayramı dolayı-siyle saray subaylarına yeterli şekilde bayram avansı vermemesiydi (Ağustos 1749 Ramazan 1162). Boş kalan dukalık yeri, iki kere Eflak, üç kere de Boğdan dukalık makamında bulunmuş olan ihtiyar Michel Rakoviza’nın oğlu Constantin Rakovi-za'ya verildi. Bu değişiklikler sık görülen işlerden olduğundan kamuoyunun dikkatini çekmedi. Bir ay önce de bir ilim adamı olan Şeyhülislâm Esad Efendi azledilmişti. Esseyyid Abdullah Paşa’nın tâyininden önce, bu hususda yayınlanan Hatt-ı Şerif-de selefi Veziriazam Elhac Mehmed Paşa sınır kalelerine ihtiyaçlarının gönderilmesinde ihmâli görülmekle suçlanmıştı; Abdullah Paşa’nın azli ise idaresinin gevşekliği üzerine dayandırılmıştı. Üçüncü Ahmed'in gözde Veziriazamdı Damâd İbrahim Pa şa’nın divitdarlık (68) hizmetinde bulunduğu için bu lâkabla da ___*» _____ _^_ (67) Salnameler, yâni bugünkü deyimiyle yıllıklar, Osmanlı İmparatorluğu döneminde devleti alâkalandıran olayların kronolojisi, resmi seyir defteriydi. Bugün aynı geleneğin devam ettirilmemesi ciddî bir noksanlığın işareti sayılmak gerekir. (Ç.N.) 468) Böyle hizmetlerden Veziriâzamlık makamına yükselenler, devlet idaresinde tecrübeye değer verildiğini göstermek bakımından dikkate değer. (Ç.N.) Hammer Tarihi, C: VIII. F.: 9 130 HAMMER anılan yeni Veziriazam Mehmed Emin Paşa, onun nüfuzlu kâhyası Mehmed'in kızıyla da evlenmişti. O zamandan beri önemli devlet işlerinde bulunmuş, çeşitli Maliye işlerinin dâire başkanlıklarını yapmış, şehir kâhyalığı ve tersane kâhyalığında bulunmuş, son olarak Abdi Paşa'nın yerine dahiliye nazırlığına getirilmişti. Sultan onu bütün öteki nazırlarına tercih ederek, İmparatorluk Mührü'nü kendisine verdi (3 Ocak 1750 - 23 Mu harrem 1163), Babası Aşçızâde Mehmed Paşa idi. Carlovviez barışını takibeden yıl çıkan Arap isyanında, Basra ve Kavarna* da devlete büyük hizmetleri görülmüştü. Mehmed Emin Paşa'nın atanması, Rumeli-kazaskeri Mehmed Said Efendinin Esad Efendi'nin yerine Şeyhülislâmlığa atanmasiyle aynı zamana rastladı, YENİÇERİAĞASî SARAYININ VE SARAYDA BİR KÖŞKÜN İNŞÂATI Veziriâzam'ın azlinden on gün önce ay tutulacağı haber verilmiş (23 Aralık 1749 13 Muharrem 1162) ve tutulma olayı üç saat devam etmişti. Bu olay dolayısiyle ileri sürülen nahoş kehânet, söylendiğine göre, gerçekleşmişti: Doğulu teşbih anlayışı içinde, Veziriazam İmparatorluğun ayı durumundaydı; împara torluğun güneşi Pâdişah'dan ışık aldığı kadar parlardı, nitekim, ay tutulmuş ve Abdullah Paşa azledilerek makamından uzaklaştırılmıştı. Bu olay bütün zihinleri meşgul ettiği sırada, beş gün sonra güneş tutulunca, düşüncesi mâhiyeti bakımından bâtıl itikatlara eğilimli olan halk, bu yeni olayla heyecanla meşgul oldu ve Sultan bakımından kötü bir işaret saydı. Ünlü Arab mutasavvıfı Şeyh İbni Arabi'nin eserinden alınan bir fasılın takviminde ay ve güneşin aynı zamanda tutulması kehânetinden bahsettiği öğrenilince duyulan endişe büsbütün arttı. Polis payitahtta fiilî tedbirleri harekete geçirerek sükûneti muhafaza emrini aldı ve yıldızların ebedî ve değişmez hareketlerini yorumlayarak kargaşalık ve anarşi tohumları ekmek isteyen birçok müneccim boğduruldu. Saray gökbilgininin, bundan böyle endişeye yol açan ay ve güneş tutulmalariyle alâkalı haberler vermeleri de yasaklandı. Bununla beraber, dört hafta sonra, halk bâtıl itikatları bakımından İstanbul'da patlak veren bir yangında yeni bir gıda buldu ve herkes bu yangını evvelki kehânetin doğrulanması şeklinde yorumladı (3 Şubat 1750 - 20 OSMANLI TARİHİ 131 Saf er 1163). Yangın. Ayazma Kapusu yakınındaki bir evde çıktı ve otuz saat içinde altıbin aitıyüzaltmışyedi evle birlikte Yeniçerilerin meşhur Ağakapusu'nu da kül hâline getirdi. Bu yangının bir karışıklığa sebeb olmasından endişelenen Sultan, binanın yeniden yapımı için ocağa seksen kese para (69) gönderdi. Yeniçerilerin Agakapusu, gerek hazineden gelen paralar, gerekse nazırların masrafı bölüşmeleri sayesinde sür'atle yapıldı. Usta bir tarih düşürücü olan Nimet Efendi, sarayın iç ve dış kapıları ile çeşme ve fıskiyeli havuzun üzerine konan kırk kitabesinde Sultan'ın elinin açıklığını ve «inşâ edilen yedi odanın (70) etraflarında hareket eden yedi gezegene hayret ederek bakmalarını» övdü. On gün sonra meşum yangın yeniden, bu defa Şeyhülislâm Said Efendinin evinden başladı ve açıkça düşmanları ilân edilen yeniçerilerin sevinçli bakışları önünde, Şeyhülislâmın kıymetli nesi var nesi yoksa hepsi kül olup havalara savruldu. Bu yangın, iki ay sonra Silâh Pazarı esnafını keder içinde bırakan yangın gibi kin yüzünden girişilen bir kundaklama ile izah edildi. Bu yangının ilk haberi alınır alınmaz, Sultan, Veziriâzam'la Yeniçenagası'na, yeteri kadar birliklerle, çarşıya giden iki yolu işgal etmeleri emrini gönderdi; zira halkın, içleri kırkbin insanı giydirebiîecek kadar tıka basa malla dolu mağazalara hücum edip yağmalamasından korkuluyordu. Bu iki yüksek rütbeli devlet adamı, payitahtta sükûneti sağlamak gayesiyle bu büyük yangından hiçbir şey kaçırtmamasına bizzat nezâret ettiler. Yangından sonra Yeniçerilere para dağıtıldı ve halkın mırıldanmasını yatıştırmak için, Veziriazam, böyle hallerde şiddet kullandığı Gülce Mustafa dönemindeki vazifelerini hatırladı-, gerçekten de çok şiddetli davranmıştı ve o zamandan beri lâkabı Yangıncıağa olmuştu. Mevkii, kulkâhyası Esseyid Ahmed Ağa'ya verildi. Bu üç yangının sebeb olduğu felâketin tamiri sırasında, Sultan, Tophane su yolu şeddi ile saray duvarı içinde, Topkapu sarayı yakınındaki bir sarayın yapım işlerini hiç eksilmeyen bir çalışma hızıyla devam ettirdi. Bu saray, birkaç yıl önce yapılmış olan bir eğlence evinin arsası üzerinde yükseltildi, bahis konusu evin adı «Mahmubiye (muhabbet) yeri» idi. Bu sed üzerine hakkedilen kitabeler, şâiri Nimet Efendi'nin yazısından, Birinci Mahmud'un bu yapısı (69) Dörtbin kuruş. (70) İzi, bu kitabeyi aynen almıştır, s. 217. 132 HAMMER ile İki Boynuzlu İskender'in ve Hayat Suyu muhafızı Hızır'ın şanını silmek istiyordu (71). Topkapı'da yaptırılan saray için Devlet Şûrası Dilekçe Dâiresi Reisi Abdi Efendi'nin yazdığı ve büyük salonun bütün etrafını kaplayan mavi zemin üzerine altın harflerle işlenmiş kitabede, duvarları süsleyen aynaların ve üzerine çiçek şekilleri işlenmiş pencere kristallerinin güzelliği tasvir edilmekte, bunların Senamar’ın eserlerinden üstün oldukları ileri sürülmekte, böylece sarayın bu mimarın eseri olan Sidir ve Havernak saraylarını aştığı anlatılmak istenmektedir. BÎR HİND EUÇİSİNİN GELİŞİ Bu aynı yıl içinde yeni bir üç güverteli savaş gemisi denize indirildi. Bu gemiye de evvelki iki savaş gemisine olduğu gibi ihtişamlı bir ad, «Büridez-zafer» adı kondu. Sultan Mahmud. selefi Üçüncü Ahmed'in binalar yükseltmek ihtirasını tevarüs etmişti; fakat her şeyin üstünde sevdiği, yabancı elçilerin kendisine sundukları hediyelerdi. Birkaç vakit önce Avusturya Im-paratorluğu'nun gönderdiği hediyelerden (NOT: 3), her biri bir sanat eseri olan bu hediyelerden başka, Tunus ve Cezayir dayı* larının gönderdikleri tüfekler, tabancalar, arslan, kaplan, leopar kürkleri, canlı leoparlar, mercan tespihler, halılar, hıristi-yan ve zenci hadım esirlerden oluşan hediyelerden başka, bü-yük-mogol Nasreddin Mehmed şâh ve nizamülmülkü (veziriazam), Sultan'a tebrik mektuplariyle birlikte zengin hediyeler göndermişlerdi. Hindistan sınırına vardıkları gün ölen elçi Trabzonlu (72) Salim'in kâtibi Yusuf, hediyeleri İstanbul'a götürmekle görevlendirilmişti. Hediyeler arasmda balıkçılkuşu tüyünden yapılmış altm, elmas ve yakutlarla süslü bir sorguç, kab-zesi ve kını paha biçilmez taşlarla işlenmiş bir hançer, onbir parça altm işlemeli sarım için ince ipek, yine aym kumaştan onbeş parça ipek kumaş, yine büyük sayıda Hind kumaşı ve şal, nihayet gülyağlan dikkati çekiyordu (NOT: 4). Bu hediyeler eski bir ittifakın bağlarını kuvvetlendirmek istemekten daha çok bir dostluk ve hayırhahlık nişanesi olarak verilmişti: Zira, Nâdir Şâh’ın ölümünden beri, İran anarşinin dehşeti içinde çalkalanıyordu ve bir yandan da yedi taht iddiacısının avı hâline (71) Çekup bu bent ile reddi şöhreti İskender vü Hızır. <72) Çağdaş şâirler biyografisinin yazarıdır. OSMANLI TARİHİ 133 gelmişti ve bunlar İran'ın terekesini çekişiyorlardı. İran bu durumda bulunduğuna göre ne Sultan, ne Büyük-Mogol, aralarındaki ittifakın kuvvetlendirilmesini düşünmüyorlardı. İRAN OLAYLARI Tahmas ve oğlu Heraklius, Nâdir'in saltanatı döneminde savaş sanatmı öğrenmişlerdi. Biri Tiflis'in hâkimi, diğeri Kak-heti prensiydi. Her ikisi de Gürcistan'a hâkim olmak, tamamiy-le ele geçirmek için Covanşi ve Sariceli Penah aşiretlerinin hanı ile mücâdele hâlinde bulunuyorlardı. Bakhili Mehmed han, Efşar, Erivan'ı muhasara etmek üzere Kerni'den harekete geçti; fakat civar ülkelerin hanları, Gürcistan prenslerini, Tahmas ve Heraklius'a yardımları için başvurduklarından, yenildi ve Kerni'ye çekilmek zorunda kaldı; burası da yağmaya uğrayınca, cesaretinden hiçbir şey kaybetmeyen Bakhili Mehmed han Arpaçay üzerinden Şuregil'e çekildi ve İmrelü aşiretiyle Taş-hanlar aşiretinin topraklarım tahrib etti. Kardeşinin ölümünün intikamı peşinde koşan Rumiye hanı Tebriz'i kuşatmakla meşgul bulunduğu sırada, Afganlı Razad han Rumiye'yi işgal ile kendisini Ardelan ve Megri'nin hükümdarı ilân ettirdi. İran'ın merkezinde, Nâdir Şâh’ın yeğeni ve Âdil şâh adını alarak Abdulkerim'i elçi olarak İstanbul'a göndermiş olan Ali Kuluhan, Irak valisi olan kardeşi İbrahim han tarafından yenilgiye uğratılmış ve gözleri uydurulmuştu. Fakat bu gasbın meyvelerini uzun süre tadamadı: Nâdir Şâh’ın torunu ve onun tarafından veliahtlığına atanmış olan Şahruh'un birlikleri tarafından yenilgiye uğratıldı ve kardeşini esir olarak göndermiş olduğu Meşhed'de öldürüldü. Güzelliği, tabiatımn yumuşaklığı ve insanseverliğiyle halkı kendisine bağlamış olan Şahruh, genel karışıklıktan yararlanıp genç prensi ortadan kaldırarak tahtı ele geçiren bir muhterisin kurbanı oldu. Bahtsız şâh Hüseyin'in babası II. Süleyman'ın bir kızının oğlu olan Seyid Mehmed, gayelerine varmak için "Şahruh'un büyük babasının millî dine karşı bütün kini tevarüs edip benimsediği dedikodusunu halk araşma yaymıştı. İddialarında mollalar tarafmdan desteklenen Seyid Mehmed, birliklerini toplamaya vakit bulamadan hükümdarına karşı hücuma geçerek onu esir edip gözlerini oy-durttu. Fakat, iktidarı kısa süreli oldu. Şahruh'un başkumanda- 134 HAMMER ru Yusuf han Can, ona karşı yürüdü; efendisinin intikamını almak maksadiyle savaştı ve Seyid Mehmed'i yenerek öldürdü. Şahruh'u tekrar tahta çıkardıktan sonra onun adına idareyi yü rüttü. Horasan halkı uzun zamandan beri ikiye ayrılmıştı. Bun lardan biri Şahruh'u, bir kısmı ise, şah Hüseyin'in bir kızından doğmuş olan İsmail Mirza'yı tutuyordu. Hepsinin de gözü taht ta olan birçok şef, İsmail'e karşı ayaklandı; onunla taht kavgası yapanlar arasında Salih han, Ali Kulu-han, Şahruh, Seyid Men-med, tsmail Mirza, Salih ve adlarından daha aşağıda bahse deceğimiz birçokları vardı. Durmadan büyüyen bu anarşi ortasında, Tebriz halkı, şe hirlerini himâyesi altına alması ve kendisine bağlı ülkelerden biri sayması hususunda ricada bulunmak üzere Bâb-ı Âlî'ye temsilciler gönderdiler. Diğer taraftan, Nâdir Şâh döneminde İstanbul'da îran elçisi olarak bulunan Mustafa han, Veziriazam a gönderdiği bir mektupta Hemedan, Kermanşah, Isfahan ve Kaz-vin'i ele geçirmesinde yardıma olması talebinde bulundu. Bu na karşılık, idareyi Bâb-ı Âli adina yürüteceğini, Bâb-ı Âli'ye bu vilâyetlerin Şâh'a verdikleri vergiyi (73) ödeyeceğini vaade diyordu. Barışçı sistemine sadık olan Bâb-ı Ali, bu iki teklifi yürürlükdeki anlaşmaları bozmadan kabul edemeyeceği ceva bini verdi. Aynı yıl içinde yer alan değişiklikler ve terfiler arasında Kapdan-ı derya Şehsuvarzâde Mustafa Paşa'nın azliyle, yerine vezirlerin en zengin ve en yaslısı olan Elhac Ebubekir Mustafa Paşa'nın citandığını belirtmek gerekir; yeni Kapdan-ı derya kırk yıl önce Mısır valiliği makamında bulunmuştu ve servetinin birmilyon kuruş (74) olduğu tahmin ediliyordu. Şeyhülislâmın azliyle yerine Murteza Efendinin atanması, bu sonuncu olay. Sultan'ın yeni atanan mevki sahibine bir mektup göndermesi, onu memurlarını en lâyık olanlar arasından seçmeğe teşvik etmesi ve selefini bunun aksine tutumundan ötürü kınaması bakımından burada üzerinde fazlasiyle durulmağa değer. Bahis konusu mektup, Kur'an'dan yapılan bir alıntı ile başlamakta ve (73) Bu mektup ve buna verilen Veziriâzam'ın cevabı tzi'de, f. 128-129'da, bulunmaktadır. (74) Hochepied'den Viyana'da kâtip Dorde'ye gönderilen 4 Kasım 1750 tarihli mektup. OSMANLI TARİHİ 135 alıntıda yüksek makam sahiplerinin, halk hizmetlerinde câhil ve karaktersiz kişileri bilgili ve fikir bağımsızlığına sahip kişilere tercih ettikleri anlatılmaktadır: «Söyle, bir şeyler bilenler hiçbir şey bilmeyenlere ezdirilir mi?» d'AIX-İa-CHAPELLE BARIŞI ÜZERİNE BÂB-I ÂLİNİN GÖRÜŞÜ Hollanda elçisi kont de Hochepied ve Venedik elçisi Venier'-in yerine atanan Şövalye Lezze istisna edilirse, Rusya ile barış anlaşması yapıldığı sırada Bâb-ı Âli tarafından itimada mazhar bulunmuş olan Avrupa devletleri elçileri İstanbul'daki görevlerini hâlâ yürütüyorlardı. Lezze, ayrılış izni için huzura kabulünde yapılması âdet olan törenle itimâdnâmesini aldı ve kendisine kol ağızları geniş bir samur kürk giydirildi. Fransa'yı Marie-Therese'in kocası François de Lorraine'i Almanya imparatoru olarak tanımak ve Stuart'larm sonuncusunu sınır dışı etmek zorunda bırakan Aix-la-Chapelle Barış Anlaşması, Avrupa kıtası üzerinde barışı tesis etmişti: Fakat muharib devletlerin politikalarını değiştirmemişti; bu sebeble elçileri Avrupa'da cereyan eden olayları, Bâb-ı Âli'ye kendi hükümetlerinin lehindeymiş gibi göstermeğe devam ettiler. Yukarıda Bâb-ı Âlî'nin bu devletlere arabulucu olmak teklifinde bulunduğundan bahsetmiştik; bu teklif bütün Avrupa'ya barışı getirmek sere fini düşünen Reisefendi Mustafa dan gelmişti; fakat teklifin her taraftan reddedildiğini-gören Babı Âli, kâfirler arasındaki savaşın devamında teselli buldu. Bu arada Müslümanların Hıris uyanlara karşı uyguladıkları politikayı düşünce bakımından dayandırdıkları vecizeleri hatırlarken, İmparatorluk tarihçisi de Aix-la-Chapelle Barış Anlaşması vesilesiyle bu vecizeleri şöyle sıraladı: «Allah köpeğe domuzu yenecek kuvvet verdi (75); bir kâfirin ölümü, İslâmiyet için bir kazançtır (76); kâfirler ancak bir tek ve aynı halkı oluştururlar (77); Allah topunu birden ebedî lanete teslim etsin (78).» (75) (76) (77) (78) Sallatalahul-kebbe alel-hiaziri. Beher taraf ki şevet küste soudl islam est. El küfrün milletûn vahidetûn. Demeruhum Allahu bil-hazâ vel-huzlûm. 136 HAMMER İSTANBUL'DAKİ AVRUPA DEVLETLERİ ELÇİLERİNİN GAYRETLERİ Osmanlı âmme hukukunun bu prensiplerini iyi bildikleri halde Fransız elçisi M. de Desalleurs ve İsveç elçisi Celsing, Prusya ile bir ittifak anlaşması hususunda Bâb-ı Âli nezdinde musallat olma derecesinde ısrar ettiler; bununla beraber başa ramadılar; Veziriazam bu konuda herhangi bir müzakereye girişmek niyetinde olmadığını yazıyla kendilerine bildirdi (79). Hıristiyan esirlerin bir isyan sonunda Megri umanından Mal-ta'ya kaçırdıkları Osmanlı gemisinin iadesi konusunda Fran sa'nın Malta şövalyeleri üstadı nezdinde giriştiği teşebbüs, Veziriâzam’ın kont de Puisieux ye yazdığı mektuba verdiği zoraki bir teşekkür mektubundan başka bir sonuç getirmedi. Fran sız elçisi Desalleurs'un hükümetinin tekliflerini Bâb-ı Âli'ye (NOT: 5) kabul ettirmekte yardımları dokunacak aracılar o dönemde Şeyhülislâm Esad Efendi ile Kızlarağasınm hazinedarı oldu; her ikisi de o sırada saraydaki büyük itibârlarından yararlanıyorlardı. Sultan'ın harem dâiresinde, Avusturya elçisi nin (80) raporuna inanılırsa, Fransız elçisi Desalleurs'un karı sini sık ziyaret eden Kızlarağasınm gözdesi birtakım işler çe virmekteydi ve tabiî bu gözde Kızlarağasınm hesabına, o da bir büyüğün hesabına çalışıyor, böylece saraylararası gizli münasebetler sürdürülüyordu; bu gizli münasebetlerin birtakım siyasî neticeler verdiği de şüphesizdi. Nitekim, beraberinde XV Louis'nin Sultan'a yazdığı bir mektup ve içi onikibin duka al tun tahmin edilen kıymetli taşlarla dolu bir küçük kasa bulu nan Bellet adlı bir Fransız doktor İstanbul'a geldi ve yukarıda sözü geçen gözde kadının aracılığıyla, önce Fransız elçisini işin içine katmaksızın Bâb-ı Âlî, Fransa ve Prusya arasında bir ittifak yapmak üzere müzâkerelere girişmeyi denedi; yalnız başına giriştiği bu teşebbüste başarılı olamadı, elçiyle birlikte teşebbüsü tekrarladıysa da netice değişmedi. Bunun üzerine Desalleurs ve İsveç elçisi Celsing, Bâb-ı Âlî'ye Hanovre anlaşmasının kendisi bakımından taşıdığı tehlikeyi, Rusya'nın İsveç ve bütün Kuzey Avrupa'yı kendi dev yapılı imparatorluğuna ilhak etmek maksadı peşinde koştuğunu anlatmakla yetindiler; (79) Penkler'in 5 Temmuz 1750 tarihli raporu. (80) Bu mektubun kopyası, 9 Eylül 1749 tarihiyle Viyana arşivlerinde bulunmaktadır. I OSMANLI TARİHÎ 137 dolayısiyle Bâb-ı Âlîyi Avrupa'nın meselelerini kesin bir çözü me bağlamak maksadiyie aracılığını teklif etmeğe çağırdılar. Bu arada İngiliz, elçisiyle Avusturya elçisi, ortada başgöstermiş bir çatışma bulunmadığından Sultan'ın aracılığının havada kalacağı görüşünü savununca, Reisefendi. İsveç elçisine hükümdarını Rusya ile ayrı bir barış anlaşması için ikna etmesi tavsiyesinde bulundu. Evvelki yıl, kont Tessin, İsveç kraliyet prensinin evlendiğini bir not şeklinde Veziriazam'a bildirmiş, o da, kendisinden önceki veziriazamların âdetlerine aykırı olarak, bir teşekkür mektubuyla karşılık vermişti. İsveç elçisinden başka, Napoli elçisi kont Ludolf, hükümetlerinden aldıkları emir gereği Fransız elçisiyle birlikte hareket etmek zorundaydılar. Fransa elçisi Napoli ticareti lehinde ve Sultan'ın teminâtı altında Kuzey Afrika devletleriyle bir ticaret anlaşmasını gerçekleştirmek hususunda bütün nüfuzunu kullandı. Bu müzâkerelerin masrafı yarım milyon kuruş tuttu, fakat bu mikdar aşın göründüğü halde, Kuzey Afrika korsan-larının Napoli ticaret gemilerine saldırılarıyla her yıl sebeb oldukları zararın yine de altında kaldı (Mart 1750). Bu son yıllarda Bâb-ı Âlî'nin Polonya ile münasebetleri, kralın ülkesine iltica eden Kırım hanlığı veliahdı lehinde bir şefaat mektubu göndermesinden ibaret kaldı (81). Kazaklar hetmanı (prensi, şefi), Bucak Tatarları başkumandanının Prusya kralı (82) ile ilişkiler kurmasını bir mektupla destekledi. Rusya, elçi Nebluieff aracılığıyla, hükümdarının İsveç'i fethetmek tasavvuruyla alâkalı olarak Fransız ve İsveç elçilerinin esasdan yoksun bulunduğunu, bununla beraber Abo anlaşmasının 7. maddesi gereğince bu krallığın hükümet şeklinin değişmesine hiçbir suretle müsaade edemeyeceğini bildirdi (83). Kırım işlerine gelince, Kırım hanı Selim-Giray'ın (81) III. Auguste'ün, Veziriazam'a gönderdiği 7 Haziran 1747 tarihli mektup. (82) Kazaklar hetmanının, Bucak Tatarları başkumandanının Prusya kralıyla ilişkiler kurmasını destekleyen mektubu: «Majestelerini süsleyen faziletlerin yüksek şöhreti, Bucak Seraskeri Sultan Kiarin Giray'ı ülkenizde bulunan bir Tatarı istemek üzere Mustafa Ağa'yı majestelerinize göndermek hususunda cesaretlendirdi.» Eylül 1750. (83) Rus elçisi Nepluieffin Ağustos 1750 tarihli mektubu. Bâb-ı Âlî'nin elçiye verdiği muhtıra Polonya meselesiyle İlgili olup 14 Mayıs 1750 tarihlidir. 133 HAMMER İstanbul'da ikameti sırasında kendisine durumu anlatarak müdahalede bulunmasını istemesi üzerine Veziriazam, Rus İmparatorluğu Başvekili kont de Bestujef e, halkı ayaklandırmak üzere Kabarta ülkesine giren bir Rus casusundan şikâyetini yazmıştı. Rus elçisi Nepluieff İstanbul'da öldü ve Avusturya elçisi Penkler, Vişniyakof un ölümünde olduğu gibi Rusya'nın işlerini yürütmekle ikinci defa görevlendirildi. Sultan'a hediyeler getirmek üzere kısa bir süre önce gelmiş olan Cezayir ve Tunus murahhasları, Avusturya elçisi Penkler'le, Avusturya bayrağı taşıyan ve Nieuport ve Ostend limanlarından çıkan gemilerin de geçen yıl Trieste, Fiume, Boccari ve Zeng limanlarına ait gemilerin güvenliğini sağlamak üzere Kuzey-Afrika ülkeleriyle Avusturya İmparatoru ve Toskan büyükdükü arasında imzalanmış bulunan anlaşmaya dahil edilmesi hususunda yeni bir ek-anlaşma imzaladılar. Veziriazam bu konuda Cezayir, Tunus ve Trablus dayı ve ocaklarına birer genelge gönderdi, onlar da bu defa Bâb-ı Âli'nin kesin tenbihine boyun eğdiler ve işaret edilen limanları (84) evvelki anlaşmanın şartları içine dâhil ettiler. Avusturya, Reisefendi'ye iki bin duka, Sungur Ali (85) adlı komisere ve Kapdan-ı deryaya biner ve Bâb-ı Âli tercüma m Callimaci'ye de beşyüz duka peşkeş sunarak bu hizmetin minnettarlığını ödedi. Penkler'e, Doğu'nun çeşitli mevkilerine atanacak konsolosları seçmek görevi verildi. Az zaman sonra, Trablus elçisi Hasan Efendi, beraberinde ordu maliye nâzın veya Avrupalıların kanton'u karışığı kullanılan ocak'ın defterdarı bulunduğu halde Viyana'ya çıkageldi. Hasan Efendi, İmparatorun şahsına hediyeler getirmişti; bunların değerleri son derece vasat olduğundan dayının niyetini anlamak kolaydı, bu bakımdan elçisi bir hükümdara lâyık hediyelerle Afrika'ya dönmek zevkini tattı. Bugüne kadar Hıristiyan devletlerin elçileri hiçbir zaman böylesine cömert görülmemişlerdi, Bâb-ı Âli'nin verdiği tâvizlerin hepsi, karşılığı hükümdarın hazinesinden çıkmak üzere Veziriâzam'a, Reisefendi'ye, Bâb-ı Âlî tercümanına (84) Bu madde Trablus'da 15 Eylül 1750'de imzalandı. Anlaşmaya defterdar, kâhya, liman kaptanı, sancak beyi ve Trablus Beylerbeyi de imzalarını koydular. <85) İzi, bu komiserin raporunun bir özetini vermektedir; bakınız: f. 190 ve 200. Bu olaya bazı seyahatnamelerde de temas edilmiş, böylece yukarıda bahsedilen tâvizlerin bedel karşılığı elde edilmesi belirtilmek istenmiştir. OSMANLI TARİHİ 139 ödenen büyük paralar karşılığında elde ediliyordu. Bir müddetten beri Sultan tarafından verilen veya kendisinin gittiği ziyafetler dolayısiyle yabancı devlet elçilerinin saraya çiçek buketleri veya şekerlemeler göndermeleri âdeti almış yürümüştü. Böyle vesilelerde, her elçi diğer meslekdaşlarmı gölgede bırakmak yarışına giriyordu. Bundan da maksatları Sultan’ın övgülerine ve Kızlarağasınm en iyi ve en fazla sanatkârca seçilmiş hediyeleri göndermesinden ötürü elçiye başvurarak bildirdiği Sultan’ın takdirlerine lâyık olmaktı. KIŞLALAR, SAYFİYE KÖŞKLERİ VE KALELERİN İNŞÂSI Sultan’ın veya Kızlarağasınm takdirleri İstanbul'da bulunan yabancı elçiler tarafından bu kadar fazla istenmeğe değer görülüyorsa da, Yeniçeriler tarafından beğenilmeye gelince işin rengi değişiyordu. Bu hususlar okuyucularımıza her ne kadar lüzumsuz görünse de, bizi meşgul eden ülkenin âdetlerini tanımak bakımından böyle örneklerin anlatılmasında fayda bulunduğundan şüphe edilemez. I. Mahmud'un debdebesini gösteren lütufkârlıkla bu Yeniçeri asker bölümünü şereflendirmesi burada zikredilmeğe değer. Kanuni Sultan Süleyman Yeniçeriler için yeni kışlalar yaptırırken bir de değişmez bir davranışı gelenekîeştirmişti. Şehzade Câmii'nin karşısındaki eski kışlaların önünden her geçişinde, altmışbirinci alayın alay beyi kendisine bir tas şerbet sunuyor, levazım subayı da aynı hareketi Kızlarağası için tekrarlıyordu; Sultan, kendisine sunulan şerbet tasını duka altını ile doldurarak geri veriyordu. Birinci Mahmud, ünlü ceddinin hâtırasının ihya edilmesi işini bir Hatt-ı Şerifle emirname şeklinde düzenleyerek, bunu Yeniçerilerin Ağakapusu'nda toplanan kurmay heyetine muhteşem bir törenle götürecek devlet büyüğü olarak Reisefendi'yi görevlendirdi. Bu emirnamede bildirildiğine göre, Sultan’ın Agakapusu'ndan her geçişinde Yeniçeriler Paşası ona bir tas şerbet getirecek ve bunu kendisine Ağa sunacaktı; Kızlarağası'na gelince, yine emirnamede belirtildiğine göre, ona şerbeti üçüncü Paşa (zagarcıbaşı) getirecek ve birinci Paşa sunacaktı. Bir diğer maddede, Veziriâ-zam'a, şerbetin levazım Paşası tarafından getirileceği ve birinci Paşa tarafından sunulacağı belirtiliyordu. Bütün çavuşlar ve Yeniçeri levazımcıları Reisefendi'yi karşılamak üzere Süley- i 40 HAMMER maniye Camii'ne kadar gittiler. Ağakapusu'na gelince, bütün Yeniçeri Paşaları kendisini karşılayıp divân salonuna götürdüler. Hatt-ı Şerifin okunmasından sonra, birliğin imamı, Allah'ın iyiliklerinin Sultan’ın üzerine olması niyâziyle her zamanki duasını okudu. Sultan’ın Hatt-ı Şerifinin giriş bölümü Yeniçeriler için övgülerle doludur ve yetmişaltı yıl sonra, bugün saltanatta bulunan hükümdarın bu ocağın yıkılışını meşru göstermek için Yeniçerilere yönelttiği lanetleri iyice anlamak için bahis konusu parçanın bir bölümünün buraya alınması yerinde olacaktır. I. Mahmud'un Hatt-ı Şerifinin giriş bölümü şöyleydi: «Bâb-ı Âlî'nin Yeniçerileri, üzerinde Allah'ın yeryüzündeki gölgesi ve kul larının gözü olanın takdisinin üzerinden eksik olmadığı imân ileri gelenlerinden oluşan bir büyük birliği vücuda getirirler. Onun şerefini arttırmak için gösterdiğimiz gayret ve ihtimamlar, bize fâni ve ebedî bir haz sağlamaktadır. Subayları gibi bu askerî teşkilâtın sade erleri de bize unutulmaz hizmetlerde bu lunmuşlardır ve savaşta olduğu gibi barışta da gayret örneği olmuşlardır. Bu sebeble de onlar muhteşem memnunluğumuzu hakketmişlerdir ve bunun derin bir hâtırasını muhafaza ettiğimiz gibi, erişilmez teveccühlerimiz her gün onların itibâr ve kadirlerini arttırmağa meyletmektedir (86)». Bundan kısa bir süre sonra, büyük bir yangın neticesinde Ağa sarayını kaybetmek felâketine uğramış bulunan Yeniçeriler, on saat içinde üçbin evi kül eden bir diğer yangının kışlalarının büyük bir kısmını kapkara enkaz yığını hâline getirdiğini gördüler. O sırada Yeniçeriler yüzseksendokuz odalı veya tabur olarak taksim edilmiş bulunuyorlardı ki, bunlardan yüz cemâat veya lonca, altmışbiri bölüm halinde bulunuyor, otuzdördü segban veya avcılardan, dördü okçu ve solaklardan oluşuyordu. Bu doksandokuz odalıdan yalnız yirmialtısı eski kışlalarla kalıyordu, geri kalanı yeni kışlalara yerleştirilmişti. Yeniçeri birliklerinin hoşnutsuzluğuna, hattâ ortaya çıkabilecek ayaklanmalara mâni olmak için yanan kışlaların yeniden inşâsı hususunda gerekli parayı acele bulmak zorunluluğu vardı. Evvelki asrın son yıllarında çıkmış olan yan(86) Bu bölümün sadık tercümesi bu şekilde olduğu halde Muceah d'Ohsson, gerçeğe dikkat göstermeksizin karşımıza şu tercümeyi çıkarmıştır: «Eski başarılan, savaşçı ve dinî faziletleri ve saflarında kahraman ve şehitler bulundurmakla, ilâhî takdislerle dolu v.b.» OSMANLI TARİHİ 141 gınlarda yalnız otuzyedi odalı (87) alevler tarafından kül edilmişti; bu mikdar, burada bahis konusu edilen 1751 yangınında enkaz yığını haline gelen seksendokuz odalı sayısından daha düşüktü. Bu sayıca fazlalık sebebi ve savaş gibi olaylar, yeniden inşâ edilmelerini beş yıl geri bırakmıştı. O dönemde, her tabur bin-dokuzyüz otuzüç buçuk kuruş bahşiş almış, diğer taburlara (cemâatler ve segbanlar) onbirbin altmışaltı buçuk kuruşun biri verilmişti. Bu durumda Bâb-ı Âiî, bahşiş olarak, ikiyüzoniki kese sarf etmiş oluyordu; fakat bu mikdarm yalnız yetmiş kesesi İmparatorluk hazînesinden çıkmış, geri kalanı aralarında yardım kararı alan nazırlar tarafından karşılanmıştı. Bu defa da masraflar aynı mikdar üzerinden hesap edildi; fakat otuzbir cemâat, ve yüzyirmibir cemâat ve sekban koğuşu bulunduğundan masraflar dörtyüzkırkbir keseye yükseldi. Bununla beraber, Sultan, özel bir lutûfla 1693'de her bölüğe verilen-yekûna, her bölük ikibin beşyüz kuruş ve diğer cemâatler ikibin kuruş alabilecek şekilde, beşyüz altmışaltı buçuk kuruş ilâve etti; böylece yekûn altıyüz seksendokuz keseye vardı. Yeniçeriler kurmay heyeti, bu parayı gelip alması için İmparatorluk divânına davet edildi ve para, çavuşbaşının, Kapucularbaşı ve İmparatorluk tarihçisinin huzurlarında sayılarak teslim edildi. Para, Yeniçeriağası tarafından tamlığı belirtilince, kışlaların emredilen yeniden yapımında sarfedilinceye kadar, Süley-maniye Câmii'nde muhafaza altına alındı. Sultan Mahmud, cebeci kışlalarının inşâsının yeni bir plân üzerine gerçekleştirilmeleri emrini verdi. Boğaziçi'nde, Küçüksu'da her cephesi yüz-kırksekiz auns olan bir eğlence köşkü yaptırdı; ayrıca, Boğaziçi'nde diğer özelliklerinden ayrı olarak kıyıda nefis koruları bulunan Kandilli sarayını yeniden inşâ ettirdi. Karışıklıklar çıkarması ihtimâli bulunan her şeye dikkat eden ve yeni yapılar yükseltmek hususundaki zevkini tatminden geri kalmayan Birinci Mahmud, gerçekten yararlı kişileri mükâfatlandırmaktan ve teşvik etmekten geri kalmadı. Bu yoldaki davranışlarından olarak, Urkapı sûrlarının tamiri ve Arbat hisarının savunmasını sağlaması, Asya kıtasına geçirilecek birliklerin gemiye Kefe'den bindirilmesine şahsen nezâret etmesin-den duyduğu memnuniyetin alâmeti olarak Kırım hanı Arslan(87) Odalı deyimi ayrıca sıfat olarak da kullanılmaktadır. (Ç.N.) 142 HAMMER Giray "a bir hil'atle birlikte bin duka ve bir Hatt-ı Şerif gönderdi. Birinci Mahmud, şehirde imzalanan Belgrad barış anlaşmasından hemen sonra başlanan tahkimatın tamiri işinin bir an önce bitirilmesi için de aynı dikkat ve alâkayı gösterdi. Bel-grad'dan İstanbul'a giden kapının üzerine yerleştirilmiş bulunan ve konu olarak gelecek kuşaklara kurucusunun zaferini ve bu kalenin zaptedilmezlik şöhretini azametli ifadelerle anlatan kitabe, Belgrad'ı son olarak ele geçiren feld-mareşal La-udon tarafından Viyana'ya götürüidü ve orada, murahhas sıfa-tiyle Karlofça (Carlovviez) anlaşmasını imzalayan şehrin Türk valisinin mezar taşiyle birlikte, Hadersdorf koruluğuna Laudon' un mezarı yanına konuldu. Böylece yerleştirilen iki kitabe ile mezar taşı, Avusturya'nın zaferlerine ve asırlardan beri Türkiye, Macaristan ve Avusturya'nın gayretlerinin değişmez hedefi olan Belgrad'ın düşüşüne şahitlik etmektedirler (88). İÇ KARIŞIKLIKLAR Resmî tarihçiler ve kitabe yazarları, efendilerinden aldık* lan görevlerine sadık olarak Sultan'ı yeni bir düzenin kurucusu olarak tasvir ettikleri sırada iç ihtilâflar Osmanlı İmparatorlu-ğu'nu her taraftan kuşatıyordu. Basra'da, Fırat filotillasının kaptan kumandanı isyan bayrağını açmış ve Muntefik aşireti Arap-lariyle birleşmiş, şehrin civarını talan ederek yakıp yıkmıştı. Valinin gayreti sayesinde, Menavi hisarına çekildi ve burasını kısa bir süre muhasara ettikten sonra, küçük bir kayıkla Abuşehr'e (89) kaçtı. Fakat, Basra limanında demirli gemilerin kaptanları tarafından yakalanarak Osmanlılara teslim edildi ve âsilere uygulanan cezaya çarptırıldı (Ocak 1751 - Rebiül'evvel 1164). Bosna'da Abdurrahman Efendi, kendisiyle birinci âyanlık payesi, yâni eyâletin en nüfuzlu ve en zengin kişisine verilen paye için çekişen Derviş Kaptan'la açıkça savaş halindeydi. Yazık ki bu anlaşmazlığa Yeniçeriler karıştı ve müdâhaleleri her tarafta kan dökülmesine sebeb oldu. Ancak bu eyâlete tarafları anlaştırmak ve karışıklıklara sebeb olanları şiddetli cezalara çarptırmakla görevlendirilen birçok komiserin gönderilmesinden sonra, Bâb-ı Âlî sükûneti sağlayabildi. (88) Bu iki mezar taşının yazılan, Les Mines d'Orient, C. V, S. 330'da bulunmaktadır. (89) Kilis, izi, f. 244. OSMANLI TARİHÎ 143 Karaman'da, Kapdan-ı deryalık makamına atanan vali Toprak Mehmed Paşa’ınn bu vilâyetten ayrılmasından ve valilik makamını teslim alacak halefinin ağır davranmasından yararlanan bir levendi er bölükbaşısı isyan bayrağını açmıştı. Kay seriye sancağmdaki İliç kasabasını yağmalamakla yetinmeyen bu âsi, yirmialtı erkek, yirmidokuz kadın ve kırküç çocuğun sığındıkları bir mağaranın girişinde büyük bir ateş yaktırarak bu bedbahtları öldürttü. Hessargrad (90) ve Rusçuk civarında Bala kaza dâiresine bağlı yedi köy halkı kırsal bölgede her türlü haydutluk suçu işledikten sonra, silâh kuşanmış olarak Rusçuk şehrini kuşatmağa kalkışacak kadar cür'etlerini ileri götürmüşlerdi. Valinin sebatı sayesinde zarar veremeyecek hâle getirildiler. Elebaşılardan yirmibeşi Silistre'de hapis yatmak cezasına çarptırıldı, bunlardan bir kısmı aynı ceza ile Varna ve Yerköy'e gönderildi; ötekiler memlekette sükûnu kollayacaklarına, yeni kargaşalıklar çıktığı takdirde yüzotuzbin kuruş ödeyeceklerine dair bir ahidnâme imzaladılar. Çoğu zaman kısmi başkaldırmaların sebebi olan kadıların rüşvet taleblerinin önüne geçmek maksa-diyle Bâb-ı Âlî, Asya ve Avrupa eyâletleri valilerine «adalet hakkında» adı verilen emirnameler göndererek, komiserlerin, voyvoda ve idarecilerin ve vakıflar mütevellilerinin rüşvet almalarını şiddetle yasakladı. Bunların hakları olan vergileri düzene sokan Veziriazam, şahsen konulabilen (91) oniki kadar vergiyi de kaldırdı; zira bu vergilerin arkasına gizlenerek rüşvet yolunu açık tutabiliyorlardı. Bu emirlere rağmen, Simavlı Deli Ah-med, geçmişte olduğu gibi, eşkıyalıklarıyla doğduğu memleketi zarara sokmakta devam etti. Fakat sonunda, Hüdavendigâr ve Karasi sancakbeyi Elhac Mustafa Karaosmanoğlu tarafından Alaşehir civarında Sacayak köyünde yakayı ele verdi; yardakçılarından sekiziyle birlikte başı vuruldu (6 Eylül 1751 -15 Şevval 1164). Malatya civarında Alhassili aşiretinden Kalenderoğlu, Birinci Ahmed döneminde adaşı meşhur Kalenderoğlu'na hazin bir şöhret kazandırmış olan sahneleri tekrarlamak tehdidiyle (90) İzi, Razgrad demektedir. (91) İzi, f. 250, vergileri şöyle sıralıyor: 1. devr (kasa dairesi vergisi); 2. kaftanbaha (kaftan üzerine vergi); 3. zahirebaha (yiyecek üzerine vergi); 4. naaleha (at nalı üzerine vergi); 5. aaşarî; 6. yazıcı akçesi; 7. sarrafiye; 8. seyahat vergisi v.b. 144 HAMMER ortaya çıkıyordu. İmparatorluğun dört bir yanından gelen birkaç bin kadar levendin başına geçen Kalenderoğlu, çarpışmak maksadiyle Maraş valisi Rişvanzâde Süleyman Paşa’nın üzerine yürümek cür'etini gösterdi. Paşa ile saflar oluşturarak savaştı da: Fakat yenilip esir edildi, başı ve ordusunun ileri gelenlerinin başları vurularak Bâbı Âlî'nin eşiğinin önüne atıldı (26 Mart 1752 - 10 Cemaziyül'evvel 1165). Aydın valiliğini Rakka valiliğiyle değiştiren Ragıb Paşa, kendisine rehberlik etmiş olan Kahire valiliğindeki Memlûk beylerinin katliâmı siyasetini, bu meş'um siyaseti Suriye'de uygulamaya koydu. Büyük Mullier aşiretinin isyâncıbaşı Beşar ve özellikle Dökerli aşireti, uzun zamandır eşkiyalıklarıyla bölgeyi bizar ediyorlardı. Kötülüğü kökünden kesmek isteyen Ragıb Paşa, Beşar'a karşı mahsustan onun için iyi şeyler düşünen kişi olarak göründü; fakat birçok görüşmeden sonra, hiç ummadığı bir anda onu tutuklayı verdi, burada Türk müverrihinin ifâdesini kullanalım: «başı onun yolunu takibedecekîere ibret olması için, yerde kavun misâli yuvarlandı» (92) (Mayıs 1752 - Receb 1165). Aynı cezadan, Çorum Kürtleriyle birleştikten sonra Amasya sancağında her türlü eş kiyalık suçunu işleyerek memleketi ateş ve kan içinde bırakan birçok levend şefleri de kurtulamadılar. Arabistan bu iç kargaşalıklardan kurtulmuş değildi. Şerif Mes'ud, eski Kabe örtüsünü Sultan'a hediye olarak gönderdikten sonra ölmüş, Mekke şerifliği makamı küçük kardeşi Musa id'e geçmişti. Bâb-ı Âlî, kutsal şehri ve hac kervanlarını çöl Arap-larınm saldırılarından ve özellikle Mekke ile Medine arasında dolaşan kalabalık Beni Harb aşiretine karşı koruması şartiyle onu makamında bıraktı. Musaid'in bu makamda bırakılışı diğer şerifler tarafından iyi karşılanmadı ve bunların Taif Araplarm-dan takviye alan reisleri Mehmed Şerif, kutsal şehri kana boyamak ve silâhlı isyan çıkarmak tehdidinde bulundu. Bâb-ı Âlî' nin emirleri ve Belgrad anlaşmasını imzalayan eski Veziriazam Esseyid Mehmed Paşanın müdâhalesi sayesinde bu kavga kan dökülmeksizin tatlıya bağlandı. <92> Hindunanei meydanı ibret kılındı. İzi. OSMANLI TARİHİ 145 DENİZ OLAYLARI Deniz ticaretinin güvenliği bu kargaşalık döneminde, vilâyetlerin sükûnetinden daha az bozulmuş durumda değildi. Donanma kapdanlarımn uyanıklığına ve dikkatlerine rağmen birçok korsan Adalar denizinin güvenliğini bozuyordu. Emeksiz Reis, Maina sularında, Bora (93) adasının karşısında oniki kürek oturaklı büyük bir Malta kalyonunu (94) esir aldı; îpsara üstüne vardıklarında Osmanlı kaptan, bir diğer Malta korsan (95) gemisinin esirini elinden alma gayretleriyle karşılaştı. Dokuz topla silâhlandırılmış ve onüç tayfası bulunan bir korsan şatı (96) Emeksiz'in eline bu çatışmada geçti ve istanbul rotasında seyrederek, bayraklarla donatılmış bir halde, avlariy-ie birlikte limana girdi (16 Nisan 1751 - 20 Cemaziyül'evvel 1164). Birkaç zaman sonra, bu Kapdan, Vetiloz (97) limanında Mal-tali korsan Paulo'nun bir üç direkli, iki şatı ve yeni inşâ edilmiş bir kalyondan oluşan küçük filosuyla karşılaştı. Hemen hücuma geçti ve gemilerinden birini yaktı; esir aldığı diğer üç gemi Kapdan Paşa'nın İstanbul limanına girişini süsleyip renklendirdi (12 Kasım 1751 - 23 Zilhicce 1164). Emeksiz Kapdan'ın kumanda ettiği gemi üç güverteliydi, beş yıl önce payitaht tersanesinden çıkmış ve Peribahrî (Deniz Kanadı) adı konmuştu. Kapdan-ı deryanın dönüşünden iki ay sonra elli aun boyunda yeni bir savaş gemisi denize indirildi ve Siveribahrî adı verildi. Bu olayın hatırası dolayısiyle yazılan birçok tarihçe ve şiir arasında, zamanın en çok beğenilen şâirlerinden biri olan Devlet Şûrası başyardımcısı Enis Nûman medhiyesi İmparatorluk tarihinde yer almağa lâyık görüldü. Ebubekir Paşa'nın halefi Kapdan-ı derya Toprak Mehmed Paşa'nın raporu üzerine Bâb-ı Âlî'ye davet edildi ve kendisinden birkaç Venedik gemisinin Lepanto limanına kadar takibet(93) (94) (95) (96) Şüphesiz Formik adaları olacak. İzi diyor: Lânetli Malta korsanı, Masko. Korsan Şahtusi; bu gemilere genellikle Şahtur denilmektedir. Ele geçen bu teknenin sadece top taşımak ve gereğinde bunların kullanılmasına yarayan bir gemi olduğu şüphesizdir. Çünkü bu sayıda tayfası olan bir korsan gemisi düşünülemez. (Ç.N.) (97) Vitulo(?). Hammcr Tarihi, C: VIII. F.: 10 146 HAMMER tikleri Trabluslu reisin Mina adlı gemisinin limandan güven içinde ayrılması için Patras konsolosuna gerekli talimatı vermesi tenbih edildi; Venedik Cumhuriyeti bu isteğin yerine getirilmesi için sür'atle harekete geçmekten geri kalmadı. Bu döneme doğru ölümler dolayısiyle gerçekleştirilen becayiş ve terfilerden en çok hatırda kalabilecek olanları zikretmekle yetineceğiz. Cidde valisi Elhac Osman Paşa vefat ettiğinden bir zaman münhal kalan makamı, Mekke şerifinin raporu üzerine, fakat sadece kaymakamlık pâyesiyle kâhya Mustafa'ya verildi. Kaymakam pâyesiyle valiliğe getirilen kâhya Mustafa, Osman Paşa’ınn borçlu kaldığı yüz altmış beş bin üç yüz otuz dört kuruşu hazîneye giriş yaptırmakla görevlendirildi (13 Ocak 1751 - 15 Saf er 1164). Benzer bir değişiklik, işlerini düzene koymağa vakit bulamadan vefat eden vali Köse Ali Paşa’ınn valisi bulunduşu Karahisar'da da görüldü; Ali Paşa’ınn zimmetindeki para yüzünden hazînenin zarara uğramaması için mallarına el konuldu. Uzun askerlik meslek hayatında silâhdarağalığa karşı sipâhiağalığı makamını ondokuz kere değiştirmiş olan mirialem Halil Ağa, birliklerinin ücretlerinden kendisine günde bin üç yüz seksen akça gelir getirecek şekilde para çekmişti; doksan yaşında ölünce serveti müsadere edildi ve uzun «ürede gerçekleştirdiği ihtilas böylece tazmin edilmiş oldu (15 Şubat - 19 Rebiü'l-evvel). Eski Veziriazam ve Kesriyeli'nin azlinden sonra Bağdad valiliğine getirilen JElhac Mehmed Paşa’ınn ölümü, bütün servetinin ateş ve su tarafından mahvedilmesiyle aynı zamana rastladı. İstanbul'daki konağı ve diğer bütün gayri menkulleri yangınla kül oldu ve menkul servetini getiren gemi Çanakkale Boğazı girişinde battı, kendisi de emekliye ayrıldığı Bağdad valiliğinden İstanbul'a dönerken Retimo'da öldü. Böylece hayatı boyunca açgözlülükle biriktirdiği servet mezarında kendisini takibetti (19 Ağustos - 27 Ramazan). Dönemin en ünlü şâirlerinden biri olan Kırımlı Rahmi vebadan öldü. Evvelki Şeyhülislâm Akmahdud Efendizâde Esseyid Zeynelâbidin El-Hüseynı Efendi'nin seksenbeş yaşında ecelle karşılaştığını da burada zikredelim (20 Ekim - 30 Zilkade). Nihayet îkinci Mustafa'nın kızı ve saltanat makamındaki hükümdarın kızkardeşi Ayşe sultan görünüşe bakılırsa zehirle öldü; evvelce Kızlarağa-sı'nın mevkiinden düşmesine sebeb olan saray entrikasında onun da parmağı vardı. Cenaze töreni hanedana mensup pren- OSMANLI TARİHİ 147 seslere uygulanan şekliyle yapıldı ve Validesultan Camii yakınında amcası III. Ahmed ve büyükbabası IV. Mehmed'in yanına gömüldü. VEZİRİAZAMIN AZLİ VE KIZLARAĞASI'NIN İDAMI Bu dönemdeki devlet memurları arasındaki değişikliklerden ancak birkaç kelimeyle söz edeceğiz. İlk elde, Yeniçeriağası Es-seyid Ahmed'in vezirlik makamına terfii ve Sayda valiliğine atanmasi bütün kurmay heyetinin yeniden ele geçirilmesine yol açtı. Silâhdarın değiştirilmesi, bu defa, gözden düşme yüzünden değil, makam sahibinin hastalığı yüzünden oldu. Sultan özel bir teveccüh göstererek üçyüz akça ile emekliliğine müsaade ettiği gibi, saray tarafından iaşesinin temini emrini de verdi. Haleb valisi bu eyâlet halkının şikâyeti üzerine azledildi. Toprak Mehmed Paşa Kapdan-ı deryalık makamında ihtiyar ve fazlasiyle zengin Ebubekir Paşa’nın yerini aidi; doksanına yaklaşan Ebubekir Paşa, ikinci defa Mekke'ye hacca gitmek istiyordu (98). Cidde valiliğine atanması ise, Yeniçeriağa-sı'nı Sayda valiliğine gönderip uzaklaştırdıktan sonra defterdardan da kurtulan Veziriâzam'ın başının altından çıktı. Bunlara karşılık, devlet işleri üzerindeki tesirleri son derece kıskanç olan selefi Veziriâzam'ın alınganlığını tahrik etmiş olan dört kişiyi gereken yerlere yerleştirdi. Bu dört kişi, Said, Behçet, Münif Efendi ve Nazif'di. Daha önce Osmanlı İmparatorluğu'nu Fransa hükümeti nezdinde temsil etmiş, sonra nişancılık, daha sonra iki defa İçişleri Nazırlığında (Kâhyabey) bulunmuş olan Mehmed Said'e sürgün yeri olan Gelibolu'dan ayrılıp İstanbul'a gelmek izni verildi. Şâir Mehmed Behçet, yersiz iftiralar sonunda hapse atılmıştı; kendisi hürriyetine kavuşturulduktan birkaç zaman sonra İstanbul'a çağırılmıştı. Serez'deki kısa mahpusluğu sırasında, Türk Ovide'i denmeğe lâyık şiir gücüne sahip Mehmed Behçet, İstanbul'daki dostlarına bir gazel gönderdi; bu gazelin birkaç kıt'ası Osmanlı İmparatorluğu tarihinde yer aldı. Behçet'in basma gelen felâketlerin, yâni o iftiraların uy-durucusu kâhya Memiş Efendi idi; ne var ki, kendisi de bu zaferinden uzun zaman yararlanamadı; gözden düştü ve Tenedos adasına sürgüne gönderildi ve ancak uzun zaman sonra İstan(98) Umre olacak. (Ç.N.) 148 HAMMER bul'a gelebildi, divân teşrifatçısı makamını elde etti. Memiş'in azlinden sonra, Veziriazam onun kâhyalık makamına ince bir zekâ ve bilgi adamı olan ve devleti, İran Şahı Nâdir'in saltanatı döneminde elçi sıfatiyle iki kere temsil etmiş bulunan Nazif Mustafa'yı atadı. Birbiri peşi sıra patlak veren yangınlar, bahsettiğimiz başka değişikliklerin korkusunu ortalığa yaydılar. Yanan kışlalarının yeniden inşâsına yardımcı olmak üzere ücretlerinden zayıf bir oranda yapılan kesinti yüzünden Yeniçerilerin duyduğu hoşnutsuzluk yeni bir ayaklanma ve muhtemel bir isyan endişesinin doğmasına yol açıyordu (99) (30 Haziran 1752 -17 Şaban 1165). Böyle bir felâketi önlemek için, henüz yirmisekiz yaşında bulunan adaşı ve selefi Beşir gibi harem ve Sultan üzerinde sınırsız bir nüfuz sahibi olan yeni Kızlarağası Beşir, Veziriazam Emin Mehmed Paşa'yı azlederek yerine Başmirâhur Mustafa Paşa'yı atadı. Veziriazam Emin Mehmed Paşa'nın azlinin ve Retimo'ya hareketinin ertesi günü, Sultan'ın bir Hatt-ı Şerifi, büyük divân hâlinde toplanmış bulunan devlet ileri gelenlerine, Veziriâzam'ın azledilmek suretiyle, Yeniçerilere ve Ağalarına karşı takındığı sert ve horlayıcı tavırdan ötürü cezalandırılmış olduğunu bildiriyordu. Fakat, Emin Mehmed Paşa'nın sürgüne gönderilmesi Yeniçerilerin homurdanmalarını yatıştırdıysa da, Kızlarağası ve adamlarının hadlerini bilmezlikleri ve hareketleriyle yüreklerinden yaraladıkları ulemâlar zümresi için aynı netice elde edilmedi. Daha çok kısa bir müddet önce, genç Kızlarağası'nın çuhadarlarından biri, Üsküdar kadısının yüzüne kırbaçla vurmak cür'etini göstermişti. Kadı bu durumu Bâb-ı Âlî'ye bildirerek şikâyette bulunmuş, ancak kendisine zengin hediyeler verilmek suretiyle öfkesinin yatıştınlması mümkün olabilmişti; fakat, bunun hemen peşinden Kızlarağası'nın adamları kadı’nın evini bastılar ve kendisini boğdular: Sonra da ortalığa, kadı'nın evinin gece yansı çöktüğü, kendisinin de enkaz altında kalarak hayatım kaybetmiş olduğu söylentisini yaydılar. Bu cinayet, henüz yatışmış olan ulemâ zümresinin kinini büsbütün körükledi ve artık halkı ayaklandırarak intikam almaktan başka bir şey düşünmediler. Şeyhülislâm, tahtı kurtar--------- ^ ---------- • * (99) ( Peükler'in raporu. İmparatorluk tarihçisi bu ücret kesintisini sükûtla geçiştiriyor. OSMANLI TARİHİ 149 manın tek çâresi olarak Kızlarağası'nı saraydan uzaklaştırması tavsiyesinde bulundu. Bütün saray Beşir'in emrinde olduğundan ihtimâl bu tavsiyeden de haberi olmuştu. Sultan, müstebid hükümdarların başlıca silâhı olan gizliliğe sadık kalarak, tam bir anlaşma içinde bulunduğu nedim Beşir'i de beraberine alıp Boğaz kıyısındaki yazlık köşklerinden birine gitti; fakat karaya ayak basacağı anda, kayığı idare eden bostancıbaşıya açığa doğru giderek Kızlarağası'nı Kız Ku-lesi'ne götürmesi emrini verdi. Önce Sultan'ın niyeti onu Mısır'a sürgün etmekti, fakat bu cezanın ulemâya yetersiz göründüğü kendisine bildirilince, idamım emretti. Son derece kuvvetli olan genç zenci Beşir, ellerinde kılıçlar bulunan uşakların üzerine saldırdıklarını görünce hançerine başvurdu, fakat boşuna bir davranıştı. İmparatorluk harem dairesinin genç kızlarının mu-hafazasiyle görevü zenci, sayı çokluğu karşısında yenildi ve kılıç darbeleriyle can verdi. Akan kam ertesi gün patlak verecek olan isyanı boğdu. Sultan, Kızlaragası ve gözdesi Süleyman'ın vurulan başlarının, İmparatorluk sarayı girişinden önce yer alan Alay Köşkü'nün mazgallarında sergilenmesine ihtimam gösterdi. Böylece, her şey düzen içine girdi. Beşir'in serveti, İstanbul'da bugün hâlâ adını taşıyan mektep ve medreseler açtığı ve bunların bütün masraflarım kendi ödediği halde, elli milyon kuruş olarak tesbit edildi. Beşir'in adamı olarak bilinen otuz uşak, haseki, bostancıdan sonra sarayın birinci subayı, Sultan'ın hekiminin kâhyası, ekmekcibaşı ve birkaç seyis Adalardenizi'n-deki adalara sürgün edildiler. Sultan'ın teveccüh gösterdiği si-lâhdar ve saray hekimi, gözdeleri olarak Beşir'in yerini almakta gecikmediler. Efendisinin nüfuzuna güvenerek Üsküdar kadısının yüzüne kırbaç vurmak suretiyle ve bu düşüncesizce, hayâsızca davranışiyle Kızlarağası'yle birçok hadımagasmın ölümlerine sebeb olan çuhadar, ulemâ zümresine karşı saygısızlığının cezasını, yirmi gün sonra cellâdın kılıcıyla kafası uçu-rularak ödedi. Süleyman'ın kâtibi ve idam edilen Kızlaragası'-* mn başgözdesi Mehmed, efendisinin gizli hazînelerinin söyle-tilmesi ümidiyle işkenceye tâbi tutuldu. Sonra, Kızlarağası’nın mâlî işlerine bakan adamiyle aynı yerde başı vuruldu. Bu kadar kurbanı yeterli bulmayan halkın cezalandırma irâdesi, Sultan'ın ikinci imamının da sürgüne gönderilmesini istedi. Kızlaragası Beşir'e gönderilmiş sayısız mektup ve ricânâ- 150 HAMMER me arasında, bir yığın da kendisinden iş istemiş ve arzuları yerine getirilmiş mevki hırsı sahibi kimselerin teşekkür mektubu bulundu. Bunların arasında ele geçen merhum Reis-efendi Mustafa'nın damadı Bekir Efendi'ye ait olanında, Reis-efendi makamına atanmak bahis konusu ediliyor ve atamanın çıktığı gün seksen kese verileceği bildiriliyordu. Bekir Efendi, vermeği üstlendiği bu meblağı hazîneye ödemeğe mecbur tutuldu. Kızlarağasının ölümü, azledilen Veziriâzam'ın durumunda da bir değişikliğe yol açtı; önce Retimo'ya sürgüne gönderilen Emin Mehmed Paşa, peşinden bu adanın kumandanlığına atandı. Bayram günü Sultan, zihinlerdeki kaynaşmaya rağmen, kararlı bir tavırla Sultanahmed Camii'ne gitti. Payitahtta kabul ettirilen bu cesurca güvenin, her şeyin sükûnete dönüşmesinde büyük rolü oldu. DEPREM VE KASIRGA Onbeş gün önce son derece şiddetli bir deprem Hafsa şehrini tamamiyle denilebilecek şekilde tahribetmiş ve Edirne'nin en büyük camilerinde önemli hasara sebeb olmuştu (30 Temmuz 1752 - 18 Ramazan 1165). Bu, bâtıl itikadın büyük felâketlerin habercisi olarak kehânette bulunduğu ilk tabiî âfet değildi; zira geçen yıl ve aynı bu Ramazan ayında tufan derecesinde bir yağmurla karşılaşılmış, İstanbul civarında, Haliç'de seller kabarmış ve Kasımpaşa'da yüzaltmışbeş ev, altı resmî fırın ve değirmeni sular götürmüştü; aynı tufan Üsküdar'da bir mezarlığı tahribetmiş, tabutları ve anıt ihtişamında inşâ edilmiş küçüklü büyüklü türbeleri şiddetli akışıyla denize sürüklemişti (15 Ağustos 1751 - 23 Ramazan 1164). İki ay sonra şehrin üzerine abanmış, açıklık yerler kaim bir kar tabakasiyle örtülmüş, yalnız Marmara'da erzak yüklü iki yüzden fazla gemi batmıştı. Gökbilimciler ve tarihçiler, yüz ay yılı önce ve tam aynı zamanda bir kasırganın memlekete zarar vermiş olmasını olağanüstü bir hâdise olarak belirttiler. YUNANLILARIN AYAKLANMALARI Yeniçerilerin homurdanmalarından ve ulemânın hoşnutsuzluğundan kaynaklanan tahtı tehdit etmiş, Kızlarağası ve gözde- OSMANLI TARİHİ 151 sinin idamiyle geçici olarak bertaraf edilmiş tehlikeler, Veziriazam Mustafa Paşa'nın bilgisi ve ihtiyatlı davranişiyle tamamen uzaklaştırılmıştı. Böylece, bayramın girişinde, sanki olağanüstü hiçbir olay cereyan etmemiş, hiçbir şey hükümetin hareketine mâni olmamış gibi geleneğin ve dinin bütün icâbları yerine getirildi. Sekiz gün sonra Sultan, Bayram namazı için muhteşem bir alayla Sultanahmed Camii'ne gitti, sarayda devlet ileri gelenlerinin tebriklerini kabul etti; Yeniçeriağası, eski bir geleneği yerine getirerek Veziriâzam'a Bayram esnasında bir ziyafet verdi; Veziriazam da aynı geleneğe uyarak hükümdarını gözalıcı bir ziyafete davet edecekti (20 Ağustos 1752 - 9 Şevval 1165). Bu münasebetle yeni atanan saray görevlilerinin ve görevlerinde bırakılanların listesi yayınlandı. Bu iki listede (100), özellikle nazırların, müsteşarların, yüksek dâireler reislerinin, müfettişlerin, kâhya ve çavuşların ve nihayet eyâlet valilerinin ve sancak beylerinin adları yer alıyordu. Reisefendi Nailî, ça-vuşbaşı Bosnalı Mehmed Ağa -ki Veziriazam bir süre önce bozulan asayişi tesis göreviyle memleketine göndermişti -, üç defterdar görevlerinde bırakılıyorlardı; Fransa elçisi Yirmisekiz Mehmed Çelebi'nin oğlu nişancı Mehmed Said emekliliğe çıkarılan tek görevliydi ve ondan boşalan makama iki yıl önce içişleri nazırlığını yürüten Memiş getiriliyordu. Viyana'da son Türk elçisi Hattı Mustafa Vezaret-i uzma Dairesi Başmuhase-besi Reisi olarak makamında bırakılıyor, daha sonra Viyana'ya elçi gidecek olan Resmî Ahmed'e de Gelibolu barut imalathanesi müdürü olarak aynı muamele uygulanıyordu. İmparatorluk tarihçisi (müverrihi) İzi, teşrifat nazırlığına getiriliyordu. Eyâlet valileri ise, birkaç istisnası ile yerlerinde bırakıldılar. Bu valiler arasında iki eski Veziriazam ile birçok eski Veziriazam oğlu bulunmaktaydı: İki eski Veziriazam, Erzurum valiliği görevinde bulunan Elhac ibrahim Paşa ile, Trabzon valisi Ali Paşa idi. Veziriazam oğulları ise şu valilerdi: Bosna valisi Köprü-lüzâde Ahmed Paşa, Rumeli Beylerbeyi, Nâdir Şâh'a karşı Ker-kük'de verdiği savaşta şehit düşen Osman Paşa'nın oğlu Mehmed Paşa, daha sonra kendisi de Veziriazam olan Özi valisi Muhsinzâde Mehmed Paşa, aynı terfileri kaydedecek olan hali<100) Bu iki tevcihât listesi' İzi'de, f. 245, bulunmaktadır. Bu iki listede, evvelkinde bulunmayan iki eminlik makamı görülmektedir: «Emini kiaghadi enderun (iç vesikalar eminligi), emini kiaghadi binin (dış vesikalar emlnliği). 152 HAMMER hazırdaki Rakka valisi Mehmed Ragıb Paşa. Bu atama ve te'-kitler yapıldığı sırada Bâb-ı Âlî ve eyâletlerde hüküm sürmekte olan ve devamı teminât altında görünen sükûnet, payitahtta Rumların ayaklanmalariyle bozuldu. İçlerinden dörtbin kadarı düzensiz bir kalabalık hâlinde patrikhaneye girdi ve dinlerinin başı olan patriki dinine bağlılığı ile tanınan bir papazı Athos'a sürmesinden ötürü kınayarak kendisine hakarette bulundu. Kalabalık, Fenerli beyleri de bu tedbirin alınmasına se beb olmakla suçlayarak evlerini yakmakla tehdit etti. Gürültüler kopararak patrikin azledilmesini istediler; asayişin bu taraftan bozulabileceğinden şüphe etmeyen ve mâni olmak veya daha doğuş ânında boğmak için hiçbir tedbir almayan Veziri âzam, taleblerini yerine getirdi. Bununla beraber, şaşkınlığı geçince, Patrikhane sarayı önündeki patırdıda elebaşılık edenlerden birkaçını astırdı; böylece zâten Türklere karşı başkaldırmayı akıllarından geçirmemiş olan ve sadece kendi din büyük lerine ve Fener beylerine karşı ayaklanan payitaht Rumları arasında asayiş sağlandı. BÂB-I ÂLÎ TERCÜMANLARI VE VOYVODALARIN DEĞİŞTİRİLMESİ Bu ayaklanmadan bir yıl önce, vergi geliri ihsan olarak hâlâ veziriazamlara verilen Kıbrıs halkı, Veziriazam'ı kanuni nisbetten fazla vergi istemekle suçlayarak Sultan'a şikâyet etmişler ve Bâb-ı Âlî tercümanı Gallimachi ile patriki şâhid göstermişlerdi; bunu haber alan Veziriazam Emin Mehmed Paşa her ikisini de tutuklattırdı. Önce her ikisini de idam ettirmek istedi, fakat fikrini değiştirerek Bâb-ı Âli tercümanını Tenedos'a sürgüne gönderdi, patriki de Athos tepesine göndererek bir manastıra kapattırdı. Tercüman Gallimachi'nin görevi, Eflak prensinin oğlu ve yaşı sadece yirmiüç olan Mathias Ghika'ya (101) verildi; Eflak prensliğinden önce İsveç'in elçilik tercümanlığını yapan babası Lukaki, görevlerinde damşman ve rehberlik ederek oğluna yardımcı oldu. Oğlunun Bâb-ı Âlî'ye tercüman olarak atanması, Eflak prensine ikiyüz kese para vermesiyle gerçekleşebilmişti. Fakat, bu politikanın meyvelerinden yararlanması mümkün (101) Engel. Histoire de Valachie, s. 22; Sulzer, m. s. 385. OSMANLI TARİHİ 153 olmadı, zira bir yıl sonra Bükreş'de öldü ve vebalılar için yaptırdığı Saint-Pantaleon hastahanesinin manastırına gömüldü (102). Eflak beyleri (boyard), Bâb-ı Âlî'nin kendilerine hospo-dar (prens, voyvoda) olarak ölen prensin büyük oğlu Scarlat Ghika'yı ataması talebinde bulunmak üzere, İstanbul'a bir heyet gönderdiler. Murahhasların Veziriâzam'a sunmakla görevlendirdikleri ricânâmede, Eflak beyleri, ayrıca, Türklerin Eflak'-da yerleşmelerinin yasaklanmasını diliyorlar ve ülkelerinin iyiliği için Bâb-ı Âlî'nin sık sık prens değiştirmeğe son vermesini, özellikle her yıl prensliğin tasdikinden vazgeçmesini temenni ediyorlardı. Murahhaslar daha yolda iken ölen prensin ikinci oğlu Bâb-ı Âli tercümanı Mathias Ghika'nın babasının yerine atandığını ve yerine göreve girdiği ihtiyar Gallimachi'nin sürgünde bulunduğu Tenedos'dan derhal geri çağırıldığını öğrendiler. Yeni Eflak prensi, kamuoyunu kendi aleyhine çevirmekte gecikmedi. Babası, mevcut altı çeşit vergiye biri bayram hediyesi, diğeri vergi tamamlayıcısı adiyle iki vergi eklemişti. Bu yeni vergilerden memnun olmayan Mathias, Eflak prensliği için kardeşini istemiş olan Eflak beylerinin murahhasları hakkında büyük bir kinle takibata girişti. Eflak beylerinin (boyard) İstanbul'a ulaşan tekrarladıkları şikâyetleri, fazla önemli olmadığı halde, sonunda Bâb-ı Âlî'yi Bükreş'e tarafları barıştıracak bir komiser göndermesi hususunda karara vardırdı. Komiser gelince, halk hükümet binasında toplandı; beraberlerine Eflak beylerini ve başpiskoposu alarak, prense karşı şikâyetlerini bildirmek üzere Türk komiserin kaldığı binaya gittiler. Komiserin İstanbul'a gönderdiği lâyiha (rapor) üzerine, prens Mathias Ghika, Boğdan prensi sıfatiyle Yaş şehrine gitmek emrini aldı, o sırada Boğdan prensi olan Constantin Rakoviza, aynı paye ile Eflak'a geçti. Bâb-ı Âli böylece halkın şikâyetleri karşısında adaleti yerine getirmişti, fakat doğrudan doğruya Sultan'a başvurmaktan çekinmeyen Eflak beyleri sürgün cezasına çarptırıldılar. Şehrin asayişini sağlamak maksadiyle İçişleri Nâzın (kâhyabey), Rum ve Ermeni patriklerine gönderdiği bir buyrultu ile, İstanbul'da ikamet etmekte olan başpiskoposların sekiz günde bir karşılıklı birbirlerinin ziyaretinde bulunmalarını sağlamaları emrini verdi. İkinci bir buyrultu, kadıları, bü(102) Ghika'nın ölüm haberi İstanbul'a 7 Eylül'de ulaştı. 154 HAMMER tün timar ve zeamet sahiplerini topraklarına göndermeğe mecbur tuttu; nihayet üçüncü bir buyrultu, aksine hareketin ölüm cezası olduğunu belirterek, on yıldan beri veziriazamların evlerine kapıcı ve saman taşıyıcıları sıfatiyle girmiş olan bütün Rum ve Ermenilerin hepsinin İstanbul'dan dışarı çıkarılmalarını emretti. FRANSIZ, İSVEÇ ELÇİLERİNİN VE BİR DANİMARKA MURAHHASININ GAYRETLERİ Eflak ve Boğdan prensliklerini makam olarak elde etmek için yanıp tutuşan bütün Fenerliler (103), Osmanlı hükümeti üzerinde o dönemde rakipsiz bir nüfuzu bulunan Fransız elçisi Desalleurs'e başvurmağı âdet hâline getirmişlerdi. Bunların başında Rodolphe Cantacuzene bulunuyordu ve Fransız elçisine, Sultan kendisini Eflak prensliğiyle pâyelendirdiği takdirde her yıl onbin duka vermekle kalmayacağını, ayrıca Banat ve Temeşvar’ın (104) mülkiyetini vermek taahhüdünde bulunuyordu. Bu vaidleri alan Fransız elçisi, daha önce iki kere başarısızlığa uğramış bulunan Bâb-ı Âlî, Fransa ve Prusya arasında bir ittifak oluşturmak projesini yeniden gündeme getirdi ve gerçekleşmesi yolunda çalışmalarını artırdı. Bir süre sonra, Bâb-ı Âlî'ye Fransa kralı XV. Louis tarafından yazılmış bir mektup verdi. Fransa kralı, İsveç lehinde yazdığı bu mektupta (105), Rusya saldırıda bulunduğu takdirde bu ülkeyi savunmak istediğini bildiriyordu. Fransız elçisi Desalleurs, İsveçli Bakan Cel-sing'le işbirliği yaparak, İstanbul'da Bâb-ı Âli ile Danimarka (106) arasında bir iyi dostluk anlaşması yapılması hususunda gayret sarfeden Danimarkalı elçi Gaehler'in çalışmalarını destekledi. Nihayet, Fransa elçisi Desalleurs, iki kere parçalanmak tehlikesine mâruz kalmış bulunan Polonya'yı Ruslara karşı savun(103) Osmanlı İmparatorluğunda Dışişlerinde, tercümanlık ve elçiliklerle münasebetleri genellikle Fenerli Rumlar üstleniyorlardı. Bunların Rum patrikhânesi ile de ilişkileri bulunduğundan kendilerine bu ad takılmıştı. (Ç.N.) (104) Rus elçisinin gizlice yaptığı bir konuşmadan aldığı bilgiye göre Penkler'in 1752 tarihini taşıyan raporu. (105) Fransa kralının 29 Eylül 1752 tarihli mektubu. (106) Gaehler'in talebini desteklemek üzere Fransız elçisi tarafından 8 Aralık 1752 tarihinde verilen muhtıra. Viyana Arşivleri. OSMANLI TARİHİ 155 mak maksadiyle Bâb-ı Âli ile Fransa arasında bir ittifakın gerçekleştirilmesi teklifinde bulundu ve ittifaka karşılık Dantzig şehrinin Türkiye'ye verileceğini İmâ etmekten geri kalmadı (1753). Veziriazam bu teklife kaçamak bir cevap verdi ve elçiden bunu red mânâsında yorumlamaması ricasında bulundu. İsveç elçisi Çelsing, Bâb-ı Âlî'ye bir notla İsveç kralı ve Hesse-Cassel'in koruyucusu Birinci Frederic'in ölümünü ve prens Fre-deric H'nin tahta çıktığını bildirdi; Veziriâzam'a yeni kral tarafından (107) Sultan'a hitaben yazılmış bir mektup verdi; yeni kralın ülkesindeki hükümet şeklinin değişmeyeceğine güvendiğini beyan etti. Bu beyan, öğrenildiğinde Rusya'da memnunluk uyandırdı vo yeni hükümdarın niyetleri üzerinde rahatlık duyuldu (17 Haziran 1751). Kısa bir süre sonra, İsveç Başvekili Kont de Tessin, Rusya nezdinde Bâb-ı Âlî'nin İsveç lehinde giriştiği teşebbüslerden ve Rusya'nın bir nota vererek İsveç krallığını Avrupa'nın kuzeyinde barış bozgunculuğu (108) suçlamasından temize çıkarmasına önayak olmasından ötürü Veziriâzam'a teşekkür etmişti. İsveç kabinesinde Kont de Tessin'-in yerini Başvekil olarak Hoepken (109) aldı. Yeni Başvekil, İstanbul'da elçi olarak uzun ikameti sırasında, ondört yıl önce, Bâb-ı Âlî ile İsveç arasında bir dostluk anlaşmasının imzalanmasında büyük gayreti görülmüştü (15 Nisan 1752). Hoepken de, Fransa elçisi Desalleurs gibi, Bâb-ı Âli'nin sürekli elçi olarak tanımayı reddettiği Danimarka elçisi Gaehler lehinde teşebbüslere geçmiş, fakat bunlardan bir netice elde edememişti; fakat aynı neticeyi almak için çalışan halefi M. de Celsing, Ve-ziriâzam’ın ağzından, Bâb-ı Âlî'nin hiçbir yabancı tesir olmaksızın bu meseleyi bizzat halletmek kararında bulunduğunu öğrenmişti. Danimarka kralının yaveri olan M. de Gaehler, İstanbul'a (110) gelince, Veziriâzam'a muhtevasında kendisini Danimarka'nın olağanüstü yetkili elçisi olarak tanıttığı bir nota sundu; bu devlet, Osmanlı Devleti himayesindeki Kuzey Af(107) İzi'de bu mektubun tercümesi, f. 148 ve 149, bulunmaktadır. 22 Mart (eski tarz) 6 Nisan 1752 tarihini taşımaktadır. (108) İsveç Başvekili Tessin'in Sultan'a ve Veziriâzam'a mektubu. Türkçe tercümesi Viyana arşivlerinde bulunmaktadır. (109) İsveç Başvekilinin Veziriâzam'a mektubu. Kont Hoepken'in mektubu 15 Nisan 1752 tarihlidir. (110) Başvekil kont Bermtoff'un bir mektubunu da getirerek 8 Haziran 1752'de İstanbul'a geldi. 156 HAMMER rika devletleriyle dört yıl önce bir barış anlaşması imzalamıştı. Eski gelenekleri sürdürmekte kıskanç bir dikkat gösteren Bâb-ı Âlî, bu notaya, yabancı devlet elçilerinin veya murahhaslarının bu vasıflarını tanıtmak için kendilerinin sınıra vardıklarında bunu bildirmeleri ve Sultan'ın gönderdiği bir muhafız birliğiyle İstanbul'a geldikleri takdirde görev unvanlarının tanınacağı cevabını verdi; zâten Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk gelenlere elçi vasfını tanımak âdeti de yoktu. Koyu bir Müslüman olan Reisefendi Naili, bu vesileyle, Şeyhülislâm Murtezâ Efendi'ye şeriatin kâfirlerle yeni ittifaklar yapmaya müsaade edip etmediği sualini sordu. Şeyhülislâm'ın bir fetva şeklinde verdiği cevap şöyleydi: «Hayır, Sultan'ın ve imparatorluğun üstünlüğüne yaraması istisnâsiyle.» O sırada İstanbul'da Napoli elçisi Kont Ludolf ile kâtibi ve entrikacı Bonneval'in mahremi ve danışmanı Cenovalı Che-nevrier'nin bozuşup ayrılmaları zihinleri fazlasiyle meşgul ediyordu. Bu kâtip, Fransız elçisinin Bonneval'e yazdığı mektup hakkında Avusturya elçisine bilgi vermiş olduğu ve daha birtakım entrikalarda parmağı bulunduğu anlaşılınca, İstanbul'dan zorla gemiye bindirilerek İtalya'ya gönderildi (6 Haziran 1752). On yıl önce, Bonneval'e, İsviçre kantonlarından birkaç bin protestan hıristiyan getirtip bunların bir kısmını Osmanlı İmparatorluğu (111) topraklarında koloniler halinde yerleştirmeyi hedef alan bir plânı vermiş olan da bu aynı Cenovalı diplomattı. VENEDİK VE RAGUZA Raguza gemilerinin Venedik körfezinde seyrettiklerinde ödedikleri rüsum, bir müddetten beri uygulandığı halde Venedik Cumhuriyetiyle Raguza Cumhuriyeti arasında büyük anlaşmazlıklara yol açmamıştı. Raguza Cumhuriyeti, Venedik Cumhuriyeti hakkında ileri süreceği şikâyetleri Veziriâzam'a ulaştırmakla Braccoli'yi görevlendirdi. Anlaşmazlığı sona erdirmekte acele eden Veziriazam, bu olay hakkında bilgi edinmesi ve alâkalı (111) Taxelhofer'in Berne'den (İsviçre) Bonneval'e 19 Eylül 1755 tarihli mektubu. OSMANLI TARÎHİ 157 tarafları (112) anlaşdırması hususunda Bosna valisine emir gönderdi. Girişilen aracılığın nezâreti altında, Venedikli murahhas, Albay Giuseppe Canobe, Raguzalı komiser Matteo Sorgo ile bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşmanın getirdiği bir taahhüt olarak Raguza Cumhuriyeti her üç yılda bir, Adriyatik denizindeki kumandan amirale geçiş rüsumundan vazgeçen Venedik'in zararının karşılığı olarak yirmi duka altını değerinde bir gümüş, vazo vermeği kabul ediyordu. Kendi bakımından da, Venedik Cumhuriyeti, Raguza gemilerinin Venedik körfezinde serbestçe seyretmeleri ve aynı devletin inci avcılarının bu avı sürdürmelerine izin vermeği taahhüt etti. Ayrıca, Venedik Cumhuriyeti gemi ve teb'asmın hangi şartlar içinde olursa olsun Raguza ormanlarından odun kesmemeleri hakkında anlaşmaya varildi; sonunda, iki cumhuriyetin yüzoniki yıl (113) önce Sussar adasında imzalamış oldukları anlaşma yenilendi (6 Temmuz 1754 -15 Ramazan). POLONYA İLE MUHABERÂT Bâb-ı Âlî'nin bu dönemde Polonya ile münasebetleri, Veziriazamla saltanat başkumandanı Potocki'nin birbirlerine gönderdikleri birkaç mektupla sınırlı kaldı-, bu mektuplardan biri Polonyalı çobanların sürülerini Eflak topraklarında otlatmala-rıyla alâkalıydı ve Potocki, Fransız elçisi M. de Desalleurs'un (114), bu hususun bir mesele olmaması yolunda hayırhah delâletlerini de taleb ediyordu. Diğer mektup, bir asırdan fazla zamandan beri Eflak'da yerleşmiş ve orada çoğu zaman ağır eziyetlere (115) mâruz kalmış bir azınlık topluluğunu konu almıştı. Bâb-ı Âlî'nin emri üzerine, Boğdan prensi Constantin Ra-koviza, Potocki'ye, Veziriâzam'ın mevcut anlaşmanın bütün mad(112) Venedik elçisi, bu vesileyle Sultan'ıı> fermanında geçen «Venedik Cumhuriyeti teb'aları» ifâdesinin yerini «Venediklilerin teb'aları» ifâdesinin alması talebinde bulundu. Bu taleb, Venedik aristokrasisinin bu dönemden itibaren Cumhuriyet kelimesinden dehşet duyduklarının en iyi delilidir. (113) 16 Ramazan 1167 tarihini taşıyan bu vesika Türkçe ve İtalyanca olarak Viyana arşivlerinde bulunmaktadır. Ne Engel, Ragza Tarihi, ne Martens bu vesikadan söz etmedikleri gibi 1592'de yapılan anlaşmayı da sükûtla geçiştirmektedirler. (114) Potocki Hin Desalleurs'e mektubu, 25 Ocak 1751 tarihli. (115) Potocki nin mektubu, 2 Ekim 1752 tarihli. 158 HAMMER delerinin uygulanması talimatını vermiş olduğunu yazıyordu. Potocki aynı zamanda, İstanbul ve Kırım'da bulundurduğu memurları vasıtasiyle Czartorysky ailesini ve Polonya'nın hürriyetlerinin acımasız düşmanı olan Rusya'yı suçluyordu. Kırım hanı Halim-Giray, Bâb-ı Âli adına, yabancı devletlerin Polonya'nın hürriyetine kasteden tertiplerden şikâyet etmek üzere, mahaline, Polonya diyet meclisine bir elçi gönderdi. Kırım Elçisi Mahmud Ağa, kendilerinden bu konuda gerçek açıklamalar elde edemeden Polonya krallığının yedi ileri geleniyle (magnat) müzâkerelerde bulundu (116) (1 Mart 1751). YENİ SIRBİSTAN VE KABARTADA ANLAŞMAZLIKLAR ÇIKMASI Avusturya elçisi Penkler, Bâb-ı Âli'den Boğdan ve Eflak prenslerine, bundan böyle Avusturya'dan kaçak olarak bu ülkelere sığınacakların iadelerini emreden bir ferman almayı başardı. Avusturya elçisi Bâb-ı Âlî'den bu prensliklere giren Alman parası ve silâhları hakkında görüşü belirten özel bir nota almış olduğu halde hiçbir değişiklik görülmedi, elçi bu ithalâta müsaade eden bir ferman almayı başardı (17 Haziran 1752). Aynı zamanda Avusturya (NOT: 6) elçisine ve İngiltere elçisi Por-ter'e verilen notada, Veziriazam onların hakkaniyet, hakikat sevgileri ve ferasetlerine hitabederek olayları değerlendirmelerini istedi ve biri Kiow ve Özi arasında ve sınırlardan otuz fersah, diğeri Archangelsky'de ve sınırlardan sadece onyedi fersah uzaklıkta iki yeni kale yapılmasının Rus elçisi Obreskoff'un ileri sürdüğü gibi mevcut anlaşmaların ihlâli mânâsını taşıyıp taşımadığını sordu; anlaşmalar ancak biri Rusya tarafından Çerkesk, diğeri Bâb-ı Âlî tarafından Kuban nehri üzerinde yapılacak iki kalenin inşâsına izin veriyordu. Bâb-ı Âlî yeni Sırbistan'ın yeni bir ülke olduğunu ve ne Rusya, ne de Polonya'ya ait olmadığını iddia ediyordu; Rus elçisi bunun aksi görüşteydi; bununla beraber, Rus hükümeti başlanan kale yapımı faali(116) Krallık büyük mareşali ekselansın sarayında Kırım hanının elçisi Mahmud Ağa’nın katıldığı konferansta hazır bulunanlar: Cujavin rahibi Dembocowski, Cracowie valisi Poniatowski, İmparatorluk büyük-mareşali Bielinski, Başvekil Malachowskl, Litvanya Başvekili kont Czartoriski, İmparatorluk Başvekil Yardımcısı Wodzicki, İmparatorluk mareşali Minsziek, 19 Ağustos 1754. OSMANLI TARİHİ 159 yetlerini durdurttu. Bâb-ı Âlî ile Rusya arasındaki diğer anlaşmazlıklar Kabarta olaylarıyla alâkalı olarak ortaya çıktı. Ob-reskoff, Vişniyakof'un yerine İstanbul hükümeti katında elçilik görevine başlayınca bir nota vererek, hanın oğlu iki sultanın Rusları Kabarta'dan kovmaya kalkışmakla anlaşmayı ihlâl etmiş bulunduklarından şikâyetçi olmuştu; tarafların görevlendirdiği bir komisyonun bu hâdise hakkında bilgi edinmesini ve Bâb-ı Âlî'nin iki sultanı (Tatar şehzadesi) çağırmasını istemişti (Eylül 1751). Bâb-ı Âlı Rusya'nın bu isteklerini yerine getirmek üzereydi ki, Tatarların hanı, Rusların, o zamana kadar kendisine itaatli kalmış olan Abaza Kesik'in altı aşiretini aleyhine çevirdiklerinden şikâyet etti. Obreskoff bu suçlamaya verdiği ce-vabda, bahis konusu olaydan kesinlikle haberi olmadığını, Pe-rekop'daki yağmadan meydana gelen tazminatı düzenlemek üzere oluşturulan komisyonun Tatarların hatası yüzünden beşinci toplantıdan sonra çalışmalarını durdurduğunu ileri sürdü. Bununla beraber, han, Kabarta'daki Abaza Kesik aşiretleriyle alâkalı şikâyetlerinde ısrar etti ve Bâb-ı Âlî, Kırım hanına, son barış anlaşmasiyle tesbit edilmiş olan sınırların muhafazası hususunda dikkatli davranması emrini verdi. Bâb-ı Âli'nin Avrupa devletleriyle diplomatik münasebetleri ve az kalsın yeni savaşlara yol açacak anlaşmazlıklarından kısaca bahsettikten sonra, Iran sınırı üzerinde cereyan etmekte olan çok önemli olaylara dönebiliriz. İran'daki saltanat fasılasının ortaya çıkardığı hâdiselere sıkısıkıya bağlı bu olaylar hiçbir Avrupa ve tran eserinde İmparatorluğun bu bölümündeki Osmanlı valilerinin raporlarında ve İmparatorluk tarihçisi İzi'nin vekayinâmelerindeki kadar tamlık ve bilgiyle ele alınmadığından, bu yazar, İran'ı ıztırab içinde bırakan kargaşalıkların çizeceğimiz özet açıklamasında bize rehberlik edecektir. GÜRCİSTAN VE IRAK OLAYLARI Rumiye'ye hâkim olan Afganlı Azad hanın Ahmed ve Musa adlı Paşalarını Erivan üzerine yürüttüğünü yukarıda söylemiştik; fakat bunlar Tahmuras ve Tiflis prensi tarafından mağlûbiyete uğratılınca, Azad han imdadlarına koştu. Tahmuras Metrisköyü yakınında ona saldırarak yendi, altı gün boyunca 160 HAMMER takibetti ve Rumiye üzerine ric'ate zorladı. Azad hanın bu seferden önce onikibin kişiden oluşan ordusu ancak üçte biri kadar kaldı (8 Mayıs 1751 - 12 Cemâziyül'evvel 1164). Daha önce, Azad handan başka, yedi taht iddiacısının aralarında çekiştiklerini söylemiştik. Dokuzuncu taht iddiacısı Hüseyin Mirza’nın şahsında mücâdele sahnesine girdi. Hüseyin Mirza, şah Tahmasip'in oğlu olduğunu söylüyor, Safevî hanedanı şehzadelerinin katliâmı döneminde Rusya'ya kaçmış olduğunu iddia ediyordu. Hüseyin Mirza önce Meşhed'de ve Kerbelâ'da ortaya çıktı ve orada, Nâdir Şâh'ın muhafız birliği eski kumandanı Mehmed Rıza Han'la Nâdir Şâh'ın Hz. Ali'nin türbesinin yeni başdan inşâsiy-le görevlendirdiği Mehdi han ve nihayet Mirza İbrahim'le diğer birkaç devlet büyüğü gelip kendisine Şâh Tahmasip'in gerçek oğlu olarak bi'at ettiler. Nâdir Şâh'ın İstanbul'daki son elçisi ve o sırada Bağdad'dan ayrılmamış olan Mustafa han da, Bâb-ı Âlî'ye taht iddiasındaki bu şehzadeyi destekleyici bir mektup yazdı. Bu ihtiraslı eski elçi, Isfahan halkının Osmanlı Sul-tanı'ndan eski şahlar ailesinden bir prensi İran tahtına çıkarmasını rica eden arizalarını götüren Mirza Abdülmümin'i Bağdad'a aldıktan sonra kendisini, İran Irakı valiliği verilmek şar-tiyle, Osmanlı teb'ası saymaları teklifinde bulunmuştu. Sınır üzerinde barışın devamını canü gönülden arzulayan Veziriazam, evvelce imzaladığı barış anlaşmasının İran'ın işlerine karışmasına müsait olmadığını hana verdiği cevapta belirtti; aynı zamanda Bağdad valisi Süleyman Paşa'ya, taht iddiasındaki prensin bu bölgelerden uzaklaştırılması emrini verdi, bununla beraber, kendisine bin duka altını hediye olarak verdirdi (7 Eylül 1751 - 16 Şevval 1164). Bu barışçı siyaseti rehber edinerek ve İranlıların kendilerini tehlikede sayacakları bir mevzuun ortaya çıkmaması için de, âsi bir Kürd birliğini Kerkük'den Erde-bil'e giderek mağlûb eden Basra valisi Süleyman Paşa'ya geri dönmesi emrini gönderdi. Bâb-ı Âlî, kararlaştırdığı siyasete uygun davranarak, Azerbaycan halkının gönderdiği ve Mirza Ab-dülmümin'inkine benzeyen bir ricânâmeye yeni bir olumsuz cevap verdi. Eski Tebriz divan beyi Feth-Ali hanın oğlu Rıza han da Tebriz, Rumiye, Karacadağ, Erdebil, Meragha, Danbeli ve daha birçok bölgenin han ve ayanlarının imzalarını taşıyan, Sultan'a aynı şekilde başvuran bir istirhamnâmeyi Erzurum valisi Abdul Paşa'ya verdi. Abdul Paşa bu ricânâmeyi İstanbul'a göndermekle yetindi. Evvelkilerde tekrarlanan taleblerle OSMANLI TARİHİ 161 karşılaşan Veziriazam, tekliflerini kabul edememekten duyduğu üzüntüyü belirtmekle cevabını bildirmiş oldu (117). Kesriyeli Ahmed Paşa’ınn Nâdir Şâh'a götürmekle görevlendirildiği zengin hediyeler, yeni şahın tahta çıkması vesilesiyle kendisine sunulmak ve böylece barışın sağlamlaştırılmasında kullanılmak ümidiyle o zamana kadar Bağdad'da bırakılmıştı. Fakat» îran tahtı üzerinde çekişenlerin sayıları fazla olduğundan» bu ümit her geçen gün daha fazla kayboluyordu. Bu bakımdan, Bağ-dad, Musul, Diyarıbekir, Sivas, Şehrzor, Malatya, Maraş valilerine, Mardin, Bolu ve diğer voyvodalıklara, bu hediyelerin bir eyâletten diğerine intikal ettirilmek suretiyle İstanbul'a kadar getirmeleri, Kesriyeli Ahmed Paşa’ınn elçilik eşyalarından ayrı olarak bir listelerinin yapılarak, İmparatorluk hazinesine nakledilmek üzere Birinci Mevkufât Dâiresi'ne teslimi emredildi. Diğer iki fermanla Bağdad valisine ve sözünü ettiğimiz hediyelerin muhafazası için Veziriazam tarafından seçilen mirâhur Mahmud Ağaya, Nâdir Şâh'ın elçisi Mustafa hanın güvenliğine gereken dikkatin gösterilmesi emri verildi. Mustafa hanın payitahta (118) gelmek için tekrarladığı talepler, Bâb-ı Âlî'nin nihayet bu müsaadeyi vermesiyle neticelenmişti. Mustafa han, İstanbul'a hareket etmek üzere' iken, İsfahan'ı gasbetmiş durumda bulunan Send Kerim tarafından iki oğlunun hapsettirilmiş olduğu; dostlarından ve taraftarlarından bin kadarının, Kerim hanın üstün kuvvetleriyle çarpışmak üzere Musdek hanın Peri müstahkem hisarına çekilmiş oldukları; nihayet iki hanın Loristan kadılarıyla ve bazı askerî birliklerle ve yirmibeş eşrafla Kermanşahan'a vardıklarını ve artık kendisiyle Hüseyin Mirza’nın gelmelerini bekledikleri haberini aldı. Bu haberler Mustafa hanın ilk plânını değiştirmesine ve olayların gelişmesini bekleme kararı vermesine sebeb oldu. Bu sırada Bağdad valisine gelen yeni emirlerle, Mustafa (117) İzi, f. 258, bir İngiliz bakanlık günlüğünün şiddetle tenkit etmesine karşılık, bu müdahalede bulunmamak sistemini övmektedir. U18) Bu fermanlar 1 Rebiül'âhir (17 Şubat) tarihini taşımakta ve Penk* ler'in, içinde Veziriâzam'ın Bağdad'da Süleyman Ağa'ya gönderdiği bir mektubun tercümesi de görülen raporlarına eklenmiş bulunmaktadır. Hammer Tarihi, C: VIII. F.: 11 162 HAMMER han ve Hüseyin Mirza’nın güvenliklerinin ihtimamla korunması bildirildi; Bağdad valisine gönderilen bir Hatt-ı Şerifle İran sınırına, oradan silâhlı bir kişinin geçmesine (119) imkân bırakmayacak bir dikkatin gösterilmesi emri verildi; nihayet Nâdir Şâh için ayrılan hediyelerin İstanbul'a gönderilmesi hakkındaki emirler ibtâl edildi. Sultan tarafından Bağdad valisine gönderilen Hatt-ı Şerifle, hediyeler müstakbel şâh için muhafaza edileceğinden yalnız bunların Üstesinin İstanbul'a ulaştırılması emredildi. Nâdir Şâh'ın elçisi Mustafa han, Bağdad'dan hareketinden önce, Bâb-ı Âlî'ye İran'daki durum ve taht kavgası içinde olan kişiler hakkında ayrıntılı bir rapor gönderdi. Afganlı Ahmed han Kandahar'a yerleşmiş ve Belucistan halkını kendi dâvası lehine döndürmüştü. Kör ve hareket kaabiliyetinden yoksun bulunan Şahrûh Mirza, Meşhed şehrini hâkimiyeti altında tutuyordu. Irak'da (İran Irakı) İsmail Mirza adına, şâh Hüseyin'in kızından doğma ve Bahtiyarı aşiretinin reisi yirmiüç (120) yaşındaki Alimerdan han hâkimiyeti elinde tutuyordu. Alimerdan, kendi Paşası ve Send aşiretinin reisi Send Kerim'e yenildikten sonra firar etmiş olduğundan, Kerim, genç prensin yanma rakibini yerleştirmişti. Han unvanı taşıyan Huveyze, Loristan, Şuster, Dizful ve Dorak valileri, makamlarını aileden intikal etmiş olarak mutlak bir hâkimiyetle ellerinde bulunduruyorlardı. Kazvin âsi Lutislerin ellerindeydi; Tahran, Mirza Ni-zam'a boyun eğmekteydi; Hemedan, Karaoğuzlular Türkmen aşiretinin hakimiyetindeydi; nihayet Abd Ali han, Nâdir Şâh’ın ölümünden hemen sonra Kermanşahan'ı ele geçirmiş ve oraya vali olarak yerleşmişti. Rakian'a hâkim ve Azerbaycan'ı elinde tutan Azad hana gelince, Gürcistan prensi Tahmuras'la sürekli savaş halindeydi. Süvari birliğinin başında Erzencan ve Sul-taniyah'a karşı bir sefere girişen Paşası Musa han, Engu-run'da hüküm süren Gurbistu hanın oğlu han Safî Yar tarafından tam bir yenilgiye uğratıldı. Tiflis'li Tahmuras ve oğlu Heraklius, Kakhetlerin prensleri (119) 15 Receb 1165 (20 Mayıs 1752) tarihli Hatt-ı Şerifin tercümesine bakınız; 30 Receb (13 Haziran) tarihli ve aynı mânâda bir diğeri Penkler'in raporunda bulunmaktadır. (120) «Onlardan sonra iki kral var, birinin adı İsmail Şâh, ondokuz yasında, Şâh Hüseyin'in kızının oğlu...» Ali Paşa’ınn Penkler'e mektubu, 1 Ekim 1751 tarihli mektup. OSMANLI TARİHİ 163 olarak Gürcistan'da han Leşgi Seki ve Hacı Çelebi'ye (121) karşı savaş halinde bulunuyorlardı. Özel kinlerini tatmin etmek için, Karacadağlı han Leşgi, Genceli Kör Kâzım, Şâhverdi ve Covanşir aşiretinin reisi Saruveli Penah Tahmuraş hanla birleştiler. Fakat, ordu Berdaa'da Kur nehrinin taşmasından durduğunda, Tahmuraş, kendisine candan bağlı olan han Leghisleri ordusuna şüpheli kişiler durumunda gösterip onları tutuklattırdı. Birkaç gün sonra Gence üzerine yürüyerek muhasara altına aldı. Hacı Çelebi, Tahmuras’ın siyaset bakımından hiç de akıllıca olmayan bu davranışından yararlanarak, altıbin askerin başmda Kur nehrini geçti, Üçtepeler yakınında aniden Gru-zi ordusuna saldırdı, mağlûbiyete uğrattı ve firara mecbur etti (Ağustos 1752 - Şevval 1165). Bu zaferden sonra, diğerleri arasında, Gürcistan'ın Türkmen aşiretleri olan Timorciler ve Ha-sanlular galibe itaatlerini bildirdiler. Aradan henüz bir ay geçmişti ki, Tahmuraş, Hacı Çelebi ile savaşmak üzere Tiflis, Kakhetiler, birkaç bin Çerkeş ve Gürcistan eyâletinden gelme birliklerden meydana gelen bir ordunun başında göründü (4 Eylül 1752). Hacı Çelebi ordusunu üç savaş birliğine ayırdı. Bunlardan birimcisi Tiflis birlikleriydi, ikincisi Kakhetilerle, üçüncüsü Çerkeslerle savaşmak emrini almışlardı. Cereyan eden savaşta Hacı Çelebi kesin bir yenilgiye uğradı. Tahmuraş, o andan itibaren İran hükümdarı olarak eski hanedandan taht iddiasında olan bir prensi kabul ettirmek tehditlerini harekete geçirdi. Kendisine yardım eden birlikleri memleketlerine gönderirken, yağmacılıkları ve yıkıcılıklarıyla bir düşman ordusundan fazla memlekete zarar veren Çerkesler, Kazakların Türkmen aşiretleri ve Bortşalular affedilmelerini dilediler, Tahmuraş son sefer sırasında sebeb oldukları zarar ve ziyanı tazmin etmeleri şartiyle onları affetti. Babası geçen yıl ölen İmiret'in genç prensi, annesi ve iki amcası (122) tarafından prensliğinden kovulduğundan beri, Ahiska'da Osmanlılardan yardımına gelmeleri ricasında bulunuyordu. Heraklius, müteakip ilkbaharın başlangıcında, Kazaklar ve Bortşaluların (123) şuurları yakınında Leghisleri yeniden mağlûbiyete uğrattı; diğer taraftan Leghisler Ahiska civarını yağmaladılar ve esir ederek götüreni) İzi, f. 275. Heraklius yerine Elkere okunuyor. (122) 4 Aralık 1752 tarihinde yazılmış mektup. Penkler'in raporu. (123) Penkler'in aynı raporu. 164 HAMMER dükleri oniki kadar kişiyi serbest bırakmalarını isteyen Paşa, yüzyirmi pantalon, bir o kadar çizme ve yedi atı fidye olarak vermek zorunda kaldı. Leghis reisleri arasında en kudretlisi olan Hacı Çelebi, Tahmuras ve oğlu Heraklius'un hâkimiyeti altındaki toprakları, yaptığı akınlarla zarar vermeğe devam etti. Bu akınları, kısa bir zaman önce İran Irak'ında İran tahtını isteyecek kadar kudret kazanan Afganlı Azad hanla Şahmuras ve oğlu Heraklius'un barışmalarına kadar sürdü. Bu yeni durum karşısmda, Hacı Çelebi, kendini Gruzi prensine düşmanlarının düşmanı ve dostlarının dostu olarak tanıttı (124). Afganlı Azad han gelecekteki büyüklüğünün binasını inşâ ettiği sırada Güney İran'da başka olaylar cereyan etmekteydi. Bahtiyarlı Alimerdan, yâni Loristan aşiretlerinin reisiyle Send aşiretinin hanı Kerim, İsfahan'da şâh Hüseyin'in kızkardeşinin oğlu olan küçük prens İsmail Mirza’nın İran hâkimiyeti için çekişiyorlardı. Akrabası olan Loristan, Huveyze ve Şusteri kumandanlarının, Kermanşahan civarında dolaşan Senghin ve Kelhur aşiretlerinin birlikleriyle kuvvetlerini arttıran Alimerdan han Isfahan üzerine yürümeğe hazırdı. Kerim han, kardeşi Mehmed'i birliklerinin seraskerliğine atadı ve onikibin askerle Alimerdan hanla savaşmaya gönderdi. Kermanşahan yakınındaki Hacıâbâd kasabasına gelince, Mehmed ağırlıklarını burada bıraktı ve yedibin kişiyle düşman ordugâhına bir baskın yapmak üzere harekete geçti. Fakat orada öyle bir karşılanış karşılandı ki, kendisi ve iki kardeşiyle birlikte altıbin askeri savaş meydanında kaldı; geri kalanlar kaçıp canlarını kurtardılar. Zaferinden mağrur Alimerdan, Kerim hanın İsfahan'la Hem edan arasında yaptırdığı ve hazinelerini içine koyduğu tahkimli Peri hisarına karşı yürüdü; Peri hisarını zaptetti. Fakat Send Kerim Neha-vend'de tutuşduklan bir savaşta, büyük bir kısmı Alimerdan’ın saflarından kaçıp Kerim hanın sancakları altında çarpışmağa gelen Loristan birliklerinin savaşın kaderini tâyin eden ihanetleri sayesinde hasmını yenilgiye uğrattı. Alimerdan ve İsmail han Bağdad'a kaçtılar; orada vali Süleyman Paşa onları iyi karşıladı ve İran elçisi Mustafa hanın evinde kendilerine yer ayırdı. Send Kerim, Peri müstahkem hisarını geri aldı ve elçi Mustafa hanın Bağdad'daki evinde bunların sığındıklarını öğrenince, elçinin mülklerinin bulunduğu sarayı yıkıp esir al(124) 4 Mart 1754 tarihli mektup. OSMANLI TARİHÎ 165 dığı iki oğlunu İsfahan'a götürdü. Loristan kadısı ve iki han Bağdad'a gelip bu üzücü haberi kendisine iletince, beraberine kendisini desteklemek istediği taht üzerindeki iddia sahiplerin^-den prens Hüseyin Mirza'yı da alarak alelacele İran'a hareket etti. Oğullarını kurtarmak ve Hüseyin Mirza hakkındaki düşüncelerini gerçekleştirmek için Afganlı Azad hanı Rumiye'den yardıma çağırdı. Azad han, Send Kerim'i Peri hisarı önünde yendi ve kaleyi muhasaraya aldı (125). Send Kerim, Hazar denizi kıyılarında yerleşmiş bulunan Kaçarların Türk aşireti reisi Mehmed Hüseyin handan yardım ricasında bulunmak zorunda kaldı. Azad han tarafından Kavin civarında yenilen Send Kerim, Isfahan ve Şiraz'ı terk edip İran'ın yüksek ve münbit vadilerini, eteklerinden başlayarak Germasir veya sıcak bölge denilen ve İran körfezine kadar uzanan çorak araziden ayıran büyük dağ silsilesinde sığınacak bir yer aramağa mecbur oldu. Talihin tersine dönmesinden ve askerlerinin kendisini ter-ketmelerinden o kadar maneviyatı bozulmuştur ki, anlattıklarına göre, Germasir'e (çorak bölge) hâkim sıra dağlardan birinin zirvesini oluşturan tepede bulunan Hişt kasabası reisi Rus-tem han, kendisine dar Kenne geçidine girdiğinde Azad hanın ordusunu yenmenin ne kadar kolay olacağını anlattığı sırada Hindistan'a kaçmak üzeredir. Azad han, Hişt'e varmak için ordusunu Kenne dar boğazından geçirmek zorundadır. Kenne geçidi iki mil uzunluğundadır. Zirvenin etrafında dolanan yol çoğu yerlerinde iki kadem genişliğindedir. Rustem han, bu yola hâkim olan çıkıntılı tepelerin zirvesi üzerine askerlerini mevzilendirdi; bu sırada Send Kerim de düşmanı alt vadide beklemekteydi. Azad hanın birlikleri boğaza girince, dağlı savaşçılar öldürücü bir tüfek salvosu başlattılar. Kargaşalık son haddini buldu ve kesin bir yenilgiye uğrayan Azad han, kısa bir süre önce bir kaatilin hançer darbesi altında hayatını kaybeden Alimerdan han gibi, Bağdad'a kaçmak zorunda kaldı. Orada ümit ettiği yardımı değil, cömert bir himaye bulduğundan, Gürcistan prensi Heraklius'u kendi dâvasına kazanmağa çalıştı, fakat başarılı olamadı. Daha sonra, bu gezginci hayattan yorgun düştüğünden, gidip galibinin mürüvvetini diledi., Send Kerim, onu tehlikeli bir düşmanken sadık bir dosta dönüştüren büyük bir iyilikle karşıladı. (125) Vasıf Tarihi, s. 21, İstanbul'da 1219 (1804)'da basıldı. 166 HAMMER Azad hanın mağlûbiyetinden sonra Kerim hanın çarpışacağı düşmanların en tehlikelisi bugün İran'da hüküm süren hanedanın kurucusu olan Kaçarlar'ın reisi Mehmed Hüseyin handı. Nâdir Şâh'ın ölümünden sonra İran tahtını ele geçirmek için aralarında çekişen oniki şefin mücâdelesini tam anlamak bakımından, bu şeflerin bağlı bulundukları aşiretler üzerine ve bu şeflerden bazılarının Safevîler hanedanı saltanatı sırasında ki hâkim tesirlerine ve milletin bütününe kendi hâkimiyetlerini kabul ettirme yolunda sarfettikleri gayretlere bir göz atmak gerekmektedir. Şâh Hüseyin'in kızkardeşinden olma veya böy-le oldukları iddiasında bulunan prensler, Şahruh Mirza, İsmail Mirza, Hüseyin Mirza ve Safi Mirza, yalnız bunlar, taht üze rindeki iddialarını Safevi ailesiyle akrabalıklarına dayandırabile-cek durumda bulunuyorlardı; ötekiler sadece kudretli aşiretlerin reisleri durumundaydılar. Kandahar'da Ahmed han ve Azerbaycan'da Azad han, İran'da Safevîlerin hâkimiyetine son vermiş olan Afganlılar aşiretine mensup bulunuyorlardı. Alimer-dan, Loristan'da Bahtiyarlar aşiretinin reisiydi; Kerim han, Send Ali Kulihan aşiretine kumanda ediyordu; Nâdir Şâh'ın diğer akrabaları Efşarlar aşiretindendi ve Mehmed Hüseyin han Kaçarların başında bulunuyordu. Bu duruma göre, Safevî ve Afganlılar reislerinin Efşar ve Kaçarların Türkmen aşiretleriyle, Bahtiyar ve Sendlerin İran aşiretleriyle mücâdele ettikleri görülüyor. Kızlarağası Beşir'in ölümünden hemen sonra ve her yıl Şevval ayının ilk günlerinde halka Sultan'ın ulemâ (126) görevleri, divan (127) efendileri ve kubbe vezirleri (128) yönünden tercihlerini bildirmek bakımından yayınlanan üç listede çoğunlukla eski görevlilerin mevkilerinde kalmaları uygun görüldüğü halde, bazı nâzırlıklardaki büyük değişiklikler daha sonra yapıldı. Bunların en önemlisi Kâhya bey Mustafa Nazif Efendi'nin İran'a elçi olarak gönderilip İstanbul'dan uzaklaştırılmasıydı. Daha önce, Nâdir Şâh döneminde yine elçi olarak İran'a gönderilmişti ve beraberinde İmparatorluk tarihçisi Râşid Efendi vardı; bu sefer yalnız gidiyordu. Onun yerini tersane emini Mustafa Bey aldı ve tersane emînliğine Reisefendi Mustafa'nın muh(126) (127) (128) Tevcihâtı ilmiyye. İzi, f. 285. Vasıf, s. 11 ve 20. Tevcihi divâniye. Tevcihi Vüzerâ. OSMANLI TARİHİ 167 teris ve zengin damadı Bekir Efendi getirildi. Merhum Kapdan-ı derya Süleyman Paşa’ınn oğlu olan Kapdan-ı derya Mehmed üçüncü tuğu elde etti. Rumeli ve Anadolu Kadıaskerleriyle İstanbul kadısı, aralarında memuriyet değişimi (becayiş) yaptılar. Sultan'ın saraydan uzaklaştırdığı hazîne dairesi kalemi reisi, vali olarak Tırhala'ya gönderildi, bu tâyinin sebebi Veziri-azam’ın onu kendisine rakip olarak görmesiydi (129). Orsova muhasarasında kahramanca mukavemet gösterdikten sonra, Belgrad anlaşmasının hemen peşinden Veziriazam olarak Avusturya ile sınırları düzenleyen ek anlaşmayı imzalamış olan eski Veziriazam Kör Ahmed Paşa vefat ettiğinden, Sultan, ondan boşalan valiliğe Kahire valiöi eski Veziriazam Abdullah Paşa'-yı, Mısır valiliğine de yine bir eski Veziriazam olan Mehmed Paşa'yı atadı. Şeyhülislâm Esad Efendi (130) de kısa bir süre sonra öldü (10 Ağustos 1753 - 10 Şevval 1166). Yukarıda sözünü ettiğimiz ilmî eserlerden başka, vakıf olarak kurduğu medrese ve mektepler bıraktı; müverrih Vasıf'a inanmak gerekirse, musiki bilgisinde Farâbî'nin yanında yer alıyordu ve hitabet ilmi bilgini olarak da Veysi ve Nâbi Efendiler düzeyindeydi. SULTANİN İNŞÂATLARI VE ZİYARETLERİ Veziriazam Mustafa Paşa o sırada, Eyûb (131) yakınındaki Otakçılar köyünde bir Nakşibendî tekkesinin inşâsı işiyle meşguldü. Oraya şeyh olarak, Suriye seyahatinden döndüğünden beri Galata'da barut deposu arsası üzerinde bir cami yaptırmak üzere hükümetten bu iş için gerekli parayı temin etmişti; bu şeyh, kurşun deposunun, Bizans'ın Araplar tarafından yedi yıl süren muhasarası sırasında Benî Ummeiye tarafından Bizans'-da yaptırılan ilk caminin (132) yerine yapıldığını keşfetmiş ol(129) Penkler ve Desalleurs onun Veziriâzamlık makamına getirileceği kanaatindeydi. (130) Şamahşeharî'nin Abdulmümin Asfahanî'nin Altın Yapraklar'ına nazire olan Altın Kilerler adlı eserini manzum olarak tercüme etti. (131) Vasıf, s. 15. Hüseyin Ayvansarayî'nin Camilerin Bahçesi adlı eserinde 39. Eyûb dinî binası. (132) Bizanslılar bu mahasaranın gerçek olduğunu *abul ediyorlar, fakat Vâsıfr muhasaranın şehrin Araplar tarafından zaptedildiğini söyleyecek kadar ileri gidiyor. 168 HAMMER duğu iddiasındaydı. Bilindiği gibi, Arapların (133) bu şiddetli muhasarasına Bizans dayanabilmişti. GALATA SARAYI KÜTÜPHANESİNİN AÇILMASI Bu aynı şeyh, Medine ve Mekke'yi kısa süre önceki ziyaretinde, bu kutsal şehirlerin ilkinde, Hz. Peygamber'in babasının mezarını keşfetmişti. Sultan'ın dindarlığının gayretiyle, ce-sedden kalanlar muhteşem bir tabuta konmuş ve son derece pahalı bir örtüye sarılarak, Medine camiinde mü’ıninlerin saygılarına muhatap kılınmıştı. Sultan Mahmud dinî görevlerine dâima sadık kalmıştı. Ayasofya ve Fâtih camilerinde Buhâri tefsirleri okuma kürsüleri kurmuştu ve okuyucuları ziyaretleriyle teşvik etmeği bir görev saymıştı. Bununla beraber, dini görevlere bağlılığı, onu dünya zevklerinden uzaklaştırıp vaz geçirmiyordu. Sultan, kendi gezintileri için tersanede inşâ edilen muhteşem bir yatın denize indirilmesi töreninde hazır bulundu; kısa bir süre sonra bir savaş gemisinin tezgâhlardan denize indirilişinde her zaman tekrarlanan töreni şereflendirdi; denize indirilen gemi üç güverteliydi ve «Anka-yı Bahr» adı du alar okunarak kondu. Veziriazam ve diğer nazırlar çıplak ge minin Sultan'ın bakışlarını rahatsız edeceğini düşündüklerinden içini rengârenk kumaşlarla süslemişler, alay bayraklarıyla donatmışlardı. Sultan, huzurunda yeni yangın tulumbalarının denemelerini yaptırdı ve .bunları maksada uygun buldu. Bunlar, bir taraftan uzak çeşmelerden bile hortumları vasıtasiyle su alıp bir yandan da ateşe su sıkmağa devam edebildiklerinden eskilerden üstündüler. Ayrıca, hortumlarının elastikiyeti istenen yönde ve yanan evin girilemeyen köşelerine su sıkmak imkânını sağlamaktaydı. Yangınların her zamankinden daha sık görül düğü payitahtta bu türlü ilerlemeler zorunluydu (134). Polisin teşkilât bakımından durumu parlak sayılmazdı. Veziriazam pâ (133) Camiler Bahçesi: Kurşunlu Mahzen Camii: bu cami, Galatadakilerin yedincisidir; Şeyh rüyasında kurşun mahzenini ve orada gömülü müslüman muhasara şehitlerinin mezarlarını görmüştür. (134) Bu yangınlardan biri Yenikapu Langa semtinde 9 Cemâziyül'evvel 1167 (4 Mart 1754); bir diğeri Ayakapu'da; bir diğeri aynı yılın 7 Ramazan (28 Haziran) ve üçüncüsü tbrahimpaşa Hamamı yakı nında; dördüncüsü 5 Muharrem 1168'de (22 Ekim 1754) üzuncarşı'da çıktı. OSMANLI TARİHİ 169 yitaht polisinin ıslâhını bizzat ele aldı. Çarşıdaki bir mağazanın damına tırmanıp içeriye girmek için pencereyi kıran bir hırsız yakalanarak asıldı. Veziriazam Mustafa Paşa'nın devletin asayiş ve refahını sağlamak yolunda gösterdiği ihtimam, dahilî idarenin bütün diğer dallarına kadar uzandı. Veziriazam tersaneyi, dökümhaneleri sık sık ziyaret ediyor, sırasıyla tezgâhları, fabrikaları birer birer teftişten geçiriyordu. Sultan tarafından Galata Sarayı yanında yeni inşâ ettirilen kütüphane, eski saraydan alınan kitaplarla zenginleştirilip süslendi. İmparatorluk eski sarayından bu kitapların nakledileceği gün, Galata Sarayı ağası, bunları devralmak için bütün saray baltacıları ve subaylarının başında, İmparatorluk eski Sarayı'na gitti. İmparatorluk Silâhdârı, yeni kütüphanenin hocası, beyzadeler odasından üç hoca Cprofesör), Kur'an okuyucuları imamı, Mekke ve Medine dinî vakıfları müfettişleri, kütüphanenin idarecisi ve kâtibi, bütün beyzadelerle otuz hoca yardımcısı, binanın büyük salonunda toplandılar ve Kur'an'dan on âyet okundu; hazır bulunanlardan biri, Kur'an'ın birinci sûresini Beydâvi tefsirine göre izah etti. Bu vesileyle kütüphanenin sağında ve solunda yaptırılan çeşmelerden, bu binaya sık gelenlerin her an cismâni ve zihni susuzluklarını giderebilecekleri anlatılmak isteniyormuş gibi, su yerine nefis bir şerbet aktı. Açılıştan altı gün sonra Sultan, Kur'an okunmasında hazır bulunmak üzere kütüphaneye gitti. Galata Sarayı kütüphanesine bu ziyareti, Sultan'ın halk arasında muhteşem görünüşlerinin sonuncusu oldu. Birinci Mah-mud, saltanatını, biri Ayasofya, diğeri Valide Camilerine bağlı iki kütüphane kurmak suretiyle başlatmış, bunlar onun saltanatının başlangıcının işareti olmuştu: Saltanatını, beyzadeler Galata Sarayı kütüphanesini açmakla sona erdirdi. D E P R E M Bir süreden beri sağlık durumu ciddî bir şekilde bozulmuştu; bir yıl içinde iki payitahtı, İstanbul ve Edirne'yi temellerinden sarsan iki deprem, üzücü olayların habercileri şeklinde yorumlanmıştı. Geçen yılın Ekim ayında son derece şiddetli bir deprem az kalsın Edirne'nin saray ve camilerini yerle bir edecekti. Halihazır yılın 2 Eylülünü 3'üne bağlayan gece, İstanbul'da ondört yersarsıntısıyla karşılaşıldı; şehir surlarından bir 170 HAMMER bölümü, Yedikule adıyla anılan hisarın bir kulesi bu gece yıkıldı (135). Payitahtın en güzel ve en eski iki camisinin, Aya-sofya ve Fâtih camilerinin duvarlarında büyük çatlaklar meydana geldi, elli veya altmış kişi yıkılan evlerinin altında kalarak hayatlarını kaybetti. Sultan, İslâm geleneğine uygun olarak, camilerde topluca depremler, ay ve güneş tutulmaları gibi olağanüstü hâdiseler sırasında okunan duaların okunması emrini verdi. Zemini hâlâ sallanan çatlamış duvarları arasından depremle alâkalı ilâhî sûreden okunan duanın göğe yükseldiği duyuldu: «Yer sıkıntıdan titrediği ve kendisine sıkıntı veren yükü uzağa atmak istediğinde, insanlar kendi kendilerine "Daha neye muhtacız?" diye sorduklarında, sarsıntılar onlara cevap verir, vb.» Fâtih Camii'nin çatlayan duvarları, Yedikule'den bir burcun ve şehrin en eski yolunun yıkılması, Osmanlıların bâtıl itikatlara inanan zihinlerinde ancak ilim alanında veya devlet ileri mevkilerinde bulunan bazı kişilerin mevkilerinden düşmeleri veya ölümleri kehânetine yol açabilirdi. Gerçekten de, Sultan-ahmed Camii Hafızı ve başimamı Yusuf Efendi'nin depremden altı hafta sonra vefat etmesi, kehânet hususundaki genel inancı kısmen doğrular göründü (14 Ekim 1754 - 26 Zilhicce 1167). Veziriazam Çorlulu Ali Paşa'nın lalası olan Yusuf Efendi, Buhâri geleneği kolleksiyonunun geniş bir tefsirine teşebbüs etmişti; yirmiyedi yıl süren çalışmadan sonra eserini Sultan'a sunduğunda, Sultan tarafından bin duka altını hediye edilmek suretiyle mükâfatlandırıldı ve büyük hacimli eseri, Sultan Mahmud'un Fâtih Sultan Mehmed Câmii'nde kurduğu kütüphaneye koyduruldu. Eserin kütüphaneye konulduğu gün, Birinci Mâhmud, Yusuf Efendi'yi çağırttı ve huzurunda kendisine yeni bir hediye olarak altıbin kuruş verdirdi. Bu çok kıymetli şerhten ayrı olarak, Yusuf Efendi Beydâvî şerhi üzerine tefsirler yazdı ve Müslim gelenekleri kolleksiyonunun bütün ilk yansını şerhetti; fazla olarak, Gelenek'den (136) alınmış birçok mevzu üzerine yazılmış yirmi ilmî eser, birçok ilimler üzerine kaleme alınmış (135) Penkler'in raporu 2 Eylül gece onbirde demektedir. Vasıf 15 Zilkade 1167 diyor; bu farkın zahirî olduğunu sanıyorum ve 15 Zil-kade'nin 2 Eylül'de güneş battıktan sonra başlamasından ileri gelmektedir. (136) Hiyalî, Kara Davud, Edâb, Mirî ve Kazimir'in eserleri üzerine yorumlar. OSMANU TARİHİ 171 • yırmîyedi risale bıraktı; nihayet, Hilmi mahlasıyla (takma ad) Türk ve Fars dilinde birçok dinî (137) şiir yazdı. Ömrünün alt mış yılını hocalık, Sultan Camilerinde imamlık görevlerinde doldurarak sekseniki yaşında vefat etti. Onu mezarında takibeden Sultan Mahmud'un iki ay sonraya rastlayan ölümü, dep remden çıkarılan kehânetin doğrulanmasını tamamladı. Zaten çok hasta olan Mahmud, bu durumuna rağmen cuma namazını kılmak üzere camie gitmek istedi (13 Aralık 1754 - 27 Sefer 1168). Gerektiğinde hükümdarı tutmak imtiyazına sahip si-lâhdâr ve diğer Ağalarla Omuz veziri durumunda bulunan devlet ileri gelenleri tarafından güçlükle ata bindirilip eyer üstünde tutularak (138) camie götürüldü. Camiden dönüşünde, saraya girilen dış kapı altında son nefesini verdi. İmparatorluk sarayının topları ve minarelere çıkarılan münâdiler kardeşi, II. Mustafa'nın oğlu Üçüncü Osman'ın tahta çıktığını payitahta ilân ettiler. BİRİNCİ MAHMUD VE ŞEYH YUSUF'UN ÖLÜMÜ Bu adla tahta çıkan hükümdarların birincisi olan Sultan Mahmud'un uzun saltanat dönemi (yirmi dört yıl sürmüştü), genellikle mutlu geçmişti. Bu dönem, Osmanlı İmparatorluğu tarihinde Birinci Mahmud'un başında bulunduğu idarî işlerdeki yumuşaklık ve Belgrad barış anlaşmasını imzalamaktan kazandığı parlak başarı ile seçkin bir yer almaktadır. Ayasofya, Fâtih, Valide Camii ve Galata Sarayı'nda kurduğu kütüphanelerle milletinin minnettarlığını kazandı. Saltanatı döneminde makama gelen onaltı Veziriâzam'dan ilk onikisi, kendisine kudreti her şeye yetişen, Pâdişâhı ve İmparatorluğu ortaksız yöneten seksenlik Kızlarağası Beşir tarafından takdim edilmişti; diğer dördü genç Kızlarağası Beşir'in âletleri idiler ve onun sonsuz kudretini kötüye kullanmanın cezasını Kızkulesi'nde can vermek suretiyle çekmişlerdi. Bu verirler çokluğu arasında hepsinden fazla, merd ve gözünü budaktan sakınmayan şövalye ruhlu, Kerkük'de Nâdir Şâh'a karşı verdiği savaşda şehid düşen Topal Osman Paşa ile iki defa Veziriazam olan ve İmparatorluğu nâdir rastlanan bir bilginlikle idare eden Hekimoglu Ali (137) İlahiyat, yâni ilâhî olanlar. <138) Koltuk vezirleri. Bakınız: Osmanlı împaratorluğü'nun Teşkilât ve İdaresi, c. II, s. 11 ve 61. Bunların sayıları sarayda oniki idi. 172 HAMMER Paşa parlamışlardı: Bunların her ikisi de İmparatorluğun gerçek temel sütunları idiler. Sultan Mahmud'un saltanatı döneminde, Dahiliye ve Hariciye Nazırları, Avrupa hükümetleri nez-dinde görev yapan veya Bonneval tarafından Avrupa olaylarının durumu hakkında aydınlatılan kütün elçiler Bâb-ı Âlî'nin dış politikası üzerinde çok büyük ölçüde tesir sahibi oldular. Bunların arasında son Avusturya ve Rusya ile sınırları düzenleyen ve bir yıl boyunca Veziriazam sıfatiyle devleti idare etmiş olan Mevkuf atçı Mehmed Paşa; Viyana elçisi ve bütün Avrupa'ya ıztırap veren savaşa son vermek için Bâb-ı Âlî'nin aracılığını teklif etmiş olmasiyle tanınan Mustafa Efendi; Rusya, Avusturya ve İran'la girişilen bütün müzâkerelerin ruhu Mehmed Râgıb; önce Fransa krallığı katında elçi, sonra İsveç ve Rusya'da elçilik görevini yürüten ve daha sonra Dahiliye Nazırlığına getirilen Mehmed Said ve nihayet o sırada Reisefendi görevinde bulunan Nailî Abdullah Efendi, bu büyük ölçüdeki tesiri yeterince temsil ettiler. Bu saydıklarımızdan sondan üçü, yeni Pâ dişâh Üçüncü Osman döneminde Veziriazam oldular. Sürekli makam değiştirmelerine rağmen, bu devlet adamları, devletin en vahim çıkarları üzerinde, divan kararları üzerinde, meşru bir tesir sahibi olarak seslerini duyurmaktan geri kalmadılar. On lar tarafından idare edilen Bâb-ı Âlî, Avusturya ve Rusya ile Belgrad barış anlaşmasını imzalamış ve Fransa ile bağları sağlayan kapitülasyonları yenilemişti ve İsveç ile bir ittifak anlaşması gerçekleştirmişti; Nâdir Şâh'la barış anlaşması, Napoli ve Toskan ile dostluk anlaşmaları onların gayretleriyle mümkün olabilmişti. Birinci Mahmud saltanatı Osmanlı diplomasisinin en parlak dönemidir: Bu dönem birçok elçilikler oluşturulması, mesut sonuçlara götüren müzâkereler, devlete sınır genişlemeleri kazandıran anlaşmalarla seçkinliğini ebedîleştirmiştir. Sul-tan'ın halkının bilgisini arttırmak ve medeniyetini hızlandırmak için sarfettiği gayretin şahidi dört yeni kütüphanedir ve bu gayret tarihin haklı övgülerine lâyıktır. Birinci Mahmud'un saltanat dönemini bu görüş açısından ele alan Avrupalı tarihçi, takdis edilmiş anlamına gelen adına imâda bulunarak, kendi övgülerini, onun hâkimiyetini hayırsever ve mutlu (139) olarak düşünen millî tarihçilerin övgüleriyle birleştirecektir. (139) Mahmud saad essuoud, yâni Mahmud yıldız, mesut yıldızlar arasında en mesut olanıdır. YETMİŞİNCİ KlTAP III. Osman'ın tahta çıkışı. —- Şeyhülislâm ve Veziriâzam'ın azli. — Hekimoğlu Ali Paşa'nın Vezâretiuzmâ makamına getirilmesi ve azliyle yerine Nailî Abdullah Paşa'nın getirilmesi. —• Reisefendi*nin kabalığı. — İstanbul'da yangın. — Veziriazam Nişancı Ali Paşa'nın idamı. — Mısır ve Ermenistan'da karışıklıklar. — Cezayir Beyi'nin öldürülmesi. — Avusturya, Rusya, Polonya ve İngiltere elçilikleri ve Prusya'dan bir murahhasın gelişi. — Nuri Osmânî Camii. — Bir göktaşının görünmesi. — Veliyeddin'in kabalığı. — İki Veziriâzam'ın birbirini takiben değişmesi. — Sultan Osman'ın ve ünlü kişilerin ölümü. III. OSMAN'IN TAHTA ÇIKIŞI ULTAN Üçüncü Osman'ın tahta çıkışı, benzeri olaylarda harekete geçirilen bir ihtişamla gerçekleştirildi. Sarayın şehzadelere mahsus dairesinde yanm asır kapalı kaldıktan sonra, tahta çıkmak için mahpesinden alındı. Babası II. Mustafa'nın aym mahpesten çıkışım ihtilâl çabuklaştırmıştı. Tabiat, vücut ve yüz yapısı bakımından Osman'a karşı lutûfkâr davranmamıştı; yüzü etli ve kaba çizgiliydi; başı, boynu olmadığı söylenebilecek durumda olduğundan, biri ötekinden daha yüksek olan omuzları arasında hemen hemen kaybolup gitmişti ve bu şekil bozukluğunu kardeşi I. Mahmud'la paylaşıyordu. Ciddi ve becerikli olmaktan uzak bir mizaca sahipti, fakat kan dökücü değildi. Uzun süre dâiresinde kapalı kalması ve dış hayata ait herşeyden uzak kalması ve faal hayata geç girişi, mizacında asabîliği kökleştirmiş ve ona hükümdarlarda, yakın seleflerinin yaptığı veya yapmak istediği herşeye karşı uygunsuz korunmalara başvurma davramşını arttırmıştı. Kardeşinin yapmış olduklarım beğenmemeğe ve onunkilere zıd zevk ve anla- S 174 HAMMER yısa sahip bulunduğunu göstermeğe hazır bir tavır içinde göründüğü halde, hiçbir hususta hemen yeniliklere başvurmaktan sakındığından, bunun delilini iki başlıca devlet adamını, Veziriazam ve Şeyhülislâm'ı yerlerinde bırakmakla verdi. Tahta çıkışının beşinci günü, annesi (merhum Sultan başka anadan doğmaydı), önüne ve arkasına iki at koşulmuş ve ilerisinde yaşlı sultanın kâhyası ile Kızlarağası’nın yürüdükleri, muhafız birliği ve saray hadımlarının etrafında ilerledikleri bir tahtırevan içinde eski saraydan imparatorluk sarayına getirildi (1). Gelenek hâlinde uygulanan süreden dört gün gecikilmiş olarak, saltanatının dokuzuncu (2) günü törenle kılıç kuşanmak üzere, Osman, Eyûb Camii'ne gitti (19 Aralık 1754 -14 Rebiul'evvel 1168). Eyûb'a giderken camiin yanındaki yedinci Osmanlı hükümdarının, yâni Fâtih Sultan Mehmed'in türbesini ve Osmanlı Pâdişâhlarının yirmidördüncüsü Birinci Mahmud'un kurduğu kütüphaneyi ziyaret etti. Kendisine kütüphaneyi değerlendiren Birinci Mahmud'un elyazısı Kur'an'ı gösterildi; on âyet okudu. ŞEYHÜLİSLÂM VE VEZİRİAZAMIN AZLİ Camiden saraya dönüşünde, cülus diye adlandırılan vergiden, yâni kanuna göre, timar ve zeamet sahiplerinin gelirlerinden, devletin aylıklı memurlarının maaşlarından yapılan kesintiden vazgeçtiğini bildiren bir Hatt-ı Şerif kaleme aldı. Bu ver gi, o zamana kadar, Pâdişâhların tahta çıkışlarında alınmıştı. Askere dağıtılan cülus bahşişi ikibin üçyüz yetmişdört kese tuttu (3). Üçüncü Osman'ın tahta çıkışını kuzey sınırları komşu devletlerinin hükümdarlarına bildirmek üzere elçiler görevlendirildi. Mabeyinci ve eski hazinedar Zistovlu Mehmed Ağa Polonya'ya; eski mühürdar ve daha sonra silâhdar kâhyası olan İzzet Ali Paşa, Derviş Ağa ile birlikte Rusya hükümet merkezi Saint-Petersbourg'a hareket ettiler; nihayet eski devlet şûrası ikinci reisi Halil Efendi haberi Viyana'ya götürmekle görevlendirildi. Her üç elçiye de Sultan'ın sahavet eseri olarak, hareketlerinden önce hü'atler verildi. Sultan Osman'ın hükümetinin (1) Vasıf, s. 43. Kılıç kuşanmadan önce tahta çıkışının beşinci günü; Andreossiy'nin (İstanbul ve Boğaziçi) ifade ettiği gibi 10'uncu veya 14'üncü günü değil, (2) Muradca d'Ohsson, VII, s. 125. (3) 1,197,000 kuruş. Vâsıf, s. 43. OSMANLI TARİHİ 175 ilk icraatı, doğrudan doğruya Pâdişahdan gelen bir düşünceyle bir buyrultu yayınlanarak bütün içkili eğlence yerlerinin kapatılması, kadınların sokakta dolaşmalarının günlere bağlanması ve reayanın kıyafetlerinin düzenlenmesi oldu. Bu tedbirlerden ilki, kabarelerden haraç alan Yeniçeriağası, bostancıba-şı, topçubaşmm gelirlerini azaltıyor, bu yüzden de homurdanmalara yol açıyordu. Pâdişah'ın kendisine gezinti günleri olarak ayırdığı perşembe, cuma ve pazar günlerinde kadınların sokağa çıkmalarını yasaklıyordu. Padişah, yarım asır boyunca içinde yaşadığı yalnızlığın cezasını kadınlara çektirmek, harem dâiresinin müstebitçe âdetlerini bütün şehire yaymak istiyor gibiydi. Burada, Osmanlı sarayının doğu müstebidliğinin garabetini ortaya koyan bir diğer âdeti üzerinde durmak gerekir: Sultan harem dairesine gittiği vakit ayağında, altında gümüş kabaralar çakılmış potinler vardır; bunun sebebi, adımlarının koridorun Malta taşları üzerinde yankılar yapıp kadınlara ve cariyelere uzaktan hükümdarın orada olduğunu bildirmek ve onlara odalarına çekilme zamanını ihtar etmek içindir; zira Sultan’ın beşyüzden fazla kadını ve cariyesi olduğundan, bunlar hep bir arada bulunurlarken, biri istenmediği takdirde, bu hal Sultan için can sıkıcı olur. Bu kadın ve cariyelerden hiçbiri, çağırılmadan hükümdarın karşısına çıkmak cür'etini gösteremez; ne de cazibesiyle onu elde etmeğe kalkışabilir. Reayanın giyinişi hususuna gelince, Sultan eski düzenlemeleri yenilemekle yetindi. Sultan’ın kendisi tarafından yazdırılan bu üç emir, yayınlandıktan sonra uzun süre yürürlükte kalmadı. Zira İstanbul'da olduğu gibi, başka şehirlerde de, emirnamelerden çoğunun ancak öğleden saat bire kadar devam edeceğine dâir bir darb-ı mesel vardır (4). Şarap evvelce olduğu gibi satıldı; yalnız daha fazla temkinli davranılıyordu. Kadınlar hiç kimse tarafından azarlanıp incitilmeden, yasak denilen günlerde sokağa çıkabildiler. Sultan da buyrultusuna aykırı giysiler kul-lanan reayaya karşı aldırış etmedi. Sultan Osman, ağabeyisi Sultan Mahmud'un teveccüh ve iltifatlarından yararlanmış olan şarkı söyleyicileri, musiki erbabım, yakın nedimlerinin bir kısmını eski saraya göndererek, bir kısmını da Mısır'a sürgüne göndermek suretiyle İmparatorluk Sarayı'ndan uzaklaştırdı. Saray camii imamları arasında yaptığı atamalar ve görevden al(4) Öğleden ikindiye. 176 HAMMER malar, çok önemli bir değişiklikle karşılaşılacağı tahminlerine yol açtı; bu da Şeyhülislâmın azledilmesi olayıyla doğrulandı. Beş hafta sonra bir azledilme olayı da Veziriâzam’ın başına geldi; böylece Mustafa Paşa devletin en önemli görevinden uzaklaştırıldı (16 Şubat 1755 - 4 Cemâziyül'evvel 1168). Şeyhülislâmlık makamına ulemânın en yaşlısı durumunda bulunan seksenlik Vassaf Abdullah Efendi getirildi; Veziriâzamlık da, üçüncü defa olarak, Kütahya valiliği makamında bulunan, siyasetindeki devamlılık ve idaredeki kaabiliyetiyle bu makamın en lâyık şahsına, Hekimoğlu Ali Paşa'ya verildi. Bu kış esnasında soğuk o kadar şiddetli oldu ki, limanda denizin yüzü buzla örtüldü; Defterdar iskelesinden Sütlüce'ye yürüyerek geçildi. İstanbul'un fethinden beri böyle bir olayla ancak bir kere, İkinci Osman'ın saltanatı döneminde karşılaşılmıştı. Bununla beraber, Bizans döneminde Boğaz denizi birkaç kere donmuş ve Asya'dan Avrupa'ya buz üzerinde yürümek suretiyle geçilmişti. Arcadius'un saltanatı sırasında, deniz yirmi gün süreyle bu durumda kalmıştı (5); Constantin Cop-ronymos döneminde, deniz buz dağcıklarını sürükleyip getirdi; on yıl sonra (6), deniz kıyıdan yüz kadem ötesine kadar dondu; sonra buzlar çözülmeye başlayınca, buz dağcıkları gelip şehrin kıyı surlarını sarstı. İmparator Romanus'un saltanatı döneminde Türkler ilk defa Bizans eyâletlerini zaptettikleri sırada, Boğaziçi tekrar buzlarla örtüldü (7); nihayet, tarihin bize öğrettiği kadarıyla, Bizans'ın himayesindeki devletlerin akınlardan korunması için İmparator Ducas zamanında Osmanlılarla ilk ittifak anlaşması (8) yapıldığı sırada deniz yedinci ve sonuncu kere olarak dondu. HEKİMOĞLU ALİ PAŞAMIN VEZÂRETİUZM MAKAMINA GETİRİLMESİ VE AZLİYLE YERİNE NAİLÎ ABDULLAH PAŞA'NIN GETİRİLMESİ Yeni Veziriazam Hekimoğlu Ali Paşa, Mart ayının sonuna doğru İstanbul'un karşısına, Üsküdar'a varmıştı; ilerlemiş ya(5) (6) (7) (8) Chronicon Paschale, s. 400. 703'de, Theophanes. 928 ve 934'de Simon Lagotheta. 1232'de Acropolita, 37. Niceph Greg, II, 5. OSMANLI TARİHÎ 177 sına ve kışın şiddetli geçmesine rağmen, Trabzon'a kadar gitmiş ve orada haseki kendisine Mührü Hümâyunu vermişti (27 Mart 1755 - 13 Cemâziyürâhir 1168), Bu vesileyle, kendisine güçlükle neticelendirilmiş tarihçe beyitlerinden oluşan ve iktidara gelişini coşkunlukla öven bir yığın şiir sunulmuştu; yazılan şiirlerden birkaçı, kendisinin iktidara dönüşünün gelişine rastladığı baharın şerefine yazılmıştı (9). Yeni Veziriazam tarafından yapılan değişiklikler içinde ilk önce, zengin ve nüfuz sahibi gümrük reisi İshak’ın görev yer i n i n değiştirilmesiyle yerine Karabağî Süleyman Paşa’ınn getirildiği Kapdan ı derya Mehmed Paşa’ınn azlinden söz etmek gerekir. Diğer değişiklikler devletin yüksek makam sahipleriyle eyâlet valileri arasında yapıldı. İstanbul Kaymakamı Mustafa Paşa vali olarak Trabzon'a gönderildi; evvelki Veziriazam’ın, kendisine Cidde valiliğini vererek İstanbul'dan uzaklaştırdığı yaşlı ve zengin Ebubekir Paşa, karısı Safiye Sultan'ın hatırın dan çok, sonsuz denebilecek zenginliği • sayesinde ve yaşma nürmeten İstanbul'a çağırıldı. Saray tabibi Çelebi Mustafa, iç mesi için yemek listesine yazdığı hoşaflar Sultan'a iyi görün memiş olduğu için gözden düştü ve yerine ba.?ka bir tabib atan di. Önemsiz bir sebeb Baş-mirâhur Sâdık'ın azline sebeb olmuştu: Müstebid hükümdarın atı, taşıdığı yükten huysuzlana-rak yana doğru sıçrayıp, nerdeyse efendisini yere düşürecek bir harekette bulunmuştu. Ulama (10), saray tabibinin yerine bir dönmenin atanmasının sebeb olduğu hoşnutsuzluğu bildir mekte gecikmedi. Baş-mirâhura gelince, farkına varan olmadı Veziriazam, Kahyâbey (Dahiliye nâzın) olarak gerçekten büyük ilim sahibi Veliyeddin'i seçti. Hocagânlar zümresinden çıkarak Suriye'de Saydâ Beylerbeyliğine gönderilen eski defterdar Alîmi, iki tuğlu Paşalıktan vazgeçerek saraya daire efendisi ola rak girdi. Sultan Osman, donanmanın Adalar denizine harekeli» Oğlu tarafından yazılan Ali Paşa Tarihi'nde bu şiirler 132'den 141'e kadar dokuz sayfayı doldurmaktadır. İçlerinden en seçkinleri: Asım İsmail. Osman Molla. Nimet. Tevfik, Re'fet. Kutbî, Fethi, Dânis. Râif. Esseyid Mehmed, Servet Osman, Tabri, Emin, Ahmed Bey. (10) Hammer çoğul olan ulemâ kelimesini ayrıca çoğul işaretleriyle ver inektedir. (Ç.N.) Hammer Tarihi, C: VIII. F.: 12 178 HAMMER tinden önce sahil köşküne gelip etek öpen ve sefer izni isteyen yeni Kapdan-ı deryaya doksan kese ihsanda bulundu. Sultan, yeni inşâ edilmiş ve donanım masraflarını kendisi ödediği kalyonla karşılaştığı Malta şövalyeleri tarikatı bayrağını taşıyan üç gemiden birini batırıp birini kaçmak zorunda bırakan ve esir eden Cafer Reis'e esir aldığı gemiyi bağışladı ve onu bu suretle mükâfatlandırdı. Ölüm, altı ünlü kişi tarafından doldurulan altı önemli mevkiin boş kalmasına sebeb olmuştu. Vefat eden kişiler şunlardı: Son Dahiliye nâzın (Kâhyabey) ve eski İran elçisi, Reisefendi Sarı Abdullah Efendi'nin yakın akrabası, Mesnevi yorumlayıcısı ve Bayramiye tarikatının şeyhlerinden biri olan Nazif Efendi; Aynî'nin Arap Tarihini kısmen tercüme etmiş olan Şeyhülislâm Karahalilzâde Mehmed Sâid; İmparatorluk müverrihi ve teşrifat reisi, Vâsıf Efendi'nin hakkında şâir olduğu kadar en iyi düzyazı yazarı hükmünü verdiği İzi Efendi; eski Dâhiliye Nâzın, Maraş Beylerbeyi Abdullah Paşa; nihayet gazelleriyle ünlü ve İmparatorluk müverrihinin, bir maliyeciyi oluşturan yüksek kaabiliyetine övgülerle şahadet et tiği defterdar Serezli Behçet Efendi. Bu sonuncunun makamı Hakim Efendi'ye verildi; İzi Efendi'nin teşrifat reisi makamı, bu makamın eski sahibi ve bir bayram tebriki vesilesiyle Sul-tan'a bağlılıklarım arzetmede Yeniçerilerin önüne geçmek hatâsını işleyen ve bu yüzden de başını kaybetmek tehlikesiyle karşılaşmış olan Akif Efendi'ye verildi. İzi Efendi, daha sonra. İmparatorluk müverrihi sıfatını, III. Osman, III. Mustafa ve I. Abdülhamid saltanatları dönemlerinin tarihini yazmış olan En verî'ye bırakmış oldu. İstanbul'da basılan Vâsıf Tarihi'ne bu eser özet olarak alınmıştır. Geceleyin çıkan bir yangının peşinden azledilen Hekimoğ lu Ali Paşa, kendisinin idaresine bırakılan işler hakkında daha yeni yeni bilgi sahibi olmağa başlamıştı ve böylece Veziriazam-lığı elliüç gün sürmüş demekti. Aslında, yangın, sadece bir vesileydi. Azlinin gerçek sebebi, iktidara geldiği günden beri Sultan'ın gözdesi Silâhdaı ile aralarında sürüp giden anlaşmazlıktı. Babasının biyografisini yazan Hekimoğlu Ali Paşa’nın oğ lu Siaî, bu azilden bahsederken üç sebeb göstermektedir; ne var ki, Osmanlılar, en çok bilgili olanları bile, hükümdarın hareketlerini ve en tabiî hâdiseleri bile gözden geçirirken görüş noktaları üzerinde tanıtıcı bilgi vermemeği tercih etmektedir OSMANLI TARİHÎ 179 ler. «Hekimoğlu Ali Paşa» diyor yazar, «azledildi, çünkü evvelâ eski tanıdıkları, Bosnalılar onu durmadan taciz ediyorlardı; ikincisi, düşmanları iftiralar atarak ondan Sultan'a söz ediyorlardı; nihayet, çünkü Mührü Hümâyun'u aldığı gün yıldız falı yengeç burcunun tesiri altında bulunuyordu ki o sırada ay üçüncü yarı kurs durumuna girmekteydi ve bütün diğer gezegenler ona karşıydılar; çünkü kendisine Mührü Hümâyun'un verildiği günün gecesi bir ay tutulması olayı ile karşılaşıldı ki bu, veziriazamlar için kötü bir işarettir; çünkü onlar İmparatorluğun ayı, Sultan ise güneşidir.» Hekimoğlu Ali Paşa, azledilen veziriazamlara genellikle yapıldığı gibi sarayın balıkhanesine götürülmedi, fakat derhal Kızkulesi'ne nakledildi; karşılaştığı bu sert muamele ruhunu meş'um önsezilerle doldurmuş olmalıydı; çünkü genç ve kudretli Kızlarağası Beşir orada feci bir akıbetle canından olmuştu. Muhafazasına verildiği bostancı hasekisi, Ali Paşa'ya şu »Vazife mazurdur» Arapça atasözünü (11) hatırlatarak çok hazin bir görevi yerine getirmek zorunda olmasından ötürü kendisini affetmesini diledi. Ali Paşa, hasekiye: «Ben çok iyiyim.» dedi, «başıma gelenlerden yakında ölümle cezasını bulacak olan silâhdardan başka kimse suçlu değildir.» Daha sonra, si-lâhdar başının vurulması cezasına çarptırılınca (12), Hekimoğlu Ali Paşa'nın sözleri ermiş tarafından söylenmiş olmak değeri kazandı. Bu arada, azledilen Ali Paşa, Kızkulesi'ne gönderildiğinin ertesi günü affedildi ve Famagosta'ya sürgüne gönderildi. Sultan, Vezâret-i-uzmâ yâni İmparatorluğun en yüksek iktidar makamına, gençliğinden beri bu makamın dâiresinde görevli olarak çalışmış, Reisefendi Mustafa Tavukçu emekli olduğunda boş kalan makama vekâlet etmiş, daha sonra teşrifat dâiresinin başına atandığı zaman, tam bir karışıklığın hüküm sürdüğü eski teşrifat kaidelerinde yeniliklere yen.vermiş bulunan Naili Abdullah Paşayı getirdi (13). Sultan'ın tercihi Nailî Abdullah Paşa'yı en yüksek iktidar makamına getirmeden Önce, Paşa birinci defterdar görevini yürütüyordu. Bilgili, iyi yetişmiş bir kişi olan Naili, ülkesinin edebiyatında ustaydı ve Nâdir Şâh'la yapılan müzâkerelerin anlatıldığı raporu İzi Efendi) Elmemûr maazur. (12) Sinaî Tarihi, f. 142. (13) Veziriazamların Biyografileri, yazan: Mehmed Said. 180 HAMMER di tarafından İmparatorluk Tarihi/ne alındı; tamamiyle gerçekçi bir anlayışla kaleme alınan bu raporda Paşa'nın yazarlık kaabiliyeti görülmektedir. Bâb-ı Âli'nin İran tahtının bu mutlu gâsıpı ile yaptığı ilk barıştan önceki müzâkerelerin anlatılışını, tarih, Râgıb Paşa'nın kalemine borçludur. Dâima olduğu gibi, Veziriazam değişikliğinden sonra, bir sürü atama ve değişiklikle karşılaşıldı. Bunların en önemlisi, silâhdarın üç tuğlu vezir rütbesine yükseltilmesiyle Sultan’ın mührünün muhafız kâtipliğine atanması oldu; bu sıfatla divanda kubbe vezirleri arasında müzâkerelere katılma hakkı da verilmişti. Sultan’ın gözdesi olmak durumu, ona geliri arpalık olarak kendisine verilen Aydın vilâyeti valiliğini de asaleten kazandırdı. Şeyhülislâm Vassaf Abdullah Efendi, Eflak boyardları (beyleri) tarafından Constantin Maurocordato'nun azledilen hospodarm tahtına oturtulması yolunda tertiplenen entrikalara karıştığından azledilerek makamı Damadzâde Feyzullah Efen-di'ye verildi. Fransız elçisi Desalleurs'un şefaati, entrikacıların ağır cezalara çarptırılmalarını önledi; Eflak boyardları ve Ma-urocordato Lemnos'a sürgün edildiler. Başka mâhiyette çevrilen manevralar İstanbul Rum patrikhanesinde bölünmelere, fikir ayrılıklarına yol açıyordu. Bunun sebebi, patrikin, başpiskoposun görüşüne ayknı olarak, vaftizin tam geçerli olabilmesi için yeni doğmuş çocuğun bütün vücuduyla vaftiz suyuna batırılması yolunda bir görüş ileri sür-mesiydi (Haziran 1745). Bâb-ı Âlî, muhalif durumundaki başpiskoposları kendi ruhâniyet bölgelerine göndermek suretiyle meseleyi kestirip attı. Kırım hanı vefat ettiğinden yerine kalagay Halim-Giray, Sultan tarafından atandı. Veziriazam Naili Abdullah Paşa döneminde Üçüncü Osman eski Otağcılar (halk, Otakçılar diyor) camiinin yeniden inşâsını emretti. Pâdişâh bir gün Eyûb Sultan ziyaretine giderken bu camiin harap hâlini görmüş ve yeniden inşâsı emrini vermişti. Ne var ki Nailî Paşa, bu inşaatın bitmiş durumunu görecek kadar Veziriâzamlık makamında kalmadı. Tâyininden doksanyedi gün sonra azledildi. Paşa'nın makamından düşmesi, aşağı yukarı, eski Fransa elçisi Mehmed Said'in evvelce iki kere getirilmiş olduğu Kâhyabeyliğe (Dâhiliye Nazırlığı) üçüncü defa atanmasiyle aynı zamana rastladı. Nailî Abdullah Pa- OSMANLI TARİHİ 181 şa’ınn düşmesinin sebebi, o sırada nişancı ve kubbe veziri olan silahdar Ali'nin gözünü uzun zamandan beri İmparatorluğun en yüksek makamına dikmiş olmasıydı (24 Ağustos 1755 - 16 Zilkade 1168) REİSEFENDrNIN KABALIĞI Aynı gün, dürüst, irtişa ve irtikâptan ateş görmüşcesine kaçınan, fakat kaba görünüşlü ve kimseyle yakınlaşmayan Re-isefendi Abdi'nin Çanakkale'ye sürgüne gönderilmesi emri verildi- Tarihçi Vâsıf, Reisefendi Abdi'nin azlinden bahsettiği ra poruna eklediği değerlendirmede, Avrupa yüksek sosyetesinin açık bir şekilde ayırıcı vasfını oluşturan'o uygunluk ve politika nezâketinde Osmanlıların o zamana kadar kaydettikleri ilerlemeyi de gözler önüne sermektedir; yazıda şöyle deniliyor: «Abdi, eski büyük kayadan yontulmuş, insan topluluğundan kaçan ve iş münasebetlerinde kaba davranışları olan bir kişiydi.» Abdi'nin hemen peşinden Kızlarağası'nın azledilip Kahire'ye sü rülmesıyle karşılaşıldı. Azil ve sürülme sebebi olarak görevlerini yerine getiremeyecek kadar yaşlılığı ileri sürülen Kızlarağa-sının yerine, ikinci hadımağası hazinedar Ahmed atandı. Üçüncü Osman kıyafet değiştirerek şehirde dolaşmaktan ve ayak takımından kimselerin konuşmalarına katılmaktan hoşlanıyordu. Bu dolaşmalarından birinde, bir gün Üsküdar yakınında bir ağaç topluluğu altında azledilmiş yaşlı bir nâible (kadı yardımcısı) karşılaştı-, konuştuğu kişinin kim olduğunun farkına varan ve Hekimoğlu Ali Paşa’nın dostu olan adam, Sultan'ın affını kazanarak dostunu Famagosta'daki sürgünden getirtmek bakımından bundan yararlandı. Nâib, Sultanla arasında geçen konuşmayı Hekimoğlu Ali Paşa’nın oğlu ve biyografisinin yazarı Siai'ye anlattı. Siaî, Nâib'e dersini o kadar iyi verdi ki, Üçüncü Osman'la kararlaştırdıkları yerde buluştuklarında, Sul-tan'dan Hekimoğlu Ali Paşa’nın geri getirilmesi müsaadesini elde etmekle kalmadı, bir kere vali olarak bulunduğu Kahire'ye vali olarak tâyinini de yaptırdı. Sultan, bu mesut mesajı Ali Paşa'ya götürmek üzere ikinci oğlu Galib Bey'i seçti. Zaten Sultan Osman'ın devlet işleriyle bitip tükenmek bilmeyen alâkası yollarda ve İstanbul civarında yaptığı gezintiler ve halkla konuşmaktan ibaret kalıyordu. Son zamanlarda, Kur'an’ın yaz- 182 HAMMER dığını hatırlatarak, kadınlara yalnız-kocalarının hoşuna gitmekle uğraşmak düştüğünü ileri sürüp giyimde lüksü ve bundan böyle üstü dar, rengârenk kumaşlardan elbise giyimini yasaklayan bir buyrultunun Sultan'dan çıktığı doğruydu. Aynı buyrultu, vezir olmayan kimselere atlarına gümüş nal taktırmayı, bu mâdenin elyafından dokunmuş husyelerle atların üzerini örtmeği yasaklıyordu. İSTANBUL'DA YANGIN Bayramın birinci gününü ikinci gününe bağlayan gece bir bakkal dükkânından çıkan yangın, onaltı saatten daha az bir zamanda iki bine yakın evi yakıp kül etti (12 Temmuz 1755 - 2 Şevval 1168). Tarihçi Vasıf bu yangının ancak kısmî (14) olduğunu söylüyor; bu yangının verdiği zarara bakarak şehirde üç ay sonra çıkan ve tarihçinin tam (*) diye vasıflandırdığı yangının verdiği zararın nisbeti üzerinde bir fikir edinilebilir. Otuz-altı saat boyunca yangın bütün istikametlerde yayıldı. Bâb-ı Âli, Veziriazam sarayı ve Defterdar Kapusu'na kadar herşeyi yaktı. Bu sarayların ve içinde mescitle ordunun çadırlarının bulunduğu Mehterhâne'nin yeniden inşâsı çalışmalarına nezaret etmek üzere müfettişler tâyin edildi. VEZİRİAZAM NİŞANCI ALİ PAŞANIN İDAMI Sultan, bir Hatt-ı Şerifle yangının yayılmasını önlemekte gösterdiği gayretten ötürü Veziriâzam'a teşekkür etti. Bununla beraber, dört hafta sonra azledildi ve sarayın orta kapısının altında boynu vuruldu. Aradan iki saat geçmiş geçmemişdi ki, Sultan Osman, yalanlarla, rüşvet alarak emirlerini uygulamayı ihmâl etmekle suçladığı gözdesini (15) feda etmiş olmasından pişmanlık duydu. Nişancı Ali Paşa'nın doğumu karanlıktı, yâni anası-babası pek belirli değildi; saraya alelade baltacı (14) Cüz'i. (*) Külli. (15) Vâsıf şu Arabça vecizeyi zikrediyor : «Acele etme, ne yaparsan yap, düşünerek yap; zirâ telâş insana pahalıya mâlolur. (Lâ teaceluni liemri kunte tefaalehu ferrubemâ yuassir el insanu min acelin.)> OSMANLI TARİHİ 183 (odun yarıcı) olarak girmiş, sesinin güzelliği sayesinde üçüncü oğlanlar odasına müezzin olarak bağlanmıştı. Daha sonra Sul-tan'ın teveccühü onu sırasiyle silâhdâr, vezir makamlarına yükseltti; iki Veziriâzam'ı devirdikten sonra, Veziriazam olarak İmparatorluğun en yüksek yetki ve iktidarını kullanmakla görevlendirilmişti. Üçüncü Osman, İmparatorluğun bu yüksek makamına, ihtiraslı sabık gözdesinin halefi olarak, Mehmed Said Paşa'yı seçti: Mehmed Said Paşa Paris'de Türkiye'yi elci olarak temsil etmiş olan ve daha sonra kendisi de bu temsil görevini aynı ülkede vakarla sürdürmüş olan bir devlet adamıydı. Fransa'da elçilik görevini başarıyla yürüten ve kraldan bütün devlet adamlarına kadar Fransızların takdirlerini kazanan Mehmed Said, memleketine döndüğünde Vezâret-i-uzmâ Dâiresi ve tersane işlerinin başında bulunmuş, iki kere Kâhyabey (Dâhiliye Nazırlığı) makamında görev yapmış, oradan da Sultan tarafından İmparatorluğun en yüksek makamına atanmıştı. Kâhyabey makamı Mehmed Said Paşa'nın Veziriâzamlığı ile boşalınca buraya Reisefendi Kâmil Ahmed, ondan boşalan makama da Veziriazam kabinesinin mahrem kâtibi Hamza Hamid getirildiler. MISIR VE ERMENİSTAN'DA KARIŞIKLIKLAR O sırada Mısır valiliği görevinde bulunan eski Veziriazam Hekimoğlu Ali Paşa'nın durumu son derece güçtü. Uzun zamandan beri bu eyâletteki beylerin kudreti o dereceye varmıştı ki, İstanbul'dan gönderilen valilere hakaretle bakıyorlardı. Bu anarşi durumu, Bâb-ı Âlî'nin menfaatlerini vahim bir şekilde baltalamaktaydı. Valilerin her yıl Bâb-ı Âlî'ye göndermekle görevli oldukları vergi tahsilatında görüldüğü gibi, Mısır'ın yıldan yıla Mekke halkma ve aşiretlere dağıtılmak üzere yola çıkardığı buğday kervanlarının da arkası kesilmişti. Bütün bu Mısır beylerinin en kudretlisi İbrahim Kâhya, geçen yıl ölmüştü (23 Kasım 1754); fakat, son nefesini vermeden önce, Osman beyin Kahire'ye kaçışından sonra uzun zaman Mekke'de sürgün hayatı yaşamış olan Abdurrahman Kazdağlı'yı kendisine halef tayin ettiğini bildirmişti. Abdurrahman Kazdağlı, hükümetle alâkalı işlere İbrahim Kâhya'nın bıraktığı yerden devam etmek için Ali bey, Circeli Osman bey ve İbrahim Kâhya'nın sağ- 184 HAMMER lığında Azabların (16) reisi olan Rıdvan'la birleşti. Rıdvan, Ab-durrahman Kazdağlı'ya karşı isyan etti; fakat, dört saat süren bir çarpışmadan sonra kesin bir yenilgiye uğradı ve taraftan dört beyle birlikte kaçmak zorunda kaldı; diğer birçoklan zindana atıldı (16 Mayıs 1755). Hekimoğlu Ali Paşa, valilik işlerini teslim almak üzere, bu olup bitenlerin peşinden Kahire'ye geldi. Yirmi Memlûk beyi, yedi milis birliğinin başlan ve dört mezhebin Müftüsü tarafından makamına lâyık bir ağırlıkla karşılandı. Yeni gelen bütün Osmanlı valileri tarafmdan âdet gereğince imam Şafiî'nin kabrini ziyaret etti. Valiliğinin ilk gününden itibaren iki kutsal şehrin aldığı buğdayları Mekke ve Medine istikametinde yola çıkardı. Geciken Mısır vergisinin istanbul'a gönderilmesi hususunda da aynı gayreti gösterdi ve Kabe örtüsünü yeniletti. Avusturya ve İran hududunda kargaşalıklar başgöstermiş-ti; bunların en fazla tesirli oldukları şehirler Belgrad ve Erzurum'du. Belgrad valisi Köprülü Ahmed Paşa, kendisine başkal-dıran Yeniçerilerden kurtulmak için kaçmıştı. Erzurum valisi Abdullah Paşa ise civar yerleşim bölgelerinde kargaşalıklar çıkaran birçok âsi elebaşılarla mücâdele halindeydi (17). Bunlardan biri Muşlu Alâeddin'di; Mercimek hisarına çekilen bu âsi bir müddetten beri, oradan kanun tanımazlığını yürütüyordu. Vali bu âsinin üzerine yürüdü ve hisarı zaptederek yıktı. Malaz-girdli Nuh Bey'e karşı da basan kazanarak iki hisarını yerle bir etti. Mahmudi'li Mihrab ile Haçari Tatar han şiddetle üzerlerine gidilerek itaat altına alındılar. Abdullah Paşa, Muş ve Bitlis halkına bir taahhüdnâme imzalattı. Buna göre, yeniden ortaya çıktıklan takdirde halk bunları vilâyetlerinin dışına atacaktı; Bitlis'in azledilmiş valisi Burhan hana da vilâyetlerinin kapılarını kapayacaklardı (18). Bununla beraber Muşlu Alâed-din'in oğlu babasının yolunda yürümeğe devam etti. Seferlerinin üssü ve yağmaladığı malların deposu olarak kullanacağı, aynca üstün kuvvetler karşısında çekilmek üzere Kheleres'de inşâ ettirdiği hisarla kendisini teminât altına aldıktan sonra, (16) Penkler'in raporuna bağlı Alessandra'nın 2 Aralık 1754 tarihli mektubu. (17) Zilhicce 1167 (Ekim 1754) tarihli Penkler'in raporu. (18) Van halkının ricânâmesi; Cemaziyül'âhir 1167 tarihli bir fermana ekli bulunmaktadır (Nisan 1754). Ayni kaynak. OSMANLI TARİHİ 135 Tatuvan Çarçığhan'dan bin ilâ ikibin kuruş arasında vergi topladıktan başka Ahlat ve Adilcuvaz civarını da yağmalıyordu. CEZAYİR BEYİNİN ÖLDÜRÜLMESİ Cezayir'de, itidâliyle tanınan yetmişlik Mehmed Paşa, birliklerine aylıklarını dağıttığı sırada bir kaatilin hançer darbeleriyle öldü (11 Aralık 1754). Paşa'nın henüz hayat belirtileri gösterdiği farkedilince tüfek atışlarıyla cansız hâle getirilmişti. Paşa'yı öldüren kaatil. kendisini Cezayir dayısı ilân etmek niyetindeydi, fakat süvari Paşası Ali, kaatilin işini bitirdi ve Mehmed Paşa'nın makamına getirildi. Bâb-ı Âli sipahi kumandanı Ali Paşa'nın Cezayir halkı tarafından kendilerini idare etmek üzere valiliğe seçildiğini öğrenince, valilik muamelesini alelacele tasdik etti. AVUSTURYA, RUSYA, POLONYA VE İNGİLTERE ELÇİLİKLERİ VE PRUSYA'DAN BİR MURAHHASIN GELİŞİ Üçüncü Osman'ın saltanatının ilk yılı boyunca, Bâb-ı Âlî' nin yeni tahta çıkış olayını bildirmek için gönderdiği elçilere karşılık olarak, birbiri peşi sıra, Avusturya, Rusya ve Polonya'dan elçiler geldiği görüldü. Avusturya, Penklerin yerine sürekli elçi olarak gelen baron de Schvvahheim aracılığıyla Bâb-ı Âlîye tebriklerini bildirdi. Avusturya elçisi, gözalıcı bir törenle huzura kabul edildi ve Viyana hükümetinin içinde yeni elçisinin Doğu dilleri bilgisini (19) övdüğü güven mektubunu sundu. O zamana kadar, her saltanat değişikliğinde Avrupa devletleri elçilerinin yeni Sultan'a hediyeler sunmak âdeti vardı. Avusturya elçisi, bu âdete (20) uymadan sadece gelip tebriklerini sunan ilk Avrupa devleti elçisi oldu (17 Temmuz 1755 - 7 Şevval 1168). Avusturya elçisi, güven mektubunu sunarken, selefi Penkler ve onaltıncı, onyedinci yüzyılda Muhteşem Sü(19) Doğu dilleri üzerinde gerçekten bir uzmandı. (20) Gerçekte, Talman da 1731'de hediyeler getirmeden gelmişti; fakat o, zengin hediyeler getiren Rus elçisi Şerbatoff ve Polonya elçisi Sieracowski gibi kabul edilmeyerek geri gönderilmişti. 5 Ocak 1755 tarihli Penkler'in raporu. İS6 HAMMER leyman ve IV. Murad saltanatları döneminde birçok büyük elçilerin yaptıkları gibi Sultana Almanca değil, İtalyanca hitabetti. Viyana'ya selefi Hattı Efendi gibi yüz kişilik mâiyyetle değil, sadece elli kişilik bir mâiyyetle girmiş olan Türk elçisi Halil, kraliyet meclisi başkanı yerine Avusturya hükümeti Baş vekilini ziyaret eden ilk Osmanlı elçisi oldu. Bu olayı burada belirtmek yerinde olur; çünkü o andan itibaren Bâb-ı Âlî'nin Avusturya ile münasebetleri son derece dostâne bir mâhiyet kazandı. Elçi Schwahheim, biri Macaristan ve Bohemya kraliçesi sıfatiyle Marie-Therese, diğeri İmparator ve Toskan büyük dükü Françis tarafından imzalanmış iki güven mektubu getirdiğinden, Bâb-ı Âlî tercümanı kendisinden yüz yerine ikiyüz duka altını hediye talebinde bulundu. 1754'de Viyana'da, Schvvahheim'in müdürlüğünde genç yardımcılar ve tercümanlar yetiştirmek maksadiyle kurulan Doğu Dilleri Akademisi'nden ilk iki öğrenci de göreve başlamış oldu. Bunlar Jenîsch'le Thu-gut'du ve her ikisi de Doğu dilleri uzmanları ve devlet adamlarınca (21) tanınmıştı. Trablus'da, Avusturya elçisi Cosmo Conti, evvelce İmparatorun Ali Paşa'nın selefi Ali Paşa ile imzalamış olduğu dostluk anlaşmasını bu dayı (devlet naibi) ile yeniledi (22). Bu tarihlere doğru, eski İran Şâh'ı Nâdir'in oğlu olduğunu iddia eden, fakat bu yakınlığı, akrabalığı delilleriyle ortaya koyamayan onsekiz yaşlarında bir İranlı veya Ermeni genç, Bel-grad'dan Zemlin'e (23) kaçtı. Bâb-ı Âli, bu gencin şahsı hakkında herhangi bir şikâyette bulunmadan Bosna'dan Hırvatistan'a hicret eden seksenbeş ailenin geri gönderilmesini istedi. Viyana hükümeti bu talebi reddettiğinden, Bâb-ı Âlî tercümanı, Avusturya'nın İstanbul elçisine, bu reddin mevcut anlaşmayı ihlâl eder mâhiyette bulunduğunu ve bunun Rusların Yeni Sırbistan'da iki yeni kale inşâ etmelerinden daha az üzüntü verici olmadığını bildirdi. Bâb-ı Âlî, bu inşaattan, kısa bir süre ön(21) Schwahheim'in tercümanları Avusturya hükümeti tercümanlığına atanan Selescovich'in yerine gelen Bianchi ve Testa idi. Tercüman yardımcıları Monzka, Thugut ve Jenisch'di. (22) Şevval 1168. <23) Penkler, bu taht iddiasının sahte olduğunu göstermektedir. Bu İranlı veya daha ziyâde bu Ermeni Semlin adındaydı ve Avusturya ordusunun en yaşlı albayı olarak birkaç yıl önce ölmüştü. OSMANLI TARİHİ 187 ce Sultan Osman'ın cülus tebriki için İstanbul'a gelmiş bulunan olağanüstü yetkili Rus elçisi prens Dolgoruki'ye şikâyette bulundu. Sultan Osman'ın tahta çıkışını bildirmek üzere Rusya'nın payitahtı Saint-Petersburg'a gitmiş olan Derviş Mehmed Efendi, dönüşünde, tarihçi Vâsıfm İmparatorluk Tarihi'ne ek olarak aldığı elçiliğiyle alâkalı bir raporu Veziriâzam'a sundu. Bu raporunda Türk elçi, evvelce Mehmed Çelebi'nin Fransa sarayı hakkında anlattıkları gibi, Rusların âdetleri, saray baloları, sahne oyunları ve operalar üzerinde uzun uzun durmaktadır. Sahne oyunlarından bahsederken, Türk elçisi, bunları «düğün gecelerinde oynanan oyunlara» benzetmektedir (24) ve «âşıklar tarafından bir arada bulunmak için icâd edilmiş olduklarını, âşıkların aralarında buluşma sözü vermek için münâsip bir zemin oluşturduğunu, seyredenlerin ancak üçte birinin bunun farkına vardığını» yazmaktadır. Onu bilhassa hayrete düşüren, imparatoriçeyi dansedenler arasında her istikamette hareket ederken büyük bir zarafet (25) içinde görmesidir; bu konuda şu Arap vecizesini zikrediyor: İnsanlar kendilerini zevklerine terk ederi er ve ayılar dağlarda dans ederler (26). Polonya kralı, elçisi kont Munizek aracılığıyla Sultan'a tebriklerini sunmuştu. Bu elçinin maiyyetinde, birkaç yıl önce İs : tanbul'da elçi Benoe'ye refakat etmiş olan Komorowski bulunuyordu. O zamana kadar Polonya kralları, tebriklerde, elçilerinden önce murahhaslar göndermeyi gelenek hâline getirmişlerdi; Sultan Osman'ın tahta çıkması vesilesiyle saray başkumandanı Branicki, makama tanınan imtiyaz dolayısiyle, albay Malczewsky'yi Veziriâzam'a gönderdi ve böylece kralın elçisinden önce davranmış oldu (NOT: 1). Albay Malczewsky'nin almış olduğu talimat, Bâb-ı Âli'yi Polonya ile Saksonya arasındaki anlaşmazlık konusunda aydınlatmak ve bu ülkede asayişin tesis edilmiş olduğuna ikna etmekti (21 Mayıs 1755). Ertesi gün İstanbul'a varmış bulunan Fransız elçisi M. de Vergen-nes, payitahta girdi. Hükümetinden Polonya elçisiyle birlikte hareket etme yolunda kesin emir almış olan Fransız elçisi, Bâb-ı Âlî'nin nazırları tarafından birkaç ay önce İngiltere elçisi Porter'e karşı aşırı kabalığından çekinilen ve İmparator(24) Leilet'ül nikâb, Vâsıf, f. 64. (25) Bin naz ile kametine ihtizaz. (26) En nasu fi havesennihim ved-dubbu yerkass fil cebel. 188 HAMMER luk tarihçisinin şiddetle kınamaktan kendisini alamadığı Reis-efendi Abdi'nin gösterdiği ihtimamla karşılandı (15 Ocak 1755). İngiliz elçisi Porter'in huzura kabul edildiği gün, elçi Kral II. Georges'un Sultan'ı tebrik eden (27) mektubunu kendisine verdiği sırada, Abdi, Sultan'ın mektubunu elçinin alnına dayadı ve o anda Abdi'nin maiyyetinden bir adam, Sultan'ın mektubunu öptürmek için elçinin avuçları içine aldığı başını zor kullanarak eğmeğe çalışıyordu. İzin almak için Veziriâzam'ın huzuruna kabul edildiği sırada ise, Abdi, elçinin oturması için konulan tabureyi, Veziriazam otururken ayakta durması için uzağa çekdirtti (Temmuz 1755). Napoli hükümeti maslahatgüzarı kont Ludolf elçiliğe yükseltilmiş ve cülus dolayısiyle Sul-tan'a hükümdarının tebriklerini sunmakla görevlendirilmişti. Veziriazamlar sık sık değiştirildiklerinden, Sultan'ın her yeni veziriazam atamasında Avrupa devletleri elçileri Bâb-ı Âlî* ye gidip tebriklerini sunmak zorunda kalıyorlardı. Venedik elçisi kont Ludolf, önce veya sonra kabul edilme çekişmelerinden kurtulmak için meslekdaşları elçilerden on gün sonra Bâb-ı Âli'ye gidiyor ve tebrik nezâketini yerine getiriyordu. Bu imtiyaz, Napoli ile Osmanlı İmparatorluğu arasında ilk dostluk anlaşmasının imzası döneminde o zamanki elçi tarafından ikibin duka altını karşılığında elde edilmişti. Bu dostluk anlaşmasına rağmen, Napoli devleti, Kuzey Afrika'da bulunan Osmanlı koruması altındaki Berberi devletlerle (28) savaşmaktan geri kala-mamaktaydı. İsveç'in İstanbul elçisi M. de Celsing, İkinci Alphonse Fre deric'in Sultan'ı cülusundan ötürü tebrik eden mektupları gelmeden önce, Veziriâzam'a bir muhtıra sunarak, daha önce voyvoda Ghika, Carlson ve Castellane tarafından girişilen teşeb büsün az başarılı olmasına rağmen, İkinci Frederic'in Prusya maslahatgüzarı, Breslau'da ticaret danışmanı Rexin vasıtasiyle Bâb-ı Âlî ile bir dostluk anlaşması hususundaki teklifini destekledi (19 Mart 1755). Sultan'a Prusya kralının tebrik mektuplarını getiren Rexin Breslau'da Hübsch ticaret evinde tüccar (27) Penkler'in raporu. Sultan'ın cevabı İngilizce yazılmıştı ve Rebiü'l-âhir 1168 tarihliydi. Veziriâzam'ın İngilizce mektubunun kopyasında Aralık 1754 tarihi görülmektedir. (28) Dostluk anlaşması devam ederken bu çatışmalara Türkler de katılıyorlardı. OSMANLI TARİHİ 189 çıraklığı yapmış, sonra bir Avusturya alayında (29) mülâzim olarak hizmet etmişti. Prusya kralı Frederic, Rusya murahhası olarak Belgrad barış anlaşmasını imzalayan Florentin Cagno-ni'nin tavsiyelerine uyarak, Türkiye ile alâkalı her şeyde olduğu gibi bu barış teklifi meselesinde de ciddiyetle harekete geçmişti; Cagnoni, elçi Vişniyakof'la birlikte görevli olarak İstanbul'a gönderilmişti, fakat Rus hükümetinden memnun olmadığından Prusya hizmetine geçmişti (30). Bâb-ı Âlî ilk defa olarak, Prusya ile dostluk münasebetlerine girmenin şeriata uygun olup olmadığını öğrenmek üzere Şeyhülislâmlık makamına başvurdu. Şeyhülislâmlık makamının kararı Prusya'nın lehinde olduğu halde, Reisefendi bir anlaşma yapılmasına karşı çıktı; neticede Rexin, herhangi bir şey imzalayamadan, sadece Sultan'ın kralın tebriklerine karşılık yazdığı kuru bir cevap mektubuyla dönmek zorunda kaldı. Bununla beraber, Veziriazam, İsveç elçisine, her şeye kaadir Allah'ın irâdesi o yolda ise, arada zâten iyi münasebetler bulunan Prusya kralı ile bu münasebetlerin daha sağlamlaştırılması için Bâb-ı Âli'nin Sultan'ın saltanatında mesut bir oaşka yılı bekleyeceğini bir notla bildirdi (31). NURİ OSMÂNÎ CÂMÜ Veziriazam Mehmed Said Paşa’nın idâresinin ilk büyük hareketi, Sultan Birinci Mahmud tarafından yedi yıl önce inşâsına başlanan ve yaptıranın değil de, tahttaki Sultan'ın adını imâ ile Nuri Osmânî adı serilen caminin tamamlanarak ibâdete açılması oldu. Bu adlandırma, saltanattaki Sultan'ın ve Kur-an'ın sûrelerini bir araya toplayan, ayrıca Hz. Muhammed'in iki kızıyla evli olduğu için iki nur sahibi lâkabiyle anılan üçüncü halifenin adını hatırlattığı gibi, caminin içindeki aydınlığa da imâda bulunmuş oluyordu. Nuri Osmânî Camii her cephesi yetmişaltı adım tutan bir dörtgen oluşturmaktadır ve özelliği, (29) Birkenfeld alayının sancakdârı; 1754'de Breslau'a döndü; 17 Martta İstanbul'a geldi ve 11 Temmuzda deıiz yoluyla döndü. (30) Kraldan yirmibin reichsthalers ücret aldı; o sırada altmışbir yaşındaydı. Schwachheim'in raporu. (31) İnşallahu tealâ bundan böyle bir şerif sal-i meymenet ihtimali intizaren. Bu not ve Sultanın krala cevabı, Kraliyet Arşivleri'nde asıl nüsha olarak bulunmaktadır. 190 HAMMER aynı kuturda bir tek kubbeyle örtülü olmasıdır. Yâni bu kub benin yan dayanak kubbeleri yoktur (32). Mermer ve cephe sütunlarının bulunmaması inşâ edildiği dönemin durumu hakkında bir fikir vermekte ve bu görünüşüyle diğer camilerden esaslı bir farklılık oluşturmaktadır. Kur'an'ın «Yerin ve göğün ışığı Allah'dan sudur eyler» (33) âyeti kubbenin içine yazılmıştır; aynı âyet Ayasofya'nın kubbe içini de süslemektedir. Sultan Osman ilk defa bu camie cuma namazı için gittiği gün, camide vezirlerine, Şeyhülislâm'a, büyük mollalara ve divân efendilerine hil'atler ihsan etti; Veziriazam ile Kızlarağası birer samur kürkle Sultan'ın sahavetinden yararlandılar; büyük şeyhler içi dışı hermin kürk kaplı hil'atler alıp dualar ettiler; cami imamlarına ve diğer ulemâya, kürklerle süslenmiş hil'atler ih sân edildi; daha aşağı rütbedeki bütün ulemâya keten cübbeler dağıtıldı; nihayet Paşalar ve dâire reislerinin de kaftanlar ihsan edilmek suretiyle gönülleri alındı (5 Aralık 1755 - ı Rebiül'evvel 1169). Müteakib cuma günü Sultan Osman, batan bir Mısır gemisini yüzdürmeğe çalışan işçilere şevk vermek üzere deniz kenarına gitmek üzere yol değiştirdi. BİR GÖKTAŞININ GÖRÜNMESİ Oniki gün sonra Noel bayramı arafesinde, gece yarısından sonra saat ikide, gökte muazzam bir ateş küre görüldü ve yere yaklaşırken üç alev girdabına dönüştü, sonra ateşli süâhmkine (32) (33) Mimar M. Le Roiyı 1753 de İstanbul'da kaldığı sırada Sultan Birinci Mahmud'un inşâ ettirmekte olduğu camie götürdüler; binayı yap makla görevlendirilen Yunanlı mimarın binayı tamamiyle kapayacak olan kubbenin inşâsında uyguladığı sâde ve kolay usûlü görünce hayret duymaktan kendini alamadı. Caminin içini kaplayan ve dairevi olarak her yönde hareket edebilen bir iskelenin ortasına yerleştirilen bir sırık, kubbenin ayrı ayrı dâirelerini birbiri peşi sıra çiziyor ve kubbenin inşâsına girecek her tuğlanın yerini belirliyor du. Bu usûlle kubbe yavaş yavaş yükselerek şakulî çizgiye geldi ve anahtar görevini yapan bir taşla kapatıldı. Guys, II, p. 2. Andreosi' nin Constantinople et Bosphore adlı eserine de bakınız. Yirmidördüncü sûrenin otuzaltıncı âyeti: «Göğün ve yerin ışığı Allah'dan sudur eyler: ışığı duvardaki bir yuvada yanan ve üzeri fanusla örtülmüş bir lâmba gibidir, fanus bir yıldız gibi parlar; lâmba ne Doğuda, ne Batı'da yetişen kutsal bir ağacın yağıyla beslen mektedir. Allah, hoşlandığı kişinin gözlerinde parıldar.» OSMANLI TARİHİ 191 benzeyen bir patlama sesiyle kayboldu (24 Aralık 1755 - 20 Rebi ül'evvel 1169). Bu göktaşı zihinleri, henüz meşgul ettiği sırada, birçok yangın (34) çıktı ve müneccimlerin olay üzerindeki şeamet yorumlarını doğruladı. Müneccimler, memleketin en tanınmış kişilerinden birinin ölümünü haber vermelerinde, kehânetleri bakımından son derece haklı çıktılar; gerçekten de Aydınlı Osmanoğlu'nun kesik başı bir mızrağa takılmış olarak saray kapısında teşhir edildi. Bâb-ı Âlî, evvelce Rusya'da elçilik görevinde bulunan Derviş Efendi'yi, mallarını müsadere ve muazzam servetini hazîneye intikâl ettirmekle görevlendirdi. VELİYEDDİNİN KABALIĞI Veziriazam Mehmed Said Paşa, kendisinden önceki Vezi-riâzam'ın Gelibolu'ya sürdüğü Reisefendi Abdi ve Kâhyabey Yeğen Mehmed'i İstanbul'a getirtti. Türkçede Yeğen kelimesi yaver mânâsına gelmektedir; bu tarih içinde aynı lâkabı taşıyan vezir ve veziriazamlardan birçok kere söz ettik. Mehmed bu lâkabı, kendisinden önce Kâhyabey makamında bulunan Veli yeddin'in kaba bir şakasına borçluydu. Yeğen Mehmed'in hazîne kayıd kâhyalığı (defteremîni) yaptığı dönemde, Veliyeddin bir gün ona adını sordu. Defter Emînliği makamına kadar yük selmiş bir memurun adının herhangi bir Nazır tarafından bilinmemesi imkânsız olduğundan, bu kaba bir şakaydı. Yeğen ona adını söyledi; fakat nezaketsizlik alışkanlığına sâdık kalan Veliyeddin, bu sefer de, tutup ne zamandan beri memuriyette bulunduğunu sordu. Yeğen, bilgiççe olduğu kadar iğneleyici bir tarzda cevap verdi: «Umumî Evet gününden beri, yâni Kur'an'da okuduğuna gere, kâinatın efendisi olan Allah, dün yayı yaratmadan önce, bu suali daha sonra bir vücuda sahip olacak bütün ruhlara sordu: 'Ben sizin Efendiniz değil miyim?" (35) ve ruhlar hep birden cevap verdiler: 'Evet, evet!' (36).»,Dinî ve felsefî bir mânâ dolu olan bu din geleneği, yaradılıştan önce, bir anlaşmanın mevcut bulunduğunu ve bununla dün Diğer yangınlar arasında biriyle 28 Rebiulevvel 1169 (1 Ocak 1756) tarihinde karşılaşıldı. (35) «Elest birabbiküm; rüzi elesl,» yâni ruhların itaat günü İran şâirlerinin eserlerinde ve Hazif de. gazellerinde geçer, (36) Beli! beli! Bu kelimenin Baali'nin kısaltılmışı olduğu -o Baal! (Efendi) görülüyor. (34) 192 HAMMJER yevi temaslardan uzak ve saf durumda bulunan ruhların, hâkim Efendi Allah'a biat etmiş, itatlerini bildirmiş olduklarını belirtmektedir; yine bu gelenek, mahlûkun hâlikine karşı itaatinin bu anlaşmaya dayalı olduğunu ve insan irâdesi hürriyetinin aslında ilâhi irâdenin içinde bulunduğunu anlatmaktadır. Veliyed-din: «Böylece,» diyor, «demek ki siz Genel Evet gününden beri görevdesiniz? Bununla beraber bir yaverin (yâni Yeğen'in) kendi efendisi olduğunu hiç kimseden duymadım. İhtimâl siz, 'Evet' diyen ruhların kaydını tutmakla görevlisiniz.» Bir başka sefer, adını sormak için Şeyhülislâm Pîrîzâde'nin oğluna hitabetti; Şeyhülislâm’ın oğlu adının Osman olduğunu söyleyince, Veliyeddin, bu Osman adının «yılan» (37) kelimesiyle bir benzerliği bulunduğunu belirtti. Hep aynı nezâketle bir gün Baş-mirâhur Ali Paşa'dan mührünü göstermesi ricasında bulundu. Ali Paşa'nın mührünü inceledikten sonra: «İyi, demek adınız Ali» diyerek mührü geri verdi. Ali Paşa, hemen intikam almak maksadiyle onun mührünü görmek istedi. Veliyeddin memnun bir hâlde mührünü çıkarıp verdi, Ali Paşa mühre baktıktan sonra geri verirken: «Hayret! Demek adınız Veliyeddin?» de meği ihmâl etmedi. İmparatorluk müverrihi Türk nüktedanlığının bu örneklerim iğneleyici nükteler veya zekâ oyunları ola rak değerlendirip eserinde yer verdiğinden burada uzun boylu ele alınmalarını lüzumsuz sayıyoruz. İKİ VEZİRİAZAMIN BİRBİRİNİ TAKİBEN DEĞİŞMESİ Sultan Üçüncü Osman'ın devlet idaresiyle alâkalı icraatının veziriazamları değiştirmek ve kadınların lüks giyimlerine karşı buyrultular yayınlamakla sınırlı olduğunu daha önce söylemek fırsatını bulmuştuk. Saltanatının ilk yılından itibaren dört kere Veziriazam değiştirdi. Mehmed Said Paşa, makamında en uzun süre kalan Veziriazam oldu; yeni vergiler çıkarmak yüzünden azledildiğinde makamında altıncı ayım doldurmuş bulunuyordu. Makamı, I. Mahmud'un sonuncu, Sultan Osman'ın saltanatının ilk Veziriâzam'ı Mustafa Paşa'ya ikinci defa olarak verildi. Mustafa Paşa, kudretli Kızlarağası Süleyman'ın gözden düşmesine de sebeb olmuştu. Sultan'ın bir emri, bundan (37) Alâ vezni saban (yılan). Vâsıf, f. 55. OSMANLI TARİHİ 193 böyle, divan efendileri ve ordu büyüklerinin saraya tilki ve sincap kürkü astarlı hil'atlerle gelmelerini yasaklıyor, ancak samur kürklü hil'atlerle gelmelerini bildiriyordu. Yeni Veziriazam, gözden düşmesinden beri işgal etmekte olduğu vergi genel mültezimliği makamının bulunduğu Mora'-dan. atanması üzerinden bir ay geçtiği sırada İstanbul'a geldi. Payitahta vardığı gün, âdet olan törenle görevine başladı (3 Mayıs 1756 • 3 Şaban 1169». Saraydan çıkışında, İmparatorluk tavlasından kendisi için getirtilmiş olan zengin koşumlu ata binip, bütün vezirlerin refakatinde, oturmasına ayrılan saraya gitti. Makamına oturması üzerinden üç hafta geçmişti ki, mahallelerinden birinden çıkan yangın yüzünden İstanbul yeniden ateş tehlikesinin kucağına düştü. Fakat, bu yangının verdiği zarar, dört hafta sonra çıkan ve şehri iki bütün gün boyunca tahribeden yangınınkiyle kıyaslanınca az önemliydi. İmparatorluk tarihçisinin şahadetine göre, bu yangın, Fâtih Sultan Men medin İstanbul'u aldığından beri karşılaşılan yangınların en korkuncu, en dehşet vericisiydi. Yangın, birçok defa olduğu gibi, Cibâli Kapusu dışındaki Yahudi mahallesinden çıktı-, oradan şehre atladı ve onüç ayrı istikamette yayılma kaydetti (6 Temmuz - 8 Şevval) (38). Felâketin ertesi günü, göz, Unkapa nı'ndaki mağazalardan Süleymaniye'ye,- Vefa meydanından Şehzade Camii'ne ve eski Yeniçeri kışlalarına, Zeyrek'den Saraçlar ve Kasaplar çarşısına, Sultanselim ve Sultanmehmed Camilerinden Ayakapu ve Yenikapu'ya kadar, kara enkaz ve kül yığınlarından başka birşey görmüyordu. Yanan evlerin sayısı sekiz bine yükseliyordu. Bunların arasında beşyüzseksen değirmen ve fırın, yetmiş hamam ve bir han, ikiyüz cami, bine yakın dükkân bulunuyordu. Zamanının en iyi bölümünü şehrin yeniden inşâsına veren Veziriazam, bir yandan da, temeli Kap-dan-ı derya tarafından atılmış olan Midilli adasının batı limanındaki hisar inşaatını ihmâl etmiyordu. Gözetmesi ve çalışması sayesinde, beş dılılı muntazam bir yapı olan hisar altı ay içinde tamamlandı (39). (38) Tott, Hâtırat, I, s. 12. tarih düzeni gözetmeden bu yangım anlatıyor. (39) Vâsıf, f. 82, İspanya elçiliğinden dönüşünde hisarı gördüğünü soy lüyor. Hammcr Tarihi, C: VIII. F.: 13 194 HAMMER Mustafa Paşa'nın iktidara dönüşü, her zaman görüldüğü gibi, yüksek makam sahipleri arasında bazı değişikliklere yol açtı. Şeyhülislâm Damatzâde Feyzullah Efendi, Beykoz'da Boğaz kıyısındaki yalısına çekilmek üzere müsaade istedi ve yerine-7 Dürrizâde Mustafa Efendi atandı (40). Eski Şeyhülislâm Pî-rîzâde'nin sarayda imam olan oğlu Rumeli Kadıaskerliği payesini aidi; Anadolu Kadıaskerliğine Molla Osman getirildi. Pîrî-zâde Osman bu seçkin makama lâyıktı, zira, millî tarih onu bize hukuk ve fıkıh ilimlerinde ikinci Taftazânî ve hitabet ilminde ikinci Bediî Hemeâânî olarak tanıtmaktadır. Saray bü-yük-mareşalliği, silâhdarlık ve başmirâhurluk vezirlerin getirilebileceği makamlar iken, üç tuğlu paşaların atanabilecekleri makamlar düzeyine çıkarıldı (41). Çok önemli bir değişiklik Veziriazam Mustafa Paşa'nınki oldu (13 Aralık 1755 - 20 Rebiül'evvel 1170). Sultan, Mustafa Paşa'ya (42) halef olarak eski Reisefendi, Rusya, Avusturya ve İran'la yapılan barış anlaşmalarının başarılı müzakerecisi ve son görevi Mısır valiliği olan Râgıb Mehmed Paşa'yı seçti. Ölüm gelip de Osmanlı İmparatorluğu'nu değişikliğe bir türlü doymayan bir hükümdarın elinden kurtarmamış olsaydı, Râgıb Paşa, çok muhtemeldir ki, Sultan Osman'ın kararsız mizacı yüzünden makamında bir yıldan fazla kalamayacaktı. Râgıb' Paşa'nın beş yıl daha devam eden idaresi devlet makinesine yeni bir ilerleyiş ve işleyiş getirirken, Sultan'ın otoritesini de, belirli bir zaman için, içeride ve dışarıda ön plâna çıkardı; bu idare dönemi (40) Tott, s. 12, her zamanki mübalâğasiyle şöyle diyor: «Damatzâde ailesinden Murad Molla ki, bu aile İstanbul'un fethinden beri her nesilde İmparatorluğa bir Şeyhülislâm vermiştir.» Damatzâde'nin adı Murad değil Peyzullah'dır ve bu aile daha önce Damatzâde Ahmed'-den başka Şeyhülislâm da vermiş değildir. (41) Bunlar çavuşbaşı Abdurrahman Paşa; silâhdâr Mehmed Paşa, Bü-yükmirâhur Kall-Ahmed Paşa oğlu Ali Paşa. (42) Hammer'in kısaca Mustafa Paşa dediği bu zat, Osmanlı kaynaklarında Köse Bâhîr Mustafa Paşa olarak anılmaktadır. Azline sebeb, Şam valiliği ile hac-emîrliği makamı boşalınca kendisine rakip gördüğü, lâkabı Koca olan Râgıb Paşa'yı Pâdişah'a fazlasiyle methedip bu işlere tâyin ettirmek istemesi ve Üçüncü Osman'ın da o kadar muktedir bir veziri Şam valiliğinden çok Vezâret-i-uzmâ makamına lâyık görmesidir. Böylece, Bahir Mustafa Paşa, kazdığı kuyuya düşmüş demektir. (Ç.N.) OSMANLI TARİHİ 195 Osmanlıların modern tarihinde açıklık ve bilgiye dayanışıyla seçkinlik kazanır ve bu özellikleriyle payitahtta ve payitaht dışındaki eyâletlerde asayişi sürdürmeği başarırken, bilgili ve açık siyaseti yabancı devletlere karşı başarıyla korur, ilim ve edebiyata da korumacılığı yaymak suretiyle seçkinliğini en yüksek noktaya çıkarır. Fakat, Osmanlı imparatorluğu veziriazamlarının en bilgilisi ve tam devlet adamı adına lâyık Veziriazam Râgıb Mehmed Paşa'nın (43) tarihini anlatmadan önce, Sultan Osman'dan önce vefat eden yüksek makam sahiplerini bildirmemiz yerinde olacaktır. SULTAN OSMAN'IN VE ÜNLÜ KİŞİLERİN ÖLÜMÜ Sultan Osman'ın tahta çıkmasından üç ay önce ölüm, eski Özi valisi, Belgrad barış anlaşmasının bir maddesine dayanılarak Rusya'daki esirliği son bulan ve dönüşünde Tırhala (44) sancağına atanan Yahya Paşa'yı aldı. Yaklaşık üç yıl süren Üçüncü Osman'ın saltanatı sırasında iki Kapdan-ı derya da öldü; bunlardan biri sürgüne gönderildiği Retimo'da, diğeri ise sırasiyle Büyük-mirâhurluk, İran elçiliği, Belgrad valiliği, Kapdan-ı derya makamlarım işgal ettikten sonra Ohri sancakbey-liğiyle payitahttan uzaklaştırılmış ve orada hayatı son bulmuştu. Bunlardan ilki Toprak Mehmed Paşa, diğeri Kara Mehmed Paşa oğlu Mustafa Paşa idi. Bir yıl sonra, en güzel elyazması Kur'an-ı Kerim'ler (45) kaleminden çıkan, Osmanlı yıllıklarm(43) Râgıb Paşa'nın Hammer tarafından gelmiş geçmiş Osmanlı İmpa ratorluğu veziriazamlarından biri olarak gösterilmesi elbette yerin de sayılabilir. Fakat, en değerlisi olduğu hükmü üzerinde düşünme yi daha sonraya bırakarak, gerçekten seçkin bir Veziriazam olduğu söylenebilir. İstanbullu olan Koca Râgıb Paşa, Defterhâne kâtiple rinden Mehmed Şevki Efendi'nin oğludur. 1110/1698-1699 tarihinde dünyaya gelmiş olduğuna göre 58-59 yaşlarında Veziriazam olmuş demektir. Dîvan edebiyatının en önemli şahsiyetlerinden olan Râgıb Paşa, Ruhî ve Nâbî gibi fikir ve felsefeyi şiir hâline getirmiş ve bir çok beyitleriyle mısraları darbımesel hâline gelmiştir. Askerî du rumun perişanlığını bildiği hâlde İslahat hareketlerine girişmemesi, bu bakımdan, altı yıldan fazla süren sadâret müddeti gözönünde tutulunca, tarihçiler tarafından büyük bir ihmâl eseri sayılmakta dır. Mezarı Lâleli'deki kütüphanesinin bahçesindedir. (Ç.N.) (44) Vâsıf, f. 61; ölümü 10 Zilhicce 1168 (17 Eylül 1755). <45) Ayn. Es., s. 70; ölümü 15 Şaban 1169 (15 Mayıs 1756). 196 HAMMER da çalışma aşkı ve dini emirlere riâyeti övülen, Kur'an'ın (46) birinci süresini her ay yetmiş bin kere okuyan, hattat Mehmed Râsim vefat etti. Üç ay sonra, İstanbul'un ilim adamları, Tatar hanına bağlılığını isbatlamak için ünlü tarihçi Gazan Han'ın tarihini Farsça'dan Türkçe'ye çeviren Emirler Reisi ve Nakibül-eşrâf Riza Efendi'yi son istirahatgâhma kadar götürdüler. Ölüm saraya da girdi ve Sultan'ın biri erkek diğeri kız iki yeğeniy-le annesi Rusya menşeli seksenlik Valide Şehsuvâr (47) sultanı aldı (27 Nisan 1756 27 Receb 1169). Müverrih Vâsıf, Valide Sul-tan'ı bize abdest almadan ayağını yere basmayan ve her gece bin beş yüz kere Tevhid (48) sûresini okuyan, dini emirlere riâyette örnek biri olarak göstermektedir. Yine Vâsıf, onu genellikle kadınlar için sarfedilen övgü sözleriyle anlattıktan sonra, Meryem gibi saf yürekli, Saba Melikesi gibi bilgili, Musa'nın kızkardeşi Asiye gibi mütevazi olarak vasıflandırmakta, İslâmiyetin ermiş kadını Rabia mertebesinde dinine bağlı olarak tasvir etmektedir. Öksüz ve yetimlerin, fakir-fukaranın anası, III. Ahmed'in kızı Sultan Zübeyde'nüı (49) ölümü, payitaht ta, İmparatorluğun ümitlerinin üzerinde toplandığı Sultan'ın yeğeni Mahmed'in vefatından daha az teessür uyandırmadı (22 Aralık 1756 - 29 Rebiül'evvel 1169). Zehirlenerek öldüğü söylentisi yayıldığından feci sonu genel alâkayı uyandırmaktan geri kalmamış, babasının yanına gömülmek üzere tertiplenen cenaze törenine beşbin kişi katılmıştır. Üçüncü Osman da aradan bir yıl geçmeden vefat etti. Ölümünün tabiî olup olmadığını anlamak üzere cesedi Yeniçeri Paşaları tarafından ziyaret edildikten sonra, Valide Camii'nde Veziriazam, Şeyhülislâm, vezirler, Kapdan-ı derya, Anadolu ve Rumeli Kadıaskerleri, Emirler Reisi ve İstanbul kadısının hazır bulundukları cenaze namazın(46) Vâsıf, s. 54: ölümü 1 Zilhicce 1169 (27 Ağustos 1756). ;47) Schwachheim'in raporu ölüm tarihini 26 Nisan olarak tesbit ediyor. (48) Kur'an'ın ll'nci sûresi: «Bir Allah'dan başka Allah olmadığını söyle; O bütün ebediyettir: O doğurmadı ve doğurulmadı, O'na hiç kimse benzemez.» Bu sûre Tevhid ve İhlâs adını taşımaktadır. (49) Hammer tarafından doğru olarak ölüm tarihi 6 Ramazan 1169 (4 Temmuz 1756) olarak gösterilen IlI'ncü Ahmed'in kızı, söylendiği gibi büyük hayır eserleri bırakmıştır. Bunların çoğu günümüzde bakımsız bir hâlde bulunmaktadır. Fâtih, Aksaray gibi semtlerde yaptırdığı sıbyan mekteplerinden çoğu yol ve resmî inşaat sebebiyle yıkılmış, ortadan kaldırılmıştır. Yine Üsküdar taraflarında yaptırdığı çeşmeler de aynı akıbete uğramaktan kurtulamamışlardır. (Ç.N.) OSMANLI TARİHİ 197 dan sonra kardeşi Mehmed Han'ın yanma gömüldü (50) (30 Ekim 1757 - 16 Saf er 1171). Üçüncü Osman'ın vefâtiyle yerine tahta çıkan Sultan Mustafa, bu adla tahta çıkanların üçüncüsüdür; Sultan Üçüncü Ahmed'in oğullarındandı ve on ay önce ölen kardeşi Şehzade Mehmed'den sadece birkaç gün küçüktü. Onun gibi, kırkbir yıl önce, Osmanlı İmparatorluğu'nun Temeşvar'ın bütün Banat'ı kaybettiği, ordunun felâket içinde bulunduğu yılda dünyaya gelmişti. Osman tarafından İmparatorluğun kuruluşundan beri, Mustafa adı, Osmanlı tarihinde bir felâket mührü olarak görülmüştür. Yıldırım Bâyezid'in bu addaki oğlu, babasının Timur'a esir düştüğü Ankara savaşında kaybolmuştu; Birinci Mehmed ve İkinci Mehmed'le taht kavgası yapan Düzmece Mustafa'nın esir Sultan'ın gerçek oğlu olup olmadığı hiçbir zaman anlaşılamamış ve Bizans'ın elinde esir tutulan bu prens, Ulubad savaşında yenilgiye uğradıktan sonra Edirne kalesi burçlarından birinde asılmıştı (51). Küçük Asya'da âsi dervişlerin elebaşısı olan Börklüce Mustafa, Şehzade Murad ve vezir Bâyezid Paşa tarafından Karaburun'da yakalanıp bütün müridleri öldürüldükten sonra idam edildi. İkinci Murad’ın onüç yaşındaki kardeşi Mustafa, evvelki üç Mustafa gibi taht iddiasında bulundu; lalası İlyas tarafından kendisine ihanet edildiğinden yakalandı ve İznik'te bir incir ağacına asılarak ortadan kaldırıldı. İkinci Mehmed'in Karaman valisinin, babasının bu eyâletteki birliklerinin kumandanı olan oğlu Mustafa, şüphe üzerine zehirlenmek suretiyle öldü. Kanunî'nin büyük oğlu, veliahdı Şehzade Mustafa (52), Roxelane ve damadının kinine kurban (50) Üçüncü Osman üç yıla yakın saltanatı döneminde fazla Veziriazam değiştirmek ve kadınların lüksden kaçınmalarım temin etmeğe vaktinin büyük bir kısmını vermekle beraber, devlet işleri, bilhassa yangınlardan sonra İstanbul'un imâriyle alâkalandığı da bir gerçektir. Halka karşı şefkatli davrandığı müverrihlerce kabul edilir. Hattâ, Mehmed Said Paşa'yı yeni vergi getirdiği için VeziriâzamUktan uzaklaştırması bunun delili sayılabilir. (Ç.N.) (51) Hammer bir isim hatâsı yaparak veya baskı hatâsı yüzünden Ulubad savaşında Mustafa'nın II. Mehmed tarafından yakalanıp Edirne kalesinde asıldığını söylemektedir. Olay İkinci Murad dönemindedir ve Mustafa Ulubad'da değil Gelibolu'ya kaçtıktan sonra yakalanmış ve asılmıştır. (Ç.N.) (52) Kanunî'nin veliahdı Şehzade Mustafa, Hürrem, damadı ve kızı Mihrimâh tarafından Selim'in tahta çıkması yolunda çevrilen dolapların / 198 HAMMER giderek, Konya Ereğlisi'nde babasının önünde cellâdlara boğduruldu. İkinci Selimin oğlu Mustafa, Kanunnâme'ye göre, III. Murad’ın tahta çıkışında, cellâdlara boğdurulan beş kardeşinin kaderini paylaştı. Üçüncü Murad’ın ondokuz oğlundan tek ümit bağladığı, babasının ölümü ardından asil duygularla dolu bir mersiyede üzüntülerini belirttikten sonra mezarında babasını yalnız bırakmadı. Hepsinin de adı Mustafa olan sekiz şehzadenin taht üzerinde hak iddia edicinin zor kullanarak hayatlarına son vermelerinden sonra, Birinci Mustafa saraydaki hapishanesinden, akü noksanı yüzünden tekrar oraya dönmek üzere çıktı. Zenta savaş meydanından kaçtıktan ve o zamana kadar hiçbir Osmanlı Sultanı'nın imzalamadığı utanç verici bir anlaşmayı, Karlofça barış anlaşmasını imzaladıktan sonra, tahtından indirildi ve ömrünü saraydaki kafesinde tamamladı. Nihayet Üçüncü Mustafa, bu addaki şehzadelerin onbirincisi ve Osmanlı sultanlarının yirmialtmcısı olarak, gerçekte şiddet kullanılarak kaybetmediği, fakat ünlü Veziriâzam'ı Ragıb Meh-med Paşa’nın ölümünden itibaren gururla üzerinde kalmadığı tahta çıktı (53). ONBEŞİNCİ CİLDİN SONU kurbanı olmuştur. Şâir Taşlıcalı Yahya Bey, Mustafa için yazdığı mersiyede Kanunî'yi suçlamaktan geri kalmamıştır. (Ç.N.) (53) Şahıslar sayılınca yirmialtmcı, fakat, II. Mustafa ikinci defa tahta çıktığından, saltanat sürme gözönünde tutulunca yirmiyedinci hükümdar. NOTLAR ve AÇIKLAMALAR ONBEŞİNCİ CİLD Altmışsekizinci Kitap <NOT: 1) Sultan için: Yaldızlı çerçeve içinde 76 pusluk iki boy aynası; 12 gümüş avize; aynı mâdenden iki konsol; 2 soğutma tası, keza; 6 altm üzerine gümüş süslemeli şişe; 6 gümüş çiçeklik; l gümüş tabak altı, masa için; 2 gümüş buhurdan; 2 altın üzerine gümüş işlemeli vazo ve ibrik; 2 gümüş kahve cezvesi; 2 gümüş çok küçük cezve, 1 altm üzerine gümüş işlemeli cezve; 2 gümüş ocak ızgarası, bir gümüş güğüm; 1 gümüş reçel kabı; 2 altm konsol saati, keza; on oyun havası çalan bir saat; dört oyun havası çalan bir diğer saat; 12 parça zengin kumaş; 60 pus yüksekliğinde 2 ayna, cam çerçeveli; birçok avize; 12 kollu avizeler, cam. - Sultan Hanım için: Gümüş işli bir saat; aynı mâdenden bir kahve masası; 2 gümüş çiçeklik; iki cezve, keza; 12 parça altın üzerine gümüş işlemeli fincan ve aynı mâdenden bir tepsi; 54 pus yüksekliğinde 2 ayna cam çerçeveleriyle. Veziriazam için: Altm üzerine gümüş işlemeli bir vazo ve bir ibrik; gümüş soğutucu, buzluk; işlenmiş bir gümüş fincan; altı gümüş tabak; gümüş bir çiçek sepeti, iki gümüş cezve; iki küçük masa; iki büyük saat; işlemeli bir konsol saati. - Nissa seraskeri için: 2 gümüş şişe-, bir cezve, keza; bir diğer çok küçük cezve-, 6 gümüş tabak; işlemeli bir çay fincanı, gümüş işlemeli, iki büyük duvar saati; iki cep saati. - Üçüncü vezir için: Bir gümüş leğen ve gümüş ibrik; 4 tabak ve bir duvar saati. - Dördüncü vezir için: Gümüş bir leğen ve bir ibrik; 2 tabak ve kâse, keza; bir 200 HAMMÜR. duvar saati, beşinci vezir için aynı hediyeler. - Altıncı vezir için: Gümüş bir leğen ve ibrik, 2 işle meli çay fincanı, 7 tabak ve kâse, siyah bir duvar saati. - Yedinci vezir için: Gümüş bir leğen ve ibrik; iki işlemeli gümüş fincan; bir tabak ve bir kâse; bir siyah duvar saati. Reisefendi için-. Çek meceleri bulunan altın üzerine gümüş işlemeli bir yazı masası; dört kollu gümüş avize; bir cezve ve işlemeli muhafazası olan bir saat. - Şeyhülislâm için Kulpu altın üzerine gümüş işlemeli gümüş bir sepet; bir tabak ve bir kâse, altın üzerine gümüş işlemeli bir leğen ve ibrik; büyük bir saat. - Bosna valisi Ali Paşa için: Bir tabak ve bir kâse, altın yaldızlı; büyük bir saat; gümüş bir leğen ve ibrik. - Veri lecek kişiler belirlenmeyen diğer hediyeler şu eşyadan oluşmaktaydı.- Şekerleme koymak için gümüş bir kâse; gümüş bir cezve,- iki komposto kâse si, keza; diğer iki küçük tabak; iki buzluk, keza, altın yaldızlı bir leğen ve ibrik; bir şekerlik ve ka sığı, keza; Paris'de imâl edilmiş iki çanak; iki altın saat; onbeş gümüş saat, kö3t3kli veya kösteksiz; iki gümüş çiçeklik, iki avize, diğer kollu iki avize. (NOT: 2) îran elçisi tarafından getirilen hediyelerin listesi (*): 1 — Taşlarla süslü altın üzerine bahkçılkuşu tüyünden bir sorguç; güller 105 elmasla çerçevelenmiş,- ortasında 12 büyük elmas parlamakta, 6 büyük elmas yarım ay oluşturuyordu; 123 elmas hep bir den 46 miskal ağırlığında; güllerin arasında 10 yakut ve 32 zümrüt göze çarpmaktaydı ve değeri 150.000 İran kuruşuydu. 2 — Aîtın kabzalı bir hançer; kını kırmızı ka dife güller oluşturan elmaslar, yakut ve zümrütlerle süslenmiş; alt kısmında on sıra inci göze çarpıyor, her sırada 80 inci bulunmakta. Bu incilerin değeri tahminen 43,468 kuruştu. 3 — Sırtında altın harflerle «Allah'ınkinden gayri kudret yoktur» ibaresi okunan bir kılıç; kab(») Suphi'de f. 195'e batanız. OSMANLI TARİHİ 201 zası bir altın top üzerine geçirilmiş çeliktendi, kını alt kısmında elmaslar, yakut ve zümrütlerle süslen misti. Üst kısmında yakutlar düğmeler oluşturmuştu ve altın bir toka bu bölümü süslüyordu; bu toka dıştan küçük yakut ve zümrütlerle, içten sadece yakutlardan oluşmuştu. Kabzanın iki yanında, su işi son derece güzel iki büyük elmas görünüyordu, geri kalan kısmı yakut ve elmastan meydana gelmişti. Kının üst kısmında 12 gül görülüyordu; ortalarında zümrütlerle çevrilmiş elmaslar parlıyordu; diğer dört gül zümrüttendi ve yakutlarla çer çevelenmişti; ikisi tamamiyle yakuttan işlenmişti, vb. 4 — Acem dilinde «perdele» denilen kılıç kayı şi; Türk zevkine göre iki tarafı ince taşlarla süslen miş; üzerinde üç gül seçiliyor, her birinin ortasında 7 elmas yer alıyor. Kılıç kayışını takmak için üç kopça kullanılıyor ve bandlardan her biri yeşil ipek kaplı ve bu kumaş altın ipliklerle tutturulmuş. Düğüm yerinde elmaslardan oluşmuş 15 gül görülüyor ve bunları ayrıca yakut ve zümrütler süslemekte. Paha biçilmez nefasette taşlar, kılıç askısında ayrıca yer alıyor. Kılıcın değeri yaklaşık 60,000 kuruş tu. 5 — îki nohud büyüklüğünde bir elmasla süslü, 3 miskal 114 danks ağırlığında bir yüzük. Değeri: 27,026 Krş. 6 — 4 miskal 4 danks ağırlığında diğer bir yüzük. Değeri: 6,000 » 7 — Sekiz köşeli safir ve bir nohut büyüklüğünde, 3 miskal ağırlığında bir yüzük. Değeri: 2,432 » 8 — Bir yüzük, 2 miskal 112 danks ağırlığında. Değeri: 4,050 9 — Mavi safir, değirmi biçimde, 3 miskal ağırlığında ve yarım nohut büyüklüğünde. Değeri t 1,192 » 10 — Diğer bir yüzük, 2 miskal 4 danks ağırlığında. Değeri: 2,026 » 202 HAMMER 11 — Dikdörtgen bir yakutla süslü yüzük, 4 miskal ağırlığında. Değeri: 20,000 » 12 — Değirmi bir yüzük, 4 miskal 2 danks ağırlığında. Değeri: 14,000 » 13 — Üzerinde «Oh! Kudretli Allah» ibaresi yazılı zümrütle süslü bir yüzük. Değeri: 550 » 14 — Sekiz köşeli altın ve beyaz emaye bir kutu, 150 miskal ağırlığında. Değeri: 950 » 15 — Altın örme ve dört büyük inciyle süslü bir kutu. Değeri: 600 * 16 — 57 parça zengin kumaş. Değeri: 4,275 » Sorgucun, hançerin, kılıcın, kutula rın, yüzüklerin ve diğer hediyelerin top lam değeri: 286,530 » Venedik elçisi Emmo da, raporuna (4 Nisan 1741 tarihli) kendi istihbaratı bakımından bir hediye listesi eklemiş bulunmaktadır. Fakat, iki rapor kıyaslandığında elçi Emmo'nun listesinde bazı eksikler görülmektedir. Mücevheratta eksikler görülmesine karşılık, aynı raporda kadın elbiseleri de hediyeler arasında yer almaktadır. <NOT: 3) Burada verdiğimiz hâtırat, Bonneval'in siyasî hareketlerini, bu konuda yazılmış sıhhati şüpheli hâ-tıratlardakinden ve prens de Ligne tarafından yayınlananlardan daha iyi tanıtmaktadır. Kont Bonneval'in, 1742 Haziranında Veziriazam Hekimoğlu Ali Paşa'ya Gönderdiği Hâtırat «Altesinize halihazır Avrupa işleri ve hıristiyan hükümdarların aşağı yukarı dünya ölçüsünde, Almanya imparatoru VI. Charles konusunda tutuşturdukları savaş hakkında yapacağım açıklamanın gayesi bakımından ve bütün bu karışıklıkların se~ bebleri ve hedeflerinin noksansız bir şekilde anlaşılması için bu asrın başına ve İspanya kralı II. OSMANLI TARİHİ 203 Charles'in ölümüne kadar gitmem kesinlikle zorunludur. Bu kral, Almanya'da İmparator adiyle hüküm süren gibi aynı Avusturya hânedânındandı ve tedavisi imkânsız bir hastalığın pençesine düştüğünden, onun yerine geçmek durumunda olanlar, hep birden iddialarını açığa vurdular; Fransa kralı ve Almanya imparatoru bunların önde gelenleriydi; ispanya kralı ile aynı hanedandan olan Almanya imparatoru, çocuklarından birinin II. Charles'ın vârisi ilân edilmesinden hiçbir suretle şüpheye düşmüyordu; Fransa kralı ve çocukları kan hakkı bakımından II. Charles'ın en yakını durumunda bulunuyorlardı; zira, bu krallık kızlara intikal ettiğinden, XIV. Louis'nin anası, karısı gibi, biri II. Charles'ın babasının kardeşi, diğeri ise onun kız kardeşiydi; bunlar, bu krallık üzerindeki haklarını Fransa veliahdına ve onun çocuklarına bırakmışlardı; Fransa veliahdının üç çocuğu vardı: En büyüğü şimdiki Fransa kralının babası olan dük de Bourgogne'du, ikincisi dük d'Anjou idi ki hâlen İspanya kralıdır, üçüncüsü ise arkasında vâris bırakmadan ölen dük de Berry'dir. V.A. Fransa'da Dauphin (veliahd) adının kralların büyük oğluna veya onların sülâlesinden doğrudan haleflerine verildiğini benden daha iyi bilir. En eski kanunlara göre, Fransa krallığının bütün İspanya krallığı üzerindeki hakları itiraz götürmezdi, fakat Avusturya ve Almanya hânedâm iki hanedan arasında kendi lehlerine yapılmış birçok mukavele bulunduğunu iddia ediyordu; bunlara dayanılarak veya bu mukavelelerde, iki taraftan biri öldüğünde karşılıklı olarak birbirlerine halef oluyorlar, tahta geçiyorlardı; bununla beraber Avusturya hanedanı kendi haklarına yanılmaz gözüyle bakıyordu. Bunda da başlıca sebeb, İspanyolların Fransız milletine karşı besledikleri yenilmez kindi; bu yüzden Fransa'ya karşı yaklaşık 200 yıl boyunca savaşmışlardı; bu müddete kısa barış ve fasıla- HAMMER lar girmişti; bununla beraber, Avusturya hanedanının beklentisinin aksine olarak, İspanya kralı II. Charles ölümünün yaklaştığını hissedince, kendi halefi olarak, dünyanın dört bir yanında bulunan devletlerin, prensliklerin, düklüklerin ve diğer devletlerin başına geçmesi için Fransa veliahdının ikinci oğlu Philippe'i, dük d'Anjou'yu davet etti; bilindiği gibi, İspanya, hıristiyan kralların başında bulundukları devletlerin en büyük ve geniş olanıdır; yaklaşık 41 yaşında olan bu prens, İspanya'nın payitahtı Madrid'e gidince, itirazsız kabul edildi ve bu tacın emrindeki bütün devletlerin kralı olarak tanındı. Fransız hanedanına bu kudret artışının gelmesi, öteki hıristiyan krallarını memnun etmemekle beraber, o /sırada Almanya'da saltanat süren İmparator Leopold üzerinde bir yıldırım tesiri yaptı; bu hükümdarın iki oğlu vardı, büyüğünün adı Joseph, ikincisinin adı Charles'dı, bunlar birbiri peşi sıra kendi veraset ülkelerinde, Macaristan ve Avusturya'da tahta çıktılar; imparator Leopold, İtalya'dakı İspanyol devletlerini, Milan dukalığım ve iki kral lığı, Napoli ve Sicilya krallıklarını zaptetmek üzere ordusunu derhal silâhlandırdı ve bu zaman esnasında hıristiyan hükümetlerine temsilciler göndererek onlara, Fransa altmış yıla yakın bir zamandan beri bütün birleşmiş devletler karşısında zafer kazandığına göre, bu defa İspanya da bu kudretli hanedanın eline geçtiğine göre, artık bütün devletlerin sonunun geldiğini anlattı; bu teşebbüsünü yazılar da göndererek destekledi; bu yazılarda, ispanya tahtı üzerindeki haklarını isbat etmek iddiasm-daydı-, bu hakları Fransızlar kolayca reddettiler. Fransa üç yıldan beri İmparator ve müttefiklerine karşı savaşı sürdürüyordu; Fransa'nın düşmanları İspanya'ya İspanya'nın içinden hücuma geçmeğe karar verdiler. Bu yoldan hemen harekete geçildi ve imparator Leopold'un küçük oğlu, Joseph'in küçük kardeşi arşidük Charles, III. Charles adı altında İspanya kralı, II. Charles'ın meşru halefi ilân edildi; fakat, imparator Leopold ve imparatoriçe Madleine, OSMANLI TARİHİ 205 onun görünüşte meşru bir unvanla hukukunu des teklemek için, daha önceden Romenlerin kralı olan ve babasının ölümünden sonra tahtın vârisi durumundaki arşidük Joseph'i kardeşi lehine İspanya tahtı üzerindeki haklarından vazgeçmeğe zorladılar; kardeşlerin birbirlerine karşı hiçbir dostluk bağları bulunmadığından, bu meseleyi halletmek kolay olmadı, fakat nihayet, Joseph, babası imparatorun ve müttefiklerinin ricaları karşısında boyun eğdi; bununla beraber, önemli bir şart koşmayı da ihmâl etmedi: İspanya tahtından feragat edişi yalnız kardeşinin şahsına bağlı olacaktı; kendi erkek vârisleri ve bunların bulunmamaları ve vârisleri kız olduğu takdirde Almanya ve Macaristan ve bunlara bağlı devletler kendi kızlarına geçecek, İspanya tahtı konusunda da kendi kızları Charles'in kızlarına tercih edilecekti. İmparator babaları, iki kardeş arasındaki bu anjaşmaya müsaade etti ve hemen tatbikine geçildi. İngilizler ve Hollandalılar büyük bir ordu ile İspanya'ya nakledilmiş olduklarından, İspanya kralı III. Charles (Fransa'nın düş manı olan devletler ona bu unvanı vermişlerdi), önce müttefiki Portekiz kralı ve sonra Catalogne tarafından kabul gördü; bu eyâlet ve iki devlet, Ara-gon ve Valence, Portekiz kralı Philippe'e karşı isyan ettiler, fakat eski Castille devletleri denilenlerin hepsi ona sadık kalmışlardı-, fakat Charles, kısa bir süre sonra Aragon ve Valence krallıklarını kaybedince, kendisine yalnız Catalogne kaldı. Charles'in İspanya'ya hareketinden yaklaşık iki yıl sonra, imparator Leopold öldü ve yerine Romenlerin kralı olan büyük oğlu Joseph geçti. İtalya'da Fransızların talihi tersine döndü: Yeni kral ve müttefikleri tarafından fethedilmiş olduğundan Napoli krallığını, Milan dukalığını terketmek zorunda kaldılar; bunlar İspanya kralı III. Charles demlen arşidük Charles'a krallığının birer parçası olarak teslim edildiler. İspanyol Flandre’ındaki Limbourg dukalığı İngiliz ve Hollandalılar tarafından fethedildiğin-den, III. Charles buranın kralı olarak tanındı. Fa- HAMMER kat, bu da şartlı oldu: İki kardeş arasında yapılmış olan mukavele yürüyecek, ve imparator Joseph, kendi ordusu ve müttefikleri tarafından, Fransa hanedanı tarafından zaptedilmiş ve kendileri tarafından geri alınan topraklardan İspanya krallığı adına vazgeçeceklerdi ve Charles yaşadığı müddetçe İspanya kralı olarak kalacaktı, İspanya'dan çıkmak zorunda kalsa da unvanı devam edecekti ve kardeşinin erkek çocukları olduğu takdirde babalarının tahtına çıkacaklardı. Yaklaşık onbir yıldan beri İmparator, müttefikleri ve sözde kral Charles tarafından Fransa krallığına karşı bu kanlı savaş sürüp gidiyordu; imparator Joseph erkek evlâd bırakmaksızın öldüğünde, bütün bu fetihlerden, Char-les'ın elinde sadece Barcelone, Tarrgone şehirleriyle Catalogne'da birkaç önemsiz mevki kalmış bulunuyordu. İmparator Joseph, geride iki kız çocuk bırakmıştı; bunlardan biri, sonradan, hâlen Polonya kralı olan Saksonya elektörü ile evlendi-, ikinci kızı, yeni imparatorluk tacını giymiş olan Bavyera elektörü ile bir izdivaç yaptı; bu sonuncu damadm babası ve Kolonya elektörünün babası İspanya kralı V. Philippe'in anasının, Fransa veliahdının karısının kardeşleri idiler, yalnız bunlar, bütün hıristi-yan kralları arasında yeğenlerinin vârisi olarak ortaya çıkmak cesaretini gösterdiler. Fakat, Alman-ya'daki savaş, Fransa bakımından îtalya'daki gibi çok kötü gitmiş değildi, bunlar elektörlük bölgelerini kaybedip Fransa'ya çekilmek zorunda kaldılar. Bavyera elektörünün altı veya yedi çocuğu, Avusturya tarafından İtalya yakınında küçük bir şehirde mahpus tutuldu ve kendilerine yaşamaları için küçük miktarda bir tahsisat verildi. İmparator Joseph'in ölümü, III. Charles'ı Almanya'ya dönmek ve kardeşinin yerine tahta geç mek mücâdelesine başlamak zorunda bıraktı-, kısa bir süre sonra bunu başardı ve ağabey isinin yerine imparator tanınarak Frankfurt şehrinde taç giydi; bugün İngiltere'de saltanat süren Hannover elektörünün hanedanından bir prensesle evlendi: Ev- OSMANLI TARİHİ 207 lenmeleri üzerinden her ne kadar üç sene geçmişse de çocukları olmadığından, Catalan'ları kendi taraftarı olarak muhafaza edebilmek için karısını İspanya'da bıraktı. Charles’ın imparatorluk makamına oturması ve evvelce kardeşinin kazanmış olduğu başarı, İngiltere'de pek çok ileri gelen kişide korkuya sebeb oldu; bu kişiler uzun savaşlardan olduğu kadar bunların yol açtığı büyük masrafları karşılamaktan da bıkıp usanıyorlardı. Almanya İmpa-ratorluğu'na bütün İspanya krallığı da eklenince^ V. Charles döneminin geri geleceğinden şüpheye düşüyorlardı. Bilindiği gibi, V. Charles, Almanya imparatoru ve İspanya kralı idi. Bundan 220 yıl önce Osmanlıların İmparatoru Muhteşem Süleyman ve Fransa kralı I. François, V. Charles’ın bütün hıristiyan dünyasını fethetmek ihtirasının karşısına dikilmeselerdi, bu fetih rüyası gerçekleşmiş olacaktı. Bu ittifak, V. Charles'a, Türklerin büyük bir askerî dehâ göstererek fethettikleri, Macaristan'ın en büyük bölümünü ve payitahtı Buda'yı kaybettirdi. Fransızlar İtalya'da Milano'yu kaybettilerse de Almanya'nın yakınında çok mühim eyâleti, Metz, To-ul ve Verdun'u işgal ettiler ki, bu eyâletler, Almanya tarafındaki sınırlarını örtüyordu; böylece, gerçeğin ta kendisi olarak söylenebilir ki, bütün hıristiyan hükümdarlar kurtuluşlarını Osmanlı İmparatoru Muhteşem Süleyman'a ve onun müttefiki Fransa kralı I. François'ya borçludurlar; fakat, zamanımızın hâdiselerine gelmek için siz Fehâmetlû efendimize şurasını arzedeceğim ki, Fransa, aralarında ittifak anlaşması bulunan hıristiyan hükümdarlara karşı onbir yıl boyunca sürdürdüğü savaş dolayısiyle son derece tükenmiş durumda bulunuyordu, Fransa'nın torunu İspanya da aynı durumdaydı; İngiltere'de bulunan gizli ajanları, casusları vasıtasiyle ve bu adada esir tutulan kendi generallerinden biri olan mareşal Talartdan, İngiliz milletinin büyük bir kısmının barış istediğini sevinerek öğrendi. Yaklaşık altmışdokuz yıldan beri saltanat süren Fransızların imparatoru XIV. Louis bu HAMMER durumdan faydalanmak için her vasıtayı kullanma yi ihmâl etmeyerek teşebbüse geçti. Zaten XIV Louis idare ilminde ve fırsatları değerlendirip dev letinin lehine neticeler elde etmekte dünyada eşi bulunmaz denecek kadar ustaydı. O sırada İngil tere tahtında bulunan kraliçe Anne'ın nedimesi madmazel Masham'ı elde ederek hükümette deği siklik yaptırdı. İngiltere hükümetinin yeni nazırlarından ikisi fazlasiyle barış taraftarıydı. Böylece, bir taraftan barış imkânını hazırlarken, Almanya imparatoru VI. Charles'ın veraset yoluyla kullana bileceği İspanya'ya bağlı devletlerin onunla birleş meleri imkânını da ortadan kaldırmış oluyordu. Bütün bunlar olurken, İngiltere hükümetindeki, biraz önce sözünü ettiğim iki nazır da İngiltere ile Fran sa arasında barışı gerçekleştirmek konusunda el lerinden geleni yapıyorlardı. Bu teşebbüsler İngil tere'nin müttefiklerini rahatsız edecek ve kısa sürede onları İngiltere örneğine uymak zorunda bira kaçaktı. Nitekim, İngiltere ordusu Flandres'larda müttefiklerinin ordularından ayrılınca, Fransızlar bunların üzerinde önemli sayılabilecek bir zafer kazanmışlardı; bu zaferde Fransızlar, onların üç yıl da ele geçirdikleri üç yeri, üç ayda geri almışlardı, bu durum, İngiltere'nin müttefiklerinin yüreğine korku saldı: Böylece, Fransa'nın altmış yıldır elin de bulundurduğu üstünlüğü ortadan kaldıramayacaklarını birçok sebeblerden anlamanın korkusu hepsini birden barışa zorladı. Almanya imparatoru tek başına harbi sürdürmek istedi, fakat ilk mey dan savaşında işlerin iyi gitmediğini gördü: Fran sa kralı, onun imparatorluğunun yolunu kapayan iki kalesini, Landan ile Fribourg'u zaptetti. İmparator, ancak, elkoyduğu ülkeleri ve elektörlerin topraklarını sahiplerine iade etmek suretiyle barış yapabildi. Bu elektörler arasında, evvelce bahsettiğim Bavyera ve Cologne elektörleri vardı, ki bunlar amcaları olan İspanya kralını taht üzerinde tutmak, saltanatını devam ettirmek için herşeylerini feda etmişlerdi. OSMANLI TARİHİ 209 İmparator, Bavyera elektörüne, ondan aldığı eşyaları, gümüş takımlarını, mücevherleri de iade etmek zorunda kaldığı gibi çocuklarının haklarını da kabul etti. Diğer taraftan Fransa, İtalya'da Mi-lan dukalığı ile Napoli krallığını geri verdi; üç-dört yıl sonra Sicilya (Payitahtı Mesina olan) adası da Savoie dükü zorlanmak suretiyle -ki orasını kral ünvaniyle almıştıve kendisinin Sardonya adasiyle yetinmesi sağlanarak İmparatora verildi, nitekim bugün de kendisine Sardonya kralı denilmektedir. İspanya kralı da, imparatorun lehine olarak İspanyol Flandre’ından feragat etti; çünkü burası ülkelerine yakın olduğundan İngiliz ve Hollandalıların kıskançlık duygularını uyandırıyor ve Fransa ile münasebetlerinde bir pürüz noktası oluşturuyordu. Diğer taraftan, İspanya kralı, Yeni Dünya (Amerika) ve büyük Philippines adalarında, Çin ve Japon adalarındaki imparatorluğunu muhafaza etti, bu da düşmanlarının iddia ettiklerinin aksine İspanya'yı daha fazla birlik hâline getirdi; zira bu saydığım yerlerden İspanya'ya altın, gümüş ve mücevher akıyor ve bunlar onun kudretini büyültüyordu. Gerçekte İspanya kralı Fransa imparatorundan sonra hıristiyan hükümdarların en kudretlisi ve gerçekten en zenginiydi. İspanya kralı V. Phiıippe ile Almanya imparatoru VI. Charles arasındaki barış, Fransa ile aynı zamanda gerçekleşmedi: Catalogne'u boşaltacaklarını vaadetmiş olan Almanlar, aksine, âsileri gizlice kışkırtıyor, onlara para yardımı, yiyecek ve savaş malzemesi gönderiyordu; bu, İngiltere, Hollanda ve Fransa'ya verdiği sözün tamamiyle aksine bir davranıştı. XIV. Louis bu durum karşısında, torunu olan İspanya kralına askerî yardımda bulunmak zorunda kaldı ve âsiler tenkil edilmiş oldu; Almanya imparatoru VI. Charles’ın utanç duyması gereken bu durum, hıristiyan ülkelerine dört yıl boyunca derin Hammer Tarihi, C: VIII. F.: 14 HAMMER bir barış dönemi yaşamak imkânını sağladı. Fakat, Sicilya'yı Savoie düküne ancak erkek vârisi olmadığı takdirde bu ülkenin tekrar İspanya'ya döneceği şartiyle vermiş olan İspanya imparatoru, bu krallığın Almanya imparatoruna verilmek üzere müzakereler cereyan ettiğini öğrenince, Sicilya'yı tekrar Napoli krallığı ile birleştirmek maksadiyle Osmanlı Sultanı ile Almanların savaşa tutuşmuş olmalarından yararlandı ve adayı fethetmek maksadiyle harekete geçti. O sırada, ispanya kralı Bâb-i Âlî'ye şövalye Boisimen adında bir elçi gönderdi. Fakat, İstanbul'da bulunan Avrupa devletleri elçilerinin çevirdikleri dolaplar yüzünden İspanyol elçisi istanbul'da hiçbir netice elde edemeden kendi-, sine dünyanın en güzel iltifatları yapılarak, Sultan'-ın veziri ibrahim Paşa'dan alınan emirle onaltı kese para ihsam da alarak, ispanya'ya dönmesi için Edirne'ye gönderildi. Böylece, Bâb-ı Âlî, Sultan lehine son derece yararlı bir'ittifak oluşturmak imkânını kaçırmış oldu. Büyük Sultan böylece, hıristiyan kralların çıkarlarına göre hareket edeceği yerde, kendi menfaatlerini elde etmek için muazzam bir fırsat yakalamış olacaktı. Bununla beraber, ispanya kralı, iki ay içinde aşağı yukarı adanın tamamını işgal eden askerlerini karaya çıkardı. Aynı yıl ispanya kralı bütün düşüncelerini gerçekleştirmiş olacaktı. Fakat, Almanya imparatoru, Fransa ve ingiltere ispanyollara karşı birleştiler, ispanya kralı, imparator III. Ahmed'in kendisiyle ittifak anlaşması yapacağına dair ihtiyar prens Rakotzi'nin vaadine fazlasiyle bel bağladı. Bu vaad gerçekleşmedi, bu da ispanyol birliklerinin Sicilya'yı terketmelerine sebeb oldu. Şurası muhakkak ki, Bâb-ı Âlî ispanya ile ittifak etmiş olsaydı, Macaristan'da işleri kolaylıkla yürütecekti, ingiltere ve Fransa Bâb-ı Âlî'nin müttefiki ispanya'ya karşı herhangi bir harekette bulunmak cür'etinden uzak kalacaklardı, ispanya ise, italya'da kaybetmiş olduğu devletleri rahatça geri OSMANLI TARİHİ 211 alacaktı. Bütün bunlar Almanların Belgrad'ı aldıkları yıl içinde cereyan etti, kısa bir zaman sonra barış anlaşması yapılmıştı ve İspanyol birlikleri Sicilya ve Sardonya'yı boşalttıklarından bu adalardan ilki Almanlara kaldı, ikincisi ise Savoie düküne teslim edildi ve hâlen onun admı taşımaktadır. Bu olayların peşinden hıristiyan devletler onüç yıl boyunca sürekli bir barış dönemi yaşadılar-, bu, Saxe elek-törü ve Polonya kralı FredericAuguste'ün ölümüne kadar sürdü. Polonyalılar kralları olarak Fransa'nın bugünkü kraliçesinin babası Stanislaus Les-zinsky'i seçtiklerinden Ruslar buna karşı çıktı ve Almanya imparatoru VI. Charles'ı, ölen kralın oğlu, hâlen saltanat sürmekte olan kralı İspanya tahtına oturtmak için savaşa soktular-, fakat bu hareketi Alman imparatoruna, iki güzel krallığı, Sicilya ve Napoli'yi Fransa ile birleşen İspanya'ya kaptırmasına maloldu, Fransa ve müttefiklerine karşı iki veya üç savaş kaybetmesine, ordusunun en tecrübeli subaylarım muharebe meydanlarında bırakmasına maloldu-, bunlar genellikle generaller,' yüksek rütbeli subaylardı; imparatorun elinde çok küçük oranda yüksek rütbeli subay kaldığından orduları ar-Uk harekete geçebilecek durumda değildi. Barış anlaşması yapıldı ve Lorraine dükü, kendi dukalığını îtalya'daki Toscane dukalığı ile değiştirdi ye bu dukalığı Fransa'ya teslim etti-, Fransa da dukalığın gelirini Polonya krallığını kaybetmesinin tazminatı olarak kayd-ı hayat şartiyle kral Stanislau Leszins-ky'e bıraktı. Bütün Milan dukalığı Almanya imparatoruna geri verildi, ki bu dukalığı bu savaşta kaybetmiş ve bütün italya'da elinde sadece Man-tooue şehri kalmıştı ve bu şehir de İspanyollar tarafından muhasara altındaydı ve barış anlaşmasının imzalanması biraz daha gecikseydi, şehrin İspanyolların eline geçmesi artık sadece bir an meselesiydi. İspanya sarayı bu durumdan pek memnun olmadı, çünkü, Alman imparatoruna, Napoli ve Si- HAMMER cilya'nın, ki bu iki mühim yer İspanyolların kralının oğlu înfant Don Carlos tarafından şahsen fethedilmişti, kaybetmesinin tazminatı olarak Parme ve Plaisance dukalıkları verilmişti; bu iki dukalık İspanya kralının oğluna annesi tarafından intikal etmişti ve onun sahipliği altındaydı ve Toscane büyük dukalığı da bu durumdaydı ve Fransa'nın muvafakatiyle, kendi dukalığı ile değiştiğinden Lorra-ine dükünün vârisi ilân edilmiş durumunda bulunuyordu. Bu savaşda bütün yağlı parçayı kapan, müttefikleri Almanya imparatorunun zararına olarak Kuşlardı. Oysa Almanya'yı Büyük Sultan'a karşı haksız teşebbüsleri içine sürüklemeyi de başardılar. Hücuma geçip Assov'u aldılar; yaklaşık beş yıl önce, Bâb-ı Âlî bu milletle bir savaş beklemediği sırada, bu savaş hâlini ilân ettiler; Bâb-ı Âlî yine hayret içinde kalarak Rusların Orkapı'yı almış olduklarını ve büyük ordularının Kırım'da bulunduğunu, her tarafı ateş ve kan içinde bıraktığını öğrendi. Bu istilâya karşı koyabilecek bir kuvveti acele toplamak üzere harekete geçti. Viyana hükümeti önce arabuluculuk teklif etti, fakat bunun samimi bir tarafı yoktu: Sadece İtalya'da perişan olan ordularını derleyip toparlaması için imparatora vakit kazandırmak maksadiyle bu oyuna başvurulmuştu. Ve savaşın bu ilk yılı boyunca, Türkler Ruslarla boğuşurken Viyana hükümeti sadece Bâb-ı Âlî'nin nazırlarını aldatmağa çalıştı. Bu nazırlar Almanya'nın İstanbul elçisi Talman'ın nutuklarına gerektiğinden fazla önem veriyorlardı; İstanbul'da uzun yıllar elçi olarak bulunan Talman'ın söylediklerinin gerçekle alâkası bulunmadığı hususunda Humbaracıbaşı Ahmed Paşa (Bonneval'in kendisi) uyarmalarda bulundu, Majeste Sultan'ın nâzırla-riyle konuşarak onlara Almanların kendilerini aldattığını, Öosna'dan hücuma geçerek Ruslara yardım etmek için ordularını düzenlemekle meşgul olduklarını söyleyerek uyardı; Almanların hazırlıklarını tamamlayınca Bosna tarafından, Nice'den ve Eflak'dan hücuma geçeceklerini teferruâtiyle an- OSMANLI TARİHİ 213 lattı, üstelik bu anlattıkları o kadar az sırdı ki, hıristiyan devletler dört veya beş ay önce Bosna'da Banyaluka'yı muhasaraya teşebbüs ettiklerinde bütün bunları kendi gazetelerinde yayınlamışlardı. Haşmet Paşa (Bonneval) aynı gazeteleri Türkçe ter-cümeleriyle Babadağı'nda bulunan Veziriâzam’ın kâhyası Osman'a gönderdi, fakat inatçılığı ve Tal-man hakkındaki müsbet görüşleri ve yanında bulunan ortodoks dinindeki Rumların tavsiyeleri devletin işine yarayacak her şeyi tersine çevirdiğinden bütün uyarma zahmetleri boşa gitti. Veziriazam, Re-isefendi ile Râgıb Efendi'yi gönderdiği Niemirow kongresinde her şeyin yoluna gireceği ümidiyle kendisini avuttu. Babadağ'dan Veziriâzam’ın olağan-* üstü* yetkili olarak Niemirow kongresine gönderdiği Reisefendi, elçi olarak hâlen Paris'de bulunan Said Efendi'dir, Râgıb Efendi ise Reisefendi makamında bulunuyor. Bunlar kongreye gittiklerinde, Alman ve Moskov olağanüstü yetkili murahhaslarının gülünç teklifleriyle karşüaşmışlardı ve en müsait şekilde hücum edebilmek için Bâb-ı Âli ile eğlendiklerinin farkma varmışlardı. Osman Kâhya kısa bir süre sonra Moskovlarm Assow'u kuşatıp aldıklarım ve Almanların seksenbin askerle Nice üzerine yürüdüğünü ve prens de Saxe-Hildebourghausen'in Alman birliklerinden alınmış 25 bin düzenli askerle ve bütün Hırvatistan, Esklavonie ve Macar milis kuvvetlerinin toplamı altmışbin askere varan bir kuvvetle Banyaluka'yı muhasara maksadiyle Bosna'ya girmek üzere Sava nehrini geçmeğe hazırlandıklarını öğrendi. Bu kadar kötü haberi hep birden alan Osman Kâhya öylesine bir şaşkınlığa uğradı ki, âdeta koskoca imparatorluğu içine sürüklediği tehlikeleri görüyor, hiçbir çâre bulamıyordu ve bir müddet soıara, bu dâima muzaffer imparatorluğun savunması için kötü tedbirler almış olan küçük defterdar Halil Efendi gibi, hatalarını başmı kaybetmek suretiyle ödedi. Kısa bir süre sonra İstanbul'da Nice'ir* savunmasız teslim olduğu, buna karşı- HAMMER lık Osmanlı ordusunun İsakçı köprüsü vasıtasiyle Babadağı'ndan Kartal'a geçtiği öğrenildi, ki bu ikinci haber bu kadar hastalık içinde son derece zayıf bir ilâç sayılabilirdi. Hükümetin bütün gücü Veziriazam Silâhdâr Mehmed Paşa üzerinde otorite kurmuş olan Osman Kâhya'nın elindeydi. Veziriazam iyi bir insandı, fakat önemli hâdiseler üzerinde pek az bilgi sahibiydi; bu bakımdan devletin birinci derecede önem taşıyan işleriyle Osman Kâhya ile defterdar Halil Efendi meşgul oluyorlardı; bunlar da hakkettikleri cezaya çarptırılmışlardı. Silâhdâr Mehmed Paşa azledilerek yerine Abdullah Paşa getirildi; Kaymakam Köprülü Ahmed Paşa serasker olarak Sof ya'ya gönderildiğinden, yerine kendisine kâhya olarak hizmet görmüş olan Yeğen Mehmed atandı. Ni-ce'in zaptedildiği haberi, İstanbul'a, Alman ordusundan firar etmiş olan iki Fransız askeri tarafından ulaştırılmıştı. Bunları, gece gündüz demeden ko şarak haberi İstanbul'a ulaştırmakla görevlendirmişlerdi. Yeğen Mehmed Paşa, bu haberci Fransız askerlerini sorguya çekip olup bitenleri öğrenmesi için Haşmet Paşa'yı (Bonneval'i) çağırttı. Bunların sorgusundan öğrenildi ki, Nice şehri, garnizonun hatâsı yüzünden en ufak bir mukavemet bile göstermeden Almanların eline geçmişti. Vezâret-i-uz-mâ makamı kaymakamı Yeğen Paşa üzüntü içinde hareketsiz kaldı ve bu haberin etrafa yayılmama-sim istedi, çeyrek saat kadar konuşmadan, tam bir suskunluk içinde kaldı, gözlerinden yaşlar dökülüyordu. Sonra Haşmet Paşa'ya, bu kadar tehlikeye karşı nasıl çâre bulunabileceğini sordu; Sultan’ın elinde o tarafta düşmanın karşısına çıkaracak ordu namma hiçbir şey yoktu. Humbaracıbaşı Haşmet Paşa (Bonneval), Kaymakam Yeğen Mehmed Pa-şa'nın sualine şu cevabı verdi: Rumeli'de eli silâh tutan herkesi, atlı ve yaya olarak serasker Köprülü Ahmed Paşa'ya kat/lmak (iltihak etmek) üzere Sofya'ya doğru harekete geçirmek gerekiyordu. OSMANLI TARİHÎ 215 Aynı zamanda, bütün mollalara, kadılara, voyvodalara, Sofya'ya gidecek insan ve hayvanların yiyecek ihtiyaçlarını kendi bölgelerinden bulup taşıtmak emri verilecekti; Haşmet Paşa, bu cevabı verdikten sonra şunları söyledi: Nissa Rumeli'nin ortasında olduğundan, zaptedilmiş olması fazlasiyle önemli sayılmazdı, Almanlar oradan kolayca kovu-labilirdi; fakat Tuna nehri üzerinde bulunan Vidin için aynı şey söylenemezdi, burası Almanların eline geçtiği takdirde bu olay muzaffer Osmanlı İmparatorluğu için öldürücü olabilirdi, bunun için eli silâh tutan herkesi Sofya'daki serasker Köprülü Ahmed Paşa’nın yanına göndermek gerekiyordu; köyler ve kasabalarda bu insanları besleyecek her şey ihtiyaçlarına tahsis edilmeliydi; Vidin kalesi kumandanı Evliya Mehmed Paşa, emrinde savunma için sağlam ve arzulu altıyüz asker bulunduğunu kendisine yazmıştı. Vezâret-i-uzmâ kaymakamı Yeğen Mehmed Paşa, Haşmet Paşa’nın tavsiyelerini yerinde bulduğundan, hemen Sultan’ın Hatt-ı Şerifleri kaleme alındı, emirnameler hazırlandı ve bunları Rumeli'nin dört bir tarafına götürecek olan ulaklar ertesi sabah yola çıkarıldı. Ve bu derme çatma, toplama görüntüsü veren Türk milis kuvvetleri, dük de Lor-raine'in kumanda ettiği muntazam birliklerden oluşan seksen bin kişilik ordusunu mağlûb etti ve bu savaş sırasında Köprülü Ahmed Paşa Nice'i Almanların zaptetmesi kadar kolaylıkla geri aldı. Bilhassa takviye birlikleri alan Vidin kumandanı Evliya Mehmed Paşa, kendisini teslim almağa gelen düşman ordusunu yendi; bu kadarla da kalmayarak Tuna üzerindeki filolarının bir kısmım yaktı. Zâtı Âlinizin kudretli eh Bosna'da iken orada Paşa olarak bulunuyordunuz ve prens de Saxe-Hildbourghausen'in kumanda ettiği Alman ordusu, inatçı mukavemetine rağmen, Banyaluka kalesini muhasara ediyordu ve kudretli eliniz düşman ordusunu ebediyen Bosna'dan kovdu. Şurası doğru ki, 216 HAMMER bu mağlûb kumandanın arta kalan kuvvetleri dük de Lorraine'in ordusuyla birleşti ve onüç veya on dört kere Banyaluka'ya saldırdı, fakat kaç kere saldırdıysa, o kadar kere mağlûbiyete uğratıldı ve bu zaferler gösterdiğiniz cesaret ve tedbirliliğin eserleriydi; başında bulunduğunuz eyâleti zaptet mek için toplanmış ve yüz bin kişiden fazla ola rak sefere başlamış olan bu saldırgan ordu, dük de Lorraine ve kont de Seckendorf'un ayrılmalarından sonra kumandanlığı ele alan feldmareşal kont de Philippe'in Viyana'ya, gönderdiği listeye göre on-dokuzbin üçyüz kişiye düşmüştü. Hiçbir suretle övü cülüğe düşmeden denilebilir ki, Sultan, düşmanlarının kendisine karşı meydana getirebildikleri en güzel orduyu mahvetmiş olmayı, muzaffer İmparatorluğa karşı harekete geçirilen bu orduyu ortadan kaldırmış bulunmayı, kendi değerine ve tedbiri el den bırakmayışına borçludur. İsveçliler Bâb-ı Âlî'nin tekliflerini müsait bir şekilde karşılamış olduklarından beri, Moskoflar tarafından, gerek ihanetlerle ve diğer gizli iğren-dirici yollara başvurulmak suretiyle veya onlarla yapılan anlaşmaların uygulanmasını reddederek ve bu tutumu İsveç kralının kendilerine teslim etmiş olduğu «bledleri» (*) sırf paralan için sınır dışı etmeğe kadar vardırarak dâima rahatsız edilmişler, güçlüklerle karşı karşıya bırakılmışlardır. Moskof limanlarında İsveçli tacirlere kötü muamele ediyorlar, bunu da onlara hiçbir şey sattırmamaya kadar ileri vardırıyorlardı ve İsveç krallarının ikamet ettikleri Stockholm'daki Rus elçisi bu yapılanları az bulmuş ve memnun kalmamış olacak ki, ülkenin ileri gelen beylerinden biriyle kralı ve hükümetini devirmeyi hedef alan bir suikasd üzerinde anlaştı; Allah'dan ki, bu suikasdı, Bâb-ı Alî katındaki İsveç elçisi Carlsohn'un bir akrabası ortaya çıkardı. Zâtı Âlileri, bu kötülüklerin, yukarıda imâ ettiğim gibi, çariçenin emriyle baron Sinclair'in ts(*) Hunlar döneminden kalma eski bir kavim. (Ç.N.) OSMANLI TARİHİ 217 tanbul'dan isveç'e dönerken alçakça katledilmesiyle alâkalı bulunduğunu anlamaktasınız ve bunların hepsi birden tsveç milletini, kendisini bu gizli kötülükler ve ihanetlerden açıkça kuvvet kullanarak savunmak zorunda bırakmışlardır: Kötülüklerle dolu bir milletle ikide birde ihanet edilen, uyulmayan bir barış yaşamaktansa savaş halinde olmak daha az tehlikelidir. Bu anlatışı İsveç savaşına kadar götürdükten sonra, Fehâmetlû Efendimize, bu savaşın sebeble-rini, Almanya imparatoru VI. Charles'a haleflik, mi-rasçılık iddiasına kalkışan, silâhları elde kral ve prenslerin birbirinden farklı çıkarlarını açıklamalıyım. Almanya imparatoru VI. Charles, bütün hak ve sebeblere karşı, bütün mülk ve devletinin veraset hakkını, büyük kardeşinin kızlarını hesaba katmaksızın, büyük kızı Marie-Therese'e ve bunun çocuğu olmadığından ikinci kızma bırakmıştı. Söylemiş olduğum gibi, büyük kızı Polonya kralı olan Saksonya elektörü, ikinci kızı Bavyera elektörü ile evlenmiş olan imparator Joseph, dört buçuk ay önce VI. Charles'ın yerine imparator seçildi. Ne var ki, VI. Charles, mülkünü ve ülkesini kızlarına bırakırken, bazı kral ve prenslerin haklı çıkabilecekleri iddialarını dikkate almamıştı; zira, bunların hükmettikleri ülke ve eyâletler, anayasaları gereği kızlara intikal edememekte ve imparatorlukta kendisine halef olacak şahsa intikal etmektedir-. İtalya'da bulunan Milan, Parme ve Plaisance dukalıklarının durumu böyle olduğu gibi, genellikle asıl Avusturya demlen Stirie, Carintie, Carniole ve Vingt Marc (Windische Mark), ki bu sonuncusu Frioul'-un bir bölümünü de içine almaktadır, Istrie, Mar-quisat de Çilli ve Morlaquie - ki bu sonuncular Adriyatik körfezindedir - durum bakımından İtalya'-dakilerden daha farklı değildir. Bu son Avusturya hanedanı, şimdiki Rusya kralının cedlerine ait olan zengin Silezya eyâletinin büyük bir bölümünü de gasbetmiş bulunuyordu. Böylece, müteveffa Alman- HAMMER ya imparatoru VI. Charles'ın halefi olmak iddiasındaki başlıca şahıslar Bavyera imparatoru VII. Charles, aynı zamanda Saksonya elektörü olan Polonya kralı ve Prusya kralı, ki bunların hepsi de hükümdardır ve devletleri Almanya'nın içindedir, bunlardan sonra da İtalya'da kendisi veya çocukları için hak iddiasında bulunan İspanya kralı gelmektedir. Bavyera hanedanının saltanatın meşru vârisi olarak tanınmasiyle torununu ispanya tahtı üzerinde tutmak için XIV. Louis'nin sürdürdüğü savaş sırasında saltanat hakları ve şerefinden her şeyi kaybetmiş olan imparator VII. Charles'ın başına imparatorluk tacını giydirmekte fazlasiyle yardımı kaydedilen Fransa kralı, VI. Charles'ın dük de Lorraine'in karısı olan kızına karşı oluşturulan bütün bu ittifakın başına getirildi; bununla beraber, Fransa'nın sadece Bavyera elektörüne karş* duyduğu minnettarlıkla değil, fakat kendisi için sekiz yıl hapislerde yatmacasma ve çocuklarına varıncaya kadar her şeyini feda etmiş olan bir prensin oğluna karşı adaletli davranma yolunda hareket ettiğini göstermek maksadiyle, Alteslerinizin gözleri önüne Charles'ın kızlarına karşı Joseph'in kızlarının itiraz kabul etmez haklarını koymam zarurîdir,- bundan sonra yeni imparatorun imparator olmak sıfatiyle mâlik olabileceği timâr, has ve zeametin mâhiyetine geçeceğim. Zâtı Âlîleri, bundan kırkbir yıl önce ispanya veraseti savaşı başladığı sırada, arşidük Joseph ve arşidük Charles'ın babaları imparator Leopold'un, XIV. Louis'nin torunu ve hâlen taht üzerinde bulunan V. Philippe'le savaşarak tahtı ele geçirmek üzere ikinci oğlunu göndermeğe karar verdiğini hatırlamak lûtîunda bulunacaklardır, imparator Le-opold, çocuklarının haklarının düzenleyicisi olarak onlara bir mukavele veya anlaşma imzalattı, bu anlaşmaya göre, büyük oğlu arşidük Joseph küçük kardeşi Charles ve onun erkek çocukları lehine OSMANLI TARİHİ 219 İspanya krallığı üzerindeki bütün haklarından feragat ediyordu; bununla beraber, feragat şartlıydı ve şart şuydu: Vâris olarak her iki kardeş de kız çocuklara sahip oldukları takdirde, Joseph'in kızlarından en büyüğü yalnız Almanya ve Bohemya ve Macaristan'daki ülkelerin değil, aynı zamanda İspanya tahtının ve buna bağlı devlet ve ülkelerin de vârisi olacaktı ve bu anlaşma İspanya tahtı için yapılan savaşta Joseph ve Charles tarafından tatbike konulduğunda, ana ve babanın tahtlarının normal intikalini düzene koymak için meşru ve hukukî karar vericiler olarak belirttikleri irâdeyi kendisinin tek taraflı davranışıyla bozabileceğine inanan VI. Charles’ın bu tutumu hem haksızlık, hem de akıl dışıydı. Bu bakımdan Fransa kralının, amcası ve Joseph'in küçük kızıyla evlenmiş olan Bav-yera elektörüne ve VII. Charles'a ve dolayısiyle imparatorun büyük kızıyla evlenmiş olan Saksonya elektörü Polonya kralına yardımlarda bulunmasından daha haklı bir .şey düşünülemez. Fransa kralının müttefiki olan Prusya kralının Silezya üzerindeki iddialarını desteklerken de daha az haklı değildir; çünkü selefleri, kendisinden önceki krallar döneminde gaspedilmiş olan timar ve zeametleri ta-leb etmektedir; amcası İspanya imparatorunun İtalya ve bazı devletler üzerindeki haklarına gelince, Fransa kralı, imparator ve imparatorluğun haklarını desteklediği kadar İspanya'nınkileri de desteklemektedir ve Zâtı Âlinize şu hususu, yâni zeametlerin mâhiyetini göstermem yetmektedir ve dük de Lorraine'in karısı olan VI. Charles'ın kızı ve küçük kardeşi, ne biri ne öteki Avusturya tahtı üzerinde hiçbir talebde bulunmadıklarına göre, bunların tam haklarını vermek için sadece asaletlerine yaraşacak şekilde yaşamalarını sağlamak hususunda gerekli tahsisatı vermek yetecektir. Bundan yaklaşık binbeşyüz yıl önce, Almanya aşağı yukarı onbeş yıl boyunca imparatorsuz kalmıştı; Castilleli Alphons admdaki bir İspanya kralı imparatorluğa seçilmiş, fakat hiçbir zaman ülke- ısv>iNva znmm HAMMER sinden ayrılmak istememiş, İngiltere kralının kardeşi Richard da hemen aynı zamanda imparatorluğa seçilmiş, Almanya'ya kısa bir seyahat yapmış ve bütün parasını harcadıktan sonra İngiltere'ye dönmüştü; ülkenin başında bir şef bulunmayışının sebeb olduğu ve bütün Almanya'yı pençesine alan kargaşalık, sonunda, seçme yetkisine sahip bulunan prensleri bir araya gelmek zorunda bıraktı, bir imparator seçmek üzere bir araya gelmiş olan prensler aralarında anlaşamadılar; tâyin işini, seçeceği kişiye saygılı davranacaklarına yemin ederek Bav-yeralı düklerden biri olan AcımasızLouis'ye havale ettiler; bu dük, yeni imparatorun cedlerinden biridir. Bu dük, ecdadına ait olan Avusturya'daki zeametlerini, malikânelerini kendisine iade ederek, adalet göstereceği ümidiyle Absbourg dükü olan Rodolph'u seçti; fakat hiçbir suretle ummadığı bir yüce makama, imparatorluğun başına geçen ve fakir bir prens olan Rodolph, kendisini bu makama getiren Acımasız-Louis'ye minnet borcunu unuttu ve imparatorluk makamına oturduktan kısa bir süre sonra Bohemya kralı Ottocar'la son Avusturya markisinin mirası işini çekişmeğe koyuldu: Markinin kız kardeşiyle evlenmiş olduğu için bütün varislik hakkını da elde etmiş bulunduğunu iddia ediyordu ve bu yoldan sağlanan gelirden de ondört veya onbeş yıl boyunca yararlanmıştı; immarator olmadan önce çok fakir durumda bulunan Rodolph, makamından yararlanarak ailesini güçlendirmeğe çalışıyordu ve erkek çocuk bırakmadan ölen zeamet sahiplerinin mülkleri, bu mülkler Avusturya'ya ait olduğu takdirde İmparatora dönüyor, o da istediği kişiye vermek durumuna giriyordu; bu görüş Rodolph'un icadıydı. Tabiî, görüş olmaktan çıkıyor ve kanun oluyordu. Ottocar, Bohemya kralı, Avusturya'da kaybettiği bir savaşta öldürülünce, onun Avusturya ile alâkalı devletlerinin tümünü, erkek çocukları olmadığı takdirde son Avusturya dükünün tasarrufuna geçeceği esası üzerinden, Asbourg kontu olan oğlu Albert'e verdi. 13A!HflHWfD 3AI»IIQ1 OSMANLI TARİHİ 221 Albert'den Avusturya dükü adını almış olan VI. Charles’ın ölümüne kadar dörtyüz yetmişbeş güneş yılı geçmiştir ve bu zaman içinde erkekten erkeğe geçen bu Absbourg hanedanı, Bavyera düklerinin itirazlarına rağmen, bu ülkeleri dâima elinde tutmuştur; ve Rodolph denilen ve imparator seçilen aynı Absbourg kontu Avusturya hanedanının ilkidir, o ve oğlu I. Albert Ottocar'ın eşinden ve ailesinden alınmış bu devletlerin mülkiyetini ellerinde tutmak için dâima bunların kız evlâda intikal ede-miyeceği iddiasına sırtlarını dayamışlardır; inanıla-bilir ki, yeni İmparator, Bavyeralı VII. Charles, Lor-raine düşesi ve Macaristan kraliçesi Marie-Therese'i bu büyük dukalıklar ve ülkelerden kovmak ve bunların mülkiyetini elinde tutmak maksadiyle hiç şüphesiz aynı sebeblerden yararlanacaktır; oysa bütün bu dukalık ve ülkeler, meşru olarak Marie-Therese'-in cedlerine ait bulunuyordu. Bohemya krallığına gelince, hukukî bakımdan Joseph'in kızlarına ait bulunuyordu; böylece, Bavyera elektörü kendisine ait olan ülkelerden önemli bir kısmını Polonya kralı olan Saksonya elektörü-ne vermek suretiyle buraların mülkiyetini elde ettiyse de, bu verdiği yerlerden meselâ Tyrol Avusturya'nın eyâleti olduğu halde, evvelce Bavyera hanedanına bağlı bulunmuştu ve bu esasa dayanarak Bavyera elektörü Tyrollilerden kendisini kral olarak tanımalarını evvelce emir suretiyle istemişti ve onlar da bu emri güçlük çekmeden yerine getireceklerdi. Macaristan krallığı, Transilvanya prensliği gibi, evvelce de varolan kendi krallarını seçmek hakkı müessesesini oluşturmak üzere bu fırsattan yararlandı. Gerçekte bu son prensler Bâb-ı Âlî tarafından tasdik edildikten sonra Transilvanyalılar tarafından seçilmiş sayılıyorlarsa da, tasdik muamelesi, sadece seçilen kişinin Sultan'ın menfaatleri bakımından şüpheli olmamasının tesbitinde gösterilen bir dikkatten ibaret kalıyordu. Bâb-ı Âlî bu tutu- HAMMER munda haksız değildi; çünkü bunu gerektiren bir olay, IV. Mehmed (Avcı) döneminde Transilvan-yalıların prensleri olarak Kemeni'yi seçmelerinde görülmüştü. Bu adam, Avusturya hanedanı taraftarıydı; Bâb-ı Âlî Michel Apaffi'yi ona karşı çıkardı ve Apaffi, yapılan bir savaşta, Osmanlıların yardımlarıyla Kemeni ve Avusturyalıları yenilgiye uğrattı. Osmanlıların seçtiği prens, bu memlekette hayatı boyunca hükümranlığım sürdürdükten başka, elde ettiği haklı nüfuz sayesinde, ölümünden sonra makamının oğluna geçmesi imkânını da sağladı; fakat oğlu aptal bir prensti, Osmanlı taraftarlığını bıraktı, Avusturyalıları tuttu ve imparator Leopold'-un daveti üzerine Viyana'ya gitti, orada tutuklandı ve o zamandan beri Transilvanya'nın Almanların hâkimiyeti altında kalmasına böylece fırsat vermiş oldu. Haşmet Paşa (Bonneval) Viyana'da bu prensi tamdı, kendisi ve karısı için yaşamalarım temin etmek üzere yıllık onaltı bin florin tahsisat veriyorlardı, çok kötü şartlar içinde hayatlarım sürdürüyorlardı, karısı ve kendi arkalarında çocuk bırakmadan öldüler. Macaristan kraliçesinin krallığı içinde rahat bırakıldığından fazlasiyle şüpheliyim; bunun sebebi, elektör ve karısının Frankfurt'da imparator ve imparatoriçe tacını giymek üzere ülkelerinden uzaklaştıkları sırada Macar ordu birliklerinin Bavyera'-da akıl almayacak vahşetlerin faili olmalarıdır. Ayrıntı kabilinden bütün bu bilgi arzetmelerden sonra, siz Fehâmetlû Veziriazam Efendimize esas üzerinde durumu göstermeğe zaruri olarak kendimi görevli saymaktayım ve hemen belirtmeliyim ki, Macaristan krallığının hürriyetini ve eski imtiyazlarını geri alması Eâb-ı Âlî'nin menfaatinedir ve tabiî krallığın, yâni Macaristan’ın, Almanya taraf ında hiçbir ülkeyle alâkası bulunmaksızın sadece kraliçe Marie-Therese'e kalması şartı başta gelmektedir ki, bu da Bâb-ı Âlî'nin menfaatinedir; Transil-vanya'ya gelince, BüyükSultan, Macaristan'daki OSMANLI TARİHİ 223 durumun hemen peşinden bu memlekette çıkacak anlaşmazlıklardan yararlanacak, bu anlaşmazlığı oraya bir prens yerleştirmenin başlıca şartı sayacaktır ve böylece Belgrad’ın yaşaması için zorunlu olan Temeşvar'ı tekrar ele geçirecektir. Alteslerinize, üzerinde İspanya'nın sahiplik hakkı iddiasında bulunduğu Milan, Parme ve Plaisance dukalıklarının mâhiyetleri hakkında açıklama yapmam kalıyor. Beşyüz yıl var ki, bahis konusu bu dukalıklar Almanya imparatorlarına tâbi bulunuyorlardı; fakat, uzun zamandan beri bu krallar taraftarlarıyla papaların taraftarları arasındaki ayrılık bütün İtalya'da tesirini gösteriyordu: Bu taraftarlara Guelfler ve Guibelenler adı verilmekteydi ve uzun zaman boyunca bu iki parti arasında sadece katliâmlar ve sürgüne göndermeler görüldü; papaların taraftarlarına Guelfler, imparatorların taraftarlarına Guibelenler denilmekteydi. Bu kargaşalıklar ortasında bir imparator Milan'day-ken şöyle bir hâdise cereyan etti: Guelflerin şefi ve bu şehirde çok kudretli olan Touriani adındaki bir adam, geceleyin imparatoru öldürmeğe karar verdi; imparator sarayda hiçbir şeyden şüphelenmeden uykusunu uyumaktaydı, eğer Guibelenle-rin şefi olan Visconti taraftarlarını silâhlandırıp imparatorun imdâdma koşmasaydı, Touriani hedefe ulaşmış olacaktı. Gece yarısı bu iki taraf arasında kıyasıya bir çarpışma başladı; fakat bu mücâdeleyi Visconti kazandığmdan, Touriani'nin adamları memleketten bir daha geri dönmemecesine kovuldular. İmparator, Visconti'yi, Papa'nın taraf tarlarına karşı elinde bulundurmak için Milan şehri dükü yaptı, şehir civarından da kendisine arazi verdi. Zamanla yükselen Guibelenler, Visconti'lerin de yardımlarıyla Parme ve Plaisance'da aynı gelişmeyi gösterdiler ve Viscontileri hükümdarlari olarak tanıdılar, aynı zamanda Milan dukalığı ile birleştiler. Diğer ülkelerin büyük bir kısmı, papaların taraftarlarını kovmak için onlara yardımda HAMMER bulundular. Ve böylece Milan dukalığı muazzam denilebilecek bir ölçüde büyüdü, tabiî bu büyümede, kısa bir zaman içinde gelişmede cesaretlerinin, elverişli fırsatları görüp değerlendirmede gösterdikleri becerikliliğin rolü büyük oldu. Ayrıca, kendilerine fazlasiyle sâdık kaldıklarından,. ihtiyaçları olduğunda onlara derhal yardımda bulunuyorlardı. Visconti'ler birçok nesiller boyunca Milan'da hüküm sürdüler, fakat nihayet, bu Visconti'ler soyundan son dük meşru çocuklar bırakmadan öldü; Valen-tine adında bir kız kardeşi vardı ve bundan üçyüz sene önce Fransa kralının kardeşi olan dük d'Orle-ans ile evlendi. Son Visconti'nin ölümünden sonra, çocukları annelerinin hukukuna dayanarak bu dukalık üzerinde hak iddiasında bulundular; fakat Avusturya hanedanından olan imparator Fre-deric, kız evlâtların Milan dukalığını başka bir aileye intikal ettiremeyecekleri iddiasında bulundu, erkek evlât da olmadığından bu devlet imparatorun tasarrufuna dönmüş oluyordu. İmparator, İmparatorluğun hakkını devam ettirmek için, bu dukalığı, son dükün ordularında general olan Sforze adında bir kişiye verdi; bu kişi imparatorluğun bu tevcihini değerlendirdi ve bu hükümranlığı çocuklarına itirazsız intikal ettirdi; yaklaşık yüz sene sonra, Valentine Visconti soyundan bir Orleans dükü XII. Louis ünvaniyle Fransa tahtına çıkmayı başarınca Sforze'lere hücum etti ve onları Milan dukalığından kovdu ve hayatı boyunca bu zaferin getirdiği hükümranlığı sürdürdü; fakat onun yerine geçen I. François, Almanya imparatoru ve İspanya kralı V. Charles'a karşı büyük savaşları devam ettirdi ve Birinci François Pavie savaşında esir düşünce, V. Charles Milan dukalığını ve ona tâbi devletleri zeamet veya malikâne olarak Sforze'la-ra verdi. Daha sonra makamdaki son Sforze vâris bırakmaksızın ölünce, dukalığı ve ona tâbi devletleri, Valentine Visconti ve mirasçılarının haklarına hiç aldırış etmeden, dukalığı, kendisinin ölümünden sonra İspanya imparatoru olan tek oğlu Philip- OSMANLI TARİHİ 225 pe'e verdi. Hukuk yönünden Alman imparatorları dâima bu zeametin kızlara intikal etmeyeceği görüşünde olmuşlardır ve bu anlayış imparator Fre-deric'in misâline uyarak V.» Charles tarafından da tasdik edilmiştir. Altesleri bu açıklama dolayısiyle görmüşlerdir ki, Avusturya hanedanından gelen imparatorlar ve Macaristan kraliçesinin cedleri, bu zeametin, yâni Milan dukalığının kız evlâtlara intikal etmeyeceği iddiasındadırlar; bundan şu netice çıkmaktadır ki, Macaristan kraliçesinin bu hususta iddiada bulunacağı herhangi bir hak mevcut değildir. Şimdiki imparator, VII. Charles, selefleri Frederic ve V. Charles’ın yapmış oldukları gibi, zeametin tasarrufunu veya tevcih imkânını elinde bulundurmaktadır. Bu durumda, MarieTherese'i, yâni Macaristan kraliçesini bu ülkeden kovmak üzere büyük askerî hazırlıklar yaptığı bir sırada ve Avusturya imparatorlarının çıkardıkları kararnameler de İspanya imparatorunu desteklemekte iken, bunlara karşı Lorraine dükünün ve karısının yapabilecekleri hiçbir şey yoktur. Daha kısacası, bir şey yapmağa kalkıştıkları takdirde bu hiçbir suretle makul bir sebebe dayanmayacaktır. Bu muzaffer imparatorluğun sınırlarında bunlar olup biterken, Haşmet Paşa, Sultan'a yapüabile-cek en büyük hizmetin Osmanlı İmparatorluğu ile İsveç krallığı arasında bir ittifak anlaşması yapmak olacağı kanaatiyle, Zât-ı Âlîlerine ait olan bu projenin gerçekleşmesi yolunda Bâb-ı Âlî nazırları nezdinde telkinlerde bulunmaktan geri kalmamıştır. Haşmet Paşa (Bonneval) Moskoflarm Osmanlı İmparatorluğu'na saldırmak için büyük ölçüde hazırlığa giriştiğini ve buna karşı tedbirin bahis konusu ittifak olduğunu Osman Kâhya'ya (Sadâret Kethüdası) her rastladığında anlatmış, fakat bütün bu nefes tüketmeler boşa gitmiştir. Yine HaşHammer Tarihi, C: VIII. F.: 15 226 HAMMER met Paşa, Bâb-ı Âlî ile İsveç'in birleşmesinin Mos-koflara anlaşmaları ihlâl etmekten vazgeçirecek tek çâre olduğunu bütün açıklığıyla anlatmaktan geri kalmamıştır. Vazgeçirecek tek çârenin bu olduğunu arzediyorum; zira Moskoflar, anlaşmaları ihlâl etmenin kendilerine İsveç gibi merd bir düşman kazandıracağını görünce, duyacakları korku, kötü niyetlerini bu imparatorluğa karşı tatbike koymaktan vazgeçirecektir. İsveç kralı ve meclisi her ne kadar Zât-ı Devletlerinizin projelerini tatbike hazır bulunuyorlarsa da, İstanbul'daki iki İsveç temsilcisi Zât-ı Âlînize karşı büyük bir saygı besliyorlarsa da, burada sizin yokluğunuzda meram anlatmak kaabil değil, daha doğrusu sorumlu olmaları gereken kişiler kendilerine anlatılanları dinlemekten kaçınır gibi bir tavır içindeler. Veziriazam Abdullah Paşa, Humbaracıbaşı Haşmet Paşa'yı (Bonneval) yanına çağırmak için fazla vakit geçirmedi. Beraber olduklarında da ona, Kartal'da boğdurulan Osman Kâhya'nın evrakı arasın da kendisinin birçok mektub ve muhtırasını bulmuş olduğunu söyledi. Haşmet Paşa'yı yanında bulundurarak ondan yararlanmanın zorunlu olduğuna hükmetmişti; fakat, Haşmet Paşa, Yeğen Mehmed Paşa’nın emrine uygun bir şekilde, Sultan Ahmed'in İsveç kralı XII. Charles'a verdiği borç anlaşmasiyle ilgili işleri halletmeden önce İstanbul'dan ayrılmadı. Ölen İsveç kralı, Sultan Ahmed'den, Bender ve Dimetoka'da bulunduğu sırada nakit olarak borç almıştı. Bu borcun ödenmesi için İsveç hükümeti para yerine karşılık olarak değerli eşya teklif ediyordu (*). Mehmed Paşa (Yeğen), o sıralarda Zât-ı Dev(*) Osmanlı kaynaklarında «Demir-baş» denilen İsveç kralı Onikinci Charles, Rusya ile savaşda mağlûb olduktan sonra Türkiye'ye iltica etmişti. Hattâ Rusların Osmanlı ordusu karşısında aman dilediği ve Serdâr-ı Ekrem Baltacı Mehmed Paşa ile Rusya imparatoriçesi Kate-rina arasında sevişme yollu asılsız söylentilerin çıkmasına vesile olan Pruth seferinin açılması sebebi olarak İsveç kralı Charles'ı gösteren Türk tarihçileri vardır. Bu husus tartışılabilirse de, 1710 yılının 10 Haziranında, 4 yıldır Veziriâzamlık makamında bulunan Çor- OSMANLI TARİHİ 227 [etlerinizin İsveç'le ittifak projelerinize fazlasiyle mütemayil görünüyor ve bunların uygulanmaya konulmalarını istiyordu ( *). lulu Ali Paşa*nın azledilmesinde İsveç kralı XII. Charles'ın dahli olduğu, fakat bunun maddi bir müdâhale olmadığı kesinlikle söylenebilir. Meselenin aslı şudur: Osmanlı Türklerinin «Koca», «Deli» ve «Ak-bıyık» lâkaplarıyla eserlerine aldıkları Rus çarı Birinci Pet-ro'nun kuzey ve güney politikaları büyük çalkantılara yol açmıştır. Bunların birincisi Baltık denizine hâkim olmak, ikincisi ise Karadeniz'e çıkmak hedeflerine dayanıyordu. Koca Petro'nun rakibi, cihangirlik hülyaları besleyen ve büyük bir asker olduğunda bütün tarihçilerin birleştikleri. Osmanlı menbalarında adı «Demir-baş» lâ-kabiyle birlikte geçen İsveç kralı XII. Charles'dı. Petro kuzey politikasını gerçekleştirmek için, buna mâni olmağa çalışan «Demir-baş»a karşı Danimarka. Lehistan ve Saksonya ile ittifak anlaşması imzaladı. XII. Charles, Rusya'nın müttefiklerini sırayla mağlûb ederek, Baltık denizi kıyılarından başka Lehistan'a da hâkim oldu. Fakat, 27 Temmuz 1709'da 16 bin kişilik bir kuvvetle Petro'ya karşı giriştiği Poltava muharebesini kaybetti ve müttefiki olan Kazak hetmanı Ma-zeppa ile beraber Bender'e gelip Türkiye'ye iltica etmek zorunda kaldı. Demir-baş Charles'ın dokuz sene süren bu uzun mücadelesinden Türkiye'nin hemen hiç yararlanmamış olması üzülünmesi gereken bir olaydır. Özellikle 1708 olayları sırasında gördüğümüz gibi. bu iki yabancı devlet arasındaki uzun mücadelede Demir-baş'ın tarafını tutan bir siyaset takibettiği görülen Çorlulu Ali Paşa'nın Ve-ziriâzamlıktan azledilmesi. Üçüncü Ahmed'in, zamanın genel politikasını kavrayamaması bakımından, her halde lehine kaydedilecek bir nokta sayılmamak gerekir. Nitekim Pruth seferi de, neticede Türkiye tarafından kazanılmış olsa da, bu anlayışsızlığın bir neticesi olmak durumundadır ve devletin uğradığı zarar hakkında bize bir fikir verebilir. Pruth seferinin sırf bu sebeble açılmış olduğu ortada bir gerçektir. Rusların Türkiye'ye iltica etmiş bulunan İsveç kralıyla askerlerini vurmak için Türk topraklarına tecavüz edip 48 saat içerilere kadar ilerlemeleri, Kırım hududuna da sarkıntılığa başlamış bulunmaları, Osmanlı-Rus barışma rağmen Azak denizinde bir Rus donanması kurmuş olmaları ve bilhassa İstanbul'daki Moskof elçisi Tolstoi'nin Türk milletine sığınmış olan İsveç kralı Onikin-si Charles'in hudud haricine atılması ve hetman Mazeppa'nın da derhal Rusya'ya teslimini isteyecek kadar küstahlığı ileri götürmesi nihayet barışçı Pâdişah'ın uyarısıyla neticelenmiş ve Üçüncü Ahmed'in huzurunda toplanan fevkalâde bir mecliste Rus seferinin açılmasına karar verilmiştir. Bu toplantıdan bir gün evvel de 360 savaş ve nakliye gemisinden oluşan büyük bir Osmanlı donanması Azak denizindeki Rus donanmasının imhası ve Azak kalesinin kurtarılması ile görevlendirilerek Karadeniz'e açılmıştır. (Ç.N.) (*) Çorlulu Ali Paşa'nın Veziriazam olarak, Hekimoğlu Ali Paşa'nın Rus- 228 HAMMER Veziriazam Abdullah Paşa, Kartal'a gelen Haşmet Paşa'yı (Bonneval) son derece iyi karşıladı; ona Bâb-ı Âlî'ye gönderdiği veya verdiği raporları eline geçtiğinde gördüğünü ve zamanın olayları üzerindeki tavsiyelerinden faydalanmak üzere yanına getirttiğini söyledi; iaşesi için dolgunca bir tahsisatla son derece güzel çadırlar verdirdi. Çadırlar, Veziriâzam’ın ordugâhının yakmmdaydı. Veziriâzam’ın onu her kabul edişinde halinde gördüğü dürüstlük ve gösterdiği itimâd, Haşmet Paşa'da İsveç'le ittifakın gerçekleşmesinin yakın olduğu kanaatini uyandırdı. Veziriazam Abdullah Paşa, Haşmet Paşa'ya bu işin başlamasından sonuna kadar geçirdiği safhalar üzerinde teferruatlı bir muhtıra hazırlamasını emrettiği gibi, Zât-ı Âlinizin Bâb-ı Âlî ile îsveç krallığı arasındaki dostluk bağmı kuvvetlendirmek hususunda sarfettiği gayretleri belirtmesini de istedi. İstenilen muhtıra hazırlanınca, Veziriazam Abdullah Paşa, Zât-ı Âlinizin Osmanlı devletiyle İsveç krallığı arasındaki dostluğa verdiğiniz ehemmiyeti büyük bir dikkat ve zevkle okudu ve bu kadar önemli bir meselenin Kartal'da çözüme bağlanamayacağını söyledi. Özellikle birleşmiş durumda bulunan Alman ve Moskof kuvvetlerini ayırmakta faydalı olabileceği kanaatinde olduğunu belirtti, bu işi İstanbul'da önemine uygun bir ciddiyetle ele alacaktı; İsveç elçisi de orada olduğuna göre anlaşma onunla yapılacaktı; fakat İstanbul'a gelir gelmez azledildi ve yerine Yeğen Mehmed Paya ile mücadele plânına azledilmeyi göze alabilecek ölçüde taraftar olduğu anlaşılıyor. Demirbaş Charles, meseleler çıkmasına yol açan bir mülteci olarak 5 sene 2 ay Türkiye'de kaldı ve Üçüncü Ahmed'-den pek çok ihsanlar aldı. Nihayet 1714 yılı 19 Eylülünde Dimeto-ka'dan yola çıkan İsveç kralına 600 kişilik bir Türk müfrezesi koruma görevini yerine getirmiştir. Böylece yola çıkan İsveç kralı, Ef-lâk'deki 2500 askerini de alarak, Erdel üzerinden memleketine götürülmüştür. Böylece, Türkiye'de bazı hareketlere yol açan ve Türkiye'nin Pruth seferini düzenlemesine sebeb olan iltica olayı son bulmuş, Avrupa ve Osmanlı tarihinin bir safhası kapanmıştır. Şurası muhakkak ki, Türkiye bu olayı tam olarak değerlendirememiştir. (Ç.N.) OSMANLI TARİHİ 229 şa getirildi. Haşmet Paşa, Yeğen Paşa'yı Kartal'a gitmeden önce İsveç işleri bakımından iyice hazırladığından, Zât-ı Âlinizin projesinin başarı kazanacağından hiç şüphesi kalmadı; proje, bu şartlar içinde herhalde Yeğen Mehmed Paşa’nın Veziri-âzamlığı döneminde gerçekleşecekti. îsveç kralının ittifaka davet için yazdığı ve Zât-ı Âlinizin aslını görebileceği mektup Reisefendi'de bulunmaktadır; bundan memnun olmayan Veziriazam, Haşmet Pa-şa'ya, İsveç kralına Bâb-ı Âlî'nin bahis konusu ittifakı gerçekleştirmeye hazır olduğunu bildiren bir mektup yazması emrini verdi; Haşmet Paşa’nın yazdığı mektup kendisine Bâb-ı Âlî tarafından dikte edildi ve başı vurulan tercüman Gikka, bu mektubun ne bir kelime eksik, ne bir kelime fazla bir tercümesini yaptı. Majeste İsveç kralı İstanbul'a güvendiği bir murahhas gönderdi. Fakat kısa bir süre sonra, Veziriazam, Bâb-ı Âlî ile Almanlar ve Moskoflar arasında arabuluculuk rolüne fazlasiyle önem veren ve bu hususta hayli para kazanacağı ümidinde olan Fransız elçisi Villeneuve'ün telkinleriyle kanaat değiştirdi. Bu konuda Belgrad'da kont de Neipperg ile neler görüşülmüş olduğunu Zât-ı Âliniz herkesten daha iyi bilirsiniz. Bu bakımdan, olup bitenleri ona sıralamamda hemen hiçbir fayda yoktu. Bununla beraber, Belgrad'da Bâb-ı Âlî ile Almanlar arasında her ne kadar barış imzalanmış bulunuyorsa da, iki İsveç murahhası uzun zamandan beri Sultan'la İsveç arasında ittifak imzalamak hususunda tam yetkiye sahib bulunuyorlardı; bu iki murahhas, Fransız elçisi Villeneuve'den son derece dikkatlice gizlendiler, bununla beraber projeyi takibetmekten geri kalmadılar; bahis konusu ittifak, Moskofların kötü niyetinin Bâb-ı Âlî'yi onlara savaş açmak zorunda bırakacağı ümidi içinde imzalandı. Gerçekten de ancak İsveçliler muhasamata başladıktan sonra, Rusların büyük elçisi Ro-manzoff, birinci anlaşma uygulanmadığından yoni bir anlaşma yapmak emrini hükümetinden aidi; bilindiği gibi ilk anlaşma iki seneye yakın bir zaman HAMMER tatbik edilmemiş, Belgrad anlaşmasından ve Nice ek anlaşmasından dört ay sonra yıkılacağı vaade -dildiği halde Assaw kalesi olduğu gibi kalmıştı. Bu durumda birinci anlaşma tamamiyle hükümsüz kalmış demekti. Zât-ı Âliniz, îsveç kralının Yeğen Meh med Paşa'dan bir mektup almış olduğunu biliyorsunuz; kralın denizde ve karada silâhlanma işine büyük ölçüde önem verdiğini, kralın Bâb-ı Âli'ye tam yetkiyle gönderdiği murahhasın Stockholm'e döndüğü sırada öldürüldüğünü, Bâb-ı Âli'nin verdiği cevabın çalındığını, barışdan beri îsveç hudu duna birçok birlik göndermiş olduğunu ve İsveç'in bir oldu-bittiyle karşılaşmamak için büyük gayret sarfettiğini, böyle kuşku içinde yaşamaktansa İsveç'in bir savaşı tercih edeceğini de biliyorsunuz. Haşmet Paşa (Bonneval), Veziriazam Yeğen Mehmed Paşa nezdinde elinden geldiğince saygılı davranarak Rusya ile barışa muhalefette bulundu: ona yazdığı yazıları hatırlatarak, kendisine İsveç kralına yazdırdıklarını hatırlatarak muhalefetini sürdürdü; fakat, Fransız elçisi Haşmet Paşa'nın sür-güne gönderilmesi için çalıştı ve bu yolda bir emir çıkarttırmayı da başardı: Haşmet Paşa Kastambo! kalesine sürgüne gönderildi; bütün gelirini ve Zâtı Âlinizin himayesiyle Sultan’ın bahşetmiş olduğu bü tün lütuf lan kendisinden aldılar; bütün suçu, İsveç'in bu muzaffer Osmanlı İmparatorluğunu Mos kofların kötü niyetlerine karşı korumakta yardımcı olduğunu hatırlatmaktan ibaretti; aynca İran'ın beslediği kötü niyetlerin tesirsiz kalmasında yardım cı olduğunu da hatırlatıyordu. Bu da bir gerçekti Zira, Nâdir Şâh, Moskofların İsveç'le meşgul bulunduklarını görürken, Bâb-* Âlî'ye karşı hücuma geçmek cür'etini gösteremeyecekti. Moskoflarla İran Şahı Nâdir arasında bir anlaşma olduğu bilinmektedir. Ve Nâdir'in Hind seferinden dönüşünde Osmanlı İmparatorluğu'na birlikte saldırma yolunda bir karar almışlardır; fakat ne biri ne de diğeri, Moskofların Bâb-ı Âli'nin müttefiki İsveç'in hücumuna uğramasını beklemiyorlardı; İsveç'in davra- OSMANLI TARİHİ 231 nişi, onların Büyük Sultan'a karşı birlikte harekete geçmelerini imkânsızlaştırdi; çariçe, Belgrad anlaşması ve Nice ek anlaşmasının kötü niyetlerinin önüne dikilen bütün engelleri yıktığına inanmıştı ve Belgrad barışından sonra Bâb-ı Âlî ile İsveç arasında anlaşma olmayacağı kanaatindeydi; İsveç'le anlaşma haberini alınca, çariçe, Nâdir Şâh'la düşündükleri her şeyin bir anda tamamiyle tesirsiz kaldığını çaresizlik içinde anladı. Haşmet Paşa'ya gelince, sürgün yeri olan Kastambol'da (Kastamonu olacak) yaklaşık altı ay kaldı. Vezir kitaplarını, evrakım aldırdı ve evi günlerce yağmaya açık kaldı; etrafı, yakınları evi terkettiklerinden, değerli olan nesi varsa yağmacılar tarafından götürüldü, herşeyini kaybetti, oğlu Süleyman Bey de aynı zamanda sürgüne gönderildiğinden İstanbul'da ona ait herhangi bir değeri savunacak kimsesi kalmadı; ve o zamandan beri kendisine ancak Gümrük'ten aldığı aylık ve peşinden de Sırmakeşhâne'den gelen sekiz kese parası azar azar geri verildi. Oysa, Büyük Sultan'la İki Sicilya'nın kralı arasında gerçekleştirdiği anlaşma için harcadıklarını soran olmadı. Zât-ı Âliniz takdir buyururlar ki, dâima sadakatla çalışanlar her zaman iyi muamele görmedikleri gibi en iyi şekilde mükâfatlandırılmadan da uzak kalmışlardır.» Bonneval'in bütün teşebbüslerini Avusturya elçisine açıklayan Cenovalı Chenier'nin aşağıdaki mektubunda, 1917'de Rochefort tarafından hazırla-nan bir istihkâmcılar birliği kurulması hakkında dikkate değer ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır: «Not defterimi ve ona iliştirilmiş bulunan pusulanızı aldım. Bu pusulada, Osmanlı İmparatorlu-ğu'na olağanüstü bir istihkâmcı-mühendisler birliği temin edilmesi ve bir yabancılar kolonisi kurulması hakkında hazırlanan proje üzerinde bilgi verecek kimseye sunulacak para veya minnettarlık için düşüncemi soruyor ve projenin tesirsiz kalması yo- HAMMER lunda gerekli çareleri göstermem talebinde bulunuyor ve benden bu konu üzerinde görüşmek üzere bir gizli gece buluşması istiyorsunuz. Kanaatim şu ki, üstlerimi şüpheye düşürmemek, kendimi tenli-keye atmamak ve sizi hizmetlerimden mahrum bırakmamak ve yararlı olarak hizmete devam etmem bakımından, en iyisi esrarengiz olmayı bir kenara bırakmaktır; gece sizde olduğumu bilmeleri, tasavvur edilebilecek haksızlıkları bana yapmalarına faz-lasiyle yetecektir. Yabancı elçilerin burada olup bitenleri öğrenmek için ne kadar gayret sarfettik-Jerini biliyorum ve kimlerin kimin evine girip çıktığını ne kadar kolaylıkla öğrendiklerini de biliyorum; hem de gece gündüz bu öğrenme işinin pe şindeler. Bu bakımdan, izin verin de size hiçbir za man gece vakti gelmiyeyim, daha ziyade gündüz ve bir kere yaptığım ve size de bildirmek şerefine eriştiğim gibi gündüz geleyim. Bu bakımdan sizi ve kendimi tehlikeye atmadan, yukarıda söylediğim gibi, gündüz kısa buluşma ve konuşmalarla meseleyi bir çözüme bağlayabiliriz. Böylece konuya girebiliriz, fakat daha önce ancak beni ilgilendiren bazı düşünceler üzerinde durmama müsaade buyurunuz. Benim size taahhüdüm yalnız Bonneval'-in imparatorunuz hakkında söylediklerini, yâni imparatorunuzun menfaati aleyhindeki faaliyetlerini bildirmekle sınırlı bulunmaktadır. Size karşı taahhüdümün doğrudan doğruya şartı da bu. Bunun di şında ne olursa olsun, cereyan eden olayları size bildirmekle mükellef değilim; bunun için de sizden üç aylık avans olarak yüz seksen İtalyan altını (fındık altını) almış bulunuyorum, Mösyö. Bu meblağı aîmak suretiyle, size sadakatle hizmet etmek ve bütün öğrendiklerimi size bildirmek taahhüdüne girmiş bulunuyorum. Şüphesiz, öğrendiklerim size faydalı olacak ve işinize yarayacak hususlardır. Bu prensip çerçevesinde ve namuskâr (!) bir kişi olarak davranacağımdan tamamiyle emin olabilirsiniz. Daha açık olmam için faaliyet alanımı şöyle belirlemeliyim: Size bildirdiğim Türklere ya- OSMANLI TARİHİ 233 bancılar için koloniler sağlamak ve en iyi mühendislerden oluşan bir istihkâm birliği oluşturmak projesi Bonneval'den çıkmış bir düşünce değildir, bu proje Bonneval'den daha önceye bağlıdır, doğrudan doğruya onunla alâkalı değildir, fakat tesadüfen, bu proje o olmadan bir neticeye vardırı-lamazdi; ümit ederim ki bu bildirdiğim husus sizinle benim aramdaki anlaşmayı zedeleyebilecek bir ehemmiyete sahip değildir. Hükümdarınızın menfaati bakımından, bu verdiğim bilginin unutulması dahi gerekir. Bu bakımdan sadakatimi daha da sağlamlaştırmak ve gayretimi arttırmak hususunda mümkün olanı esirgemeyeceğinizi ümit ediyorum. Bahis konusu projeye dair konuşmak için şunları söylemekle şeref kazanmış olacağım: Yaklaşık yirmi-yedi sene önce birkaç Fransız protestanı, Büyük Sultan'ın hükümranlığı altındaki ülkelere yerleşmek ve oraya mezhep kardeşlerini çekmek düşüncesiyle meşgul oldular. Bunun iki sebebi vardı: Birincisi, katoliklerin hâkim oldukları ülkelerde sürekli olarak takibata ve eziyete mâruz bulunmaları, özellik le Roma katolikierinin hâkim oldukları yerlerde bu işaret edilen insanlık dışı muameleler haddini aşan bir derecedeydi; ikinci sebeb, Türklerin kendi ülkelerindeki insanlara kendi mezheb ve inançlarında ibâdet hürriyeti tanımaları, bu hususdaki müsamahalarının hemen bütün medeni dünyada bilinmesiydi. Protestanlar işte bu hususları gözönünde tutarak, 1717 yılı sonunda aralarından temsilciler ayırarak İstanbul'a gönderdiler. Bu gönderilenler arasında, protestan olmuş ve şartlar gereği Rochefort adım almış bir topçu yüzbaşısı bulunuyordu ve bu yüzbaşı üstün kaabiliyetli bir mühendisti; 1718 yılma rastlayan dönüşünde kendisiyle tanışmak imkânını buldum. Takibettiği gizli plânı saklamakta ustalık gösteremediği gibi talihi de yaver gitmedi, marki Bonnac tarafından plânı, şövalye de Boisi-men'kiyle birlikte aynı zamanda boşa çıkarıldı; şövalye de Boisimen İspanya hükümeti tarafından İspanya kralı ile Bâb-ı Âlî arasında gizli bir anlaş- HAMMER mayı sonuçlandırmak üzere gönderilmişti, becerikli Bonnac bu iki yabancının hiçbir netice alamadan geri dönmelerine sebeb oldu. Fakat Rochefort, Sadâret Kaymakamı İbrahim Paşa ile -ki arası çok geçmeden Veziriazam]ığa yükseldi- ayrı ayrı zamanlarda toplantı yapmak imkânını elde etti. Yine bu Rochefort, projesinden Bâb-ı Âli'nin diğer kudretli kişilerine de imâ yollu bahis açmıştı; onlara protestanlarm inanç ve ibâdetlerinde Türklerin hoşlarına gitmeyecek bir husus bulunmadığını anlatmıştı, protestanlar da tıpkı müslümanlar gibi hiçbir tasvire tapınmıyorlardı, Azizler ve Meryem Ana tasvirleri onlar için ibâdet konusu değildi; bu tasvirleri hiçbir zaman kiliselerinde teşhir etmiyorlardı ve Allahlarma tam bir sadakatla bağlı bulunuyorlardı. Büyük Sultan onları ülkesine yerleştirmekle sanatları, ilmi ve giyim eşyası üretme sanatını da ülkesine almış olacaktı, ki bu gelenler kısa zamanda yün ve ipek dokuma işinde büyük ölçüde imâlata geçeceklerdi ve böylece bunların yaptıkları, yabancı tacirlerin imparatorluğun her tarafına sokup yaydıkları ve Osmanlı teb'asmm zararına sattıkları eşyanın yerini alacaktı-, Büyük Sul-tan’ın teb'asmm bundan büyük istifâdesi olacaktı. Bu imâl edilenler ve üretilenler imparatorluğun her tarafında peşin para ile satılarak ticaret dengesi devletin lehine gelişme göstereceği gibi, yerli sanayi gelişecek, Türkler bu imalât sanatlarında ilerleyecek, devletin parası başka ülkelerin kasalarına akmayacaktı; bunlara karşılık, sadece kendilerine vicdan hürriyetlerine dokunulmadan yaşayabilecekleri yerler gösterilmeliydi. Bu verilecek yerlerde hı-ristiyan ülkelerinde görülen fabrikaların hepsi mevcut olacaktı. Büyük Sultan bunlara Eflâk ve Buğdan'da huzur içinde yaşayabilecekleri yerler gösterebilirdi, buralarda müslüman teb'anın şüphesini asla uyandırmadan yaşayabileceklerdi. Rochefort bütün bu anlattıklarına bir usta mühendisler birliği kurmak projesini ilâve etti. Bahis konusu birlik, usta mühendis ve istihkâmcılar birliği gibi pro- OSMANLI TARİHİ 235 testanlardan oluşacaktı. Bunlar bir mektep vücuda getireceklerdi ve genç Türkler kalelere hücum etmek ve onları savunmak sanatını kolayca öğreneceklerdi, kaleleri takviye etmek sanatını da kısa zamanda öğrenecekler ve Yeniçeri ortaları bu hususta ileri bilgiye kavuşacakları gibi, diğer askerî birlikler de yeter sayıda usta mühendis ve istihkâm-cıyı kendi bünyelerine katabileceklerdi. Rochefort, bu protestan kolonileri için güvenlik yerine geçecek, Sultan’ın ve teb'asının yararına bir imtiyaz modelini de Bâb-ı Âlî'ye sundu. Bütün bunlar, Bâb-ı Âlî'nin kudretli şahsiyetleri üzerinde büyük bir tesirin uyanmasına sebeb oldu. Bu yabancının söylediklerinden hiç de farklı olmayanlarını, bilhassa Petervaradin savaşında şehid düşen Veziriazam Si-lâhdar Ali Paşa divan toplantılarında açıktan açığa söylemişti. Ali Paşa her türlü eşya imalâthanelerinin kurulmasını ve Batılı tacirlerin Doğu'da dolaşmalarının menedilmesini kesinlikle istiyordu. Evvelki yazımda da belirttiğim gibi, Rochefort'un başarı kazanmasına iki şey engel oldu: Birincisi Fransız elçisinin, onun sırrını anlayarak baltalaması; ikincisi, o sırada Almanların yılgınlığa uğrattıkları Türklerin bu teşebbüsün başlarına yeni gaileler açmasından çekinmeleri. Bununla beraber bu teşebbüsün protestanlara bazı iyilikleri de oldu. Marki de Bonnac bu hâdiseyi hükümetine götürdü ve müzâkerelerin sonunda, bu görüşmeler Fransa'da 1724 Nisan'ında çıkarılan benzeri emirnamelerin neşrini engelledi. Rochefort'un dönüşü ve teşebbüsünün başarı kazanamamış olması Romen katolik devletlere tâbi olan protestanlarda yeis ve fütura yol açmadı; Büyük Sultan’ın ülkesinde yerleşmek için münasip ânı kollamak bakımından İstanbul'da bazı haberleşme merkezleriyle münasebet ve faaliyetlerini sürdürmekten geri kalmadılar. Size şurasını tereddütsüz söyleyebilirim ki, Napoli'ye hareket ettiğim 1740 Haziranının 11. günü ve o günden sonra başlayan HAMMER çeşitli alâkalarım ve bu arada İki Sicilya kralı tarafından İstanbul elçiliği şansölyeliğine atanmam müstesna, yâni bu olaylara kadar, protestanların başarısı için doğrudan ve dolaylı gayret sarfettim, projelerinin gerçekleşmesi için uğraştım. Fakat kral tarafından sözünü ettiğim elçilikdeki göreve atanınca, Protestanları projelerinde başarılı kılmak için ne doğrudan, ne de dolaylı bir çalışma içine girdim. Buna rağmen ricaları eksik olmadı; ricalarına ümitlerini ne azaltan, ne de çoğaltan cevaplar vermekle yetindim. Sonra ticaretimin çökmesi, hazin durumum ve özellikle Majeste Macaristan kraliçesinin menfaatleri bakımından netice verecek bir şekilde size hizmet etmem, beni tam aksi yöne çekti; değişmez bir şekilde dürüst adam karakterini sürdüreceğim, size her şeyde ve her yerde sadık kalacağım: Tabiî, ilk şartlarımızda olduğu gibi, benden efendim kralın menfaatlerine ters düşen herhangi bir şey istemeyeceksiniz. Müsaade ederseniz, Bonneval hakkında size faydalı olabileceğine karar vereceğim hususları aktaracağım. Bunu yaparken de mümkün olduğu kadar sadakatle hareket edeceğimden emin olabilirsiniz. Şurasını da arzedeyim ki, hükümetim ve buradaki elçisi bana, çalışma ve kaabiliyetlerim-den memnun oldukları yolunda yorumlayacağım birtakım işaretler veriyorlar ve bilhassa Doğu'da ticaretlerinin gelişmesinde son derece yararlı olduğumu söylemekten geri kalmıyorlar. Bense, bağlı olarak yaşamak ve ölmek istediğim dinim sebebiyle kendimi mesleğimde dâima sallantılı görüyorum. Şurası gerçek ki, birçok defa inancımın sadakatime engel olmadığım söylemek suretiyle beni teselli etmeKten geri kalmadılar ve bilhassa şerefim ve namuskârlığım üzerinde tam bir güven besliyorlar; fakat bu husus, mesleğimde bilemeyeceğim, önceden kestiremeyeceğim bir değişiklik olmasından korkmama engel olmuyor; ve gerçekten de bir pro-testanın, özellikle bir Cenovalmm, tki Sicilya Krallığının elçiliğinde kançılar olması dikkate değer bir hâdise sayılmak gerekir. Dinime ait dâvaları OSMANLI TARİHİ 237 terkedebileceğimi düşünebileceğinizi burada ele almak istemiyorum, tabiî memnun olmadığım takdirde Doğu'da yerleşmeği düşünmekten onları vazgeçireceğimi üstleniyorum; bu suçlamalar üzerinde kendimi savunmağa çalışmayacağım, sadece elimden geldiğince kendilerine hizmet ettiğimi söyleyeceğim. Sefaletim beni yaşamaya zorlayarak iktidarımı tesbit ettiğinden, önüme çıkan ilk vasıtaya dört elle sarılıyorum; çünkü daha iyi, seçeceğim bir davranışta bulunamam, bu da beni insan nev'inde başka bir topluma faydalı olmaya götürebilir ve bu da ilâhî hikmetçe desteklenmiş ve korunmuş demektir, bu mânâda telâkki edilmek gerekir. Doğu'da yerleşmeleri konusunda hizmeti bırakarak Protestanların eziyet görmelerine rıza gösteremem. Allah da bundan hoşnûd olmaz. Böyle düşününce, hangisi olursa olsun bir mezhebin eza-cefâ görmesine yardımcı olmak durumunda bulunmak tas-vib edilemez. Meseleyi kısa kesmek için şu kadarını söyleyeyim ki, Protestanların dâvasına hizmet etme yolunda, Büyük Sultan her bakımdan tercihe şayan görülmektedir. Şartlar da bu hususta yardımcıdır; Büyük Sultan son olarak Sicilya'dan alınan makine ve diğer eşyaya dikkate değer bir alâka göstermektedir; ayrıca Osmanlılarda mevcud bulunmayan bütün pratik neticeleri görülen ilimlere rağbet etmektedirler ve nazırlarının ve Bon-neval'in hafızalarını uyandırmasını gün be gün beklemekteyim, ki bu da Protestanların malûm projelerine hizmet etmek demektir ve hiç şüphesiz projenin tatbike konulmasmda bana başvuracaklardır. Ben de onları geçerli sebebler ileri sürerek ve her türlü bahaneler bularak oyalama yoluna gideceğim, bunun da mânâsı projenin uygulana-maması demektir. Yâni, yine hıristiyanlığm eserleri olan ticarî eşyanın Doğu'da yer almasının önüne geçilemeyecektir. Bunu kendi varlığımı korumak arzusuyla söylemiyorum; şu husus doğru ki, hayata pek az bağlılık göstermekteyim ve ölenleri mutlu bulmaktayım ve sizi temin ederim ki kendi HAMMER kendimi mahvetme yoluna gitmiyorum ve bunun benim elimde olduğu emrinin verilmediğini din bana öğretiyor ve ayrıca, varlığımın, sorumlusu bulunduğum ilâhî hikmetin deposu olduğunu da öğretiyor. Bütün bu söylediklerimle, Mösyö, görüyorsunuz, bu projeye mâni olabilirim ve işte son pusulanızda benden istediğinizi bu suretle yerine getirebilirim. Diğer talebiniz bana lütfedeceğiniz hususa bağlı, bu da sizin düşünmeniz gereken bir mesele; fakat beni memnun edecek olanı benim bildirmemi istiyorsanız, bunu size açıkça bildirmekten şeref duyacağım, bu da hayatim boyunca bana verdiğiniz yüz seksen İtalyan altınını her üç ayda bir vermeğe devam etmenizdir, ben de gizliliğe azâmi dikkat göstererek, sadakatten ayrılmadan Majesteleri Macaristan kraliçesine hizmete devamdan geri kalmayacağım. Sizin bana her üç ayda bir lütfedeceğiniz yüz seksen İtalyan altınından ayrı olarak, derhal hediye olarak beş yüz İtalyan altını vermeniz son derece makbule geçecektir. Bu beş yüz İtalyan altınını, bir koşum takımı ve sizinle buluşmak için kullanacağım iki atın satın alınmasında kullanacağım. Zira, tahminime göre, yazın sayfiyede bulunduğunuz sırada size bildireceğim çok önemli hususlar olacaktır. Fazla olarak, bu para bir koşum takımı ve iki at satın almak için gerekli olduğu gibi, beni rahatsız eden birkaç alacaklıyı da sakinleştirmekte kullanacağım. Hizmetlerimin mâhiyeti üzerinde dikkatle duracağınızı ümit ediyorum. Mükâfatlandırma fiyatımı, özellikle böyle sadakatle hizmete hiç de mecbur olmadığımı düşündüğünüzde fazla bulmayacaksınız; hizmetlerimin değerinin ehemmiyet derecesini de takdirlerinize bırakıyorum. Ayrıca, size protestan mühendislerin İstanbul'da yerleştirilecekleri yerlerin ve imtiyazların birer kopyasını getirmeğe çalışacağım; bunlar, ülkenin nüfuzlu ve kudretli bir adamının elinde-, protestan mühendislerin İstanbul'da yerleştirilecekleri mahallerin projelerinin kopyasiyle, Protestanların koloni olarak kendilerine verilecek yerlerin projelerinin OSMANLI TARİHİ 239 kopyasının son derece önemli olduklarını takdir edersiniz; bu kopyalar Bonneval'de de, bende de yok. Fakat zamanla ve tedbirlerle bunlara sahip olarak kopyalarını size vermeği ümit ediyorum. Adamım olan delikanlı ile onda hiç şüphe uyandırmadan münasebette bulunmanız fevkalâde yerinde. Onun kanaliyle ve hiçbir şeyin farkında olmadan size her şeyi bildireceğim. Şu hususu şeref duyarak, vb.» (NOT: 4) Kesedar: Avusturya elçisi Penkler'in gizli harcamaları yılda 4 ilâ 5,000 duka tutuyordu. Penkler'in bıraktığı bir hesap pusulasında 1744 yılında para kurları hakkında ayrıntılı bilgi bulunmaktadır; bu hesaplara göre, 2,763 kuruş 20 para karşılığı olarak 921 duka 40 akçaya tekabül etmektedir; 1743 yılında 6,088 kuruş 24 para, 2,029 duka 1 kuruş 24 paraya eşitti; 1744 yılında 2,230 kuruş 30 para, 740 duka 1 kuruş 30 paraya tekabül ediyordu; 1745 yılında 11,025 kuruş 34 para, 3,675 duka 34 para değerindeydi; 1741 yılında, Penkler dukayı 3 kuruş olarak hesap ediyordu. Bu hesaba göre, 1741 yılında hükümeti için harcadığı 11,362 kuruş 21 para, 3.787 duka 1 kuruşa tekabül ediyordu ve bir sonraki yıl harcadığı 7,318 kuruş, 2,493 buçuk duka karşılığıydı. (NOT: 5) Price, grammer'inde (Londra 1825), dimaghi Suma çaghest kelimelerini how do you do (nasılsınız?) kelimeleriyle tercüme ediyor. Morier'nin seyahat raporunda anlattığına göre, Hacı Baba ve diğer seyyahlar bu kelimelerin «Dimağınız veya burnunuz büyük mü?» demek istediğini ileri sürüyorlar. Fakat, Vehbî'nin lügat kitabı üzerine Hayatî'nin yazdığı yorumdan çag kelimesinin çagatay dilinde zaman mânâsına geldiğini ve bu tâbirde çağ’ın zamanla alâkası olduğunu ve tâbirin böylece Başed dima-get, yâni dimağın salatanın zamanı gibi olsun, kısacası onun gibi taze ve hoş olsun mânâsına geldiğini öğreniyoruz. Avrupalı Farsça uzmanlarının pek 240 (NOT: 6) HAMMER az bildikleri bu yorum, şâirlerden alınmış misâllerle ve çeşitli açıklamalarla destekleniyor. İzi'nin kaydettiği hediye listesi, f. 95: 1. Ortasında göze çarpan bir zümrüdün bulunduğu balıkçılkuşu tüyünden bir sorguç; üst kısmında etrafı yirmi büyük ve yüz otuzsekiz küçük elmasla çevrelenmiş bir yakut görülüyor; takma kısmı altın küçük zincirler şeklinde, muhafaza olarak da altın elyafından dokunmuş bir keseyle, tahminen değeri: 30,000 Krş. 2. Kumlu deri kaplı bir kutu içine yerleştirilmiş altın kınlı bir kılıç; kılıcın kabzası ve km, doğu mâdenlerinden elde edilmiş üç büyük ve 439 orta büyüklükte elmasla süslenmiş. Kemerdeki güller ve altmış kordonu ikiyüz elmasla süslenmiş; tokası ve omuz askısı altın, hepsi birden altın elyafından dokunmuş ve kadifeden bir keseye yerleştirilmiş, tahminen değeri: 60,000 3. Astarı beyaz İstanbul kumaşmdan bir samur kürk; altı düğmesi otuzaltı büyük elmastan oluşuyor ve bunlara orta büyüklükte yedi yüz on tanesi eklenmiş. Bu hediyeyle birlikte oniki inci gerdanlık ve kolluk, Avrupa'nın nadide kumaşlarından yapılmış bir eyer kaşı, bunların tümünün değeri : 30,000 4. Altın bir hançer; kabzasının topçuğunda etrafı zümrütlerle çevrili bir saat bulunmaktaydı; kabzanın üzerinde üç büyük zümrüd, oniki büyük ve yüzyirmidört küçük elmas görünmekteydi, en uç-da büyük bir zümrüt yer almıştı, taşların yuvaları altındı; hançer, 'Sultan Selim' denilen biçimdeydi ve altın bir zincirden tutulan inci, yakut ve elmasların yer aldığı altm elyaftan dokunmuş bir kese içinde sunulmuştur. Yaklaşık değeri: 20,000 5. Yeşil kadifeyle kaplı bir ok kılıfı; altın süslemeleri üzerinde üç iri ve dörtyüz yetmişsekiz orta büyüklükte ve küçük yakut görülüyordu, bunlara OSMANLI TAKİHI 241 küçük püskül halinde bir yakut topluluğu da ek lenmişti; yetmiş altın, yuvarlak yüzkırk elmas, otuzbeş zümrüd ve otuzbeş yakutla süslenmişti; yeşil kadife üzerine tutturulan bağlarda ikiyüzotuz orta ve küçük elmas ve ondört zümrüt, otuzdokuz yakut parıldamaktaydı; ellisekiz bağ üzerinde yüzonaltı elmas, yirmidokuz zümrüt ve yirmidokuz yakut yer almıştı; alt kısmında oniki elmas göze çarpıyordu; oklar için sekiz kutu gök yakutla süslenmişti. Otuz küçük zincir altındandı ve üç askı yirmibir elmasla süslenmişti, kemerde ise süs olarak bir zümrüt gül yer almıştı ve bunu beş elmasla beş yakut zengin leştiriyordu; elli raptedici iğne üzerinde yüzelli el mas bulunuyordu ve hepsi birden erguvan rengi bir kutuya konmuştu. Yaklaşık değeri: 30,000 6. Zengin İstanbul kumaşından, beş yakut, yüzyirmi zümrütle, inci ye altınla süslenerek zenginleştirilmiş bir yastık, yaklaşık değeri: 2,000 7. Altın yaldızlı ve iki ucu dört elmasla süslenmiş bir yay. Değeri tahminen : 100 8. Uzun kısmı balenden ve uçları çelik, altın kakmayla süslü bir paket ok -. 50 9. Beyaz ipekten, altuı işlemeli bir boyun bağı : 100 10. Bir büyük ve yüziki orta ve küçük elmasla süslü» erguvan rengi bir kutuya konulmuş altın bir kemer. Değeri: 25,000 11. Misk ve amberle dolu ayrı bir bölümlü bir kutu ve kapağında bulunan bir saat içinden yirmi-dört elmas ve dıştan üç büyük ve doksanüç daha küçük elmasla süslenmiş, ayrıca köşeleri altın üzerine oyma resimlerle zenginleştirilmiş. Değeri: 6,000 12. Yetmişaltı elmasla dairevî şekilde süslenmiş Hammer Tarihi, C: VIII. F.: 16 HAMMER ve bir gök yakutun parıldadığı, on yakutun yer al dığı bir vazo. Değeri: 3,000 13. Kadranı oniki elmasla, içeriden yine beş el masla, dışarıdan orta büyüklükte bir elmas ve seksensekiz küçük elmasla süslü bir çalar saat. Altın zinciri yüzdört elmasla süslenmiş, kurma anahtarı ayrıca allı elmasla zenginleştirilmiş. Değeri: 6,000 14. Ortasında büyük bir elmas ve bütün etrafında ayrıca altmış daha küçük elmas bulunan ve beş yakut, iki zümrüt ve iki elmasla süslü bir çalar saat. Ayrıca bir iri incinin içinden çıkan bir altın zincir bu süslere zenginlik katmakta. Yaklaşık değeri: 4,000 15. Kutusuyla birlikte, orta ve küçük elli elmasla süslü bir saat; altın zinciri oniki elmas ve üç yakutla ve bir zümrütle gözalıcı hale getirilmiş. Değeri, yaklaşık: 3,000 16. Orta bölümünde orta büyüklükte iki ve daha küçük altı yakut ve yirmiiki elmasla süslü saplı bir gözlük; zinciri sekiz elmasla süslenmişti. Zincirine sekiz elmas oturtulmuş. Altın sırma ile sanatkârca işlenmiş bir torba içinde. Değeri yaklaşık : 1,000 17. Çerçevesi altın, saplı bir gözlük. îki tarafı altmış elmasla süslenmiş ve altın sap dantelâ gibi işlenmiş. Değeri yaklaşık: 1,000 18. İçinde iki gümüş saplı gözlük bulunan sedef kakmalı bir kutu. Değeri yaklaşık: 50 19. Zümrütlerle süslü bir teleskop; iki ucu altın ve altmışsekiz elmasla süslü. Değeri yaklaşık: 1,500 20. Otuzsekiz elmas ve yüzsekiz zümrüt ve otuz^ sekiz yakutla süslü bir teleskop. Değeri yaklaşık: 1,500 21. Üst kısmı bir taraftan bir yakut, bir taraf- OSMANLI TARİHİ 243 tg,n bir gök yakutla süslü altın kakmalı bir teles kop; uzunluğu boyunca oniki yakut ve bir elmas, bir gök yakut görülüyor; çevre halkasında elliiki elmas yer almış. Değeri yaklaşık : 1,000 22. Üst kısmı yüzkırksekiz elmas, otuz gök yakut, altı zümrütle süslü, iki halkasında kırkdört gök yakut bulunan, üst kısmı dantel şeklinde altınla işlenmiş bir teleskop. Değeri yaklaşık: 1,000 23. Beş geçmeli bir teleskop; üst kısmı sedef; geçmeler altın. Değeri yaklaşık: 300 24. Geçmeleri altın, üst kısmı bağa bir teleskop. Değeri: 250 25. Dört geçmeli, üst kısmı altın kakmalı bağa, ağız tarafları altın bir teleskop. Değeri yaklaşık: 150 26. Üst kısmı resimle süslenmiş bir teleskop. Değeri: 150 27. Üstü bir altın işlemeyle örtülü, iki altın kulpu bulunan bir kutu. Değeri yaklaşık : 5,000 28. İstanbul'da imâl edilmiş, yetmişsekiz orta büyüklükte ve küçük elmasla süslü, altı dılı'lı namlusu olan bir tüfek; horoza bağlı zincir, zümrütlerle bezenmiş; altından olan horozun üzerinde mücevherler görülmekte; değeri yaklaşık: 15,500 29. Demir ve çelik kısmı gibi dipçik tarafı da sedef ve altın kakmalı; altı dılı'lı namlu mercan ve gümüşle süslü. Değeri: 300 30. Altı dılı'lı namlusu ve dipçiği yekpare gümüş; demir ve çelik kısımları kakma altın ve gümüş; daha evvelkisi gibi İstanbul yapımı. Değeri yaklaşık; 600 31. Altı dılı'lı namlusu olan bir tüfek; yeşil yuvalar içinde altın kakmalı, mercan ve inciyle bezeli. Değeri yaklaşık i 600 32. Kundağı bağa ve altınla bezeli, demir ve 244 HAMMER çelik kısımları altın ve gümüş kakmalı bir diğer tüfek. Değeri yaklaşık: 600 33. Cezayir tarzında bir tüfek; kundağı siyah renkli, altın ve gümüş kakmalı. Değeri yaklaşık: 600 34. Kundağı abanoz ağacından bir çift tabanca, kabzası bir zümrütle bezeli; namlularda yetmiş elmas, yedi zümrüt ve yedi yakut görülüyor. Demir ve çelik kısımları altın kakmalı; mavi kadifeden kınları ve iki büyük elmasla süslenmiş, dört orta büyüklükde elmas ve kırkiki zümrüt ve altmışiki gök yakut ve ikiyüzdört küçük elmas yine süsleme işinde yer almış. Hepsi bir muhafaza içinde. Değeri yaklaşık: 12,500 35. Orta kısmı bir büyük yakut ve etrafında orta büyüklükte dört ve daha küçük yakut ve iki zümrüt ve yirmialtı küçük elmasla. bezenmiş bir at sorgucu. Değeri yaklaşık: 2,000 36. Başlığı büyük bir zümrüt, orta büyüklükte iki yakut, kırksekiz elmas ve yakuttan iki gül ve beleni ikiyüzyetmişdört elmas, zincir halkaları yüz-onbeş, hamutu yetmişsekiz elmas, koşum göğüslüğü bir iri elmas ve üçyüzyetmişbir orta ve küçük elmas, üç göğüs kayışı beşyüzelli orta ve küçük elmasla süslü bir koşum takımı: 70,000 37. Bir burun tokacı, suyu fevkalâde bir zümrüt ve iki diğer zümrüt, dokuz gök yakut, yedi orta ve seksendokuz küçük elmasla süslü; taşların sıralanışı bir renk düzeni oluşturuyor: 3,500 38. Baş tarafında bir yakut, üç gök mavisi gök yakut; elle tutulan kısmında ve diğer bölümlerinde yirmiüç yakut ve gök yakut görülen, üç ve yüzon-bir elmasla süslü kumandan asası. Değeri yaklaşık : 6,000 39. Altın yaldızlı, orta büyüklükte sekiz, yet mişiki daha küçük zümrüt, yüzotuz elmas ve yüzyetmişiki yakut ve gök yakutla süslü özengiler. Değeri yaklaşık: 2,500 OSMANLITARİHİ 40. Ön tarafı altı dılı'lı bir zümrüt ve etrafında yetmişbir elmas ve yetmişüç yakut ve gök yakutla bezeli, erguvan rengi kadifeden bir eyer. Arka kıs mında her biri kırksekiz elmas, otuzdokuz zümrüt ve kırkiki gök yakuttan oluşan üç büyük gül; or ta büyüklükdeki sekiz gül kırksekiz elmas, sekiz gçktaşı, ve iki çok küçük gûl iki zümrüt ve oniki gök yakuttan oluşmakta. Değeri yaklaşık : 4,000 41. Yetmişiki yakut, altıyüzdört zümrütle bezeli ve incilerle işlemeli, gümüş saçaklarla süslü porta kal rengi bir astarı bulunan menekşe rengi kadife bir haşa (at örtüsü). Değeri yaklaşık : 10,000 42. Erguvan rengi ve altm sırma işlemeli sarı saten astarlı bir eyer yastığı. Değeri yaklaşık: 1,000 43. Sırma işlemeli mavi kadifeden bir eyer örtüsü: 50 44. Kenarlarında altınla işlenmiş güller görülen ter kurulama bezi. Değeri yaklaşık: 50 45. Altın işlemeli erguvan rengi bir eyer örtüsü 50 46. Gümüş bir yular: 100 47. Gümüz bir dizgin: 50 48. Bir dizgin ve bir kolan: 100 49. Viyana mâmulâtı zengin kumaşlar : 2,000 50. Venedik mâmulâtı zengin kumaşlar : 2,500 51. Yine Venedik mâmulâtı zengin kumaşlar: 800 52. istanbul mâmulâtı zengin kumaşlar : 1,200 53. İstanbul mâmulâtı kumaşlar: 1,200 54. İstanbul mâmulâtı yeni Taraklı kumaşlar 1,200 245 246 HAMMER 55. Rengârenk zengin dokumak kumaşlar : 56. Altın dokuma birçok kumaş: 57. Şal ve sof birçok kumaş: 58. Diğer pek çok sof kumaş : 59. istanbul'da yapılmış altı çift yastık: 60. Bursa'da imâl edilmiş diğer altı çift yastık: 61. Frenk kadifesinden oniki çift yastık .62. Yirmi parça Suriye kumaşı: 63. On adet Khios halısı: 64. Uşak Türkmenleri tarafından dokunmuş on halı: 65. Çok güzel bir samur kürk : 66. Ayrı renklerde birçok parça kumaş: 67. Erguvan rengi dört parça kumaş.68. Dört parça ayrı renklerde kumaş : 69. Seksen Türkmen atı: 700 1,200 600 700 300 300 1,000 3,000 400 500 4,250 394 890 254 254 Yekûn 386,402 Bu vesileyle Türkçe sözlüğü zenginleştirmeğe yarayacak bazı kelimeler veriyoruz: Kum kakma, Senberekli, Bağhum, Şirmâhî altun soğa, Pafte, Tirdeste, Koküs tahta, Basma döğme, Pervânekemân, Çenberli, Ağızlık, İğenlik, Kor kulih, Tokciridli, Tapkur, Balçik, Elvan, Putedri, Taraklı, Elvan pisto, Katifekinlü, Eyer haşası. (NOT: 7) Argenson, Bonneval'e Ağustos tarihli mektubunda yazıyor: «Mektuplarınızı, hâtırat ve projeleri aldım; iki imparatorluğun karşılıklı çıkarları bakımından bundan daha iyisi düşünülemez ve bunları Majeste'ye OSMANLI TARİHİ 247 arzettim, son derece memnun oldu; size güveni arttığı gibi, sizi bu yolda hizmet edebilecek güvenli kişiler arasına kattı. Sür'atle harekete geçiniz ve Macaristan smırı üzerinde bir oyalama hareketine girişmeği unutmayınız, yapabileceğiniz ve yapmak istediğiniz şeyi bana bildiriniz. M. de Castellane'nın yerini tutunuz ve onsuz hiçbir şey bildirmeyiniz; bana alelade yoldan yazınız ve ikinci nüshaları bana Napoli ve M. de L'Hopital kanaliyle yazınız.» Bonneval, Penkler'in ajanı (casusu) Cenovalı Chenevrier tarafından yazılmış şifreli bir mektuba cevap veriyor: «Bâb-ı Âlî'yi Macaristan smırında oyalama hareketine girişmesi hususunda taahhüde sokmak bakımından elimden birşey gelmeyeceği gibi, aslında böyle bir harekete teşebbüs de etmemeliyim; bu hususta ilk imâ ve teşebbüslerde bulunmak elçiye düşen bir iştir. Elçinin kaabiliyetlerinin yalnız entrikaya ve çıkar sağlayıcı işlere dönük, bunlara eğilimli olması bir bahtsızlık ve felâkettir. Bu durum size evvelce işaret ettiğim hususlarda ne kadar haklı olduğumu isbatlamaktadır; yâni burada Fransa'nın dehâ sahibi bir elçiye sahip bulunmasının her iki imparatorluğa da büyük yararı olacaktır, bu elçi bilhassa büyük bir savaş adamı, usta bir politikacı ve usta bir müzakereci, gerektiğinde pekgözlü ve cömerd olacaktır. Zaten Sultan ve nazırları, Macaristan kraliçesini üzecek herhangi bir hâdisenin çıkmasından çekinmeye ve son anlaşmalardan hiçbir şey çıkarmamaya tamamiyle karar vermiş görünüyorlar. Bu da hıristiyan âleminde işlerin Osmanlı imparatorluğu bakımından lehde bir gidişe yer verdiği için çok iyi. Bâb-ı Âli'nin dikkati İranlılara karşı savaş üzerinde kesafet kazandığı için de iyi.» Desalleurs, 23 Aralık 1746'da Paris'den Bonneval'e yazıyor: «Marki d'Argenson, sizin Türkleri Macaristan'a karşı bir oyalama harekâtına girişmeğe ikna etmenizi size yazmam hususunda bana bilhassa emir verdi. Macaristan kraliçesinin bütün İtalya'nın hâ- 248 HAMMER kimi durumunda kalması Türklerin menfaatine değildir. Birliklerini oradan çevirmesi, bir zorlama ile de olsa, kendi devletlerinin savunulması bakımından bir tehlikeyi bertaraf etmek anlamına gele çektir. Kral, Lyon'da bir ordu toplattırdı ki, bu ordu düşmanlarını pişman edebilecektir. Bununla be raber, Majeste kral, eski devletlerini Avusturya'ya bırakan bir barış anlaşması imzalamak zorunda kalacaktır, bu anlaşma daha muazzam bir toprak parçasını da Türklere bırakacaktır. Bu bakımdan Türklerin kendi menfaatlerini düşünerek silâhlan malan yerinde olacaktır. Düşmanın gücünü azaltmadıkları takdirde, gelecekte bir denge kurulması kolay olmayacaktır. Eğer bu sebeblere hediyeler eklemek de gerekiyorsa, size, vaadetmek hususunda serbest olduğunuzu söylemek emrini almış bulunuyorum, vaadleriniz desteklenecektir; büyük rakamlar vaadetmemek her halde yerinde olacaktır: Me selâ, yüz bin ekü; elinizden geldiği takdirde daha azını vaadedebilirsiniz. Bu hususu Castellane'a bil dirmek iyiliğinde bulunursunuz ve en uygun hal şeklini seçeceğiniz de muhakkaktır. O bu konuda talimat alacaktır; fakat aziz Paşam (*), size çok beğeneceğiniz bir kararı bildirmek hususunda emir almış bulunuyorum: Kral, böyle bir hizmet yerine getirildikten sonra ve siz memleketinize gelmek istediğiniz takdirde, şu karardadır ki, asıl efendinizin kollarına atılacak -ki zaten bunu bekliyorsunuz -, gönlünüzün beklediği kabulü bulacak ve yalnız bununla kalmayarak size ömrünüzün geri kalan kısmını gönlünüzce ve seçkin bir tarzda geçirmek imkânını da verecek, bunun için tam bir huzur ve rahatlık sağlayacaktır. Size arzularınıza uygun bir sözü ulaştırmak imkânını bulmaktan ötürü sevinç duyuyorum. Şartlar şu anda bir anlaşma imzalamak imkânını vermemektedir, buna rağmen kral, barış anlaşmasını Türklerden önce yapacak (*) Burada Bonneval'in Türkiye'de Paşa rütbesi verilerek Haşmet adım almış olduğunu bildiğinden kendisine böyle hitabediyor. (Ç.N.) OSMANLI TARİHİ 249 ve böylece, onların kendisinin hakkını yediklerin den üzülmelerine mâni olacak yeterince imkân kalacaktır. Zaten, size tekrarlıyorum ki, M. de Castel İane mektubumla alâkalı emirler almış olacaktır. Size yazdıklarımı ona da bildireceğim, bunu size kral tarafından te'yid edecektir. Aziz kont buraya geçti, sizden ve dostumuz dan ne kadar bahsettiğimizi Allah bilir. Size saygılarımı bildirir, dostumuzu tevazu ile selâmlarım.» (NOT: 8) Castellane'dan Argenson Nâzın Puissieux'ye 23 Mart 1747 tarihli mektup: «Mösyö, geçen ayın 27'sinde size yazmakla şeref duyduğum mektuptan beri, Venedik yoluyla, bana göndermekle şereflendirdiğiniz 30 Kasım, 9 ve 26 Aralık tarihli siyasî işlere dâir yazıların ikinci nüshalarını ve bana bahis konusu kişi için gönder diğiniz özel mektubu aldım; bunları bana 1 Şubat tarihli ve bu ayın 20'sinde varan mektupla ulaştıran kont Montaigu oldu. İkinci nüshalarını1 aldı ğımdan bahsettiğim yazıların asıllarını, burada Marsilya'dan uzun zamandan beri beklediğimiz iki gemiden birinde olduğunu tahmin ediyorum. Size, Mösyö, iki hâdiseyi bildirmek suretiyle cevap vermiş olmaktan şeref duyacağım; bu iki hâdise, evvelki raporlarım burada fazlasiyle güvendiğiniz iki şahsiyetin görüşlerinizin başarısını anlamaktan uzak kaldıklarına dâir sizi önceden ikna edememiş-se, sizin bakımınızdan daha fazla şaşırtıcı olacaktır. Said Efendi ile kont Bonneval'den bahsediyorum. Bunlardan ilki Sadâret Kâhyahğı'ndan uzaklaştırıldı ve görevi Çavuşbaşı'na verildi. İkincisi ise, nükseden goute (damla illeti) hastalığına bağlanan öldürücü bir uyuşukluk içinde. Veziriâzam'ın bir süreden beri Said Efendi'yi İstanbul'dan uzaklaştırmağa çalıştığını büiyordum. Bu ayın 15'inde azledilmiştir. Azil muamelesi bu ayın 15'inde gerçekleşti. Kendisine üç tuğlu Paşalık verilip kötü bir vilâyete gönderilmemiş olmasını bir lutûf saydı. HAMMER Eğer böyle bir durum başına gelmiş olsaydı, Kâh-yahk görevini sürdürdüğü kısa dönemde biriktirdiği serveti çabucak elden çıkarmış olacaktı. Maliye teşkilâtında evvelce çalışmış olduğu işe girdi. İstanbul'da kaldığından, entrikalar yoluyla daha mühim bir mevkie yükselmesi imkânsız olmayacaktır. Böylece, düşündüğümü size söylemenin görevim olduğuna inanıyorum. Mösyö, 12 Eylül tarihli mektubumda da temas etmiştim, Veziriâzam’ın 29 Ağustos'da sayfiyede bana lütfettiği kabulde Said Efendi bulunmuyordu; Veziriazam Bâb-ı Âlî'de bulunmadığı sırada orada olup ona vekâlet etmek zorundaydı, bu da, ilâve edeyim ki, onu çok rahatlattı; bu vesileyle dilimizde sık vaki olan bir belirsizliğe yer verdim, bu da size Veziriâzam'dan bahsettiğimi düşündürdü; oysa, söylediklerim Said Efendi ile alâkalıydı. Ben, Said Efendi'nin o toplantıda bulunmamaktan ne kadar memnunluk duyduğunu söylemek istemiştim; çünkü çekingen, kararsız ve sadece kendisiyle meşgul olduğunu ve kendi kaderi üzerinde düşündüğünü, az lutûfkâr olduğunu bilirim ve Fransa elçiliğine tâyin edildiğinde Veziriâzam’ın huzurunda kendisine söylediklerimi Fransızca bilgisinden şüpheye düşecekleri korkusuyla tercüme ettiğine şâhid olmuştum, ayrıca dillerini konuştuğu kimselere karşı sadık olmadığı zannını uyandırmak korkusunun da bu davranışında rolü olmuştu; bir konuşma sırasında düşüncelerini ifâde etmek bakımından güçlükle karşılaşmayacağını düşünüyordum, yalnız, Fransa'ya karşı fazla gayretkeş veya nankör görünmekten kızarıp bozaracağı muhakkaktı, kendisine göre bu her iki görüntü de herhalde hoş değildi: Onun düşünce tarzına göre birincisi tehlikeli, ikincisi yüzkızartıcıydı. Mösyö, Said Efendi'nin Fransa'ya karşı minnettarlığından en ufak bir şüphe duyulmasından hayrete düşmüş göründüğünüzden, size bu hususta birkaç olay anlatmak zorunluluğunu duyuyorum. Bunlardan birincisi şu: Said Efendi Paris'de gösteriş ve keyfi uğurunda kralın kendisine lütfettiği paralan mahvettik- OSMANLI TARİHİ 251 ten sonra, memleketine buraya gelirken olduğu gibi fakir döneceğini hesaba katarak, kendisine oldukça yüklü bir para bulma hayâline kapıldı-, bir mül-tezimlik beratı alabildiği takdirde kendisine yüklü bir para verileceği vaadini aldı, bu iş için elal-tından çalıştı, fakat isteği reddedildi. Bu lütfün reddedilmesi, Fransa'ya karşı duyduğu kinin ilk sebebi oldu. İkincisi, tasarruflarının Marsilya'da har vurulup harman savurulmasıdır; kendisi parasızlığını kendisine ihtiyacı nisbetinde tahsisat verilmemesiyle izah etmekteyse de bundan daha büyük bir haksızlık olamaz. Kendisi elçilikten ancak birkaç öte-beri ve sekizbin kuruş götürdüğünü söylüyorsa da, bu paradan başka, kralın kendisine hediye etmiş olduğu pahalı elmas da vardı-, fakat bu pahalı elmas, Kızlarağası tarafından kendisinden alındı. Sarayda Kızlarağası’nın, bu başhadımm, tercüman Laria ile yaptıkları toplantıda, tercüman, Said Efendi'ye karşı gösterilen eliaçıklığı dünyanın en iyi niyetiyle açıklamıştı; bu açıklama, Kızlarağası tarafından Said Efendi'nin soyulmasının masum sebebi oldu. Bu da üçüncü kin konusudur. Bu olaylar, Said Efendi'nin güvenini kazanmış kişiler tarafından sürekli olarak bana anlatıldı ve diğerleri arasında sonuncusu kont de Bonne-val tarafından doğrulandı. Said Efendi'yi dostumuz olmaktan uzak sayarak, onu Fransa'nın kendisine yaptığı iyilikleri unutmuş bir kişi sayabilirsiniz-Fransa'dan döndüğünden beri kendisine gösterdiğim dikkate bakmayarak, aldırmayarak bize karşı fazlasiyle kırılmış durumda. Bunun için, Mösyö, Sadâret Kâhyalığı'na tâyin edilmesinden ötürü memnunluk duymaktan tamamiyle uzağım; ben 1743 müzâkerelerinde onun maskesini düşürmüş, onun en azından bize bir faydası dokunamayacağını bildirmiştim; zira çekingenliğinden başka bir de Fransa'ya karşı duyduğu kinin de gözönünde tutulması gerekir, bunu da size etraflı bir şekilde açıklamış bulunuyorum. Peşin hükümlü olmak bakımından Said Efendi'nin Bonneval'i (Haşmet Paşa) taklit et- HAMMER tiği açıkça ortada, bu da bizim görüşlerimize sü rekli engel oluşturmuştur. Şu tedbirlerden bahsetmek istiyorum ki, Fransa Türkleri savaşa ille sokmak istemiyor, bunu ancak ondan kurtulma yolunda destekliyor ve maksadı da kendi hasına barış yaparak onları feda etmek veya feda etmek suretiyle barış yapmak. 1734'de Said Efendi ve Bonneval bizim Polonya işlerimize girdiler, Marki de Viile-neuve'ün müzâkerelerdeki başarılarının neticesiz kalmasına sebeb oldular, Fransa bu yüzden Ryswick barış anlaşmasında güçlüklerle karşılaştı. En bek-lenmiyeni, Fransızların savaşa devam edeceklerine dair Bâb-ı Âlî'ye karşı yazılı taahhütte bulunmasını istediler. Türkler bu okuldan bizlere güvenme-meyi öğrendiler. Said Efendi kendi prensiplerini ter-ketmiş durumda; bu bakımdan kont Bonneval de, o da kararlarında ısrarlı, sabit olamıyorlar. Bu işaret ettiğim hususu, Mösyö, siz de müşahâde etmiş olmalısınız. Bâb-ı Âli ile ittifak zorunluluğunun kaçınılmaz olduğu görüşünü ileri süren kendileri, ama bunun üzerinde herhangi bir geliştirme gay reti göstermeyerek meseleyi uyutmak veya unutturmak isteyenler de yine kendileri. Bu hususu göz-önünde tuttuğumdan, bütün bu şartları yakından öğrenmiş olmanm verdiği bilgiyle, 10 Nisan 1745 tarihli muhtıramda size şu esas görüşü bildirmek lüzumunu duydum: Bâb-ı Âlî komşulariyle arasını bozmak istememektedir ve bir kargaşahk çıktığında, silâh kullanarak değil, şartlardan yararlanarak Avusturya hükümetinden bazı yararlar elde etmeyi bunda da müzâkereleri kullanmayı hedef alıyor. Gerçekten de gördünüz, Mösyö, Bâb-ı Âlî kendisine verdiğimiz fikirlerin, davranış tarzlarının hiçbirini uygulamadı, sadece Viyana hükümetinin tercümanına verilecek cevabı geciktirdi ve bu arada Toskan devletleriyle Bâb-ı Âlî arasındaki barışa bağlı bulunduğu fikrini devam ettirdi. Böylece Türkler barışçı sistemlerini yine yürütmüş, Büyük Sul-tan’ın tab'asının deniz ticaretini tehdit eden korsanların sayısını azaltmış oldular. Şüphe etmiyorum OSMANLI TARİHİ 253 ki, Mösyö, Viyana hükümeti Banat tarafında en ufak bir fedakârlığa razı olduğu takdirde, Bâb-ı Âli 1739 anlaşmasının yenilenmesini ve yürürlükte kalmasını isteyecektir. Bütün bunları, İran barışı hakkında edindiğimiz bilgiler ve haberlerle birlikte size bildirdim ve gerçekten de gördüğünüz gibi, bu barış anlaşması Bâb-ı Âlî'nin sisteminde hiçbir değişiklik meydana getirmeksizin imzalanmıştır. Bütün bunların neticesi şu oldu ki, Bonneval'in ümitlerinizi sizi gücendirmeden beslemeğe devam etmeniz için ileri sürdüğü eğlendirici bahaneler kısa kesildi ve köşeye sıkıştırılınca da Bonneval açık ve gerçeklere uygun olarak konuşnîak zorunda kaldı. Bu teferruat, Mösyö, herhalde Said Ef endi'ye güvenmeniz hususunda size yapılan telkinlere karşı duyacağınız teessüfleri azaltmayacaktır, tabiî bu görüş kont Bonneval için de olduğu gibi geçerlidir; bu arada kont Bonneval'in yakın ölümü, sizi tees-süfleriniz bakımından belki teselli yerine geçecektir. İki ay var ki, kont Bonneval midesinde ve göğsündeki kan hücumunun vücuda getirdiği şişkinlikten muztarib ve bunu kendisinde bulunan damla illetiyle izah ediyorlar. Geçen yıl bu hastalık yüzünden çektiği ızdıraptan kurtulmak için zaçyağı içerek intiharı düşünmüştü. O zamandan beri hastalığı gözle görülür şekilde arttı. Artık sıcak suya bastırılmış bal ile uygulanan tedavi de kâr etmiyor. Doktorların tavsiyeleri hilâfına, bu sıcak bala kuvvetli içkileri de ekledi. Böyle akü almadık bir tedavi uygulaması yüzünden sık sık baygınlıklar geçinneğe başladı. Bu baygınlıklara doktorlar bir felcin habercileri nazariyle bakıyorlar. Onbeş gün kadar var ki, yata/şa mıhlanmış durumda. Ayın 17'sinden beri yatağında uyuklama vaziyetinde hareketsiz yatıyor. Birkaç gür önce görüştüğüm doktor, beni hastanın durumunun iyiye gittiği hususunda temin etti; söylediğine göre, aşırı derecede endişelenilecek bir durum bahis konusu değil. Size şu noktayı belirteyim ki, mektupları bana Bon- HAMMER neval vasıtasiyle ulaştırmak istediğiniz takdirde, bir kopyasını da aynı tarihte bana göndermek lut-fûnda bulununuz. Çünkü, ben bu kopyayı, bir aksilik çıktığı takdirde, aslını ben yazmış gibi gösteririm ve sizin sırrınızın ortaya çıkması da böylece önlenmiş olur. Çünkü mektuplarda birtakım tenkitler var; Türklerin eline geçtiği takdirde, bu tenkitlerin tarafımdan yapıldığına inanılması kolaydır. Ayrıca, Bonneval'i, durumunu gözönünde tutarak kralın hizmetinde bulunmuyor sayabilirsiniz; böyle olunca, benim talimata ihtiyacımı takdir buyurursunuz; aksi takdirde eli kolu bağlı bir durumda kalmam bahis konusudur. Bu ayın 21'inde, Bon-neval'inkine yakın olan Napoli elçilik konağına akşamı geçirmek üzere, gittim ve elçi de Majo'ya, mahrem bir şekilde, Bonneval'e sıhhî durumu ile ilgilendiğim haber verilip bu yolda teselli bulmadan öldüğü takdirde çok üzüleceğimi bildirdim. Elçiye benimle gelmemesini rica ederek, tanınmadan bir ziyarette bulunacağımı söyledim; yani bu konuda bana vermiş olduğunuz talimata tamamiyle uygun davrandım. Zaten, tamamiyle tebdil vaziyette kendisini ziyaret edeceğim hususunda Bonneval'e haber göndermiştim. Oğlu Süleyman Bey, Bonneval'-in odasına mümkün olduğu kadar az gürültü çıkararak girmem hususunda gereken tedbirleri almıştı. Saat sekizde ışıksız ve beraberimde Peyssonnel'den gayri kimse bulunmadan oraya gittim. Kontu bir zekâ uyanıklığı ve aydınlığı içinde buldum; şartlara uygun olarak candan bir konuşmadan sonra mektubunuzu verdim; büyük bir halsizlik içinde bulunduğundan sarfı açmakta güçlük çekti; zarfı açınca, mektubu okuması için Peyssonnel'e verdi; kâğıt düz açılınca mektubun şifreli olduğu anlaşıldı. Pekala, dedi kont, şifreyi Peysonnel'e çözdüre-bilirsiniz; kendisine, bu şifrenin anahtarının yalnız kendisinde bulunduğu cevabını verdim. Kont: Öyleyse, dedi, yarın sekreterim Paul'ü çağırtırım, Süleyman Bey ona mektubun şifresini çözdürecektir ve ben size mektubun aslıyla kopyasını göndereceğim. OSMANLI TARtHÎ 255 Bütün bunlar buraya kadar çok iyiydi, kendisinden gitme müsaadesi aldım. Çıkarken, Peyssonnel'i, hastanınkine bitişik odada bazı yabancılarla oturup eğlenen Süleyman Bey'e gönderdim: Kendisine konta bir mektub verdiğimi, bu mektubu yastığının altında bulacağını, şifresini çözdürüp bana bildireceği, bunun çok önemli olduğu yolunda haber saldım. Bu tedbir zaruriydi; zira kont birkaç zaman sonra şiddetli bir damla illeti bunalımı içine girdi, kesin bir hareketsizlik ve dalgınlık haliyle yatıp kaldı. Bir kaşıkla ağzına verilenden başka hiçbir gıda almıyor ve artık konuşmuyordu. Mektubun şifresinin çözülmesi ve muhtevası bakımından, Mösyö, Süleyman Bey ile Paul'ün sır saklamalarına teslim olmuş durumdaydım. Süleyman Bey yaklaşık kırkbeş yaşlarında Milanlı bir dönmeydi, parlak olmaktan ziyade sağlam bir zekâsı vardı-, zâten, menfaatlerine, terfiine dikkat gösteriyor, bunun için de çok çalışıyor, mutedil görünüşü ve davranışla-rmdaki topluma uyuşla takdir kazanıyordu. Burada dostlar ve koruyucular kazanmak yolunda kont Bonnevall ile münasebetlerinden yararlandı; yıllardan beri, kont Bonneval adına, humbaracıbaşı görevini yürütüyor ve babalığından ayrı bir evde yaşıyor, Venedikli bir dönmenin tek kızıyla evliliğini sürdürüyor. Süleyman Beyin göze çarpıcı büyük bir kaabiliyeti yok, tanıdığı kişiler de, yâni dostluk çevresi de çok geniş değil, fakat babasımn görüşmelerini ve Bâb-ı Âlî'deki temaslarım biliyor ve bu bakımdan hayli tanıdığı da var, bunlara babalığından mesaj götürüp getirmiş durumda-, bu bakımdan Beyoğlu'nda Avrupa ahvâline dâir haberler toplayabilecek bir kişi durumunu rahatlıkla devam ettirebilir, yâni, babalığı kont Bonneval'in yerini aşağı yukarı tutabileceğine inandırıcı bir durumu var. Yâni, şimdiki durumda kendisiyle anlaşılabilecek, tabiî bir kanal durumunda ve benim gizliliği bozmamak bakımından şahsen yürütemeyeceğini teşebbüslerde bana yardımcı olabilecek bir kişi durumunda; Kont Bonneval'in evrakı günlerden beri onun HAMMER elinde bulunduğuna ve bunları emin yerde tuttuğuna göre kendisine karşı çekingen davranmanın da bir mânâsı yok. Bunun yapılması da zarurî idi, zira Peyssonnel, rahatsızlığından beri Bonneval'i günde iki kere evinde ziyaret ediyordu, kontun defterlerinin ve birtakım kayıtlarla dolu haritalarının bir kanepe üzerinde ve herkesin alabileceği durumda bulunduklarına Süleyman Bey'in dikkatini çekti. Bu uyarıdan itibaren Süleyman Bey, baba lığına ait eline ne geçtiyse toplayıp emin bir yere koydu. Onları nereye naklettiğini kesinlikle bilmiyorum, fakat Napoli elçiliği kançıları Chevrier, evrakların en önemlilerinin kendisinde bulunduğunu dün akşam söyledi. Cenovalı olan bu kançıları, kötü bir hâtıra dolayısiyle hatırlayacaksınız, Mösyö; bundan yedi-sekiz yıl önce, İsviçre'de Fransız politikası aleyhinde bazı haberler yaymış ve hükümet bu haberlerin Protestanları aleyhimize isyan etti recek mâhiyette olduklarına hükmederek, M. de Villeneuve'e onu kötü bir ruh gibi ortadan yoket mesi hususunda mükerrer emirler verilmişti; M Finochetti onu Napoli işlerine karıştırdığında, ora ya bir seyahat yaptı ve istenen projeleri sağladı, zira böyle işlerde mahareti gözden uzak tutulma yacak derecededir. Bu işine mükâfat olarak kendi si Napoli elçiliği kançılarlığı mevkiine getirildi, ken dişinin ihtiyacı olan güler yüzü ve iyi muameleyi kont Bonneval'in evinde bulduğundan ona fazlasiy le bağlandı. Süleyman Bey, bahis konusu şifresi çö zülecek mektubu ayın 12. günü akşamı ona verdi, bunu Paul'den öğrendim; ayın 22. günü sabahı Chevrier'yi göndererek Paul'ü çağırttım, önce bana hatâlar bulunduğu için mektubun bir kısmının şifresini çözmenin mümkün olmadığını söyledi; bu nunla beraber, kont Bonneval kendine geldiğinde onun da hatırlamalarıyla hatalı şifrenin çözüleni leceği ümidinde olduğunu bildirdi. Tabiî, mesele krala hizmetle alâkalı olduğundan Süleyman Bey'in izninin alınması gerektiğini de sözlerine ekledi. Bu söylediklerini temin etmiş olacak ki, dün akşam OSMANLI TARİHÎ. 257 bana, yazıma eklenmiş olarak bulacağınız özeti getirdi. Bu mektubun gerektirdiği düşüncelere girmeden önce, şifresi çözülen kısmı okuduktan sonra, M. Peyssonnel'i, bu irtibat hizmetinden teşekkürlerimi sunması ve Bonneval hakkında üzüntülerim olduğunu, fakat bu mektubun bunları daha da arttırdığını bildirmesi için Süleyman Bey'in evine gönderdim; bunlara ilâve olarak, ilerlemesine yardımcı olmak hususunda vesileler bulmak istediğimi, Fransa menfaatlerine uygun olan bu ihtimam ve himmetlerini devam ettirmek niyetindeyse, Bâb-ı Âlî'nin güvenini iyi kullanmak hususunda bu mektubun kendisine bir fikir verebileceğini, kararının beni mutlu edeceğini söylemesini de istedim. Bu iltifattan çok duygulanan Süleyman Bey, Peyssonnel'e, bu mektub şifresi işinin hayli yorucu olmasından ötürü kendisini mazur görmemi dilediğini ve kont iyileştiği takdirde endişelenilecek bir husus kalmayacağını, kontun Said Efendi'ye müzâkereler konusunda fazla güvenmesinden ötürü Reisefendi'yi ihmâl ettiğini, dostlarından olmadığını, bunun için kendi görevi olan humbaracıbaşılığa karşı iyi niyetli olmasını sağlamak üzere bu sabah kendisini ziyaret ettiğini, zâten başkalarının işine karışmaktan hoşlanmadığını, bununla beraber Fransa'nın kendisinden isteyeceği her şeyi yerine getireceğini söyledi. Peyssonnel, kendisine hâdiselere uzak kalmanın sağlam bir kararın delili olduğunu bildirdi ve bunun istisnaları olmağa değer bulunduğunu ilâve etti: Böylece, Süleyman ikna edilmekte, kendisiyle mutabık kalınmasında güçlük göstermedi. Şimdi, Mösyö, mektuplarınız vasıtasiyle bana ulaştırmakla şeref verdiğiniz talimat üzerinde düşünmek kalıyor: 1. Evvelce Türklerin oyalama harekâtında bulunmalarım, yâni gösteriler yapmalarım istiyordunuz, şimdi ise, ellerine silâhlarını alarak Macaristan kraliçesinin İtalya'yı zaptetmesine mâHammer Tarihi, C: VIII. E: 17 HAMMER ni olmaları talebinde bulunuyorsunuz; bu noktanın ne kadar nâzik olduğunu ve gerçekleştirilmesinin ne kadar çok teşebbüs ve görüşmeye bağlı bulunduğunu takdir buyurursunuz. Süleyman Bey kont Bonneval'in yapması gerekenleri üstlendiği takdirde bu teşebbüsler dolaylı cereyan edecek demektir; bunların gizli kalıp kalmayacaklarına gelince, Kont Bonneval'in bu işi üstlenmesi dolayısiyle gerekli bütün teferruatı size bildirdiğime göre, karar vermek de size düşer. Bana gelince, 29 Ağustos'da Veziriazamla yaptığım ve tarafınızdan tasvib gören görüşme çerçevesinde hareket edeceğim. 2. Ümit edersiniz ki, Türkler kendi çıkarlarını fazlalık olarak belirttiği ölçüde sizinle görüş birliğine varırlar. Bugün bu sebebe yâni çıkar sebebine bir de hediyeleri katacağınızı vaadediyorsunuz. Hediyelerden maksadınızın para vermek olduğu meydanda ve bunu da miktar olarak yüz bin ekü olarak belirtiyorsunuz. Sizden şurasını hatırlamanızı rica ederim ki, Mösyö, kont Bonneval ile görüştüğümüzde, Fransa'nın, Türkiye'nin girişeceği oyalama harekâtı masraflarının yarısını ödeyebileceğini imâ etmiştiniz ve bu da Bâb-ı Âlî'nin pek hoşuna gitmemişti. Bugün durumun daha meseleli olduğunu hatırlatmak isterim, çünkü Reisefendi, yâni Hariciye nâ-zırıyla karşı karşıya kalacağız demektir ve 1945 muhtırasında size çizdiğim portresine bakılarak hüküm vermek gerekirse, bu zat, söylediğiniz rakamın daha fazlasını temin edebilecek bir karakter yapısına sahiptir. Fakat, meselenin para ile ilgili yönünün hemen her şeyi halledebileceğini sanmayalım; Reisefendi, her şeyden fazla, bu davramşında Osmanlı İmparatorluğu'nun menfaatini açıkça, elle -tutulurcasma görmek isteyecektir ve en az bunun kadar önemlisi de, bütün olup bitecekler karşısında Osmanlı İmparatorluğu'nun başının ağrımasına hiçbir suretle müsaade edilmeyeceğinin teminâtım arayacaktır. Bunlardan emin olduktan, bu yönlerden tamamiyle teminât altına alındıktan sonra da sıra kendi şahsî çıkarının tatminine gele- OSMANLI TARİHİ 259 çektir. Yâni bunlardan ne birini, ne ötekini feda etmesi diye bir şey mevcut değildir. îşte benim Re-isef endi ile ilgili düşünce ve in'tibâlarnn bunlardan ibarettir. 3. Bu iki düşünce bir üçüncüsünü akla getirmektedir. Bu da son talimatlarınızın, görüşlerinizin başarısında başlıca engeli ortadan kaldırmamaktadır. Bu da Bâb-ı Âlî'nin, terkedilmek ihtimâlini gözönünde tutmaktan kaynaklanan tereddüdüdür. 4. Son raporlarımda Reisefendi'nin, Bâb-ı Âlî'nin hareketsiz kalmasının suçunu bizim iki hatamıza bağladığını gördünüz, Mösyö. Bunlardan biri, Büyük-Sultan'ın arabuluculuğunu kabul etmemiş olmamız; diğeri, Prusya kralının bir ittifak hususundaki yaklaşmalarına hiçbir suretle cevap verilmemiş olması. Dolayısiyle, Bâb-ı Âlî'nin savaş ilânı sebebini Macaristan kraliçesinin bu arabuluculuğu reddetmiş olmasına dayandırabileceği hususunda Reisefendi'yi ikna etmek güç olacaktır; ayrıca bizim, Rusya imparatoriçesini, yalmz onu tek arabulucu olarak tanıdığımız hususunda, Rus hükümeti nezdindeki teşebbüslerimiz de iyice haber alınmış ve öğrenilmiş durumda. Bâb-ı Âli'nin Prusya ile ittifakı meselesine gelince, ne sizin yazılarınızda, ne de kont BonnevaFinkilerde, Bâb-ı Âlî'nin teşebbüslerinden ötürü mâruz kaldığı kırıcı davranışların tedavi ve telâfisi hususunda herhangi bir tavsiye ile karşılaşmaktayım. Reisefendi ve Bâb-ı Âlî, bu durumda kendisini küçük düşürülmüş saymakta ve pek tabiî olarak bir kin duymaktadır. Bahis konusu , kinin çok kuvvetli olması düşünülebilir. Zira, Reisefendi, son defa görüşümde, İbrahim'in, üzüntüsünden ve utancından ölmüş olduğunu söyleyecek kadar ileri gitti; çünkü bu müzâkerelerin kesin bir başarı ile neticeleneceği konusunda Bâb-ı Âli'ye teminât vermiş bulunuyordu. Son düşüncem şu ki, Mösyö, talimatlarınız herhalde Avusturya elçisiyle yapılan görüşmeler sona erdiğinde gelecektir; bu arada Avusturya elçisi Penkler'le esirlerin salıverilmesi üzerinde bir liste de hazırlanmış bulunmaktadır. Bu esirler, Livurn'daki kadırgalarda ■PBİ 260 HAMMER bulunan kürek esirlerine karşılık hürriyetlerini elde edeceklerdir. Bu konuda Reisefendi müsait bir görünüş vermektedir. Ben, zindana atılmış olan cizvitlerin, hürriyetlerine kavuşacak kişilerin listelerinde yer almalarına çalışıyorum. Reisefendi de bu konuda M. Fonton'a gelecek olan yeni postayı beklediğini söyledi. Görünüşe bakılırsa, Bâb-ı Âlî Avusturya hükümetinin ültimatomuna gereken karşılığı verecek ve elçi Penkler'le yapılan müzâkereler, Bâb-ı Âlî'nin geri çekilmesini imkânsız kılacak kadar ilerlemiş olacak. Burada Malta şövalyeler tarikatı için keşfetmiş olduğum hususu Venedik elçisi Bocag'a haber vermekte bilhassa ihtimam gösterdim; fakat, kont Bon-neval'in muhtırasında geçen hususu elçiye bildirmeği lüzumsuz saydım: Muhtırada geçen olay, Mal-talıların BüyükSultan'ın iki gemisini batırdıkları rivayetiydi; zâten bu da doğrulanmış bir söylenti değildi. Bu olay, öyle görünüyor ki, gözden kaçmış olmalı.» Sonsuz saygılarımla, vb. Castellane Altmışdokuzuncu Kitap (NOT: 1) Elçi Hattî Mustafa Efendi'nin maiyyetinde bulunanların listesi: Kâhya (majordome) veya vekil; divân-efendisi veya elçilik kâtibi, hazinedar; Kapucular kâhyası veya Başmabeyinci; mühürdar; elçilik imâmı; hazîne kâtibi; iç çuhadar veya iç dâireler odaları hizmetkârı; kilerci; kahveci; yemek masası örtüsünü koymakla görevli sofracı; tütüncü, içilecek tütünleri muhafaza eden kişi; buhurdanci; mahramacı veya mendiller muhafızı; şamdancı; ibrikdâr; çamaşırcı; tahtrevan muhafızı; seccadeci; müezzin; hazinedar yamağı; kahveci yamağı; berberbaşi; baş-çuhadar veya oda hizmetkârları şefi; ikinci çuha- OSMANLI TARİHİ 261 dâr; üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı çuhadar; başçavuş veya birinci çavuş; çuhadarlar ve uşaklar; konakçı veya karargâh kumandanı; miri ahûr veya birinci seyis; arpa emini; ahu* kâhyası veya ahır müfettişi; saraçbaşı veya ahır birinci hizmetkârı; yedekçibaşi; saraçlar veya seyisler; nal-bandbaşi; Sultan'ın tavlasmdan üç eski seyis; mehterbaşı veya mescidin birinci müfettişi; mehter kâhyası veya mescidin ikinci müfettişi; vekilharç veya yiyeceklerin resmî kontrolcüsü; aşçıbaşı; akkiam-lar veya çadır kurucular; arabacılar; kürkçüler; tercümanlar; terzi; ekmekçibaşi; alış-veriş görevlileri; saraydâr veya hâne müfettişi; seyisler ve ahır uşakları; mehterhane veya mescid idarecisi. (NOT: 2) Burada, Hattî Mustafa Efendi'nin elçi olarak Avusturya imparatoruna götürdüğü hediyelerin hanedan gizli arşivlerinde bulunan Üstesini veriyoruz: 1. Kabza düğmesinde bir gök yakut bulunan, kabzası kırkbeş elmas ve onbeş yakutla bezeli, kabzanın alt tarafında yirmidört elmas ve üç yakut bulunan; tablası yüzdört elmas ve oniki yakut süslü; ağız tarafında kırküç elmas ve iki yakut bulunan bir meç; kutusu erguvan rengi ve dört altın ve inci dizilerinden püsküllü; 2. Bahkçılkuşu tüyünden üçlü bir sorguç; sorgucun ortasında dörtgen şeklinde bir zümrüd görülüyor, üç sıra laal yakutla çevrelenmiş ve bu sıralarda sekiz büyük ve yet-mişdokuz orta ve küçük elmas yer almıştı, bunların üzerinde rengârenk, minekârî biniş göze çarpıyordu; sorguç sarı renkli, zengin bir kumaşla kaplı bir muhafaza içindeydi; 3. Tam bir koşum takımı (raht), çeşitli kısımları olarak, alınlık ve başlık, göğüslük beşyüzkırkbir elmasla bezeli; sinebendde ise büyük bir elmasla beşyüzkırkdört küçük elmas görülüyor; 4. Altından bir at burunluğu; yeşil, beyaz ve pembe minekârî işlenmiş ve ortalarında bir yakut bulunan kırkiki küçük ve orta elmasla süslü üzengiler; 5. îki tarafı yüzyetmişaltı elmas, yüz yakut ve sekiz zümrütle süslü üzengiler; 6. Ek yerleri som 262 HAMMER gümüş bir at başlığı; 7. Bir kolan (tapkur), ek yerleri aynı mâdenden; 8. Yüzkırkiki elmas ve yüz taraflarında ayrıca ondört zümrütle ve bunların üzerine oturtulduğu yeşil, beyaz ve pembe minekâri zemin ile işlenmiş bir kılıç; 9. Ön tarafı, etrafı sekiz elmasla çevrelenmiş bir elmasla, bir yakut ve minekâri işle süslü; arka yüzünde bir yakut ve sekiz elmas, bir gök yakut görülen, örtüsü erguvan rengi ve işlemeli bir eyer; 10. Yüzonbeş zümrüd ve elmasla bezeli, sarı saten astarı bulunan menekşe rengi bir eyer örtüsü; 11. Altınla işlenmiş yeşil astarlı erguvan rengi bir haşa (yapuk); 12. Eyer altına konmak üzere altın sırmayla işlenmiş üç gülü bulunan haşa (teğelti); 13. Gümüşten üç suluk zinciri; 14. Aynı madenden bir yular; 15. Bir at dişliği (marbend), aynı madenden; 16. Aynı madenden bir yalak (satal); 17. Aym madenden iki köstek; 18. Aynı madenden bir kuşak; 19. îğne işi bir kis-bet; 20. Yine iki ayrı kisbet; 21. İşlemeli at dizliği; 22. Yine çiçekli ve erguvan rengi at dizliği; 23. Gümüş elyafından dokunmuş bir kisbet; 24. İşlemeli ve çiçekli bir Hind kumaşı; 25. Altın çizgili bir Hind kumaşı (telli çiçekli); 26. Yeşil ve kırmızı çizgili bir kumaş; 27. Yeşil ve kırmızı çiçekli bir kumaş (telli şalbend potdâri); 28. Yeşil çizgili bir kumaş; 29. Gümüş çiçekli bir Şam kumaşı; 30. Kırmızı ve yeşil çizgili bir beldar kumaş; 31. Altın çizgili, erguvan rengi taraklı bir kumaş; 32. İstanbul mâmulâtı bir kumaş; 33. Fıstıkiçi renginde bir kumaş; 34. Taraklı Şahamethâne cinsinden bir kumaş; 35. Dört parça zengin İran kumaşı (diba); 36. Çiçekli, İstanbul işi dört parça kumaş; 37. Diadiba cinsinden dört denk kıymetli kumaş; 38. Çok ince dört parça sof kumaş; 39. Altın çizgili, çok ince muslin kumaş (üç parça); 40. Uşak Türkmenleri tarafından dokunmuş bir seccade hah; 41. Bir Acem halısı (Kalice); 42. Kuzey Afrika Berberîlerininki tarzında üç pelerin (ihram); 43. Bir kab gülyağı. Bu listeden sonra kraliçeye verilen hediyelerin OSMANLI TARİHİ 263 yazılı bulunduğu liste ki, bunda yirmiiki parça gö rülüyor. 3) İzi, f. 205, İmparator ve İmparatoriçenin karşılık olarak Sultan ve Veziriâzam'a gönderdikleri hediyelerin listesini veriyor. Sultan'a ait listede ondört, Veziriâzam’ınkinde otuzdört parça hediye yer alıyor. 4) İzi, f. 224, Nasreddin Mehmed şâh ve Veziriâzam'ı tarafından Sultan'a gönderilen hediyelerin listesini veriyor. Hediyelerin sayısı listede otuzdört görülmektedir. 5) Viyana'da Başvekâlet evrak dâiresinde, Desalleurs'-den Puissieux'ye gönderilmiş bir yığın rapor ve talimat bulunmaktadır. İşte bunlardan bazılarında bulunan tâlimatdan pasajlar. - Desalleurs'den Pu-issieux'ye, 23 Kasım 1748: «Burada önem verilecek mesele, İsveç'i korumak, Polonya'yı terketmemek, Rusya'nın geniş projelerini durdurmak, burada eski itibârı yeniden oluşturmak; bunlar, gözden kaçırmamam gerektiğini emrettiğiniz dört hedef.» - Desalleurs'den Puissieux'ye, 27 Aralık 1740: «Çekingenlik, kendilerinin (Türkler) iyi niyet dedikleri şeyin gerçek kaynağı bu.» Desalleurs'den Puissieux'ye, 15 Nisan 1749: «Bâb-ı Âlî ile bir dostluk anlaşması yapmak bakmandan güçlükler, elverişlilikler ve sıkıntılar hakkında size ayrıntılı bir bilgi vermekle şeref duyarım. Burada böyle bir sade ve ayrıntısız bir anlaşma için örnek yok, Türkler ise âdetlere, teamüllere sonsuz denebilecek şekilde bağlıdırlar. Topal Osman Paşa'nın Fransa'ya karşı bir temayülü vardı, esaretten kurtuluşunu Malta'ya, bir Fransı-za borçluydu; Râgıb, tabiî olarak Fransa'dan yanaydı; Esad Efendi açıkça İsveç'i tutmaktadır, ki bunların her üçü de barış komiseridir. Belgrad barış anlaşmasından beri olaylar hayli değişti: Bâb-ı Âlî'nin arabuluculuğunun Fransa tarafından sözde reddedilmesi, Avusturya ve Rusya ile ebedî barış anlaşması, İran savaşının sebeb olduğu tükenme, nihayet Büyük-Sultan'ın kendi özel çıkarı veya Ve- HAMMER zâret-i-uzmâ makamının saraya boyun eğmesi, sevilmeyen her İmparatorluğun iç zaruretleri, BüyükSultan'ı tahtı ürerinde tutmak ve umumi bir isyana mâni olmak için barışçı bir sistemin uygulanmasını zorunlu kılıyor; ben İsveç'e mâlî yardım yapılmasını teşvik etmekteyim.» - Desalleurs'den yazı, 15 Nisan 1749i «Polonya'ya gelince, Polonyalıların gevşekliği, Rusların parası ve arabulucuların unutkanlığıyla Belgrad anlaşmasının Karlofça barış anlaşmasını mahvettiğinden bu yana, Bâb-ı Âlî'nin bu krallığın işlerine karışmak için artık bahanesi yok, illâ ki böyle bir şeye lüzum hâsıl olmasın; Bakanlık bunu bana açıkça anlattı.» Desalleurs'den Puissieux'ye, 15 Ağustos 1749: «Mevkilerinde az süre kalan ve belirli işlere bakan nazır durumundaki vezirlerle iyi ilişkiler yürütmek yeterli değil, önceden dostlar edinmek ve onları mesele üzerinde iyice aydınlatmak gerek, Veziriazam'in her değişmesinde al başdan dercesine işe başlamamak için bu şart.» - Desalleurs'den Puissjeux'ye, 18 Ocak 1749: «Celcing hâlâ maslahatgüzar olduğundan, İsveç'i İstanbul'da bir elçi bulundurmağa zorlamak veya ikna etmek gerek.» - Desalleurs'den Puissieux'ye, 3 Şubat 1749: «Kırım hanını ve nazırını bizim çıkarlarımızdan ya na olmaları bakımıudan elde etmek için hiçbir fedâkârlıktan çekinmedim.» - Desalleurs'den Puissieux'ye, 7 Aralık 1749: «Maltada esir bulunan kalyonun Paşasının annesi bir imkânını bulup Büyük -Sultan'a oğlunun serbest bıraktırılması için, Türklere göre, son derece dokunaklı bir ricânâme sunmuş, Büyük-Sultan Hazretleri de bahis konusu ricâ-nâmeyi bana göndertmiş.» - Puissieux'den Blondel'e, 22 Şubat 1750: «Rusya Nystadt anlaşmasının VII. maddesini canlandırmaya ve bu maddeye, 1721 yılında konulduğu zihniyetin tamamiyle zıddı bir yorum kazandırmaya çalışıyor.» - Puissieux'den Blondel'e, 29 Mart 1750: «Ruslar 1743'de bunu Abo anlaşmasına sokmak istediler; fakat, İsveçliler razı olmayınca vazgeçtiler. Bestuscheffin patavatsızlığı ve kötü niyetiyle bulunduğu istem üzerine, çok OSMANLI TARİHİ 265 güç durumda, İsveç'le yapılan ek anlaşmaya sokuldu. İngiltere'nin bu hususdaki görüşü, İsveç'in şeref ve bağımsızlığına kasteden bir taahhüde Rusya lehine girişmeyeceği yolundadır; İsveç bunu ancak Avusturya, İngiltere ve Fransa hükümetleriyle birlikte kabul edebilir. Fakat İsveçliler böyle bir projenin varolmamış sayılmasını tercih ediyorlar; gerçekten de hakları var, çünkü böyle bir projeyi bir millete teklif etmek bile onun şerefine ve bağımsızlığına suikasd tertiplemekten başka bir mânâya alınamaz.» (NOT: 61 Bu dönemde tercüman yardımcılarının sayısı altıya indirildi ve bunlar şu kişilerdi: Testa, Mandel-ler, Geitter, Beaumeister oğlu, Moneska ve Augus-ti. Tercüman Seleskovich, hükümet tercümanlığı görevinden Viyana'da baron de Schwachheim'in yerine atandı; adı geçen baron ise elçi olarak Penkler'in yerine geçti. Beaumeister, Peterwardin anlaşmasın da tercüman olarak görev yaptı. Seleskovich'in Vi-yana'ya gelmesiyle Testa tercümanlığa atandı: Bu makamı ondan önce Momars ve Bianchi işgal etmişlerdi. Hermanstadt'da tercümanlık görevinde bulunan Volde 174£*'de öldü. Avusturya'nın İstanbul elçisi olarak devletine hizmet eden Penkler, 1 Temmuz 1753 tarihini taşıyan İmparatora hitaben yazdığı bir mektupta, tercümanların eğitim ve öğretimleri konusundaki düşüncelerini ayrıntılı olarak ortaya koydu. Yetmişinci Kitap (NOT: 1) M. Malcewski'ye Talimat: 1. Her vesileden yararlanarak Polonyalıların vatanlarına ne kadar bağlı bulunduklarını ve Bâb-ı Âlî'nin Polonya'da sükûn ve asayişin devamına gösterdiği dikkate minnet duyduklarını belirtmekten geri kalmayacaktır. İç ayrılıklarla Cumhuriyet'in şimdi geçici olarak yatıştırılan son şartlardan, bu HAMMER ayrılma ve bölünmelerin mâhiyeti kendisince bilindiğinden, aynı zamanda bunların çözüm çârelerinin de yabancısı olmadığından, fırsat çıktığında bunları ayrıntılı bir şekilde anlatmak üzere hafızasında bir düzene sokacaktır. 2. Bâb-ı Âlî tarafından bu yolda yürütülen teşebbüslerin, komşu bir devletin Polonya'da rahatsızlıklara sebeb olan niyetlerini boşa çıkardığını konuşmalarında vurgulamaktan geri kalmayacaktır. Özellikle, Polonya'da cereyan eden iç bölünmeler sırasında, ülkenin sükûnuna zıt olan niyetlerini tatbike koymasından endişe duyulduğunu da ihsas etmekten geri kalmayacaktır. 3. Evvelki maddede geçen hususları belirtirken, bilgili, fakat mutedil bir davranış içinde bulunmaya itinâ gösterecektir; Bâb-ı Âlî'nin bahis konusu devlete karşı uyguladığı ve devam ettirdiği sistemin farkında olduğunu vereceği misâllerle ortaya koymaya, belirtmeğe çalışmaktan geri kalmayacaktır. 4. Polonya'ya gelen Kırım elçisinin davranışları hakkında hiçbir şey anlatmamağa itinâ gösterecektir; daha ziyade bu Kırım elçisinin davranışları hükümdar veya hükümetinden aldığı talimat çerçevesinde cereyan ettiğinden, Polonya'daki ikâmetinin sonuna doğru niyetleri son derece şüpheli kişilerle irtibat kurduğundan ve yola çıktıktan sonra da yüz fersaha yakm bir dönüş yaparak hiçbir zorunluluk olmadığı halde Jassy'den geçmiş olmasından imâ yollu olsun bahsetmemekte dikkatli davranacaktır. 5. Bu vesileyle, Eflâk hospodar prensin murahhası L^onardy'nin meselelerin çözümüne hiçbir kolaylık getirmeyen davranışından ve efendisi prensin gelecekte daha anlayışlı ve daha az şüpheli kişiler göndermesinin temenni edildiğini imâ yoluyle açıklayacaktır. 6. özel bir itinâ göstermeden büyük-generalin OSMANLI TARİHt 267 Polonya'da gördüğü itibâr ve saygıdan, kendisim halkın iyiliğine adamasından ve Bâb-ı Âlî'ye karşı beslediği dostluktan bahsedecektir. 7. Gerek huzura kabullerde, gerekse Osmanlı nazırına anlatacağı hususlarda ve nihayet gerekse Polonya'nın menfaatlerine karşı duygularının samimîliğine kanaat getirdikten sonra temas kurmağa çalışacağı Bâb-ı Âli birinci tercümanı ile yapacağı özel konuşmalarda, kendisine verilen talimata uygun davranacaktır. 8. Fransa'nın Bâb-ı Âli nezdinde bulunan olağanüstü yetkili elçisi Şövalye de Vergennes'e tam bir güveni olacaktır; yerine atanan Fransız elçisi gelinceye kadar Fransız elçisi kont Desalleurs, Osmanlı nazırına ulaştırmak istediği hususlar için kullanacağı vasıtalar konusunda kendisini aydınlatacak, görevinin başarısına mâni olmak isteyenlerin tuzaklarına karşı kendisini emniyet altında bulunduracaktır. 9. Görevinin sınırlı olduğu bildirildiğinden, İstanbul'da görevinin tamamlanması nisbetinde kalabileceğini Osmanlı nazıra anlatacaktır; büyükgenerale dâima durumunu bildirecektir. 10. Büyük-generalin dikkatine değer hususları Cozim yoluyla Bassa adresiyle ve hareketi sırasında kendisine verilen şifre tablosuna uygun olarak bildirecektir. 11. özellikle Bâb-ı Âlî bahis konusu olduğunda, her elçi, çok bilgince hareket etmek, soğukkanlı, çok ağzı sıkı ve çok tedbirli davranmak yolundaki vecizeyi gözönünden ayırmamak zorundadır. Umumî yerlerde ketum ve düşünceli, tarafsız bir hava içinde olduğunu belirten bir görünüm verecektir. Başkalarının teşebbüs ve sözleri üzerinde düşünüp onları inceleyecek, gerçekten ayrıldığı intibaını hiçbir suretle vermeyecektir. 12. Hiçbir istisnada bulunmaksızın İstanbul'da- HAMMER ki yabancı devlet elçilerinin hepsiyle temasda bulunabilir ve bulunmalıdır; fakat, bunların herbiri-ne karşı ihtiyatlı davranmak gerektiğini hatırdan çıkarmamalıdır ve münasebetlerini bu yolda yürü tmelidir. 13. Güvenini çekmek için, Polonya işleri üzerinde en ufak bir bahis açmaksızın, ehemmiyetsiz toplantılarda Hübsch'le konuşabilecek, İstanbul'da bulunmasının sadece teşrifat meselesiyle ilgili ve devletin büyük generallerinin yararlandıkları imtiyazlarla alâkalı bulunduğunu anlatmakla yetinecektir. 14. Görevi üzerinde tecessüs gösterecek olan bütün elçilere karşı da aynı şekilde davranacak ve o yolda bir dil kullanacaktır. 15. İstanbul'da bulunduğu takdirde genç Linchon'la ahbablık tazeleyebilecek ve kendisine verebilmek iktidarında olduğu açıklamaları elde edecek, fakat netice olarak bunlardan herhangi bir proje veya teşebbüs için harekete geçmeyi düşünmeyecektir. 16. Tahsisatı yıllık bin duka olarak tesbit edilip bunun yarısını hareketinden önce aldığından, geri kalan yarısı İstanbul'a varışında kendisine ödenmiş olacaktır. 17. Talimat ve diğer bilgiler, ancak Büyük-general'den gerekli yazıları alacak ve kendisine aynı şekildeki yazıları gönderecek olan Şövalye de Vergennes'e bildirilmelidir. Dubno, Mart 1755 İmza: Kont Branicki Sultan III. Mustafa ^^H Topkapı Sarayındaki Büyük Kabul odası. «*wf*\ ****» '^TOrC-îilPki' a Peygamberimiz ve halifelere ait yay ve kılıçlar. £ i i ! ■ 9HHBBHİBB LV«*Tft»Aj O) 11 ^^^^H l^^»3B ^^«^ • Jj; ^^K^B8Jw sdm^Hİr 'JHF ^^^^H ^•H • üt* * P»- ^f ■ «3 > Nadir Şah tarafından 1. Mahmud'a h 1 £ ■, ediye edi fl^B ^0 *i a 1 1 ^T HHHHHHHHHHRH M IssHHBBBPİ HAMMER (Baron Joseph Von Hammer Purgstall) BÜYÜK OSMANLI TARİHİ 8 (ONALTINCI CİLT) YETMİŞBİRİNCİ KİTAP m. Mustafa'nın tahta çıkışı. — Danimarka ile anlaşma. — Prusya'nın dostluk anlaşması teklifi. — Şeyhülislâm ve Kaptan Paşa'nın azilleri; Dar-üs-saade Ağası'nin idamı. — Râgıp Paşa'nın padişahın kız kardeşiyle evlenmesi. — Sürgün edilenlerin İstanbul'a dönüşleri. -— Bazı elçüerin dönüşü. — Ali Hekimzâde'nin ölümü. — Hac seferlerinde güvenliğin sağlanması için alınan tedbirler. — Abdullah Nailî Paşa'nın ölümü. — Hibetullah Sul-tan’ın doğumu. — Kırım Hanı'nın, Boğdan ve Eflâk voyvodalarının, Bâb-ı Âli tercümanının ve Reisefendi'-nin azil ve değiştirilmeleri. — İlmî bir inceleme- -— İzmit'te bir kanal inşaatı için çalışmalar. — Sultan Mustafa'nın güvenlik teşkilâtı. — Arabistan ve Mısır'da asayişin sağlanması. — Şam'da bir caminin tamiri ve İstanbul'da yeni bir cami yapılması. — Defterdar Halimi Paşa ve Şeyhülislâm Asım Efendi'nin ölümleri. -— İmar hareketleri. — Askerî talim ve manevralar. — Bazı meşhur âlimlerin ölümleri. — İranlıların Bossuet'si sayılan Vessaf Efendi. — İçeride karışıklık. — Kürk sefası ve afyonkeşler. — Prusya ile dostluk anlaşması. — Prenseslerin doğumu. — Meşhur adamların ölümü. — Şeyhülislâm ve Kaptan Paşa'nın iki defa değiştirilmeleri. — Râgıp Paşa'nın ölümü. — Onsekizinci yüzyıl Osmanlı edebiyatına toplu bakış. — Osmanlı Devleti'nin son ünlü sadrazamının yönetimi. m. MUSTAFA'NIN TAHTA ÇIKIŞI ÇÜNCÜ Mustafa'nın hükümdar olarak yaptığı ilk ve tek hayırlı iş, hiç şüphesiz, Râgıp Paşa'yı sadrazamlığa getirmiş olmasıdır. Tahta çıkar çıkmaz bir hattı hümâyûn ile, yeni hakkedilmiş sadaret mührünü Râgıp Paşa'ya göndermiş, ondan, bugüne kadar olduğu gibi bundan böyle de devlet işlerini yürütmesini istemişti. Her padişahın tahta çıkısında dört yeni mührü hümâyûn yaptırılırdı. Bunlardan kare şeklinde olanı padişahın özel müh- Ü 280 HAMMER rü olarak kendisinde kalır, daire şeklinde olan diğer üç mühürden biri sadrazama, ikincisi harem-i hümâyûnun hazinedarı olan kadın görevliye, sonuncusu da has odabaşısma verilirdi (1). Geleneklere göre, sultan tahta çıktıktan bir gün sonra, sabahleyin sadrazam ona çiçek ve meyve dolu elli porselen tabak ve vazo gönderir, böylece hükümdarını tebrik etmiş olurdu. Aynı gün öğlene doğru, sultan kendi eliyle yazılmış bir hattı şerifi sadrazama gönderirdi. Ulemânın dışında bütün vezirler Bâb-ı Âli divanında toplanır, görevlinin (kapıcılar kethüdasının), bir kumaşa sarılı olarak ve başının üzerinde tutarak getireceği hattı şerifi beklerlerdi. Hattı şerif gelince, başta sadrazam olmak üzere bütün vezirler salonun ortasına kadar ilerler, sadrazam hattı şerifi alıp öper, başının üzerine götürür ve Reisefendi'ye (Reis-ül Küttab'a) verirdi. Reisefendi de padişahm teveccüh ve itimadını bildiren hattı şerifi oradaki-lere okurdu. Okunma işi bittikten sonra sadrazam hattı şerifi getiren ve etek öpen haberciye, yani Kapıcılar Kethüdası'na, bir samur kürk giydirirdi. Bundan sonra divanda bulunanların tebriklerini kabul eder, daha sonra da dağılırlardı. Sadrazam dairesine geçer, padişahın teveccüh ve itimatlarına şükranlarını sunmak için hazırlanırdı. Vazifeyi en derin ve şükran duygularıyla kabul ettiğini bildiren cevabî mesajı götürecek olan kethüdaya armağan olarak birkaç yüz duka altınından başka çok değerli bir elbise (kaftan) da verirdi. III. Mustafa tahta çıkışından dokuz gün sonra, Hz. Peygamber'in kılıcını kuşanmak için Eyüp Sultan Camii'ne gitti. Kılıç alayı, her zaman olduğu gibi bu defa da çok muhteşemdi. Merasim gereği o gün, idarenin her kesiminden yüksek rütbeli memurlar saraym birinci avlusunda toplanmışlardı. En önde zaptiye teşkilâtmdan yüksek rütbeli iki görevli, onların ardından çavuşlar ve müteferrikalar, ulufeliler ve gedikliler yürüyor, yol açıyorlardı. Onların peşinden de sipahi paşaları, (1) M.d'Ohsson, Osmanlı İmparatorluğu Tablosu, VII, s. 120. OSMANLİTARİHİ 2S1 mabeynciler, büyük ulemâdan olanlar, şeyhler, seyidler ya da Peygamber soyundan olanlar, divan azaları ve odabaşıları, üç defterdar, nişancı, Reisefendi, serasker, iki kazasker, vezirler ve nihayet yanyana olmak üzere sadrazamla şeyhülislâm geliyordu. Onların ardından yedekte yürütülen, eyer ve dizginleri çok süslü otuziki at geliyordu ki bunların onikisinin eyerlerinde murassa kalkanlar asılıydı. Sultanın etrafını peykler ve solaklar çeviriyordu. Peyklerin başmda pırıl pırıl parlayan miğferler, solakların başında ise harikulade güzel kuştüyü sorguçlar vardı. Padişahın bindiği atın sol üzengisini büyük imrahor (emir-ü ahır), sağ üzengisini başmabeyinci tutuyordu. İkinci imrahor sol dizgini tutuyor, sağ dizgini tutan sancaktar ise bir eliyle sancak-ı şerifi taşıyordu. Padişah atının yanmda bunlardan başka has ahır teşkilâtından dokuz kişi daha vardı ki bunlar imrahorlar, sek-banbaşılar, mabeynciler ve sakabaşı'ndan oluşuyordu. Padişah attan inerken yanındaki onbir görevlinin yerini, padişahın koluna girmek ve onu öylece götürmek imtiyazma sahip diğer altı görevli aldı ki bunlar da silâhdar, tülbenddar, ibrikdar, rikâbdar ve berberbaşmdan meydana geliyordu. Onları da yeniçeri ağası ile bostancıbaşı takip ediyordu. Aynı imtiyaza başmabeyinci ile iki imrahor da sahiptiler. Yeniçeri ağası padişahın attan inmesine yardım ederken sadrazam ve dar-üs-saade ağası da koltuğundan tutuyorlardı. Padişahın ardmdan gelen iki enderunlunun ellerinde çok zengin işlemeli iki yastık vardı ve üzerlerinde hükümdarın iki sangı bulunuyordu. Sarıklar padişahın hâkim olduğu dünyanın iki bölgesini, iki denizini ve korumakla görevli olduğu iki kutsal şehri, yani Mekke ve Medine'yi temsil ediyordu. Sultanı halkı selâmlamak zahmetinden kurtarmak için, sarıkları taşıyanlar, bunları durmadan sağa sola indirip kaldırıyorlardı. Enderundan bir genç, padişah ata binerken ayağının altına koymak için bir tabure, bir diğeri de aptes almada kullanılacak bir ibrik taşıyordu. Hazinedar ise, yol boyunca biriken kalabalığa avuç avuç para saçıyordu. Cülus alayı, yeniçerilerin oluşturduğu iki sıranın arasından geçerken, padişah onları selâmladı. Sivil halka gösterilmeyen bu hareket yeniçeriler için bir şerefti. Yeniçeriler pa- 282 HAMMER dişahın selâmına, başlarını sol omuzlarına eğerek karşılık verdiler. Böylece, en ufak bir işaretle başlarını kılıç altına uzatmaya hazır olduklarını anlatmış oluyorlardı. Padişah, yeniçerilerin eski kışlalarının önüne gelince durdu. Burada, 60. ortanın ağası tarafından sunulan bir tas şerbeti içti ve sonra şerbet tasını, o mutlu günün hatırasına, altın doldurarak iade etti. Yeniçeri ağası üç kurban kesti. Yoluna devam eden III. Mustafa, Fatih'in yaptırdığı caminin yanma gelince, buradaki türbeyi ziyaret etti, dua okudu. Bundan sonra, Hz. Peygamber'in sancaktarı olan Hz. Eyüb'ün türbesinde de bir dua okudu. Eyüp Camii'nde, şeyhülislâm, padişaha Hz. Peygamber'in kılıcını kuşattı. Bu tören sırasında şeyhülislâmın yanmda şeriflerin reisi yani nakıyb'ül eşraf da hazır bulunuyordu. Bu sırada cami avlusunda elli koyun kurban edildi. Ulema, «Allah yüzünü ak, kılıcını muzaffer eylesin» diye dua etti. IH. Mustafa tahta çıktığını bildirerek bazı yüksek unvanlardan ve tekkelerden alman berat vergilerini (cülûsiye vergisi de denirdi) yanya indirdiğini ilân etti. Hükümdarların her tahta çıkışlarında berat sahipleri bunları yenilemek (ve tabii yeni vergi vermek) zorunda idi. Aksi halde beratları geri alınırdı. Padişahlar tahta çıkışlarında, gerek «eşkinci» denen ve sefere katılan yeniçerilere, gerekse «mütekaidin» ya da «oturak» denilen ve artık sefere katılmayan ama yedek olarak tutulan emeklilere cülus bahşişi verirlerdi. IH. Mustafa bu bahşişi veren padişahların sonuncusu oldu. Ondan sonra tahta çıkanlar, isyanların ana kaynağı haline gelen bu eski usule son verebildiler. Sultan, tahta çıktığını birer hattı hümâyûnla hıristiyan âleıninin bütün hükümdarlarına bildirdi. Olayı birer özel elçi göndermek suretiyle bildirmek tenezzülünde bulunduğu devletler ise sadece Lehistan, Prusya ve Avusturya oldu. Hükümdarın cülusunu Lehistan (Polonya) kiralı Frâderic Auguste ni'e (Frederik Ogüst III) bildirmek için Varşova'ya giden sefir Mehmet Paşa idi. Rusya imparatoriçesi Elisabeth Petrovna'-ya elçi olarak Çavuşlar Kâtibi Osman Efendi gönderildi. EL Os- OSMANLI TARİHÎ 283 man'ın vefatını ve III. Mustafa’nın cülusunu İmparator I. Fran-çois'e (Fransuva) bildirmek için Viyana'ya gönderilen elçi ise Küçük Evkaf Kethüdası Giritli Resmî Ahmed Efendi idi. Bu üç elçiden bizim için en dikkate değer olanı Resmî Ahmed Efendi'dir. Onun büyük bir tarihçi ve devrin en önemli devlet adamlarından biri olduğunu daha sonra göreceğiz. Rum asıllı olan Giritli Resmî Ahmed Efendi, ihtida etmiş olmasına rağmen anadilini unutmamıştı. Ahmed Efendi, reis-ül küttap Tavukçubaşı Mustafa Efendi'nin kızı ile evlendi. Reisefendi'-nin kız kardeşi de zenginliğiyle meşhur Bekir Efendi ile evliydi. Bu zat, Dar-üs-saade Ağası Beşir Paşa'ya, tavassutu ile Reisefendiliğe getirildiği takdirde önemli mikdarda para vereceğini vaadetmişti. Dar-üs-saade ağasmm (kızlarağası) ölümünden sonra Bekir Efendi, bu vazifeye atanmamış olmasına rağmen, yazılı olarak vaadettiği parayı hazineye ödemek zorunda bırakıldı. Bekir Efendi vezir rütbesine (paşalığa) çok daha sonra terfi ettirildi. Avusturya ve Rusya sarayları, III. Mustafa'nın fevkalâde elçilerine, ancak daha evvel Sultan II. Osman'ın tahta çıkışını tebrik için gönderdikleri elçilerine yeni itimadnâmeler göndermek suretiyle cevap vermiş oldular. Bu elçiler o zamandan beri İstanbul'dan ayrılmamışlardı. Avusturya'nın elçisi Baron de Schwachheim (Baron do Şvahhaym), Rusya'nın elçisi ise Kont Mnicek idi. Bu iki saray, İstanbul'a fevkalâde elçilerini ancak iki yıl sonra gönderdiler. Napoli ve İsveç saraylarının sultana gönderdikleri tebriknâmelerini de, bu devletlerin elçileri olan Kont Ludolf ve Kont Celsing getirdiler. Fransa, İngiltere ve Venedik saraylarının tebriknâmelerini bu ülkelerin İstanbul'daki daimi elçileri Vergennes (Verjen), Porter ve Foscari takdim ettiler. DANİMARKA ÎLE ANLAŞMA Danimarka elçisi De Gahler, Osmanlı başkentinde üç yıl kaldıktan sonra nihayet Bâb-ı Âli ile bir dostluk, ticaret ve gemilerin serbestçe dolaşımı ile ilgili bir anlaşma imzalanmasını sağlayabildi. 284 HAMMER Bu elçi, Osmanlı sultanına kendi hükümdarının tebriknâmesinden başka, Baltık kıyılarından kalkan ve Kont Lutzov'un kumanda ettiği iki gemiye yüklenmiş değerli hediyeleri de takdim etmişti. Fakat, fevkalade elçi unvanma rağmen, sadrazam tarafından kabul edildiği zaman, kendisine samur kürk yerine sadece bir kaftan giydirildi. Çünkü II. Osman zamanmda yaymlanan tören kıyafetleriyle ilgili talimatname hâlâ yürürlükteydi. Gahler'in uzun süren müzakereler kullandığı nüfuzlu kişi, Anadolu kadısı ve Molla'dan başkası değildi. Zenginliğiyle damadı, çok faal ve nüfuzlu olan bu şahsın karşılığında sağlamış bulunuyordu. sırasmda aracı olarak Sultan'ın imamı Osman ünlü Bekir Efen-di'nin desteğini, yüz kese para Danimarka elçisiyle müzakereler devam ederken, Molla Osman'ın verdiği ziyafetlerden birinde, diğer ünlü davetlilerin arasında, Macar dönmesi ve İstanbul'da kurulan ilk matbaanın müdürü İbrahim (Müteferrika) ile, o tarihten oniki yıl önce ölmüş bulunan Kont de Bonneval (paşa)’ın (2) kendi çocuğu ya da evlâtlığı olan Milanolu Süleyman Bey de vardı. Bu iki şahsiyet, Bâb-ı Âli ile Avrupalı elçiler arasmdaki münasebetlerde büyük çaba gösteriyorlardı. Schvvachheim'ın İstanbul'da özellikle meşgul olduğu işler arasında, ön sırada, padişahın Cezayir Beyi'ne (Dayısı'na) bir ferman göndererek Avusturya konsülü Kersch'in kurtarılmasını temine çalışmak geliyordu. Cezayir birlikleri Tunus'a yaptıkları bir baskın sırasmda Kersch'i esir alıp götürmüşlerdi. Sadrazamın başçuhadarı bu iş için özel görevli olarak Cezayir Dayısı'na gönderildi. Sultan Osman'ın ölümünden kısa bir süre sonra, hoşnutsuz Macarlarm reisi olan Csaki de Rodos'ta ölmüştü. Onun yerini alan Kont Coloniz'in ağabeyi Baron de Zaı (Badon do Zai) de onüç ay sonra ölünce, hoşnutsuz Macarların başına Transilvanyalı (Erdelli) Mikics geçti. Csaki'nin ölümünden birkaç ay önce, o zaman Fransa kiralının ordusunda (2) Asıl adı Comte Claude Alexandre de Bonneval (1675-1747) olan Humbaracı Ahmed Paşa, Fransız asillerinden idi, fakat Avusturya ordusunda mareşal olmuştu. 1729'da Osmanlı ordusuna sığındı, islâmiyeti kabul ederek Ahmed adını aldı. Osmanlı ordusunda önemli hizmetleri görüldü ve beylerbeyi'liğine terfi ettirilerek paşa unvanı verildi. (Çevirenin notu) OSMANLI TARİHÎ 285 general olarak görev yapan Macar Tott da ölmüştü ki, onun oğlu meşhur «Hatırat» in müellifi Baron de Tott'tur. Avusturya ile Fransa arasında Mayıs 1756'da ittifak gerçekleşince, İstanbul'da bulunan Avrupalı elçiler arasmda değişiklikler olmaya başladı. Bundan sekiz ay sonra, 16 Ocak 1757'de, İngiltere ile Prusya arasmda tedafüi ve tecavüzî (savunma ve saldırma) amaçlı bir ittifak kurulunca değişiklikler tamamlandı. ingiliz elçilerinin kötü niyetli tahrikleri ve elçilerin itibarını sarsmak için gösterdikleri çaba karşısında Bâb-ı Ali dikkatli davranıyordu. Fakat Porter Bâb-ı Ali'yi Avusturya ve Fransa'ya karşı tahrik etmekten geri kalmadı. Bu tahriklerinde daha çok Sadrazam Koca Râgıp Paşa’nın hekimbaşısı olan Rum ts-pilanti'den yararlanıyordu. isveç sefiri, hükümdarının Fransa ile yaptığı ittifaka sadık kalacagmı, fakat, Prusya kiralı II. Frederik akrabası olmasma rağmen bu hükümdara karşı yapılacak bir savaşta tam tarafsız hareket edeceğini ve 21 Mart 1757 Vestfalya Anlaşması'na da sadık kalacağını bildirdi. Bundan iki ay kadar önce, 8 Ocak 1757'de, Rus elçisi Obreskov Bâb-ı Âli'ye bir nota vererek, hükümdarı Elizabeth Petrovna'nın Lehistan ve Avusturya'ya yardım maksadiyle ordusunu harekete geçireceğini, Lehistan'ın da rızası ile bu ordunun Cumhuriyet'in kuzey eyâletlerine geçeceğini söylüyordu. Sadrazam bu notaya verdiği cevapta hiçbir itirazı olmadığını bildirdi. Bir yıl sonra Bâb-ı Âli Obreskov'un bazı şikâyetlerine de cevap verdi. Obreskov'un hükümdarı adma yaptığı şikâyete göre, Kırım Hanı Halim Giray'a, itaatsiz Nogay Tatarlarını cezalandırması için Bâb-ı Âli taraf ından emir verilmişti ye ona'yardımcı olarak Azak, Bender, Hotin ve Sofya paşaları da gönderilmişti. PRUSYA'NIN DOSTLUK ANLAŞMASI TEKIİFÎ Râgıp Paşa reis-ül küttap iken, Prusya Bâb-ı Âli'ye ilk dostluk anlaşması teklifini yapmıştı, fakat Bâb-ı Âli bazı bahanelerle buna yanaşmamıştı. Şimdi sadrazam olan Râgıp Paşa boy- 286 HAMMER le bir ittifakı en çok isteyenlerden biri idi. Avusturya konuyu müzakere için temsilci olarak Hauden'i İzmir'e gönderdi. Hau-den daha çok Rexin ismiyle tanınıyordu. O sırada yine Prusya adına görüşmeler için gelen Varennes de Türkiye'de idi, fakat Hauden Bâbı Âli ile ittifak kurmak için tam yetkiliydi (3). Ayrıca, hükümdarı Frederik H'den Sultan Mustafa'nın tahta çıkışını tebrik eden bir de mektup getirmişti. Sadrazamın ittifak arzusuna rağmen Hauden'e kesin bir cevap verilemedi ve İstanbul'a gelmesine de ancak çok gizli tutulmak kaydiyle müsaade edildi. Fransa elçisi Verjen ile Avusturya elçisi Şvahaym, Hauden'in izini boş yere aradılar. Fakat bir gün, Hauden'in Saksonyalı uşağı, kendisine kötü muamele eden efendisinden intikam almak için, bulunduğu yeri Fransız ve Avusturya elçilerine bildirdi. Bu uşak, efendisinin kendisini, sırrını ifşa eder korkusuyla zehirlemek istediğini de iddia ediyordu (4). Avusturyalı tercüman öğrendikleri sırrı Râgıp Paşa'ya söylediği zaman, sadrazam bunu son derece soğukkanlılıkla karşıladı ve doğru olmadığını söyledi. Uzun süren reis-ül küttap-lığı zamanmda ve Mısır valisi olarak Kahire'de bulunduğu yıllarda, renk vermemeyi, düşüncesini belli etmemeyi çok iyi öğrenmişti. Zaten Mısır'daki taşkın ve yaygaracı Memlûk beylerinin oyunlarını bozabilmek için gizlilik, serinkanlılık ve yap-macılık, bütün vali paşalar için bir zaruret haline gelmişti. Râgıp Paşa, yabancıların, tercüme ettirilen berat ya da himaye mektuplarını ele geçirmek için her türlü harcamayı yaptıklarına, tercümanların da bu belgeleri reayaya satmayı alışkanlık haline getirdikleri meselesine dikkatle eğildi. Bu maksatla Reisef endi'ye bir buyrultu göndererek bu olayların tekrarlanmaması için gerekli tedbirlerin alınmasını istedi (5). Sadrazam bir yıl sonra başka bir buyrultu çıkararak Avrupalıların reayadan kızlarla evlenmelerini ve gayrimenkul edinmelerini tekrar yasakladı. Bu yasaklar mevcut anlaşma(3) Tam yetki belgesinin Türkçe'den İtalyanca'ya yapılan tercümesi (15 Cemazielevvel 1170 (1757) tarihini taşıyor. (4) Bu uşağın mektubu Schwachheim'ın mektubuna ilişikti. (5) Sadrazamın 19 Rebiülahır 1172 (20 Aralık 1758) tarihli bu buyrultusu da Schwachheim'in raporuna ekliydi. OSMANLI TARİHÎ 287 lara aykın idi. Galata voyvodasına gönderilen bir emirnamede ise, reayadan kız alan Avrupalıların ve Avrupalılarla evlenmiş reayanın birer listesi isteniyordu. ŞEYHÜLİSLÂM VE KAPTAN PAŞA'NIN AZİLLERİ; DAR-ÜS-SAADE AĞASFNIN İDAMI Râgıp Paşa'nın sadareti, Sultan Osman’ın ölümünden ve El. Mustafa'nın cülusundan on ay kadar önce başlamıştır. Bu yüzden, Râgıp Paşa'nın zamanına ait değişiklikleri ve olayları özetlemek için biraz geriye gitmemiz gerekiyor. Râgıp Paşa, devlet idaresini ele almasından az sonra, son yangmda harap olan acemioğlan kışîalarmm yeniden inşasını emretmişti. Bu sırada Defterdar Ahmet Efendi'yi görevden alarak, onun yerine sürgünden çağırdığı Halimi Efendi'yi geçirmişti. Şeyhülislâm Dürrizâde Mustafa Efendi de görevden alınmış, onun yerine bu makama yaşlı Damatzâde Feyzullah Efendi ikinci defa getirilmişti (28 Cemaziülevvel 1170 - 18 Şubat 1757). Sadaret kaymakamı Ali Paşa Cidde'ye gönderildi. Râgıp Paşa, Mısır valiliğinden azledilen eski sadrazamlardan Hekim-zâde Ali Paşa'ya olan saygısından dolayı, Anadolu'nun istediği şehrine yerleşmesi iznini verdi. Onun yerine Mısır valiliğine Sadettin Paşa getirilmişti. Reisefendi Avni ise yerini, uzun zamandır bu makamda gözü olan ünlü zengin ve Reis Mustafa Efendi'nin damadı Ebubekir Efendi'ye bırakmak zorunda kaldı. Ebubekir Efendi bu maksatla türlü entrikalar çevirmekten ve bol para harcamaktan geri kalmamıştı (21 Recep - 11 Nisan). Râgıp Paşa'nın Sultan Osman devrindeki sadareti sırasında yapılan başlıca değişiklikler işte bunlardı. Çok ihtiyatlı bir insan olan Râgıp Paşa, padişahın zaaflarını, yenilik taraftarı ve sabırsız oluşunu, Dar-üs-saade Ağası Ebü Kofun çok tesiri altında kaldığını biliyor, ama Ebû Kofla nasıl başedebileceğini bilemiyordu. Sultan Osman'ın hastalığının son günlerinde artık onun hayatından ümidini kesen Dar-üs-saade Ağası, sadrazamlığa Kel Ahmed Paşa'nın oğlu Ali Paşa'yı getirmek istiyordu. Râgıp Paşa, çok önemli bir konuda fikri almmak bahanesiyle, gerçekte ise elinden sadaret mührünü almak maksadiyle saraya davet 28> HAMMER edilmişti. Fakat tedbirli davranan Râgıp Paşa bu tuzaktan kurtulmasını bildi. Dar-üs-saade Ağası’nın yazıcısı ibrahim Efendi, sadrazama gizlice bir tezkere göndererek kendisini bekleyen tehlikeyi, padişahın sabaha çıkamayacak kadar ağır hasta olduğunu bildirmişti. Bunun üzerine Râgıp Paşa kıyafet değiştirerek ve yalnız olarak saraymdan ayrılmıştı. Râgıp Paşa'yı saraya götürecek olan baltacılar kethüdası da ancak onun hareketinden sonra Paşakapısı'na ulaşabilmişti. Buna çok içerleyen Dar-üs-saade Ağası da kethüdaya, sadrazamı bulunması ihtimali olan her yerde aramasını ve mutlaka saraya getirme* sini emretmişti. Kethüda bütün şehri aradığı halde sadrazamı bulamamıştı. Geceleyin padişahın ölüm haberini alan Râgıp Paşa tekrar Paşakapısı'na dönmüş, azilden kurtulmuş ve yeni padişah da onu görevinde bırakmıştı. Bu olaydan sekiz gün sonra Dar-üs-saade Ağası Ebû Kof Ahmed Efendi görevden almdı ve onun yerine bu makam, sultanın çok güvendiği sır kâtibi Beşir Efendi'ye tevcih olundu. Yeni Dar-üssaade Ağası, mevkufatçı unvanıyla yazıcı İbrahim Efendi'yi de saraydan uzaklaştırdı. Selefinin entrikalarını öğrenen Beşir Efendi, Râgıp Paşa'nın adamı olsa da, saray sırlarını ifşa eden bir yazıcıya güvenemezdi. Peşkircibaşı Hamza Ağa silahdarlığa getirildi. Azledilen Dar-üssaade ağasının sadrazamlığa getirmek istediği Kaptan-ı Derya Ali Paşa ise mevkiini kaybetmekle kalmadı, bütün malvarlığı müsadere edilerek îstanköy'e sürüldü. Bundan başka ça-vuşbaşı, bostancıbaşı, başmabeyinci ve birçok vezir azledildi (29 Sefer 1171 -12 Kasım 1757). ölen padişahın güvenini kazanmış, kudretiyle mağrur eski Darüs-saade Ağası Ebû Kof kellesini kurtaramadı. Ebû Kof daha önce, hacı kafileleri ile sûrrenin güvenliğinden sorumlu Hac Emiri Esad Paşa'yı da bu görevden aldırmış, hac emirliğine ve cerdecibaşılığına hiç kimsenin tanımadığı iki adamını getirmişti. Fakat hacı kafilesi, Maan'ın otuz fersah yakınında, önceki Hac Emiri'nden (Esad Paşa'dan) intikam almak isteyen Beni-Harb adlı Arap kabilesinin saldırısına uğradı ve yağmalandı. Üçüncü Osman'ın ölümünden bir ay önce meydana gelen bu olayı, Ebû Kof Ahmed Efendi padişahtan saklamıştı. Fakat ÖSMANLT TARİHÎ 289 bir süre sonra haber bütün İstanbul'da duyuldu. Hz. Peygam-ber'in doğum gününde, Şam'dan gelmeleri ve Hacı kafilesinin Mekke'ye ulaştığını bildirmeleri beklenen müjdeciler görün-meyince, halk arasında hoşnutsuzluk ve mırıldanmalar başlamıştı. Bunun üzerine, gürültüyü yatıştırmak isteyen yeni padişah III. Mustafa Dar-üs-saade Ağası'nı idam ettirdi. Ebû Kofun kesik başı bir kazığa geçirilmiş ve üzerine de şu yazı yazılmıştı: «Müslüman hacıların felâketine sebep olanların mükâfatı işte budur!». Bu idam, padişahın topladığı ve ulemâdan önde gelenlerin, şeyhülislâmın, Rumeli Kazaskeri Mehmed Salih Efendi, Anadolu Kazaskeri Asım İsmail Efendi ile bunların seleflerinin, İstanbul kadısının, nakıyb'ül eşrafın ve asker paşalarm katıldığı bir mecliste bir fetva ile meşrulaştırüdı. Padişah mecliste bulunanlara hac emirliğine Çeteci Abdullah Paşa'yı tayin ettiğini açıkladı ve Reisefendi de tayinle ilgili yazıyı okudu. Bundan sonra padişah konuşmasına şöyle devam etti: •— Haremeyn-i Şerefeyn'deki durumların çok üzücü olduğunu biliyorum... Bunların bana Allah tarafından emanet edilmiş olduklarını da biliyorum. Allah'ın emaneti olan haremeyn-i korumak için gerekirse şu parmagımdaki yüzüğü bile paraya çevirir ve bu maksatla harcarını». Bu sözlerden hemen sonra okunan bir hattı şerifle, iki kut-sal şehrin, yani Mekke ve Medine'nin hizmetlerine ait vakıf gelir kaynaklarınm (mukataalarının) tetkiki ve yeniden düzenlenmesi emredildi. Uzun zamandan beri buralarda büyük bir karışıklık ve idaresizlik hüküm sürüyor, mültezimlikler rüşvet karşılığında ya da ilgisizlik yüzünden baltacılara, çuhadarlara ya da sarayın diğer memurlarına veriliyordu. Sadrazam, bundan böyle, devletin diğer mültezimlikleri gibi Haremeyn mukataalarının da peşin para ile satılmasını ve sıkı denetim altında tutulmasını emretti. Ebû Kof Ahmed Efendi'nin idamından sonra onun himaye ettiği Türkmenlerin ağası da idam edildi. Türkmenlerin ağası bir deve sürücüsü iken alınıp bu iş için yetiştirilmiş, fakat yetHammer Tarihi, C: VIII. E: 19 290 HAMMER kişini kötüye kullanarak idaresi altında bulunanlara her türlü sıkıntıyı yaşatmıştı. Daha sonra eski Hac Emîri Esad Paşa’nın idamına da karar verildi. Esad Paşa, intikam hırsıyla, hacı kafilesini soymaları için Arapları bizzat tahrik etmiş olmakla suçlanıyordu. Dar-üs-saade Ağası’nın ölümünden sonra, Râgıp Paşa'nın> yeni padişah ile arasını açacak ve icraatını engelleyecek kimse kalmamıştı. Mevkiini böylece sağlamlaştıran sadrazam, her şeyin hüküm ve iradesi altında cereyan ettiği intibaını yeriyordu. ölen padişahın aldığı son idarî tedbirlerden biri, kadınların, çok önemli bir sebep olmadıkça evlerinden çıkmalarının, sırf kendilerini göstermek ve ayıp sayılacak dedikodulara sebep vermemeleri için halk arasında gezmelerinin yasaklanmış olmasıydı. Bunun sonucu olarak da mahalle imamlarına, islâmî disipline uyulması, yani kadınların evde oturmalarının sağlanması emredilmişti. Yeni hükümdarın ilk yaptığı işlerden biri de reâyânm çok lüks giyinmesi yasağını yenilemek oldu. Bu maksatla Rum ve Ermeni patrikleriyle musevilerin hahambaşısı, çavuşbaşmın huzuruna davet edildiler. Onlardan, dindaşlarının islâmî esaslara uygun olarak, lüks ve şatafatlı elbise giymelerini kesinlikle önlemeleri istendi. Bunun dışında III. Mustafa çok insanî, yumuşak, iyiliksever ve cömert davrandı. Hükümdarlığının daha ilk günlerinde Reis-ül Küttab'a, Avrupalı elçilerin hükümdarları adına kendisini tebrik için. geldiklerinde sunacakları en güzel armağanın, müslüman köleleri azad etmeleri olacağını bildirmesini istedi. Ayrıca, borcunu ödeyemedikleri için tutuklu bulunanların serbest bırakılmalarına karşılık olarak, onların bütün borçlarını karşılayan bir bağışta bulundu. Padişah, tersaneyi ziyaret ettikten sonra da cömert bir davranışta bulundu: Sadrazama yirmi bin (altın) kuruş göndererek, bunun donanma kaptanlarına, bahriyenin diğer işçi ve memurlarına dağıtılmasını istedi. Bundan bir süre sonra da Hısn-ül Bahir (Deniz Kalesi) adlı büyük bir geminin denize indirilmesinde hazır bulunarak merasimi şereflendirdi. OSM ANI.r TAKİMİ 291 III. Mustafa çok hareketli bir insandı. Sık sık at üzerinde veya saltanat kayığında görünüyor, bir gün kalabalık ve muhteşem maiyetiyle şehirde, bir başka gün kıyafet değiştirerek sokaklarda dolaşıyordu. Daha sonra Derya kaptanlığına getirilen Rumeli valisinin karısı olan yeğeni Hanımsultan'a çok büyük bir şefkat ve ilgi gösteriyordu. Bu prensesin güzelliğine, zekâsına o kadar hayrandı ki, bir gün bile onu ziyaret etmeden duramıyordu. Yeğeni olan prenses de bu durumu, bazı devlet işlerinde müessir olmak için istismar etmekten geri kalmıyordu. Karısı bir zamanlar Sultan Mahmud'un sarayında cariye olan zengin Bekir Efendi'nin reis-ül küttaplığa getirilmesi işte bu prenses sayesinde olmuştur. Fakat, havadan gelen suya gider derler. Bekir Efendi için de böyle oldu. Reisefendiliğe gelmesi için çevrilen entrikalarda karısının da parmağı vardı. Bir gün saraya davet edilen karısı, kocasının Sultan Mahmud devrinde haksız olarak ele geçirdiği çok değerli bazı eşyayı nereye sakladığını bilemeyince veya söylemek istemeyince, Bekir Efendi bu mevkiden uzaklaştırıldı (8 Kasım 1757). Birkaç ay sonra Bekir Efendi'nin yerine Hacı Abdi Efendi getirildi. İnatçı, kıskanç bir insan olan Abdi Efendi, kendi fikrinden başkasına önem vermiyor, fikrini kabul etmeyenlere karşı çok kaba davranmaktan çekinmiyordu. Bu davranışları yüzünden, III. Mustafa'nın tahta çıkışından bir süre sonra, yerini sadaret mektupçusu Mehmed Emin Efendi'ye bırakmak zorunda kalmıştır. Mehmed Emin Efendi, imparatorluğun vakanüvisine göre, icraatı ile karanlıkları ay ışığından daha iyi aydınlatan ve nasihatleri kadere hükmeden bir insandı (6). RÂGIP PAŞA'NIN PADİŞAHIN KIZ KARDEŞİYLE EVLENMESİ Reis-ül küttab Abdi Efendi'nin azlinden altı gün sonra Damatzâde Feyzullah Efendi de şeyhülislâmlıktan ikinci defa azledildi ve yerine Salih Mehmed Efendi getirildi (20 Ocak 1758 (6) Ezher min el-kamer, emze miri el-kader. Vâsıf, s. 108. 292 HAMMER 10 Cemâzielevvel 1171). Mehmed Efendi bu makamda onyedi ay kaldı. Salih Mehmed. Efendi makamına oturduğu gün padişah kendisine teamüle uyarak bir kürk giydirdi ve takımları çok değerli olan bir de at hediye etti. Geleneğe göre, şeyhülislâm bu ata binerken hayvanın gemini sadaret kethüdası tutuyordu. Padişah, Zeynep Sultan’ın kocası olan ve «Sinek» lâkabı ile anılan Küçük Mustafa'yı İstanbul'a getirtti. Küçük Mustafa son onbeş yıldan beri Asya'daki eyâletlerin hemen hemen hepsinde vali olarak görev yapmıştı. Padişah'la olan akrabalığı yüzünden kendisine nişancı ve vezir unvanları verildi. Üçüncü Mustafa bundan sonra kırküç yaşındaki kız kardeşi Ayşe Sultan'ı, Tırhala Sancak Beyi Vezir Silahdar Mehmed Paşa ile evlendirdi. Çeyiz olarak da sadece beş bin duka altını verdi. Bu mikdar Kanunî Süleyman zamanında sultanlar için verilen çeyizin yirmide biri, IV. Murad'ın Melek Ah-med Paşa ile evlendirdiği Kâhya Sultan için verdiği çeyizin ise kırksekizde biri idi. IV. Murad'ın verdiği bu çeyizin tutarı iki yüz kırk bin duka altını idi ve bu Mısır'ın bir yıllık gelirine eşitti. Üçüncü Mustafa, Ayşe Sultanla aynı yaşta olan öteki kız kardeşi Saliha Sultan'ı da, imtiyazlı kılmak istediği Sadrazam Râgıp Paşa ile evlendirdi. Saliha Sultan, uzun zaman Saint-Petersburg'ta esir tutulan eski özi valisinin dul karısıydı (31 Mart 1758 - 21 Receb 1171). Nişan töreni Saliha Sultan'ın Eyüp yakınındaki sarayında, şeyhülislâm huzurunda yapıldı. Bu törende Saliha Sultan'ı Dar-üssaade Ağası, Râgıp Paşa'yı da sadaret kethüdası temsil ettiler. Ertesi gün sadrazam, Kapıcılar Kethüdası'nı nişanlısına göndererek hatırını sordu ve ona altı adet kapaklı gümüş tabak, bir gümüş sini, bir kâse şeker, otuz kâse süt ve elli kâse meyve gönderdi. Onbeş gün sonra Saliha Sultan araba ile ve hadımların refakatinde sadrazamın sarayına gitti. Dul olduğu için muzıka ve şatafatlı tören alayı yoktu. Harem avlusunun kapışma gelince, Râgıp Paşa nişanlısına 'hoş geldiniz* diye iltifatlarını sunduktan sonra derhal bekleme salonuna geçti. OSMANLI TARİHİ 293 Akşam olup güneş batmca dar-üs-saade ağası geldi ve yine geleneğe uyarak nişanlıyı alıp müstakbel kocasının ellerine teslim etti. Saray âdetlerine göre prenses ilk karşılaşmada pek mağrur davranır, daha doğrusu öyle görünür, kocasmm yüzüne bile bakmazdı. Kısa süren sessiz duruştan sonra birden kalkar ve sözde hiç memnun değilmiş gibi, iç odaya doğru ilerlerdi. Hadımlar bu durumdan yararlanıp damadm terliğini çıkarır ve eşiğin önüne bırakırlardı. Bu merasime çok önem verilirdi, çünkü bu, damadın hareme sahip olduğu ve buraya ancak onun girebileceği anlamına gelirdi. Bundan sonra hadımlar hemen çekilir, damad, sofada şeref koltuğunda oturan nişanlısının yanma yalnız girerdi. Gelinin önünde diz çöker, ellerini göğsünde kavuşturur, nişanlısı konuşuncaya kadar öylece sessiz beklerdi. Gelin nihayet konuşunca şöyle derdi: — Bana su getir! O zaman damad sürahiyi getirip diz çöker ve ondan tülünü açmak lûtfunda bulunmasmı isterdi. Gelinin yüzünü örten tül çiçeklerle ve parlak mücevherlerle süslü olurdu. Yedi sıra örülmüş saçlarında da altın ve inciler bulunurdu. Gelin, getirilen suyu yudumlar yudumla-maz, hizmetçiler iki tabak getirirlerdi. Bu tabaklarm birinde iki kızarmış; güvercin, diğerinde nöbet şekeri bulunurdu. Hizmetçiler bunları odanın ortasına kurulan alçak sofraya yerleştirdikten sonra çekilirler ve damad gelinden, çok kibar sözlerle yemeği lütfen tadmasını rica ederdi. Gelin ise yine gururla ve tenezzül etmiyormuş gibi «Hayır, istemiyorum» cevabını verirdi. O zaman damad, güzel gelini razı etmek için başka çarelere başvururdu: Hadımları çağırır ve hadımlar çok değerli armağanları getirip gelinin ayakları dibine bırakırlardı. Harikulade güzel ve değerli armağanlar karşısında nihayet yumuşayan gelin, yine saray 'töresine göre, damadm koluna girip kendisini sofraya oturtmasına müsaade ederdi, önce damad gelinin ağzına kızarmış güvercinden bir parça, gelin de damadın ağzına bir nöbet şekeri verirdi. Bu tadımdan hemen sonra sofra kalkardı. Gelinsultan sofradaki yerine kurulur, hadımlar çekilir ve yeni evliler bir saat kadar başbaşa kalırlardı. Bu sûre içinde birbirlerine aücak nezaket cümleleriyle hitap etmeleri usuldendi. Bundan sonra damad salona 294 IIAMMEK geçer, orada vezirlerin, saray ve devlet erkânının tebriklerini kabul ederdi. Tekrar hareme geçen damad, bu defa orada prenseslerin tebriklerini kabul ederdi. Bundan sonra bütün gece çalgılar çalınır, oyunlar oynanır, gölge oyunları seyredilir ve konuklar eğlendirilirdi. Nihayet gelin yorulduğunu bildirir, uyumak istediğini söylerdi. Bunun üzerine bütün davetliler dağılırdı. Az sonra başhizmetçi bîr hadımla birlikte gelip, gelinin yatağında istirahat ettiğini damada bildirirdi. Bunun üzerine damad, kimseye görünmeden gelinsul tanın dairesine girer, onu rahatsız etmemek için sessizce soyunur, sonra yatağa yanaşıp diz çöker, gelinin ayağına usulca dokunarak hafifçe öperdi. Gelin itiraz etmezse daha ileri gider ve nihayet ona sahip olurdu. Ertesi gün damad, sarayın bazı ileri gelenleri ve kethüdalarla "birlikte hamama giderdi. Buna «paça günü» denirdi. Çünkü hamamdan dönünce kendisine bir tabak paça çorbası sunulurdu. Üçüncü gün padişah damadına ya da kayınbiraderine bir gürz gönderirdi ki bu, prenses kendisine hâlâ kocalık hakkı tanımıyorsa, buna izin vermiyorsa, onu bununla öldürebileceği anlamına geliyordu. Tabii, Osmanlı soyundan bir gelinin kocasına teslim olmadığı için öldürüldüğü görülmüş değildir. Zaten altmışlık Râgıp Paşa ile dul sultanın evlenmelerinde, yukarıda anlattığımız geleneğe bütün ayrıntıları ile uyulduğunu sanmıyoruz. Râgıp Paşa’nın haremeyn mukataalarını düzene sokmak için aldığı tedbirlerin sonucu çok müsbet oldu. İmparatorluk için tahsil edilen vergi bin kese gümüş mikdarında artmıştı. Sultan Mustafa bu hizmetine karşılık Râgıp Pasa'yı altın sırmalı bir kaftan ve bir samur kürkle taltif etti ki III. Ahmed'den bu yana böyle bir ayrıcalık görülmemişti ve hiçbir sadrazam ve saray damadı bu iltifata mazhar olmamıştı. OSMANLI TARİHİ 295 SÜRGÜN EDİLENLERİN İSTANBUL'A DÖNÜŞLERİ Râgıp Mehmet Paşa'nın sadareti sırasında yüksek rütbeli birçok memura, sürgün edildikleri yerden ayrılıp İstanbul'a gelmelerine izin verildi. Bunların arasında sabık reis-ül küt-tap Abdi Efendi, eski defterdar Halimi Efendi, Kâhya Veliyüd-din Efendi de vardı. Bunların ilki Bursa'ya, ikincisi Gelibolu'ya, üçüncüsü de Girit'e sürülmüştü. Râgıp Paşa, vezirler ve devletin diğer yüksek memurları arasında da bazı değişiklikler yaptı. Sultan birçok defa yazlık saraymın bulunduğu Karaağaç'ı, Büyükdere kemerlerini ve Belgrad'ı ziyaret etti. Edirne'deki sarayın tamiri ile bizzat meşgul oldu. Beş yıl önce hem İstanbul'da hem Edirne'de büyük hasara yol açan depremde bu saray da yıkılmıştı. Eski kâhya Yusuf ve Ahmed Efendiler bu tamir işiyle görevlendirildiler. Padişah onlara masrafları karşılamak için elli bin kuruş tahsis etti, ayrıca emirlerine iki bin işçi verdi. Bu olağanüstü masraf kısmen Galata sarayında yapılan tasarrufla karşılandı. Bu sarayda, yılda altı veya sekiz yüz kese gümüşe mal olan baltacılar koğuşu kaldırıldı ve bunlar eski sarayın baltacıları arasına karıştırıldı (7). Üçüncü Mustafa'nın saltanatı sırasında yeni sikkeler (zo-lote) (NOT: 1) bastırıldı. Bu tür para basılması daha çok sultan hanımlardan birinin hamile olduğunun anlaşılması üzerine olurdu. III. Ahmed, hamileliğini bildiren haremdeki her kadın için sikke bastırmış, ama o zamandan beri bu âdet bırakılmıştı. III. Mustafa'nın bastırdığı sikkelerin değeri, III. Ah-med'in bastırdığı sikkelere göre birkaç para daha düşüktü. Uzun zamandan beri Anadolu eyâletlerinde soygunlar artmıştı ve haydutların cüreti ticareti sık sık felce uğratıyordu. Râgıp Paşa'nın sadareti sırasında Sivas Valisi Feyzullah Paşa birkaç bin levendle harekete geçerek, Erzurum ve Çorum dolaylarını kasıp kavuran haydutların kökünü kazıdı. Sultan Mustafa bu başarısından dolayı Feyzullah Paşa'ya üçüncü tuğu göndererek terfi ettirdi. Sadrazamın dileğiyle Sadaret Kethüdası Ahıskalı Mehmet Efendi ile Ahır Emiri (imrahor) Hüseyin Ağa'-ya da tuğ gönderildi. Râgıp Paşa Rakka valisi iken Hüseyin Ağa (7) SchwachheinVın Ocak 1750 tarihli raporundan. 296 HAMMER da aynı sıfatla Mardin'de bulunuyordu. Hakka ve Roha (Urfa) '-daki yönetim ve durumları çok iyi bildiği için Hakka beylerbeyliğine atandı. Hakka valisini halk istememişti. BAZI ELÇİLERİN DÖNÜŞÜ Bâb-ı Âli'nin Üçüncü Mustafa'nın cülusunu bildirmek üzere Viyana ve Varşova'ya elçi olarak gönderdiği Ahmet Resmî Efendi ve Mehmed Ağa İstanbul'a döndüler. Resmî Ahmed Efendi'nin sadrazama sunduğu rapor, Avusturya ve Prusya hükümetlerinin politikalarını Osmanlıların nasıl değerlendirdiklerini, Viyanalıların örf ve âdetlerine nasıl bir gözle baktıklarını bildirmesi bakımından önemlidir. Bu konu «Viyana'ya Dair Tespitler» başlığı altında anlatılıyor. Resmî Ahmed Efendi'nin seyahatnamesinde Calamberg Dağı'ndan «Alaman Dağı», Viyana Deresi'nden «Vidin» diye söz ediliyor ve Prater (sarayı ve parkı) ise çiftlik gibi bir malikâne telâkki ediliyor. Sonra da şunlar anlatılıyor: «...Büyük adamlar ya da zenginler, sabahları ancak saat sekizde ya da onda kalkıyor, öğle üzeri kahvaltı yaptıktan sonra öğleden sonra bir kere daha yemek yiyorlar. Arabalarla geziye çıkıyor, sonra opera veya tiyatroya gidiyorlar. Buralardan çıkıp, önlerini aydınlatan meşalecilerin peşinden sosyete toplantılarına gidiyor ve bir gece yemeği ile günlerini bitirmiş oluyorlar. Gece gündüz eğlence, oyun ve havaiyyatla geçen toplantılardan başka bir şey düşünmeden yaşamaları, Bran-denburg elektörünün saldırılarını püskürtecek hazırlığı yapmaktan ve ciddî tedbirler almaktan nasıl korktuklarmı izah etmeye yeter». Resmî Ahmed Efendi'nin müşahedelerinde bazı hatalar olmasına rağmen, evvelce gönderilen ve imparatorluk tarihinde önemli yerleri olan elçilerin raporları ile karşılaştırıldığı zaman, onun, ziyaret ettiği ülkeyi çok iyi tanıdığını söyleyebiliriz. Buna örnek olarak da, Vasvar Anlaşması’nın onayı için Viyana'ya gelen Türk elçisinin, Alman împaratoru'nun başlıca gelir kaynaklarından birisinin, başkente gelen her yaya ve OSMANLI TARİHİ 297 arabadan alınan vergiler olduğunu işaret etmesini gösterebiliriz (8). HEKİMZÂDE ALİ PAŞANIN ÖLÜMÜ Üçüncü Mustafa'nın saltanatının ilk yılındaki en önemli olay, Hekimzâde Ali Paşa’nın ölümüdür C14 Ağustos 1758 -9 Zilhicce 1171). Bu devlet adamı üç defa sadrazamlık yaptı. Tebriz valisi iken, kendi emrindeki kuvvetlerle yeniden fethettiği bu eski tran başkentinde bir cami yaptırarak, şehre damgasını vurmuştu. Daha sonra, imparatorlukta edindiği ilk mevkiin hatırasına, kendi parasıyla İstanbul'da da bir cami yaptırmıştı. Halen onun adını taşıyan bu cami Altı Mermer Sü-tun'un yanındadır (bu sütunlar Davutpaşa'da idi, şimdi yok) ve mezarı da orada bulunmaktadır. Hekimzâde Ali Paşa, Hz. Peygamber'in Mekke'den Medine'ye hicret ettiği gün olan 15 Şaban'da, bu olaydan tam bin-yüz yıl sonra dünyaya gelmişti. Bu mutlu bir tesadüftü ve asrın başında doğan her insanın, çağın olaylarına tesir edecek büyük bir adam olacağına inanılırdı (9). Hekimzâde'nin doğumu, kutsal berat gecesine de rastlıyordu. Bu gecede iki melek insanlarm sevap ve günahlarını kaydeder ve Cebrail, bu kayıtları Yüce Allah'ın katma ulaştırır. Halkın bu inanışı, onun devlet işlerindeki büyük nüfuzunu çok iyi izah eder. Hekimzâde Ali Paşa bu özelliğinden çok iyi istifade etti. Kan akıtmasını sevmeyen, yoksulları koruyan cömert bir insandı. Sade bir hayat yaşardı. Çok okumuştu. Edebiyatı sever, şiir yazardı. Şiirlerinde «Ali» mahlasını kullanır ve bu isimle tanınırdı. Taviz vermezdi. Doğruluk ve ciddiyetten ayrılmadı ve bu özelliğini her görevde, Tebriz, Kahire, Bosna valiliklerinde ve sadrazamlığında her zaman korudu. Bosna seferinde Prens Hildbourghansen'i mağlup etmiş, (Avusturyalılarla) yapılan Belgrad Anlaşması'nda Türk heyetinin başkanı olmuş ve başarı göstermişti. Bu anlaşmayı anlatan imparatorluk vakanüvisi, Ali Paşa'dan söz ederken çok (8) Râşit Tarihi, I., s. 231. Tercümesi Hormayer Arşivleri'nde. (9) Türkler için 12. asrın başı 1101 yılı değil, 1100 yılıdır. 298 IIAMMKtt meşhur olan şu Arap vecizesini hatırlatıyor: «Ali'den büyük kahraman, zülfikardan üstün kılıç yok» (10). Kan akıtmasını sevmeyen bu devlet adamı ölümünden birkaç ay önce son kethüdasını idam ettirdi. Böylece, sadaretten üçüncü defa azline hainliği ve iftiralarıyla sebep olan Veli-yüddin Efendi'den intikam almış oldu. Girit'te sürgünde iken Râgıp Paşa tarafından çağrılan Veliyüddin Efendi, Anadolu valisi bulunan Hekimzâde Ali Paşa'-nın kaldığı Kütahya'ya gönderildi. Orada eski mevkiini almayı ümid ediyordu. Kütahya'ya dört fersah mesafede, çok güzel bir vadi olan Ektimtaş'taki Pireliköy'e gelince, eski efendisi Ali Paşa'ya kaba bir üslûpla ve uygunsuz kelimelerle yazılmış bir haber göndererek, ağalarından onaltısmı idam ettirmedikçe bir adım öteye gitmeyeceğini bildirdi. Ali Paşa'nın, her yerde kendisini istediği gibi idare ettiğini söyleyen ve haddini bilmeyen bu adama öfkesi iyice arttı. Muhafızı olan delibaşısma derhal Veliyüddin'i bulup kellesini uçurmasını emretti ve bu emir yerine getirildi. Hekimzâde, bütün âsilerin kelleleri gibi, Veliyüddin'in kesik başını da Bâb-ı Âli'ye gönderdi. Vakanüvis Vâsıf'a göre onun bu hareketi kendisine yakıştınlamadı ve ayıplandı, fakat onun oğlu olan ve tarihçi olan Siyai'e göre ise olay herkesçe yerinde bir hareket olarak görüldü. Bu hükümlerden birincisinin daha tarafsız, ikincisinin ise idam edilen kethüdanın kabalığından şikâyet edene ait olduğunu dikkate alırsak aradaki zıdlığı daha iyi anlarız (11). (10) La fetta illa Ali, la seyfun İlla Zülfikar, Vâsıf, s- 134. (11) Siayi'e göre Veliyüddin'in uygunsuz konuşmalar yapması çok iyi olmuştur, çünkü onu idama bu konuşmaları götürmüştür. Bu konu ile ilgili olarak şu Arap vecizesini tekrarlıyor : «Aptallar olmasaydı dünya mahvolurdu», ismail Siayi babasının biografisini, onun ölümü üzerine Mustakimzâ-de, Salahi Abdi, Naim Efendi, Hayri Beğ, Hilmi, Abdülkerim ve Esseyid Hakim'in tarih düşüren beyitlerini tekrarlayarak bitiriyor. Babasının faziletlerini anlattıktan sonra, dedesi Nuh Efendi'nin yazdığı tıp takviminin bir suretini veriyor. Bu takvim, kan alma, iç sürdürme için en uygun günleri bildirmektedir. Şöyle diyor: İnsanın canı her gün bir azadan öbür azaya geçer. Canın bulunduğu azadan kan almamaya dikkat edilmelidir. Can ayın ilk gününde topuklarda bulunur, ikinci gün ayak bileğinde, üçüncü gün baldırlarda, dördüncü gün kalçalarda v.s. OSMANLI TARİHİ 299 Ali Paşa yazdığı vasiyetnamede iki küçük çocuğunun ilk fırsatta sünnet edilmelerini istiyor, her müslüman erkek çocuğu için şart olan bu merasimde kendisinin bulunamayacağını bildiriyordu. Râgıp Paşa, vasiyetnamedeki dileğin yerine getirilmesi işiyle bizzat meşgul oldu. Kendi oğullarının sünnet düğününde, Ali Paşa'nın Hasan Beğ ve Süleyman Beğ adlı çocuklarını, Kethüda Derviş Mehmed Efendi'nin oğlunu ve idam edilen eski silâhdar Ali Paşa'nın oğlunu da sünnet ettirdi (9 Ekim 1758 6 Sefer 1172). HAC SEFERLERİNDE GÜVENLİĞİN SAĞLANMASI İÇİN ALINAN TEDBİRLER Bu sırada, hac kafilesinin Arap haydutların yeni bir saldırısına uğradığı fakat hacıların bu saldırıdan kurtulmaya muvaffak oldukları haberi duyuldu. Cidde yakınında ve Medine dolaylarında kafilenin öncülüğünü yapan Çetecibaşı Abdullah Paşa, Beni Harb kabilesi şeyhi Seyid bin Madhiad'ın, ileride bir yerde kervana pusu kurduğu haberini almış, kan akmasını önlemek için şeyhe bir mektup yazarak saldırıdan vazgeçmeye davet etmiş. Fakat şeyh buna yanaşmamış ve çarpışmışlar. Bu çarpışma Araplara pahalıya mal olmuş. Kabile reisi Seyid Bin Madhiad ve iki oğlu öldürülmüş, geriye kalanlar dağılıp kaçmışlar. Haberi duyan Bâb-ı Âli, Beni Harb kabilesinin başına eski şeyhin amcası Heza'yı getirmiş. Bu da usulden olan bahşişi alarak, bundan sonra hac kafilesine asla saldırmayacağına yemin etmiş. Bu anlaşma Mekke'de büyük bir sevinçle karşılandı ve dört mezhebin müftüleri bir araya gelerek bir fetva çıkardılar. Buna göre Cuma hutbelerinde Sultan’ın adı zikredilirken başına 'Gazi* unvanı da eklenecekti. Beni Harb kabilesinin hacı kafilesine yaptığı saldırıda yenilmiş olması, Beni Sahar kabilesinin şeyhi Karadan Faiz'in, Şeyh Beni Unayze vasıtasiyle Cercecibaşı Abdurrahman Pa-şa'dan haraç istemelerine engel olmamıştı. Bunlar, bir yıl ön- 300 HAMMER ceki soygun yüzünden hu haraçtan mahrum kaldıklarını da söylüyorlardı. Abdurrahman Paşa ne kadar alttan aldıysa Araplar da o kadar uzlaşmaz bir tavır takındılar ve şiddet hareketlerini arttırdılar. Bir uzlaşmanın imkânsız olduğunu gören paşa, asker kuvvetine başvurmaktan başka çare bulamadı. «Tabut Kurusu» denilen ovada âsilere saldırdı ve yarım saat içinde darmadağın etti. Harekâtı tamamlayan Hac Emîri Abdullah Paşa, Beni Sahar, Beni Unayze ve Beni Benhan kabilelerinin en tehlikeli kişilerini tutuklamayı da ihmal etmemişti. Vazifeleri kendi bölgelerinde hacıları korumak olan bu aşiretlerin asıl kendileri hacılara zarar veriyordu. Bundan sonra üç kabile reisinin kelleleri İstanbul'a gönderildi. Şam ve Trablus valiliklerine, hazineden, hacı kafilesinin ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek kadar para gönderildi. Hacı kafilesinin korunması görevi onlara verilmişti, Şam valisi Hac Emîri, Trablus valisi ise çetecibaşı olacaktı. Sadrazam Râgıp Paşa, saraydaki baltacıların hacı kervanına su temini işini nasıl ihmal ettiklerini bildiğinden, bir emirle onları bu görevden aldı ve bu işi bostancı hasekilerine verdi. ABDULLAH NAİLÎ PAŞA'NIN ÖLÜMÜ Son hacı kafilesinde eski reis-ül küttap, vezir-i âzam ve şair Abdullah Nailî Paşa da bulunuyordu. Fakat, son arzusu Kabe'yi tavaf etmek olan Paşa, muradına erememiş, Cidde yakınında ölmüştü. Vakanüvis Vâsıf Efendi bu ölümden söz ederken, onun, bir belagat şaheseri olan «İran Tarihi»ni çok iyi bildiğini, ilmî araştırmalara düşkünlüğünü, Reisefendiliği sırasında bu konulara çok önem verdiğini övgü ile anlatır. Yarım asır sonra Vâsıf, tarihinde şunları söyleyecektir: «Edebiyat kültürü bütün Osmanlı İmparatorluğunda öylesine ihmal edilmişti ki, tarih, belagat ve diğer ilimlerle meşgul olmak Türk vezirleri için övünülecek, takdir edilecek bir özellik değil de ayıplanacak bir iş gibi görünüyordu.» Abdullah Nailî Paşa’nın ölüm haberi İstanbul'a, Musul'un iyi yürekli ve cesur valisi Abdülcelilzâde Hasan Paşa’nın ölüm OSMANLI TARİHİ 301 haberiyle aynı zamanda ulaştı. Hasan Paşa bu şehri İran ordusuna karşı cesaret ve maharetle savunmuş, İran hükümdarı Nâdirşah, kale hendeklerini dolduran pek çok ölü bırakarak çekilmek zorunda kalmıştı. Sultan da onun bu hizmetine karşılık Musul valiliğini bu aile için babadan oğula geçecek bir unvan haline getirmiş ve bu yüzden onun yerine oğlu Mehmed Emin Paşa geçmişti. HİBETULLAH SULTANIN DOĞUMU Fakat, büyük bir idareci ve kahraman bir kumandan olan Hasan Paşa'nın ölümü ile duyulan üzüntü, Hibetullah Sultan'-ın doğum haberi ve şenliği ile unutuluverdi (14 Mart 1758 -15 Recep 1172). III. Mustafa'nın bu ilk çocuğunun dünyaya gelişini kutlamak için İstanbul'da tam yedi gün şenlik yapıldı, fener alayları düzenlendi ve geceleri bütün şehir aydınlatıldı. Genel olarak böyle büyük kutlamalar erkek çocukların doğumunda yapılırdı. Prensesin doğumundan bir ay önce asker ocaklarına, esnafa ve bütün meslek gruplarına, padişahın yeni doğacak çocuğuna lâyık fevkalâde kutlama hazırlığı yapmaları için haber verilmişti. Doğumun gerçekleştiği haber alınır alınmaz, harikulade bir şekilde aydınlanan şehir muazzam bir şenlik alanına dönmüş, müslümanlar ağırbaşlılıklarını kısa bir süre bırakıp coş-muşlardı. Her taraftan bu mutlu olayı anlatan, yücelten şiirler, tarih düşüren binlerce beyit getirildi saraya. Hibetullah Sultan'ın doğumunun yedinci günü, sadaret kethüdası vezir, bütün diğer vezirler adına, padişaha, kıymetli taşlarla süslü bir altın beşik hediye etti. Sarayın dört salonu ve köşkler, İncili Köşk, Kıyı Köşkü, Topkapı Köşkü ve sa-sarayın bahçesi bezek kordonlarıyla, bayraklarla ve renk renk kumaşlarla donatıldı. Büyük kapıya bakan terasın üzerinde altın sırmalı kumaşlardan yapılmış çadırlar görünüyordu. Birinci kapı ile ikinci kapı arasında parlak ışıklar saçan dört yüz meşale vardı. 302 HAMMKK İmparatorluğun bütün eyâletlerine gönderilen habercilerle bu mutlu olayın kutlanması, kutlamalara bütün halkın katılması istenmişti. Senlik gecelerinde büyük kalabalıklar şehrin cadde ve sokaklarını dolduruyor, İstanbul, çevredeki yüksek yerlerden ve minarelerden bir ışık denizi gibi görünüyordu. Bu vesile ile şehir nüfusunun arttığı, yeni yeni buğday ve un mağazalarının açıldığı da müşahede ediliyordu. Bundan kırk yıl önce İstanbul şehrinin günlük tüketimi sekiz bin ki^ lo buğdaydan ibaretti. III. Ahmed devrinin sonlarına doğru şehir akına uğramış, tersanenin yanında yedi-sekiz buğday mağazası daha açılmıştı. Fakat bunlar da kâfi gelmemiş, III. Mustafa, yüz bin kilo buğday alacak kadar büyük üç yeni depo daha yaptırmıştı. Üçüncü Mustafa, ağabeyi Sultan Osman'ın israfı önleme tedbirlerini aynen uyguluyordu. Lüks ve şatafatlı giyinmeyi, kadınların halka açık her yerde görünmelerini yasaklamış, Sultan Osman'ın bu maksatla çıkardığı emirnameleri tekrarlamıştı. Bu yasaklara uyulup uyulmadığını anlamak için, İstanbul sokaklarında ve kenar mahallelerde sık sık dolaşırdı. Hükümdarın bu gezilerinin hemen hemen hepsinde, Çorumlu bir alaybeyi karşısına çıkar olmuştu. Suiistimalinden dolayı azledildiği göreve tekrar getirilmesi için yalvarıp dururdu. Bu yüzsüzlükten ve rahatsız edilmekten bıkan padişah, bu inatçı adamın ve politikaya fazla karıştığı anlaşılan oğlu Kadri'nin kellelerinin uçurulmasını emrediverdi (12). Padişah kıyafetle ilgili buyruğuna uyulup uyulmadığını bizzat kontrol etmeyi, uymayanların kellesini uçurmayı büyük bir idarecilik saya dursun, öte yandan Râgıp Mehmed Paşa, idarede ve eyâlet valileri arasında önemli değişiklikler yapmaktaydı. (12) Padişah bu arada bir kâhyanın idamını da emretmişti (Vâsıf, s- 158). OSMANLI TARİHİ 30M KIRIM HANI'NIN, BOĞDAN VE EFLÂK VOYVODALARININ, BÂB-I ÂLİ TERCÜMANININ VE REİSEFENDİ'NİN AZİL VE DEĞİŞTİRİLMELERİ Kırım Hanı Halim Giray, Nogaylardan oluşan ye Boğdan' in bir kısmında talan hareketinde bulunan birliğe engel olamadığı, gerektiği kadar sert davranmadığı, yeterli ceza ver-mediği için azledildi. Bâb-ı Âli onun yerine, Rodos'ta sürgünde bulunan eski Han Arslan Giray'ı getirmek istedi. Fakat Ars-lan Giray han olmayı istemediği, Nogaylar da hanlığa onun kardeşi Kırım Giray’ın getirilmesini istedikleri için, sadrazam Kırım Giray’ın han olmasını kabul etti. Fakat yeni Han'ın Boğ-dan'da Nogay Tatarlarının sebep olduğu zararı karşılamasını da şart koştu. Râgıp Paşa, Eflâk ve Boğdan voyvodalarını da değiştirdi. Nicolas Maurocordato, Eflâk prensliğine beşinci defa getirilmişti. Bu prens, halkın hoşnutsuzluğunu gidermek ve onları yatıştırmak için, selefinin koyduğu aylık bir vergiyi kaldırdı, böylece, nüfusa göre olan bu verginin kalkmasiyle nüfus sayısı da artıverdi. Oysa son sayıma göre nüfus otuz beş bin aileden ibaret görünüyordu. Voyvoda, her kazada, kaza âmirinin yanma vergi kontrolörü sıfatiyle bir boyar verdi. Fakat voyvoda, bu kurnaz tedbirin meyvasmı toplamaya fırsat bulamadan azledilip Yedikule zindanlarını boyladı. Daha sonra, idamla tehdit edildiği için, üç yüz kese gümüş vermek suretiyle zindandan kurtuldu ama Midilli'ye sürüldü. Voyvodadan evvel onun mektuplaştığı saray hekimi Arif Efendi de azledilmişti. Padişah, başkent caddelerinde sık sık yaptığı gezilerinden birinde, «kalaraş»lardan, yani Eflâk voyvodasının postacılarından biriyle karşılaştı. Postacı, İstanbul'dan ayrılıp Bükreş'e gitmek üzere idi. Padişah onu durdurup posta çantasmı kontrol etti. Çantada birçok acele mektuptan başka, bir de kendi hekiminin \oyvodaya yazdığı bir mektup vardı. Hekimbaşı bu mektubunda Eflâk Prensinden bir armağan istiyor ve maaşmm azlığından şikâyet ediyordu. Padişah bu hekimi derhal azletti ve yerine Rafii Efendi'yi getirdi. Maurocordato'nuri yerine getirilen Eflâk voyvodası, Scar-latto Ghika idi. Bâb-ı Âli tercümanlarından olan ihtiyar Galli- 304 HAMMKIt machi de yerini Georges Ghika'ya bırakmak zorunda kaldı. Böylece Eflâk-Boğdan yönetiminin dizginleri ele alınmış oluyordu (7 Ağustos 1758). Ghika, İstanbul anlaşmasına uyularak azil ve idam edilen eski tercümanın oğlu, yeni voyvoda Scarlatto Ghika’nın da yeğeni idi. Saray tercümanlığını çok isteyen Râgıp Paşa'-nın hekimi tpsylanti, lâyık olduğu halde bu göreve getirilmedi. Sadrazamın o yıllarda çok büyük bir otoritesi vardı. Sultanın merkezde oturan diğer üç damadına, eyâlet valiliği görevlerine dönmelerini emretti. Bu damadlar, Kütahya Valisi Muh-sihzade, Halep Valisi Sinek Mustafa Paşa ve Manastır Valisi Silahdar Mehmet Paşa idiler. Râgıp Paşa, İstanbul'da kalan bu damadları kıskandığını gizliyemiyordu. Silahdar Mehmed Paşa, eşinin padişah ile olan akrabalığından yararlanarak İstanbul'da kalışını iki ay uzatabilmişti. Bu sırada III. Mustafa, ablası Ayşe Sultan’ın kızı olan çok sevdiği yeğeni Rakiye Hanım'ı, Mekke ve Medine Evkaf veziri Lalizâde Nuri Beğ ile evlendirdi. Bu evlilikten yararlanan Nuri Beğ, devlet erkânı arasmda her yıl yapılan değiştirmeler sırasında, Abdi Efendi'nin uhdesinde bulunan Reis-ül Küt-taplık görevini istedi. İnatçı ama çok dindar olan Abdi Efendi, makamını genç sultanın kocasına bırakması için, başdef-terdarlığa getirildi. Fakat Râgıp Paşa padişahın desteğiyle reisefendi olan bir kişiyi istemediği için, bu makama alelacele eski reisefendi Mehmet Emin'i tayin etti. Bu tayinin padişah tarafından onaylanacağını sandığı için de, Mehmed Emin Efendi'ye hemen göreve başlamasını bildirdi. Fakat padişah tayin yazısını geri çevirerek bu makama Nuri Beğ'in getirilmesinde ısrar etti. Râgıp Paşa hemen boyun eğmedi. Kendisiyle padişah arasında birkaç mektup teatisinden sonra, padişah da sadrazamına boyun eğmek istemediği ama yeğeninin kocasının da reis-efendilik için biraz hafif kalacağmı bildiğinden, bu konudaki raporu Râgıp Paşa'ya iade ederek şunları yazdı: *Eğer Nuri Beğ'in Reisefendi olmaması gerekiyorsa, Mehmed Emin de olmayacaktır. Reisefendilige bu ikisinden başkasını bul». OSMANLITARİHİ 305 Padişahın bu iradesi karşısında, sadrazam, Bâb-ı Âli'ye çağırmış olduğu Mehmed Emin Efendi'ye yeni bir emirname yazarak ilk emri iptal etti. Reisefendiliğe de (Reis-ül Küttap-lığa da) Dilâver Ağa-zâde Ömer Efendi'yi getirdi. Vezir-i âzamların hayat hikâyelerini yazan tezkireci Ömer Efendi'nin bu makama getirilmesi evvelce de birkaç kere söz konusu edilmişti. Fakat ancak şimdi gerçekleşen tayinden sonra makamında kırk gün kalabildi. Hastalanarak ölmüştü. Râ-gıp Paşa onun yerine bu defa Amedci Abdullah Efendi'yi getirdi. Rakiye Sultan’ın nikâh düğünü ile Padişah III. Mustafa'nın henüz dört aylık kızı Hibetullah Sultan’ın Silahdar Ham-za Paşa ile nişan törenleri aynı zamanda kutlandı. Hamza Paşa kısa bir süre önce Padişah'tan lütuf görmüş, üç tuğlu paşa olarak vezarete yükselmiş ve kendisine has olarak Mora verilmişti (11 Haziran 1759 -15 Şevval 1172). Törene riyaset eden Şeyhülislâm Salih Efendi, bundan onbeş gün sonra azledildi. Şeyhülislâmlık, âlim bir kişi olan Asım İsmail Efendi'ye tevcih olundu. Asım İsmail Efendi, eski kazasker Veliyüddin Efendi'yi sürgünde bulunduğu Bursa'dan çağırmakta acele etti. İyi yürekli ve uzlaşmacı bir insan olan Veliyüddin Efendi ile, isim benzerliği olan ve kabalığı ile dillere düşmüş Veliyüddin Ağa arasmda çok fark vardır (26 Haziran -1 Zilkade). İLMÎ BİR İNCELEME ilim adamlarını, özellikle fıkıh âlimlerini çok himaye eden Sultan Mustafa, o Ramazan ayında, ulemâdan beşinin katıldığı bir meclise riyaset ediyordu. Bunlar, Fetva Arşivi Kethüdası Ebu Bekir Efendi, Saray Hocası Hamidî Mehmed Efendi, Şeyhülislâmlık müfettişi îdris Efendi ve müderris Muzellif Efendi ile İsmail Efendiler idi. Kur'an’ın: «Ey iman edenler, adalet tevziinde sebat ediniz...» mealindeki âyetin yorumu üzerinde tartışıyorlardı. Müderris Muzellif ve îdris Efendilerin yorumları padişahı pek tatmin etmiş, mecliste bulunan diğerleri taHammer Tarihi, C: VIII. F.: 20 306 HAMMER rafından da övgü ile karşılanmışlardı. Padişah, müderrislerden herbirine yüzer duka altını hediye etti. İZMÎT'TE BİR KANAL İNŞAATI İÇİN ÇALIŞMALAR Sadrazam Râgıp Paşa, padişahı yukarıda sözünü ettiğimiz 'türden işlerle, ya da Edirne sarayının tamiri gibi işlerle meşgul etmesini biliyor ve böylece hükümet işlerinde dizginleri elinden bırakmıyordu. Fakat, Edirne saray mm tamir işi artık bitmiş, bu işle görevlendirilen Kethüda Yusuf Ağa, kısa bir süre önce İstanbul'a dönmüştü. Şimdi sadrazamın padişaha daha başka meşgaleler, daha başka heyecanlar bulması gerekiyordu. Çünkü padişah boş durursa ara sıra yerdiği idam kararlarını arttırabilirdi. Eflâk voyvodasının diplomatlarından biri olan Drako, Tarabya'daki evlerinden ikisini kundakladıkları iddiasiyle Türk asıllı iki kadın kölesini kırbaçlatmıştı. Bunu duyan III. Mustafa, onu Fener'deki evinden yakalatıp getirtmiş ve mahkemesi yapılmadan idamına hükmetmişti. Râgıp Paşa hükümdarın bu tür davranışlarını önlemek için, çok tartışılan ve sonra hep ertelenen eski bir tasarıyı gündeme getirdi. Bu, İzmit körfezi ile Karadeniz'i birleştirmek tasarısı idi."Gerçekleşmesi halinde muazzam yararı olacak bu birleştirme tasarısı Osmanlı İmparatorluğu'nun kurulmasından önce de birçok defa ele alınmış, fakat başarılamamıştı. Bu tasarıyı iki defa Bitinya, kırallan, bir defa imparator (Roma imparatoru) Traja, onlardan sonra da üç Osmanlı sultanı ele almıştı. Kanunî Sultan Süleyman zamanında ünlü mimar Koca Sinan, Rum Gürz'e, Sabanca gölü ile İzmit körfezi arasmda kalan bütün arazinin tesviyesi için ölçüm yaptırmıştı. III. Mu-rad zamanında vezir-i âzam Sinan Paşa bu maksatla üç bin işçi bulunmasını emretmiş, tesviye çalışmaları üç gün sürmüş, sonra sultan bir emirle çalışmaları durdurmuştu. Hükümdarın işi durdurma gerekçesi şu idi: «Açılan yol için kesilen ağaçlar İstanbul için gereklidir ve bundan sonra da gerekecektir». OSMANLI TARİHİ 307 III. Murad'ın orman kesimini önlemek için durdurduğu çalışmaları, bundan yüz yıl kadar önce IV. Mehmed ele almış, bu iş için Hindioğlu adını taşıyan birini görevlendirmişti. Fakat onun raporuna göre aşılması imkânsız gür ormanlar işi güçleştiriyordu. Bir kanal yapılabilse bile, bu birçok köyün, çiftliğin, mer'anın sular altında kalmasına sebep olacaktı. Onun için tasarıdan vazgeçilmişti. Şimdi de Râgıp Paşa defalarca teşebbüs edilen ve sonra bırakılan «İzmit körfezini bir kanalla Sabanca gölüne birleştirme» işini tekrar ele alıyordu. Kanalın gerçekleştirilmesi halinde, İstanbul'un odun ihtiyacının daha kolay temin edileceği, Sabanca gölünün kıyısına yapılacak bir tersanenin büyük yarar sağlayacağı, bunun gemi inşaatına olduğu gibi ticaret için de çok yararlı olacağı konusunda padişahı ikna etmesi zor olmadı. Sarayın mimarbaşısı ve müneccimi, bu gibi işlerde becerikli oluşlarıyla tanınan mimar Çavuş ve mimar Süleyman, iki suyolcu ile su kethüdası ve su işleri inşaatları müfettişi, inceleme ve ölçüm için mahalline gönderildi. İncelemelerini yaparak İstanbul'a dönen bu uzmanlar, Sabanca gölü ile İzmit körfezi arasında yirmi iki bin aunluk (1 aun — 120 cm.) bir kanalın yapılmasına hiçbir ciddî engel bulunmadığını, çünkü arazinin fazla engebeli olmadığını bildirdiler. Sadrazamı bu rapor tatmin etmişti. Hemen harekete geçerek, reis-ül küttap, sadaret kethüdası, cebecibaşı ve mühendis Giritli Ahmed Efendi'den oluşan bir heyeti derhal iş mahalline gönderdi: Padişah işi onaylamış ve bu maksatla altı bin kese gümüş tahsis etmişti. İngiliz ve Fransız elçileri padişahın bu harika fikrini teşvik etmekte ve desteklemekte birbirleriyle yarış ediyorlardı. İngiliz elçisi Porter, Pline'in aynı konuda bir mektubunu Türkçe'ye tercüme ettirdi. Fransız elçisi Vergennes ise, damadı olan Baron de Tott'u (Baron dö Tot) Türk mühendislerine yardımcı olarak gönderdi. Baron de Tott, meşhur *Hatırat (Memoires) 'ında, yer ölçüsü yapacak olan Giritli Ahmed Efendi'nin geometri bilgisiyle alay eder. Ölçüm için normal tesviye âleti yerine küçük bir 308 HAMMER bakır tabladan (13) yararlanmaya çalıştığını ama bunu da daha önce hiç kullanmadığının anlaşıldığını söyler. Hele coğrafyayı hiç bilmediğini, çünkü onun Sakarya nehri ile İznik gölünü birleştirmekten söz ettiğini, oysa konunun Sabanca gölü ile îzmit körfezini bir kanalla birleştirmek olduğunu belirtir (14). Reis-ül küttap ve sadaret kethüdası ile cebecibaşı ve ölçüm mühendisi Giritli Ahmed Efendi işe (15) başlar başlamaz, çalışmaları durdurmak zorunda kaldılar. Çünkü yeri kazmaya başladıkları zaman bol su ile karşılaşmışlardı. Yağış mevsimi de yakın olduğu için bölgedeki tarlalara zarar verecekleri anlaşılıyordu. Bu durumu bir raporla sadrazama bildirdiler ve onun cevabı gelinceye kadar beklemeye karar verdiler (Ağustos 1759 - Zilhicce 1172). Bu engeller önemli değildi ve görevlilerin beceriksizliğini gösteriyordu. Bu yüzden, gerçekleşmesi halinde memlekete yeni bir zenginlik kaynağı sağlayacak olan tasarı ertelendi. Böylece, Bitinya kıralları, imparator Trajan, Kanunî Sultan Süleyman, III. Murad, IV. Mehmed ve III. Mustafa tarafından ele alman proje bir daha terkediliyordu (16). (13) Andressoy, pek mükemmel olan eserinde, Bizanslılar tarafından icad edilen bu âletin faydasını ispatlıyor. (14) Tott, Hatırat s. 97'de, bunun için Sakarya nehrini İznik şehrine bağlamak gerektiğini söyler. Langles ise ‘ınillî Kütüphanenin Elyazması Eserler İçin Notlar ve Açıklamalar' kitabının V. cilt, 668. sayfasında, İznik'i İzmit'le karıştırarak büyük bir kelime hatası yapar. (15) Asıl mesele îzmit körfezi ile Karadeniz'i birleştirmek olduğundan, Sakarya nehrini İznik golüyle değil, Sabanca golüyle birleştirmek gerekiyordu. (16) Hammer de, daha önce Karadeniz'in îzmit (Nicomedie) körfezi ile, burada ise İznik (Nicee) ile birleştirileceğini söylerken, Baron de Tott gibi, isimleri karıştırıyor. (Ç. N.) OSMANU TARİHİ 309 SULTAN MUSTAFA'NIN GÜVENLİK TEŞKİLÂTI Sultan Mustafa, yukarıdaki tasarıdan vazgeçildiği için il gisi saptırılamaymca, İstanbul cadde ve sokaklarındaki gizli gezilerine tekrar başladı. Akıl almaz kılıklara girerek, sabahtan akşama kadar şehirde dolaşıyordu. Bu gezilerinden birinde, çok erken saatlerde, sarayın büyük kapışma geldi. Burada, kapıyı beklemekle görevli kırk nöbetçiden hiç birini göremeyince hiddete kapıldı ve kendisini takip eden bostancılardan birini, cebecibaşmı (cebeci paşasmı) alıp getirmesi için yakındaki cebeciler kışlasına gönderdi. Az sonra geri gelen bostancı, cebeci paşasmm da, yardımcısının da henüz gelmediklerini haber verdi. Bunun üzerine büsbütün hiddetlenen sultan, cebehânede bulunan karakullukçulara, nöbeti terkeden bütün görevlileri tutuklayıp Bâb-ı Ali'ye getirmelerini emretti. Bu tutuklular hemen Yedikule zindanlarına gönderildiler. Cebecibaşı ve yardımcısı da azledildiler. Başka bir zamanda, Sultan Mahmud (?) tebdili kıyafetle saray mutfağının önünden geçerken, yırtık - pırtık giyimli biriyle karşılaşmıştı. Canı sıkkındı, çünkü, yaverlerinden biri, verdiği tımarı çok küçük ve değersiz olduğu için kabul etmemişti. O hiddetli haliyle perişan kılıklı hizmetliyi sorguya çekti : «Sen kimsin, burada ne zamandan beri çalışıyorsun?» dedi. Adam aşçı olduğunu, saraya Sultan III. Ahmed zamanmda girdiğini söyleyince, hiç düşünmeden, reddedilen tımarı ona ve-riverdi. ARABİSTAN VE MISIR'DA ASAYİŞİN SAĞLANMASI Padişah III. Mustafa şehir polisliği yaparak ve tebasmı keyfince yöneterek vakit geçirirken, sadrazam Râgıp Paşa Mekke şerifini değiştirmişti. Hacı kafilelerinin güvenliğini sağlamak ve ihtiyaçlarmı karşılamakla görevli çetecibaşını ve cer-cecibaşını (paşalarmı) da azle hazırlanıyordu. Yedi yıldan beri şerif olan Musaid Bin Said ile Mısır Hacc emîri Memlûk beyi Hüseyin Keşkeş'in arası açıktı. Bunlar Haremeyn yakınında ni- 310 HAMMER hayet birbirlerine girdiler. Bu saygısızlığa fena halde sinirlenen Mısır Beğleri, Musaid Bin Said'in azlini istediler. Bâb-ı Âli konuya eğildi. Çeteci Abdullah Paşaya ernir verilerek, Musaid Bin Said'in yerine, kardeşi Cafer'i getirmesini istedi. Cercecibaşılığa da Çelik Mehmed Paşa getirildi. Çelik Mehmed Paşa'ya Aydın mültezimliği de verilerek geliri arttırıldı. Ondan, Hac Emirini ve çetecibaşmı desteklemesi de istendi. Fakat bu yeni düzenleme pek uzun devam etmedi. Çünkü azledilen şerifin Mekke'de taraftarları çoktu, ayrıca dört mezhebin dört müftüsü onu destekliyordu. Şikâyetlerini Bağdat yoluyla İstanbul'a bildirdi. Kendisine haksızlık yapıldığını, Mısır kafilesinden sorumlu reisin yaptıklarını anlattı ve onu itham etti. Musaid Bin Said'in mektupları üzerine Bâb-ı Âli'de divan-ı hümâyûn iki defa toplandı ve sonunda Musaid Bin Said tekrar eski makamına, Çelik Mehmed Paşa cercecibaşılıktan hacc emirliğine getirildiler. Hama ve Humus sancaklarının mütesellimi (geçici yöneticisi) de cercecibaşı oldu. Çeteci Abdullah Paşa ise Diyarbekir valiliğine atandı. Bu eyâletin eski valisi Halep'e nakledildi. Halep valiliğini ona, otuzaltı bin kuruşluk bir tazminat karşılığında Mustafa Paşa bırakıyordu. Mısır eyâleti üç yıldan beri devlete ödemesi gereken vergileri taksitle, azar azar ve düzensiz bir şekilde ödemekteydi. Bundan başka, Memlûk beylerinin kendi aralarındaki çatışmalar yüzünden, Mısır'ın her yıl Mekke'ye göndermek zorunda olduğu kırksekiz bin erdeb (17) buğdayın gönderilmesi de çok defa gecikerek oluyordu. Sadrazam bu kargaşalığı kökünden düzeltmek için ulemâdan Abbas Efendi ile emir-üi ahırını Kahire'ye gönderdi. Padişahın imzasını taşıyan bir hattı şerifle bunların yetkileri arttırılmıştı. Başlıca görevleri vergilerin İstanbul'a, buğdayın da Mekke'ye zamanında ve eksiksiz gönderilmesini sağlamak idi. (17) 1 erdeb Mısır'da 120 okka, Hicaz'da 100 okka idi. İstanbul'da ise 9 kileye, yani 225 kiloya eşit tutulurdu (Çevirenin notu). OSMANLI TARİHİ 311 Ayrıca vadesi geçmiş vergilerin ve kethüda Rıdvan Hetvanîden kalan paranın ödenmesi işini halledeceklerdi. Yüksek rütbeli bu Osmanlı temsilcileri Kahire'ye gelince, Vali Mustafa Paşa’nın aracılığı ile evvelâ, Mısır'ın önde gelen şeyh ailelerinden Bekri ailesinin şeyhlerine ve Ezher medresesinin ulemâsına başvurdular. Teşebbüsleri çok başarılı oldu. Ezher ulemâsı, Mekke'ye gönderilmesi gereken üç yüz seksen kese tahsisatın geciktirilmeden gönderileceğine dair teminat verdi. Ayrıca iki yüz erdeblik buğdayın Bekri ailesi ve Ezher Camii tarafmdan temin edileceğini, Kethüda Rıdvan Hetvanî'nin gecikmiş doksan bin kese vergisiyle, son iki yıldan beri gönderilmeyen malların da gönderileceğini bildirdiler. Bundan başka, gelecek yıl devletin ihtiyacı olan yeteri kadar pirinci, iki bin kental (iki yüz ton) halat, yüz kental sicim ve on kental tel göndermeyi de taahhüt ediyorlardı. Görevlerini böylece başarılı bir şekilde yapan Bâb-ı Âli temsilcileri İstanbul'a döndüler. Şeyhlerin ve Mısır ulemâsının taahhüt ettikleri malların İskenderiye limanma sevkedildiği haberini verdiler (18 Kasım 1759 - 27 Rebiülevvel 1173). ŞAM'DA BİR CAMİNİN TAMİRİ VE İSTANBUL'DA YENİ BİR CAMİ YAPILMASI O yıllarda Suriye'de çok şiddetli bir deprem meydana geldi. Pek çok tarihî eser bulunan bu eyâlette, Şam ve Sayda'da, birçok bina harap oldu, bu arada Beni Ümeyye Camii'nin beyaz mermerden olan minaresi yıkıldı. Depremden hasar gören yapıların tamiri işi, Fazlı Paşa’nın oğlu Mustafa Bey'e verildi ve Mustafa Paşa tamir işinde harcanmak üzere elli bin kuruşla (1 kuruş yarım duka altınına eşit) yola çıktı. Ayrıca Sayda'da hasar gören yapıların tamiri için on bin kuruş gönderildi. istanbul'da padişah her zamanki gibi daha çok imar işleriyle meşgul oluyordu. Lâleli Çeşmesi'nin yanında yeni bir caminin temelini attı (31 Mart 1760 - 13 Şaban 1173). Bu caminin Sultan Selim'in yaptırdığı cami modelinde olmasını istiyordu. 312 HAMMKR DEFTERDAR HALİMİ PAŞA VE ŞEYHÜLİSLÂM ASIM EFENDİ'NİN ÖLÜMLERİ Aynı yıl devlet ricalinin iki meşhur adamı öldü: Biri idam edilerek, diğeri tabii ölümle can verdiler. İdam edilen Defterdar Halimi Mustafa Efendi üç defa başdefterdar olmuş ve üç defa sürgüne gönderilmişti. Haraç ve borç aldığı ve borcunu ödemediği yolunda pek çok şikâyetler olunca, cellada teslim edildi. ölen ikinci meşhur, Şeyhülislâm İsmail Asım Efendi idi. Birinci sınıf âlim olarak ün yapan îsmail Asım Efendi'nin bir divanı, edebî derlemesi ve bir tarihi vardır (18). Vakanüvis Vâsıf onun binlerce eser topladığını, bunları okuyup not aldığını bizzat gördüğünü söylüyor. Bu vakanüvisin, sorumluluğu kendisine ait olan iddiasına göre, îsmail Asım Efendi'nin şiirleri, şiirin sekizinci hârikası idi ve Kabe duvarına asılan diğer yedi hârikanın yanında yer almaya lâyıktı. O bir bediüz-zamandı ve nesir yazan olarak Harizmi ayarındaydı. Üslûbun-daki saflık ve zerafet ile, ancak Vessaf ve Hoca-yı Cihan (NOT: 2) ile karşılaştırılabilirdi. İMAR HAREKETLERİ Ailelerde, çocuklar bir önceki değil, ondan önceki nesile, torunlar babalarından çok dedelerine benzer. Daha önce de gördüğümüz gibi Sultan Osman, selefinin bütün eğilimlerinin aksine bir yol tutmuştu. Sultan Mustafa ise I. Mahmud'un izinden gitmeye çalışıyordu. Tıpkı onun gibi ihtişamdan hoşlanıyor, yine onun gibi, imkânları kısıtlı olmasına rağmen, imar işlerine önem veriyordu. I. Mahmud, ceddi I. Ahmed ve IV. Mehmed'i örnek alarak, Hz. Peygamber'in türbesini zarif ve değerli mücevherlerle süslemişti. III. Mustafa da onu örnek alarak, altı köşeli ve dört (18) Şeyhülislâm Çelebizâde Asım İsmail Efendi, âlim, şair ve tarihçi idi. Bir divanı vardır. Raşit Tarihi'ne ek yazmış, özel mektuplarını ‘ınünşeat' adı altında derlemiş, Aynî'nin 'İkd-ül Cuman' adlı Arapça tarihini ve Hoca Gıyaseddin Nakkaş'ın 'Acaib-ül Letaif'ini, 'Hıtay Seyahatnamesi' adı ile Türkçe'ye çevirmiştir (Çevirenin notu). OSMANLI TARİHİ 313 yüz kıratlık bir zümrüdü aynı maksatla saray hazinesinden alıp Medine'ye göndermiş, bu kutsal şehrin şeyhi ve kadısı da bu mücevheri türbenin içine asmışlardı. Üçüncü Mustafa Mekke sakinlerinin ve hacıların rahat etmelerine de çok önem verirdi. Emir-ül Ahır Mustafa Ağa'ya, Yembuu'dan Mekke'ye su getiren kanal ve kemerin tamir edilmesi ve temizlenmesi görevini vermişti. İstanbul'da temelini attığı caminin inşaatı ile yakından meşgul oldu. Bu camide kullanılmış olan cilâlı beş mermer sütun nadir güzelliktedir. Bu sütunlardan üçü, Çatladı Kapısı'-nm yanmda bulunan ve Bukolion zamanına ait eski bir Bizans sarayının harabeleri arasında bulunmuştu. Diğer ikisi de Üsküdar'da Sultan Bayezid'in yaptırdığı bir caminin yakınından getirilmişti. Üsküdar'da, Ayazma yakınında, Mihrimah Sultan'ın yaptırdığı Validesultan Camii vardı. Aynı yerde, yine Osmanlı soyundan ve yine Mihrimah adlı prenses tarafından bir cami daha yaptırılmıştı. Bu prenses Kanuni Süleyman'ın kızı ve Ve-zir-i Âzam Rüstem Paşa’ınn eşi idi. Eser bittiği zaman buna pek çok kişi tarih düşürdü ki bunlardan biri Osmanlı tarihine geçmiştir. Çünkü bunu yazan vezir-i âzam idi. ASKERİ TALİM VE MANEVRALAR Râgıp Paşanın akıllı yönetiminde hiçbir şey ihmal edilmiyordu ve sadrazam, padişahın atla gezmeyi sevmesinden bile yönetim için istifade etmesini biliyordu. Gerek askerin silâh kullanma maharetini arttırmak için, gerek milletin savaşçı ruhunu uyanık tutmak için ve gerekse ona askerlik sanatını sevdirmek için, padişahın ata binme merakını bir talim ve manevraya dönüştürebiliyordu: Harikulade güzel bir yazlık saray olan Sâdâbad’ın yakınında, lağımcılara yer kazdırıp sözde mayın döşetiyor, sultanın huzurunda askerler sık sık savaş hüneri gösteriyor ve bütün eyâletlere fermanlar gönderilerek, sipahi tımarlarında da aynı talim ve manevraların yapılması isteniyordu. Böyle bir çalışma ve tedbir gerekliydi. Çünkü, uzun süren barış devresinde askerler kılıç kullanma, mızrak fırlatma ve 314 HAMMETC ok atma maharetlerini yitirmekteydiler. Oysa okçuluğun iyi öğrenilmesini müslümanlardan Hz. Muhammed de istemişti. Râgıp Paşa emirler verip savaş gösterileri düzenlerken, padişahın savaş fikirlerini de uyanık tutmak istiyor ve bu gösterilere onu özellikle davet ediyordu. Genellikle III. Mustafa, sadrazamının fikrini almadan bir şey yapmazdı. Sadrazamın diğer edebî eserleri arasında bulunan ve padişaha yazdığı kırkdokuz ârizadan oluşan bir koleksiyon, Osmanlılarda, bu tür yazışmalar için en güzel örneklerden biri olarak kabul edilir. Bunlar bize, sadrazamın hangi hallerde, hangi vesilelerle hükümdara yazmak gereği duyduğunu, ne gibi önemli işlerde onun kararma başvurduğunu ya da merasimlere onu nasıl davet ettiğini de göstermektedir. Bunların gerçek anlamını verebilmek için bazı açıklamalar yapmamız gerekiyor: Bu koleksiyonların yarısını devletin önemli işleriyle ilgili raporlar oluşturuyor. Meselâ barış anlaşmaları, savaş ilânları, elçiler, eyâlet valiliklerine yapılan tayinler v.b. Diğer yarısı da bayram ve merasimlerle ilgilidir: Sadrazamın hükümdarı filan veya falan saraya davet etmesi, mutlu bir geziyi iltifatını bildirme vesilesi sayması, bir hediyenin kabulünü istemesi, padişahın kan aldırması veya doktora muayene olması vesilesiyle sağlık durumunu sorması, hükümdarının ramazanını, kurban ya da ramazan bayramını tebrik etmesiyle ilgili yazılar. Bu mektupların bir kısmında ise, sadrazam padişaha, yeni bir top dökülmesinde, yeni bir geminin denize indirilmesinde Tophane'yi veya tersaneyi ziyaret etme tenezzülünde bulunduğu için teşekkür ediyor. Bazıları da ilkbaharın gelmiş olması dolayısiyle yazılan tebriklerdir. Okuyuculardan özür dileyerek, Râgıp Paşa'nın Nevruz günü, yani bahar bayramı dolayısiyle sultana yazdığı mektubun baş tarafını buraya alacak ve o tumturaklı üslûp hakkında bir fikir vermeye çalışacağız. (*) ( *) Tabii "yalnız konuyu arzedişi hakkında bir fikir verecek, Paşa'nın yazı üslûbunu veremeyecektir. (Ç. N.) OSMANLI TARİHİ 315 «...Hiç kimsenin hayalinde canlandıramayacağı Kadir-i Mutlak Yüce Allah'ın iradesiyle başlayan bahar, kışın şiddetli soğuğundan kurtulan bahçe ve ağaçları yeniden yeşilliklerle kaplıyor; karanlıkları alev gibi delen, iyilikler saçan nurunu, bütün imparatorluğa yayıyor ve dünyaya hükmeden Şevketlû hükümdarımın yolunu aydınlatıyor, taçlı parlak alnının ışıltısını en yüksek dereceye çıkarıyor!... Her şeye gücü yeten Cenab-ı Hak, Şevket-meablarınm ebediyen yardımcısı olsun ve onu ihtişamının nuru ile kuşatsın!.. Şevketlû sultanım tebasmın işlerini en iyi şekilde görsün ve halkının kuvvetlerini en yüksek gayeye ulaştırsın diye, onun bütün günlerini yaz dönencesi altında tutsun. Yeryüzündeki gölgesi olan şevketmeablarını daima korusun! Halifeliklerinin devamı ile şevketlû efendimizin dünyadaki umutlarının hasadını arttırsın! Ulu efendimizin yüce hükümdarlığı ilkbahar günleri gibi iyilik versin; ihtişam ve iyilikte nevruz bayramını aşsın diye, şan, şeref ve saadet çiçeklerine yeni bir parlaklık, yeni bir canlılık versin... Amin...» (19). BAZI MEŞHUR ÂLİMLERİN ÖLÜMLERİ O günlerde bir güneş tutulması olmuş ve I. Mahmud döneminde olduğu gibi tutulma olayı iki saat sürmüştü. Bu (19) Sadrazam Râgıp Paşa hükümdara bu mektupları şu vesilelerle yazmıştı : 1 — Padişahın kış sarayından yaz sarayı Mahbubiye'ye geçişinde; 2, 3 — Topkapı yakınında olan bu saraydan Boğaziçi'ndeki Beylerbeyi sarayına, buradan da Eyüp'teki sarayına geçişinde: 4 — Ramazanın 25. gecesinde sultana sunduğu hediyelerin kabulü için; 5 — Ramazanın 28. günü, Leyle-i Kadir münasebetiyle; 6 — Ramazan bayramı dolayısiyie; 7 — Kurban Baymamı dolayısiyie; 8 — Nevruz münasebeti dolayısiyie; 9 — İkinci nevruzda (yukarıda bir bölümünü tercüme ettiğimiz mektup); 10 — Sultanın bir kan aldırması vesilesiyle; 11 — Sultanın rahatsızlığı vesilesiyle; 12 ve 13 — Halvete çekilmesi dolayısiyie; 14 — Bir rahatsızlık dolayısiyie; 15 — Sultanın Tophane'yi ziyareti münasebetiyle; 16, 18 — Tuhfet-ül Mülük (Sul tanın bağışı dolayısiyie); Feyzi Hüdâ ve Mansure adlı gemilerin denize indirilmesi vesilesiyle; 19 — Hac kafilesiyle ilgili olarak; 20, 21 — Sultanı davet için...» 316 HAMMBR olay bazı saçma söylentilere ve birçok kötü yorumlara sebep oldu (25 Mayıs 1760 - 9 Şevval 1173). Bunun üzerine vaizlere bir emirname çıkararak, onlardan» bu saçma söylentilerin asılsızlığını halka ispat etmelerini istedi. İmparatorluk vakanü-visi de, Kur'an'a ve Hadis'e dayanarak, manasız söylentiler için şu açıklamayı yapmıştı: «Hz Peygamberin oğlu İbrahim'in öldüğü gün de güneş tutulmuş, bunu bu ölümle ilgili göre halka Hz. Muhammed şunları söylemişti: Güneş ve Ay Allah'ın iki harikasıdır, bunlar bir insanın ölmesiyle tutulmazlar» (20). Halkın, meşhur devlet adamlarının gerek tabii ölümle, gerek idam edilerek siyaset sahnelerinden ayrılmaları ile güneş tutulması arasında bir bağlantı kurması çok görülürdü. Defterdar Halim Paşa'nın yakın dostu Abdurrahman Bey'in idamı ile Kırım Kalgayı (veliahdi)’nın tabii ölümü de güneş tutulmasıyla ilgili görülmüştü, ölen Kalgay’ın yerine kalgaylığa, Kuban seraskeri Bahtiyarzâde Saadet Giray getirildi, bu seraskerlik ise Han'ın küçük kardeşine verildi. Yine bu sıralarda, şiirleri ve birçok ilmî eseri bulunan Şeyh Abdullah Kaşgarî İstanbul'da, Saray'ın eski hocası ve Mekke kadısı Akkermanlı Mehmed Efendi de Kudüs'te vefat ettiler. Tarihçi Vâsıf bu âlimi (İranlı Muriddin Muhammed bin) Cür-cani ile bir tutar. Felsefe ilmi bakımından da (yine İranlı) Teftazânî (NOT: 3) ile kıyaslar. Teftazânî Kazakhan ve Bey-davî'nin Kuran tefsirlerine şerh yazmıştı. Diyarbakır Valisi Çeteci Abdullah Paşa da vefat etti ve vaktiyle soyguncu Arap aşiretlerinden koruduğu hacıların hayır dualarını aldı, Abdullah Paşa, siyasî unvanının yanısıra büyük bir hattat ve edip olarak da tanınır. Onun, Tertibi Zi-ba (Süsleme Düzeni) adlı bir eseri vardır. Onu, meşhur Firari Hasan Paşa'nın oğlu eski vezir-i âzam Seyid Abdullah Paşa'nın ölümü takip etti. Firari Hasan Paşa, Padişah III. Ahmed'-in ıslahat hareketlerinde başlıca rolü oynayanlardan biri idi ve nüfuzlu Dar-üs-saade Ağası Elhac Beşir Ağa’nın himayesiyle sadrazamlığa getirilmişti. (20) İnn eş şemse vel kamer ayetan min ayetillahi la yunkesifan li mauti aha-din. Vâsıf, s. 184. OSMANLI TARİHÎ 317 Sadrazam Râgıp Paşa, Çeteci Abdullah Paşa’nın yerine o günlerde Mutfak Kethüdası olan eski reis-ül küt tap Bekir Efen-di'yi getirdi. Eskiden Reisefendi ve Sadaret Kethüdası olmakla böbürlenen ünlü zengin Bekir Efendi, artık kendisine önem verilmediğinden, divanda rahatsız edici bir fazlalıkmış gibi bulunmaktan şikâyet etmeye başlamıştı. Râgıp Paşa da ona hak verir gibi görünüyordu. Onun için ona Reisefendi'ye bağlı olmayacağı bir eyâlet valiliğini tavsiye etmiş ve Abdullah Pa-şa'nın ölüm haberini bildirmişti. Daha sonra da onun Halep Valiliğine tayin kararını Sultan'ın onayına sunmuş, Bekir Efendi de bu görevi kabul ederek ve üç tuğlu paşa unvanını da alarak Haleb'e hareket etmişti. Bekir Efendi'den (yeni paşa) boşalan Matbah-ı Âmire kethüdalığma İbrahim Efendi getirildi ki, o da selefi gibi daha önce sadaret kethüdalığmda bulunmuştu. Meşhur Şeyhülislâm Vessaf Efendi de, ad benzerlikleri olan Çeteci Abdullah Paşa ve Abdullah Seyid Paşa'dan az sonra öldü (4 Haziran 1760 -1 Zilkade 1174). Evvelce, Caferi mezhebinin hak olan diğer dört mezhep gibi tasdik edilip edilmemesiyle ilgili uyuşmazlığın halli için Nadirşah'a gönderilen elçi Mustafa Paşa'nın yanında Vessaf Efendi de vardı. Vessaf Efendi bu vesile ile İran’ın birçok eyâletini gezip görmüştü. İsfahan, Kandahar ve Semerkand'da uzun süre kalmış, İstanbul'a döndükten sonra şiirlerinde Vessaf mahlasını kullanmaya başlamıştı. Vessaf, ünlü İran tarihçisinin adı idi. Yorulmak bilmeyen bu âlim, bir asır kadar süren uzun ömründe çok sayıda eseri şerhleriyle zenginleştirmiş, Unvan-ı Şeref adlı bir belagat kitabı da yazmıştı. Behçetnâme (Neşe ve Güzellikler) adlı bir eseri de vardır. Bunlardan başka tasavvufla ilgili bir kitabı, hattatlıktaki ustalığını gösteren tâlîk yazıları bulunmaktadır. Vessaf Efendi ünlü şeyhülislâm Kara Halil Efendi'nin talebesi idi. Kara Halil Efendi'nin oğlu Abdür-rahim Molla, halen şeyhülislâm olan Veliyüddin Efendi'nin oğlu Mustafa Raşid, eski vezir-i âzamlardan Rami Paşa’nın oğlu olan ve şair olarak 'Nailî' mahlasını kullanan Mustafa Bey de bir yıl sonra öldüler (Ağustos 1761 - Muharrem 1175). 313 H.AMMER İRANLILARIN BOSSUETSİ SAYILAN VESSAF EFENDİ Bunlardan az sonra ikinci defterdar Salih Efendi de vefat etti. O da derin bilgi sahibiydi. Hitabetteki ustalığından dolayı Vâsıf onu, Arap klâsiklerinin en iyi müellifleri olan Harirî ve Râgıp İsfahanî'nin modeli Bedii Harnadanî ile bir tutar. Salih Efendi masallardan, fıkralardan, nüktelerden, vecizelerden, şiir ve nesir yazılardan oluşan zengin bir koleksiyon bırakmıştır. O, yazma sanatına, İran'ın belagat şaheseri olan Ves-saf tarihini kopya ederek başlamıştı. Arapların Montesquieu (Monteskiyö)'sü olan İbni Haldun'un açıklamaları, İran'ın Bos-suet'si olan Vessaf'ın Tarihi, o devirde en meşhur İran ve Arap şaheserleriydi. Osmanlı İmparatorluğu'nun birçok nâzın ve yazarı, bu iki eseri inceleyerek üslûplarını geliştirmiş ve siyasetle ilgili temel bilgileri almışlardı. İbni Haldun'un açıklamalarını Türkçe'ye Şeyhülislâm Pirî-zâde tercüme etmiştir. Vessaf’ın tarihi de Nazmizâde tarafından bu esere eklenen bir lügatle daha kolay anlaşılır hale getirilmiştir. Bir âlim olan İranlı Reisefendi E'bû Bekir'in ve Nai-lî'nin yorumlarıyla bu kolaylık daha da arttırılmıştır, Râgıp Paşa henüz Reis-ül küttap olduğu devirde, selefi Av-ni Efendi ile, Vessaf’ın bütün eserini okumuşlardı. Defterdar Salih Efendi onu birkaç defa kopya etmiş ve kendisine şiirleri için bir mahlas arayan Abdullah Efendi de Gazan Han'ın öv-gücüsünün adından yani Vessaf'tan (ya da Vassaf'tan) iyisini bulamamıştı. İÇERİDE KARIŞIKLIK Kuruluşundan beri hiçbir zaman tam bir sükûnet içinde bulunmamış İmparatorluğun içinde o günlerde meydana gelen karışıklıklar, daha önceki ve sonraki durumlarla karşılaştırılamayacak kadar çoktu. Çıldır'da ve Bosna'da, hattâ donanma içinde ayaklanmalar, itaatsizlikler patlak verdi. Ahıska sancağının veraset yoluyla sahibi bulunan Çıldır valisi Elhac Ahmed Paşa, Lezgilerle anlaştığı için azledilmiş- OSMANLI TARİHÎ 319 ti. Onun yerine tayin edilen İbrahim Paşa Diyarbakır'dan Çıl-dır'a gelinceye kadar Ahmed Paşa kaçtı. Ama onu takibe gönderilen mabeynci Abdül Mehmed Paşa, yakalayıp başını vurdurdu. İstanbul'a gönderilen kellesi saray önlerinde teşhir edildi. Elhac Ahmed Paşa'nın Akhisar'da yedi yılda yaptırdığı cami harikulade güzeldir. Anadolu'da en güzel kütüphanelerden birini yaptıran da odur. Bu kütüphanenin en önemli eserlerini oluşturan çok değerli ve nadir üç yüz elli el yazmasını Ruslar alıp götürdüler. Bu eserler halen Saint-Petersburg (bugünkü Leningrad) müzesindedir (21). Eski Hac kafilesi cercecibaşısı Abdurrahman Paşa'nın Karaman valisi iken isyanı bir esrar perdesiyle örtülüdür. Konya halkı Bâb-ı Âli'ye defalarca şikâyet mektubu göndererek bu valinin alınmasını ısrarla istemişti. Bunun üzerine Râgıp Paşa da onu azletmişti. Bu valiyi İstanbul'a dönmeye razı etmek için bir mabeynci gönderildi. Fakat vali, İstanbul'a dönmeye razı olmak şöyle dursun, mabeynciyi tutuklatmış, alelacele topladığı serseri grubundan oluşan askerlerle İstanbul üzerine yürüyüşe geçmişti. Bolu'ya gelince Bâb-ı Âli'den bir mektup aldı ve bunun üzerine gerisin geriye, doğum yeri olan Karaman'a döndü. Orada sakin bir hayat sürdü. Vakanüvis Vâsıf'a göre Abdurrahman Paşa'nın bu hareketi, sadrazamla birlikte düzenledikleri bir oyun, bir muvazaa idi. Böylece sadrazam hükümdarı korkutacak, ona her dediğini yaptıracaktı. Validen Bolu'ya kadar yürümesini, oradan Karaman'a dönüp beklemesini istemiş, kısa bir süre sonra onu yine makamına iade edeceğini söylemişti. Bu izahat doğru kabul edilemezse de, büsbütün uydurma da olmayabilir. Fakat bunu böyle yazan yalnız Vâsıftır ve olayı tarihine böyle geçirmekten korkmamıştır. Belki o, doğruluk(21) Vâsıf, bu cami ve kütüphanenin inşaatından söz etmiyor. Tiflis Gazetesi" nüshalarından birinde bundan söz ediyor ama, Ahmed Paşa'nın ölüm tari hini hicrî 1176 olarak gösteriyor. Doğrusu 1172'dir. Bu yanlışlık, Londra'da çıkan 'Litterary Gazette' ile 'Bulletin des sciences historiques (Ağustos 1830)' de yanlışlıklara sebep oluyor ve bu kaynaklar, kütüphanedeki bazı eserlerin isimlerini de yanlış veriyorlar. Bu konuda Fraiin'in 1829'da Saînt-Petersburg'da yayınlanan makalelerine bakılmalıdır. No. 138. 139. 140. 320 HAMMEİİ tan ayrılmayan bir vakanüvis olarak, Osmanlı sadrazamlarının devleti nasıl idare ettiklerini de göstermek istemiştir, öte yandan Abdurrahman Paşa gerçekten göreve yeniden alınmış ve üç tuğlu paşa unvanını da muhafaza etmiştir. Bosna valisi Mehmed Paşa ise, bu eyâlet halkının onun zorbalığından ve adaletsizliğinden ısrarla şikâyet etmesi üzerine azledildi. Sadrazam onu azletmekle kalmadı, üç tuğlu paşa unvanını da kaldırdı. Bir önemli isyan olayı da donanmada görüldü: Kadırgalara bağlanan hıristiyan esirler isyan etmiş, oniki yıl önce benzer bir olayda olduğu gibi, donanmaya epeyce zarar verdir-mişlerdi. Bir Cuma günü, donanma İstanköy (bugün Yunanistan'a ait olan Kos adası) açıklarında demir atmış beklerken, Kaptan-ı Derya ve yardımcısı olan paşa namaz kılmak için karaya çıkmışlardı. Onların yokluğundan yararlanan esir hıris-tiyanlar nöbetçileri öldürmüş, amiral gemisini ele geçirmiş, bütün yelkenleri fora ederek Malta adasına kaçmışlardı. Bu geminin sancağı padişaha Mekke şerifi tarafından hediye edilmişti. Dört köşesinde ilk dört halifenin adları, ortasında Hz. Ali'nin kılıcı Zülfikâr’ın resmi vardı. Çevresinde de güzel bir hatla Zafer âyeti yer alıyordu. Derya Kaptanı'nın gemisindeki işte bu sancak Malta limanında birkaç gün dalgalandı. Gemi ancak Fransız elçisi Ver-gennes (Verjen)'in aracılığı ile iade edildi. Vergennes bu işte, selefi olan Fransız elçisi Desalleurs gibi hareket etmişti. Padişah bu olaya o kadar hiddetlendi ki, görevlerinde ihmalleri görülen Derya Kaptanı ve kaptan beyi hemen tutuklatıp cellada teslim etti. Sonra da kesik başlarını sarayın önündeki meydana attırdı (9 Aralık 1760 - 1 Cemaziülevvel 1174). KÜRK SEFASI VE AFYONKEŞLER Üçüncü Mustafa, yasaklara uymayıp lüks elbise giyenler için idam fermanı çıkarmaya devam ediyordu. O günlerde yeni bir emirname ile hanedandan olmayanlara vaşak ve ka-kum kürk giymelerini yasakladı. Buna uymayanların meydan dayağına çekileceklerini de ilân etti. OSMANLITARİHİ 321 Yasaklanmış kürkleri evinden uzaklaştırmak suretiyle bu emre ilk uyan Sadrazam Râgıp Paşa oldu. Böyle ayrıntılarla uğraşmaya devam eden padişah, bir süreden beri Venedik'ten ithal edilen ve zenginlerin tercih ettikleri kumaşlar için de yasak koydu. Çünkü ileri gelenler, İstanbul'da dokunan kumaşlar yerine bunları armağan etmeğe başlamışlardı. O günlerde kıymetli lüks kürkler giymek ve esrar kullanmak idareciler arasında da bir tutku halini almış ve tiryakilik tehlikeli boyutlara ulaşmıştı. Bir gün, âlim bir zat olan Ak-kermanî, bir kahve içmek ve biraz esrar çekmek için, Bektaşi dervişi olan dostlarmdan birini ziyarete gitti. Bektaşi ona, bu zararlı alışkanlığından dolayı hac farizasını yerine getirmeden bu dünyayı terkedeceğini söyledi ve bu kehanet doğru çıktı. Defterdarlık memurlarından ve Mehmedpaşa Camii'nin mütevellisi olan Raci Bey de esrarkeş idi. Padişah bu camiye Cuma namazı için geldiğinde, önünde buhurdanlığı tutmak görevi ona aitti. «Fakat* diyor Vâsıf, «aşırı derecede esrar kullanması onu bir Öklid çizgisi kadar inceltmişti, sesi de kurbağa vıraklaması gibi çıkıyordu. Duyu organları bir mumyanın organları kadar cansızdı ve vücudu sanki bir şeffaf iskeletten ibaretti». İşte bu zat, bir gün camide padişaha yol gösterirken, birden kuvveti kesilmiş, yere düşüp bayılmıştı. Padişah da ona acıyarak, isteğinin yerine getirilmesini emretmiş ve memuriyete girmek arzusu yerine getirilerek cebeciler teftiş amirliğine tayin edilmişti. Böylece Raci Bey, esrar sayesinde divan ağalarının seviyesine çıkmış bulunuyordu. Fakat, hakketmediği bu terfi, onun esrar tiryakiliğini arttırmaktan başka bir işe yaramadı. Süleymaniye Camii'nin yakınında geniş bir meydan vardır ki buraya «Tiryakiler Pazarı* ya da «Esrarkeşler Pazarı» derler. Her akşam, güneş batarken, esrar ve banotu çekenler buraya üşüşürlerdi. Buradaki insanların hemen hemen hepsi soluk benizli, ince boyunlu, gözleri fersiz ve titrek yürüyüştü idi. Adım atmasını unutmuş gibiydiler ve mezardan çıkmış Hammcr Tarihi, C: VIII. F.: 21 322 HAMMBR hortlaklara benziyorlardı. Bu adamlar, bir bardak soğuk su ile haplarmı yutmak için ahşap dehlizdeki bir sofaya otururlardı. En güçlüleri zeytin tanesi büyüklüğündeki bu haplardan dört tanesini yutabilirdi. Bir saatten daha kısa bir süre içinde hepsi afyonun etkisine' girer, kendilerinden geçerlerdi. Daha doğrusu her biri hayal ettiği âlemde yaşamaya başlardı. Alevlerden geçer, dalgalar üzerinde yürür, mutluluklar denizinde yüzerlerdi. Gökyüzü onlara tamamen açıktı. Vaadedilen cennete ulaşır, buradaki mutluluğu paylaşırlardı. Her yerde inci köşkler çıkardı karşılarına, her tarafta billur gibi berrak kaynaklar görürlerdi. Dolgun göğüslü, kara gözlü, vücutları sedef gibi beyaz, albenili huriler tarifsiz zevkleri yaşamaya davet eden bakışlarıyla onların duyularını uyandırırlardı. Dağdaki İhtiyar*ın müridlerine vaadettiği cennet de bundan başkası değildi (22). Şeyh, önce biraz afyon vererek mü-ridlerinin cesaretlerini arttırır, sonra onları hayatlarını hiçe sayar hale getirirdi. Homeros'un sözünü ettiği nepenthes de bundan başka bir şey olmasa gerek (23). PRUSYA İLE DOSTLUK ANLAŞMASI Râgıp Paşa'nın sadaretinin sonlarma yaklaştığımız için, iş başına geldiği günlerde olduğu gibi, şimdi de Bâb-ı Âli'nin Av(22) Hammer'in «Dağdaki İhtiyar» dediği kişi, Haşhaşîler tarikatını kuran Şeyh-ül Cebel (Dağın Şeyhi) Hasan Sabbah'tır. 1090 yılında bir baskınla Kazven yakınındaki Alâmut Kalesi'ni ele geçiren Hasan Sabbah, düşman larını, haşhaşla sarhoş ettiği adamlarına öldürtürdü. Haşhaşla, uysal ve ha yatını hiçe sayarak verilen görevi yapmaya hazır duruma getirilen fedai ler pek çok cinayet işlediler. 1092'de Melikşah'ın veziri Nizam-ûl Mülk böy le öldürülmüştü. Selçuklular bu kaleyi ele geçiremediler. Alâmut Kalesi'nin zaptı ve şeyhlerinin öldürülmesi ancak Hûlagû zamanında, 1256 yılında oldu. Fransızlar Haşhaşîlere «hachischen-haşişen» derlerdi. Fransızca «katil» anlamındaki «assasin-asasen» kelimesi de buradan gelir. Haşhaşîler Halep'teki Selçuk Beyi Rıdvan'ın yardımı ile Suriye'ye de geçmişlerdi. Buradaki Haşhaşîlerin hâkimiyetine de 1277'de Baybars son verdi. (Çevirenin notu) (23) «Nepenthes», eski kayıtlara göre, usaresi ağrıları dindiren ve üzüntüyü unut turan bir bitkidir. Mısır'da yetişirdi- Râşid Tarihi'ne göre bu «banotu»dur. Nepenthes'in çoğulu «Kopt-kıptî» şeklinde söylenir. Homeros'un tlyada'sında nepenthes, korkusuz Apolloh'un bir lâkabıdır. (Çevirenin notu) OSMANLİ TARİHE 323 rupa devletleri karşısındaki durumunu ve onlarla münasebetlerini bir kere daha anlatmamız gerekiyor. Râgıp Paşa politikasının son döneminde alınan en önemli tedbirlerden biri de şu idi: Prusya ile imzalanan dostluk anlaşması. Bu anlaşma Bâb-ı Âli politikasında önemli değişikliklere sebep olmamıştır, ama, Râgıp Paşa daha uzun ömürlü olsaydı, büyük değişikliğin kaçınılmaz olacağı anlaşılıyordu. Prusya'nın Bâb-ı Âli ile ittifak kurmak teşebbüsleri otuz yıldan beri başarısızlıkla sonuçlanıyordu. Bu açıdan bakılınca, nihayet gerçekleşen bu anlaşmadan dolayı, Râgıp Paşa'nın Osmanlı devlet adamları arasında yüksek bir mevkii olduğu ve yepyeni yolların açılmasını sağladığı inkâr edilemez. Gerçekten de, vakitsiz ölümü engellemeseydi, Râgıp Paşa bu dostluk anlaşmasını bir tedafüi ve tecavüz! (savunma ve saldırma) amaçlı ittifak haline dönüştürmekte gecikmeyecekti. Böyle bir ittifakı II. Frederik bütün gayretiyle gerçekleştirmeye çalışıyor, İngiltere ise Bâb-ı Âli'yi var gücüyle tahrik ederek Avusturya'ya savaş açılmasını istiyordu. Ancak, sadrazamın ölümüyle, o güne kadar gerçekleşemeyen büyük projeler Avusturya'yı endişelendirmeye başladı. Daha çok De Rexin (Dö Rekzen) adıyla tanınan Hauden, Silezya'nın Hirschberg şehrinde doğmuştu. Önce tüccar Hüsch'-ün yanında çırak olarak çalışmış, sonra Avusturya ordusunda sancaktar ve nihayet Prusya ordusunda teğmen olarak görev yapmıştı. II. Frederik, Sultan Osman'ın tahta çıkışını kutlamak için işte bu Rekzen'i elçi olarak İstanbul'a göndermiş ve ona, Bâb-ı Âli ile bir dostluk anlaşması yapması için tam yetki vermişti. Fakat, daha yukarıda da söylediğimiz gibi, Rekzen bu teşebbüslerinde başarılı olamayarak Berlin'e dönmüştü. Frederik, Rekzen'i İstanbul'a ikinci defa gönderdi ve bu sefer görevini başardı. Gizlilik içinde yürütülen ve Fransa ile Avusturya elçilerinin ancak bir kısmına vâkıf oldukları müzakerelerden sonra, Rekzen, Prusya adma Bâb-ı Âli ile sekiz maddelik bir dostluk anlaşmasını gerçekleştirdi (29 Mart 1761 -22 Şaban 1174). Bu anlaşmanın muhtevası Bâb-ı Âli'nin daha önce Napoli, İsveç, Danimarka ile yaptığı ticaret anlaşmalarından pek farklı değildi, özetle ticaret serbestliğini belirtiyor, gümrük 324 HAMMER hakkını yüzde üç olarak tespit ediyor, Osmanlı İmparatorlu-ğundaki Prusyalı elçi ve konsolosların hak ve imtiyazlarını belirtiyor, Prusya tebasmm yargılanma hakkı onlara veriliyordu: Fakat, müslümanlarla Prusyalılar arasmda dört bin kuruşu aşan dâvalar İstanbul'da görülecekti. Silahlı olarak yakalanmaları ve Bâb-ı Âli'nin savaşta olduğu yabancı birliklerle temas halinde bulunmaları hali dışmda, Prusya tebalıların serbest olacakları, bu anlaşmanın 6. maddesiyle sağlanıyordu. Son bir madde ile, fayda mülâhaza edildiği takdirde iki tarafın müzakereleri yeniden başlatabilecekleri zikrediliyordu (24). Dö Rekzen tam yetkili Prusya elçisi olarak bu anlaşmayı imzaladıktan sonra, huzura kabul edilerek, anlaşmanın- padişah tarafından onaylanan nüshasını aldı. Fevkalâde elçi sıfa-tıyle de, dört ay sonra II. Frederik'in onayını da taşıyan nüshasını getirdi (27 Temmuz 1761). Rekzen, misyonunda başarılı olması için, Prusya'nın müttefiki olan İngiltere'nin İstanbul elçisi Porter'in gayretli desteğinden başka, tercüman Ghika'nın kayınpederi Giacomo Riso'-nun, sadrazamın hekimi İpsilanti'nin, defterdarı Ali Ağa'nın, Boğdan voyvodasının habercisi Drako'nun saray nezdindeki nüfuz ve aracılıklarından da yararlanmıştı. Bu Drako daha sonra, yukarıda da söylediğimiz gibi, evini kundakladıkları id-diasiyle iki müslüman köleye eziyet ettiği için, bu kölelerin suçlulukları ispat edilmiş olmasına rağmen, idam edilmişti, öte yandan Ali Ağa, mevki ve yardım isteyenlere karşı fazlaca yardım ettiği için Kıbrıs'a sürüldü. Dö Rekzen'in kendi sarayından aldığı seksen bin kuruşluk tahsisatın bir bölümünü bu aracılara vermiş olması pek muhtemeldir. öte yandan Rusya elçisi Obreskov ve Avusturya'nın ortaelçisi, Bâb-ı Âli-Prusya anlaşmasının karşılıklı olarak onaylanmasını engellemek ve iptal ettirmeye çalışmak için, kendi saraylarından yüzer bin duka altm istediler. Fakat Viyana ve Petersburg'ta bunun bir yarar sağlayıp sağlamayacağına karar verilinceye kadar, anlaşmanın onaylanmış nüshaları teati edilmişti. Bu, Türklerin onayladığı nüshayı Berlin'e götür(24) Türklerin 22 Şaban tarihli bu anlaşması Viyana arşivlerinde bulunmaktadır. 22 Şaban, 29 Mart'a rastlıyor. Demek ki Martens'in verdiği 22 Mart tarihi yanlıştır. Bu belgenin İtalyanca nüshası da Berlin arşivlerindedir. OSMANLI TARİHİ 325 mekle görevli Prusyalı kuryenin öldürülmesi yüzünden meydana gelen gecikmeye rağmen olmuştu. Prusyalı kuryeyi, Ay-dos'a varlıklarında, ona refakat eden bir yeniçeri öldürmüştü. Derhal yakalanan yeniçeri, kendisine Rekzen tarafmdan vaa-dedilen dokuz yüz kuruşu kuryenin vermediğini, bu yüzden çıkan kavga yüzünden onu öldürdüğünü iddia etti. Rus sarayının fevkalâde elçisi Prens Schachowsky (Şa-hovski), hükümdarının III. Mustafa'nın tahta çıkışını kutlayan mektubunu, İstanbul'a ancak bir yıl sonra getirdi. Sadrazam tarafından kabul edilen elçi prens, Türk elçisi Osman Efendi'-nin, sultanin itimadnâmesini imparatoriçeye kendi eliyle vermesine müsaade edilmediği için küstah ve kaba hareketlerde bulunduğunu, bu davranışıyla bütün sarayı çılgına çevirdiğini söyledi. Polonya sarayı İstanbul'a fransisken (Françesko tarikatine mensup) Thomas Morewicki'yi göndermişti. Bu görevli Fransız elçi Vergennes, Venedik maslahatgüzarı Foscari, elçi Schwachheim ve Napoli görevlisi Ludolf ile karşüaşacaktı. Görevi, Bâb-ı Âli'den, Kudüs'te hıristiyanlara ait kutsal yerlerin katoliklere verilmesini istemekti. Fakat kısa bir süre önce Padişah bir hattı şerif ile bu yerleri Yunanlılara vermişti. Onun için Verj en ve meslekdaşları bu teşebbüsten hiçbir sonuç alınamayacağına hükmettiler. Zaten onların din işlerine karışmaları da zordu. O günlerde Fransa'nın himayesinde bulunan Cizvit, Dominiken ve Kapüsen tarikatlerine bağlı katolik kiliselerine pek hoş bakmıyorlardı. Fransız elçisi, Limni'de sürgünde bulunan Boğdan Prensi Rakoviza’nın çevirdiği dolaplara, entrikalara karışan tüccar Linchon'un öldürülmesiyle ilgili olarak tazminat taleplerine olumlu bir karşılık alamaSiıştı. Ona bu adamın Fransız olduğu için değil, Boğdan boyarının tespit ettiği entrikalarından dolayı idam edildiği cevabı verilmişti (14 Mart 1760). Bununla beraber hıristiyan esirlerin bir ayaklanma sonunda Malta'ya kaçırdıkları Derya Kaptanı’nın gemisini İstanbul'a iade etmeleri, yukarıda da söylediğimiz gibi, Vergennes'in* aracılığı ve isteğiyle olmuştu. Aynı yılın sonların doğru İngiliz elçisi Porter, III. Georges (Jorj)'un tahta çıkışını bildiren tebliği ve yeni itimatnamesini 326 HAMM&H Bâb-ı Âli'ye sundu (24 Aralık 1760). Napoli elçisi Ludolf ise İspanya kiralının iki mektubunu da getirdi. Napoli'den Mad-rit'e döndüğünü ilân eden kıral, Napoli ile imzalanan dostluk anlaşmasını tasvip ediyor ve Bâb-ı Âli'den İspanya ile de böyle bir anlaşma yapılmasını istiyordu. Fakat Ludolf'un bu konudaki teşebbüsleri sonuçsuz kaldı. Avusturya elçisi Schvvachheim da Bâb-ı Âli nezdindeki teşebbüslerinden bir sonuç alamadı. Onun asıl vazifesi Prusya elçisinin misyonunu engellemekti. Bununla beraber Bâb-ı Âli'den, Erdel sığırtmaçlarının sığırlarını yaz boyunca verimli Eflâk meralarında otlatmalarına müsaade eden bir ferman alabildi (25). Schvvachheim, Rekzen'in Bâb-ı Âli île imzalanan anlaşmayı bir tedafüî ve tecavüzı (savunma ve saldırma amaçlı) ittifaka dönüştürme müzakerelerinde epeyce mesafe alındığını bilmiyordu. Avusturya için çok tehlikeli olan bu tasarıyı, Schwach-heim'ın yerine ortaelçi tayin edilen Penkler bulup çıkardı. Ama bu, Râgıp Paşa'nın ölümünden sonra oldu. PRENSESLERİN DOĞUMU İkinci kızı Şahsultan’ın dünyaya gelişiyle çok sevinen III. Mustafa’nın mutluluğu, bir erkek çocuğu olunca daha da arttı. Bu çocuk Gürcü bir cariyeden doğmuştu (24 Aralık 1761 -27 Cemaziülevvel 1175). Bu olayın lâyıkı ile kutlanması için bütün İstanbul aydınlatıldı, yedi gece şehir bir ışık denizi halini aldı. Bundan sonra üç gece de limanda (Haliç'te) binlerce fenerle süslü gemilerin suya vuran ışıklan, İstanbullulara en güzel manzarayı sunmuş (25) Schvvachheim, Viyana'ya hareket etmeden önce, Milanolu Bernardo Nobili De Grocinal'i de hapisten kurtarmıştı (15 Kasım 1761). Olympia Maria Sanetti isimli Romalı bir kadından da birçok mektuplar almıştı. Sadrazam Râgıp Paşa'nın kardeşi olduğunu iddia eden bu kadın, Schvvachheim'dan kendisine ve iki kızına yardım etmesini istiyordu. Avusturyalı tercüman Gaspar Momar 1761 yılının sonlarına doğru öldü. Bianchi ve Testa İstanbul'da kaldılar. Thugut Essek ve Jeniadi tercümanı sıfatiyle Petervvardia (YaradınVe geçti. OSMANLI TARİHİ 327 oldular. Bu vesile ile her taraftan tarih düşürülmüş mısralar geldi ve pek çok mahkûm serbest bırakıldı. Fakat bu şenliklerden az sonra, henüz beşikteyken nişanlanan büyük kızı Hibe-tullah Sultan'ın ölümü ile, sultanın sevinci üzüntüye dönüştü. Devletin bazı meşhurlarının ölümü de bunu ve umumi üzüntüyü arttırdı. MEŞHUR ADAMLARIN ÖLÜMÜ Önce, Yirmisekiz Mehmet Çelebi'nin oğlu olan Said Meh-med Efendi vefat etti. Fransa ve îsveç'te elçi olarak bulunmuş, nişancı, defter emini, kethüda ve nihayet sadrazam olmuştu. Beş ay sonra sadrazamlıktan azledilmiş, önce Konya, sonra Kahire ve nihayet Adana valiliklerine getirilmişti. En çok sevdiği ilim dalı olan tıpla ilgili ve çok değerli bir eseri vardır (Ekim 1761 - Rebiülevvel 1175). Şeyhülislâm Ebülhayr Ahmed Efendi'nin oğlu Damadzâde Feyzullah Efendi de aynı dönemde öldü. Damadzâde Feyzullah Efendi iki defa şeyhülislâm olmuştu. Babası gibi o da Bursa'-da doğmuştur. Türbesi Sütlüce'dedir. Osmanlı kayıtlarında onun büyük bir musikî âlimi olduğu söylenir. Şair Nevres'in admdan daha önce de söz etmiştik. Onun tarih düşüren mısraları I. Mahmud devrinde yapılan birçok eseri süslemektedir. Nevres'in divanı o çağın en güzel eserlerinden biri sayılır. Hikmet Efendi gibi o da hicivlerinde aşırı gittiği için İstanbul'dan sürüldü ve az sonra da üzüntüsünden öldü. Yine aynı dönemde Bağdat Valisi Süleyman Paşa da altmışaltı yaşında iken öldü. Aslen Ahmed Paşa'nın Memlûk beyi idi ve Nadirşah'a karşı yapılan savaşta büyük yararlılık göstermişti. Efendisinin ölümü üzerine kendisini Bağdat valisi ilân etti. Bâb-ı Âli bu görevi Mehmed Paşa'ya vermiş ise de, bazı Kürt ve Arap aşiretlerinin desteği ile, padişaha vali olarak tayinini kabul ettirdi. Onun zorla elde ettiği valiliği onaylayan hattı hümâyunun hemen hemen tamamı Vâsıf tarihinde bulunmaktadır ve çok görülen bu zorunlu tayinlerde kullanılan üslûp için güzel bir örnek sayılabilir. Bu hattı hümâyun, Bâb-ı 328 KAMMKH Âli'nin kararına aykırı olarak eyâlet idaresini zorla ele geçiren Paşa'nın, daima sadık kalacağı taahhüdünde bulunduğu için Padişah tarafından affedildiğini, kendisine lütuf yolunun tekrar açıldığını belirtmektedir. Süleyman Paşa cesur, cömert bir adamdı. Düşmanlarına korku salmıştı. Her zaman başarılı olan gece harekâtından dolayı Araplar ona «Mızrak Babası» ve «Gecelerin Belâsı» lâkaplarını takmışlardı. Aynı yıl, meşhur reis-ül küttap Tavukçubaşı'nın damadı Vali Bekir Paşa da Kahire'de öldü. Daha evvel, Bekir Efendi'-nin Matbahı Âmire Emini iken Halep Valiliğine nasıl getirildiğini anlatmıştık. Bekir Paşa şöhretini çok zengin oluşuna borçluydu. Reis-ül küttaplığı ve sadaret kethüdalığmı satın almıştı. Kaympederinih ölümünde çok büyük vergi alınmış olmasma rağmen serveti yine muazzamdı. Öldüğü zaman evinde bin kese altm buldular ki, bu yarım milyon altın kuruş ediyordu. Bu muazzam servet ona kayınpederi Mustafa Tavukçu Efendi'den miras kalmıştı. Çok genç olduğu bir sırada, Viyana'ya elçi olarak giden Tavukçubaşı'na tütün muhafızı olarak refakat etmişti. Cirit atmada çok hünerli idi ve hedefe hiç şaşmadan isabet ettirmekle ün yapmıştı. İmparator Charles VTnın sarayındaki asilzadelerin imparatora hünerlerini göstermek için düzenledikleri bir cirit oyununa genç Bekir de katılmıştı. Bir ara, bindiği at anî bir hareket yapmca Bekir'in dengesi bozulmuştu. Ama, tam düşeceği sırada, eyerden yukarı doğru sıçramış ve yere, ayakları üstüne, dimdik inmişti. Sonra, beden hareketinde gösterdiği kıvraklığı bu defa zekâ kıvraklığı göstererek devam ettirmiş, seçkin kalabalığa ve imparatora bir gösteri olsun diye bunu isteyerek yapmış gibi görünmüştü. İmparatorun yanında bulunan Türk elçisi de, işin aksini bilmesine rağmen, genç Bekir'in beden ve zekâ kıvraklığını takdirle karşılamış ve Övmüştü, imparator da gösteriye hayran kalmıştı. Vakanüvis bu olayı kaydederken, gösterinin yalnız binicilik bakımından değil, diplomatlık bakımından da bir örnek olduğunu söylemektedir. Bekir Paşa’nın ölümünü, yukarıda da adından söz ettiğimiz zeki ve kültürlü bir kişi olan Hikmet Efendi'nin babası Ab-bas Efendi ile, Ahır Emiri Mustafa Efendi'nin ölümleri takip OSMANLI TARİHİ 329 etti. Mustafa Efendi, Mekke'nin su kemerlerini ve kanallarını tamir ettirmekle görevlendirilmişti. Baltacı Mehmed Paşa'nın oğlu, Pruth anlaşmasını imzalayan eski silahdar Mustafa Paşa, Dimetoka'da öldü. Gözden düşerek üç tuğlu paşa unvanını kaybetmiş ve buraya sürülmüştü. Bu büyük adamların tabii ölümleri, surre emininin (yani hac zamanında Mekke ve Medine'ye padişah tarafından yollanan para ve diğer armağanları götüren alayın sorumlusu) idamından daha geniş yankı uyandırdı. Surre emini, mağazaları teftişle görevli olduğu sırada haraç ve rüşvet aldığı iddia-siyle idam edilmişti. Yine o günlerde, bir kadın, elbiselerine sarılı olarak esir pazarının kapısında asıldı. Suçu, onun da efendisi olan esir tüccarının çocuklarını intikam almak için öldürmüş olmasıydı. Bu olay heyecan ve üzüntü uyandırmadı. Bütün bu ölüm ya da idam olayları, Prenses Şahsultan'ın doğumu ile Mihrimah Sultan'ın doğumları arasında geçen on-sekiz aylık zaman içinde olmuştu. Mihrimah Sultan'ın doğumu münasebetiyle şehir beş gece aydınlatıldı. ŞEYHÜLİSLÂM VE KAPTAN PAŞA'NIN İKİ DEFA DEĞİŞTİRİLMELERİ İmparatorluğun yüksek mevkilerinde bulunan devlet adamları arasmdaki azilleri ve değişmeleri de anlatmamız gerekiyor. Bunlarm listesi her yıl Ramazan bayramının ilk günlerinde yayınlanır. Değişikliklerin en önemlileri, sadaret kethüda-lığında, reis-ül küttaplıkta, şeyhülislâmlık ve kaptan paşalıkta meydana gelenlerdir. Sadaret kethüdalığına beşinci defa getirilen Hamza Ha-mid Efendi, Râgıp Paşa'nın büyük destek ve himayesine rağmen azledildi. Bu azil Râgıp Paşa'nın rızası hilafına yapılmıştı ve saraydan çok nüfuzlu birinin tesiriyle olduğu için Râgıp Paşa da direnemedi. Onun yerine «Şatırzâde» lâkabı ile tanınan eski reisefendilerden Kâşif Mehmed (Emin) Efendi geti- 330 HAMMER rildi. Bu terfi, hiyerarşide alt kademede bulunanların bir üst dereceye kaydırılmalarına sebep oldu. Bunun sonucu olarak da Recai Elhac Mehmed Efendi Reisefendiliğe geldi, tezkire-i sani tezkire-i evvel oldu. Sadrazamın divan kâtibi tezkirecili-ğe, bu kâtibin muavini başkâtipliğe yükseldi. Şeyhülislâm Âsim Efendi aynı zamanda meşhur bir tarihçi idi ve daha çok Çele-bizâde ismiyle tanınırdı. Bu şeyhülislâm ölünce, Râgıp Paşa onun yerine Veliyüddin Efendi'nin getirilmesini hükümdara teklif etti (5 Eylül 1761 - 5 Sefer 1175). Fakat kısa bir süre sonra, Veliyüddin Efendi'nin çok hırçın tabiatlı oluşu yüzünden, bu görev eski Rumeli kadısı Bekirzâde Ahmed Efendi'ye verildi. Sadrazam, padişah nezdindeki nüfuzunu sarsmamak için, yüksek mevkie yapılan tayinlerde onun fikrine göre hareket ederdi. Bu yüzden, Padişahı da hoşnut etmek için. Hasan Pa-şa'ya Özi valiliğini teklif etti. Fakat Hasan Paşa'nın, uhdesinde bulunan derya kaptanlığından vazgeçmesi şartını koştu. Hasan Paşa bu yeni düzenlemeden memnun kalmayınca, ona devlet hazinesinden «yol masrafı» olarak elli bin kuruş (yirmi beş bin altın) vermeyi de vaadetti. Fakat Hasan Paşa bunu da kabul etmeyince, padişah onun vezirler listesinden çıkarılmasını emretti ve Girit'e sürdü. Ondan boşalan Kaptan-ı Deryalığa Kethüda Mehmed Paşa getirildi, ama o da bu makamda pek az kaldı ve sonra Mısır valiliğine tayin edildi. Bu defa Kaptan-ı Deryalık Küçük Mustafa Paşa'ya verildi. Sadrazam, önceki Sadaret Kethüdası Hamza Efendi'nin azledilmesindeki haksızlığı telâfi etmek için onu önce eski ve artık pek geçerliliği kalmayan Nişancı (Tuğracı) Bekir Bey'in yerine tayin etti, ama az sonra üç tuğlu paşa rütbesiyle Selanik Valisi yaptı. Belgrad Valisi ve vezir Ali Paşa'nın oğlu Abdi Paşa'nın devlete yaptığı çok yararlı hizmetler, Râgıp Paşa gibi bir sadrazam tarafından görmezlikten gelinemezdi. Abdi Paşa Belgrad Kalesi'ndeki yamakların isyanını kendi dirayetiyle bastırdığı için padişahın da teveccühüne mazhar olmuştu. Sadrazam ise onu vezirlerin üstün başarısını simgeleyen altın kaftanla taltif etmişti. Abdi Paşa Belgrad valisi olarak kalırsa âsiler intikam almak amacıyla yeniden ayaklanabilirler düşüncesiyle, OSMANLI TARİHİ 331 onu aynı sıfatla Silistre'ye nakletti (23 Temmuz 1762 * 1 Muharrem 1176). Belgrad Valiliğine, o sırada Kaptan-ı Derya bulunan Vezir Mehmed Paşa getirildi. Bu uygulama ise Dar-üs-saade Ağası Mehmed Efendi'nin bazı entrikalar çevirmesine sebep oldu. Dar-üssaade Ağası Mehmed Efendi şehzade Selim'in doğduğunu müjdelediği zaman Mehmed Paşa kendisine on kese para ile bir vaşak kürk hediye etmişti, oysa aynı haberin müjdesi olarak sadrazam kendisine kırk kese para ile şahane bir samur kürk vermişti. Vezir Mehmed Paşa'nın kendisini küçük gördüğü, istiskal ettiği düşüncesiyle, onu azlettirmek için çalışıp dur» du, RÂGIP PAŞA'NIN ÖLÜMÜ O günlerde meydana gelen bir güneş tutulması tam onbeş dakika sürdü ve bu olay, iki gün önce İstanbul'u kasıp kavuran bir kasırga kadar halkı korkuttu. Kasırga sırasında Sultanba-yezid Camii'nin bir minaresine yıldırım düşmüş ama bir zarar vermemişti (26). Bundan bir sene evvel de buna benzer bir fırtına olmuş, yıldırım Lâleli'deki Validesultan Camii'nin minarelerini yıkmıştı (27). Bu olay, Sadrazam Râgıp Paşa’nın kurduğu kütüphanenin bizzat onun tarafından temele ilk taşın konduğu güne rastlıyordu. Sadrazam Râgıp Paşa'nın kurduğu kütüphane ve medresenin yapımı onsekiz ayda tamamlanmıştı ve sadrazam, sarayında o güne kadar biriktirdiği bütün kitapları buraya nak-letmişti. Yeni kütüphanenin müdür ve kâtibi ile medresenin müderrisini paşa bizzat tayin etmişti. Medresede kırk genç parasız öğrenim görecekti. Ayrıca kütüphaneye güzel bir çeşme yaptırmıştı ki, vakanüvis bu olayı anlatırken çeşme için «ilme susamışların susuzluğunu giderecek» cümlesini kullanmıştır. İstanbul'daki kütüphanelerin hiç biri Râgıbpaşa Kütüphanesi kadar güzel süslenmemiştir. Bu yapının tavanından sar(26) Vâsıf Tarihi'nde bu olayın tarihi 29 Rebiülevvel 1176 olarak gösteriliyor ki milâdî 18 Ekim 1762'ye rastlar. (27) 12 Muharrem 1175. yuni 13 Ağustos 1701 tarihinde. 332 HAMMER kan avizeler ve avize sütunları birer sembol gibidir- Bunların bazı yerlerinde din ve ahlâkla ilgili vecizeler yer alır. Bu vecizelerden biri şudur: «Ameller onlardaki niyete göre değerlendirilir.» Orta kısımda ise şöyle deniyor: «Bana doğru yolu yalnız Allah gösterir.» Üçüncü hat ise bir besmele-i şeriftir. Duvarlarda, Peygamber'e yazdığı kaside (Kaside-i Bürde) ile ünlü Busîrî'ye ait altın yaldızlı mısralar yer alır. Bir müslü-man kütüphanesinde görülebilecek en güzel süslemeler bunlardır. Bu eserin yapımı tam olarak bitmeden, kubbesi yıkıldı. Bu kazayı, kütüphaneyi yaptıranın geleceği için fena bir işaret sayanlar oldu. Râgıp Paşa bu olaydan kırk gün sonra öldüğüne göre kehanetin doğru çıktığı söylenebilir. Râgıp Paşa altmışbeş yaşmda öldü. Türbesi kendi yaptırdığı kütüphanenin yarımdadır. Bu türbenin ve çeşmenin yanında yakınlarının kabirleri de yer alır. Onun ve yakınlarının kabirleri yaldızlı parmaklıklarla ve bu parmaklıklar da güzel hatlarla süslüdür. Mezarların bulunduğu yerde mermer saksılar da vardır ki, bu saksılarda güzel kokulu bitkiler bulunur. Saksılar müs-lümanlar için «semavî kokular saçan kutsal çanaklar»dır (28). ONSEKİZİNCİ YÜZYIL OSMANLI EDEBİYATINA TOPLU BAKIŞ Râgıp Paşa'nın türbesinden Osmanlı edebiyatma bir göz atalım. Bu devrin edebî eserleri çoktur ama maalesef çok önemli değildir. Bu devrin başlıca fakîhlerinden, tarihçilerinden ve şairlerinden, onlarm âlimler âlemine girişlerinden veya ölümlerinden yeri geldikçe söz etmiştik. Şimdi, Karlofça ve Kaynar(28) Constantinople et le Bosphore (İstanbul ve Boğaziçi) C I, s. 400. Râgıp Paşa'nın kabrindeki hat şudur: «Her şeye gücü veren Hüvel-baki Allah adıyla. Bu güzel eserin müellifi ve bu güzel tesislerin bânîsi Sadrazam Râgıp Paşa'dır. Müminler onu Rahim ve Rahman olan Allah'a tevdi etmişlerdir. Cennet kokulanyla kuşatılan ruhuna fatiha!» OSMANLI TARİHİ 333 ca barışları arasında kalan süredeki ilim ve kültür hareketlerinin bir özetini vermemiz gerekiyor. Bu dönemde, daha önceki dönemlerde olduğu gibi, din ve hukuk ilmiyle ilgili eserler, hem sayı hem önem bakımından diğer eserlere göre çok daha fazladır. Fakat müsîümanlar için çok önemli olan şeyler Avrupa edebiyatı için pek önemli değildir. Hz. Peygamber'in hayatı, misyonu, Kuran-ı Kerim'in tefsirleri, îslâm ilmihalleri ve tasavvuf konularında ananevi ve dogmatik temel eserler, (Avrupalı) tarihçi için ikinci derecede ilgi çekicidir. Aynı sebepten dolayı fıkıh eserleri de pek önemli sayılmaz. Çünkü bunlar, muhteva itibariyle müslüman-ların sivil hayatlarıyla ilgilidir. Bu eserlerin en Önemlilerini fetva koleksiyonları ve içtihatlar (sukûk) oluşturur. Bunların da en önemlileri, yaklaşık on bin fetva derleyen Şeyhülislâm Abdurrahim Efendi (29) ile Şeyhülislâm Dürzizâde Esseyid Mehmed Arif Efendi'dir. Dürzizâde'nin derlemesi Fetvaların Sonucu (30) adını taşır ve bin sekiz yüz fetvadan oluşur (31). Bunlardan sonra Şeyhülislâm Ali Efendi'nin derlemesi gelir ki, bunda da beş bin dört yüz fetva vardır (NOT: 4). Sonra Ataullah Mehmed Efendi (32), Fetva Arşivleri kethüdası Fıkhı Mehmed Efendi (33), Kadı Vessaf Abdullah Efendi (34)'yi sayabiliriz. Hacibzâde Mustafa Efendi (35) ile Lâlizâde Efendi (36) de şeriat ilâmları ve tabirleriyle ilgili eserleri (sukûk-ları), Baldırzâde Efendi'yi örnek alarak düzenlemişlerdir. Bu örnekler kadılara bir kural gösteriyor, «inşatlar ise hazine kethüdalarına ve eyâlet valilerine örnek oluyordu. Sadrazam Rami ve Râgıp Paşaların, Şair Nâbi ve Defterdar Arif Efendi'nin daha önce de sözünü ettiğimiz eserlerinden İstanbul'da hicrî 1243 (m. 1828) yılında iki cild halinde yayınlanmıştır. Netice't-ül Fetâvi. İstanbul'da h. 1237 (m. 1821) yılında yayınlandı. Fetava-yı Ankaravî. Ölümü 1098 (m. 1686). Fetava-yı Ataullah Mehmed Efendi, ölümü 1127 (1715). Fetava-yı Vessaf Abdullah Efendi, ölümü 1174 (1760). Buda't-ül Hükkam. yani Mehmed Hacibzâde tarafından yazılmış şeriat ilâmları örnekleri. 1081 (m. 1680) yılında bitirilmiştir. (36) Biri Melce ül Hükkâm fi muin il kudât, diğeri Subdet üs sukûk (şeriat hüccetlerinden seçmeler) adını taşır. Lâlizâde 1175 (1761)'de öldü. (29) (30) (31) (32) (33) (34) (35) 334 HAMMEH başka, divan kethüdası Hayatizâde'nin (37) Kenz-ül inşâ adıyla yayınlanan eserini, Molla Ahmet Taib Osmanzâde'nin, Şeyh Murad (38) adıyla tanınan Hacı Çelebi'nin ve Refia’nın münşeatlarını (güzel nesir örneklerini) sayabiliriz. Bu eserlerin yanısıra, çok beğenilen Arap filozoflarından yapılan tercümeler de vardır. Bunlar için örnek olarak Harirî ve Hadmanî'nin bazı eserlerini, İbni Seydûn'un Sülvan-ül Mutaa (îtaat Edenlerin Kalb Huzuru)’ın (NOT: 5), Sultan İkinci Meh-med (Fatih)'in müneccimi (astronomu) tarafından (Arapça) yazılmış Ubeyd Sakanî'nin Mükteleri'ni, Şeyhülislâm Seyid Fey-zullah Efendi'nin Ravza't-ül Hatib tercümesini, îshak Hoca'nın tercümesi olan Zemahşeri'yi gösterebiliriz. Taib Osmanzâde (39) ve Şeyhülislâm Seyid Feyzullah Efendi (40) mizah derlemeleri yapmışlardır. İkisi de idam edildiler. Edirneli Derviş Hasan, Şair Kudsî ile Şair Nâbi ve Molla Hanefî Efendi atasözleri (NOT; 6) de derlemişlerdir. Râzi Abdüllâtif Efendi bir masal ve nükte derlemesini yeniçeri isyanında ölen İbrahim Paşa'ya ithaf etmişti. Taib Ah-med Efendi'nin aynı vezire yazdığı eser ise Gece Sohbetlerinde Sultan Nasihatlerinin Meyvesi admı taşıyordu (41). Buna benzer bir eser de Nes»yih-il melik adıyla Şeyhülislâm Feyzullah Efendi (NOT: 7) tarafından yazılmıştır. Şeyhülislâm Esad Efendi'nin yazdığı eserin adı Medayih-i Bülegâ'dır. Şeyhülislâm Ves-saf Abdullah Efendi'nin yazdığı Unvan-ı Şerif adlı eserde insanın hayvanlardan üstünlüğü anlatılır. Adından daha önce de söz ettiğimiz Osmanzâde Efendi ise meşhur Arap eserini İnsanlığın incelenmesinde rehber ya da İnsanlığa övgü (42) adıyla tercüme etmiştir. Yine onun Hükümdarlara Nasihat (Hükümdarlara doğru yolu gösteren Nasihatler) adlı bir kitabı daha vardır. Bunların en değerlilerinden biri, hiç şüphesiz Râgıp Paşa'nın Sefine-t-ül Ulûm yani İlim Gemisi adlı eseridir. Bu, Ölümünden (37) (38) (39) (40) (41) (42) Hayatizâde'nin ölümü 1175 (1761). Şeyh Murad’ın ölümü 1145 (1732). Cemi-ül Letâif. Sultan ÜI. Mustafa'ya 1085 (1672)'de sunulan Letâif. Semer-ül işmar fi nesayih-il melik. Muhsin-ül edeb fi tercüme't-i min hac sülük il el edeb. OSMANLI TÂRİHİ 335 bu yana çok geçmemiş olmasına rağmen Osmanlı kütüphanelerinin en'çok aranan eserlerinden biri olmuştur. Bu devirde lisan üzerine çalışmalar, Arapça'nın sentaks kurallarını öğreten başlıca eserlerin tercüme ve açıklamalarından ibaret kalmıştır (NOT: 8). îran belagat ve grameri ise (NOT: 9) pek az müellifin dikkatini çekmiştir. Türkçe - Farsça lügatlerin en önemlileri Ferhang Şuuri (43), Kesin Delil (44), Kelimelerin Söylenişi (45) adlı eserler, Şahidî'nin ve Vehbi'nin lügatleri ile Abdülkadir Bin Ömer Bağdadî'nin Şehnâme'si, He-zarfen Ahmed Efendi'nin Tıp Kitabı gibi eserlerin bir kısmı bu dönemde, bir kısmı da bundan önceki dönemde yayınlanmıştır. Astronomi, aritmetik ve mantık konularında yazılan kitaplar da hem azdır, hem de önemli değildir. Tıp konusunda bir kısmı tercüme, bir kısmı derleme olmak üzere bir düzine kadar kitap yazılmıştır. Bu devirde birer divan bırakmış şairler ise Çelebizâde Asım (46), Nâbi, Râsim (47), Râgıp, Nevres, Nazmizâde (48), Sub-hi (49), Talip (50) ve Nakşî'dir (51). Diğer bazıları da îran tasavvuf şairleri Saib, Urfı ve Şevket'ten (NOT: 10) tercüme ve yorum yapmışlardır. Yirmisekiz Mehmed Çelebi ise îran şairi Nakşibendî Mir Mehmed Eşrefin divanını yayınlamıştır. Bürde gibi ve E, N, L gibi harflerden çıkarılmış en ünlü kasidelerin yorum ve açıklamaları yapılmıştır ama, en çok vezir-i âzam Köprülüzâde'nin Şeyhülislâm Feyzullah Efendi için yazdığı kaside yorumlanmıştır (NOT: 11), Vahdetnâme (52), Esbabnâme (53), Sergüzeştnâme (54), (43) (44) (45) (46) (47) (48) (49) (50) (51) (52) (53) (54) İstanbul'da 1155 (1742) yılında yayınlandı, Bürhan-ı kafi. 1241 (1799)'de yayınlandı. Lehce't-ül Lügat, 1210 (1795) *da yayınlandı. Şeyhülislâm İsmail Âsim Efendi. 1170'de öldü. Râsim Efendi. Ölümü 1167 (1753). Nazmizâde Murteza. Ölümü 1133 (1720). Subhi. Ölümü 1101 (1689). Talib. Ölümü 1115 (1703). Nakşı. m. Mustafa'nın sır kâtibi. Ölümü 1178 (1764). Vahdetnâme. îshak Hoca, ölümü 1180 (1766). Esbabnâme (Atlar için), Süleyman Daniş. Ölümü 1162 (1748).. Sergüzeştnâme, Bursa Müderrisi. Ölümü 1143 (1730). 336 HAMMER Bülbülnâme (55), Baasnâme (56), Serinâme (57), Firuznâme (58), Pendnâme (59) gibi didaktik şiirler yazılmış, Farsça'dan Nasihatnâme (60)'nin beş tercümesi yapılmıştır. Gül-sad berg, Hz. Peygamber'e bir övgüdür. Âşıkların Sırdaşı ise aşk maceralarını anlatır. Şair Nâbi, Vehbi ve Remzi, Nasihatnâme'yi şiir halinde yazdılar. Bunlardan, Osmanlı tarihçilerinden ve Mirkand, Kan-demir, Ibn-ül Cüzi, Ibn-ül Aynı, tbni Haldun ve Îbni Halikan tarihlerinin tercümelerini anlatırken de söz etmiştik. Bu devirde bazı biyografi ve topografi eserleri de yayınlandı, örnek olarak şairlerin, şeyhülislâmların, vezirlerin, kaptan paşaların, hattatların, musikişinasların (NOT: 12) biyografilerini (tezkirelerini) sayabiliriz. Hac seferi vesilesiyle yazılan seyahatnamelerde de Mekke, Medine, Şam, Kudüs ve Tebriz (NOT: 13) tanıtılmıştır. Çeşitli bazı konular da «Külliyat» başlığı altmda toplanmıştır. Bunlar arasmda Şair Nâbi ve Vehbi, nâsir Osmanzâde Taib, Alâaddin Sabit ve Şeyh İsmail Hakkı Efendi yer alır. Eşref Abdurrahman Efendi ise İlim Kaynakları başlığını taşıyan bir kitapla Milletlerin Tabakaları Hakkında Hikmetler Tezkiresi (61) adlı bir eser yazmış ve bunda Arap, Fars ve Türk milletlerini anlatmıştır. Bu eser, bu milletlerin edebiyat tarihleri için olduğu kadar Osmanlı bibliyografyası için de önemli bir kaynaktır. Elhac İbrahim Hanif Efendi'nin oğlu tarafından yazüan Yeni Eser (62) adlı tezkire, Hacı Kalfa'nın yazdığı büyük eserin bir devamıdır. İbran imzâde Hanif'in tezkiresinde, Hacı Kalfa'nın ölümünden sonra yazılan beş yüz kadar esere yer verilir. Osmanlı edebiyatının bu abidevî eseri, meşhur sadrazam Râgıp Paşa’nın öldüğü yılda tamamlandı. Bülbülnâme. Şeyhülislâm Esad Efendi. Ölümü 1163 (1749). Ba'snâme, Şeyhülislâm Vessaf Efendi. Ölümü 1166 (1752). Serinâme. Eşref. Firuznâme, Rami Efendi. Ölümü 1136 (1723). Pendnâme. Hammer «Gül sad bergı diyor, «Nasihatnâme» olsa gerek «Enis-ül Uşak» diyor, «Gül Sad berg. olsa gerek. (Ç. N.) (61) Tezkiret-ül Hikem fi Tabakat-ül Ümem. (62) Eser i Nev. (55) (56) (57) (58) (59) (60) OSMANLI TARİHİ 337 OSMANLI DEVLETİ'NİN SON ÜNLÜ SADRAZAMININ YÖNETİMİ Osmanlı împaratorluğu'nun en kudretli devlet adamlarından biri olan Râgıp Paşa, 18. asrın 63. yılında öldü. 63 sayısı insan ömrünün en önemli dönemlerinden birini oluşturur ve altı asırdan beri de Osmanlı tarihinin çok önemli olayları 63'lü yıllara rastlar. Türkler daha sonra «Tataristan Dobrucası» denilen bölgeye ilk defa toplu halde 1263 yılında geldiler. Ondördüncü yüzyılda Macarlarla yapılan meşhur Sırpsmdığı savaşı 1363 yılında oldu. Onbeşinci yüzyılda, 1463'te Bosna'yı işgal ettikten ve kiralını öldürdükten sonra Hexamilon (Korint) berzahmı geçip Mora'ya girdiler. 1563 yılında Osmanlı kayıtlarına göre sel baskınlarının en korkuncu meydana geldi ve İstanbul civarındaki bütün köprüleri yıktı ve Kanunî Süleyman'ın hayatını tehlikeye soktu. Kanunî bu olaydan üç yıl sonra Zigetvar önlerinde öldü. Onyedinci yüzyılın 63. yılında Türkler Macaristan'ı bir defa daha işgal ettiler. Nihayet 1763 yılında Râgıp Paşa vefat etti. Sadrazam Râgıp Paşa Sokollu ve Köprülülerin şan ve şöhretine ulaşamamıştır ama, hayatma bir göz atacak olursak onun da hemen hemen onlar kadar büyük olduğunu görürüz. Çünkü Râgıp Paşa, o güne kadar Osmanlı Imparatorluğu'nu idare etmiş iki yüz kadar vezir-i âzam içinde «en âlim» kişi olmakla kalmıyor, bu imparatorluğun son büyük veziri, adına lâyık son vezir-i âzami sıfatmı da hakkediyor. îşte bundan dolayıdır ki imparatorluğun vakanüvisi ve sadrazam tezkirelerini yazanlar ona Sultan-ı Şuara-yı Rum (63) ve Sadr-ül Vüzera (vezirlerin başı) (64) unvanını vermişlerdir. Defterhâne kâtiplerinden birinin oğlu olan Râgıp Paşa, îran seferi sırasında, yirmibeş yaşında iken önce Tiflis sonra (63) Sultanı Şuara-yı Rum. Cavit Ahmed Bey tarafından yazılmasına devam edilen ve Râgıp Paşa ile başlayıp Yusuf Ziya ile biten tezkireye bakınız. Yusuf Ziya'nın idaresinde Bonapart tarafından işgal edilen Mısır tekrar Osmanlı hâkimiyetine geçmişti. (64) Sadr-ül vüzera. Vâsıf, s. 223". Hammer Tarihi, C: VIII. E: 22 338 HAMMER Revan'da, alınan toprakların deftere kaydı işi için vali mektupçusu oldu ve burada, ordu seraskerlerinin yanmda defterdarlık, sonra reisül küttaplık görevlerinde bulundu. Onun bilgisini ve idarecilikteki kabiliyetin, tam olarak anlayan ve takdir edenlerin başmda Tebriz seraskeri Hekimzâde Ali Paşa ile Bağdat seraskeri Ahmed Paşa gelir. Bu. paşalar onu candan desteklediler ve teşvik ettiler. Ahmed Paşa, Râgıp Paşa'ya, kendisi için yazdığı bir kasideye armağan olarak yirmi bin kuruş verdi. Yedi yıl sonra İstanbul'a dönen Râgıp Paşa mâliye tezkıreciliğine getirildi. Burada sadrazam mektupçuluğuna tayin edilerek iran'la yapılan barış görüşmelerine katıldı. Daha sonra Niemirow'deki müzakereleri ve bunun sonucu olan meşhur Belgrad anlaşmasında da bulundu. Bu görevlerde gösterdiği başarılardan dolayı reis-ül küttaplığa tayin edildi. Reis-ül küt-taplıktan alındıktan sonra sırasiyle Kahire, Aydın ve Halep valiliği yaptı. Nihayet Halep valiliğinden sadrazamlığa getirildi ve bu görevde (ölümüne kadar) altı yıl kaldı. Halep valiliği sırasında bu şehire bir köprü ve yeni bir kale yaptırdı. Sadrazam olarak istanbul'da bir kütüphane, bir mektep, kendi parasiyle bir çeşme ve birçok bina yaptırdı. Yazılı eserleri Kanunî Sultan Süleyman'ın sadrazamı Lûtfi Paşa'-nın eserlerinden daha azdır ama, gerek işlediği konulara vâkıf olması ve bu konulardaki derinlik, gerekse üslûp bakımından daha üstündür ve asıl kalıcı eserleri de yaptırdığı binalar değil bunlardır. Râgıp Paşa'nın Iran klâsiklerinden de iki tercümesi vardır ki bunlardan biri Mirkand'ın (65) «Cihan Tarihi», diğeri de büyük âlim sadrazam Abdürrezzak’ın (66) «Tatar Tarihi» '-dir. Fakat bu tercümeler tamamlanmamıştır. Zaten bu işe üslûbunu geliştirmek için başladığı da söylenmektedir. Veysi'-nin eserini örnek alarak Hz. Peygamber'in zaferlerini anlatan bir tarih kitabı yazma işine de Ali Hekimzâde'nin teşvikle-riyle girişmiştir. Maalesef bu eser de tamamlanamamıştır. Yukarıda da her vesile ile belirttiğimiz gibi, Nâdirşah ile (65) Ravza't-üs Sefa (Sefa Bahçesi) adlı eser. (06) Matla-üs Sa'deyn ve Mecmua-ül Bahreyn (İki uğurlu yıldızın doğduğu ve iki denizin birleştiği yer) adlı Farsça yazdığı eser. OSMANLITARİHİ 339 yapılan anlaşmanın müzakereleri (67), hükümdara sunduğu telhisler (özetler) (68) ve Belgrad'ın fethi ile ilgili (69) tarih kitapları da vardır. Divanının baş tarafında, Bağdat valisine sunulan yüz beyitlik bir kaside ile (70), Şeyhülislâm Esad ve Asım Efendiler için yazılmış kasideler, Vezir-i âzam Ali He-kimzâde'nin çadırı ve camii, Belgrad'ın fethi ve Hibetullah Sultan ile Şahsultan'ın doğumları için tarih düşüren beyitleri bulunmaktadır. Ünlü İran şairleri Şevket ve Saib ile, ünlü Türk şairi Nâbi'nin gazellerini en güzel ve en yüksek seviyede bir felsefi görüşle açıklar (NOT: 14). Râgıp Paşa'nın şaheseri hiç şüphesiz Sefinet-ül Ulûm adlı eseridir. Bu eser, Arapça'dan yapılan nesir ve şiir seçmelerinden oluşur (71). Bu eserden söz eden tarihçi Vâsıf şöyle diyor: «Bu gerçek bir edebiyat gemisidir. Arap dilinin tükenmez hazinesinden alınan altın külçelerle yüklüdür.» Râgıp Paşa bütün bu eserleriyle, klâsik ve çağının modern bir müellifi olarak, tarihçi Vâsıf'ın onu göklere çıkaran övgüsüne lâyık bulunmaktadır. Tarihçi Vâsıf onu, keskin- görüş ve muhakemesi ile, İbni Ayaş ile bir tutar. Düz yazıları ve mısraları ile onu ikinci bir Ebu Nuvas olarak görür. Tarih kitabındaki üslûbu ile Veysi ayarında, tezkirelerinde ise Nergisi ayarında olduğunu söyler. Yine tarihçiye göre o, filozof olarak ikinci bir Eflâtun ya da ikinci bir Aristo'dur. Osmanlıların gözünde o bir İnsan-ı kâmil'dir. Avrupalı tarihçi, bu övgünün hakkedilmesi sorumluluğunu Türk tarihçisine bırakarak, Râgıp Paşa'yı mükemmel bir devlet adamı olarak görmek ve bununla yetinmek zorundadır. Fakat insan olarak pek mükemmel değildir ve gerçeğe olan sevgisini yitirmiştir. Sadece görünüşte samimidir, aslında riyakârdır. Bu gerçekten çok bilgili olan ve kendi değerini (67) (68) (69) (70) Tahkik et Tevfik. Telhisat (Özetlemeler). Fethiye i Belgrad. Sefinet-ül Râgıp. Bu çok değerli eserin nüshaları yalnız İstanbul ve Viyana kütüphanelerinde bulunmaktadır. (71) Bu eser için Râgıp Paşa'ya verilen armağan 20 bin kuruştur. Bu, 10 bin duka altını demektir. Avrupa'da hiçbir yayınevi hiçbir esere bu kadar yüksek telif hakkı ödememiştir. 340 HAMMER bilen devlet adamı, idarenin dizginlerini tam olarak eline alabilmiştir. Şunu da belirtmek gerekir ki, Râgıp Paşa bir numaralı temsilcisi olduğu milletinin menfaat ve itibarını korumak, bu bakımdan hedefine ulaşmak için, mümkün olan her çareye başvururdu, iran'la yapılan barış müzakerelerini anlatan tarih kitabı, diplomatik üslûp için örnek gösterilebilir. Bu üslûp o kadar rahat, aynı zamanda o kadar ustalıklıdır ki, Osmanlı diplomatik lisanmı bilenlerin hayranlığını haklı olarak kazanır. Râgıp Paşa ince zekâlılığını ve becerikliliğini yalnız diplomatlık mesleğinde değil, sadrazamlığında da göstermiştir. Prusya ile dostluk anlaşmasmı sadrazam sifatiyle imzalamıştır ve bu devletle tedafüi ve tecavüzî bir anlaşma yapmayı da yine sadrazamlığı zamanında teklif etmiştir. Avusturya ile barışm bozulmasma da hiç şüphesiz Prusya ile olan bu anlaşma sebep olmuştur. Prusya ile tedafüi ve tecavüzî amaçlı bir anlaşmanın gerçekleşmesine Râgıp Paşa’nın ölümü engel oldu ve bu da Avusturya'nın çok işine yaradı. Belgrad anlaşmasmm süreli olmaktan çıkarılıp sürekli bir barış haline dönüştürülmesi teklifini, bu barışı bozma niyetinde olduğu için, teamüle aykırı olarak reddetmiştir ve bu da İstanbul'daki Avrupalı elçiler arasında söylentilere yol açmıştır. Bu söylentilere göre, Avusturya ile yapılan yirmiyedi yıl süreli bu anlaşmanın süresi dolmak üzereydi ve yenilenmeyecekti. Râgıp Paşa’nın, Avusturya aleyhine Prusya ile yapmak istediği ittifak projesi, onun ölümüyle gerçekleşemedi. Belki Râgıp Paşa yaşasaydı da gerçekleşmeyecekti. Çünkü Sultan III. Mustafa Avusturya ile barış taraftarıydı. Sultan'ın arzusu hilâfına bu ittifakı kurmak istemesi azline sebep olabilirdi. Sebep ve sonuç ne olursa olsun şurası muhakkak ki, Râgıp Paşa II. Frederik'in projelerini .benimsemişti. Fakat, Frede-rik gibi o da bir edib ve şair idi ama, onun gibi bir asker değildi. Bu bakımdan, Osmanlıların anlayışına göre o, mükemmel bir sadrazam sayılamazdı. Mükemmel olabilmesi için, kılıcını da kalemi kadar ustalıkla kullanabilmesi gerekirdi. OSMANLI TARİHİ 341 İlim ve edebiyattaki üstünlüğü ile Osmanlı sadrazamları arasmda en ön sırada yer alan Râgıp Paşa, âlim ve şairlerin en büyük koruyucusu olmuş, her fırsatta onları teşvik etmiş ve ödüllendirmiştir. Şunu da belirtmeliyiz ki âlimler, şairler ve hattatlar arasında terfi ettireceği, teşvik edeceği ve mükâfatlandıracağı kişileri, kamuoyunu temsil eden basmdaki övgülere veya eserlerin kendisine ithaf edilmiş olmasma göre değil, gerçek değerlerine göre bizzat tespit ederdi. Çünkü o bu konularda en doğru hükmü vereceğine (haklı olarak) inanıyordu ve sanatkârları milletin en güzel, en değerli süsleri olarak görüyordu. Râgıp Paşa Osmanlı împaratorluğu'nun en başarılı sadrazamı ve insan olarak en kusursuz olanı değildir ama, her zaman en büyük devlet adamlarmdan biri olarak kalacaktır ve «büyük» sıfatına lâyık vezirlerin (şu güne kadar) sonuncusu görünmektedir. YETMİŞÎKİNCİ KİTAP Hâmid İlanıza Paşanın altı ay sinen sadrazamlığı- —Aziller ve yeni tayinler. — Bahir Mustafa Paşa sadrazam oluyor. — Ölenler, «Kâmil» ve «Sinek» Paşalar. — Kaptan Paşa ve Sadrazam, Padişah'a damat oluyorlar. — Bağdat, Yanya ve Kıbrıs olayları. — Selim Giray Kırım Hanı oluyor. - Gürcistan'da karışıklık. — Sadrazamın azli ve idamı. — Avrupa ile ilişkiler, Prusya ve Polonya elçiîeri. — Rusya, Avusturya ve Toskana elçileri. — Muh-sinzâde Mehmed Paşa iktidarı devralıyor, — Bir şehzade doğuyor. — Şehzadenin ilk dersi. — Padişah huzurunda ilmi tartışma. - Büyük deprem. — Kıbrıs olayları. — Gürcistan'da iç savaş. — Mısır'da Ali Paşa olayı. — Arabistan'da karışıklık. Su bendi (baraj) inşaatı, — Donanma denize açılıyor. — Divan toplantıları. — Meşhurların ölümü. — Kırım Hanı'nın ve Şeyhülislâmın azilleri- - Büyük yangın. — Mısır'da karışıklık. —- Medine'de gerginlik. — Gürcistan ve Karadağ olayları. — Padişah yönetimi ele alıyor. Şahsultan'ın nişanlanması. — Önemli kişiler ölüyor. — Saray hekimi Ghobis. — Bâb-ı Ali ile Fransa ve Rusya elçileri arasında nota teatisi. — Sadrazam azlediliyor. — Yeni Sadrazam: Hamza Paşa. — Rusya'ya savaş ilânı. —: Kırım Hanı, Sadrazam, Şey-hülislâm, Kaptan Paşa ve Bâb-ı Âli tercümanı değiştiriliyor. — Asker toplanıyor. — Bazı Avrupa devletleri Bâb-ı Âli'ye nota veriyor. — Sancak ı şerif açılıyor. HÂMİD HAMZA PAŞA'NIN ALTI AY SÜREN SADRAZAMLIĞI ÂMİD Hamza Paşa, Niğde sancağına bağlı Develihisar kazasından gelmiş bir tüccarın oğludur. Otuz üç yıl önce, Râgıp Mehmed Paşa sadaret mektupçusu iken, sadaret mektubî kalemine onun başyardımcısı olarak girmiş ve bu görevde on yıl kalmıştır. Râgıp Paşa reis-ül küttap olunca, ondan boşalan sadaret mektupçuluğuna getirilmiş, on yıl da bu görevde kaldıktan sonra reis-ül küttap olmuştur. Sonraki yıllar- H OSMANLI TARİHİ 343 da üç defa sadaret kethüdalığına getirilmiş ve bu arada def-ter-emini, ruznâmeci, çavuşbaşı, nişancı ya da tuğracı (tevkiî) olarak görev yapmıştır. Daha sonra vezirliğe terfi etmiş ve kendisine Selanik sancağı has olarak verilmiştir. Hamza Hâmid Paşa, hâmisi Râgıp Paşa'nın sadareti sırasında onun güvenini kazanmış olmasının bütün nimetlerine kavuşmuştur. Râgıp Paşa'nın ona olan güveni, kabiliyetinden ziyade uzun idarecilik yıllarında gösterdiği sadakatten ileri geliyordu. Râgıp Paşa hastalanınca, sadaret kaymakamı olarak ona vekâlet etti. Paşa ölünce, böyle durumlarda her zaman olduğu gibi, bir hattı hümâyûnla sadaret mührü kendisine verildi. Râgıp Paşa'nın sadrazamlığı sırasında hazine geliri altmış bin keseye ulaşmıştı. Bu paraya padişah yararına el konduktan kısa bir süre sonra, o zaman Matbah-ı Âmire müfettişi ve Râgıp Paşa'nın gözde kethüdası Acem Ali (Efendi) idam edildi. Prusya ile yapılan anlaşmada onun gayretli aracılığı da olmuş ve II. Frederik ona mükâfat olarak yarım milyon vermişti. İdamına, Kıbrıs'ta vergi tahsildarı olarak bulunduğu sırada zimmetine para geçirmiş olması sebep gösterildi. Suiistimalde onunla işbirliği yapmış olan sarrafı da idamdan kurtulamadı (1). Koca Râgıp Paşa Sultan III. Osman'ın sadrazamı iken, Üçüncü Mustafa'nın sadrazamı olarak bu göreve devam etmişti. Hâmid Hamza Paşa'ya ise bu makam miras kalmış gibiydi ve Râgıp Paşa'nın ona her zaman güvenmiş olmasının sonucu olarak verilmişti. Az sonra, nitelikleri bakımmdan bu makama pek lâyık olmadığı anlaşıldı. İkinci adam olarak fevkalâde idi ama, devletin birinci derecede sorumlusu olacak nitelikte değildi. Bundan dolayı, selefinin altı yıl kaldığı sadrazamlıkta o ancak altı ay kalabilecekti. Hâmid Hamza Paşa ile birlikte, görev süreleri kısa süren sadrazamlar birbirlerini takip ettiler. Üçüncü Mustafa'nın bundan sonra on yıl süren saltanat döneminde yedi sadrazam değişti. <l) Vâsıf, f. 224'de, bu zatıfı adının «Kazir» olduğunu söylüyor. 344 HAMMKR AZİLLER VE YENİ TAYİNLER Ramazan aylarında İstanbul'daki ulemâdan başlıcaları Sul-tan'ın huzurunda ilmî konuları görüşür, tartışırlardı. Râgıp Pa-şa'nın ölümünden bir ay kadar sonra yapılan böyle bir münazarada, bu ulemâdan Tatar Efendi nammda biri, Abdülmümin adındaki bir meslekdaşma hakaret etti ve bu yüzden Bozcaada'ya sürüldü. Divanı Hümâyun hocalarından Abdülkerim Efendi de buna benzer bir ceza gördü. Bu hoca, ele geçirdiği bir mirası gerçekten hakedip hakketmediğini araştırmamıştı. Hakketmediği anlaşılınca Kıbrıs'a sürüldü. Ramazan Bayramı'ndan sonra padişahın görev değişikliklerini, divan kaldılıklarına ve askerî makamlara yapılan tayinleri onayladığını bildiren listeler yayınlandı. Bu çeşitli görevler şu dört kategoriye ayrılıyordu: Eyâletler, Menasıb-ı ilmiyye, Menasıb-ı Kalemiyye, Menasıb-ı Seyfiye. Divanda yapılan değişiklikler arasında en Önemlisi, (Hacı) Abdi Efendi'nin başdefterdarlığa tayini oldu. Reisefendi iken sertliği ve kabalığı ile tanınmıştı. Onun yerini tersane kethüdası Rakım Mehmed Efendi, Rakım Mehmed Efendi'nin yerini ise mabeyn-i hümâyun müşiri Monlakçızâde Ali Ağa almıştı. Eski reis-ül küttap Recai Mehmed Efendi de Monlakçı-zâde'nin halefi oldu. Boğaziçi'nin Asya yakasında Amykos (bugünkü Beykoz) körfezinde bulunan încirköy'deki kahvehaneler tamamen yıkıldı. Çünkü burası fahişelerin ve sefihlerin toplandığı pis bir eğlence yeri haline gelmişti. Bu sırada bir buyrultu ile paralardaki altın ayarını düşürenlere, kalpazanlara, ağır ceza verileceği de ilân edilmişti. Uzun süreden beri dukaların ayarları bozulmuş, hakiki ağırlıklarını yitirmiş bulunuyorlardı (2). (2) Vâsıf s. 228'de, Tott ise I. s. 134'de, o zamanki para birimlerini şöyle bildiriyorlar: 1 kuruş 3 liraya; zolota, iki lira beş meteliğe; 1 para 6 mangıra; 1 gümüş veya seri mahbub 9 liraya eşitti. Bu gümüş para, Avrupa ile yapılan ticarette değerinden yüzde 20 eksiğine muamele görüyordu. OSMANLI TARİHİ :Lj£ Hamza Hâmid Paşa’nın sadareti sırasında işte bu polisiye tedbir ve tebliğlerden ve bazı yangınlardan başka, tarihî denecek önemli olaylar olmadı (3). BAHİR MUSTAFA PAŞA SADRAZAM OLUYOR Hâmid Hamza Paşa azledilince sadrazamlığa Bahir Mustafa Paşa getirildi. Bahir Mustafa Paşa da daha önce iki defa sadrazamlık yapmıştı. İkinci sadrazamlığı Bâgıp Paşa'dan hemen önceki döneme rastlar. Yani Râgıp Paşa onun yerine gelmişti (2 Ekim 1763 - 24 Bebiülevvel 1177). Azledilen Hamza Hâmid Paşa'ya gelince, mallarına el konmadı ve padişahın lûtfu ile Kandiye (Girit) valiliğine tayin edildi. Daha sonra da Selanik muhassılı oldu. Bundan sonra Hanya mutasarrıflığına ve tekrar Girit valiliğine getirildi. Son olarak vali sıfatiyle Cidde sancağına gönderildi ve sadrazamlıktan azlinden altı yıl sonra, hac sırasında Mekke'de öldü. Kabri burada, yabancılar mezarhğındadır. Tezkireci Cavid Efendi onun sadrazamlığı için şunları yazar: «Onun sadrazamlığı sırasmda iyi veya kötü olarak hiçbir şey olmadı. Böyle olduğu için de onun sadaretinde devlet yararına hiçbir sonuç alınamadı, fakat Allah'ın kulları da ondan bir kötülük görmediler.* Bir Osmanlı sadrazamı için verilen bu hüküm bir övgü değildir. Yeni sadrazamın aldığı ilk tedbirler alışılmışın dışında idi. Daha çok zulüm ve yolsuzluk yapan valilerle uğraştı, soygunları ve isyanları önlemeye çalıştı. Derya Kaptanı Süleyman Paşa, donanma personelinin dizginlerini elinde tutamayacak kadar yaşlı idi, ama bu kusurunun dışında iyi bir vezirdi. Derya kaptanlığından emekliye sev-kedilerek Rodos'a gönderildi ve burada kendisine uygun bir yer verildi. Onun yerine Küçük Mehmed Paşa getirildi. Derya kaptanının kethüdası da azledildi ve sonra yolsuzluklarının (3) 8 Zilhicce 1176 (21 Mayıs 178S); Muharremin son günü 1177 (10 Ağustos 1763); Vâsıf, s. 126-127. 346 HAMMEH cezasını gördü. Bu kâhyaya adaları korsanlardan temizleme görevi verilmişti. Fakat, korsanları yok edeceği yerde, ada sakinlerini ağır vergilere bağlayarak mallarına el koymaya başladı. Hakkında şikâyetler artınca Bâb-ı Âli işe el koydu ve araştırma sonunda suçluluğu anlaşılınca idam edildi. Sadaret kethüdası Kâşif Mehmed Efendi de azledildi, yerine Recâi Mehmed Efendi atandı. Eski sadrazam İvaz Paşa'-nm oğlu Ali Bey çuhadarbaşılığa, eski defterdar Abdi Efendi ikinci defa reis-ül küttaphğa getirildi. Onun adaşı olan eski Bağdat Valisi Abdi Paşa'nın, yeniçeri yamaklarına karşı aşırı sertliğinden dolayı «üç tuğlu paşa» unvanı alınmış bulunuyordu. Bu unvan iade edildi. Sadrazam Bahir Mustafa Paşa, son defa vali olarak bulunduğu Halep'ten İstanbul'a dönerken Adana'ya uğramış, burada, eski Çeteci Abdullah Paşa'nın kâhyası Beylerbeyi Salih Pa-şa'ya rastlamıştı. Ona, hac kafilesinin güvenliğini sağlamakla görevli olduğu günlerde kahramanlıklarından övgü ile sözedil-diğini, ama şimdi adının duyulmadığına hayret ettiğini söylemiş, Salih Ağa da ona Farsça bir kıt'a okuyarak cevap vermişti. Bu mısralar daha çok görev verilmeyip atıl bırakılan kabiliyetler için söylenmektedir ve anlamı aşağı yukarı şöyledir.-«Çok iyi su verilmiş mükemmel bir kılıcım, ama beni alelade bir balta gibi kullanıyorlar» (4). Sadrazam, seleflerinin ihmalini, ona üç tuğlu paşa unvanı ile Cidde valiliğini vererek telâfi etti. Emir-i Ahûr (imrahor) Ahmed Efendi de üç tuğlu paşa unvanı ile Selanik valisi oldu. Aynı lütuf İbrahim Halil Beğ ile eski sadrazam İvaz Paşa'nın oğlu Çavuşbaşı Ali Bey'e de gösterildi. Arapların 'lezzet kaçıran' ya da 'tadını bozan' (5) dedikle(4) Serapa cevhercin çûn tîg-ı der kef-i gîtî Zi men kâr ne-âyîd harba-i nâ-merd-râ mencin. yani: Ben, çok iyi su verilmiş bir kılıç gibi baştan ayağa bir cevherim, Fakat elimden bir şey gelmiyor, çünkü nâmerdin elinde alelade bir balta gibi kullanılıyorum. (5) Harib-ül lezzet. OSMANLI TARİHİ 347 ri bu yenilikçinin yaptığı diğer değişiklikler ölümler sebebiyle oldu. ÖLENLER. «KÂMİL» VE «SİNEK» PAŞALAR Kırım Hanı’ınn annesi hacdan dönerken «Âsi Hurma» denilen yerde öldü. Osmanlı Devleti'nin en seçkin ve Sopa Salan, Kâmil lâkapları ile tanınan vezirlerinden biri olan Ahmed Paşa ise Girit'in Kandiye şehrinde vefat etti. Ahmed Paşa çok güçlü, dev yapılı idi. Bu görünüşüne karşılık çok zeki, nazik ve nüfuz kabiliyeti olan bir insandı ve bu haliyle bütün fizyonomistleri, yani insanın karakterini yüzünden okuyanları şaşırtıyordu. Çabuk kızan bir insan olduğu için ona Sopa Salan demişlerdi. Oysa hiç sopa kullanmamıştı ve tek silâhı dili idi. Aslında iyiliksever, barışçı bir insandı. Henüz bir oda yazıcısı olduğu günden beri bir cübbe, bir seccade ve bir teşbih ile yetiniyor, bütün gecelerini namaz kılarak, dua oku yarak geçiriyordu. Sultan Osman zamanında reis-üi küttap-lık tevcih edildiği zaman, Ahmed Paşa, kendisine «sopa salan» dendiğini ima ederek, «Kusuru olmayan bir insanın dedikoducuların iğneli sözlerinden, iftira ve yakıştırmalarından kurtulması mümkün müdür?» demişti. O zamandan beri de ona ikinci lâkap olarak kâmil yani kusursuz insan demeye başlamışlardı. Zeyneb Sultan'ın kocası seksenlik vezir Nişancı Küçük Mustafa Paşa'nın lâkabı ise Sinek idi. Bu lâkap ona, alık görünüşlü ve zayıf olmasından dolayı verilmişti. «Sinek öldü» (6) sözü ile ölümüne tarih düşürülmüştür. KAPTAN PAŞA VE SADRAZAM, PADİŞAHA DAMAD OLUYORLAR Mihrimah Sultan da üç yaşında ölmüş ve Lâleli Camii yanında, ablası Hibetullah Sultanın yanma gömülmüştü. Bu ca(6) €Sinek Öldü» (Mâte'z zübâbu) kelimelerinde ebced hesabına göre harflerin değerleri şöyledir : M = 40, A = 1, T = 400, A = 1, L = 30, Z F 700, B = 2, A = 1, B = 2. Toplam: 1177 (M. 1763). Burada, yazıda var olan fakat telâffuz edilmeyen 1 harfinin değeri de hesaba katılmıştır. 348 HAMMER minin yapımı o günlerde tamamlanmış ve büyük bir merasimle açılışı yapılmıştı. Caminin yapımı için harcanan para iki milyon kuruştan fazla idi. Padişah, masrafın bir kısmını karşılamak maksadiyle, hayatta kalan ve o tarihte henüz dört yaşında olan Şahsultan'ı sadrazamla nişanladı. Râgıp Paşa'nın dul eşi Saliha Sultan'ı da Derya Kaptanı Mehmed Paşa ile evlendirdi. Sadrazam, kendisine verilen 'damad namzedliği' şerefine karşılık çeyiz olarak nişanlısına, dört sepete doldurduğu kırk bin kuruş, ayrıca kumaş alınması için yüzyirmi bin kuruş, ev eşyaları için yirmi bin kuruş gönderdi. Padişah, ölen ve hayatta olan iki kızı için Cigalazâde (Cağaloğlu) sarayının yanında iki saray yaptırmış ve bu sarayların inşaatı da o günlerde tamamlanmıştı. Cigala ailesinin adı bu sarayla devam ediyor. Tıpkı, Köprülü Sarayı'nın Bender Valisi Köprülü Ahmed Paşa'nın adını yaşatması gibi. Sadrazamın nişan törenini, oğullarının sünnet töreni takip etti. BAĞDAD, YAN i A VE KIBRIS OLAYLARI Sadrazam Bahir Mustafa Paşa, Yanya Beylerbeyi Süleyman Paşa'ya da acımasız davrandı. Ona, baskı ve şiddet hareketlerine son vermesi için birkaç defa yazmıştı, fakat emrine uyulmadığı için onu idam ettirdi. " Çaparzâde Ahmed Paşa'ya, Anadolu yollarında soygun yapan bir levendler çetesine karşı harekete geçmesi emredildi ve bu haydutların yüzaltmışı kılıçtan geçirildi. Geriye kalanlar Karaman'a sığındılar. Karaman Valisi Abdi Paşa daha önce Belgrad'da^ yamakların isyanını bastırmıştı. Ondan, Karaman'a kaçan haydutları tenkil etmesi istendi. Evvelce Belgrad'da ayaklanan yamakları örnek alan Bağdat'taki yamaklar da, müteveffa sadrazam Râgıp Paşa'nın adamı olan Bağdat valisine karşı ayaklanmışlardı. Son vali Süleyman Paşa'nın kethüdası Ömer Ağa'nın kışkırttığı yamaklar yeni valiyi şehirden kovmuşlardı, Ali Paşa OSMANLI TARİHİ 349 da bir hayli altın sarfederek ve vaadlerde bulunarak şehre tekrar girebilmişti. Fakat, iyi yüreklilik maskesini çabuk çıkardığı için, az sonra bütün garnizon ayağa kalkmış ve Ömer'i vezirliğe getirmek için yamaklar (askerler) oybirliğiyle karar almışlardı. Bu karardan sonra «Silâh başına! Silâh basma!» naraları bütün şehirde yankılandı. Toplar dış tabyalara çekilerek vali konağına çevrildi. Vali karşı koyamayacağını anlayınca konağı terkedip başka bir eve saklandı ve orada birkaç gün kaldı. Ama âsiler onu buldular ve katlettiler. Bundan sonra âsiler toplantı salonunda (7) bir araya gelerek durumu müzakere ettiler. Burada birçok fikirler arasında Bağdad'ın İranlılara teslimi fikri bile ileri sürüldü. Nihayet, Bâb-ı Âli'ye bir dilekçe yazarak, kendilerine lütuf ta bulunulmasını, Ömer Ağa'nın vali tayin edilmesini istediler. Savunmayı ve asayişi sağlayabilecek kişinin, ancak burasını iyi bilen bir vali tarafından mümkün olacağını söylediler. Bu talep kurallara karşı idi. Ama zaruret karşısında padişah razı oldu ve Ömer Ağa Bağdat valisi tayin edildi. Eski Yanya valisi İsmail Paşa, halkın ısrarlı şikâyeti üzerine azledilmiş, üç tuğlu paşa unvanı alınmıştı. Fakat daha sonra tekrar görevine iade edilince, Valona (Avlonya) halkına adetâ savaş açmıştı. Çıkan bir çatışmada bir kurşun isabetiyle öldü. Egina (Aigina) adasında da dört sarraf idam edildi. Bu adanın emîri, çıkan bir ayaklanmada öldürülmüştü. Emîrin ailesi katil olarak dört kişiyi teşhis etmiş bulunuyordu (1 Eylül 1763.22 Sefer 1177). Osmanlı kayıtlarında o dönemde daha başka büyük adamların öldüğü de yazılıdır. Reis-ül küttap Abdi Efendi, sarayda, Üzengi Ağası'nın yanında kahve içerken beyin kanamasından (inmesinden) öldü. Onun yerine sadaret kaymakamı Mehmed Emin Efendi tayin edildi. Mehmed Emin Efendi'nin görevi de, Berlin'den elçilik görevini tamamlayarak dönen Ahmed Resmî Efendi'ye veril(7) Dar-ün nedve. 350 HAMMER di. Daha sonra Ahmed Resmî Efendi hakkmda ayrıntılı bilgi vereceğiz. Otuz yıl kadar önce bir yeniçeri ayaklanmasında ölen eski sadrazam İbrahim Paşa’nın mühürdarı iken, önce defterdar sonra reis-ül küttap olan müteveffa Abdi Efendi, bu görevlerde hem isim hem servet yapmıştı. Ama işadamı olarak yaptığı isim hiç de iyi değildi. Yazılı ve sözlü taahhüdlerini yerine getirmeyen, çok zengin olmasına rağmen cimri, doymak bilmez bir adamdı. Defterdarlıktan reis-ül küttaplığa atanan Mehmed Emin Efendi'nin yerine Avni Efendi getirilmişti, ki bu tayin uğursuz Çarşamba'ya rastlıyordu (çarşamba günleri uğursuz sayılırdı, ayın son çarşambası ise en uğursuz gündü). Sultan eşleri olan vezirler, yani Rumeli Beylerbeyi Muh-sinzâde Mehmed Paşa ile Anadolu Beylerbeyi Silâhdar Mehmed Paşa, o sırada İstanbul'da bulunuyorlardı. Padişah onlara görevlerinin başına dönmelerini emretti. Yine o günlerde, sarayın ve sadaretin en becerikli yöneticilerinden biri olan eski kahvecibaşı Nakşi Mustafa Ağa vefat etti. Çalışkan, nazik ve cömert bir insandı. Tabii ölümle ölen diğer bir ünlü de Mısır Valisi Ahmed Paşa idi. Onun yerine Derya Kaptanı Hasan Paşa geldi. Üçüncü Mustafa'nın kardeşi Şehzade Numan’ın henüz kırk yaşında iken ölmesi büyük üzüntü yarattı (9 Ocak 1764 - 5 Recep 1177). SELİM GİRAY KIRIM HANI OLUYOR Bâb-ı Âli'ye Nogaylar tarafından empoze edilen (8) Kırım Hanı Kırım Giray (9) azledildi ve Sakız Adası'nda sürgünde (8) Siestrzencewiz, «Kırım Adası Kırallığı Tarihi» adlı eserinin 410. sayfasında söz ediyor. Fakat Kleeman, Siestrzencewiz'in bildirdiği yerden hiç söz etmiyor. 1764'de hüküm süren Maksud Giray hakkında da bir şey bilmiyor. Tott ise ‘ınaksud' ismini Selim Giray'a değil, Arslan Giray'a bağlıyor. (9) Siestrzencewiz Kırım Giray'ı yanlış olarak Kerim Giray şeklinde veriyor. OSMANLI TARİHİ 351 bulunan Selim Giray İstanbul'a çağrılarak Han olması ve Kırım'ın idaresini tekrar ele alması istendi (10). Bâb-ı Âli her yıl Kırım'a askerî harcamalar için elli bin kuruş gönderirdi. Bu para geciktiği için Kırım Giray bütün adayı ayağa kaldırmıştı. Bundan başka, Nogaylardan, azledilecek olursa kendisini desteklemelerini istemişti. Bu yüzden azledildi ve Rodos'a sürüldü. Han azledilince, Bâb-ı Âli'de onun himaye ettiği mabeynci Abdi Efendi de tutuklandı, Yedikule zindanına atıldı ve bir süre sonra idam edildi. Çünkü İsakçı'da mağazaları teftiş ederken halka ağır baskı yapmıştı. öte yandan Kıbrıs'ta da ayaklanma oldu ve adanın mu-hassılı Çil Osman öldürüldü. Bâb-ı Âli bu olayı, yeni düzen kuruluncaya kadar görmezlikten geldi. Vakanüvis Vâsıf a göre, cezaları başka bir zaman verilmek üzere olay kaydedildi (11). O sırada Bâb-ı Âli Gürcistan'da yoğunlaşan karışıklıklarla meşguldü. GÜRCİSTAN'DA KARIŞIKLIK O günlerde, yukarıda da söylediğimiz gibi, Gürcistan'daki karışıklık had safhaya gelmişti ve birkaç yıl sonra Rusya ile yapılacak savaşın sebeplerinden birini de bu karışıklık teşkil edecekti. Bâb-ı Âli'yi çok meşgul eden bu olayların çıkış sebebi de tam olarak tesbit edilememiştir. Gürcülerin bir bölümünü oluşturan ve Türklerin «Açık-başlar» dedikleri îmerler, Bâb-ı Âli'ye her yıl üç yüz kese vergi verecek ve sayısını Ahıska Paşası'nın ya da Çı'dır Valisi'nin tespit edeceği mikdarda esir göndereceklerdi. Bir süreden beri îmerler, dinlerine aykırı olduğu gerekçesiyle esir göndermekten vazgeçmişlerdi. Devletin vakanüvisine göre onları bu şekilde kışkırtanlar Ruslardı. Merkezi Ahıska olan Çıldır eyâletinin son valisi Hacı Ah-med Paşa bu şehirde Ayasofya modelinde iki cami yaptırmış (10) Siestrzencewiz, bu hanın Maksud Giray olduğunu söylüyor, oysa Vâsıf s. 264'de Selim Giray olduğunu yazıyor. (11) Vâsıf, s. 265'te «Vaktiyle gûşmal veya tedipleri zimmeti devlete deyn kaydolundu» diyor. 352 HAMMICR ve Ahıska Kütüphanesfni kurmuştu. Daha önce de, söylediğimiz gibi, bu kütüphaneye ait eserlerin yarısı bugün Saint-Pe-tersburg (bugünkü Leningrad) müzesinde bulunuyor. Hacı Ahmed Paşa, Açıkbaşlar'ın üzerine yürümüş, Lezgi-lerin de yardımı ile onları vergilerini vermeye mecbur etmişti (1758). Açıkbaşların prensi (Hanı) olan Salomon, alınacak vergiyi, Tokat ve Bağdat karargâhlarına gönderilecek asker sayısını tespit için müzakerelerde bulunmak üzere Ahıska'ya gelmişti. Prense, önce hükümdarlara lâyık bir kabul gösterildi. Anlaşmalar bittikten ve imzalandıktan sonra, prens, Ahıska paşası kethüdasının emrinde olan üç bin Türk askerinin refakatinde memleketine gönderildi. Yolda, Açıkbaşlar'ın prensi tebasına haberler uçurarak Türklerin kendisine fena muamele ettiklerini bildirdi ve intikam alınması yolunda emirler verdi. Bunun üzerine Açıkbaşlar (İmerler) prenslerine refakat eden Türk birliğine bir gece baskını düzenlediler ve kethüdayı yakalayıp bir kayalıktan aşağıya attılar. İşte bu olay Ahmed Paşa’nın azline ve az sonra da bizzat mabeynci Abdal tarafından uygulanan idam kararının verilmesine sebep oldu. Ahmed Paşa’nın yerine tayin edilen İbrahim Paşa, Bâb-ı Âli'den aldığı talimata uyarak, Açıkbaşlar prensleri arasındaki taht kavgasmdan yararlanmasını bildi. Prens Salomon'a baş-kaldıran küçük kardeşinden yana olarak onu silah kuvvetiyle destekledi (Kasım 1762). Yine bu vesileyle, onüç bin askerden oluşan bir birlikle, Açıkbaş Hanlığı ülkesine (İmiretti Prensli-ği'ne) yürüdü. Düzenli birlik, Açıkbaşlar'la yapılan savaşı kısa zamanda kazandı. Birliği oluşturan yeniçeriler, levendler ve Kürtler arasında uyuşmazlık çıkmasaydı, bütün o bölgeler kolayca hâkimiyet altına alınacaktı. Ama, bir kısmı içeriye doğru ilerleyerek yağma hareketine girişmek, bir kısmı da İmiret-ti'yi Bâb-ı Âli'ye tâbi kılmakla yetinmek istiyordu. Yağma mak-sadiyle birlikten firar eden Kürtlerden sekiz yüz kadarı karla kaplı derin çukurlarda ve uçurumlarda öldüler. Bu şartlar altoda Ahıska'ya çekilmek zorunda kalan İbrahim Paşa durumu bir raporla Bâb-ı Âli'ye bildirdi. İbrahim Paşa’nın yerine Hasan Paşa Çıldır valisi ve aynı zamanda Gürcistan seferi için serasker olarak tayin edildi. OSMANLI TARİHİ 353 SADRAZAMIN AZLİ VE İDAMI Mustafa Paşa'nın birbuçuk yıl kadar süren sadareti sırasında, imparatorluğun her tarafında karışıklıklar ve ayaklanmalar artmıştı. Bu durum onun azline sebep oldu. Sadaret mührü kendisinden alınarak (30 Mart 1765 - 7 Şevval 1178), Rumeli Beylerbeyi Muhsinzâde Mehmed Paşa'ya gönderildi. Muhsinzâde İstanbul'a gelinceye kadar, Zeynep Sultan'ın kocası olan Damad Mehmed Paşa sadaret kaymakamlığına getirilmiş ve ona vekâlet etmiştir. Yeni sadrazam Muhsinzâde Mehmed Paşa, İstanbul'dan, onu kıskanan selefi tarafından uzaklaştırılmıştı. Bir ay kadar sonra başkente döndü. O geldikten sonra da mabeynci Kelleci Osman, bir haseki ile birlikte Midilli'ye gönderildi. Vazifesi, sadareti sırasında pek çok kelle uçuran Mustafa Paşa'nın kellesini getirmekti (Mustafa Paşa azlinden sonra Midilli'ye sürülmüştü) . Râgıp Paşa'dan dul kalan (ve sonra Kaptan-ı Derya Mehmed Paşa ile evlendirilen) Saliha Sultan'ın kocasını, Mustafa Paşa, nüfuzundan çekindiği için İstanbul'dan uzaklaştırmıştı. Vakanüvis Vâsıf'a göre, Mustafa Paşa'nın idamma müessir olan odur. Hemen idam edilmeyişine de halkın «Üç defa sadrazamlık yapan bir insanın başı vurulamaz» şeklinde mırıldanması olmuştu. Sultan Osman'ın ölümünden sonra üç saatlik kısa bir sürede, devletin tek hâkimi de o olmuştu. Fakat yine Vâsıf'a göre, onun idamına, hazineden zimmetine para geçirerek temin ettiği büyük serveti, samimi olmayışı, padişah yönetimle ilgili bilgiler istediği zaman, ona doğru haber vermemesi sebep olmuştur. Sadrazamların hayatlarını yazan Tezkireci Ca-yid Efendi ise, olayı bir vecize ile özetleyerek, 'öldüren öldürülür' diyor. Onun siyasî ihaneti için verilen cezayı da, bahtsız Cem'i kardeşi Bayezid'in intikamı için teslim eden Mustafa Paşa'ya verilen ceza ile bir tutuyor. Bu benzetme, İstanbul'da bulunan elçiler arasmda korkunç söylentilere yol açtı. Söylentilere göre, Şehzade Numan, sadrazamın telkini ile Padişah Üçüncü Mustafa tarafmdan, tahta sahip çıkmak isteyeceği endişesiyle öldürtülmüştü. Eğer durum Hammer Tarihi. C: VIII. E: 23 354 MAMMER böyleyse, Sadrazam Mustafa Bahir Paşa, ljahtsız Cemi zehirleyen Kethüda Mustafa ile bir tutulabilirdi. Çünkü o da onun gibi hanedan kanından olana ihanet etmişti ve yine onun gibi cellad eliyle hayatına son verilmişti. Bu iddiaların aslı olmadığını kabul etsek bile şunu söyleyebiliriz ki, sanki Mustafa ismi hem sadrazamlara, hem padişahlara uğursuz geliyordu. Devletin tarihini yazan vakanüvise göre, o güne kadar bu ismi taşıyan on sadrazam ve o kadar da padişah veya tahtta gözü olan şehzade vardı. Bu on sadrazamın yedisi idam edildi. Bunların birincisi Cem'i zehirleyen Hoca Mustafa, ikincisi aptallığı yüzünden idam edilen Lefkeli Mustafa, üçüncüsü Sultan İbrahim zamanında sadrazam olari Kara Mustafa'dır. Dördüncüsü yine Kara Mustafa admı taşır, IV. Mehmed zamanında Viyana'yı kuşatan sadrazamdır. Boğularak öldürülmüştü. Aynı adı taşıyan beşincisi, IV. Mehmed'-in devrilmesinde başlıca rolü oynamıştı, çünkü değersiz bakır paraları basıp imparatorluğun her tarafına yayan odur. Altıncısı Köprülüzâde Mustafa Paşa'dır ve Salankamen savaşmda ölmüştür. Yedincisi saflığı ile meşhurdur (12). Belgrad onun yüzünden kaybedildi. Sekizincisi meşhur Daltaban Mustafa Paşa, dokuzuncusu bu bölümde sözünü ettiğimiz Bahir Mustafa Paşa'dır. Hepsi öldürülmüştür. Onuncusu da Alemdar Mustafa Paşa'dır ki, çağımızda yaşadığı için (yani bu kitabın yazıldığı çağda yaşadığı için) onun acı akıbeti henüz hatıralardan silinmemiştir. Üç defa sadrazamlık yapmış Bahir Mustafa Paşa'nın kesik başı, onun Eyüp'te Nakşibendî dervişleri için yaptırdığı tekkenin mezarlığına gömülmüştür. Bahir Paşa'nın zamanımıza kalan bazı şiirleri, Hatırat'ı ve padişaha yazılmış manzum arîzalan vardır (13). (12) Tezkireci Osmanzâde, onun için «Gayet sâdedil ve umur-u sadarette racil» (yani çok basit ve sadaret işlerinde bilgisiz) diyor. (13) Sadaret tezkirecisi Cavid, Bahir Mustafa Paşa'nın sadaretinin son günlerinde, padişaha yazdığı manzum arızasına örnek olarak aşağıdaki dörtlüğü gösteriyor: Sipihre gönderelüm nail-i bülendimizi Cihande bildürelim bari kendimizi Bu nazm ile varillimi hak-i pay-ı devletine Çok oldu görmeyeli Bahir, Efendimizi. OSMANLI TARİHÎ 355 AVRUPA ÎLE İLİŞKİLER, PRUSYA VE POLONYA ELÇİLERİ Şimdi, Râgıp Paşa’nın ölümünden sonra Bâb-ı Ali'nin takip ettiği dış politika ile Hamza Hâmid ve Bahir Mustafa Paşaların sadrazamlıkları sırasında Avrupa devletleriyle olan münasebetlere bir göz atalım. Râgıp Paşa, hastalığı sırasında divanda kendisini temsil etmek görevini, daha ehil vezirler bulunmasına rağmen, Hamza Hâmid Paşa'ya vermişti. Çünkü onu kendisi yetiştirmiş ve o da Râgıp Paşa’nın siyasi doktrinlerini benimsemişti, Hamza Hâmid Paşa, altı aylık vekilliği sırasında Râgıp Paşa’nın izinden hiç ayrılmadı, Râgıp Paşa’nın ölümünden altı ay önce, 14 Ekim 1764'de: onun Prusya ile yapmayı düşündüğü tedafüi ve tecavüzî (sa-vunma ve saldırma) amaçlı tasarı, şeyhülislâmın lehte gayretlerine rağmen, divan-ı hümâyunda reddedildi (14 Ekim, dört yıl önce Frederik H'nin Avusturyalı general Daun'a mağlup olduğu Hochkirchen savaşının yıldönümü idi, Bu günün uğursuzluğu, daha sonra kaybedilen ve Prusya'yı çökerten İena savaşının kaybedildiği günden daha az değildi). Tasarının divanda reddedilmesinden sonra Râgıp Paşa, Prusya’nın tam yetkili temsilcisi Rexin'e bir nota göndererek, savaşa sebep olacak bu anlaşmayı kabul etmediğini bildirdi (14). Râgıp Paşa’nın ölümünden sonra Hamza Hâmid Paşa'nın dış ilişkilerle ilgili olarak yaptığı ilk iş, Berlin'e bir elçi göndermek oldu. Bu elçi, fevkalâde bir misyonla gelen Rexin'in tekliflerine bir cevap götürecek, onun kiralı adına padişaha sunduğu hediyelere, padişahın verdiği hediyelerle karşılık verecekti (9 Mart 1764), Türk elçisinin II. Frederik'e sunacağı hediyeler arasında kıymetli taşlarla süslü bir sorguç, bir hançer, tabancalar, bir mücevher kutusu, bir tütün tabakası, bir lazür kâse, altın kaplamalı kristal bir çay takımı, pul bezemeli kutusu içinde bü(14) Penkler ve öbreskov'un raporlarından. 356 HAMMEft yük bir çalar saat, yirmi beş librelik altın çubuklarla kaplı bir çekmece, her biri onbeş aun boyunda (1 aun = 120 cm.) çok değerli oniki parça kumaş, her birinin uzunluğu yine aynı olan değişken renkli, saçakları yeni bir şekilde işlenmiş oniki parça kadife kumaş vardı (NOT: 1). Bütün bu armağanların para olarak tutarı ise yirmi bin kuruş idi (yani on bin altın). Berlin'e ortaelçi sıfatiyle gidecek temsilci, daha evvel Vi-yana'ya da elçi olarak gittiğini bildiğimiz Anadolu Muhasebecisi Ahmed Resmî Efendi idi. Bu vesile ile Ahmed Resmî Efen-di'ye «nişancı* unvanı verildi ve padişahın huzurunda kendisine bir kaftan giydirildi. Temsil ettiği devletin şanına yakışır ihtişamda görünmesi için gerekli eşya da hazine-i hümâyundan temin edildi. Bu eşyalar arasmda kıymetli taşlarla süslü bir hançer de vardı ki, yalnız bunun değeri yedi bin beş yüz kuruş idi. Ahmed Resmî Efendi'ye verilen itimadnâmede, II. Frede-rik'e «Prusya kiralı, Roma Imparatoru'nun mabeyncisi, ve Hersek ve Prenç ve Silezya'nın dukası...» şeklinde hitap ediliyordu. Elçiye oniki maddelik bir talimat verilmişti ki şu hususlarla ilgiliydi: Polonya'dan geçerken Polonya hükümetine Bâb-ı Âli tarafından daima himaye göreceklerinin teyidi, merasimle ilgili hiçbir şeye itiraz etmemesi, maiyetindekilerin düzenli ve disiplinli davranmaları, götürdüğü itimadnâmeleri ve sunacağı armağanların listesini resmen kabulü sırasmda vermesi; Polonya kiralı öldüğü takdirde alınacak tedbirler üzerinde Prusya hükümeti ile bir anlaşmaya varması, Bâb-ı Âli'nin Rus ve Avusturya devletlerinin bu ülkenin iç işlerine müdahale etmelerini asla istemediğinin bildirilmesi; tedafüi ve tecavüzî bir ittifak tekliflerinde Bâb-ı Âli'ye güvenmelerinin bildirilmesi; Sultan'ıh, Prusya ile Rusya arasında imzalanan anlaşmayı Türkiye çıkarlarına aykırı görmediğinin anlatılması. Osmanlı elçisi görevini tamamlar tamamlamaz dönecek, günü gününe tuttuğu ayrıntılı notlarla bir rapor hazırlayacaktı. Ahmed Resmi, talimatnamenin özellikle bu son bölümünü en iyi şekilde uygulamış, vazifesini yapmıştır. Vâsıf'ın yazdığı OSMANLİ TARİHİ 357 tarih kitabmda onun raporuna oniki formalık yer verilmiş bulunuyor (her biri dört büyük sayfa, yani kırk sekiz sayfa). Bugüne kadar Osmanlı elçilerinin yazdığı en hacimli rapor hiç şüphesiz budur (15). Frederik Il'nin olağanüstü savaşçı faaliyetini ve ordusunun manevralarını anlatan bölüm, doğru olsa bile pek güzel değildir. Viyana'da ilk elçiliği sırasında Viyana halkının sosyal hayat ve eğlenceye düşkünlüğünü anlatan ayrıntılar için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Rexin'e gelince, ona Prusyalı Delon müşavir olarak, Peter-son ise sekreter olarak verilmişti. Râgıp Paşa'nın ölümünden sonra en iyi, en faal iki ajanını kaybetti. Bunlardan birincisi sadrazamın kethüdası Acem Ali Efendi, diğeri de Mollazâde Osman Efendi idi. Acem Ali idam edilmiş, Mollazâde Osman Efendi ise İstanbul'dan sürülmüştü. Prusya kiralının Kırım Hanı nezdindeki temsilcisi Bos-camp'a hizmetlerine karşılık yarım milyon verilmiş, yani bu mikdara satın alınmıştı ve Prusya'nın çıkarları için gayret ediyordu. Fakat Kırım Hanı'nı kızdırdığı için bu görevden ayrılmış ve Polonyalıların hizmetine girmişti (1764). Rexin, imzalanan dostluk anlaşmasının sekizinci maddesine dayanarak, bunu tedafüi ve tecavüz! bir anlaşma haline dönüştürmek ve onbir maddeye çıkarmak için çok çalıştı (NOT: 2). Bu gayretleri Penkler ve Vergennes tarafmdan engelleniyordu (16) ve Frederik'in Bâb-ı Âli'ye kabul ettirmek istediği proje dördüncü defa başarısızlığa uğruyordu. Rusya, Rexin'in bazı sözlerini devleti için büyük hakaret sayarak, bu diplomatın geri çağrılmasını Prusya'dan istedi. Bunun üzerine Prusya'nın İstanbul elçiliğine majör Zegelin tayin edildi. Ahmed Resmî Efendi Berlin yolunda iken ve Polonya'dan geçerken Kıral Auguste III öldü. Bu olayı Polonya'nın prima(15) Bu rapor, bu kitabın yazan tarafından «Resmî Ahmed Efendi'nin 1757 Viyana ve 1763 Berlin Elçilik Notları» adlı kitabında yayınlanmıştır. (16) Padişah, Rexin'in müracaatına yazdığı hattı şerifte, «Şeyhülislâm Efendi'ye gitsin ve baksın» diyordu. 2 358 HAMMER sı VVladislas Alexandre Ponian de Lubna Lubienski iki resmî mektupla padişaha ve sadrazama bildirdi (5 Ekim 1763). Bu durumda, Prusya, ve Rusya'nın Polonya işlerine karışmalarına karşı çıkan grubun (partinin) şefi olan Başkomutan Branicki, kendisine sadrazamla doğrudan doğruya haberleşmeye izin veren eski bir haktan yararlanmak istedi: Albay Stankewicz'i tam yetkili elçi sıfatiyle Bâb-ı Âli'ye gönderdi (17). Ayrı bir mektupla da sadrazam oluşundan dolayı Mustafa Pa-şa'yı tebrik etti (18). Sadrazam, Polonya primasının mektubuna cevap vererek, kendisine kıral Auguste IH'ün ölümünü bildirdiği için iltifatlı sözlerle teşekkür etti ve ona padişahın, Polonya'nın hürriyetlerine, bağımsızlığına saygı duyulmasını istediğini, başka sarayların bu ülkenin içişlerine müdahale etmesinden kaygı duyduğunu bildirdi (19). Mustafa Paşa, Branicki'ye, Osmanlı elçisi Resmi Ahmed Efendi'ye gösterilen iyi kabulden dolayı da teşekkür ediyordu (20). Başka bir mektupla Branicki'nin, sadrazam oluşundan dolayı kendisini tebrik etmesine, iltifatlarına, gösterdiği dostluğa ve özellikle onun Karlofça anlaşmasmda hiçbir değişiklik olmayacağına dair verdiği söze teşekkür etti. Böyle bir mektup elçi Stankiewicz'e daha önce de verilmişti ama o daha çok elçinin, Poniatowski (Ponyatovski)'nin seçilmesiyle ilgili taleplerine cevap mahiyetinde idi. Bu mektup geri alındı ve Poniatowski'nin seçilmesiyle ilgili pasaj çıkartılarak tekrar verildi (NOT: 3). Öte yandan Rusya'nın gönderdiği elçi ile Prusya'nın daimi elçisi, Bâb-ı Âli'ye birlikte yazdıkları bir muhtıra verdiler. (17) Litterae Joannis Comitis Branicki Castellani Cracoviensis, supremi exercituum Polonarum ducis, ad Serenissimum vesiriurrj. Varşova, 22 Kasım 1763. (18) Mektubun mahiyeti Lâtince olarak uzun uzun anlatılıyor. (19) Sadrazam Mustafa Paşa'nın Polonya Kırallığı primasına yazdığı mektubun tercümesi Viyana arşivindedir. Bu mektupta şu pasaja dikkat çekiliyor: «îrade-i şahanemiz . odur ki, Polonya Cumhuriyeti hakkı olan imtiyaz ve hürriyetlerine sahip olsun. Komşu ülkelerin sarayları bu hakların tamamına saygı duysunlar ve asla onun hürriyetleri aleyhinde hareket etmesinler.» (20) Sadrazam Mustafa Paşa'nın saray başkomutanına yazdığı mektubun tercümesidir. OSMANLİ TARİHİ 359 Bu muhtırada, Polonya kiralının serbestçe seçilmesini istediklerini, Fransa ve Avusturya'nın her türlü müdahalelerine karşı olacaklarını bildiriyorlardı. Fakat Varşova'ya doğru ilerleyen Rus birlikleri yaklaşınca, Graudenz diyeti (meclisi) dağıldı. Bu durum, Polonyalı (Le-histanlı) vatanseverlerin Osmanlı împaratorluğu'ndan yardım istemelerine sebep oldu. Polonya'nın başlıca liderlerinden on-dördünün imzalarını taşıyan bir dilekçe ve bu dilekçe ile birlikte Branicki'nin bir mektubu İstanbul'a gönderildi (NOT: 4). Buna, elçi Stankiewicz de bir muhtıra ekledi. Muhtırada, Polonya'nın Rusya'ya bağımlı hale (21) düşme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğu ve padişahın bu olaya yakın ilgi göstermesi isteniyordu. Branicki'nin temsilcisi, Bâb-ı Âli'ye daha evvel sunduğu bir muhtırada, Rusya ve Prusya elçilerinin çevirdikleri entrikaları, bunlarm Osmanlı İmparatorluğu için tehlike teşkil ettiklerini bildirmişti (22). Bu uyarı karşısında ve ondört Varşovalı vatanseverin imzaladığı mektuptan birkaç gün sonra, Bâb-ı Âli, Prusya ve Rus(21) 16 Mayıs 1764 tarihli muhtıra. Bâb-ı Âli, Rus taraftarlarının meclisi, seçimi ve tahtı denetimleri altına almak ve böylece vatanseverlerin direnişlerine rağmen bütün kanunları ve kırallığm esasını değiştirmek istediklerini bilmiyor değillerdi. (22) Muhtıranın mahiyeti şudur: «...Prusya kiralı bu oyunlarına, şimdi bir gruptan yana olmak tehlikesini de ilâve etmiş bulunuyor. Bu grup ya da parti, uzun zamandır Ruslara bağlı bir aileden oluşuyor. Şu son günlerde sınırlarımızı kuşatan birliklerden kuvvet alarak cür'etini arttırmış bulunuyor ve temel kanunlarımıza aykırı olarak şiddetle hareket ediyor. Vaadlerine rağmen Rusya da bu kanunlarımıza saygı göstermiyor. Son savaştan beri Polonya'da kalan Rus birliklerinin çekilmesini defalarca istediğimiz halde, bunları çekmiyor. Mazeret olarak da (silah ve gıda) anbarlarının korunmasını ileri sürüyor. Son olarak Polonya Senatosu'na, Rus ordusunun Cumhuriyet topraklarını terketmeyeceği bildirildi (Senato, Polonya'da sebepsiz yere bulundurulmayan bu depoların korunacağını başkomutan vasıtasiy-le bildirmişti). Belli ki böyle bir hareket, ülkenin bölünmezliği ilkesi ile bağdaşmıyor ve esas olarak Polonya halkının boyunduruk altına alınmasını, kiralın yabancıların emellerine hizmet eden bir kişi olmasını amaçlıyor. Böyle bir kıral, anlaşmalarına sadık devletimize zararlı olacak hareketlere karşı gelmek için, rahatını bozmayacak kadar kendi başına buyruk olacaktır ve devletimiz içi n uygun değildir. 360 HAMMER ya elçilerine, Fransız sefirine ve Avusturya ortaelçisine birer nota vererek, Rus birliklerinin Polonya'ya girmesini protesto etmişti (NOT: 5). Aynı protesto notası Polonya elçiliği aracılığı ile Polonya ordusu başkomutanına da gönderildi (23). Branicki bu notaya verdiği cevapta, gösterilen ilgiye teşekkür ediyor, ama bunun, orduları Varşova'yı abluka altında (24) tutan Ruslara menfi bit tesir yapmasından endişe duyduğunu da belirtiyordu. Bâb-ı Âli, Prusya ve Rusya elçilerinden ters yönde etkileniyordu. Zaten Polonya kiralının serbestçe seçilmesini desteklemek için bir savaşa girecek değildi. Sadrazamın imzasiyle Polonya vatanseverlerinin liderlerine bir mektup yazıldı. Güzel fikirleri, akıllı görüşleri ihtiva eden bu mektupta, siviller arasında bölünmeyi ve uyuşmazlıkları önlemeyi sağlayamazlarsa Polonya tahtının bir yabancıya kalacağından endişe duyulduğu belirtiliyordu (NOT: 6). Fransız sefirinin verdiği muhtıra, Rus birliklerinin Polonya'ya girmelerini mevcut anlaşmaların açıkça ihlâli sayan Bâb-ı Âli deklarasyonuna bir cevap teşkil ediyordu. Bâb-ı Âli buna, önceki deklarasyonuna uygun bir cevap verdi. Fakat bu konuda yapılan görüşmede, cevaba şu zıd görüşleri de ilâve etti: Bugüne kadar yabancı birlikler Polonya topraklarına hep girmiş ve Polonya cumhuriyeti karşı koymamıştır. Karlofça anlaşmasında da bugünkü durum karşısında uygulanacak bir madde yoktur. Onun için bunu bir müzakere konusu yapmak Bâb-ı Âli için onurlu bir tutum olmaz (25). Kont Vergennes bir mektupla Branicki'ye Bâb-ı Âli'nin şüpheli tutumunu, birliklerini kendi sınırlarını savunmak için Özi (23) Sadrazam Mustafa Paşa'nın Branicki'ye yazdığı mektubun tercümesi tarihsizdir. Ciuliani tarafından tercüme edilmiştir. Viyana Arşivi. (24) Bu deklarasyonun Lâtince tercümesi dipnot olarak veriliyor. (Ç. N.) (25) Çok muhterem dostumuz Fransız sefirine muhtıra (m£moire supreme): «Apaçık görünen bir olay için delil aramak faydasızdır. Yabancı birlikler Polonya topraklarına her zaman girmiş ve dostumuz olan bu Cumhuriyet, bu birliklere karşı koymadığı gibi onları isteyerek kabul etmiş ve bunu bir konukseverlik olarak göstermiştir. Bâb-ı Âli bu durumu dikkate alırsa, müdahalesi, dostumuz Polonya cumhuriyetinin hürriyet ve haklarına saygısız- OSMANLI TARİH? (Dinyeper) ve Turla anlattı (NOT: 7). (Dinyester) 361 nehirleri boyunda topladığını Bu durumda, Bâb-ı Âlinin Polonya'ya yeni kıral seçilen Stanislas Poniatowski'nin temsilcisini kabul edeceği anlaşılıyordu. Gerçekten, Prusya'nın eski Kırım konsolosu Boscamp kısa bir süre sonra geldi. Poniatowski onunla gönderdiği mektupta, kıral seçildiğini Bâb-ı Âli'ye bildiriyordu. Sadrazam, Prusya ve Rusya elçilerinin konuşmalarına kulak verdikten sonra, Stankiewicz'in temsilcisine İstanbul'dan ayrılmasını tavsiye etti. Çünkü Bâb-ı Âli, sınırda İstanbul'a gelmek için izin bekleyen ve yeni kiralın elçisi olan Alexandroviç'i kabul etmeye karar vermişti, öte yandan Kırım Hanı da yeni elçiye geçişin serbest olduğunu bildirmişti (26). Arzusu hilâfına İstanbul'dan uzaklaştırılan Stankieviç, başkomutana verilmek üzere sadrazamdan bir de mektup aldı. Nazik cümlelerle yazılan bu mektupta, Stankieviç'in kendi isteğiyle işinden affedildiğini bildiriyor ve başkomutandan son seçimle ilgili olayları Bâb-ı Âli'ye bildirmesini rica ediyordu (27) (Ağustos 1765). Stankieviç'in hareketinden sonra, Aleksandroviç Osmanlı lık olur. Bundan başka, Karlofça anlaşmasında, bu durumda alınacak tavrı gösteren bir madde yoktur, onun için Bâb-ı Âli'nin olayı müzakere ve pazarlık konusu yapması, dikkat ve ihtimam göstermesi yakışık almaz. Bâb-ı Ali... v.s., v.s.» (Viyana Arşivi). (26) Aleksandroviç'in bir kabul vesilesiyle Boğdan Prensi'nden aldığı madalya için Avusturya İmparatorluk Arşivi'ne bkz. «Boğdan Prensi Gregor Ghika'-nın Polonya kiralı majestelerinin fevkalâde temsilcisi Ekselans Aleksandro* viç'e. Bâb-ı Âli'ye giderken verdiği madalya...» 20 Mart 1766. (27> Eski dostluğumuza, lütufkârlığınıza ve tam anlamıyla bir centilmen oluşunuza güvenerek ve seyahati için gereken şeyleri temin ederek, kendisine dönüş izni verdik- Dostumuz Cumhuriyet hükümetine yazdığımız, seçim ve hürriyet hususlarıyla ilgili mektubumuza da henüz cevap almamış bulunuyoruz. Onun için, bu hususların nasıl bir çözüme bağlandığını kesin olarak bilemiyoruz. Dostumuz Cumhuriyet'in söz konusu mektuplara cevap vererek, olayların gerçek yönleriyle anlatılmasını rica ediyoruz...» (Sadrazamın Polonya başkomutanına yazdığı ve Albay Stankieviç'e 17 Temmuz 1765 günü verilen mektubun bir tercümesi.) 362 HAMMER topraklarına kabul edildi, ama bu, Bâb-ı Âli'nin Poniatowski'yi Polonya kiralı olarak tanıdığı anlamına gelmiyordu. Böylece Bâb-ı ÂÜ Fransız sefiri ve Avusturya ortaelçisine de dolaylı bir teminat vermiş oluyordu. Yarım bir tedbir olan bu eski sistem aslında Osmanlı politikasının esası idi ve daha önce Kıral Auguste'ün (Ogüst'ün) elçisi olan Stadniçki'yi de, tıpkı böyle, efendisini henüz resmen tanımadan kabul etmişti (28). Aleksandroviç Boğdan sınırında bir yıldan fazla bekledikten sonra, nihayet, Prusya ve Rusya'nın da tahrikleriyle, Bâb-ı Âli, Poniatowski'nin kıralhğmı tanımaya karar vermiş ve özel elçisinin İstanbul'a gelmesine müsaade etmişti. Bu unvanla imparatorluğa komşu üç devletin, yani Avusturya, Rusya ve Polonya'nın elçilerine tanman ayrıcalıktan Polonya'nın yeni elçisi de yararlanmıştı. Elçi İstanbul'a gelince, emrine, kendisinin ve maiyetinin kalabileceği bir lojman, bir şeref muhafızı ve ev ihtiyacını karşılamaya yetecek kadar para verildi. Para tahsisatı, Rus ve Avusturya elçilerine verilenden bir kat fazla, yani günde iki yüz yirmi beş kuruş idi (29). Bu mikdar eski bir (28) 18 tarihli bu mektubumla, Babı Âli'nin bana bir gün evvel yazdığı mektubu aldığımı bildirmekten şeref duyarım. Bâb-ı ÂU Polonya'da yapılan seçimi tanıyıp tanımamak hususunda bir karar almadığını, açık ve ayrıntılı olarak, hiçbir şüpheye mahal kalmayacak şekilde ifade etmektedir. Bununla beraber yeni bir gelişme var. Umarım bu, daha kesin bir karar olacaktır ki normal olarak bu hükümette pek görülmez. Sanırım bu görüşme, yine aynı 18. gün, Padişah'ın huzurunda yapılan bir toplantıda alınmıştır: Elçilik sekreteri dün, bana gösterdiği güven için Reisefendi'ye teşekkür etmek üzere Bâb-ı Âli'ye gitmişti. Reisefendi nezaket cümlelerinden sonra, çok acele ve bir çeşit kaygı duyarak, sekretere benim, Aleksandroviç'in buraya gelmesi için verilen izni Poniatowski'yi Polonya kiralı kabul ettikleri şeklinde anlamamamı, tanımalarının da şimdilik sözkonusu olmadığını bilmemi istemiş. Harp halinde bulundukları bir devletin elçisini bile dinlemek gerekirken, uzun zamandır sınırda bekleyen Polonya'nın yeni elçisini daha fazla bekletmenin doğru olmadığını, kiralı tanıyıp tanımamaya ancak onu dinledikten sonra karar verileceğini bildirmiş. Efendim, ben şunu anlamıyorum: Bir hükümdarın hükümdarlığı tanınmazsa, onun adına görev yapan elçi nasıl kabul edilir? Fakat Bâb-ı Âli bu tür örnekler vermekten hoşlandığı için, belki de bu, kıral Ogüst HTün tahta çıkışında uyguladıkları usulün bir tekrarıdır. (Vergennes'in 20 Temmuz 1765 tarihli mektubu.) (29) İmparatorluk elçisi Penkler'e verilen günlük tahsisat önce 90, sonra 108 kuruş idi. OSMANLİ TARİHÎ 363 kanuna göre tespit ediliyordu ve Polonya elçilerinin maiyetle-ri de Rus ve Avusturya elçilerinin maiyetlerine göre çok daha kalabalık olabiliyordu. Fakat, Polonya'ya Bâb-ı Âli'nin istemediği bir kıral empoze edildiği için, onun özel elçisi de biraz soğuk karşılanmıştı. Padişah'ın huzuruna kabul edildikten ve ilk resmî görüşme yapıldıktan sonra, sadrazam Aleksandroviç'in tahsisatını kıstı. Böylece bir an önce dönmesi istenmiş oluyordu. Zaten Stankie-viç'e gösterilen muamelenin kendisine gösterilemeyeceği, buna dikkat etmesi gerektiği münasip bir şekilde söylenmişti. Huzura kabul edilişinde maiyetinin kılıç takmasma müsaade edildi. Oysa İstanbul'a gelişinde buna izin verilmemişti. Fakat İstanbul'da kaldığı süre yararlanmak üzere yaptırdığı altı kü-rekli bir yatı kullanmasına Bostancı Ali Paşa müsaade etmedi. Fakat diğer elçilerin böyle birer yatları vardı. Boscamps'a gelince, Bâb-ı Âli onun İstanbul'da diplomat sıfatıyla kalmasına müsaade etmedi, çünkü Kırım'da konsolos olarak bulunduğu sırada entrikaları ile Kırım Hanı'nı nasıl kızdırdığı henüz unutulmamıştı. RUSYA, AVUSTURYA VE TOSKANA ELÇİLERİ Rusya İmparatoru III. Petro, tahta çıkışını Bâb-ı Âli'ye bildirmek için Prens Daşkov'u özel elçi olarak göndermişti. Fakat Prens Daşkov henüz Türkiye smırlarma ulaşmamıştı ki, bu defa Katerina tahta çıkmış ve imparatoriçe olduğunu Bâb-ı Âli'ye bildirme görevini Dolgoruçki'ye vermişti. Padişah, tebriklerini imparatoriçeye sundu. Bu iş için seçilen elçi Derviş Osman Efendi idi. On yıl önce III. Osman'ın cülusunu bildirmek için Saint-Petersburg'a yine o gitmişti. III. Petro, Avusturya ittifakından ayrılıp Prusya'ya yaklaşınca, Bâb-ı Âli ile anlaşma müzakerelerini kolaylaştırmış oluyordu. Fakat onun ve Râgıp Paşa’nın ölümü bu teşebbüsün süresiz olarak ertelenmesine sebep oldu. III. Petro, Bâb-ı Âli'ye, muhtemelen II. Frederik'in telkiniyle, Tameşvar beyliğini işgal etmesini tavsiye etmişti (6 Mayıs 364 HAMMKR 1767). Râgıp Paşa, Prusya ile Rusya arasında ittifak imzalandığını öğrenince, bu politikanın sağlıksız olduğunu bir tek kelime ile, «çıkışsız» demek suretiyle belirtmişti. Bu onun açık ve ileri görüşlü olduğunu, kendi döneminde Osmanlı politikasının ne kadar akıllı yürütüldüğünü göstermeye yeter. Rexin'in halefi Zegelin, Prusya ile Rusya arasındaki dostluğun Osmanlı împaratorluğu'nu endişelendirecek kadar sıkı olmadığını Bâb-ı Âli'ye anlatmaya çalıştı. Sonra, Rus elçisi Ob-reskov ile, Polonyalı vatanseverler aleyhinde ard arda muhtıralar verdiler. Bu muhtıraların birinde, siyasi meselelerin halli için çoğunluğun reyine uymanın Polonya'nın ana yapısına, anayasasına aykırı olacağını, bunları yok edecek bir yeniliğe yol açacağını ispat etmeye çalışıyordu. Aynı zamanda Zegelin, Macaristan'da ve Viyana'da imâl edilen Polonya'daki kışlalar ve çeklerle ilgili yalan haberlere Bâb-ı Âli'nin dikkatini çekiyor, bunların Osmanlı devletine yönelik bir harbin hazırlığı niteliğinde olduğunu iddia ediyordu. Bir yandan da, Fransa elçisinin Bâb-ı Âli'ye ulaştırdığı haberler üzerinde şüphe uyandırmaya çalışmaktan geri kalmıyordu. O günlerde, Viyana'ya çağrılan Baron de Penkler'in yerine gelen Brognard ise sadrazama teminat vermek için elinden geleni yapmaktaydı. Râgıp Paşa Prusya lehine Avusturyalılarla bozuşmayı düşündüğü için, Belgrad anlaşmasının sürekli bir anlaşmaya dönüştürülmesine engeller çıkarıyordu. Râgıp Paşa'nın ölümünden sonra bu engeller ve güçlükler ortadan kalkmıştı. Belgrad anlaşmasının yenilenmesi hususu Divan-ı Humâyun'da henüz bir zaruret olarak görünmemişti ama, İmparator II. Jozef'in tahta çıkışını bildirmek için gelen Brognard'ın itimadnâmesi-ne ve getirdiği mektuplara verilen cevapta, padişah anlaşma için «müebbede» (30), yani sonsuz süreli deyimini kullanmıştı. Bundan başka Penkler, hareketinden önce Pera'da (bugünkü Beyoğlu) yanıp yıkılan Triniter Kilisesi'nin yeniden yapıl(30) Osmanlıca'da müebbede kelimesi, sadece bir nokta ilâve edildiği takdirde müeyyede şeklinde okunur ki bunun da anlamı «kuvvetlendirilmiş, yardım görmüş, zorlayan...» demektir. Türkçe metinde bu kelime her iki şekilde okunacak gibi yazılmıştı. OSMANLI TARİHİ 365 ması için bir de ferman almıştı ve bu vesile ile mâbed daha da büyütülecekti (31). Kendi metropolitenleri tarafından yargılanmayı reddeden bazı Yunan tüccarları Viyana'ya yerleşmişlerdi. Onlara karşı eski Et Pazarı'nda bir kilise yapılmasına karar verilince (Viya-na'da) kararlarından vazgeçtiler. Bu müsaadeyi Vinaya'da elçi olarak bulunduğu sırada Maurocordato almıştı (32). Fakat bu kilise ancak otuzaltı yıl sonra metropoliten Moiz tarafından bitirilebilmişti (33). Penkler, padişahtan, Sakız adasındaki katolikler lehine de bir ferman almıştı ki bu, adadaki (ortodoks) Grekler tarafından sert bir tepki ile karşılandı ve ada halk) arasındaki ikiliği nefrete dönüştürdü, (34). İmparator Jozef, Üçüncü Osman tahta çıkınca ona hiçbir hediye göndermedi. Bunu da, insan hakları ilkesi gibi bir sebebe bağlıyordu. Aslında nice zamandan beri Türklerle olan ilişkilerinde gözden kaçan bir husus vardı. Bu da hükümdarların birbirine eşit davranmaları gerekirken, Türk hükümdarlar o güne kadar onların kıralları tahta çıkarken hediye göndermemiş, ama kendilerine gönderilmişti. İmparator Jozef'in bu konudaki kararı, imparatorluk şansölyesinin raporuna bir çıkma halinde kendi el yazısıyla ilâve edilmişti ve bu, kendi temsilcilerinin Bâb-ı Âli karşısında nasıl bir tutum alacaklarını açıkça belli ediyordu. Bu kararla ve hükümdarlığı sırasında yaptığı konuşmalarla Avusturya'nın takip ettiği politikaya yeni bir yol açmış oluyordu. Hükümdarlara hediye götürülmesinden yana olan Penkler, bu hediyeyi götürene daha fazla iltifat edileceğini düşünüyordu. Herhalde, bir ortaelçi olmasma rağmen, ikinci defa merasimle kabul edilmiş, fevkalâde elçilere olduğu gibi kendisine de şeref muhafızı ve tahsisat verilmiş olmasından çok memnun kalmıştı (Ağustos 1766). Penkler'in padişaha hitaben yaptığı konuşma İtalyanca idi. Onun yerine ortaelçi olan Brognard (31) (32) (33) (34) 1 Aralık 1762 (Avusturya İmparatorluk Arşivi'nden). Buna, Privilegium Leopoldinum deniyordu. 1762'de. Penkler'in 1762 yılında yazdığı rapordan. 10 Eylül 1762. Sakız Adası için alman fermanların kopyası yazıya ekliydi. 366 HAMMER İtalyanca konuşmuştu. Selefi gibi İstanbul'da o da merasimle karşılandı. Kendisine kırk çavuş, yüzaltmış yeniçeri, her biri yaya olarak dört at süren yabancı misyon şeflerinin yardımcıları refakat ettiler (35) (24 Mayıs 1766). Zegelüı de aynı şekilde karşılanmayı ve ikameti süresince tahsisat verilmesini arzu ediyordu ama bu şeref ona verilmedi. Brognard ona, kabulü sırasında itimadnâmesiyle birlikte, Arşidük Leopold'un Toskana Grandükü sıfatiyle teslim ettiği mektupları da sunması talimatını vermişti. Fakat bu mektupların kopyaları teamüle göre Türk hükümetine daha önce verilmiş bulunuyordu. Bâb-ı Âli, İmparatoriçe'ye aynı zamanda Toskana Gran-düşesi' unvanı verilmesinden, grandükün ölümünden sonra Toskana'nın tekrar Avusturya'ya bağlanacağının bildirilmesinden memnun kalmamış, buna gücenmişti (NOT: 8). Bunun için ortaelçiye verilen muhtırada sebebi anlatılarak itimadnâ-mesi ve mektupları kabul edilmedi (3.6). Bu muhtırada, Toskana ile yapılan ilk anlaşmanın, impa-ratoriçe ile, Romalıların imparatoru olan kocası ile yapıldığı, Bâb-ı Âli'nin Toskana ile doğrudan doğruya hiçbir münasebeti olmadığı, sunulan iki mektup arasında da çelişki olduğu, im-paratoriçe ile oğlunun aynı anda Toskana hükümdarı olamayacakları söyl eniyordu. Bâb-ı Âli'nin bu itirazına Brognard'in verdiği cevapta şu bilgiler yer alıyordu: Toskana grandüşesliği, İmparator Frari-çois tarafnidan oğlu arşidük Leopold'a bırakılmıştır, fakat gran-dük unvanı da bu sebepten başka birine bırakılmayacaktır. Dört ay süren müzakerelerden ve açıklamalardan sonra, imparatoriçe ve grandükle ilgili mektupların, bu hükümdarların elçileri olan Kaunitz Prensi ve Botta markisi tarafından, resmi kabulle sadrazama sunulması konusunda anlaşmaya varıldı (8 Kasım 1766). (35) O zaman elçilik ataşesi olarak bulunan gençler Zahner, Sommerer, Adamı; tercümanlar ise Bihn, Testa Biatteki idi. Türkçe bilen diğer gençler Klezl, Racher ve Mouscha idi ki bunlar 1762'de tercüman olarak tayin edildiler (Klezl Vafadin'e, Racher ise Thugut'un yerine Essek'e). (36) Bu muhtıra. Brognard’ın 12 Ağustos 1763 tarihli raporuna eklidir. OSMANLITARİHİ 367 Padişah imparatoriçeye, sadrazam ise Prens Kaunitz'e cevap verdiler. Botta markisine cevap verilmedi. Bâb-ı Âli'nin görüş alanına giren Toskana ile ilgili anlaşmanın yenilenmesi, Brognard'ın padişahın huzurunda okuduğu bir nutukla sessizce geçiştirildi. Üçüncü Mustafa'nın saltanatının bu döneminde, Bâb-ı Âli tercümanları ile Avrupalı elçiler arasında aracılığı her zaman, istanbul'da ilk basımevini kuran İbrahim Müteferrika'nın oğlu İbrahim Efendi yapıyordu. Bâb-ı Âli tercümanı Ghika, Boğdan voyvodasının sarayına verildiği için, onun yerine Hollandalı Karaca'nın oğlu aynı sıfatla tayin edildi (Haziran 1766). • Bu sırada, İngiltere'nin İstanbul elçisi Granville'in yerine lord Murray geldi (13 Ağustos 1766). Danimarka elçisi Gahler de geri çağrılmış, görev De Horn'a kalmıştı. Napoli elçisi Lu-dolf, Bâb-ı Âli ile İspanya arasında bir dostluk anlaşması kurulması için çabalarını sürdürüyordu. Venedik maslahatgüzarı Correr yerini Ruzzini'ye bıraktı. O günlerde Hollanda elçisi Dedem idi. İstanbul'a bu dönemde elçi gönderen ilk müslüman hükümdar Tunus sultanı oldu. Tunus sultanı daha çok hacı ka-filesiyle ilgili meseleleri görüşüyordu. Bundan kısa bir süre sonra Kandahar (Afganistan) sultanı Ahmed Şah da bir elçi ile uzun bir mektup gönderdi. Yüz seksen satırlık bu mektupla Afgan hükümdarı, daha evvel Nâdir Şah’ın da istediği gibi, Mekke'de, Kandaharlı sünni hacılar için bir cami yaptırılmasını istiyordu. Daha sonra, Karadeniz kıyısındaki Lezgi hanlığından, hanın oğlu padişaha saygılarını sunmak için geldi. O günlerde, her taraftan, Bâb-ı Âli'den bir atıfet alabilmek için gelen maceracılar çoktu. Biz bunların en meşhurları olan ikisinden söz edeceğiz. Bunlardan biri Stuart'ların sonuncusu idi ve İngiltere tahtında hak iddia ediyordu. Belgrad'a geçmiş ve burada müslüman olarak ölmüştü, İkincisi, Fransız asıllı Pierre Robert de BassenK,ond idi. Önce Portekiz sarayının hizmetine girmiş, burada istihkâm albaylığına terfi etmiş ve son ra, vatandaşı Bonneval'in izinden gitmek istemişti. Ama onun kadar ünlü ve kabiliyetli olmadığı için bu teşebbüsünde başarılı olamadı. Bonneval ile tek ortak yanı, onun gibi ihtida etmiş, yani müslümanlığı seçmiş olmasıydı. 368 HAMMER MUHSİNZÂDE MEHMED PAŞA İKTİDARI DEVRALIYOR Yeni sadrazam İstanbul'a Bahir Mustafa Paşa'nın idamından tam bir ay sonra geldi. Bu yeni sadrazam (Muhsinzâde Mehmed Paşa), eski sadrazamlardan Muhsinzâde Abdullah Pa-1 şa'nın oğlu idi. Abdullah Paşa yirmiyedi yıl önce (1737-1150) Ruslarla yapılan Kartal savaşında Bender seraskerliğine getirilmiş, savaştan sonra sadrazam olmuştu. Fakat dört ay sonra sadrazamlıktan azledilmiş ve Cidde'de vali bulunduğu sırada ölmüştü. Yeni sadrazam mesleğe kapıcı olarak başlamış, babasının sadrazamlığı sırasında kapıcılar kethüdası olmuştu. Dokuz yıl sonra Maraş valisi oldu. Bunu takip eden onsekiz yılda, onse-kiz Avrupa ve Asya eyâletinde valilik, beylerbeyliği yaptı (37). Osmanlı devletinin padişahlıktan sonra en yüksek makamı olan sadrazamlığa ilk gelişinde üç yıl görev yaptı. Sonra üç yıl uzaklaştırıldı. İkinci defa sadrazam olduğu zaman yine üç yıl görev yaptı. Bu sırada, Osmanlı devleti ile Rusya arasındaki savaşı Kaynarca barışı ile sona erdirdi. Muhsinzâde Mehmed Paşa'nın ilk ve ikinci sadaret yılları, Osmanlı İmparatorluğu'nu acı durumlara düşüren çok talihsiz dönemler oldu. Birinci sadaret döneminde Gürcistan, Mısır ve Arabistan'da karışıklıklar meydana geldi. İkinci dönemde Rusya ile savaşa girildi ve bu savaştan Ruslar galip çıktı. Muhsinzâde Mehmed Paşa'nın tayininden sonra Bâb-ı Âli ile Rusya'nın İstanbul elçisi arasında açıklama istemek için yapılan ilk görüşmeler, Kırım Hanı Selim Giray’ın şikâyetleri üzerine olçiu. Selim Giray Rusların Kabartay'da kaleler, müs(37) 1. 1159 (1746)'da Maraş Valiliği, 2. Aynı yılda Bender seraskeri, 3. 1160 (1747) tekrar Marav? valiliği, 4. Aynı yıl Adana ve Anadolu'da eşkiya takibiyle görevlendirildi. 5. 1162 (1748)'de Hotin valiliği, 6. 1163 (1749) Özi valiliği, 7. 1164 (1750) tekrar Özi valiliği, 8. 1166 (1752) İnebahtı muhafızlığı, 9. 1167 (1753) Eğriboz muhafızlığı, 10. 1171 (1755) Rumeli Beylerbeyliği, 11. 1171 (1757) Halep Valiliği (Esma Sultan'la Halep valisi iken evlendi), 12. Aynı yıl Diyarbakır valiliği, 13. Aynı yıl Anadolu Beylerbeyliği, 14. 1172 (1758) Bosna valiliği, 15. 1174 (1760) Hersek Valiliği, 16. 1177 (1763) Rumeli Beylerbeyliği, 17. 1176 (1762) tekrar Bosna valiliği, 18. 1177 (1763) tekrar Rumeli Beylerbeyliği. (Sadrazamların Hayatı - Cavid) OSMANLITARİHİ 369 tahkem mevkiler yapmakta olduklarını Bâb-ı Âli'ye bildirmişti. Sadrazam bu konuyu görüşmek için kendisini İstanbul'a davet etti (38). Selim Giray İstanbul'da, ancak en yüksek derecede olanlar için yapılan muhteşem bir merasimle karşılandı (25 Haziran 1765 - 6 Muharrem 1179). İkametine Reisefendi'nin evi tahsis edildi. Zaten Kırım Hanlarının Bâb-ı Âli ile olan işlerini halletmekle görevli olan da o idi. Davut Paşa, Selim Giray'ın şerefine çok muhteşem bir ziyafet verdi. Bu vesile ile hana ve iki oğluna birer at, birer samur kürk hediye edildi. Şirinbeğlere ve mirzalara da kakum kürk giydirildi. Padişah ise kendisini Bahariye Sarayı'nda kabul etti ve burada ona yalnız padişahların giydiği bir kapanca, ayrıca kıymetli taşlarla süslü bir kılıç, incilerle süslü bir sadak ve on bin duka altmı hediye etti (39). Fakat Kırım Hanı, kendisine gösterilen saygı ve itibar ne kadar yüksek olursa olsun, durumdan memnun olmuyordu. Çünkü Bâb-ı Âli'nin takip ettiği siyaset, Rusya ile kendisi arasındaki uyuşmazlığı önlemeye yönelikti. Polonya kiralının seçiminde de aynı zihniyetle hareket edildiği için sonuç Osmanlıların aleyhine olmuştu. Kırım Hanı'na Fransa elçisi de çok güzel Lyon kumaşları ve harikulade güzel bir çift tabanca hediye etti (40) (9 Nisan 1765-17 Şevval 1178). (38) Vergennes'in 20 Temmuz 1765 tarihli mektubu: «...Yalnız şunu biliyorum ki hükümdar, Kabartay konusunda Rus elçisinden izahat istedi. Rusların burada anlaşmalara aykırı olarak yaptıkları işleri incelemek için bir heyet gönderilmesi söz konusu». (39) Bu elbisenin arka tarafı, altın yaldızlı kumaştandır ve üzeri siyah samur kürkle süslüdür. (40) Vergennes'in 20 Temmuz 1765 tarihli mektubundan: «...Kırım Hanı'na her gelişinde âdet olan hediye verme işini yeri-e getirdim ve çok iyi oldu. Buradaki ikameti sırasında böyle bir nezaket göstermemek mümkün değildi. Ona iki yün ceket, iki parça kıymetli Lyon kumaşı, çok ince ve ustalıfcla yapılmış iki güzel tabanca hediye ettim. Bu tabancalar normal olarak iki bin eküdür ama ben sadece iki yüz kırk ekü ödedim. Rastgeldi. Bunlara, çok değerli olmayan bazı şeyler de ilâve ettim. Maiyetinden ileri gelenlere yün, saten ve diba kumaşlar ve bazı ucuz şeyler verdim. Daha sonra bunları ayrıntılı olarak yazmaktan şeref duyacağım, efendim...». Hammer Tkrihi, O VIII. E: 24 370 HAMMER Muhsinzâde Mehmed Paşa'nın sadaretinin ilk günlerinde bir idam ve birkaç yangın gibi bazı üzücü olaylar oldu. Başkente gelişinden on gün sonra ilk yangın Tophane semtinde çıktı. Ondan bir gün sonra, Kanunî Süleyman'ın bedbaht oğlu Cihangir'in admı taşıyan caminin yakınında ikinci bir yangm oldu. Her iki yangın on-oniki gün devam etti. Tophane'deki Derviş Kadri Tekkesi ile Galata'daki Mevlevi Tekkesi bu yangınlarda kül oldular. Bonneval'in kemikleri Galata'daki Mevlevi Tekkesi'nde idi. Bu iki tekkeyi padişah kendi para-siyle yeniden yaptırdı. Yeni sadrazam halka adaletini görtermek için, Anadolu eyâletlerinin tanınmış valilerinden biri olan Çaparzâde Ah-med Paşa'nın başmı vurdurdu ve saray kapısının önüne attırdı. Bu vali için şikâyetler pek çoktu. Sadrazam aynı zamanda hakşinas olduğunu, doğruları sevdiğini göstermek için, gözden düşen, üç tuğlu paşa unvanı alınıp Dimetoka'ya sürülen Silah-dar Hamza Paşa'yı, itibar ve rütbesini iade ederek Selanik valiliğine getirdi. Reis-ül küttap Mehmed Emin Efendi, güzel konuşması ve zerafeti ile meşhurdu. Vâsıf ona bu niteliklerinden dolayı «ikinci Merkür» der (41). Mehmed Emin Efendi üç tuğlu paşa unvanı ile nişancı oldu. Ayrıca Mora kendisine arpalık olarak verildi. Eski yeniçeri başkâtibi Hamamizâde Ömer Efendi divan vezirliğine getirildi. Vakanüvisin deyimiyle «Vezirler zincirinin inci halkalarından biri oldu» (42). öte yandan Eflâk prensinin maslahatgüzarı Rum Stavraki, birtakım entrikalar çevirdiği ve Bâb-ı Âli'nin sırlarını açıkladığı için hapse atıldı, birkaç gün sonra oradan alınıp Boğaziçi kıyısındaki evinin önüne kurulan darağacma götürüldü. Daha yukarıda sözünü ettiğimiz Cidde Valisi Salih Paşa ve hac emîri Vezir Mekkizâde Hüseyin Paşa vazifede karşılaştıkları güçlüklerin kurbanı oldular. Biri, Mekke ve Medine'mi) Vâsıf, s. 270: Reis-ül küttap uttarid nisab. (42) Silk-ul laali vüzerayi uzan " ^,; OSMANLI TARİHÎ 371 de Arap eşkiyaları sindirdikten ve halkın güvenliğini sağladıktan sonra, birçok hacmm da ölümüne sebep olan Mekke iklimine dayanamayarak hastalandı ve öldü. Diğeri, yani Mekki-zâde Hüseyin Paşa da, Gazze'de oturuyor, Ben-Sahar (43) ve Kadaniye aşiretleriyle sık sık çatışıyordu. Bu çatışmalardan birinde bir okla vurularak öldürüldü. Tarih yazmaya Arabistan'daki karışıklıklardan itibaren başlayan tarihçi Hakim Efendi, cebeciler başkethüdası oldu. Kapıcılar kethüdası Akif Efendi ise nişancılığa terfi etti ve yerine Vahdeti Ebubekir Efendi (44) getirildi. BİR ŞEHZADE DOĞUYOR Padişah Üçüncü Mustafa, daha evvel bir erkek çocuğunun (şehzade Selim) ve bir kızının (Şahsultan) doğumu ile baba olmak sevincini tadmıştı. Bir yıl içinde Beyhan adı verilen bir kız çocuğu ile ikinci bir erkek çocuğu daha dünyaya geldi. Bunlardan ilkinin (Beyhan Sultan’ın) doğumu, âdet olduğu üzre, bütün şehir aydınlatılarak ve saray salonları bayraklarla süslenerek kutlandı (14 Ocak 1766 - 2 Şaban 1179). İkinci çocuğun doğumu ise sadece top atışlarıyla duyuruldu ve devlet erkânına, yani sadrazama, şeyhülislâma, derya kaptanına, nişancı-başına, Rumeli ve Anadolu kazaskerlerine, nakiyb'ül eşrafa ve yeniçeri ağasma, saraya gelip padişahı tebrik ettikleri için samur kürkler hediye edildi. (43) Burhard, 'Arabistan Seyahatnâmesi'nde, Ben - Sahar aşiretinden 'Beni Sa-hir' diye söz eder. (44) Vâsıf, s. 280 : «Bu tarihçi burada 'Tekmile' başlığı altında hiç yeri olmadığı halde, Hakim Efendi'nin tarihi yanında kendi tarihini övüyor ve o andan itibaren ondan çok az, özet halinde söz ediyor. Osmanlı tarihinde va-kanüvis îzi'nin yazıları 1166 (1752)'da kesilir; bu boşluk, anlattığım şu devre kadar devam eder ve bundan sonra Hakim Efendi yazmaya başlar. Bu boşluğu doldurma görevi, m. Selim tarafından Vâsıf'a verilmiştir. Vâsıf da bu görevi Hakim, Çeşmizâde ve Musazâde efendilerin tarihlerinden yararlanarak yerine getirmiştir. 372 HAMMER ŞEHZADENİN İLK DERSİ Yukarıda saydığımız erkân aynı zamanda divan-ı hümâyunun merasim meclisinin çekirdeğini oluşturur. Beş yaşma basan Osmanlı tahtının veliahdı Şehzade Selim'in eğitimi de bu törenle başlamış bulunuyordu. Bu maksatla İncili Köşk'ün önüne büyük bir çadır kuruldu. Sultan bu çadıra gelir gelmez, vezirler ve ulemâ, şehzadenin tebrik kapısından çıkışında ona refakat etmek için üçüncü avluya geçtiler. Şehzade, kapı açılınca, dar-üs-saade ağası ve hazinedarm arasında göründü ve erkânı selâmladı. Bunun üzerine Rumeli ve Anadolu kazaskerleri, nakiyb'ül eşraf ve iki imam yanma gelip elini öptüler. Çünkü ulemânın önde gelenleri olmak sıfatiyle, şehzadeye ilk dersi verecek olanlar onlardı. Şehzade incili Köşk'ün yanmdaki çadıra gelince, sadrazam onu meclisin arasına almak için öne doğru ilerledi. Şehzade gelince, padişahm bir işaretiyle, şeyhülislâm ve sadrazam iki yanma oturdular. Şeyhülislâm, «Bismillahirrahmanirrahim» demek suretiyle ilk dersi başlatmış oldu. Şehzade onun elini öpmek isteyince, şeyhülislâm çocuğu hafifçe kucaklamak suretiyle engel oldu ve onu omuzundan öptü (24 Ekim 1766 - Ce-maziülevvel 1180). PADİŞAH HUZURUNDA İLMÎ TARTIŞMA Şehzadeye merasimle ilk dersin verilmesinden dört ay sonra, Ramazan aymda, padişahın huzurunda büyük bir fakihler ilmî meclisi toplandı ve bu toplantıya yüzyirmialtı müderris ve molla katıldı. Onsekiz celse devam eden bu büyük toplantıda, özellikle Kur'an-ı Kerim'in ikinci sûresi üzerinde duruldu. Kutsal Kitab'ın üzerinde en çok durulan ve müslümanlar için en koruyucu dualardan biri kabul edilen âyet, Kürsi âyeti, Bakara sûresinin 255. âyetidir (45). (45} Batfara sûresinin 255. âyeti. Meali : «Allah ki O'ndan başka tapılacak ilâh yoktur. Diridir ve zatı ile kaimdir. Onu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde olan her şey O'na aittir. İzni olmaksızın O'nun nezdinde şefaat edecek yoktur. Yarattıklarının önünde ve arkasında olanı (gelecekle- OSMANLI TARİHİ 373 Bu sûrenin ilk bölümlerinde münafıkların hali üslûp bakımından da şairânedir ve meali şöyledir: «Münafıkların hali, ateş yakan bir adamın haline benzer, ateş çevresini aydınlatınca Allah Tealâ nurlarmı giderir, onları karanlıklar içinde, göz gözü görmez bir durumda bırakır; sağır, dilsiz ve kördürler. Onlar geri dönemezler. Yahut, gökten yağmur bekleyen adamın haline benzer, öyle ki semada karanlıklar, gökgürültüsu ve şimşekler var. Yıldırımla ölüm korkusundan parmaklarını kulaklarına tıkıyorlar. Allah o kâfirleri çepçevre kuşatmıştır» (46). îşte bu son âyetler, büyük Arap şairi Lebid'in, bunların ve bütün Kur'an’ın Allah kelâmı ve Hz. Muhammed'in Allah resulü olduğunu kabul ederek, Kabe duvarına asılan ve yedi büyük şiirden biri olan kendi şiirini indirmesine sebep olmuştur. Bu âyetler, Kürsi (Bakara 255), Allah'ın Bir'liği (47), Tufan (48), Zilzâl (deprem) (49) ve Kâria (kıyamet) âyetleri gibi, dini heyecanı en yüksek derecede duyuran âyetlerdir. Zilzal (deprem) sûresi şu âyetlerle başlar: «Yer, şiddetli sarsıntısı ile sarsıldığında, içindeki ağırlıklarını çıkardığın-dia...» (50). rini ve geçmişlerini) bilir. İnsanlar O'nun ilmine, ancak müsaade ettiği kadar nüfuz edebilirler. Kürsüsü, gökleri ve yeri kaplar. Gökleri ve yeri korumak O'na güç gelmez. 0, pek yüce ve çok büyüktür». (46) Bakara sûresinin 17, 18 ve 19. âyetleri. (47) Allah Bir'dir. Allah Samed'dir. Doğmamış, doğurmamıştır. Hiçbir şey O'na denk değildir. (îhlâs) (48) Allah'ın emri duyuldu : «Ey arz, suyunu em; ey gök, yağmurunu kes!». Su çekildi, iş tamam oldu ve gemi Cudi dağı üzerinde karaya oturdu. O zaman «Zalimler Allah'ın rahmetinden uzak olsun!» diye nida edildi. (49) Kıyamet. Kıyamet nedir? Sen onu kendi kendine anladın mı? O günde ki insanlar dağılmış çekirge gibi birbirlerine girerler. Dağlar atılmış pamuk gibi olur. Tartıları ağır gelenler, razı olduğu hayatı yaşar, safa içindedir. Tartıları hafif gelenlerin yeri ise cehennem! Cehennem nedir? Kızmış, köpürmüş bir ateş. (Karia sûresi). (50) Zilzâl sûresinin 1. ve 2. âyetleri. 374 HAMMÎSH. BÜYÜK DEPREM O günlerde meydana gelen korkunç bir deprem, Zilzâl süresindeki tarifi hatırlatıyordu. İstanbul büyük hasar görmüştü (51) (22 Nisan 1766 - 13 Zilhicce 1179). Kurban bayramının üçüncü günü meydana gelen bu depremde en çok hasar gören yapılardan biri Fatih Camii idi ve bu olay, batıl inancı olan kimseleri çok etkilemişti. Deprem kötü yorumlara yol açtı ve halk, Kurban bayramının üçüncü günü meydana gelen bu olayda, Allah'a, koç yerine İstanbul'un sur ve saraylarının kurban edildiğini söylemeye başladı. Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa'da ancak İstanbul'un fethinden sonra sağlam bir şekilde yerleştiğini, Fatih tarafından yaptırılan caminin yıkılmasının imparatorluğun da yıkılacağına işaret sayılacağını söyleyenler oldu (52). Depremin sebep olduğu hasar yirmi iki bin kese olarak hesaplandı ki bu, onbir milyon kuruş eder. Bu para muazzam olmasına rağmen, cimri olmaktan ziyade tutumlu olan padişah, halkı da tatmin etmek için, masraftan çekinmedi ve zarar gören bütün yapıların onarılmasına karar verildi. Fatih Sultan Mehmed Camii'nin vakıf gelirleri caminin onarımı için yeterli değildi. Yeterli para hazine yardımı ile tamamlandı. Tamir işi için Haşim Ali Efendi görevlendirilmişti. Ondan başka yedi kâhyaya pazar binalarının, şehir surlarının, baruthanenin, saraçlar çarşısının, hümâyun sarayının, yeniçeriler kışlasının ve Tophane'nin tamir işleri verildi. Fatih Camii'nden başka Sultanselim Camii, Süleymaniye ve Şehzade camileri, Sultan Osman Camii, yapımı henüz tamamlanmış Validesultan Çeşmesi ve Ayasofya Camii de tamir gördüler. Bunlardan bazılarının kubbeleri, bazılarının da sadece minareleri hasar görmüştü. Diğer bazıları da tamamen yıkılmıştı. (51) Burada deprem tarihi Türk ve Avrupa takvimlerine göre bir gün farkediyor. 13 Zilhicce 23 Nisan'a rastlıyor, ama 13 Zilhicce 23 Nisanın gün batınımdan başlatılıyor ve deprem gün batışından yarım saat sonra olmuştu. Vâsıf, s. 275. (52) O deprem olayında imparatorluğun yıkılacağı gibi bir kehanette bulunulmamıştı. Fakat ortaelçi Penkler, bu söylentinin o deprem sırasında ortaya atıldığını söylüyor. OSMANLI TARİHİ 375 Çevrede büyük hasar gören yerler arasında Büyük ve Küçük Çekmece, Burgaz, Çorlu ve Karıştıran kazaları vardı. Kısaca, hemen hemen her tarafta duvarlar ve camiler yıkılmış, şom ağızlılar bu olayı ordunun ve imparatorluğun yakında yıkılacağına yormuşlardı. Fakat, şom ağızlıların kötü yorumu ile bağlantılı olmasa da, Muhsinzâde'nin sadrazamlığının ilk yıllarında meydana gelen iki yangın ve bir depremden iki yıl sonra, kötü yorumu doğrularcasına, Rusya ile savaş başlayacaktı. Altı yıl sonra Muhsinzâde'nin ikinci sadrazamlığı döneminde bu savaş büyük bir felâketle sonuçlandı. Gürcistan'da, Kıbrıs'ta, Arabistan'da ve Mısır'da patlak veren ayaklanmalar da sanki şom ağızlıların kehanetini tamamlıyordu. KIBRIS OLAYLARI Kıbrıs'ta, Girne muhafızı Halil Paşa, ada muhassılı Çil Osman'a başkaldırmıştı. Onu yatıştırmak için gönderilen yeni mu-hassıl Süleyman Ağa'yı da Halil Paşa Lefkoşe'de kuşatma altında tuttu (Haziran 1766). Emrine iki firkateyn ve iki küçük kadırga verilen Cafer Bey ile Tekke Beylerbeyi Kör Ahmed Paşa'ya, ayaklanmayı bastırıp âsileri cezalandırmaları emredilmişti. Fakat, Cafer Bey'in deniz erleri adaya âsilerden daha fazla zarar verdiler ve buradaki Türkler, Rumlar ve Frenklere dehşet saldılar. Kör Ahmed Paşa’nın oniki gemi ve Tekke birliklerinden temin ettiği askerlerle adaya yaklaştığını gören Halil Paşa, Lefkoşe kuşatmasını kaldırarak Değirmenlik'e çekildi ve burada çıkarma yapan paşanın hücumunu bekledi. Bu hücum oldu ve çatışmada Halil Paşa öldürüldü. Onun ve başlıca suç ortaklarının başları vurularak istanbul'a gönderildi. Bu başarı, Kör Ahmed Paşa’nın üç tuğlu paşa unvanını almasına sebep oldu (Ağustos başlan). O günlerde İstanbul limanında bir yangın çıktı. Kaptan Çunkar, Galata ve Yenibahçe kapısı arasmda demir atmış, fakat geceleyin gemisini terketmişti. Bu ihmalin sonucu, gemide çıkan yangın Cib Ali (Cibali) rıhtımı yakınında (Haliç'te) ba- 376 HAMMEK zı Yahudi evlerini tutuşturdu. Gemiyi oradan uzaklaştırmak istedikleri zaman, yangm Kaptan Paşa köşküne de sıçradı. Bunun üzerine Tosun Mehmed Paşa derya kaptanlığından azledildi ve yerine Rumeli Beylerbeyi Melek Mehmed Paşa tayin edildi (Ağustos 1766 - Rebiülevvel 1180). Bundan bir süre sonra başka bir yangın, Aydınoğlu Tekkesi ile Kaptanpaşa Medresesi arasında kalan evleri yakıp kül etti. Yangın, buradan da saray kapısına kadar geldi (23 Ocak 1767 - 23 Şaban 1180). GÜRCİSTAN'DA İÇ SAVAŞ Gürcistan eyâletinde başlatılan iç savaş, devlet için yangınlara göre çok daha büyük zararlara yol açıyordu. Çıldır Valisi Hasan Paşa, Goril üzerine yürürken, geçit vermek istemeyen Bori kalesinin sakinlerini tutuklamış, bir kısmını da kılıçtan geçirmişti. Daha sonra Gürcü prenslerinden Dadyan'ı askere gerekli hububatı temin edebilmek için rehine almıştı. Ayrıca Sianço kalesini de ele geçirmiş, muhafız kumandan olarak buraya Prens Salomon'un yeğeni Tahmuras'ı getirmişti. Salomon ise kaçıp Rusların himayesine girmiş bulunuyordu (1765). Hasan Paşa, Mingreli'de kışlamasını tam olarak bitirmeden, daha baharın ilk günlerinde, Salomon'un son kalesi olan Sovir'e doğru yürüdü. Yirmi beş gün süren bir kuşatmadan sonra kale teslim oldu. Bâb-ı Âli'nin talimatı üzerine bu kale Tahmuras'ın emrine verildi. Kutais'te Gürcistan'ın ileri gelenleri toplandı ve yapılan anlaşmayı imzalayarak Tahmuras’ın tebası olmayı kabul ettiler. Hasan Paşa da kalenin anahtarlarını Tahmtıras'a teslim etti (1766). Canik muhassılı Ali Bey Kutais'te bırakıldı. Emrindeki garnizonda Canik'ten ve Erzurum'dan getirilen dört bin milis vardı. Bundan sonra serasker Ahıska'ya döndü ve idare, eski vali Çelik îbrahim Paşa'ya üç tuğlu paşa unvanıyla verildi. OSMANLI TARİHİ 377 MISIRDA ALİ PAŞA OLAYI Mısır'da şeyh-ül beled'ler, yani Kahire'nin yönetimini ellerinde tutan en nüfuzlu Memlûk beyleri, uzun zamandan beri Osmanlı valilerine cephe almış bulunuyorlardı. Bâb-ı Âli, Mısır valisi Halil Bey'i azlederek onun yerine Abaza Ali Paşa'yı getirmişti. « önce silahdar olan ve müteveffa kethüda İbrahim Paşa'nın himayesini gören Ali Paşa, Râgıp Paşa'nın sadareti sırasmda Dimyat'a (Mısır'da) kaçmıştı. Düşmanı Çerkeş İbrahim'in katili olarak aranıyordu. Çerkeş İbrahim'i Suriye'de, Akkâ muhafızı Şeyh Tahir'in yanında iken öldürmüştü. Ali Paşa Kahire'ye döndüğü zaman, bazı dostlarının yardımı ile tekrar şeyh-ül beled oldu. Bundan yararlanarak Osmanlı valisi Hamza Paşa'dan, diğer Memlûk beylerinden biri ve kendisinin düşmanı olan Hüseyin Keşkeş Bey'in azledilmesini istedi. Hüseyin Keşkeş o sırada, Yukarı Mısır'da, Salih Bey adındaki başka bir Memlûk beyi ile savaş halindeydi (53). Vali Hamza Paşa, Ali Paşa'nın isteğini yerine getirmediği gibi, Hüseyin Keşkeş'e gizlice bir mektup göndererek, daha önce kendisi için çıkartılmış bir fermanı dikkate almadan Kahire'ye gelmesini istedi. Bu, Mısır valilerinin her zaman uyguladıkları ve bütün idare ilmini de özetleyen bir vecizeye dayanıyordu: «Böl ve hükmet!» (54) (1766). Hüseyin Bey Kahire'ye döndü ve evvelce el konmuş mallarını da geri istedi. Öte yandan Salih Bey ve diğer beyler, İbrahim Kâşiften yana olan ve hepsi de Ali Bey'i düşman ilân eden onbeş Memlûk beyi ile birleşerek, iki bin kişilik bir kuvvetle şehre girdiler. Burada önce ihtida etmiş bir Napolili ile Hüseyin Keşkeş'i zehirlemek istediler ama başaramadılar (NOT: (53) O devirde Mısır'ın idaresi sadece görünüşte Osmanlı valisinin elindeydi. Gerçekte ülkeyi Memlûk beyleri yönetiyordu- Vali yüksek memuriyetleri bu nüfuzlu beylere (aile ve gruplara) bir denge gözeterek dağıtmaya çalışırdı. Beyler birbiriyle geçinemez, yüksek mevkiler ve çeşitli menfaatler için devamlı çatışma halinde bulunurlar, istedikleri olmazsa valiye, yani Bâb-ı Âli'ye başkaldırılardı (Çevirenin notu). (54) 4 Mart 1766 tarihli Lettera di Alessandria, Penkler'in 2 Haziran tarihii raporuna ekliydi. HAMMEL 378 9). Ali Paşa kendisine karşı birleşenlerin kuvveti karşısında direnemedi. Hazinesini ve sekiz uşağını alarak Kubbet-ül Ze-heb (Altın Kubbe) adındaki bir köye çekildi. Fakat iki bin kişilik kuvvet bu köyü kuşattı. Ali Paşa hayatını kurtarabilmek için üçbin altıyüz kese para ödemek zorunda kaldı. İddiaya göre bu para, onun üç yılda toplayıp vermediği bir vergi idi (55). Ali Paşa'nın otuz milyon kuruş tahmin edilen malvarlığına da el konuldu. Bundan sonra Ali Paşa, evvelce olduğu gibi tekrar Suriye'ye giderek Şeyh Tahir'e iltica etti (56). Böylece, Ali Paşa'ya karşı bir zafer kazanan Hüseyin Keş-keş, Memlûklerden Hasan Bey'i öldürttü, birkaçını da Cidde'ye sürdü (57). Bu olaylar üzerine Hamza Paşa Mısır valiliğinden alındı ve yerine Rakım Mehmed Paşa tayin edildi. Yeni vali, evvelce altı madde ile tespit edilmiş, Eşeriye ve Bekriye ailelerinin şeyhleri tarafmdan da imzalanmış bir vergi anlaşmasmı uygulayacak, Mekke ve Medine'ye verilmesi gereken buğdayın gönderilmesini de temin edecekti. ARABİSTAN'DA KARIŞIKLIK Bir süreden beri Medine'de de sükûnet bozulmuş, huzur kaçmıştı. Beni Ali ve Beni Safer, birbirlerinin can düşmanı olan aşiretlerdi ve bu da halkın ikiye bölünmesine sebep olmuştu. Beni Ali grubundan olanlar, öteki grubun, yakmdaki geniş hurma bahçelerinin yer aldığı bölgeye gelmesini, Beni Safer grubundan olanlar da ötekilerin şehir içinde üst makamları almalarını istemiyorlardı. Bu anlaşmazlık bölgedeki diğer Arapları da çok rahatsız ediyordu. Mekke şerifi Musaid ile Cidde valisi, iki grup arasındaki uyuşmazlığı gidermek için epeyce gayret sarfettiler. Hanefî mezhebinin müftüsü ise Şafii mez• (55) O tarihlerde yıllık vergi tutarı olan bin iki yüz% kesenin tutarı, altı yüz bin kuruş ediyordu ve orada bir kuruş bir duka altınına eşitti. * '(56) Alessandria'nın 19 Nisan 1766 tarihli mektubunda Ali Paşa'nın Gazze'de öldürüldüğü yazılıydı ama bu doğru değildi. (57) Vâsıf, s. 287'de anlatıyor. Volney ve Savary ise bu olaylarla ilgili bir şey yazmıyorlar. OSMANLI TARİHİ 379 hebinin müftüsü, dört yüz kişiden oluşan bir heyetle Medine'ye gidip, bu kan kavgasma bir son vermek, çalman hayvanları tazmin ettirmek için çalıştılar. Bu çalışmalar sonunda Medine ile hurma bahçeleri arasında ulaşım sağlandı ve kutsal şehir sükûnete kavuştu. Fakat kısa bir süre sonra, Araplar Medine'de huzuru tekrar bozdular ve şikâyetler çoğaldı. Bunun üzerine, Mekke şerifi ile Cidde valisine barış ve asayişin sağlanması için yeni bir emir verildi. Bu olaylarda Medine sakinleri hiçbir suçlarının olmadığını ispatladılar. Zaten herhangi bir Arabm Medine çarşısında ve ana caddesinde silahlı olarak dolaşması yasaklanmıştı. Bu yasağa devam edildi. SU BENDİ (BARAJ) İNŞAATI Daha önce de sözünü ettiğimiz korkunç deprem, yalnız cami ve surları yıkmamış, İstanbul'un su ihtiyacını karşılayan bendlerin, su yollarının ve sarnıçların da hasar görmesine sebep olmuştu. Bunlar tamir edildi ve kısaca «Ayvaz» denilen İvazeddin Vâdisi'nde, eski bendin bir fersah yakınında yeni bir bend yapıldı. Fakat bu, eski bendde biriken suyun akışını sadece bir çubuk kalınlığında arttırdı (58). Yeni su kemerinin henüz yarısı bittiği bir sırada padişah teftişe geldi ve çalışmalardan memnun kalarak işin yürütülmesinden sorumlu Yenişehirli Çavuşbaşı Osman Efendi'ye on-bin kuruş mükâfat verdi. Aynı günlerde harap olan Mekke su kemerlerinin tamiri işi de Feyzullah Efendi'ye verilmişti. Bu kemerler Hunayn kaynağının suyunu Arafat dağına getiriyordu. Tamir için gereken (58) Vâsıf. s. 278. Andreossi'nin «İstanbul ve Boğaziçi» adlı ve 1828'de yayınlanan eserinin 411. sayfasında, bu konuda şöyle deniyor: «Belgrad su yollarının, İvaz bendinin ve bunlara bağlı su kemerlerinin, Muhteşem Süleyman (Kanunî) tarafından yaptırıldığı söylenir.» Oysa bu su kemerleri ve Burgaz bendi tâ Andronic zamanında yapılmıştır, fakat Kanunî zamanında tamir edilmişlerdir. İvaz kemerlerinin yapılması ise m. Mustafa zamanına rastlar. Vâsıf in tarihinde bu husus açıkça belirtilmiştir. 380 HAMMER masraf sekiz bin kuruştu ve para Mısır'dan alman vergilerden düşülmek suretiyle temin edildi. Bu vesileyle hacılar «Devletin işleri su gibi hiçbir engelle karşılaşmadan yürüsün» şeklinde dua ettiler (59). DONANMA DENİZE AÇILIYOR Padişah, donanma ile ilgili çalışmaları da yakından takip ediyordu. «Mesken-i Gazi» adlı savaş gemisinin denize indirilmesi vesilesiyle düzenlenen merasimde hazır bulundu (6 Nisan 1767 - 7 Zilkade 1180). Bu olaydan ondört gün evvel derya kaptanlığına getirilen Mehmed Paşa, Râgıp Paşa'dan dul kalan padişahın kız kardeşiyle evlenmişti, yani padişahm kayınbiraderi idi. Padişah ona «Melek» lâkabmı vermişti. Bundan bir ay sonra ve Kurban bayramından beş gün evvel, donanma limandan çıktı (4 Mayıs 1769 5 Zilhicce 1180). Bir yıl önce donanma merasimle denize açılmak üzere iken, buna o büyük deprem engel olmuştu. Kaptan Paşa sahil köşkünde padişahm elini öptükten ve kendisine kürk giydirildikten sonra, Dolmabahçe yakınmda ve Barbaros'un türbesi önünde demir atarak burada birkaç gün donanmanın toplanmasını bekledi. Bundan sonra iki gün de Yedikule açıklarında vakit geçirdi. Oradan yıllık turunu yapmak üzere Adalar Denizi'ne (Ege'ye) doğru yelken açtı. Adaları korsanlardan temizleyecek, biriken vergileri de toplayacaktı. Kıbrıs'a doğru yoluna devam ederken, Maltalı korsanlara ait üç geminin bu ada açıklarında görüldüğü haberini aldı. Cafer Bey'in kumandasındaki gemi bunlardan birini Kerpe açıklarında yakaladı. Gemi ele geçirilip, yirmidokuz korsan ve onlara kumanda eden Maltalı şövalye esir alındı. İkinci korsan gemisini Koron üssünün kumandanı İbrahim Bey takip etti ve Mayna açıklarında yakaladı. İki saat süren çatışmadan sonra bu gemi batırıldı ama, korsanlar karaya çıkıp kaçabildiler. Bir Rus korsan gemisi, Lazkiye açıklarında içinde yirmi-dört müslüman bulunan ve şahtur denilen bir gemiyi yakala(59) Meşar-i umuru devlet, vareste-i has haşa ki Kudret. Vasıf, s- 298. OSMANLI TARİHİ 381 mış, Malta'ya doğru götürüyordu. Onu, Girit'teki donanmanın kumandanı El-Hac Hüseyin Paşa yakaladı. Borda bordaya gelerek çarpıştılar ve galip gelen Hüseyin Paşa korsan gemisini İskenderiye'ye götürdü. Mısır valisi onu bir hilât giydirerek taltif etti. DİVAN TOPLANTILARI Üçüncü Mustafa, çok yararlı olan bir geleneğe bundan böyle de uyulmasını, divan toplantılarının haftada en az bir defa yapılmasını istedi. Kubbealtı toplantıları, vezirler İstanbul'da pek bulunamadıkları için uzun zamandan beri yapılamıyordu. Ancak asker maaşlarının dağıtılması vesilesiyle (üç ayda bir) veya büyük kabul veya merasimler için bir araya gelebiliyor-lardı. Bu toplantılarda devlet işleri görüşülemiyor, sadece birbirlerini görmüş ve halkın dikkatini çekmiş oluyorlardı. Son divan toplantısı, Fas Sultanı Mulay Abdullah Bin İsmail'in elçisini kabul vesilesiyle yapılmıştı. Bundan beş yıl önce de, Râ-gıp Paşa’nın sadrazamlığı sırasında, Fas sultanı bir elçi ve bu elçi ile padişaha değerli kılıçlar, mücevherler, süslü eyer takımları göndermişti. O zamanki Fas elçisinin talebi, gemi yapımında gerekli malzemenin temini idi. Râgıp Paşa bu isteği derhal karşılamıştı. Bu defa gelen elçi ise, Üçüncü Mustafa'nın Fas Sultanı'-na yazdığı bir mektubun cevabını getiriyordu. Padişah, sultandan, adamlarının ele geçirdiği Sirakuzalılara ait gemileri iade etmesini istemişti. Bu vesile ile Fas elçisi, padişaha, sultanın gönderdiği safkan dört Arap atı ile, yakutlarla bezenmiş bir eyer takımı hediye etmişti. MEŞHURLARIN ÖLÜMÜ O yılın Ramazan bayrammdan sonra yüksek mevkilerdeki yeni tayinler ve değişiklikler ilân edildi. Devlet ricalinden ölenlerin sayısı da az değildi. Kars valisi Mehmed Paşa'yı Karslılar istemediler ve ayaklanarak silahlı direnişe geçtiler. Kendilerine yumuşak davra- 38S HAMMER nılmca cüretlerini daha da arttırdılar. Kalabalık arasından fırlatılan bir taş valinin dalağının üzerine isabet etti ve ölümüne sebep oldu. Şehrin Aksakalları (sözleri geçen yaşlıları) ve nüfuzlu kişileri ayaklanmaları güçlükle yatıştırdılar ve sükûnet sağlandı. Asayişin korunması ve kargaşalığa sebep olanların cezalandırılması işi, Van valisi Sarızâde Mehmed Paşa'ya verildi (60). Aydın sancağı da Kars'takine benzer bir ayaklanmaya sahne oldu. Eğridirli Yılanlı Musa Efendi, Aydın muhassüı Vezir Abdurrahman Paşa'ya karşı isyan bayrağım kaldırmış, Ab-durrahman Paşa da Eğridir kalesine sığınmıştı.Sonra buradan da kovulmuş ve Ermenek'e kaçmıştı, Burada kendisine Şeyh Efendi arka çıktı, Abdurrahman Paşa, Yılanlı Musa'yı, bir daha Eğridir'de görünmemesi şartiyle affetti. Fakat az sonra İsparta yolunda vefat edince, Yılanlı Musa Eğridir'e döndü. Aynı dönemde eski Şeyhülislâm Ebubekirzâde Ahmed Efendi'nin ölümü de büyük üzüntüye sebep oldu. Alim olduğu kadar konuksever olan bu büyük insan, sofrasmı da, bilgisini de başkalarıyla paylaşmaktan her zaman memnun olurdu (3 Temmuz 1767 « 5 Saf er 1181). Yine o günlerde eski İstanbul Kadısı ve meşhur Naili Efendi'nin oğlu, gece gündüz kendisini tarih araştırmalarına veren Hamid Mehmed Efendi de öldü (13 Mart 1767 - 12 Şevval 1180). KIRIM HANININ VE ŞEYHÜLİSLÂMIN AZİLLERİ Bundan yedi hafta sonra Kırım Hanı Selim Giray azledildi ve yerine Arslan Giray getirildi. Arslan Giray oniki yıl kadar önce, Bâbı Âli'nin rızası olmadığı halde hanlıktan düşürülmüş, Rodos'a sürülmüştü (3 Mayıs 1767).- Fakat tahtına oturmak için henüz Bahçesaray'a gelmeden, kendisine refakat eden mabeynci ile Kavşan'da bulunduğu sırada vefat etti, Bu defa, aynı aileden olan Maksud Giray, Kırım. Hanı oldu. (60) Bunları anlatan tarihçi Vâsıf olayların görgü tanığıdır. Çünkü o sırada Kars'ta vergi muhassılı olarak bulunuyordu. OSMANLI TARİHİ 383 Selim Giray'ın azlini Şeyhülislâm Dürrizâde'nin azli takip etmişti. Bu şeyhülislâm, Râgıp Paşa’nın savaştan yana olan fikirlerine karşı idi ve bu yüzden Rusya'dan yana görülüyordu. Oysa onun halefi olan Veliyüddin Efendi ise, tıpkı Maksud Giray gibi, Rusya ile harp edilmesinin ateşli bir taraftarı idi (23 Nisan 1767 - 24 Zilkade 1180). BÜYÜK YANGIN Bu sırada Pera (bugünkü Beyoğlu) semtinde çıkan bir yangını, felâket yorumcuları yine büyük bir harbin habercisi saydılar. Bu yangmda Rusya, Napoli, Hollanda sefarethanele-riyle yirmisekiz ev ve bir fransisken kilisesi yanıp kül olmuştu (27 Ekim 1767 « 3 Cemazieleyvel 1181). Bundan beş yıl önce, Râgıp Paşa’nın ölümüne yakın günlerde de, onun Belgrad anlaşmasını bozup Prusya ile ittifak kurarak Avusturya'ya savaş açmayı düşündüğü sırada bir yangın olmuş, Triniter Kilisesi yanmıştı. Halk bunu da savaşa işaret saymıştı. Bu defa Pera'da çıkan yangmda Fransız sefarethanesi kül olmaktan, o sırada İstanbul limanında demir atmış bulunan Fransız gemilerinden yardıma gelen denizcilerin gayreti ile kurtulmuştu. MISIR'DA KARIŞIKLIK O güne kadar hiçbir Avrupalı tarihçinin adından söz etmediği, Osmanlı tarihçisi Vâsıf Efendi'nin ise Bulutkapan lâkabını taktığı Abaza Ali Paşa’nın Gazze'ye kaçışından bu yana bir yıl geçmişti. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, Bulutkapan Ali Paşa'yı Mısır'dan sürüp çıkaran, ona karşı olan Memlûk beylerinin başı Hüseyin Keşkeş idi. Yeni Mısır valisi Rakım Mehmed Paşa, eyâletin iç işleriyle ilgili özel kanunu tekrar yürürlüğe koydu. Ama sükûnet uzun sürmedi ve Bulutkapan Abaza Ali Paşa Gazze'den gelerek yukarı Mısır'a yerleşti. Burada Mağriblilerden, Fellâhlardan ve çöl Araplarmdan oluşan bir ordu meydana getirdi. Bu ordu ile bütün Mısır'ı tehdit edi- 384 HAMMER yordu. Tam bu sırada Kahire'de üç vezir bir araya gelmiş bulunmaktaydı. Bunlar eski vali Hamza Paşa, yeni vali Rakım Mehmed Paşa ve Mısır hacılarının emîri olan eski Cidde valisi Ahmed Paşa idi. Üçü de Osmanlı Devleti'nin temsilcisi oldukları için, Memlûklerin birbirine muarız ve hasım olan her iki grubu tarafından hem istenmiyor, hem de bunlardan korkuluyordu. En büyük iki Memlûk partisinin beyleri, Hüseyin Keşkeş ile Bulutkapan Ali idi. Hüseyin Keşkeş Kahire'ye hâkimdi. Ocaklılarla, yani yerli askerlerden oluşan yedi birlikle ittifak halindeydi. îyi kabul görmediği düşüncesiyle yeni valiyi istememeye ve eyâleti yeni karışıklıklarla tehdit etmeye başlamıştı. Fakat durumu, Bâb-ı Âli'nin menfaatlerini çok iyi koruyan ve meseleleri çok iyi bilen Rakım Mehmed Paşa'ya saygılı olmaya onu mecbur ediyordu. Evvelce istanbul'da kethüda olan İzi Ahmed, güçlükle de olsa, Hüseyin Keşkeş ve taraftarlarının endişelerini giderdi. îzi Ahmed Kahire yakınlarındaki Adiliye'de karargâh kuran Hüseyin Keşkeş'i Kahire'ye ve bu şehre hâkim bir noktada bulunan kaleye götürdü (12 Ekim 1767). Fakat Hüseyin Keşkeş bu görevi yerine getirir getirmez, Memlûk süvarilerinden oluşan kalabalık bir birliğin başında, kendisini takip eden diğer beş Memlûk beyi ile birlikte, Bulutkapan Ali Paşa ile karşılaşmak için harekete geçti. Bulutkapan Ali Paşa’nın ordusu Yukarı Mısır'da, Kahire'ye dört gün uzaklıkta idi. Salih Bey'le ittifak kurmuş ve ordularını birleştirmişlerdi. Hüseyin Keşkeş, öncü kuvvetlerin kumandanlığını Kethüda Mumcu Ali'ye verdi ve onu düşman mevzilerini keşif için ileriye gönderdi. Fakat Mumcu Ali'nin öncü birliği pusuya düşürüldü ve kılıçtan geçirildi. Nihayet iki ordu, Kahire'ye iki günlük mesafede bir yerde karşılaştılar. Bu savaşta Hüseyin Keşkeş yenildi. Bütün karargâh ve topçu birliği Bulutkapan'ın eline geçti (20 Ekim 1767) (61). (61) Lettera di Ali Paşa, 27 Ekim. Bu mektup, Brognard’ın 29 Aralık 1767 tarihli raporuna ekli idi. OSMANLİ TARİHİ 385 Bundan sonra Kahire, Bulutkapan'la müzakere için harekete geçti. Davet edilen Bulutkapan'a, şehre ancak sekiz bin kişilik bir kuvvetle girebileceği, bütün orduyu getiremeyeceği bildirildi. Bulutkapan Ali Bey (Paşa) iki gün sonra, üç yıldan beri sürgünde bulunan ve gözden düşmüş bütün diğer beylere haberciler gönderdi ve müttefiki Salih Bey'le birlikte, gösterişli bir şekilde Kahire'ye girdi (22 Ekim 1767). Vali Mehmed Rakım Paşa'nın huzuruna çıkarak bağlılığını bildirdi ve saygılarını sundu. Vali de onu şeyh-ül beled (yani şehirler şeyhi, valiye bağlı en yüksek memur) ilân etti ve bunun simgesi olarak da değerli bir kürk giydirdi. Memlûk Beyi Ali Paşa'nın iktidarı işte böyle başladı. Onun valiye, yani Bâb-ı Âli'ye bağlılığı sadece zahiri idi. Bu sözde bağlılığın delili olsun diye ve Bâb-ı Âli'ye ödenecek vergi olarak, alelacele bin beşyüz kese para topladı. Fakat, tâbilik maskesini çabuk çıkardı ve bir yıl sonra kendi adına para bastırmaya başladı (1768). O sırada başka gaileleri olan Bâb-ı Âli buna müdahale edebilecek durumda değildi. Sadece valiyi değiştirmekle yetindi. Rakım Mehmed Paşa, en önemli eyâletlerden biri olan Mısır'ı yönetemeyecek kadar yaşlı idi. Onun yerine Rakka valisi Dividdar Mehmed Paşa tayin edildi. MEDİNE'DE GERGİNLİK Medine'de şehri savunmada önemi büyük olan İki kapının kapanması (62), şehirlilerle çevredeki Araplar arasmda gerginliği iyice arttırmıştı. Bu tedbiri gerekli görerek uygulayan Kebab Salih'in ölümü ve taraftarlarından bazılarının iki grup arasındaki anlaşmaya rağmen idam edilmeleri, şehir sokaklarında sık sık silâhlı çatışmalara sebep oluyordu, işte şimdi burada da sükûnet sağlanmış görünüyordu. Bu kutsal şehirde asayişi sağlamakla görevlendirilecek el(62) Kapatılan Kapılar: Gaza Kapısı ve Fetih Kapısı. Vâsıf, s. 506. Hammer Tkrihi, C: VIII. E: 25 386 IÎAMMER li özel muhafız ayrıldı. Bunlar için gerekli iki bin dukalık tahsisatı da Bâb-ı Âli onayladı. GÜRCİSTAN VE KARADAĞ OLAYLARI Öte yandan, imparatorluğun kuzey-doğu ve güney-doğu sınırlarında (Gürcistan ve Karadağ) eyâletlerin durumu, güney sınırlarındaki durumdan daha iyi değildi. Ahıska valisi İbrahim Paşa bu şehirden kovulunca, Bâb-ı Âli onun yerine Trabzonlu Numan Paşa'yı tayin etmişti. Numan Paşa çok sayıda askerle âsilerin üzerine yürüdü, meydana gelen iki çarpışmada onları tepeledi ve idareye hâkim oldu. Aynı zamanda daha çok Çıldır Valisi olarak tanman Ahıska valisinin kethüdası, Görü Prensi Salomon'u takibe koyuldu. Bağdadcık (yani küçük Bağdad) denilen kalede kamp kurduğu zaman, âsi prens Salo-mon buraya gelerek özür diledi ve bütün kabahati eski Çıldır valisi Ahmed Paşa'ya yükledi. Ahmed Paşa’nın Ahıska'da bir cami ve bir kütüphane yaptırdığını daha önce söylemiştik. Prens Salomon bundan böyle Bâb-ı Âli'nin bütün emirlerine uyacağma, Rusya'nın tahriki ile Gürcüleri ayartan bir Rum keşişini (63) de teslim edeceğine, Soveyra kalesini yıkacağına veya burasını bir Osmanlı garnizonu haline getireceğine, esir satışlarına da karşı çıkmayacağma söz verdi. Bu teklifler Bâb-ı Âli'ye bildirildi ve Bâb-ı Âli kabul etti: Soveyra kalesi yıkıldı, Rum keşiş Hısn-ı Keyf kalesine hapsedildi ve Salo-mon'a tekrar Gürcistan Prensi (Açıkbaşlar Hanı) unvanı verildi. Küçük - Etienne (Küçük Etyen) adında diğer bir keşiş ise, yine Rusların yararına olarak Avrupa'da faaliyet göstermiş, Karadağ halkını ayaklandırmıştı. Bu keşiş peygamber olduğunu, ilham ve emirleri doğrudan doğruya Allah'tan aldığını iddia ediyor, yakında Rus ordusunun geleceğini, Karadağ'da hükümdarlık kurulacağını, Niksig'den Sentari'ye (64) kadar olan yerlere hâkim olacağmı söylüyordu. O sırada Bosna valisi olan eski silahdar Mehmed Paşa ile Rumeli valisi Mehmed (63) Vâsıf, s. 315'te, Rum keşişin adını Katalkoz (?) olarak bildiriyor. (64) Bosna valisine ait raporun tercümesi, Brognard'ın 1 Ekim 1766 tarihli raporuna eklidir. OSMANLİ TARİH! 387 Paşa, tımar askerleriyle bu keşişin üzerine yürüdüler; çıkan çatışmalarda onu yendiler ama, dağlık bölgenin ortasında Cet-tinge kalesine hücum edemediler. Keşiş bu kaleye sığınmıştı. Daha önce bu kaleyi Bosna valisi Köprülüzâde Numan Paşa da ele geçirememişti (65). Bosna valisinin Bâb-ı Âli'ye yazdığı raporlarda Küçük Et-yen'e karşı sağlanan başarılar, Osmanlıların Banyaluka'da (66) Almanlara karşı kazandığı zaferden daha önemli gösteriliyordu. Türklerin bu zaferi, Avusturyalılara karşı yapılan son savaşta Ali Hekimzâde tarafından kazanılmıştı. PADİŞAH YÖNETİMİ ELE ALIYOR Padişahın sevgili kız kardeşiyle evli bulunan sadrazam Muhsinzâde Mehmed Paşa, bu mevkide ancak karısının desteğiyle ve padişaha mutlak itaati ile kalabiliyordu. Üçüncü Mustafa, Râgıp Paşa'nuı ölümünden beri devlet işlerini'bizzat yürütmekteydi. IV. Murad'dan bu yana, devletin bütün işleriyle bizzat meşgul olan başka padişah yoktu. En nüfuzlu dar-üs-saade ağası olan ve haremde her istediğini yaptıran Bekir Efendi'nin idamı, bu ağaların saraydaki hâkimiyetlerine son vermişti. Râgıp Paşa altı yıl boyunca devlet dizginlerini elinde tutmuş, hem Üçüncü Osman'ın saltanatının son yıllarında, hem Üçüncü Mustafa'nın padişahlığının ilk yıllarında, devleti tam bir denetim ve hâkimiyetle yönetmişti. Ama onun ölümünden sonra yerine gelenler aynı kudreti gösterememiş, padişah devlet işlerini bizzat yürütmek zorunda kal--mıştı. Zaten bunu da istiyordu. Bahir Mustafa Paşa biraz kendi bildiğine hareket etmek istemişti ama, bu tutumu hayatına mal olmuştu . Muhsinzâde Mehmed Paşa ise, devleti Rusya ile savaşa sürükleyen güçlükler ve bunalımlar arasında, hayatını ancak karısının tesiriyle ve padişaha mutlak itaatiyle kurtarabilmişti. (65) Brognard'ın 1 Ekim 1766 tarihli raporundan. Vâsıf s. 311'de, bu olaydan çok sathi olarak söz ediyor. (66) Vila'nın (Paris, 1821'de yayınlanan) Karadağ'a yaptığı tarihî ve siyasî gezilerini anlatan seyahatnamesinde bu konu ile ilgili tek kelime yok. 388 HAMMER O dönemde, bir sultanla evlenmek suretiyle sarayla akrabalık kurmak, itibar ve siyasî nüfuz bakımından, eski dönemlere göre çok daha önemliydi ve Üçüncü Mustafa'ya yaranmanın bir yolu da bu idi. Aksi halde sadrazamları azil, sürgün ya da ölüm cezası bekliyordu. Padişahın üç kayınbiraderinin kubbealtı vezirleri olarak İstanbul'da oturmalarını engelleyen, onları valisi bulundukları eyâletlere göndermek suretiyle uzaklaştırabilen yalnız Râ-gıp Paşa olmuştu. Râgıp Paşa kendi akrabalarına da aynı şekilde davranmıştı. Böyle yapmakla damad vezirlerin eşleri olan sultanlar tarafından da bir kötülük görmemişti. Fakat, Sadrazam Bahir Mustafa Paşa Saliha Sultan’ın kocası olan Kap-tan-ı Deryâ'yı azledip bir valiliğe tayin edince, Saliha Sultan'-ın hışmına uğramaktan kurtulamadı. Azlinin ve daha sonra idam edilmesinin sebepleri arasında Saliha Sultan’ın tesirleri de vardı. ŞAHSULTAN'IN NİŞANLANMASI Bundan önceki bölümlerde de gördüğümüz gibi, Üçüncü Mustafa sultanları evlendirmekten hoşlanırdı. Çok sevdiği yeğeni Hanım Sultan'ı evlendirmekle kalmamış, kendi kızlarını da daha beşikte iken nişanlamıştır. Kızı Hibetullah Sultan daha erginlik çağma ulaşmadan vefat etti. Öbür kızı Şahsultan'ı Sadrazam Hamza Paşa ile nişanlamıştı. Hamza Paşa sadrazamlıktan azledilince, sırasiyle Kandiye valisi, Mora muhas-sılı, Mısır ve Arabistan valisi oldu. Hac farizasını yerine getirmek için gittiği Mekke'de öldü (67), Şu anlatmakta olduğumuz günlerde ise hayatta olan iki kızından büyük olanını, yani Şahsultan'ı, nişancıbaşılığa terfi eden vezir Mehmed Emin Paşa ile nişanlamak istedi. Şah-sultan henüz dokuzuncu yaşına basıyordu. İslâm Şeriati kızlar için bu yaşı erginlik çağına ulaşmış kabul ediyordu. Nişan, hıristiyan takvimine göre yılın ilk gününe rastlayan bir cuma günü yapıldı ve nişanlılar birbirlerine nişan yağlığı ile nişan armağanları gönderdiler (1 Ocak 1768 - 10 Şaban 1181). (67) 1183 (1769)'de. Cavid'in Sadrazamlar tezkiresinden. OSMANLI TARİHİ 389 Nişan hediyesi, teamüle uygun olarak önce Bâb-ı Âli'ye, oradan da saraya gönderilirdi. Hediyelerin listesini alan dar-üs-saade ağası bunu nişanlı sultana ulaştırdı, öte yandan nişan yağlığı dar-üs-saade ağası tarafından sadaret kethüdasına, onun tarafından da müstakbel damada verildi. Damadın nişanlısına gönderdiği hediyeler geleneğe uygun olarak şunlardan meydana geliyordu: Bir elmas yüzük, en değerli bir çift zümrüt küpe, elmas zümrüt ve incilerle süslü bir tül, yine incili ve zümrüt düğmeli iki iğne, elmaslı bir çift bilezik, elmaslı bir kemer, bir ayna, yakut ve incilerle süslü bir merasim mantosu, incili-yakutlu terlikler, bir çift incili-yakut-lu ayakkabı, İstanbul'da imâl edilmiş çok değerli üç parça kumaş ve nihayet çiçek ve şekerleme dolu vazolar, kâseler... Bu hediyelerin sayısı 7 (yedi)'den fazla idi; Doğulu kadın için «7» sayısı uğurlu kabul edilir. Çünkü bu sayı müslüman-ların inanışına göre meleklerin hareket halinde bulundukları yedi küreyi (yedi kat gökyüzünü) simgeler. Bunu da, tac, yüzük, kolye, küpe, bilezik, halhal veya uzun konçlu ince ayakkabı ve bel kemeri ile ifade ederler. Fakat yukarıda da gördüğümüz gibi, nişanlı sultana gönderilen hediyeler arasında bunlardan başka tül, terlik, ayakkabı gibi armağanlar da vardı. Çok eskiden, Doğu'da, bu hediyeler o kadar değerli olurmuş ki, meselâ İran veya Mısır kraliçelerine hediye edilen yalnız tül, kemer ve terlikler bütün şehirlerin bir yıllık gelirleri ile temin edilirmiş. Yukarıda saydığımız yedi hediyeye, şal, kumaş, terlik, ayakkabı, meyve, çiçek ve şeker ilâvesiyle, damadın nişanlısına gönderdiği hediye sayısı yedi sayısının iki katma (bazen üç katına, ama hep 7 sayısının katları gözetilerek) çıkarılmış oluyor. Müstakbel gelin de müstakbel damada, nişan mendiline (o zamanki deyimi ile nişan yağlığına) sarılmış bir kumaş gönderir. Padişahın eşlerinden birine lûtufta bulunmak istediği zaman sözde ayakları dibine bir mendil atması hikâyesi, işte bu nişan mendili gönderme âdetinden çıkarılmıştır. Vezir Mehmed Emin Paşa nişan vesilesiyle gelinden başka şehzade Selim'e, şehzade Mehmed'e, Şahsultan’ın küçüğü olan Beyhan Sultan'a da çiçek, meyve ve şeker göndermişti. 390 HAMMER Bu nişan olayından beş ay sonra Hatice Sultan dünyaya geldi (24 Mayıs 1768 - 7 Muharrem 1182). Padişahın iki imrahoru üç ay ara ile saraydan ayrılıp üç tuğlu paşalar sırasına girdiler. Bunlardan biri, eski çetecibaşı yardımcısı Hüseyin Ağa idi. Önce Karaman valiliğine, sonra da Anadolu Beylerbeyliğine tayin edildi. İkincisi ve Hüseyin Ağa’nın halefi, Hotin muhafızlığına getirildi ve kendisine Bo-zok ve Yarıya sancakları has olarak verildi (68). Bundan bir süre sonra da Yeğen Hüseyin Paşa Bender muhafızı oldu. ÖNEMLİ KİŞİLER ÖLÜYOR Sadrazama gelince, kendi başına verdiği tek emir, başkentte yeni hamamların yapılmasını yasaklamak oldu. Çünkü o günlerde istanbul odun ve su sıkıntısı çekmeye başlamıştı. Üçüncü Mustafa devlet işlerini gittikçe kendi ellerine alıyor, sık sık ve gizlice Bâb-ı Âli'ye geliyor, burada sadrazam, sadaret kethüdası ve reis-ül küttapla gizli toplantılar yapıyordu. Bir sabah bu toplantılardan birinden çıkarken, Kâhyabey (sadaret kethüdası) orada vebadan (?) öldü. Padişah buna çok üzüldü, ölenin çok zengin mirası kendisine kaldığı halde, «Kâh» ya’nın ömrünü biraz uzatabilene bu mirasın iki katını verirdim» dedi. Kethüda Kâşif Efendi'nin tutkusu para biriktirmekti ve cimriliği ile tanınıyordu. Ölümü devlet için büyük kayıp oldu, çünkü ondan daha çalışkan bir memur yoktu. İki defa reis-ül küttap, sonra defterdar ve defter emini, ikinci defa sadaret kethüdası olmuştu. Bütün bu görevlerde herkeste bulunmayan bir liyakat, bir beceriklilik göstermiştir. Fakat o kadar cimri idi ki, fakire bir paralık sadaka verdiği görülmemişti. Aynı günlerde defterdar Avni Efendi de vefat etti. Bu iki ölüm, idarede değişikliklere sebep oldu. Reis-ül küttap Hama-mizâde Ömer Efendi Sadaret kethüdalığına (yani dış işlere bakan reisefendilikten iç işlere bakan sadrazam yardımcılığına), Çavuşbaşı Osman Efendi reisefendilige getirildi. Abdüllâ-tif Bey ise ikinci defa mabeyn-i hümâyun müşirliğine tayin olundu. (68) Vâsıf, s. 311: 1182 yılının Sefer ayında. OSMANLI TARİHİ 391 Prenses Şahsultan'ın nişan gününde defterdarlık kethüdası ihtiyar Ebubekir Efendi de öldü (1 Ocak 1758 - 16 Şaban 1181). Bâb-ı Âli'nin en saygı gören, Üçüncü Mustafa'nın en tecrübeli idarecilerinden biriydi. Kırk yıl önce III. Ahmed zamanında hasodabaşı olmuştu. On üç defa nişancı, sekiz defa yeniçeri kâtibi, yedi defa divan kethüdası olmuştu. Muhsinzâde Ahmed Efendi bir makam sahibi değildi ama, tarihçiler onun ölümünden, sadrazamın akrabası ve Cidde'de vali iken ölen Muhsinzâde Mehmed Paşa’nın oğlu olduğu için bahsediyorlar. Dar-üs-saade ağasının ölümü başkentte geniş yankılar uyandırdı. Buna da sebep, dar-üs-saade ağasının devlet işlerinde çok etkili bir kişi olması değil, hekiminin cehaleti yüzünden ölmüş olmasıydı (3 Haziran 1768 - 17 Muharrem 1182). Hekimi ona, «Altmış»* lâkabı ile tanınan ve en ünlü müderrislerden biri olan Giritli İmam İbrahim Efendi tarafından tavsiye edilmişti. Yanlış tedavi yapmasına çok kızan padişah, hekimi sorguya çekerek dar-üs-saade ağasına ne tür bir ilâç verdiğini, hekimliği nerede öğrendiğini sormuştu. Bu sorgudan anlaşılmıştı ki, sözde hekimin beratı (diploması) yoktu. Zaten o günlerde İstanbul'da diplomasız şarlatan eczacılara da çok rastlanıyordu. Padişahın sorgulamasından sonra İmam İbrahim Efendi müderrisler listesinden çıkarıldı, himaye ettiği sözde hekimle birlikte İstanbul'dan sürüldü. Aynı ceza, Bâb-ı Âli tercümanı Karaca'nın akrabası olan Mano ismindeki başka bir hekime de verildi. Mano, hekimlik yapamayacak kadar ihuyarlamıştı ve artık hekimlikten ziyade tercümanlık yapıyordu. Bu çeşit felâketlerin tekrarlanmaması için, padişah bir emr-ü hümâyunla «Bundan böyle herhangi bir kişi diploması ve hekimlik ruhsatı olmadan bu işle uğraşır ve başkalaannın hayatıyla oynarsa, kendi hayatından olacaktır!» dedi. Padişah hekimlik işine böylece el koymuştu. Tabii kendisi tıpla meşgul olmuyordu. Fakat onun emriyle Hekim Subhi Efendi ve saray tercümanı Herbert, işbirliği yaparak, Boerhave'-nin aforizmalarını tercüme etmeye başladılar. Dar-üs-saade ağasının ölümünden üç gün sonra, Sadrazam İbrahim Paşa’nın oğlu Genç Mehmed Paşa vefat etti «5 Hazi- 392 H.AMMEK ran 1768 - 20 Muharrem 1182). Genç Mehmed, daha babası hayatta iken vezir rütbesini almıştı. Fakat sara hastalığına yakalandığı için Beşiktaş'taki yazlık evine çekilmiş, orada hayatının kırk yılını, babasının kurduğu hayır vakıflarını yöneterek geçirmişti. «Genç» lâkabı, üç tuğlu paşa unvanını çok genç yaşta aldığı için verilmişti ve bu lâkabı yarım asır, mezara girinceye kadar taşımıştı (69). O günlerde ölen diğer bir ünlü de padişahın hekimbaşısı Kâtipzâde Mehmed Refii Efendi oldu ve onun yerine Mehmed Emin Efendi getirildi. Mehmed Emin, Süleymaniye müderrislerinden biri ve buradaki Tıp okulunun en seçkin, en tecrübeli ilim adamı idi. SARAY HEKİMİ GHOBİS Padişah'ın hekimbaşılığı gelenek olarak ancak ulemâdan birine verilirdi. Fakat uzun süreden beri, bir hekimin müderris oluşu iyi bir hekim olduğuna delil sayılmıyordu. Onun için, sarayda ve haremde padişah Frenk hekimlerini tercih eder olmuştu. Frenklerin doktor olarak saraya girmeleri, Avrupalı elçilerin onları çok defa ajan, aracı ya da casus olarak kullanmalarına fırsat veriyordu. Meselâ, Sultan Mustafa'nın hekimi Napolili Caro, o günlerde Napoli'ye tamamen siyasî (tabii bu amacını gizleyerek) bir seyahat yapmıştı. Penkler'jn bazı tavsiye mektuplarını da götürdüğü için orada eşsiz bir karşılama ve itibar görmüştü. Caro'nun yerini daha sonra Alman Ghobis aldı. Bu hekim, haremdeki kadınlardan bazısının ayak ağrılarını geçirmiş ve padişahın büyük güvenini kazanmıştı. Şahsultan'ın nişanından üç gün ence, Ghobis, haremde, Sultan'ın yanında bulunuyordu. Padişah birdenbire hiddete kapılmış, Rusya'yı aşağılayan, tahkir eden sözler söylemeye başlamıştı. Padişah, Alman hekime, «Gürcistan'da ve Polonya'da yaptıkları için bu devlete savaş ilân edeceğim, Rus altınlarına dayanamayıp beni (69) Vâsıf bu konudaki ayrıntılı bilgiyi Çeşmizâde ve Muhsinzâde tarihlerinden aldığını söylüyor. OSMANLI TARİHİ 393 engelleyen ulemâdan tefessüh etmiş bazı kişiler olmasaydı, bunu çoktan yapacaktım!» dedi. Padişah'ın Rus altınları ile baştan çıktıklarını söylediği ulemânın başında, kısa bir süre azledilmiş bulunan Şeyhülislâm Dürrizâde Efendi bulunuyordu. Padişah, hekime hitaben yaptığı konuşmayı şöyle bitirdi: «Umarım Avusturya Rusya'nın müttefiki olmadığına göre bu tasarıyı uygulamama karşı çıkmaz, zaten bu devlet tarafından tehdit edilen Polonya benden, ordularımı gönderip hürriyetlerini kurtarmamı istiyor.» Bu konuşma, o güne kadar gizli tutulan Bâb-ı Âli'nin harp kararının bir açıklaması idi. Oysa şimdiye kadar yapılan konuşmalar, böyle bir hüküm verdirmeyecek kadar kapalı, tedbirliydi. Alman hekim, bu konuşmanın gerçek anlamı üzerinde bir yanılgıya düşüp düşmediğini anlamak için, Padişah'ın favorilerinden biri olan cüce Mustafa ile de bir konuşma yapmış ve yanlış anlamadığını, Devlet'in gerçek niyetinin Ruslara savaş açmak olduğunu öğrenmişti. Gerçekten, görünürde hiçbir sebep yokken, Mehterhâne-i Hayme'nin başağası, yani seıerlerde kurulan hümâyun çadırlarının başsorumlusu, Paşa Kapısı'na çağrıldı ve sadrazam kendisine çadırların durumunu sordu. Sonra da, yakında Şehzade Selim'in sünnet edileceğini, bu maksatla çadırlara ihtiyaç olacağını, birkaç yüz çadırın hazır hale getirilmesini emretti. Hekimbaşı Ghpbis, sarayda şehzade Selim'in sünnet düğününün söz konusu olmadığını öğrenince, padişahın harp hazırlığını başlattığından şüphesi kalmadı. Bu bilgiyi Hekim Ghobis'ten alan Avusturya elçisi Brognard da, Sultan Mustafa'nın Rusya ile savaşa karar verdiğini öğrenen ilk elçi oldu. Fakat birçok müzakere, yeni projeler ve diplomatik nota teatileri ile vakit geçecek, savaş ancak dokuz ay sonra başlayabilecekti. 394 HA MM EII BÂB-J ÂLİ İLE FRANSA VE RUSYA ELÇİLERİ ARASINDA NOTA TEATİSİ Rusya ile savaş tohumları o yılın başında, Rus birliklerinin Polonya'ya girmesine sebep olan anlaşmadan sonra ekilmiş ve yukarıda da gördüğümüz gibi, padişah, savaş kararını hekim Ghobise açıkça duyurmuştu (NOT: 10). Rus birliklerinin Polonya'ya girmesini Bâb-ı Âli derhal protesto etmiş, Osmanlı Devleti'nin itirazlarına karşılık Rus elçisi, hükümetinin Polonya işlerine, Polonyalıların tehdit edilen hürriyetlerini korumak, onları desteklemek için karıştığını iddia etmişti. Bâb-ı ÂH tercümanı vasıtasiyle kendisinden Rus ordusunun Varşova'ya girişi hakkında açıklama istendiği zaman, elçi, yazılı olarak verdiği cevapta, bu olay hakkında hiçbir bilgisi olmadığını, bu hareketin herhalde yeminli anlaşma hükümlerine uyulmadığı için yapılmış olabileceğini söyledi. Bu «ri1f»şnn Fransa'nın tesiriyle olmuştu. RHS elçisi Obreskov ikinci cevabında, Bar Konfederasyo-r>î (;i.'Uiya ile Prusya'nın tekliflerini kabul etmeyen Polonyalı vataLUicverleriû, Katolik Lehlerin, Rusları anavatanlarından çıkarmak ve hain saydıkları kiralı kovmak için Pranski IBra-niçkil'nin. başkomutanlığında kurdukları direniş teşkilâtı)'nun bir serseriler topluluğu olduğunu söylüyor, Osmanlılar ve Kırımlılar katolikleri desteklerken, Rusya ve Prusya'nın Dissiden'-leri (yani katolik olmayan azınlıkları), desteklememesi karşısında dünyanın ne diyeceğini soruyordu. Sonra da meselenin sadece 'dinî' olduğunu iddia ediyordu. Osmanlı vezirlerinin Prusya ve Rusya elçilerini çağırarak yaptıkları ilk toplantıda, Polonya (Lehistan) meselesi masaya getirildi. Kendilerine hesap sorulması karşısında Rusya ve Prusya elçileri, hükümetlerini savundular ve kuvvet kullanarak Polonyalıların hak ve hürriyetlerini çiğnedikleri ithamını reddettiler (Mart 1767). Fakat, kısa bir süre sonra, Rus birlikleriyle konfederasyon (direniş) kuvvetleri arasında çarpışma oldu ve bunun sonunda, konfederasyonu destekleyen Prens Raçul (Radivvil) kaçıp Boğdan'a (yani Osmanlılara) sığınmak zorunda kaldı. Bu da Bâb-ı Âli'nin kızgınlığını arttırdı. OSMANLI I UUin İ95 Öte yandan, Huşların Yem Sırbistan (Sırb-ı Cedid Nou-velle Servie) da bir kale kurmaları, tahkimat yapmaları yeni bir şikâyet konusu idi. Osmanlı toprağı olan Kabartay (Gürcistan'da) sınırını ihlâl etmiş olmaları, Boğdanlıları kışkırtmaları ve Karadağlıları ayaklandırmaları da savaşı kızıştıran olaylardı. Rus elçisi kendi hükümetini haklı çıkarmak için verdiği bir muhtırada, Orel'de müstahkem mevki değil sadece bir karantina kurulduğunu, yerinin de Turla (Dınyester) nehrinin berisinde, Özrye seksen, Bender'e elli fersah mesafede bulunduğunu söylüyordu. Kabartay sınırının ihlâli meselesinin de gerçek sınırın bilinmemesinden kaynaklandığını, bu sınırın batıda Osmanlılara ait Besienfden başlayıp, doğuda Terek ırmağına dökülen Krupa deresine kadar uzandığını, Kabartay topraklarının bu küçük derenin ötesine geçmediğini izah etmeye çalışıyordu. Mozdok'taki Rus garnizonunun ise bölgedeki haydutluklara, soygunlara son verdirmek için kurulduğunu ve İranlı tüccarların kaçakçılık ve hırsızlıklarını önlemeye çalışacağını iddia ediyordu. Terek ırmağı boyunca küçük çapta bazı tahkimatın da Kabartay topraklarında olmadığını bildiriyordu. Rusya'nın Gürcülere yardımı konusunda ise, Obreskov, Gürcistan'ın coğrafî durumunun ve buradaki küçük kalenin savunma için yeterli olduğuna dikkat çekiyor ve Rusya'nın yardımına ihtiyaçları olmayacağını, Rus sarayının kendine tabi olan halkların iyiliğinden başka bir şey düşünmediğini, Bâb-ı Âli ile bir savaş yapmak emelinden de çok uzak bulunduğunu anlatıyordu. Bu iddialarından başka, Obreskov, Kırım'da yeniden Rus konsolosluğunun açılmasına müsaade edilmesini istiyordu. Bâb-ı Âli, Kırım'da konsolosluk açma müsaadesini ancak Orel'deki tahkimatın kaldırılması şar tiyle verebileceğini bildirdiği zaman da, buna cevap verebilecek yetkisi bulunmadığını söyledi. Altı Rus papazının Boğdanda Rusya lehine birtakım entrikalar çevirmesi ve halkı kışkırtması olayına da Obreskov, konuyu hükümetine bildireceği şeklinde bir cevap verdi. 396 HAMMER Fakat, Rus hükümetinin bu konuda verdiği cevap Bâb-ı Âli'yi büsbütün kızdırdı. Bu cevapta, yönetime karşı çıkan Boğ-danlılarm Rusya'ya firar edenlerden ibaret olmadığı, Osmanlı împaratorluğu'nun her tarafında ağır vergilerden, vali veya prenslerin baskısından kurtulmak isteyenlerin bulunduğu söyleniyordu. Savaşa karar veren padişahın bu kararını hekimi Ghobis'e söylediği zaman Rusya ile münasebetler işte bu merkezdeydi. Bundan sonraki olaylar ve teati edilen notalar, Osmanlı devleti ile Rusya arasındaki uyuşmazlığın savaşa dönüşmesini hızlandırmaktan başka bir şeye yaramadı. Obreskov, Rusya'nın ayaklandırdığı Karadağlılara yaptığı yardımı, Boğdanhları kışkırtmasını ve Rus birliklerinin Varşova'ya girmelerini hep bilmezlikten gelerek, hükümetinden tamamlayıcı bilgi almak bahanesiyle bu konulardaki cevapları mütemadiyen geciktiriyordu. Onun hınk deyicisi olan Prusya elçisi de aynı şekilde hareket etmekteydi. Bu konuda teati edilen notaların incelenmesinden, o günlerde Osmanlı diplomatlarının ne kadar saf, bilgisiz; Prusya ve Rusya diplomatlarının ise ne kadar kurnaz ve düzenbaz olduklarını anlıyoruz. Bâb-ı Âli, hemen her zaman, tercümanını Rus elçisine göndererek Polonya'da Rusların şiddet hareketleri hakkında açıklama istiyor ve Obreskov her seferinde ya bunları bilmediğini, ya da bunların anlaşmalar uyarınca Polonyalıların hak ve hürriyetlerini korumak için alınan tedbirler olduğunu söylüyordu. Prusya elçisinden sorulan sorular ve alman cevaplar daha da gülünçtü. Meselâ, Bâb-ı Âli Malta’nın Silezya'da malları bulunduğunu dikkate alarak ve bunun Prusya tarafından bir baskı unsuru olarak kullanılabileceğini düşünerek, Maltalıla-rın Rakuza'dan aldıkları gemileri iade etmeleri için aracı olmalarını, bu suretle dostluklarını ispatlamalarını ve ileride Frederik Il'nin müslüman gemilerinin serbest dolaşmalarını garanti etmesini; ya da, Zegelin'in İngiltere elçisinden, II. Geor-ges (Jorj)'un Fas'a gönderdiği ajanın görevinin ne olduğunu öğrenmesini, elçiyi bu açıklamayı yapmaya razı etmesini istiyordu (Mayıs 1768). Bazen, Sakız Adası'nda bir Rumdan zorla alınan altınlara karşılık eşit mikdarda Saksonya altını öden- OSMANLI TARİHİ 397 medikçe elçi olarak mevcut haklarının sınırlanacağını söylüyor, bazen de Karadağ'daki âsilere Prusyalı subayların yardımından şikâyet ediyordu. Prusya elçisi bütün bunlardan habersiz görünüyor, Reisefendi'nin saflığından yararlanarak, ona, Macaristan'da asker yığılmasiyle ilgili bir sürü hikâye anlatıyor, Bâb-ı Âli de bu defa Avusturya elçisinden Klosterneuburg'ta denize indirilen bir firkateyn hakkında soru soruyordu. Bir Rus subayı casusluk suçundan Yaş şehrinde idam edilmişti. Obreskov, bu idamın kendisine haber verilmeden infaz edilmiş olmasından şikâyet ediyor, Reisefendi de buna cevap olarak, tutuklanan bir Rus tüccarının üzerinde bulunan mektuptan, Rus asillerinin Boğdan boyarlarını isyana davet ettiklerinin anlaşıldığını bildiriyordu. Obreskov, her zaman yaptığı gibi bu konuda hiçbir bilgisi olmadığını iddia ediyor, ama hükümeti adına, isyan edenlerin her tarafta uğradıkları hak-sızliğa ve baskıya maruz kalanlar olduğunu iğneli bir şekilde anlatıyordu. Bar Konfederasyonunun şefi Branicki (Pranski)'den ard arda gelen mektuplar (70) Bâb-ı Âli'nin hoşnutsuzluğunu arttırdı. Bu konfederasyondan Polonyalı beş asilin oluşturduğu bir heyet (71), Hotin valisine başvurarak, Aleksandroviç tarafından temsil edilmeyen Cumhuriyet'in durumu hakkında bilgi verdiler, geniş açıklamalarda bulundular (NOT: 11). Konfederasyon, sadrazama Viyana, Paris, Berlin, Dresden, Madrid ve diğer Avrupa saraylarına gönderilmek üzere itimad-nâme verdikleri elçilerin adlarını ve bunların hareket ettiklerini bildirdi. Rusların Polonya'nın Biala (Bialystok) ve Sulaç (Suwal-ki) şehirlerini işgal etmesi, Bâb-ı Âli için yeni bir kırgınlık ve kızgınlık sebebi oldu. Bâb-ı Âli, Prusya elçisine, Polonya'nın komşusu olarak, Kırım ordusunu bu devletin yardımına gön(70) Sadrazama yazılan 8 Mart ve 1 Mayıs tarihli mektuplar, Hotin valisine yazılan 7 Ağustos 1768 tarihli mektup. (71) Beş kişilik heyet: Albay DomboroskL Konfederasyon mareşali Graczinski, Albay Alexandre Groholsky, Stanislas Graizky, Stanistes Zoborovsky. (4 Temmuz ve 12 Ağustos 1768.) 398 HAMMRR dermek zorunda kalacağını bildirdi (19 Haziran 1768). Bu konuda Rus elçisi ise, eğer Kırım Hanı Polonya üzerine yürüme emri alırsa, bunun bir savaş ilânı sayılacağını ve hemen memleketine dönme hazırlığına başlayacağını söyledi. Kırım ordusu ile Ruslar arasında Balta'da çatışma başlayınca, şeyhülislâm bir fetva ile savaş meşrulaştırdı. Fakat başlangıçta bu fetva gizli tutuldu, çünkü karar isteksiz alınmıştı, ama bunu Kazasker Osman Molla ısrarla istemişti. İşte böylece, padişahın uzun zamandan beri istediği savaşa resmen karar verilmiş bulunuyordu. Fakat savaşın resmen ilânına kadar altı hafta daha geçti. SADRAZAM AZLEDİLİYOR Tasarılar tartışılır ve harp hazırlıkları devam ederken, birdenbire Muhsinzâde Mehmed Paşa sadrazamlıktan azledili-verdi. Hem de bu azil rikâb gününde, yani eski bir geleneğe göre askere ulufenin dağıtılmasından iki gün sonra vezirlerin padişaha teşekkür için rikâbdarın (üzengi ağasının) odasmda toplandıkları gün oldu (7 Ağustos 1768 - 23 Rebiülevvel 1182). Azlin sebebi, sadrazamlığın muarızları tarafından, onun yavaşlığı ve korkaklığı olarak gösterildi. Devletin içinde bulunduğu güçlükleri göğüsleyecek ve padişahın aldığı kararları başarı ile uygulayacak bir kabiliyette olmadığı söylendi. Muhsinzâde'nin ikinci sadrazamlığı sırasında vakanüvis Vâsıf Efendi'ye bizzat söylediğine göre, Şumnu'da kış karargâhında bulundukları sırada, sadrazam padişaha, savaş ilân etmeden önce sınırlarda bütün tedbirlerin tamamlanmasında, düşmanın smırları savunmasız bulmamasında ısrar etmiş, ama bu tavsiyeleri bir an önce savaş ilân etmek isteyen padişahın hoşuna gitmemiştir. Ona göre, azlinin asıl sebebi budur. Vâsıfın, sadrazamın ağzından dinleyerek yazdığı azil sebebi, elçilerin raporlarındaki görüşlere de uygun düşüyor. Bu raporlara göre, savaş ilânında inat eden padişah, prensipte sadrazammdan memnundu. Fakat, son divan toplantısında, Muhsinzâde ulema tarafını tutarak padişahı Edirne seyahatin- OSMANLI TARÎHt 399 den caydırmak istemişti (çünkü padişahın Edirne'ye gitmesi, savaş seferini başlatması demekti) (28 Ağustos 1768). Sadrazam, azlinden sonra Bozcaada'ya sürüldü. Sürgün yerine giderken hayatmı da kaybedeceğinden korkmuştu. Çünkü ona refakat eden mabeynci, daha önce Midilli'ye sürülen ve orada idam edilen Bahir Mustafa Paşa'ya da refakat etmişti. YENİ SADRAZAM: HAMZA PAŞA Muhsinzâde'nin yerine sadrazamlığa Aydın valisi Hamza Paşa getirildi. Eski silahdar Hamza Paşa en güçlü çağmda idi. Çünkü kırk yaşına henüz basmış bulunuyordu. Niğde sancağının Karahisar kazasından zengin bir tüccarın oğlu idi. Saraya onbeş yaşmda tatlıcı olarak girmişti. Sonra kendi yolunu kendisi açmış, Enderun'un çeşitli odalarmda hizmet görerek ilerlemişti. On yıl önce, yani Sultan III. Mustafa tahta çıkınca, silahdarlığa yükselmiş ve Hibetullah Sultanla nişanlanmıştı. Daha sonra vezirliğe yükselmiş ve Mora muhassıh olmuştu. Bundan sonraki on yılda ise on ayrı yerde idarecilik yapmıştı (72). Sadrazamlığa tayininden onbeş gün sonra (73) İstanbul'a gelmiş, usule uyularak saray tercümanı kendisini Üsküdar'da karşılamış, sonra da şeyhülislâmın refakatinde padişahın huzuruna çıkmıştı. Buradan çıkarken kendisine zengin takımlı bir at hediye edilmişti (22 Eylül 1768 - 10 Cemaziülevvel 1182). Hamza Paşa'nın sadarete gelişi şatafatlı ve masraflı olmuştur (74). (72) 1 -1172 (1758)'de Mora muhassıh. 2 . 1173 (1759)'de Rumeli vahşi. 3 - Aynı yü Özi muhafızlığı, 4-1176 (1762)'da Vidin muhafızlığı, 5-Aynı yıl tekrar Özi muhafızlığı, 6-Aynı yıl Hotin muhafızlığı (Bundan sonra üç tuğlu vezir unvanı alınmış ve azledilerek Dimetoka'ya sürülmüştür. Fakat bir süre sonra —yani Bahir Mustafa Paşa'nın azlinden sonra— rütbesi ve görevi iade edilmiştir.), 7 - Selanik valiliği, 8 - Mısır valiliği, 9 - Halep valiliği, 10 - Aydın valiliği. (73) Vâsıf'a göre geliş tarihi 22 Eylül, yani 10 Cemaziülevveldir ki elçilik raporlarında da aynı tarih belirtiliyor. Vâsıf, s. 216. (74) Vâsıf bunu şu Farsça beyitle ifade ediyor: Hıfz-ı devlet der perişan kerden-i sim-ö zer est Medd-i ihsan rişte-i şirâze-i in defter est Yani: İktidarı ele geçirmek için altın ve gümüş dağıt, yaptığın iyilikler hayatının kitabını oluşturacaktır. 400 HAMMER Yeni sadrâzam ilk iş olarak reis-ül küttap Osman Efendi'-yi azletti ve onun yerine Recâi Efendi'yi getirdi. Recai Efendi bu görevde altı yıl önce de bulunmuştu. O zamandan beri sadaret kethüdası, başdefterdar ve son olarak da tersane emini olarak görev yapmıştı. Yeni sadrazamın tayinini bildiren hattı şerifte, selefinin azline, devletin en önemli işlerine (savaş konusu ile ilgili işlere) fazla ihtimam göstermediği, memuriyetleri kendi adamlarına verdiği ve bunların da emniyeti kötüye kullandıkları belirtiliyordu. RUSYA'YA SAVAŞ İLÂNI Rusya'ya savaş açılıp açılmaması meselesi divanda tartışıldı (4 Ekim 1768). Rusya'nın asker sevkederek Polonya (Lehistan) topraklarını işgal ettiği, bu ülkenin bağımsızlığını kaldırdığı ve düzeni değiştirdiği, 'disiden'lere (yani katolik olmayan azınlıklara) hücum edildiği, yağmalandığı; Rusların. kaçanları Osmanlı topraklarına kadar takip ettikleri, hattâ (Türk kasabası) Balta'ya girerek han ailesine ait saraylardan birinin yakılıp yağmalandığı olaylar görüşüldü. Bütün bunlar bansın bozulduğunu gösteriyordu ve Rusya'ya savaş açılmasına oybirliğiyle karar verilmesine sebep sayıldı. Fakat, iktidara gelen yeni sadrazam henüz Rus elçisi ile görüşmemişti. Onun için elçi Obreskov'un çağrılmasına, bu durumda barış halinin ancak bir şartla devam edebileceğinin bildirilmesine de karar verildi. Şart şu idi: Rusya, müttefikleri olan dört devletin, yani Danimarka, Prusya, İngiltere ve İsveç'in de kefil olmalarıyla, Polonya kiralının seçimi ve bu ülkedeki mezhep ayrılıklarını bahane ederek, herhangi bir müdahalede bulunmayacağına dair teminat verecektir; Polonya'dan birliklerini çekecek, Polonyalıların hak ve hürriyetlerine tecavüz etmeyecektir. Bu şart dar) reddedilirse, savaşın kaçınılmaz olduğu Rus elçisine bildirilecektir. OSMANLITARİHÎ 401 Obreskov, Eylül ayının sonlarına doğru kendi hükümetinden bazı talimat almış ve sadrazamdan gizli bir görüşme talep etmiş bulunuyordu. Sekiz gün sonra, gizli olmayan bir toplantıya kabul edildi. Elçi Bâb-ı Ali'deki bu toplantıya bütün maiyeti ile birlikte geldi. Bu vesile ile yeni sadrazamı da tebrik edecekti. Obreskov yabancılara mahsus bekleme salonunda yarım saat bekletildikten sonra, bütün vezirlerin toplanmış bulunduğu divan odasma alındı (6 Ekim 1768) (75). Sadrazam, elçiyi ayakta değil, sofada ayağını uzatıp oturarak, yani aşağılayarak karşıladı. Az sonra da elçinin nutkunu yarıda kesip, konferansa gerek olmadığını, Reisefendi'den gerekli bilgileri aldığını söyledi. Bunu söylerken de göğsünden bir kâğıt çıkarıp elçiye gösterdi. Obreskov'un dört yıl önce yazdığı bu kâğıtta Polonya'daki Rus asker sayısının yedi bine indirileceği yazılıydı, oysa şimdi burada otuz bin Rus askeri vardı (76). Obreskov da bunun yirmibeş bin (77) olduğunu itiraf etti. Bunun üzerine sadrazam ona, «Hain! Yalancı!» diye bağırdı ve şöyle devam etti: «Sadakatsizliğini, güvenilir kişi olmadığını itiraf etmiş olmuyor musun! Size ait olmayan bir ülkede askerlerinizin yaptığı zulümden Allah ve insanlar huzurunda hicab duymuyor musun? Toplarınız Kırım Hanı'nın saraylarından birini tahrip etmedi mi!» Bundan sonra, Obreskov'dan divanda alman kararı imzalaması istendi. Elçi bunun için yeterli yetkiye sahip olmadığını söyleyerek imza etmeyince, savaş ilân edildi. Elçi buna şöyle cevap verdi: «Rusya savaş istemiyor ama, açıklanan bu karara, bütün gücü ile karşı koyacaktır». Bâb-ı Âli tercümanı da bunu şöyle tercüme etti: «Rusya'nın dostluğu değişmemiştir, ama harb isteniyorsa o başka». Elçi, söylediği(75) Sadrazamın Obreskov'u kabul ettiği tarih 6 Ekim 1768 idi. Brognard'ın raporunda ise 13 Ekim 1768 olarak bildiriliyor. (76) Vâsıf, s. 518'de, Obreskov'un kabul edildiği tarihi, Cumartesi 26 Cemaziülevvel olarak göstermekle yanılgıya düşüyor. 26 Cemaziülevvel Cumartesiye, yani 8 Ekime rastlıyor ama, olay 6 Ekime rastlayan Perşembe günü olmuştu. (77) Vâsıf'a göre asker sayısı 27.000 idi. H«mmer Tarihi, C: VIII. F.: 26 402 HAMMER ni üç defa tekrar ederek, Bâb-ı Âli tercümanı tarafından tam olarak tercümesinde ısrar etmiş, ama bu isteği olmamış, o da ısrardan vazgeçmiştir. Rus elçisi tekrar yabancılar odasına götürüldükten sonra, sadrazam, padişaha sunulmak üzere, Reisefendi'ye durumu bildiren bir rapor yazdırmıştır. Bundan sonra Bâb-ı Âli tercümanı Rus elçisinin yanma gelerek kararı imzalatmak için ısrar etmiş, ama netice alamamıştır. Padişahın cevabı, saraydan Bâb-ı Âli'ye öğleden sonra saat üçte geldi. Bundan hemen sonra, müşir ağa, Rus elçisinin muhafızları olan yeniçerileri geri gönderdi. Artık elçi ile o ilgilenecekti. Obreskov'un maiyetine ait atlar da elçiliğe gönderildi ve kendilerine yeni bir emre kadar gözaltında olacakları söylendi. Bundan sonra Bâb-ı Âli tercümanı ve divan kethüdası vasıtasiyle Obreskov'a padişahın emrini tebliğ ettiler. Buna göre Rus elçisi ye baştercümanı Yedikule'de hapsedileceklerdi. Obreskov, bu tedbiri kabul ettiğini ve o andan itibaren resmi görevini bıraktığını bildirdi. Bundan sonra da maiyetinden birkaç kişinin daha kendisiyle bulunmasma izin verilmesini istedi. Yanma iki tercümanını, sekreterini ve yedi hizmetçisini alabileceği söylenerek, bunlar da onunla birlikte Yedikule'ye gönderildi (NOT: 12). KIRIM HANI, SADRAZAM, ŞEYHÜLİSLÂM» KAPTAN PAŞA VE BÂB'I ÂLİ TERCÜMANI DEĞİŞTİRİLİYOR Savaş ilânından sekiz gün sonra, devletin içinde bulunduğu durum bakımından çok önemli bir değişiklik meydana geldi. Bu, Kırım Hanı'nın değiştirilmesiydi. Padişah, ilân edilen savaşta daha enerjik bir harekât için buna gerek görmüştü. Maksud Giray emekliye ayrıldı ve Fındıklı (Kırım'da) çiftliğine çekildi. Maksud Giray'ın yerine han olarak, Ruslarm çok korktuğu Kırım Giray getirildi. Kırım Giray ikinci, defa han oluyordu. Kendisine alâmet olarak kılıç, kılıç kemeri ve omuzluğu, OSMANLI TARİHİ' 403 yay ve sadak, bir kalpak, bir sorguç, kıymetli ve güzel takımı ile iki at verildi (78). Sadrazam, yeni Kırım Hanı'na, yukarıda sayılanlardan başka ve yine padişah adına, bir ayrıcalık olarak, kırk bin du-ka altını tutarında para, bir onur simgesi olarak da, kırk Karadağlı âsinin kafalarını göndermişti. Bunlar Bâb-ı Âli'ye onun padişah tarafından kabul edildiği gün (18 Ekim 1768) Bosna valisi tarafından ulaştırılmış, sarayda gösterilmişti. Bosna valisi Mehmed Paşa, bunlara, Karadağlıların ortaklaşa yazdığı bir mektubu da ilâve etmişti. Bu mektupta, âsilerin başlarını gönderen Karadağlılar, padişaha bağlılıklarını teyid ediyor; tahrikçi Etienne ve Vasili'yi, tekrar ortalıkta görünmeye cüret ettikleri takdirde, yakalayıp Bâb-ı Âli'ye teslim edeceklerine dair Hz. Peygamber'in mezarı ve Hz. İsa'nın kanı üzerine yemin ederek, kendilerinin yeniden Osmanlı devletinin sadık tebası olarak kabul edilmelerini istiyorlardı. Yeni sadrazamın azline birinci derecede sebep, yeni Kırım Hanı idi. Tayininden sadece altı hafta sonra azledilen sadrazam Gelibolu'ya sürüldü ve üç yıl sonra orada öldü. Sınırsız derecede cömert olmaktan başka bir şöhreti yoktu. Hamza Paşa’ınn sadareti o kadar kısa sürmüştü ki, azle-dildiği zaman, Avrupalı elçilerden biri, Napoli elçisi, henüz onu tebrik edecek vakit bulamamıştı. Hamza Paşa'nın müsrifliği, çok tutumlu olmakla da tanınan padişahın hiç hoşuna gitmemişti. Sadrazam, Mısır'daki kargaşalıklarda da pek başarılı olamamıştı. Kırım Hanı’ınn onun hakkındaki görüşleri de Padişah'ın görüşleri gibiydi. Fakat azlini bildiren hattı şerifte bu sebepler hiç zikredilmemiş, sadece sağlık durumunun bozulmuş olduğu söylenmişti. Hamza Paşa'dan sonra sadrazamlığa Yağlıkçızâde Mehmed Emin Paşa getirildi: Yirmidört yıl önce babası ile birlikte Hindistan'a gitmiş, dönüşünden altı yıl sonra devlet hizmetine girmiş ve mülazım olarak işe başlamıştı. Sonra sırasiyle sadaret kaleminde mektupçu yardımcısı, mektupçu, reis-ül küttap, ni(78) Vâsıf, s. 319: Azledilen hanın ismini burada Maksud, daha ileride Mesud olarak bildiriyor (Doğrusu Maksud'dur. fÇ.NJ). 404 HAMMER şancı, sadaret kaymakamı ve Aydın valisi olmuştu. Aydın valisi iken Şahsultan'la nişanlanmış ve Halep valisi tayin edilmişti. Daha sonra yine nişancı ve kaymakam, nihayet, selefleri Muhsinzâde ve Hamza Paşalar gibi, sarayın damadı oluşu onu sadrazamlığa kadar yükseltmiş bulunuyordu (20 Ekim 1768 - 8 Cemaziülahır 1182). Mehmed Emin Paşa'nın tayini, şeyhülislâm, talik yazının usta bir hattatı, en çok kitap bulunduran Bayezid Camii Kü-tüphanesi'nin kurucusu olan Veliyüddin Efendi'nin ölümünün beş gün öncesine rastlar. Şeyhülislâm Efendi'nin oğlu Mehmed Emin Efendi, Vâsıf in vakanüvisliği sırasmda ulemânın en kıdemlisi idi ve Bayezid kütüphanesini, kendi parasiyle ve büyük harcamalarla temin ettiği, satın alamadıklarını kopya ettirdiği kitaplarla zenginleştirmişti. İslâmlığın en büyük makamı olan şeyhülislâmlık, eski şeyhülislâmlardan derin bilgisiyle ünlü Pirizâde'nin oğlu Osman Molla'ya tevdi edildi (25 Ekim 1768 - 13 Cemazielahır 1182). Sultan Mustafa'nın ulemâ arasında en çok takdir ettiği âlim, Osman Molla idi. Çünkü o, Rusya ile harbedilmesinden yana olduğunu açıkça ve ısrarla söylemişti. Yeni Şeyhülislâm'-ın ilk işi İstanbul kadılığına Abdullah Efendi'yi getirmek oldu. O sırada Eflâk'in genç prensi Alexandre Ghika azledildi ve onun azli de Kırım Hanı’nın tesiriyle oldu. Kırım Hanı, Ar-deş manastırı başpapazının bir Rus albayı ile birlikte Rusya'ya taraftar toplamaya çalıştıklarını haber vermişti. Alexandre Ghika'nın yerine Bâb-ı Âli'nin eski tercümanı Gregoire Ghika getirildi. Evvelce Maurocordato Callimachi ve îpsilanti gibi hekim olan Bâb-ı Âli'nin ihtiyar tercümanı Karaca, seksen yaşma basmca ölmüştü. Ondan sonra, dokuz yıl evvel İstanbul'da idam edilen Yanakhi'nin akrabası ve Karaca'nın selefi olan Souzo da öldü. Rusya'ya savaş ilân edildiği gün, İstanbul matbaasını kuran Macar asıllı İbrahim (Müteferrika)'in oğlu İbrahim Efendi, yirmibeş yıldan beri yapmakta olduğu tercümanlık görevinden uzaklaştırıldı. Onun azline sebep, Obreskov ile gizli ilişki kurmuş olmasıydı. Her sadrazamın işbaşına gelişinde olduğu gibi bu defa da bazı yeni tayinler ve değişmeler oldu. Defterdar Sârim Efen- OSMANLI TARİHÎ 405 di, tarihçi Vâsıf in deyimi ile «malî işlere baktığı için bekçi köpeği gibi durmadan hırıldamak ve avlamak zorunda olduğunu sanması yüzünden» azledildi. Onun yerine Çavuşbaşı Atıf-zâde Ömer Efendi getirildi. Atıfzâde'nin babası defterdar, divan şairi olarak ve münşeatı ile isim yapmıştı (79). Çavuşbaşılığa Yesrî Ahmed Efendi getirildi. Sadarette görevli mektupçübaşı yardımcıları ile beylikçi (reis-ül küttabın yardımcısı) de değiştirildiler. Adalardan henüz dönen Derya Kaptanı Mehmed Paşa sadaret kaymakamı (îstanbul Kaymakamı) oldu ve kendisine Mora muhassıllığı da verildi. Osman Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa da iki tuğlu paşa unvanı ile derya kaptanlığına getirildi. ASKER TOPLANIYOR Sefer kararı verildikten sonra hazırlıklar artmış, büyük bir faaliyet başlamıştı. Savaş ilân edilir edilmez sadrazam, imparatorluğun her tarafına, valilere, alaybeylerine yazılan iki-yüz fermanı göndererek, Mart ayında Edirne'de toplanmalarını, padişahın da orada sancak-ı şerifle bizzat bulunacağını duyurdu (80). Zeamet ve tımar sahiplerinden başka, Yörükler, Evlâd-ı Fatihan ve gönüllüler Rumeli'ye çağrıldılar. Ondört yeniçeri koğuşuna, dört topçu ve iki toparabacı koğuşuna, derhal Polonya sınırına hareket etmeleri emri verildi. Ayrıca, Rumeli'ye altı bin kese gümüş para yollandı. Yüz elli adet onluk, elli adet büyük ve elli tane ele ağır kale topu, Karadeniz'e sev-kedilmek üzere Tophane'ye taşındı ve sadrazam da buraya gelerek hazırlıkları teftiş etti (4-5 Aralık 1768). Asya yakasından dört bin sipahi Üsküdar'a gelip, oradan Boğaz'ı geçti. Boğdan'da kırk bin kişi silah altma alınmış, erzak taşınmada kullanmak için yedi bin yedi yüz yetmişiki katır gemilere bindirilmişti. (79) tMünşeat-ı Defterdar Atıf Efendi» isimli derlememe bakınız. (80) Bu fermanın tercümesi ve TÜrkçesinin kopyası Brognard'ın 2 Kasım tarihli raporuyla, Avusturya İmparatorluk Arşivi'nde bulunmaktadır. 406 HAMMER Tersanede yeni inşa edilmiş iki savaş gemisi denize indirildi. Birinin adı Zafer, diğerinin adı Fetih idi. Bu isimler gemilere, en azından görünüş bakımından, uygun düşüyordu. Savaş giderlerini karşılamak için defterdarın emrine ye-dibuçuk milyon kuruş tahsis edildi. Ayrıca kasapbaşına, harekât için et hayvanı temin etmek üzere yarım milyon kuruş verildi. Kırım Hanı'na da üç milyon kuruş gönderildi (31 Ekim 1768). Bâb-ı Âli'nin savaşla ilgili beyannâmesi Avrupa devletlerinin elçilerine ulaştırıldı (NOT: 13). Sadrazam da, Polonya'daki Bar konfederasyonundan gelen birçok mektuba nihayet cevap vermeye başladı (NOT: 14). Bu cevap, konfederasyon şeflerinden diğer üçünün mektuplarına da karşılık oluyordu. Bunlardan biri Kiov valisi Potocki'den (81), ikincisi Dankoviç'ten gönderilmiş olup Potocki, Kracsinski ve Antuan Rulan (82) tarafından padişaha ve sadrazama hitaben yazılmış, üçüncüsü de konfederasyonun mareşali Potocki'den gelen mektuplardı (83). Bu şefler, mektuplarında, Rusya'nın Polonyalıların hürriyetlerine tecavüz ettiklerini ve Bâb-ı Âli'nin emrine girmeye hazır olduklarını bildiriyor, kendilerine bir elçi yollanmasını da istiyorlardı. Sadrazam, Bâb-ı Âli tercümanının verdiği rapora göre (84) Potocki'nin mektubuna cevap veriyor (85), fakat senatörün bir elçi gönderilmesi teklifini kabul etmiyor, çünkü ordunun zaten Polonya'ya doğru yola çıktığını söylüyordu. Fakat konfederasyonun, Bender, Hotin ya da Isakçı'ya temsilci göndermesine hiçbir engel olmadığım bildiriyordu. Bu arada konfederasyonun, Hotin valisine ve Kırım Hanı'na, onları ilgilendirecek haberler ulaştırmasını da istiyordu. Potocki ve Kracsinski de, Polonyalıların dâvasına sadrazamın dikkatini çekmek ve harekâtı çabuklaştırmak için ben* 7 Receb (17 Kasım). Brognard’ın 16 Aralık 1768 tarihli raporuna bkz. 14 Receb (24 Kasım). Brognard’ın 3 Ocak 1769 tarihli raporuna bkz. 14 Receb (24 Kasım). Brognard’ın 17 Ocak 1769 tarihli raporuna bkz. Bâb-ı Âli tercümanının şifreli tercümesi, Brognard’ın 5 Ocak 1769 tarihli raporuna eklidir. (86) Sadrazamın cevabının tercümesi Brognard’ın 16 Aralık 1768 tarihli raporuna ilişiktir. (81) (82) (83) (84) OSMANLI TARİHİ 407 zer mektuplar yazmışlardı (86). Hattâ ona temsilci olarak Podoroski'yi de göndermişlerdi (87). Fakat sadrazam hep itiraz ettiği için, Bâb-ı Âli'ye tekrar yazarak, aslında asıl görevi Rusların üzerine yürümek olan Kırım Hanı'na, konfederasyona yardım için Polonya topraklarına yürümesi emrinin verilmesini de rica ediyorlardı (88). O sırada Osmanlı devleti Avusturya ile barışı muhafaza etmeyi, bu devletin Rusya ile ittifak kurmasını önlemeyi amaçlıyordu. Çünkü o günlerde, Rusya, Prusya, Avusturya ve İngiltere'den oluşacak bir dörtlü ittifakın kurulması söz konusu idi. Bu konuda alarma geçen Bâb-ı Âli, tercümanı vasıtasiyle Avusturya elçisinden hükümetinin niyetini anlamaya çalıştı. Bir yandan da Avusturya'nın Silezya'yı yeniden ele geçirmesi, Saksonya elektörünün Polonya tahtına oturması için her türlü imkânı kullanarak yardım edeceğini bildiriyordu (89). Avusturya elçisi bir muhtıra ile Bâb-ı Âli'ye teşekkür etmiş, fakat anlaşmalarla Silezya'yı Prusya'ya bıraktıklarını, Pa-niatowski'yi de Polonya kiralı tanıdıklarını, bu anlaşmaya bağlı oldukları için padişahın iyi niyetinden yararlanamayacaklarını (NOT: 15), zaten bu konuda Viyana hükümetinden tali^ mat alması gerektiğini bildirmişti. Böylece başlayan temas üzerine, Sadrazam Mehmed Emin Paşa, Prens Kaunitz'e çok dostâne bir üslup ile yazdığı mektupta Bâb-ı Âli'nin Rusya'ya savaş ilânını açıklayan beyannamesindeki gerekçeleri tekrarlayarak, Almanya (Avusturya) imparatorunun Macaristan tahtının vârisi sıfatiyle tâ Nuşir-van zamanından beri imparator lâkabını kullanmaya lâyık tek hükümdar olduğunu, Rusya çariçesinin de hakkı olmayan böyle bir lâkabı edinmeye çalıştığını anlatıyordu (90). Bu mektup, Brognard’ın 16 Aralık 1769 tarihli raporuna ekliydi. İtimadnâmeler Brognard*ın 16 Mart 1769 tarihli raporuna ekliydi. Bu müşahedeler Brognard’ın 17 Şubat 1769 tarihli raporuna ekliydi. Bâb-ı Âli tercümanının bu konuda Brognard'a verdiği muhtıra, onun 3 Haziran 1768 tarihli raporuna ekliydi. (90) Mektubun bu konu ile ilgili Türkçe bölümü şöyle idi: «...Nemçe devleti ze-mân-ı kadîmden berii devlet dimeğile mevsûf ve muteber idtiğü ma'rûf oldu-, ğuıia binâen, İmparator lâkabı devlet-i meşârunileyhe seza ve olvecfaite dn-vel-i saire beyninde mümtaz olmağa ahrâ iken mukaddema li-maslahatin Mos-kov çariçesine imparator lâkabı telkib olunub madde-i irs u zatı olmak za’ıni(86) (87) (88) (89) 408 HAMMEB BAZI AVRUPA DEVl£TLERİ BÂB-I ÂLÎTE NOTA VERİYOR Sadrazam Mehmed Emin Paşa, reis-ül kütfcap Recai Efendi ve Bâb-ı Âli tercümanı Souzzo, işte böyle, Prusya aleyhine fikirler ileri sürerek, Rusya çarlarının imparator lâkabını taşımaya hakları olmadığını söyleyerek, Avusturya'yı elde etmek, ona yaranmak ve politikasını padişahın lehine yönlendirmek istiyorlardı. Fakat, bu hareketleriyle hiç bağdaşmayan bir tutum ya da tutarsızlıkla, Avusturya ile Osmanlı Devleti arasında yirmibir yıl önce imzalanmış bir anlaşmanın sürekli bir barış anlaşması haline dönüştürülmesine hiç yanaşmıyorlardı. Oysa, şimdi savaş ilân ettikleri Rusya ile daha önce yapılmış barış anlaşması «ebedî» olarak ilân edilmişti. Avusturya imparatorluğu elçileri de Osmanlı devletiyle Avusturya arasında imzalanan ve Râgıp Paşa'nın uzatmak istemediği anlaşmanın, Rusya ile yapılan anlaşma gibi, sonsuz süreli olmasmı istemeye devam etmişlerdi. Bâb-ı Âli diğer konularda Avusturya ile çok iyi geçinmeye çalışıyor, Bosna (91) ve Belgrad (92) valilerine fermanlar göndererek Viyana sarayının haklı isteklerine karşı çıkılmamasını, sınırlardaki bazı uyuşmazlıklara son verilmesini istile lâf-ı mezkuru kuvveden fiile getürmek niyetiyle bir kaç seneden bern enva ı desâisi irfikâb ve memaliki lehe itate-i dest-î tagaUub eyledüğünden ma'da,..». Bu yazının orijinali Avusturya İmparatorluk arşivindedir. Mektuba vurulan mühürde birbirinden ayrı dört dua bulunuyor; Allah'a inanırım ve Allah dileklerimi kabul eder; Allah'tan başka kuvvet ve kudret yoktur; Yolumu Allah gösterir; İşlerimde, sıkıntılarımda Allah'a sığınırım. Mührün ortasında söyle bir vecize var: Li- Muhammedin yercu'l emâne Muhammedu müterecciyen feyza'l-emîmu, emine. Yani: Muhammed, Muhammed'den şefaat diliyor, Emin, Emin'den yardım istiyor. (Adı Emin olan (kişi), Peygamber Muhammed'den şefaat diliyor; adı İsmin olan (kişi), sıfatı Emin olan Peygamber'den yardım İstiyor). Mektubu yazan yazıcının adı, El-hac Muhammed Emin îdi. (91) Bosna ve Vidin valilerine gönderilen Şevval 1182 ÇŞubat 1768) tarihli ferman, Penkler'jn 15 Mart 1769 tarihli raporuna ekliydi. (82) Belgrad valisine gönderilen fermanlar 1178 (1764), 1182 (1769) tarihlidir. OSMANLI TARİHÎ 409 yordu. Bunlardan başka, son yangında harap olan fransisken kilisesinin yeniden inşasına da müsaade ediyordu (93). Bunu kolaylaştırmak için Reisefendi, Avusturya elçisine, yangından zarar gören birkaç evin yeniden yapılması için müsaade istemelerini, bunlara kilisenin onarımı eklendiği takdirde yeniden inşa kanununa aykırı olmasına rağmen izin alınabileceğini tavsiye mahiyetinde söylüyordu. Bu durumlar karşısında Avusturya elçisi Polonya meselelerinde tam tarafsız davranıyor, kendisine Bar Konfederasyonu şefleri tarafından gönderilen mektuplara cevap vermiyordu (94). Bu konfederasyon, Jaques Magnecki adlı bir temsilciyi gizlice İstanbul'a göndermişti. Fakat bazı kabadayılıkları ve böbürlenmeleri yüzünden, faydasından çok zararı dokundu. Sonunda, Hotin muhafızı Halil Paşa'yı açgözlülükle suçlaması azledilmesine sebep oldu. Diğer Avrupa devletleri arasında Osmanlı Devleti ile iyi ilişkilerini sürdürenlerden biri Venedik Cumhuriyeti idi. Naip Giustiniani, Bâb-ı Âli'ye gönderdiği bir mektupta, Osmanlı Devleti ile iyi ilişkilerini sürdürmek istediklerini bildirmişti (95). Aynı mealde bir teminat mektubu Hollanda Hükümeti adma, elçi Dedel'in ölümünden sonra akredite edilen maslahatgüzar VVeiker tarafından (96), Danimarka Hükümeti adma da elçi Goessel tarafından verilmişti. Bâb-ı Âli, Goessel'in temsilciliğini, itimadnâmesini getirinceye kadar kabul etmemişti. îsveç (93) Penkler'in elde ettiği ve halen Avusturya İmparatorluk Arşivi'nde bulunan Sakız Adası'ndaki Cizvitler ve Triniterler ile, Pera'da Fransiskenler hakkındaki fermanlara bakınız: 1. 1 Muharrem 1157 (15 Şubat 1744), 2. Cemazielahır 1178 (Aralık 1764), 3. Ramazan 1179 (Şubat 1766). Bunda Jesuites'lere *Cizvit' adı veriliyordu ki, bu, 'İsevî' adından farklı idi. Daha evvelki anlaşmalarda İsevî kelimesi yanlış anlaşılarak 'Cizvit' şeklinde tercüme edilmişti. 4. 1 Muharrem 1182 (18 Mayıs 1768). Bu, Pera fransiskenlerinin 1072 (1661)'de elde ettikleri ve 1112 (1700)*de, daha sonra da 1118 (1706)'de yenilenen ilk berattan farklı bir şey değildi. (94)"Bu mektuplardan ikisi Avusturya İmparatorluk arşivlerindedir ve bunlarda Avusturya'nın yardımı istenmektedir. Biri 28 Haziran 1768, diğeri 22 Ocak 1769 tarihlerini taşıyor. (95) Türkçeden tercüme edüen bu belge, Brognard’ın 1 Aralık 1768 tarihli raporuna ekliydi. (96) lümadnâmelerin tercümesi Brognard’ın 17 Mart 1769 tarihli raporuna eklidir. 410 HAiMMER temsilcisi Celsing (97) ise, gerek İsveç'le kurulan ittifakın devamı, gerekse Avusturya, Fransa, İngiltere ve Rusya tarafından kurulacak ittifaka girme konusunda müsbet bir tavır almadı. Bu ittifakı Bâb-ı Âli de hiç istemiyordu. Fransa'nın o zamanki İstanbul elçisi Saint-Priest şövalyesi idi. Daha önceki elçi Desalleurs gibi o da günlük onsekiz kuruş ve dokuz para tahsisat alıyordu (98). Fransa kiralının ordusunda topçu generali ve kendisiyle aynı adı taşıyan âsi bir Macar'ın oğlu olan Baron dö Tott, Kırım Hanı nezdinde Fransız temsilcisi olarak buraya gönderildi. Burada, yakında başlayacak harekât için, mümkün olduğu kadar yardımcı olmaya çalışacaktı. O dönemde Bâb-ı Âli'nin Mısır'daki otoritesi çok zayıftı. Şeyh-ül Beled Halil Bey'in ve Yeniçeriağası Mehmed Çavuş'un Kahire'de oturan Fransız tüccarlarına yaptıkları baskı ve uyguladıkları ceza için Fransa elçisine hiçbir tazminat ödenememişti. O sırada, Fransız tüccarlarından üçü, Kahire çevresinde eğlence için tüfek atışı yapmış ve bundan dolayı otuz üç bin ekü para cezasına çarptırılmışlardı (NOT: 16). Daha yukarıda da anlattığımız gibi, Halil Bey, Hüseyin Keşkeş'in müttefiki idi. Ali Bey tarafından Kahire'den sürülünce, adamları ile birlikte Gazze'ye kaçmıştı. Fakat bir süre sonra, ilkbaharda, büyük bir kuvvet toplayarak geri dönmüş, Dimyat şehrini yirmi bin ekü vergi vermeye mecbur etmişti. Ali Bey onunla Mansuriye'de yaptığı ilk çarpışmada yenilmiş; fakat daha sonra galip gelmiş, âsilerin başlarını keserek İstan(97) Cclsing'in notasına cevap olarak Bâb-ı Âli'nin verdiği muhtıranın tercümesi Brognard'ın 17 Şubat 1769 tarihli raporuna eklidir(98) Fransız elçisinin 17 Temmuz tarihli itimadnâmesi Brognard'ın 1 Aralık 1768 tarihli raporuna eklidir. Bu itimadnâmede padişaha hitap eden şöyle bir pasaj var : «... Bizim kendilerine başlıca tavsiyemiz, İyi ilişkileri, eski dostluğa ve bunun mey vasi olması gereken karşılıklı güveni sürdürmektir. Bu sonuca varmak için tuttuğumuz yol da, her vesile ile Zat-ı Âlilerine değişmeyen saygımın ifade ediyor, imparatorluğunuzun refah ve yüceliğini kendimiz için de yararlı görüyoruz... Zat-ı Âlilerinin ömrünü artırması, hayatının refah ve mutluluk içinde geçmesi için Allah'a dua ediyoruz...>. Sadrazama yazılan mektupta ise şöyle deniyordu: «Size tevdi edilen iktidar ile, bilgeliğiniz, ileri görüşlülüğünüz sayesinde eski dostluğun devam edeceğine, 1740'ta yenilenen ve arttırılan kapitülasyonların zedelenmeyeceğine, tcbalarımıztn bunun mey-vasını toplayacağına inanıyor ve bununla övünüyoruz...». OSMANLITARİHİ 411 bul'a göndermişti (NOT: 17). Bugüne kadar yayınlanan tarihlerde, AH Bey'le ilgili bu silahlı çatışmalar hep unutulmuştur. İngiltere elçisi Lord Murray, hükümdarından iki mektup almıştı. Bunlardan biri padişaha yazılmıştı ve arabuluculuk teklif ediyordu. İkinci mektup sadrazama yazılmıştı ve sadrazam bu mevkie geldiği için tebrik ediliyordu (99). İngiltere sarayı bu mektupların resmi törenle verilmesini istemişti ama bu mümkün olmadı. Çünkü padişah, bundan böyle yabancı el- çilerle, ancak yeni itimadnâmeleri kabul etmek ya da onlara bir olayı bildirmek için görüşebileceğini söylemişti. Onun için İngiliz elçisi bu mektupları sadrazama teslim etti. Sadrazamın ve padişahın bu mektuplara verdikleri cevaplarda, Rusya ile ilgili şikâyetlerini tekrarlıyor, bir savaş yapmadan bu konuda başka devletlerin ileri sürecekleri başka çözümleri kabul etmeyeceklerini bildiriyorlardı. Elçi bu konuda yazdığı bir nota ile, İngiltere'nin Osmanlı devletine karşı Rusya ile ittifak kurma tekliflerini her zaman reddettiğini, bunun hükümeti tarafından padişaha duyduğu saygının ve iyi niyetinin bir göstergesi olduğunu söyledi (100). İngiliz hükümeti reddedilmeyi bu şekilde cevapladıktan sonra Bâb-ı Âliye yeni bir nota verdi. Bununla, halen Yediku-' le'de tutuklu bulunan Obreskov'un serbest bırakılması isteni yordu. Rusya'ya savaş ilânından az önce, Prusya elçisi, hükümdarının kesin emriyle Bâb-ı Âli'ye bir nota vermişti. Bu notada, Osmanlı Devleti ile Rusya arasında çıkabilecek bir savaşın önlenmesi isteniyordu (101). Prusya elçisi bundan sonra iki nö( 99) Bu iki mektubun tercümesi Brognard'ın 16 Ocak 1769 tarihli raporuna eklidir, (100) Hammer burada dipnot olarak bu notanın İtalyanca metnini veriyor. (Ç.N.) (101) Majesteleri aşağıda imzası bulunan bana, Bâb-ı Âli'den, hem Osmanlı Devle-ti*nin, hem Rusya'nın giriştiği büyük hazırlıklar hakkında bilgi istediler, Kanh bir savaşı haber veren bu hazırlıklar majestelerini endişelendiriyor. Çünkü bunun sonuçlan her iki imparatorluğun tebaları için felâket getirecektir. Za feri hangi taraf kazanırsa kazansın, birinin ızdırabı diğerinden az olmayacaktır. Majesteleri bana, iki tarafın arasını bulmak görevi verilirse buna zevkle yapacağını ve bu vesile ile her iki imparatorluğun mutluluğuna ne kadar önem verdiğini göstereceğini, böyle bir durumda sonucun, majesteleri gibi gerçek ve samimî bir dostun sayesinde alınacağını Bâb-ı Âli'ye bildirmemi buyurdular... 412 HAMMER ta daha verdi ve Prusya'nın arabuluculuk teklifini bildirdi (102). Ayrıca Obreskov'un serbest bırakılmasını istedi (103). Fakat bu da bir fayda sağlamadı. öte yandan Obreskov da sadrazama bir mektup yazarak, onsekiz yıl iyi ve dürüst bir şekilde hizmet gördükten sonra onsekiz adamı ile birlikte Yedikule'ye hapsedilmesinin korkunç olduğunu söyledi. Ayrıca hapishanenin dar, loş ve rutubetli olduğunu, zaten iyi olmayan sağlık durumunun burada büsbütün bozulacağını bildirdi. Daha sonra gönderdiği yarı resmî bir nota ile, hükümetinin kendisine yolladığı kırk iki bin rublenin Türk parasına çevrilmesini talep etti. Üçüncü mektubun-de ise, ikinci mektubundaki talebinin yerine getirilmiş olmasından dolayı Bâb-ı Âli'ye teşekkür ediyordu. Prusya ve îngiltere tercümanlarına, Obreskov'un serbest bırakılmasiyle ilgili taleplerin reddedildiğini bildiren Bâb-ı Âli tercümanı onlara şu Arap atasözünü de söylemişti: ı«Her şeyin bir vakti vardır ve her iş saatinde yapılmalıdır» (104). Bâb-ı Âli tercümanı, diğer tercümanların Rusya'nın savaşı önlemekten başka bir şey yapmadığını, bu niyette olduğu için de Prusya ve İngiltere'ye arabuluculuk teklif ettiğini söylediklerini Bâb-ı Âli'ye bildirdi. Bu savaşın tamamen Fransız elçisinin kışkırtmasiyle olduğu iddiasını da ilâve etti. Ona göre Fransa Kırım Hanı ile gizli görüşmeler yapıyor, Han'ın aracısı (temsilcisi) Fransız konsolosunun eşiyle sık sık görüşüyor, Fransız konsolosu da Kırım'a Fransız tercümanlar gönderilmesi husu-unda Han ile mutabakata varmış bulunuyordu. (102) Prusya kiralı majestelerinin aşağıda imzası bulanan elçisi olarak, dün boraya gelen karyeden hükümdarımın bir mektubuna aldığımı Bâb-ı Âli'ye bildirmekten şeref duyarım. 9 Kasım tarihli bu mektupta majesteleri, mektup eline geçtiği zaman Osmanlı Devleti ile Rusya arasında bansın bozulmuş olduğunu, bu haberin kendisini çok üzdüğünü Bâb-ı Âli'ye bildirmemi buyurdular. Bununla beraber, majesteleri bu vesile ile samimi dostluğunu ispat etmek istiyor. İki imparatorluk arasında anlaşmazlığı giderebilirse mutlu olacağını bildiriyor. (103) Majesteleri, kendisiyle Bâb-ı Âli arasındaki samimî dostluğa güvenerek, adı geçen elçinin serbest bırakılması, bütün maiyeti ile sağ salim olarak memleketine gönderilmesi hususundaki talebi reddedilmezse bundan sevinç ve gurur duyacaklarını bildirmemi buyuruyorlar. (104) El-Umurû merhunetun li-vaktiha. Tercümesi Brognard'ın 3 Mart 176ft tarihli raporuna eklidir. OSMANLI TARİHÎ 413 SANCAK-I ŞERİF AÇILIYOR Ocak ayının sonlarından itibaren sarayda tuğlar dikilmişti (27 Ocak 1769). Yirmibeş gün sonra çeşitli birlikler merasimle yürüyüşe geçti (20 Mart 1769 - 12 Zilkade 1182), Altı gün sonra Sancak-ı Şerif çekildi ki bu, müslümanları en yüksek derecede coşturuyordu. O akşam, Avusturya elçisi Brognard, üç genç tercümanı (105), üç genç yardımcısı (106), seyisi, sekreteri, uşağı, kendisinin ve tercümanı Testa'nın eşleri, dört kızı ve iki oda hizmetçisi ile, Topkapı önünde, Tekke Mahallesi'ndeki bir eve gitti. Burada ordunun geçişini görecekti. Fakat eve henüz gelmişti ki, mahalle imamı onları buradan çıkardı, imam, mahalle halkının kâfirleri aralarında görmek istemediğini söylüyordu. Evin önünde biriken kalabalık da onlara küfrediyor, tehdit savuruyordu. Askere benzeyen (ama asker olmayan) bir genç, elinde yalınkılıç, göğsünde tabanca ile, onları mezarlığın yanından dış kapıya doğru götürdü. Elçi buraya maiyetinin ancak yarısiyle gelebilmişti. Diğer yarısı Pera'ya sığındılar. Brognard o geceyi Topkapı yakınında bir Ermeni'nin evinde geçirdi. Burada yeniçeri kethüdasının gönderdiği bir salma çuhadar (yani polis görevlisi) sayesinde endişeden kurtuldu. Fakat akşam olunca Pera'ya döneceği ya da, güvenlik durumu gerektiriyorsa, Bâb-ı Âli'nin göndereceği görevlilerin koruması altında evden çıkmadan oturacağı yerde (107), hem Brognard hem de maiyeti, bir berber dükkânının önündeki parmaklıkların arkasına geçtiler. Çünkü askerin geçişini görmek için'.can atıyorlardı ve burası da bunun için elverişliydi. Üstelik güvenliğini sağlamak için, iki yeniçeri ve birkaç yamak da bulunuyordu yanlarında. Ne var ki halk onları görmüştü. Daha çok kadınlardan ve çocuklardan oluşan bir kalabalık, onlara doğru hareket ederek bağırmaya başladı. Bu sırada asker geçidi (105) Tercümanlar: Bianohi, Testa, Berbert (106) Yardımcıları: Zechncr, Summerer, Adami. (107) Vâsıf ve Ahmed Resmî Efendi, burada, bizce tarih konusunda yanılıyorlar. Olayın bir gün öncesine rastlayan 17 Zilkade (26 Mart) tarihi veriliyor. Ahmed Resmî Efendi'nin eserinde ise Zilkade yerine Sefer denmiştir. Buna dikkat etmeyen Diez ise yanlışlığı görmemiştir. 18 Zilkade 26 Mart'a değil, 27 Mart'a rastlıyor. 414 HAMMER de başlamış bulunuyordu. Yeşil sarıklı, sözde Hz. Peygamber'-in soyundan olduklarını iddia eden emirler, hamallar ve serseri takımı arasında bağrışmalar, koşuşmalar çoğaldı. «Gâvurlar! Vurun! Yoksa kıyamet gününde yüzünüz kara çıkar!» diyorlardı. Dinî taassupla coşmuşlardı. Bu taassup zaptedilmez bir hal aldı. Az sonra, yalnız Avusturya elçisinin bulunduğu eve değil, o caddede hıristiyanlara ait bütün evlere ve dükkânlara hücum edildi. Dükkânlar yağmalandı. Söylentilere göre yüzden fazla insan öldürüldü, yüzlercesi yaralandı (108). Çılgın bir kalabalık elçinin bulunduğu evi kuşattı. Camları, kapıları kırdı. Silahları olmadığı için demir parmaklıkları elleriyle kırmaya çalıştılar. Kapısı kırılan evlere giriliyor, içerdeki kadın ve erkekler yumruk ve sopalarla dışarı çıkarılıyordu. Kadınların tülleri, bilezikleri üzerlerinden alınıp saçları çekiliyordu. Yeniçeriler ve onları takviye için gönderilen diğer askerler, tedbirsiz yabancıları bulundukları yerden güçlükle, alıp bir Ermeni'nin evine götürdüler ve oradan ancak ertesi gün ve büyük bir koruma altında Pera'ya ulaştırdılar. Sancak-ı Şerif, aklı başında her Türk'ün kınadığı o müessif olay günü açılmıştı. Müneccimler ve bizzat Ahmed Resmi Efendi bu olayı bir uğursuzluk, bir felâket haberi saydılar. Çünkü olay, yengeç burcunun Ay ve Satürn ile aynı hizada bulunduğu zamana rastlıyordu ve bu da uğursuzluk sayılıyordu. Üçüncü Mustafa gibi ilmi seven ve bilen bir hükümdarın böyle bir yıldız falına, bu kehanete inanmasına ve bunun tesiri altında kalmış olmasına inanılamaz. Hatırlardadır ki, bu hükümdar Ahmed Resmî Efendi'yi özel elçi olarak Berlin'e gönderdiği zaman, Prusya kiralından üç müneccim göndermesini de istemişti. Kıral Frederik de ona, ordusundaki yeniliği göstermiş, böylece, iyi talim gören bir ordunun ve dolu bir hazinenin, yıldız ilminden çok daha yararlı ve önemli olduğunu anlatmak istemişti (109). (108) Brognard’ın raporuna göre ölü sayısı 150'ye, yaralı sayısı 1000'e çıkmıştı. (109) Diez, s. 16'da şuna dikkat ediyor: «Bu müneccimler herhalde şifai olarak istenmişti. Çünkü Ahmed Resmî Efendi'ye verilen oniki maddelik talimatnamede müneccim isteğiyle ilgili hiçbir şey yok. OSMANLI TARİHİ 415 Yukarıda anlattığımız o hiç beklenmedik müessif olaydan sonra, Brognard sadrazama veda ziyaretinde bulundu. Bu görüşmede başına gelenlerden hiç söz etmedi ve hakkı olduğu halde gördüğü hakaret için bir tazminat istemedi. Fakat Brog-nard'ın veda nutkundan sonra sadrazam ona nihayet müeb-bed (sonsuz süreli) barıştan söz etti ki, Brognard'a göre bu kelimeyi telaffuz ederken sanki ona bir vücut vermek istemişti. Üç gün sonra ve Brognard’ın hareketinde biraz önce, sadrazam ona bir mektup verdi ki bu, Prens Kaunitz'in mektubuna ve Belgrad anlaşmasını yenilerken sürekli veya müebbed kelimesinden ne kastedildiğine dair sorularma bir cevaptı. Sadrazam açıklamasında daim ve müebbed deyimlerini kullanarak, barışı sonsuza kadar uzatmayı kastettiğini bildiriyordu (110). Bâb-ı Âli'yi, Osmanlı Devleti ile Avusturya arasındaki anlaşmanın sürekli olmasına razı etmek için, daha ciddî ve başka bir diplomatik gerekçe bulunması gerekmişti. Elçi, uğradığı hakareti hiç hatırlatmadığı gibi, geçmişi tamamen unutmuş göründü ve Bâb-ı Âli'nin özür dileyerek gönderdiği armağanları geri çevirmedi. Bu armağanlar, kendisi için verilen iki bin kuruş değerinde bir samur kürkle, karısı için verilen yine iki bin kuruş değerinde süs takısı idi. Bâb-ı Âli'nin bu iltifatı, herhalde o müessif olay konusunda susmasını temin etmek içindi. Kendisine yapılan hakarete tepki göstermemesi karşısında ona «bir azize lâyık olgun hareket» gibi sözlerle iltifat edilerek teselli edilmeye çalışıldı. Fakat Prens Kaunitz, saray yazıcısı Thugut'un kalemiyle, Brognard'ı bu şekilde hareket edişinden ve özellikle hükümetinin gönderdiği ama gizli kalması gereken siyasî düşünce muhtırasının orijinalini vermiş olmasından dolayı sert bir şekilde azarladı.. Bundan sonra Brognard’ın diplomatik kariyerinde şansı dönmüş, başarılı olamamıştı. Kısa bir süre sonra ölünce, onun yerine elçi olarak İstanbul'a Thugut gönderildi. (110) Avusturya İmparatorluk Arşiv Dairesi'nde, Brognard’ın Nisan ayındaki raporuna ilişik tercümede, daim veya müebbed deniyor.. Bununla beraber Bâb-ı Âli tercümanı bunu pax perpetua şeklinde değil. pax continua şeklinde tercüme etmişti. 416 HAMMER Şunu da hemen söyleyelim ki, Bâb-ı Âli'nin yabancılarla ilişkilerinde Brognard'ın gördüğü hakaret gibi bir olaya hiç rastlanmaz. Bu tarihi yazarken bazen tercümanların dövüldüğünü ve asıldıklarını, elçilerin de dövülüp hapsedildiklerini gördük. Ama halkın ve askerin, Osmanlıların elçiler konusundaki bir prensiplerini bu derece açıkça ihlâl ettiklerini hiç görmedik. Bu Osmanlı ilkesi şudur: Elçiye zeval yok! Bu kuralm çiğnenmesi (Hammer'e göre), müslüman fanatizminin, sancak-ı şerifin görünmesiyle kabarıp taşmasından ileri gelmiştir. Fakat bu, maalesef, Avrupalı diplomatlara ve eşlerine halk tarafından yapılan kötü muamelenin sonuncusu olmamıştır. Zamanımızda ingiliz elçisinin eşi Lady Elgin ve Rus elçisinin eşi Madam Tomara, Süleymaniye Camii'ni görmek istedikleri zaman maruz kaldıkları tecavüz, Brognard ve maiyetinin uğradığı saldırıdan daha önemsiz bir olay değildi. Bu defa, maruz kaldıkları hakaretin tazminatı olarak bu hanımlara kürk, şal, elmas gibi kıymetli eşyalardan oluşan hediyeler verilmiş, onlar da bu hediyeleri memnuniyetle kabul etmişlerdir. Sancak-ı Şerifin açıldığı günde böyle müessif bir olayın meydana gelmesi, o zamanın politikacı ve müneccimleri için, yengeç burcunun Satürn ile Mars veya Ay hizasında bulunduğu zamana rastlamasından dolayı, kötü işaret olarak yorumlanmıştı. Bu kehanet, olayı takip eden savaşla ve savaşm Osmanlı Devleti'ni yıkıma götürmesiyle doğrulanmış oldu. YETMİŞÜÇÜNCÜ KİTAP Kırım Giray'ın Rusya seferi ve ölümü. — Hotin'de Türklerin başarısı. — Sadrazam ve Potoçki Hantepesi'nde. — Sadrazamın, Boğdan voyvodasının ve Babı Âli tercümanının idamları. — Ölenler ve yeni tayinler. — Moldovancı'nırı sadareti. — Hotin'in düşmesi. — Moldovancı'nın azli ve Halil Paşa'nın sadrazam oluşu. — Şeyhülislâm'ın ölümü. — Mora isyanı. —- Çeşme'de Osmanlı donanmasının yakılması. — linini Kuşatması- — Kartal Savaşı. — İsmail ve Kilya'nın düşmesi. — Yarım tedbirler. — Bender ve İbrail'in düşmesi. — Sadrazam ve Kurun Hanı'nın azilleri. — Avusturya ve Prusya'nın arabuluculuk teşebbüsleri. — Padişah Avusturya'ya Polonya'nın paylaşılmasını teklif ediyor.— Konfederasyon lehine yeni bir bildiri.— Kış karargâhı ve yeniden silahlanma. ~ Kırım da elden gidiyor. — Basiretsiz Osman Efendi. — Sadrazam azlediliyor ve Muhsinzâde ikinci defa sadrazam oluyor. — Karargâh Şumnu'da. — Maksud Giray Kırım Hanı oluyor. — Reis-ül Küttap Abdürrezzak Efendi. — Avusturya ve Prusya'nın ateşkes için gayretleri. — Karada ve denizde ateşkes. -— Avusturya elçisi Thugut ve Şeyh Yasinci tam yetkili murahhas oluyorlar. — Fokşan Kongresi. — Vâsıf Efendi ateşkesin uzamasını sağlıyor. — Bükreş Kongresi de dağılıyor. -— Salıib Giray, Ali Bey ve Şeyh Tahir. — Yeni sefer için silahlanma. — Rusçuk ve Karasu savaşları. — Ruslar Silistre ve Varna'dan çekiliyor. — Kaynarca Savaşı. — Üçüncü Mustafa'nın ölümü. — I. Abdülhamid'in tahta çıkışı. — I. Abdülhamid'in güçsüzlüğü. —■ Kabinede değişiklik. — Kont Pulavski. — Pazarcık ve Kozluca'da bozgun. — Kaynarca barışı. — Kaynarca barışı ile ilgili düşünceler. KIRIM GİRAYIN RUSYA SEFERİ VE ÖLÜMÜ ULTAN Üçüncü Mustafa, iki yıldan beri tasarladığı 'Rusya ile savaş' kararını, vaktinden en az altı ay önce ilân etmişti. Sınırlarda gerekli savunma tedbirlerinin tam olarak alınmasına kadar kararın ertelenmesini tavsiye eden S Hammcr Tarihi, C: VIII. F.: 27 418 HAMMER sadrazam Muhsinzâde Mehmed Paşa ise bu görüşünden dolayı azledilmişti. Osmanlı Devleti'nin otuz yıl önce Avusturya ve Rusya'ya açtığı savaşta hedefe tam olarak ulaşılamamıştı ve yirmi yıl sonra sebebin 'acele karar vermek' olduğu söylenmişti. Şimdi de acele bir kararla savaş sonbaharda ilân edilmiş bulunuyordu. Oysa Osmanlı ordusunda alışılmış durumlara göre bu savaş ilkbahardan önce başlayamazdı. Bu acele kararı yalnız vakanüvis Vâsıf değil, Resmî Ahmed Efendi de haklı olarak hatalı görmüş ve kınamıştır. Resmî Ahmed Efendi'nin bu savaşı anlatan Hülâsa tül itibar (1) adlı eseri, biraz heyecanlı yazılmış olmakla beraber bu konuda daha güvenilir bir kaynaktır. Savaştan başka bir şey düşünmeyen padişahın bu erken kararı, sabırsız Bar Konfederasyonumu ve askerleri ganimet için sabırsızlanan Kırım hanını memnun etmiş, Kırım Türklerine, Balta'da yakılan han sarayının intikamını almak için Yeni Sırbistan'a saldırma fırsatı vermiştir. Kırım Hanı, şubat sonlarında (23 Şubat 1769 - 15 Ramazan 1182) yüz bin askerle Balta'dan hareket etti. Bug (Aksu) nehrini geçtikten sonra Tugul'da ordusunu üçe ayırdı: Otuz bin kişilik birlik, nureddinin (ikinci veliahtin) emrinde Donek'e yürüdü (2). Kalgayın (birinci veliahdin) emrine verilen ikinci) Resmi Ahmet Efendi'nin bu savaşı anlatan Iiülâsatü'i itibar adü eserini tercüme eden Diez (Berlin 1813)'in bu kitaba verdiği isim mânâyı tam olarak karşılamıyor. Buradaki düşünceler birçok bakımdan Volney'in «Türk Savaşları Üzerine Düşünceler» adlı eserine çağrışım yapmaktadır. Bunların bazıları Diez, bazıları da Peyssonel tarafından yorumlanmıştır. Fakat bu yazarların herbiri meseleye Osmanlı açısından bakmaktadırlar. Bununla beraber Peyssonel'in düşünceleri, incelemeleri, Diez'e göre çok daha doğrudur. Diez, Resmî Ahmet Efendi'nin kırılan gururunun yankısı olan iğneli sözlerini, hicivlerini, tam gerçek olarak kabul ediyor, bu müellifin Rum asıllı olduğunu dikkate almıyor. Rumları ve Rusları Türklerin en büyük düşmanı görüyor, aynı acılıkta konuştuğu Polonyalılar ve Kırımlılar ise, ona göre, Osmanlı İmparatorluğu için en korkulacak dostlardır. (2) Bizzat Han'ın raporundan alınan bu bilgi, Tott'un «Memoires - Hatırat»'ında verdiği bilgiden daha doğrudur. Tott (s. 128'de), nureddinin emrinde kırk bin, kalgayın emrinde altmış bin, Han'ın emrinde ise yüz binden fazla asker olduğunu yazıyor ki, ona göre bu seferde Kırım ordusu iki yüz bin kişiden fazla oluyor. OSMANLI TARİHİ 419 ci birlik, özi nehrinin sol kıyısını takip ederek tâ Orel yakınlarına kadar ilerledi. Üçüncü birliğe bizzat kumanda eden han, Yediseven aşiretleri ve Bucak Tatarları ile Yeni Sırbistan'a saldırdı. Han'ın bu birliği yetmişbeş-seksen fersah kadar ilerleyerek, çember içine aldığı bölgeyi karşı durulmaz bir sel gibi yıkıp geçti ve yağmaladı. Bu akında binlerce insan kılıçtan geçirildi (3), bir o kadarı da esir alındı. Yüz kadar köy ve kasaba yıkıldı, anbarlar ateşe verildi. Üç yeni kalenin, yani Mikelgrod, Arkangelgrod ve Elizabetgrod kalelerinin köyleri yıkılıp yağmalandı (NOT: i). Kırım Hanı, tam ondört gün, Rusya'nın güney eyâletlerinde her yönde akın yaptı ve Donek'in kıyısındaki îsum'un varoşlarına kadar ilerledi. Balta'dan hareketinden tam bir ay sonra (4) Kavşan'a ulaştı. Bu harekât başlamak üzere iken, Lezgi hükümdarının kardeşi olan bir prensle karşılaşmış ve bu prens ona otuz bin kişilik bir kuvvetle yardım teklif etmişti' (17 Şubat 1769 - 10 Şevval 1182). Bu yardıma karşılık olarak da, padişah tarafından kabul edildiği gün, yani sadrazamın cepheye hareketinden ondört gün önce, kuvvetleriyle Rusları sürüp çıkaracağı bölgenin kendisine bırakılmasını istemişti (5). Tott, Kırım Türklerinin hiçbir seferini bu harekât kadar ayrıntılı anlatmamıştır. Çünkü Tott bu harekâtta bir general olarak Han'ın maiyetinde bulunmuş, onun çektiği zahmetlere (3) Osmanlı tarihçilerinin notlarına göre de sayılar farklıdır ve onlar da Tott gibi, ordu sayısını iki yüz bin olarak gösterirler- Oysa bizzat Kırım Hanı’nın raporunda asker sayısı bunun yarısı kadar gösterilir, yani yüz bin kişiden ibarettir. Bu rapora ve Vâsıf a göre (s. 315) Kırımlılar on bin kadar düşman öldürmüş, yedi bin esir almışlardır. Kendi kayıpları ise kırk-elli kişiyi geçmemektedir 1 (4) Kırım Hanı'nın yazdığı raporun kopyası Avusturya İmparatorluk Arşivi'ndedir. Almancaya tercüme edilmiş nüshası Brognard’ın 17 Mart 1769 tarihli raporuna eklidir ve 3 Zilkade 1182 (11 Mart 1769) tarihini taşımaktadır. 1784*de Neuchatel'de basılan ve 1788'de Viyana'da tercümesi yayınlanan Essais de geographie, de politiçue et d'histoire adlı eserde, bu harekâtla ilgili olarak Tott'tan sadece iki satır alınmıştır. (5) Brognard’ın 17 Mart tarihli raporu: 11 Mart'ta sadrazam, 14 Mart'ta ise padişah tarafından kabul edildi. 420 HAMMER, ve yorgunluklara ortak olmuş, sofrasmda oturmuş ve onun gibi giyinmiştir. Yiyeceği, Tatarların başlıca besini olan eyer altmda sıkıştırılmış et, kısrak sütünden mayalanmış bir içki (kımız), füme at eti, havyar, buturga vs.dir. Fakat, bir misafir olduğu için «Tokay'ın sıvı altını» denilen içkiyi içiyor, beyaz Laponya ayısının postundan yapılmış ve Sibirya sincabmm postu ile kaplanmış bir kürk giyiyor ve Han'ın «Tatar yurdu» demekten hoşlandığı bir seyyar çadırda yatıp kalkıyordu. Han'ın çadırı içerden kırmızı kumaşla kaplıydı ve altmış kişi alabiliyordu. Onun çevresinde kurulan daha küçük oniki çadırda hanedana mensup subaylar kalıyordu. Bu onüç çadır çepçevre, beş ayak yüksekliğinde bir duvarla korunuyordu. Han, toprak bir tümsekten etrafa şöyle bir göz atınca bütün ordusunu görebiliyordu, Ordu yirmi alaya bölünmüştü. Han'ın çadırı ortadaydı. Onun önünde her biri dört yüz süvariden oluşan kırk tabur vardı, süvariler dörderlik iki sıra halinde idiler. Her taburun başmda yirmi sancak vardı. Han'ın büyük sancağı (6) ile iki yeşil sancak arasında ve onlarla beraber İnat Kazakları'nın sancağı dalgalanıyordu. Bu kazaklar Büyyk Petro (Deli Pet-ro) zamanında, Kazak İgnas’ın başkanlığında, Rus împarator-luğu'ndan ayrılıp Kırım Hanı'nın hizmetine girmişlerdi ve o zamandan beri de bunlara 'İnat Kazakları' deniyordu. 'İnat' ya da 'îğnat', dikkafah, âsi, inatçı demektir. İnat Kazaklarının tesiriyle Zaporog Kazakları da boyunduruktan kurtulmak için Elizabet (7) kalesinin kumandanına başkaldırmalardı. Kırım Türkleri bu sefer sırasında elde ettikleri ganimetleri korumak ve gözetlemekte inanılmaz kabiliyetlerini gösterdiler. Hemen hemen her askere, ganimet olarak yarım düzine esir, iki düzine sığır, beş-altı düzine koyun düşüyordu. Eyer kayışma basılan torbalara çocuklar konmuştu ve bunların yalnız başlan görünüyordu. Bir genç kız süvarinin önüne, annesi (6) Tott (s. 140'ta), Han'ın büyük sancağının Hz. Muhammed'e ait Saneak-ı Şerif olduğunu söylemekle yanılıyor. (7) Tott, II, s. 144. Elizabet Kalesi «Türklerin II. Katerina Devrinde îlk Savaşları» adlı tarih kitabında «Elisavedgrod» şeklinde ifade ediliyor (Gazette de ' Saint-Petersburg, f. XVI, s. 4). OSMANLI TARİHİ 421 arkasına geçiyor, baba ile oğul elle götürülen atlara bindiriliyor, sığırlar ve koyunlar da en önde gidiyordu. Yorulmak bilmeyen bir göz bütün ganimeti gözlüyor ve hiçbir şeyi gözden kaybetmiyordu. Orduda sert,bir disiplin hüküm sürüyordu. Bir haç resmiyle alay eden, hakaret sayılacak hareketlerde bulunan Nogay-lara, bu hareketin yapıldığı kilisenin önünde yüzer sopa vurulmuştu (8). izinsiz olarak bir Polonya köyünü yağmalayanlar da atlarının kuyruğuna bağlanmış, ölünceye kadar sürüklenmişlerdi. Kırım Giray, bu seferden dönüşünden bir ay sonra öldü. Onu, Eflâk voyvodasının casusu olan Rum hekim Siropulo ze-hirlemişti. Tott, han'ı bu hekime karşı uyarmıştı ama gayreti sonuç vermemişti. Artık ölümün iyice yaklaştığını anlayan Han, musiki çalınmasını emretti ve ilâhiler içinde uykuya dalar gibi ruhunu teslim etti. Sadrazam, Han'ın ölüm haberini, İstanbul'dan sonra ikinci konaklama yeri olan Silivri'de aldı. Şirinbeğlerın ve mirzaların isteğiyle, Selâmet Giray’ın oğlu Devlet Giray Kırım Hanı ilân edildi. Fakat bu güçsüz bir handı. HOTİN'DE TÜRKLERİN BAŞARISI împaratoriçe Katerina, sonbaharda ilân edilen savaşı ilkbaharda gereği gibi karşılayabilmek için kış boyunca hazırlanmıştı. Podolya'da, dokuz bini Kazak olmak üzere altmış bin kişilik bir ordu kuruldu, Aleksandr Mihayloviç Galiçin'in emrine verildi. İkinci ordu on bin Kazak ve yirmi bin Kalmuk'tan oluşuyordu ve Petro Aleksandroviç Romanzov'un emrine verilmişti. Bunların görevi, özi (Dinyeper) nehrinden Azak denizine kadar olan Rus sınırlarını, savunmak, Azak ve Tagan-ruk kalelerini inşa etmekti. Bu kaleler Prut ve Belgrad anlaşmalarına göre yıkılmış bulunuyordu. On-onbir bin kişiden olu'(8) Tott'un, Han'ın ağzından söylediği «Tatarlar güzel sanatlara ve peygamberlere saygı göstermesini öğrenmelidir» sözü aslında kendisine aittir. 422 HAMMER şan üçüncü bir ordu ise Vaymarn in kumandasına verilmişti ve Polonya Konfederasyonunu denetim altında tutacaktı. General Medem, Zarizin'den Kabartay ve Kuban'a doğru ilerledi. General Totleben, Erzurum ve Trabzon'a hücum etmek için Tiflis'e hareket etti. Ona, tekrar Ruslara katılan Karteli, Mingreli, Goril ve tmiretti Gürcü prensleri de emirlerindeki kuvvetlerle yardımcı olacaklardı, öte yandan Karadağlı» lara para, silâh, cephane ve subay göndererek, Osmanlılara karşı savaşa girmeleri istendi. Böylece, Osmanlı Devleti'ne, ezici Rus kuvvetleriyle kuzeyden, doğudan ve batıdan saldıracaklardı Osmanlı sadrazamı İstanbul'dan Tuna kıyısına hareket etmişti ve henüz yolda idi. Bu sırada Prens Galiçin, Hotin'i kuşatmak üzere Turla (Dinyeper) nehrini geçti. Hotin'i koruyan kuvvetlerin kumandanı Çeteci Yeğen Hasan (9), Selanik mutasarrıfı Ahıskalı Hasan Paşa yirmi bin kişilik bir kuvvetle yardımına yetişmeseydi, belki kaleyi bırakmak zorunda kalacaktı. Rumların paskalya bayramına rastlayan Pazar günü (10) öğleden sonra general Olitz hücuma geçti. Fakat bir başarı sağlayamadı. Çünkü şimdi kaleyi koruyan Çeteci Hasan Paşa değil, Osmanlı kuvvetlerine kumanda eden Kahraman Paşa idi (19 Nisan - 30 Nisan 1769). Hotin kalesinin yamakları (11) isyan edip birinci paşayı öldürmüşler, kumandan olarak ikincisini seçmişlerdi. Ona, ba(9) Diez, Hasan'ın, hac kafilesinin öncü kuvvetlerinin kumandanı meşhur Çeteci Abdullah Paşa'nın yardımcısı olduğunu bilmediği için (s. 108), 'Çeteci" kelimesini yanlış olarak 'yeğen' (beau-frere) şeklinde tercüme ediyor. (Hammer de 'yeğen' kelimesini 'yardımcı* kelimesi ile karıştırıyor. Çevirenin notu) (10) Saint - Petersburg jurnaline göre bu tarih 19 Nisan değil. 9 Nisan'dır. (11) 'Yamak' kelimesi 'el işçisi' anlamına gelir, fakat 'haydamak' kelimesinden türediği söyleniyor ki, onun da mânâsı 'akıncı, çapulcu, haydut' demektir. (Aslında «yamak, kelimesinin Osmanlı devlet teşkilatındaki anlamı, yeniçeri, topçu ve humbaracı ocaklarındaki asker adaylarıdır. Bunlar sınır kalelerini bekler ve fethedilen yerler kendilerine yurtluk olarak verilirdi. Ç, N=) OSMANLI TARİHÎ 423 şanlarından ve yavuzluğundan dolayı «kahraman» diyorlardı (12). Bâb-ı Âli, Çeteci Yeğen Hasan Paşa'nın yerine Ahıskalı Hasan Paşa'yı tayin etmişti. Fakat, kaledekilerin desteğine güvenen Kahraman Paşa, vezirlik unvanı ile birlikte kumandanlığa kendisinin getirilmesini istedi. Cüretinin cezası uygun bir zamanda verilmek üzere bu isteği yerine getirildi. I Galiçin, Hotin'e saldırmasından üç gün sonra mağlup olarak geri çekildi ve tekrar Kalus'a döndü. Prens Porosorovski ise, Anadolulu birkaç bin süvari ile yardıma gelen Tekke mutasarrıfı Abaza (Mehmed) Paşa'yı (13) Pruth'un gerisine süregelmişti. Ayrıca bir mikdar esir almış, elli deve ile bazı yük arabalarını, birkaç sancak ve çok sayıda silah ele geçirmişti. Bir Kazak albayı ve bir ataman, o kargaşalıkta, paşanın kumandanlık simgesi olan gümüş asayı da alabilmişlerdi (24 Nisan - 5 Mayıs 1769). Galiçin'in Hotin'de başarı sağlayamaması, yenilip Turla' nın ötesine çekilmesi, İstanbul'da büyük sevinç yarattı ve bu vesile ile padişaha gazi unvanı verildi. Bütün eyaletlerdeki imamlara emirnameler gönderilerek, Cuma hutbelerinde padişahın adına 'gazi' sıfatının ilâve edilmesi istendi. Bu kelime, bütün müslümanları kâfirlere karşı savaşa davet eden bir mânayı da taşır, fakat yaygın mânası ile o, «imânın zaferini temin eden muzaffer hükümdar» demektir. Oysa bütün hükümdarların mühründe 'daima muzaffer' ibaresi de vardır. Bu, unvanın tabii bir sıfatı telâkki edilir. Batılıların 'semper Augus' tus* deyimine karşılıktır. Sadrazam Edirne'de iken, ölen Kırım Ham'nın kethüdası Ömer Besim Efendi resmî yazılarında bazı uygunuz cümleler kullandığı için bir hayli- sıkıntı vermiş, onun için de Bosna'dan Bihacz'a sürülmüştü. Üzerlerinde zehir bulunan karargâhtaki (12) Buturlin'in yazılarında ve 1755*te Petersburg'ta yayınlanan «Türkiye ile Rusya Arasında Savaş, 1769 Harekâtı» adlı eserde, ona, «Kahraman* yerine «Karaman» demekle yanılgıya düşüyorlar. O, Karaman valisi değil, Selanik valisi idi ve adı da Hasan'dı- «Kahraman» sıfatı ona şeref unvanı olarak verilmişti. (13) Yukarıda, 12 numaralı dipnotunda belirttiğimiz kitapta, yanlış olarak 'Abaza' yerine 'Abazi' deniyor 424 •HAMMBtt üç doktor da, Rusya hesabına ileri gelenleri zehirleme amacı güttükleri anlaşıldığından idam edilmişlerdi. Sadrazamın teftiş ettiği düzenli birliklerde onbin yeniçeri, bin üçyüz cebeci, bir o kadar topçu ve sekiz yüz nakliyeci asker vardı (14). Edirne'deki mola sırasında, yeniçeri yazıcısı ve eski va-kanüvis Mehmed Subhi Efendi vefat etti. Mehmed Subhi, İÜ. Ahmed'in hükümdarlığı ve İbrahim Paşanın sadrazamlığı sırasında vakanüvislik yapan Halil Fehmi Efendinin oğludur. Halil Fehmi, istanbul'da yayınlanan bir ciltlik eserinde, selefleri Sami ve Şakir Efendilerin tarih notlarını bir araya toplamıştı. Vâsıf da, Hâkim, Çeşmizâde ve Murteza'nın tarihlerini derlemiştir. İstanbul ve Kahire'de iki cilt halinde yayınlanan Vâsıf -m eserinin ilk bölümünde, Husya savaşından Kaynarca barışına kadar geçen olaylar anlatılır. Bu bölüm, Osmanlı Devleti vakanüvisi Enverî (15) tarafından da özetlenmişti. Mayıs başlarında sadrazam karargâhını Babadağ'dan îsakçı'-ya nakletti. Burada yirmi gün kalarak ihtiyaç duyulan savaş malzemelerini tamamlamaya çalıştı. Strateji konusunda hiç tecrübesi bulunmayan sadrazam, yani serdar-ı ekrem, nihayet ordunun ileri gelenlerini bir savaş meclisi halinde topladı ve onlara şöyle dedi: «Orduyu hangi noktaya sevkedelim? Benim seferle ülfetim (savaş tecrübem) yoktur. Harekâtın nasıl olacağını, devletimizin yararına en uygun hareketin^ ne olacağını siz tespit edeceksiniz. Düşündüklerinizi hiç tereddüt etmeden söyleyin ve beni aydınlatın!» Onun bu bilgisizliği ve itirafı orada bulunanları şaşkma çevirdi. Hayâl kırıklığı içinde herkes birbirinin yüzüne baktı. Nihayet Başmuhasebeci Şehdî Osman Efendi söz alarak uzun bir konuşma yaptı. Bu konuşmanın özeti şu idi: «Düşmanın Hotin saldırısı başarısızlıkla sonuçlandığına göre, yakında Ben-der tarafında görünmesi ihtimali daha fazladır». Sadrazam «Yeter!» diye onun konuşmasını kesti ve herke(14) Vâsıf, c. II, s. 6. (15) Enverî. Bu eserin XIII. cildinde tamamlayıcı bilgiler vardır. Vâsıf (C. I,. s. 367 ve C II, s. 3'te) onun özetinden söz ederken, anektodları ve resmî yazıları unuttuğunu söyleyerek kendisini methediyor. Avrupalı tarihçiler onun düşüncesine uymak zorunda değiller. OSMANLI TARİHt 425 sin konuşacağmı söyledi. Bazıları Hotin'e, Özi ve Bender'e doğru hareket edilmesine taraftar olduklarını, bir hücum halinde buralarda daha başarılı karşı konulacağını söylediler. Bazıları da her şeyden önce Tuna'yı geçmelerini, sonra da duruma göre hareket edilmesini tavsiye ettiler. Sadrazam da bu sonuncu görüşe katıldı. Bâb-ı Âli tercümanı da ona Hotin'e gidiş gelişte tercih edilecek güzergâhı gösteren bir muhtıra vermiş bulunuyordu (16). SADRAZAM VE POTOÇKİ HANTEPESİ'NDE Ordu, nehir gemileriyle îsakçı karşısında kurulan bir köprüden geçerek Tuna'yı aştı ve Kartal'a (Larga'ya) geldi. Dört gün sonra da Hantepesi'nde (17) karargâh kurdu (1 Haziran 1769 - 26 Muharrem 1183). Hantepesi'nin eski adı Ryabaya-Moghila idi. Türkçe ismini, Dördüncü Mehmed'in Kamaniçe seferinde buradaki yüksek tepeye karargâhmı kurmasından alır. Pruth'un kıyısında Yaş şehrine beş, Hotin'e onbeş fersah (1 fersah = yaklaşık 5 km) uzaklıktadır. Dördüncü Mehmed bu tepenin iki tarafını kazdırarak depo yaptırmıştı. Ordu Hantepesi'nde iken, Polonya Konfederasyonu elçisi olarak gelen Potoçki sadrazamı ziyaret etti. Potoçki Kırım hanına sığınmıştı ve o sırada Bender'de oturuyordu. Sadrazamın geldiğini öğrenince hemen ziyaret etmiş ve merasimle karşılanmıştı. Sonra da, kabul edildiği divanda, Polonya’nın hürriyeti ve bu hürriyeti korumak için harekete geçen sadrazama teşekkür için bir konuşma yapmıştı (18). Sadrazam da ona uzun ve Vâsıf’ın çok tuhaf bulduğu bir konuşma ile cevap verdi. Bu (16) Bâb-ı Âli'ye hitaben yazılmış buna benzer bir muhtıra Brognard’ın 1 Aralık 1768 tarihli raporuna eklidir. Bu yazı Pruth ile Dinyester (Turla) arasında yürünmesini, sonra Yaş ve Falcı'dan geçilmesini tavsiye ediyor. Pruth kıyısını takip eden birinci yolda her tarafta bataklık, göl bulunduğunu, on fersah daha kısa olan ikinci yolda ise bunların bulunmadığını bildiriyor. (17) Vâsıf, II, s. 10. Resmî Efendi'ye göre ise 27 Muharrem. (18) Güftar-ı garaib-i nigâr. (Vâsıf, II, s. 11). 426 HAMMER konuşmasında, konfederasyonu, ihmalinden ve dizginleri düşmana bırakmış olmasından dolayı suçlamış (19), şöyle demişti: «...Bana gelince, ben, vazifemi müdrikim. Ne şimdi, ne yarın, ne yaz, ne kış, düşmanı bulunabileceği her yerde takip etmekten ve onu muzaffer kılıcımla yok etmekten vazgeçmeyeceğim. Ben, dünya dengesini elinde tutan, dünya hâkimi şev-ketlû hükümdarımın damadıyım, oğlu da sayılırım. Onun serdarıyım ve bir başka o'yıım. Ben bu seferimde İkinci İskender olacağım. Hareketim şimşekten daha hızlıdır. Dostluğunuz samimi ve kesin ise, devletinize bildiriniz ki bütün Polonyalılar ve seçilmiş olanlar, asla düşmana boyun eğmesin. Sana gelince, Polonya seraskeri tayin edilen Rumeli Beylerbeyi Mehmed Paşa'yı Turla’nın (Dinyester'in) ötesine kadar takip etmeye hazır ol!» Sadrazam tekrar topladığı danışma meclisine aynı ihtiyatsızlıkla Bender'e gitmenin uygun olup olmayacağını sordu. Erzak kıtlığı ve her türlü haşarat orduyu çok rahatsız ediyordu. Resmî Ahmed Efendi'ye göre Bender'e gidilmesine asıl bu durum sebep oldu. Toplanan mecliste sadrazam, «Sen ne dersin defterdar?» diye sordu defterdara. O da, «Bize erzak gerektiğini düşünüyorum» diye cevap verdi. Yiyecek temin etmekle görevli Tahir Ağa (20) birkaç yüz arabalık arpa tedarik etmişti. Bender'e doğru yürüyüşe geçildi ve Yassıtepe'de karargâh kuruldu (9 Haziran 1769 - 4 Saf er 1183). Burada da yiyecek az, haşarat ve özellikle sığır sineği ise Hantepesi'ndeki kadar çoktu. Açlık sıkıntısı çekmeye başlayan askerler her an isyan edecek durumda idiler. Bu yetmiyormuş gibi sadrazam hastaydı ve hekimler her gün ölümünü bekliyorlardı. Yüzlerdeki karamsarlığı gören sadrazam Mehmed Emin •Paşa, onları yatıştırmak için, «Korkmayın, benim adım Emin'dir (21) (yani müjdeler getiren Cebrail'in adıdır), padişahımızın parlak yıldızı onu terketmeyecektir» diyordu. (19) Düşmenin inân-ı azimetini irhâ (Vâsıf, fl", s. 11). (20) «Tahir» kelimesinin anlamı «temiz, saf»tır. Resmi Efendi ona «Tahir ı*a tahir» yani «temiz olmayan Tahir» diyor. (21) «Ben mübşirim». Sadrazamın kendi admm mânâsı ile ilgili olarak yaptığı bu kelime oyununu Diez anlamadığı için onu yanlış yorumluyor- «Mübşir»in mânâsı «iyi haber veren, müjde veren* demektir. Sadrazam «ben mübşirim» derken, «hükümdara ancak mutlu, sevindirici haber verebilirim» demek istiyor. OSMANLI TARİM 427 Rusya'ya bağlı kalan Polonya'nın üzerine yürümek ve bu ülkeyi artık dost değil düşman telâkki etmek kararı, dörtlü bir fetva ile onaylandı ve bu fetva Alttnıçok (22) lâkabı ile de tanınan kadı Abdullah Efendi tarafından okundu. Böylece Polonya topraklarına girmek ve halkını hâkimiyet altma almak kararı meşrulaştırıldı. Plân, Potoçki'ye ve karargâhta bulunan yabancı devletlerin diplomatlarına da bildirildi. Potoçki, memleketine ihanet eden hainlerle çarpışmayı kabul ederek, konfederasyon adına, altmış bin kişiye yetecek zahireyi temin edeceğine söz verdi. Meclis dağıldıktan sonra Potoçki başka bir yazı daha sundu ama bunun okunmasına, konusu bakımından o anda gerek yoktu ve başka bir zamana bırakıldı. Meclisin dağılmasından sonra, babası tarafından Anbarlar Muhafızı yapılan Kırım Hanı'nın oğlu Kaplan Girayzâde'ye samur kürk giydirildi, yukarıda sözünü ettiğimiz fetvaları okuyan kadı da Anadolu kazaskeri oldu. Bâb-ı Âli'nin Polonya seferi için yayınladığı beyanname, İstanbul'da bulunan bütün yabancı elçilere dağıtıldı (NOT: 2). Bender defterdarı Ahmed Paşa, orduya yeterli erzakı temin edemediği için görevden almdı ve hapsedildi (23). Osmanlı Devle-ti'nın en seçkin vezirlerinden biri olan ve Anadolu'da birçok karışıklığı yatıştıran Sarızâde Mehmed Paşa, Bender muhafızı iken ölmüştü. Onun yerine Kel Ahmed Paşa'nın oğlu El-hac Ali Paşa tâyin edildi. Sadrazam, o sırada Kavşan'da bulunan Kırım Hanı'nı, Boğ-dan'a serasker olacak kumandanı tespit için görüşmek üzere çağırdı (19 Temmuz 1769 - 5 Rebiülevvel 1183). Bütün bunlar olurken, Rusların Turla'yi (Dinyester'i) tekrar geçtikleri ve Bukovina ormanını dolandıkları öğrenildi. Daha Önce feldmareşal Münç de ormanı dolaşıp Zernoviç yoluyla Hotin'e gelmiş ve burasını kuşatmıştı, şimdi aynı yol takip edilmiş oluyordu. (22) Tam olarak «AUıncık»tır (Vâsıf, II, s. 56). (23) Her gün yüz yirmi beş kilo (?) arpa (rakamın bir sıfırı unutulmuş olsa gerek), altı bin dokuz yüz çuval un, dört yüz bin kilo peksimet (Vâsıf, II, s. 17). 428 HAMMER Sadrazamın kethüdası Fevzi Süleyman Efendi Kavşan'daki Kırım hanına gönderildi ve ondan Hotin'e yardım etmesi istendi. Han, Yeni Sırbistan'daki Elizabetgrod'a, nureddin (yani kalgaydan sonra gelen ikinci veliaht) ise Hotin'e yürüyecekti. Han, Hantepesi yakınındaki depoların savunmasının kendisine bırakılmasını ve Rusların herhangi bir saldırısına karşı Yaş şehrinin korunmasını isteyerek kethüdayı geri gönderdi. Kendisi de Hotin'e gitmek üzere Kavşan'dan ayrıldı. Hotin kumandanlığı «başbuğ» unvanı ile Moldovancı Ali Paşa'ya verildi. Sadrazam ona beş bin duka altını ile hakkeden askere dağıtılmak üzere nişanlar da göndermişti. On bin kuruş da Abaza Mehmed Paşa'ya göndermiş, Moldovancı'dan olduğu gibi ondan da bütün harekâtı Han'la birlikte yürütmesini istemişti. Abaza Mehmed Paşa Bender muhafızlığına, Kel Ahmed Paşa’nın oğlu ise Yeni Sırbistan seraskerliğine getirildi ve kendisine onbin kuruş verildi. Sadrazam bu görev taksiminden sonra tekrar Hantepesi'ne çekildi. Türk süvari birliği Rus süvarisinin toplu gelişini kazıklı engeller kurarak dağıtmak istedi ama bundan pek sonuç alınamadı, öte yandan Hân, yirmibeş bin kişilik ordusu ile Prens Prosorovski'nin kuvvetlerine saldırdı. Fakat onun saldırısı da ancak Hotin kuşatmasını kaldırtacak kadar etkili olabildi (26 Temmuz 1769 - 22 Rebiülevvel 1183). Bu sırada Hotin başbuğu Moldovancı Mehmed Paşa, Maraş Beylerbeyi Abaza Mehmed Paşa ve Canikli Ali Bey, otuz bin kişilik .bir kuvvetle Han'ın ordusuna katıldılar. Prens Galiçin, Prens Prosorovski ve General Rennenkamp'-m kumandasmda genel bir saldırıya geçmek için bütün kuvvetlerini müstahkem mevkiinde topladı. Serasker de karargâhını Prosorovski'nin terkettiği yere kurduğu için olup bitenleri takip edebiliyordu (26 Temmuz - 13 Ağustos 1769). Kuvvetlerini toplayan Galiçin savaşa savaşa geri çekildi (13 Ağustos 1769). Sadrazamın Hantepesi'ne ulaştığı gün, Hotin muhafızı Kahraman Paşa da saygılarını sunmak için buraya geldi. îyi bir kabul göreceğini, Rusların mağlup olarak çekilmesinin yaratacağı iyimserlik havasının, Hotin muhafızlığını ve vezir rütbesini nasıl bir emrivaki ile aldığını unutturacağını sanıyordu. Fakat öyle olmadı. Sadrazamın subayları tarafından sımsıkı ya- OSMANLI TARİHİ 429 kalandı. Efendisini kurtarmak isteyen paşanın imrahoru tabancasını çekerek saldıranlardan peşkirciba&ını öldürdü. Ama subaylar onu da sımsıkı yakaladılar ve binlerce hançer darbesiyle ikisini de öldürdüler. Kahraman Paşa'nın mallarına el koyması için gönderilen görevli bu işi yaparken, her taraftan öldürülen paşanın zulmü-ne uğrayanların şikâyetleri duyuldu. Bunlar paralarının ve mallarının zorla alındığını söylüyorlardı. Sadrazam zorla alman mal ve paraların iadesini emretti ve bu emir yerine getirildi. SADRAZAMIN, BOĞDAN VOYVODASININ VE BÂB-I ÂLİ TERCÜMANININ İDAMLARI Ali Hekimzâde'nin sadrazamlığı sırasında Enderun çuhadarı olan, Sivas'ta âsî ve eşkiyanm sindirilmesinde önemli rol oynayan Abaza Mehmed Paşa, üç tuğlu vezir rütbesiyle Hotin seraskeri tâyin edildi. Hümâyun imrahoru Mustafa Bey, karargâha verilmek üzere getirdiği parayı teslim ettikten sonra sadaret kethüdası tâyin edildiğini gösteren emr-i hümâyunu gösterdi. Ahıska'da bir kütüphane ve bir cami yaptıran meşhur Ah-med Paşa'nın oğlu ve Hotin muhafızı Ahıskalı Hasan Paşa, Rusların şehri son kuşatması sırasında bir gülle isabetiyle ölmüştü. Çelik Paşa'nın hazinedarı Ali Paşa'nın kumandasındaki kuvvetler Kanlı Köprü mevkiinde bir Rus hafif süvari müfrezesini kılıçtan geçirerek Hasan Paşa'nın intikamını almıştı. Şimdi, Kırım Hanı'nın, serasker Mehmed Paşa'nın, Başbuğ Moldovancı'-nın, Abaza Mehmed Paşa ve Canikli Ali Bey'in birleşen kuvvetleri Rusları bozguna uğratmış, Hotini kurtarmışlardı. Ama bunlar ve diğer paşalar İstanbul'a sadrazamın kabiliyetsizliği-ni, Hotin'in kurtarılmasında en büyük payı olan Moldovancı Ali Paşa'yı kıskanıp istiskal ettiğini bildirmişlerdi. Ayrıca, bugüne kadar elde edilen başarının az oluşundan, Ruslara satılmış Bâb-ı Âli tercümanını ve eski Boğdan voyvodası Galimaki*-yi de sorumlu tutuyorlardı. Bunların ihanetleri anlaşılınca kafaları vuruldu. Bu sırada padişahın ikinci imrahoru ve Kel Ahmed Paşa'nın oğlu Fevzi Bey karargâha geldi. Üzerinde vezirin azledildi-ğini ve Dimetoka'ya sürülmesini bildiren bir emr-i hümâyun 430 HÂMMEB vardı. Fevzi Bey, yazıcısının ve başimrahorun refakatinde, Kâhyabey'in (Sadaret kethüdasının) çadırına indi; sadrazama emri okudu. Bunun üzerine sadrazam Dimetoka'ya sürülmek üzere Edirne'ye götürüldü ve orada idam edildi (12 Ağustos 1769 - 9 Rebiülevvelll83). Sadrazamın kesik başı bir gümüş tepsiye konarak sarayın önünde teşhir edildi. Kesik başın üzerinde şöyle bir yazı bulunuyordu: «Bu baş, kibri yüzünden düşmana saldırmayan, gidip gelmelerle vakit kaybeden, ordunun yiyeceklerini çalan, Ho-tin önünde, ihtiyacı olduğu halde Kırım Hanı’nın yardımını reddeden, başı vurulmuş Bâb-ı Âli tercümanına aşırı derecede iti-mad eden ve lâyık olduğu cezaya çarptırılan, eski sadrazam Mehmed Emin Paşa'nın başıdır.» (24) / Boğdan voyvodasının kesik başı, cesedinin yanma ve ayakları araşma konmuştu; üzerinde şu yazı vardı: «Bu baş, iaşe temini için gönderilen yüz kese parayı zimmetine geçiren ve devlete ihanet eden Boğdan voyvodası Gligo-ri Kalimaki'nin başıdır». Bâb-ı Âli tercümanının kesik başı cesedinin arkasına konmuştu ve yanında şunlar yazılı idi: «Bu lâşe-i habis, tercüman ve reâyâ Nikola Drako'ya aittir, Boğdan voyvodası ile gizli tertipler kurduğu ve ihanet ettiği için kesilmiştir». Uzun zamandan beri hiçbir idam olayı sadrazamın, voyvodanın ve Bâb-ı Âli tercümanının idamları kadar halkı heyecanlandırmamıştı. Bu heyecanı korkunç şekilde arttıran yukarıda naklettiğimiz yazılar olmuştur. Sadrazam Mehmed Emin Paşa, sadrazamların hayatını anlatan tezkirelerde de, Osmanlı Devleti Tarihi'nde de, «Hülâsa* tül itibar» adlı eserde olduğu kadar acı bir şekilde kınanmamış, aşağıianmamıştır. Devletin vakanüvisleri ve yabancı elçiie(24) Diez, Mehmed Emin Paşa'nın Leipzig Kütüphanesi'nde bir benzeri bulunan tılsımlı bir gömleği olduğunu da yazıyor. Bu gömleklerden ikisinin üzerindeki yazılar edebiyat yıllıklarında ve Osmanlıların I. Viyana kuşatmasının üçüncü jübilesinde yayınlanmıştı. Ferari, Notizie istoriche, s. 116'da Varadin savaşında ele geçirilen böyle bir gömleği tarif ediyor. ^■■i OSMANLİ TARİHİ 431 rin raporları da onun savaş sanatında tamamen tecrübesiz olduğunu, savaşın başında kendisine teslim edilen yirmibeş milyon kuruş gibi muazzam bir parayı, ihtiyaçların karşılanması için gereken yerlere göndereceğine, kendine ait on milyon kuruşla birlikte kasalarda saklamak gibi affedilmez bir hata işlediğini yazmaktadırlar. Emin Mehmed Paşa’ınn muazzam serveti ona babası Yusuf Efendi'den kalmıştı. Babası ile beş defa Mekke ve Hindistan'a seyahat etmişti (25). Hindistan seyahati Osmanlı elçisi Salih Efendi'njn ölümünden sonra olmuş (26), Hint hükümdar ve temsilcilerinin Türk padişahına verdikleri cevabı o getirmiş, bu vesileyle oğluna devlet kapısmda bir iş temin etmişti. Çok güzel bir hat ve çok güzel bir üslûpla yazılan dilekçesi işe alınmasını kolaylaştırmıştı. Prenses Şahsultan'la evlenmesi de zor olmamıştı ama, bunun sebebi daha çok son derece yakışıklı ol-maşıydı. Onun Hayalin Gül Bahçesi (27) adlı eseri hem nesir, hem şiir yazmadaki üstün kabiliyetini göstermeye yeter. Hayat hikâyesini yazan tezkireci Cavit, onu, tarihte yalnız gelip gitmeleri, idarenin bir parçası gibi devlet hizmetine girmeleri ve ayrılmaları yazılan sıradan vezirlerin çok üstünde tutar. Padişaha damad olacak kadar onun güvenini kazanan Mehmed Emin Paşa, savaş konusunda bilgisizliğinin ve paraya düş(25) Vâsıf, işe para karışınca ilmî araştırmaların unutulduğunu anlatan bir Arap vecizesini tekrarlıyor: «İnsanın aklı maddi zenginliklere takılınca kârdan başka bir şey düşünmez. > Daha yukarıda işe şu vecizeyi söylüyor : îzâ lem yekun avııu min'allahi li'1-fetâ Fe evvelıt mâ yecenna'llahn içtihâdehu Yani : Bir gence Allah yardım etmezse, Kendi kuvveti ancak yıkımına sebep olur. Bilgisiyle ilgili olarak da şöyle diyor : El-ilmu li'n-nefsi nurun, testedilli bihî Ale'lhakaiki misle nnr'jl-ayni. Yani: tlim, aklı gerçeğe götüren bir rehberdir. O, göz nuru gibi etrafı aydınlatır. (26) Orengabad'da öldü (Vâsıf, II, s- 45). (27) Ash : Gülşen-i Hayâl. 432 HAMMER künlüğünün kurbanı olmuştur. Zaten savaş konusunda bilgisizliğini kendisi de kabul ediyordu. Bu kusurunu savaş meclisinde apaçık itiraf etmekle kalmamış, bütün başarısız sadrazamların akibetine uğramadan, birkaç defa bu makamdan ayrılmayı, yerine başkasının tâyin edilmesini istemişti (28). ÖLENLER VE YENİ TÂYİNLER O yıl ölen meşhurlar üstesine, ölümü kanlı olmayan masum bir meşhuru da ilâve etmeliyiz. Bu, Mihrimah Sultan'dır. O zaman henüz onyedi yaşındaydı ve çiçek hastalığına yakalanmıştı. Bu hastalık yirmi yıl kadar önce yine saraydan çıkmıştı ama, oradan İngiltere'ye geçmiş ve bütün Avrupa'ya yayılmıştı. Bu güzel lâleyi, Lâleli Camii yakınındaki mezarlıkta toprağa verdiler (21 Şubat 1769), Su işleri müfettişi Altıncık (29) Mehmed Ağa'nın oğlu olan ve Anadolu kazaskerliğine daha yeni tâyin edilen Abdullah Efendi de o günlerde öldü. Nesir ve nâzım yazılarıyla ve büyük bir ilim adamı olarak isim yapmıştı. Beydavî'nin Kur'an tefsirine şerh yazmış, Abdi (30) mahlasmı taşıyan birçok şiir bırakmıştır. İstanbul'a gönderilen bir rapora göre, ölümüne ordu hekimi Ahmed Efendi'nin cahilliği sebep olmuştur. Ahmed Efendi hemen görevden almdı ve yerine başkası tâyin edildi (31). ölen kazaskerin yerine ise şair ve müderris defter emîni Süleyman Bey getirildi. Bunun ölümü de, yeni sadrazamm sa(28) Vâsıf bu konuyu anlatırken Arapça bir mısraı tekrarlıyor ki, bu, Horace'ın mısraı ile tamamen aynı anlamı taşıyor : Horace : Mors et fugaeem persequitur viram. Arapça mısra : Ve men îem yemut bi's-seyfi, mâte bi gayrini Tenevvetil-esbâbu ve'l mavin vâhidun. Yani: Kılıçla ölmeyen başka bir şekilde ölür, ölüm birdir ama ölüm çeşidi pek çoktur. (29) Altıncık, Küçük altın demektir; fakat halk dilinde «Altını çok» şeklini almıştır. Benim zamanımda, Fransa'nın Bağdad Konsolosluğu'nda görevli Mali voire (Malivuar)'a da Türkler hep «Malı var», yani rengin diyorlardı. (30) Vâsıf, c. IX, s. 37'de Hotin zaferine tarih düşüren mısraını tekrarlıyor. (31) Gurkzâde Hasan Efendi tâyin edildi. Vâsıf, H, s- 49. OSMANLI TARİHÎ 433 daret mektupçusu Fevzi Süleyman Efendi'yi azlettiği güne rastlar. Süleyman Bey, tıpkı ünlü Arap şairi Caiz gibi, iğneleyici bir üslûp kullanırdı. Birçok gazeli vardır ki bunlardan biri, devletin vakanüvisine göre, kafiye zarureti için en güç kelimelerin bulunup kullanılmış olmasıyla ünlüdür (32). Varadin savaşında ölen Sadrazam Çorlulu Ali Paşa'nın arkadaşı ünlü Kel Ahmed Paşa'nın oğlu olan Bender muhafızı Kel Ahmedzâde El-Hac Ali Paşa da o günlerde vefat etti. Sarayda yetişmiş, Üçüncü Osman zamanında imrahor olmuştu. Üçüncü Mustafa ise onu çok sevdiği yeğeni Nurhanım Sultan'-la evlendirmişti. Rumeli valisi iken gözden düşerek Istanko'ya sürülmüş, daha sonra tçel ve nihayet Cidde valiliklerinde bulunmuştur. Cidde valisi iken, Mekke şerifi ile aralarmda çıkan bir anlaşmazlık yüzünden, padişahın izni olmadan çekilmişti. Oradan Adana'ya, Aydm'a tâyin edilmiş, Andolu'da firari ve âsî levend-leri ortadan kaldırmış veya sindirmişti. Sadrazam Bahir Mustafa Paşa onu Diyarbekir'e göndermiş, buradan Halep valiliğine getirilmiş ve sonra İçel'e geçmişti. Sivas valisi bulunduğu sırada Rusya'ya savaş ilân edilince Yeni Sırbistan'a serasker tâyin edilmiş, sonra Bender muhafızı olmuştu. Çok yakışıklı, zeki, âlim, dürüst ve cömert bir insandı. Yönetici olarak bulunduğu her yerde dürüstlüğü ve hakseverliği ile ün yapmıştı. Onun şatafatlı maiyetine bütün meslekdaşları gıpta ederdi. Devlet vakanüvisi Vâsıf üç yıl onun yanında çalışmış, birlikte sık sık îranlı Urfî'nin Farsça, Hariri'nin Arapça şiirlerini okumuşlardı. Bu da onun tran ve Arap şaheserlerini okuyup anladığını gösteriyordu. Kel Ahmedzâde Ali Paşa'nın naşı, Bender'de, vezirler mezarlığına gömüldü. (32) Gazeli şöyle başlıyor : Hûm etti kamettim ol cin-ebm gösterişcikler Itab eyler yüzünden vechi ihsana glrişcikler. Yani: Mağrur kadınların cilveleri belimi büktü, Beni böyle gören asık suratlı kadınlar dalkavuklukla itham ediyor. Hammer Tarihi. C: VIII. F.: 28 434 HAMMER MOLDOVANCFNIN SADARETİ Emin Mehmed Paşa'dan sonra sadrazamlığa Moldovancı Ali Paşa getirildi. Avrupalı tarihçiler bugüne kadar Moldovancı lâkabını ‘ınoldavyalı, Boğdanlı' şeklinde anlamışlardır. Eski ve yeni paşalar, daha çok savaştıkları ve zafer kazandıkları bölgenin adıyla anılırlar. Moldovancı veya Moldovanî ismi de gerçekten Moldovya ile ilgilidir, fakat buradaki anlamı «Moldov-yalı esirler tüccarı» demektir. Ona Üçüncü Osman zamanmda verilen bu lâkap pek şerefli sayılmaz. Üçüncü Osman zamanında henüz bostancı iken, büyük yollarda soygun yapan haydutların peşine gönderilmişti. Bu seferde Moldavyalı fahişe kadınları ve çocuklarını sattığı için ona, orada kadın tüccarlarma verilen ‘ınoldovancı' lâkabını takmışlardı. Basit bir bostancı iken karakullukçuluğa ve bostancıbaşılığa yükselmişti. Daha sonra vezir, Rumeli valisi ve aynı zamanda Aydın muhassılı oldu. Ali Paşa, selefi tarafmdan Boğdan Başbuğu tâyin edildiği zaman durumu işte böyleydi. Hotin'de başarılı olunca, Mehmed Emin Paşa'nın yerine sadrazamlığa getirildi. Prens Galiçin'in Turla nehrinin ötesine çekilmesi ordunun cesaretini daha da arttırmıştı. Bundan yararlanmak isteyen Moldovancı, Hotin surları dibinde karargâh kuran orduyu Podolya'ya kadar ilerletmek istedi ve bu amaçla kale toplarının korunması altında Turla (Dinyester) üzerine bir köprü yaptırdı, öbür tarafa geçen dört bin kişilik Türk askeri Galiçin ordusunun hücumuna uğraymca çekilmek zorunda kaldı (23 Ağustos - 2 Eylül 1769). Ruslar köprüyü yıkmak teşebbüsünde başarılı olamadılar. Köprünün üzerine geceleyin bir sandık barut, onun üzerine de bir yığın tutuşturucu koymuşlardı. Barutu.tutuşturup köprüyü uçuracaklardı. Fakat cesur ve kararlı bir grup Türk askeri, barut sandığmı oradan çekip uzaklaştırdılar. Bu askerlere birer başarı nişanı verildi. HOTİNİN DÜŞMESİ Yedi gün sonra, sadrazam, Hantepesi'nden gelen takviye kuvvetlerle seksen bin kişiye yükselen ordusunun büyük kıs- m^^^^^M OSMANLI TARİHÎ ^^^■■■■■H 435 mini köprüden geçirdi ve beş koldan Ruslara hücum etti. Ruslar, Türklerin Anadolu, Diyarbekir ve Rumeli paşalarının kumandasında üç koldan, Kırım Hanı'nın Kamaniçe yönünden, sadrazamın da orman tarafmdan saldırıya geçtiklerini gördüler. îlk saldırıda Türkler sekiz yüz düşman askerini öldürdü, dört Tabya, altı töp, mühimmat dolu iki sandık ele geçirdiler. Fakat Hotin üzerine ve Moldovancı'nın birliklerine karşı hücuma geçen Rus generali Türk kuvvetlerini püskürtebildi (9 Eylül 1769 - 8 Cemazielevvel 1183). Sadrazam, oniki bin dalkılıç (33) askeriyle (34) veya cesur fedailerle (35), üçüncü defa nehri geçti. Fakat geceleyin kabaran nehrin dalgaları köprüyü yıktı (17 Eylül 1769 - 16 Cemazielevvel 1883). Osmanlı askerleri köprünün yıkılması yüzünden yardım alamayınca bozguna uğradılar. Bazıları düşman kılıcıyla, bazıları da dalgalarda boğularak can verdiler. Bir kısmı dağılmış, çok az bir kısmı da yüzerek beri tarafa geçebilmişti. Devlet va-kanüvisi bu olayı şöyle özetliyor: «Birçok imansız cehennem ateşinde yanarken, gerçek iman sahiplerinin bir kısmı da şe-hadet şerbetini içtiler». Şehitler arasında yeniçeri kul kâhyası ile turnacıbaşı da bulunuyordu. Bu bozgun Hotin karargâhında paniğe yol açtı. Bir avuç insanla kaldığını gören Abaza Paşa da çekilmeye mecbur oldu. (33) Vâsıf, E, s. 39. Buturlin Rusların kaybını açıklamıyor, Türklerin kaybını ise üç bin kişi olarak gösteriyor (Essais de Geographie, s. 177'de, bu harekâtla ilgili bir bölüm var). Caussin de Perceval'in, 1822'de Paris'te yayınlanan «Türklerin Ruslarla Savaşı Hakkında Bilgiler» adlı eserinde, Vâsıf tarafından bildirilen hemen hemen bütün tarihler yanlış alınmış. Meselâ 54. sayfada, 8 Cemazielevvel 9 Eylül olarak aktarılması gerekirken 28 Ağustos denilmiş; s. 55'te 16 Cemazielevvel 17 Eylül olması gerekirken 5 Eylül denmiş; s. 58'de 20 Cemazielevvel (21 Eylül) 9 Eylül olarak gösterilmiş; s. 61'de, 2 Ekim olması gereken 1 Cemazielahır 20 Eylül, s. 65'te 9 Kasım olması gereken 10 Receb 24 Eylül ve s. 72'de 12 Aralık olması gereken 13 Şaban, 1 Aralık olarak gösterilmiş. (34) Vâsıf, II, s. 39. Buturlin ise «dokuz bin dalkılıç» diyor ve üç bin eksik gösteriyor. Burada Balkan deyimini de Rus bataryalarının işgal ettiği yüksek tepeler için kullanıyor. (35) «Dalkılıç», dal gibi ince kılıç, çok kullanışlı kılıç, demektir. Tabanı ince olana da «daltaban» (yani çok yürüdüğü için aşınıp incelmiş taban) diyorlar. 436 MAMMER Bunun üzerine Ruslar Hotini işgal ettiler Cemazielevvel 1183) (36), (18 Eylül 1769 - 17 Osmanlı Devleti'nin Polonya tarafından en kuzeyde bulunan kalesine Rusların girişinden iki gün sonra, sadrazam, geriye doğru çekilmeye devam eden ordusunu takip etmek zorunda kaldı ve Hantepesi'nin yolunu tuttu (37) (21 Eylül 1769 -20 Cemazielevvel 1183). îdam edilen önceki sadrazamla aynı adı taşıyan îmrahor Mehmed Emin Paşa, Hantepesi'ne Kırım hanı ve sadrazamla aynı zamanda geldi. Yanında, Turla nehrinin ilk iki geçilişi sırasında yararlılık gösterenlere dağıtılmak üzere bazı ödüller getiriyordu. Sadrazam, eski karargâhına gelişinden bir gün sonra bir savaş meclisi topladı. Bu toplantıda Kırım Hanı Hotinln düşmesini karşı gelinmez bir kader olarak nitelendirdi ki sadrazam da bu görüşü paylaştı. Boğdan'ı korumakla görevli olan ve o sırada Soroka'da bulunan Abaza Mehmed Paşa'ya bin kişilik bir takviye gönderildi. Moghila (Kartal) çayının korunması Bender kolağasma, îsakçı'ya sevkedilen topçu parkının korunması ise Anadolu valisi Feyzullah Paşa'ya verildi. Karamanbeylerbeyi de kuvvetlerini Abaza Paşa’nın kuvvetleriyle birleştirecek ve Boğdan'ı savunacaktı. Abaza Paşa ve Eflâk voyvodasına, düşmanla gizli tertiplere giren bütün reâyânm tespit ve cezalandırma görevi de verildi (2 Eylül 1769 - 1 Cemazielevvel 1183). Bundan sonra sadrazam îsakçı'ya hareket etti. Askerin maaşmı dağıtmak ve top bataryalarmm nakline nezaret etmek için dört gün Lopoşta'da kaldı. Canik muhassılı Ali Beyi, birlikleriyle birlikte Pruth kıyısında bıraktı. Ali Bey burada Boğdan ordusundan kaçanları durduracaktı. Yiyecek kıtlığı ve soğukların artması yüzünden Boğdan ordusu kalabalık gruplar halinde Tuna kıyılarına çekiliyordu. (36) Bu tarih Resmî Ahmet Efendi tarafından yanlış verilmiştir. «27 Cemazielevvel değil, 17 Cemazielevvel olması gerekir». Diez, Rus bültenlerindeki tarihlerle karşılaştırma yapsaydı bunu farkederdi. Ama o yalnız Türk belgelerine bakmıştır. (37) «1773'te Rusya ile Türkiye Savaşı» adlı eser. 18 Eylül'de yapılan savaşın plânı burada 156. sayfada, Hotin savasının plânı ise 165. sayfadadır. OSMANLI TARİHÎ 437 Ordu îsakçı'ya perişan, darmadağın bir durumda geldi. Son bozgunda hataları büyük olan Rumeli ve Anadolu valilerinin tuğları alındı. Böylece asker ve halk arasındaki homurdanmalar biraz yatıştırıldı ama, Yaş ve Kalas şehrinde Ruslar karşısında serasker Mehmed Paşa ve hazinedar Ali Paşa'ya üç tuğlu paşa unvanı verildiği öğrenilince tekrar hoşnutsuzluk başladı. Öte yandan, Rus ordusunda Galiç'in de azledilmiş ve yerine Rus ordularının başkumandanı olarak Romanzov getirilmişti. Ona Yaş şehrinde imparatoriçe adına 'boyar'lık unvanı (yani asalet unvanı) da verildi. Bu unvanlar, Ermenistan'da, Grozni'de, Çerkezistan'da, Kabartay'da ve Küçük Abaza'da başarı kazanan general Totleben ile general Medem'e de (38) tevcih edilmişti. General Stoffeln'in gönderdiği albay Fabris, Kalas'ta Boğ-dan voyvodası Konstantin Mavrokordato (Maurocordato)'yu esir aldı ve voyvoda bir süre sonra Yaş şehrinde öldü. Ardiş başrahibinin rehberlik yaptığı ve general rütbesine yükselen Karasin, sadece dört yüz askerle voyvoda Greguar Ghika'nın bulunduğu yere gitti, tki gün saklanan Greguar Ghika sonra yakalandı ve hapsedildi. Ruslar şehri yağmaladılar, burada bulunan bütün Türkleri katlettiler. Karasin'e rehberlik eden baş-rahip şehre, boynunda bir Rus madalyası, iki elinde iki tabanca ile girdi. Bundan az sonra da bütün Bükreş, Rusların «İleri! İleri!» (39) naralanyla yankılandı. MOLDOVANCFNIN AZLİ VE HALİL PAŞA'NIN SADRAZAM OLUŞU Bu olaylar karşısında şeyhülislâm bir fetva yayınlayarak, düşmanla işbirliği yapan bütün Boğdanlı ve Eflâklilerin idamlarının, mallarına el konmasmın, kadın ve çocuklarının da esir (38) «Rusya, Polonya ve Osmanlı Devleti Arasında Bugünkü Savaş» adlı eser (Frankfurt ve Leipzig, 1771. Otuzuncu bölüm, 4, V, s. 65). (39) Stupay! Stupay! (Eflâk Tarihi, Engel, ü, s. 29). 438 HAMMER alınmalarının hak olduğunu ilân etti (40). Osmanlı vakanüvisi-nin söylediğine göre bu fetva, Eflâkli ve Boğdanlılarin Ruslarla daha sıkı işbirliği yapmalarından başka bir işe yaramamıştır. Boğdanlılar prensliğin alâmetlerini Ruslara vermişler, im-paratoriçeye sadakat yemini etmişler, Saint-Petersburg'a (Rus başkentine) temsilciler göndermişlerdir. General Bauer ise ülkenin yeni bir kadastrosunu yapmıştır (41). Sadrazam, kışlamak üzere İsakçı'dan ayrılıp Babadağ'a gitti. Burada, Kelpaşazâde Ali Paşa’nın ölümünden sonra, sadaret kethüdası yazıcı îbrahimpaşazâde Mustafa Bey Bender valisi tayin edildi (9 Kasım 1769 - 10 Receb 1183). Sadaret kethüdalı-ğına da, çok iyi tanıdığımız Resmî Ahmet Efendi getirildi (21 Kasım 1769 22 Receb 1183). tsakçı'da erzak temini ile görevli Dağıstanlı Ali Bey, sadrazamın îsmail şehrinden hareket ettirdiği Işkodrah Mustafa Bey kuvvetlerinin yardımı ile, karşılaştığı Rus kuvvetleriyle yaptığı bir çarpışmada, îbrail muhafızı Abdi Paşa’nın yardım kuvvetleri yetişmeden galip geldi ve Rus konvoyunu dağıttı. Abdi Bey Kalas yakınlarında düşmanla savaşırken, Ali Bey şehre girdi. Ruslar kaçmak zorunda kaldılar, fakat kaçarken şehri yaktılar. Bu başarıdan dolayı Abdi Paşa Boğdan seraskeri tayin edildi. Kendisine yirmibeş bin kuruşla, emrindeki subay ve erlere dağıtılmak üzere çok sayıda yararlılık nişanı gönderildi. Kethüdası beylerbeyliğine, yazıcısı ise divan-ı hümâyun hocalığına terfi ettirildi. Fakat, sadrazam Moldovancı Ali Paşa bu makama gelişinden dört ay sonra azledildi (12 Aralık 1769 - 13 Şaban 1183). Moldovancı Ali Paşa'dan sonra sadrazamlığa Halil Paşa getirildi. Yeni sadrazam Halil Paşa, Belgrad anlaşmasmı imzalayan sadrazam ivaz Mehmed Paşa’nın oğludur ve bu meşhur an(40) Vâsıf, n, s. 50. Thugut'un raporunda tarih olarak 4 Aralık 1769 görülüyor. Prens Kaunitz, Thugut'un böyle bir fetva çıkarıldığını bildiren ilk haberine inanmamıştı. Thugut ikinci bir raporla bunu doğruladı. Bu fetvayı vakanüvis Vâsıf da belirtiyor- Ayrıca Dürrizâde'nin H. 1237'de İstanbul'da yayınlanan fetvalar külliyatında Polonya'ya karşı çıkarılan bu fetva da yer alıyor ve bunda Poniatowski'den cKıral-ı bed faal» diye söz ediliyor. (41) «Engel, Eflâk Tarihi, II, s. 30» ve «Eflâk Savaşı Tarihi, s. 71». Fetvalar, müteakip bölümde, s. 74'dç. OSMANLI TARİHÎ 439 laşmadan oniki yıl önce dünyaya gelmiştir. îş tecrübesi, askerlik kabiliyeti ve önemli sayılacak hiçbir özelliği yoktu. Babasının nüfuzu ve padişahın lûtfu ile saray hizmetine girmiş, önce ikinci imrahor, sonra birinci imrahor, çavuşbaşı, sadaret kethüdası vekili olmuştur. Rumeli valisi ve Hotin seraskeri iken selefi Mol-dovancı tarafından Hotin'den alınmış (42), Filibe'de oturmağa memur edilmişti. Halil Paşa'nın sadrazamlığa gelişi ile, yüksek dereceli memurlar arasında birçok değişiklik oldu. Bunların en önemlilerinden biri sadaret kethüdası Resmî Ahmet Efendi'nin azlidir ki, bu görevde henüz altı haftadan beri bulunuyordu. Diğer iki önemli olay ise Kırım Hanı Devlet Giray ile Çavuşbaşı Yesrî Ahmet Efendi'nin azilleridir. Devlet Giray Han, hanlık tahtma geldiğinden beri, gerek mücevherlerle süslü silahlar olarak, gerekse para olarak, altı bin kese, yani üç milyon kuruş almıştı. Bunca büyük ödüllere rağmen kendisinden beklenen hizmeti verememişti. Turla nehrinin taşması sırasında yalnız onun kumandasındaki askerlerin geçişi için yardım edilmiş, diğerlerine yardım edilemediği için boğularak ölmüşlerdi. Daha sonra Moldovancı çekilmek zorunda kalınca da, han, Boğdan ve Eflâk'in Ruslar tarafından istilâsına karşı koyamamış, yardım edememişti. Onun bu başarısızlığını ve davranışını öğrenen padişah, hanlık makamma Selim Giray'ın oğlu Kaplan Giray'ı getirdi. Kaplan Giray hanların askerî merkezi olan Bucak bölgesindeki Kavşan'a gönderilirken, Devlet Giray da Kıbrıs'ta oturmağa memur edildi (2 Mart 1770 -5 Zilkade 1183). Boğdan’ın yeni seraskeri Abdi Paşa, Rus kuvvetlerinin Fok-şan'da toplandığını, oradan Kumla, îsmail, îbrail ve Yergöğü'nü tehdit ettiklerini öğrenmişti. Onun için Rusçuk âyânmdan Çelebi Süleymanağa ile (43) birlikte Bükreş'e doğru yürüdü. Fak-şan yakmlarma gelince orduya hitaben bir konuşma yaparak, (42) Cavit Bey Tezkiresi. Vâsıf, onun tayini ile ilgili olarak Hayri ve Enverî'nin tarih düşürdüklerini söylüyor. (43) 'Savaş Tarihi' s. 77'de bu âyân, üç tuğlu ve Rusçuklu başka bir. paşa olarak gösteriliyor (birlik onaltı bin kişiden oluşuyordu ve Rusçuklu Çelebi Paşa'nın kumandasında idi). 440 HAMMER düşmanı esir almayı ve baş vurmayı düşünmeden, her şeyden önce onu mağlup etmek gerektiğini, ganimetin ancak bundan sonra düşünüleceğini söyledi (44). Bundan sonra Yergöğü'nü savunmak için geriye döndü, fakat bu mevkiin yakmmda general Stoffeln'in kumandasmdaki düşman kuvvetlerinin hücumuna uğradı ve mağlup olarak üç bin kişi kayıp verdi. Ruslar Yergöğü'nü ateşe verdiler ve Stoffeln Bükreş'e girdi (27 Şubat 1770). Boğdan papazlarının ihaneti yüzünden Oltu ırmağı kıyısındaki Slatina ile Küçük Eflâk'in başkenti sayılan Krayova şehirleri de düştü. Vidin valisi Mehmed Paşa ile birlikte hareket eden han burasını koruyamamıştı. Bütün bu çarpışmalar kış sırasında, yeni sadrazamın kışlamak için tuğlarını Babadağ'da dikmesinden önce oluyordu (45) (1 Nisan 1770 - 5 Zilkade 1183). Sadrazam, yirmidört gün sonra kuvvetlerini Babadağ kanalının batı kıyısına nakledebildi. Sadaret kethüdası ve karargâh paşası (46), karargâh olarak burasını seçmişlerdi. Buradan, kamerî takvime göre yılın ilk gününde (47) îsak-çı'ya hareket edildi (27 Nisan 1770 -1 Muharrem 1184). ŞEYHÜLİSLÂMIN ÖLÜMÜ O dönemde devletin önemli mevkilerinde yapılan başlıca değişiklikler şunlar oldu: Yeniçeriağası Süleyman Paşa azledildi. Süleyman Paşa'ya, îbrail'e bin yeniçeri göndermesi emredilmişti; oysa o sadece üçyüz yeniçeri toplayabilmiş, gerekli sayıyı Babadağ'dan çok sayıda sivil toplayarak temin etmek istemişti. Onun yerine eskiden de yeniçeri ağalığı yapmış olan Aydın valisi Kapıkıran Mehmed Paşa tayin edildi ve serasker sı-fatiyle Kırım'a gitme emri verildi. (44) Vel ganimet, bedel hezimet. Vâsıf, II, s. 63. (45) Vâsıf bu olayın tarihini 6 Zilhicce (Pazar, 2 Nisan) olarak gösteriyor ki yanlıştır. 5 Zilhicce olması gerekiyor. (46) Karargâh Paşası: Konakçı Paşa. (47) Vâsıf burada (II, s. 77'de) Babadağ'ın Hacı Kalfa tarafından tercüme edilmiş ve Enverî tarihinden alınmış topografik bir haritasını da veriyor. OSMANLI TARİHİ 441 Derya Kaptanı İbrahim Paşa sancakbeyi sıfatiyle doğum yeri olan Karaköprü (Negropont) 'ye gönderildi (26 Nisan 1770 -30 Zilhicce 1183). Çok önemli olan derya kaptanlığına ise meşhur Canım Hoca'nın torunu Hüsameddin Paşa getirildi. Canım Hoca, elli yıl kadar önce derya kaptanı olarak Mora'nın fethin^ de çok önemli bir rol oynamıştı. Yeni derya kaptanı da bir an önce bu yarımadaya gitme emri aldı. İlim adamları arasmda (48) Kazasker Paşmakçızâde ve Şeyhülislâm Pîrîzâde Osman Efendi'nin ölümlerinden sonra geniş ölçüde tayinler gerçekleşti. Osman Efendi, meşhur ilim ve siyaset adamı Pîrîzâde'nin oğlu idi. Gerek şeyhülislâm, gerek siyaset adamı olarak o da babasının izinden ve ona lâyık bir başarı göstererek ilerledi. Nesir ve manzum yazıda usta idi, özellikle hitabet ve inceleme yazılarıyla ün yapmıştı. Şiirlerinde «Sa-hib» mahlasını kullanırdı. Birçok gazel ve kasidesi vardır. Zamanının büyük kısmını devrin en büyük âlimleriyle konuşarak, tartışarak geçirirdi. Bu büyük âlimler arasmda Kişi Abdullah Molla ile, yüz kadar dinî, edebî ve ilmî esere zeyl ve açıklama yazan Gelenbevî'yi sayabiliriz (49). Siyasî faaliyetine gelince, son savaşın ilânında onun tesiri de büyük olmuştur. Savaş devam ederken meydana gelen durumlar karşısında, yukarıda sözünü ettiğimiz iki fetvayı veren de Osman Efen-di'dir. Bu fetvalarda Polonya, Boğdan ve Eflâk halkma askerî kanunlara göre dâvranılacağı, canları ve malları alınabileceği, köle edilebilecekleri yazılıydı. Her zaman savaş yanlısı olduğu için meslekdaşları ve ulemâ tarafından kınanmıştır. Ulemâ, onun sağlığında bile, verdiği fetvaların tarihe utanç verici olarak geçeceğini söylemiştir. Şeyhülislâmın taassubundan ziyade ihtirasından, siyasî sistem anlayışından ileri geliyordu bu tutumu. Ayni sistem, Birinci Selim ve Dördüncü Murad zamanında da gö(48) Menasıb-ı ilmiye (Vâsıf, II, s. 74). (49) Hammer buradaki dipnotunda Gelenbevî'nin ölümünden sonra yayınlanan mantık ve metafizikle ilgili eserlerinden, Mir Ebul Feth Esseyid'iri «Mirtezhib» diye anılan eseri için zeyl ve şerhlerinden söz ediyor ama, onun logaritma ve trigonometri konularında yazdığı önemli eserleri söylemiyor. «Burhan» adlı bir mantık kitabı bulunan Gelenbevî'nin, trigonometrinin üçgen çizimlerine uygulanmasını anlatan «Kitabu'l merasid» ve logaritmayı ve logaritma cedvellerini anlatan «Cedavilti'l Ensab» adlı kitapları da vardır (Ç. N.). HAMMER 442 rülmüştü ve tebanın boğazlanması ile selâmete ulaşılacağı zannedilmişti. Fakat bu tutum ve sözünü ettiğimiz fetvalar Rusya'da, Boğ-dan ve Eflâk'te kini arttırmaktan başka bir işe yaramadı. Bereket versin, benzer fetvalar bundan sonraki dönemde hiç verilmedi. Şeyhülislâm ölünce, «Sultanın şeytan suflörü öldü» anlamına gelen bir tarih düşürüldü (50). Onun ölüm tarihini belirten mısra, bütün müslümanların düşüncelerine tercüman olan meslekdaşlarının hükümlerini belli ediyordu (51). ölen şeyhülislâmın yerine eski şeyhülislâmlardan Mirza Mustafa Efendi'nin oğlu Mirzazâde Seyyid Mehmed Said Efendi tayin edildi ki, bu zat daha önce üç defa Anadolu kazaskeri olmuştu (2 Mayıs 1770 - 6 Muharrem 1184). Reâyâ düşmanlığı yapan şeyhülislâmın ölümü ilim ve kanun adamlarmı ne kadar rahatlatmışsa, sadrazam da kardeşi Ali Bey'in ölümüne o kadar üzülmüş ve ağlamıştır. Defterdarlık çavuşu, tımar müfettişi ve silahdar ağalığı görevlerinde bulunan Ali Bey, ölümünden önce karargâhta sipahiler ağası olarak bulunuyordu. Onun yerine Kâtipzâde Ahmet Ağa tayin edildi. Ayni günlerde ordu kadısı Bahayî Veli Efendi vefat etti. Şeyhler, Halveti dervişi Hafız Mustafa'yı onun yerini alması için Babadağ'a gönderdiler. Bu tayinle, bu din büyüğünün, askerin maneviyatını yükseltici bir rol oynayacağı da düşünülmüştü. Evliya Saltuk Dede'nin yedi yerde mezarı vardı ama, en çok önem verileni Babadağ'daki idi. «Baba» adıyla anılıyor, bir (50) Ölüm tarihini bildiren kelimeler «Mate'l hannas»tır. Ebced hesabına göre 1183 yılını veriyor. Hannas, Kur'an-ı Kerim'in son suresinde, kötü cin ve şeytan için kullanılan sıfatlardan biridir. (51) Vâsıf burada, onun meslekdaşlarına cölüleri rahat bırakınız» vecizesini unutturacak kadar kötülük yaptığını anlatmak istiyor. O vecize şudur : Lâ tesubbu'l-emvâte fe-innehum Kad efadfaum mâ kaddcmû. Yani: c Ölülere küfretmeyiniz, çünkü onlar yaptıkları kötülüğün cezasını çekmişlerdir». OSMANLI TARİHİ 443 ermiş olarak saygı görüyor, ondan medet umuluyordu. Fakat Osmanlı vakanüvisinin onunla ilgili olarak bir asır önce anlattığı efsane artık unutulmuş, etkisini yitirmiş bulunuyordu. Sal-tuk Dede, onikinci yüzyılın altmışüçüncü yılında yüz bin Selçuklu Türkü ile buraya gelmiş ve bu bölgeye Dobruca Tataris-tanı denmişti. Evliya Saltuk Dede, müridlerine, vücudunun parçalarını altı-yedi tabuta koyarak, birbirlerinden uzak kafir şehirlerine gömülmesini vasiyet etmişti. Müslümanlar, onun fâni vücudunun gömülü olduğu yerleri dua etmek için ziyaretgâh haline getirmiş, böylece buralarm İslâm imparatorluğunun toprakları haline gelmesini hazırlamışlardı. Yaygın inanca göre Saltuk Dede'nin mezarının bulunduğu yerler şunlardır: Trakya, Daçya, Bulgaristan, Moesie, Panonya, Sarmatya ve kuzeyde uzak bir yer (tabii, Türkler tarafından bütün bu yerler Saltuk Dede adıyla anılıyordu). İlk altı bölge, Sezarların imparatorluklarına aitti ve gerçekten müslüman Tüı * ülkeleri haline geldi. Fakat yedinci makamın bulunduğu Posen, son savaşın ilânına, şeyhülislâmın Polonya ve Boğdan'la ilgili fetvalarına rağmen, Türkler tarafından ele geçirilemedi. MORA İSYANI Türk şeyhülislâmı Boğdan ve Eflâk hakkında fetvalar çıkarırken, Rusya da Mayna Rumlarını isyana teşvik etmeye başladı. Papaz kılığına giren Rus casusları, Manyotların (Manyalı-larm) lideri olan Panayotti Benaki ile, bölgedeki halkı Türk idaresine karşı ayaklandırdılar ve Manyotİular Rusya'dan himaye istediler. Buraya gelen Rus heyetinde Mora ordusuna kumanda edecek olan Kont Orlov, Rumelili Jorj Papasoğlu, Angeli Ada-mopulo (52) ve Toskanalı Jan Platino vardı. Bunlar, o zaman Kalamata'da olan Mavrus Mikali'ye (Mavros Mihali) bir altın madalya ve bir subaylık brövesi verdiler. Bir Rus müfrezesinin ve donanmasının yakında Manyotlara yardım için geleceğini de vaadettiler (1769). Oniki saf gemisi, oniki firkateyn ve çok sayıda küçük gemiden oluşan bir Rus filosu, savaş birinci yılını doldururken, Kronş(52) Burada, Orlov'un Piza'dan, Trieste'de bulunan Adamopulo'ya, 1769 sonlarında yazdığı mektubun İtalyanca metni yer alıyor (Ç. N.). 444 HAMMER tad'dan adalara doğru hareket etti. Filo kumandanı Amiral Spi-ritov idi. Bu haber İstanbul'da geniş yankı uyandırdı, ama vezirler ve diğer ileri gelenler buna inanmak istemediler. Baltık Deni-zi'ndeki Kronştad ile Akdeniz arasında böyle bir ulaşımı mümkün görmüyorlardı. Gerçekten bu görüşte oldukları şüphe ile karşılanmışsa da, bu, vakanüvis tarafından da itiraz kabul etmez şekilde doğrulanıyor (53). İstanbul'da Rus donanmasının Akdeniz'e indiği kesin olarak öğrenilince, Bâb-ı Âli, tercüman vasıtasiyle Venedik hükümetine başvurdu ve Rus donanmasmın Baltık'tan kalkıp Adri-atik'ten geçerek Akdeniz'e girmesine müsaade ettiği için sitemde bulundu. Eski sadrazam Muhsinzâde Mehmed Paşa o sırada Napoli yakınlarında üslenen kuvvetlerin kumandanı bulunuyordu. Kendisine bir hattı hümâyunla Mora’nın savunması için birliklerini toplaması emri verildi ve gerekli harcamalar için elli bin kuruş gönderildi. Dukagin mütesellimi Hüdaverdizâde Ahmet Bey, masrafı kendisi karşılayarak bir birlik kurmuştu. O da beylerbeyi sıfatiyle, înebahtı muhafızı Vezir Mustafa Paşa’nın emrine verildi. Amiral Spiritof, altmış toplu dört savaş gemisi, mühimmat ve gemi yapımı için kullanılacak malzeme dolu bir büyük, iki küçük firkateyn ile, Şubat sonunda Mora'da kıyıya yanaştı. Getirilen malzemelerle, Rus askerlerine yiyecek naklinde kullanılmak üzere dört yeni gemi yapıldı. Kont Teodor Orlov ise beş yüz askerle karaya çıktı. Bunlar, silahlandırılmış elli bin Manyotu (54) disiplin altmda tutmaya (53) Vâsıf, II, s. 70'de şöyle diyor : «...Rical-ü kibar bu keyfiyeti mugalataya hami ve ademi tasdik ile Petroburg'dan Akdeniz'e Moskovlunun donanma ihracını bir veçhile mütalâalarına tatbik edemeyüb...H Buna benzer bir olaya 1800 yılında ben de şahit oldum : Sadrazam Yusuf Ziya Paşa, ingiliz takviye kuvvetlerinin Hindistan'dan kalkıp Kızıl Deniz yoluyla gelebileceklerini kabul etmiyor, imkânsız görüyordu. O toplantıda kendisine tercümanlık yaptığım Sir Sidney Smith, haritaları açarak, Hint Okyanusu'nu Kızıl Deniz ile birleştiren bir boğaz bulunduğunu anlatmak için çok ter dökmüştü. (54) Vâsıf (II, s. 72'de) bu sayının 60.000 olduğunu söylüyor. OSMANLI TARİHİ 445 yeter değildi. Silahlandırılmış Rumlar Rus subaylarının kumandası altmda Mizistre'ya saldırdılar ve şehir halkını vahşice katlettiler: Dörtyüz Türk boğazlandı, henüz meme emen çocuklar minarelerden aşağıya atılıp öldürüldü. Teodor Orlov Koron'u kuşattı, fakat kuvveti yetmediği için sonra bundan vazgeçti. Kardeşi Aleksi Orlov ise Navarin'de bir müfrezeyi karaya çıkarmış ve bu kuvvetleri Patras'a göndermişti. Fakat bunlar Kastil'den Patras'ın yardımına gelen kuvvetler karşısında yenilip kaçtılar. Buradaki Manyotlar öldürüldü. Ruslar bundan sonra, ayaklanmış onbeş bin Rum askeriyle Tripoliçe'ye yürüdüler. Zafer kazanacaklarından çok emin olan Rumlar, karılarını da getirmişlerdi ve bu kadınlar sırtlarında boş çuval taşıyorlardı. Türkleri yenecek, mallarını yağmalayacak ve bu çuvallara doldurup götüreceklerdi. Fakat burada ayandan, Tırhalalı Nimetzâde, Larissalı Müderris Osman Bey, Çatalcalı Ali Ağa ve îzdin beyzadesi alelacele birkaç bin insan topladılar. Serasker bunları Trablus müteselliminin emrine verdi ve kendisi de birliklerini alıp yardıma koştu (19 Nisan 1770 - 23 Zilhicce 1183). Rumlar ağır bir mağlubiyete uğradılar (55) ve oraya pek uzak olmayan bir yerde (Mizistre'de) yaptıkları katliamın karşılığını aldılar. Şehirdeki Rumlar öldürüldü. Patras'ta da buna benzer olaylar oldu. Kaleyi ele geçiren dörtyüz levend, âsileri kılıçtan geçirdiler. Kadınlar ve çocuklar ise esir alındı. öte yandan, Prens Dolgoruçki ve Mavro Hannibal'ın kumandasındaki kuvvetler Navarin kalesine saldırmışlardı. Dolgoruçki, Leontari ile Arkadya'yı da işgal etmiş bulunuyordu. Karşı koyamayacak kadar az kuvveti olan Navarin, anlaşma ile kale kapılarını açtı. Anlaşmaya göre, Türk garnizonunun hayatı bağışlanıyordu. Bu anlaşmayı Fransız konsolosu da tanık olarak imzalamıştı. Fakat, Manyotlar anlaşmaya uymadılar, Türkleri katlederek şehri yaktılar (21 Nisan 1770). Kısa bir süre sonra Aleksi Orlov, Türk hakimiyetindeki bütün Rumlara hitap eden bir beyanname yayınladı. Bununla on(55) «Essais de Geographie» adlı kitaba göre savaş 8 Nisan'da olmuştu. Onun için Vâsıf'ın tarihinde 23 Zilhicce olarak gösterilen günün 13 Zilhicce olması gerekir. Çünkü 23 Zilhicce Pazartesi'ne rastlıyor. 446 HAMMEtt lan Boğdan ve Eflâk'teki savaşlardan haberdar ediyor, onları, dindaşları olarak, din ve hürriyetleri için savaşmaya çağırıyordu (56) (8 Mayıs 1770). Orlov, Koron ve Modon'u da kuşattı. Fakat İstanbul'un fethinin yıldönümüne rastlayan gün Modon kurtarıldı. Ruslar gemilerine binip uzaklaştılar. Böylece serasker Mora'yı kurtarmış oluyordu (57). ÇEŞME'DE OSMANLI DONANMASININ YAKILMASI Mora zaferinden dolayı başkentte fener alayı yapılmadı ve şehir meşalelerle aydınlatılmadı ama, Çeşme'de Türk donanması yakıldı. Dokuz kalyon ve yedi firkateynden oluşan ve üçe ayrılan Rus donanmasına Spiritof, Aleksi Orlov ve Elfinston kumanda ediyorlardı. Osmanlı donanmasmda iki korvet, onbeş kalyon, beş şebek ve sekiz küçük kadırga vardı. Donanmaya derya kaptanı Hüsameddin Paşa ile Cezayirli Hasan Paşa kumanda ediyorlardı. Rus donanması saldırdı. Rus amirali Spiritof'un gemisiyle Cezayirli Hasan Paşa’nın gemisi karşılıklı atışa başladılar ve ikisi de aynı anda ateş aldı. Amiral Spiritof ve Teodor Orlov şa-. lupalara binip henüz uzaklaşmışlardı ki, Rus amiral gemisi büyük bir patlama ve üzerinde bulunan yedi yüz askerle sulara gömüldü. Derya Kaptanı Hüsameddin Paşa, Cezayirli Hasan Paşa ve onlarla birlikte bazı askerler, yanmakta olan gemiden atlayıp yüzerek kurtulmuşlardı. Yelkenci Bekir, atlamaya fırsat bulamadan gemiden yukarıya fırlamıştı, fakat tam infilak anmda amiral gemisinin serenlerinden birine tutunmuş, kurtulmuştu (5 Temmuz 1770 - 11 Rebiülevvel 1183). Bu gemici tam otuz yıl sonra, Rodos'ta, kaptan olarak bulunduğu gemide, o savaşın özelliklerini amiral Sidney Smith'e ve bu kitabın yazarına bizzat anlatmıştır. (56) Bu beyanname için «L'histoire de la presente guerre» VI, s. 75*e bakınız. Orada, Buğdan'da harekete geçirilen ordunun 600 bin kişi olduğu söyleniyor. (57) Fâtih-i Mora (Mora Fâtihi) olmuştu. OSMANLI TARİHÎ 447 Ertesi gün Ruslar, Çeşme limanmdaki Türk donanmasını yaktılar. Bu başarı Kont Orlov'a «Çeşmeskiy» lâkabının verilmesine sebep oldu. Ayrıca Katerina onun için Çarkoselo'da bir zafer anıtı yaptırdı. Deniz savaşları yıllıklarında bugün bile meşhur olan Çeşme Deniz Savaşı, eski Salamin deniz savaşmda, Yunanlıların Pers donanmasını yaktıkları yerde, Romen Emilius Regilius'un An-tiokos donanmasını bozguna uğrattığı Myonesus'un (bugünkü Çıfıtkale'nin) yakmmda olmuştur. Türk donanmasının İnebah-tı mağlubiyetinden sonra uğradığı en büyük deniz savaşı mağlubiyeti budur. Bu iki bozgunun ortak yanı ise, Osmanlı İmparatorluğu tarihinde çok acı bir dönemi başlatmış olmalarıdır. Bu iki olay, bu iki döneme açılan yolu aydmlatan fenerlerdir, tnebahtı savaşı, Sultan Süleyman ve II. Selim döneminde, Osmanlı împaratorluğu'nun ihtişamının sonunu belirler. Çeşme'deki donanmanın yakılması ise müessif Kaynarca anlaşmasının habercisi olmuştur. Çeşme'de donanmanın yakılmasından üç ay önce İstanbul'da, biri Kasımpaşa'da, diğeri Topkapı'da olmak üzere iki büyük yangm daha meydana gelmişti. Birincisinde, orduya ait eyerlerin bulunduğu bir bina tamamen yandı (1 Mart 1770). İkincisinde ise beşyüz kadar ev tamamen kül oldu (13 Nisan 1770). Çok daha büyük olan üçüncü bir yangm, padişahın kız kardeşine ait bir sarayın yakmmda başlamış ve bin ikiyüz ev yanmıştı. İstanbul'da, Çeşme'de donanmanın yandığı haber alınır almmaz, bunu daha büyük bir felâketin habercisi olarak yorumladılar. Daha evvelki yangmları da Çeşme bozgununa işaret saydılar. Çeşme yangını gerçekten korkutucu oldu. Olaydan üç gün sonra İzmir'de halk sokaklara döküldü, Rumlar ve Avrupalılar arasmda ayrım gözetilmeden sekiz yüz kişi öldürüldü (58). Tabii derya kaptanı da azledildi ve onun yerine ihtiyar Cafer Paşa getirildi. (58) cL'histoire de la guerre presente» adlı eserde bu sayı ancak beş yüz olarak gösteriliyor. Fakat Thugut raporunda sekiz yüzden fazla insanın öldürüldüğünü yazıyor. 448 HAMMER, İstanbul halkı, Türk donanmasının yok edilmesinden sonra, Rus donanmasının şehri kuşatmasından korkmaya başlamıştı. Bunun üzerine Sadrazam Moldovancı Ali Paşa ile Fransız albay Tott acele Çanakkale'ye gönderildiler. Vazifeleri, boğaz gerisinde savunmayı hazırlamaktı. Tott'a yardımcı olarak, derya ikinci kaptanı Hasan Paşa’nın kardeşini ve onun gibi ünlü Canım Hoca’nın oğlu Mustafa Bey'i verdiler. Kaptan-ı Derya Hüsameddin Paşa, gerek donanmasını kaybetmiş, gerek gözden düşerek azledilmiş olmanın üzüntüsüyle, az sonra öldü. Halk, daha çok azledildiğine üzüldüğünü söylüyordu. Padişah onun oğlu Abdullah'ı da kadırga kumandanlığına tayin etti. LİMNİ KUŞATMASI Derya Kaptanlığından hemen sonra gelen deniz paşası, yani ikinci derya kaptanı, Çeşme'de kahramanca çarpışan Cezayirli Hasan Paşa oldu. Moldovancı Çanakkale'de surları beyaza boyatmakla işe başladı. Böylece düşmana yeni tamir edilmiş intibaını vermek istiyordu. Albay Tott daha faydalı bir çalışmaya girişti: İkisi Avrupa, ikisi de Asya yakasmda olmak üzere dört batarya, yani top atışı yapılabilecek korunaklı yerler yaptırmaya başladı. Boğazı geçmeye kalkışacak gemiler iki kıyıdan yapılan top atışlarına hedef olacaklardı (59). Rusların dokuz gemi ile Çanakkale'ye yaptıkları ilk hücum başarısız kaldı (60). Fakat yiyecek dolu yirmi Türk gemisi, boğazı kapamak için Bozcaada yakınında üslenen Elfinston'un eline geçti. öte yandan Kont Orlov Limni'yi kuşatmış bulunuyordu. Kuşatmadan altmış gün sonra buradaki garnizon teslimi kabul etti. Sekiz maddeden oluşan teslim anlaşması imzalanmış, uy(59) Tott, II, s. 259'da 'iki ateş arasında' anlamına pointe de barbiers et moulins diyor. (60) Osmanlı Devleti ile Rusya arasındaki savaş alanı. Hamburg 1771, forma II, s, 7. OSMANLITARİHÎ 449 gulanması için teminat olarak altı rehine teslim edilmişti ki, Cezayirli Hasan Paşa, yirmiüç gemiden oluşan donanmasiyle linini kıyısına yanaştı ve kuşatma altmda bulunanların yardımına yetişti. Vaktiyle Kamilio'nun Roma kapılarında söylediği gibi, kendisinin rızası alınmadan yapılan teslim anlaşmasını tanımadığım bildirdi. Bundan birkaç gün sonra, İmroz adasının limanı Modon önünde kanlı bir deniz savaşı oldu. iki donanmanın kumandanları yayınladıkları bildirilerde zafer kazandıklarını söylüyorlardı (61), fakat daha sonra bu çarpışmada galip gelen taraf m Osmanlılar olduğu kesinlikle anlaşıldı. Rus donanmasının kumandanı, Hasan Paşa’nın daha önce talep ettiği altı rehineyi de iade ederek, yelken açıp oradan uzaklaştı (24 Ekim 1770) (62). KARTAL SAVAŞI Şimdi deniz savaşlarını burada bırakıp, Boğdan'daki kara savaşlarına dönelim. Mayısın ilk günlerinde Kırım hanı, İsmail kalesinin muhafızı Abaza Paşa, Çorum sancakbeyi Seyyid Hasan Paşa ve Ka-pıcıbaşı Dağıstanlı Ali Paşa ile birlikte, Pruth nehrinin ötesine geçmek üzere Kişenev'e gitti (Mayıs 1770 - Muharrem 1184). Hantepesi'nde, Boğdan seraskeri Abdi Paşa da Kırım hanına katıldı. Nehrin yakınma geldiler fakat bütün geçitlerin düşman bataryaları tarafından savunulduğunu gördüler. Kaplan Giray kendisine bir geçit ararken, Ruslar Falcı geçidinden Pruth'u aştılar. Romanzov hemen hücuma geçti ve Hantepesi'nin karşısında ve Küçük Kalmasu deresinin arkâsmda mevzilenen Türk kuvvetlerini bozguna uğrattı (28 Haziran 1770). Bu bozgunu öğrenen sadrazam, daha çok Yeniçeriağası Kapıkıran Mehmed Paşa’nın tavsiyesiyle Vidin'den ayrılmış, Tu(61) Bu konuda bkz: «Histoire de la pr&ente guerre», X, s. 13. Vâsıf, II, s- 118. (62) «L'Histoire de la presente guerre» adlı kitabın Rumca, Almanca ve İtalyanca nüshaları arasında hiç fark yok, fakat Türkçe «Cezayirli Hasan Paşa Tarihi» bu olayı, Büyük Amiral Barbaros'un savaşı gibi karışık ve dağınık anlatıyor. Hammer Tarihi, C: VIII. F.: 29 450 HAMMER na'yı geçerek îsakçı'ya varmıştı. Yeniçeriağası Kartal'dan (Larga'dan) ayrılıp göl kıyısında ilerlediği sırada, hanın ve ona yardıma giden Abdi Paşa'nın birlikleri bozulmuş, çekiliyorlardı. Bunların kaçışı yeniçeriağasmın birliğini de bozdu ve ilerlemelerine engel oldu. Bunun üzerine üçüne de birer mektup yazan sadrazam onları korkaklıkla suçladı (63). iyi görüşlü ve gerçekten liyakatli olan kul kethüdası, bu durumda ileri gitmektense Kartal'a çekilip siperleri pekiştirmeyi tavsiye etti. Fakat bu tavsiyesinden dolayı azledildi (64). Sadrazam bu görüşün aksine hareket ederek Tuna'yı aşmıştı. Kadı Nimetullah Efendi, kethüda Seyyid İbrahim, defterdar İsmet İsmail, reis-ül küttap Recai Mehmed, çavuşbaşı İbrahim Arap-gir, defter emîni Veli Efendi, ruznâmeci Resmî ve muhasebeci Yesui Ahmet Efendiler, mektupçu İbrahim ve Mustafa Efendiler, sadaret mektupçusu El-hac Abdürrezzak, beylikçi Mustafa, sadaret kethüdası yazıcısı Seyyid Mehmed, teşrifatçı Vahdeti Ebubekir Efendi sadrazamla beraber idiler. Sadrazamm emrinde otuz bin kişilik bir kuvvet bulunuyordu (65) (26 Temmuz 1770 - 3 Rebiülahır 1183). Ertesi gün toplanan savaş meclisinde düşmanm üzerine doğru ilerleme karan alındı, öncü kuvvetlere serasker Abdi Paşa, sağ kanada Abaza Paşa, sol kanada Adanalı Hasan Paşa kumanda edecekti. Her tarafta hazırlıklar başladı ve kethüda İbrahim Efendi gece çalışmalarına meşalelerin ışığı altmda nezaret etti ki bu da onun «meşaleci» lakabıyla anılmasına sebep oldu (66). Şimdi Kont Romanzov'un önünde sadrazam, arkasmda Kırım hanımn kuvvetleri vardı. Kırım hanmm kuvvetleri yüz bin kişiyi buluyordu, sadrazamm emrinde toplananlar ise daha çoktu. (63) Vâsıf, E, s. 87 ve 88'de, disiplin ve taktik zaruretin ne olduğunu da anlatıyor. (64) Vâsıf, E. s. 90'da, konu ile ilgili olarak birkaç Arap atasözünü söylüyor ki bizce en dikkat çekici olanı şudur : İzâ lem tekun fî menzili'l-mer'i hurretun Dâat mesâJJhti aleyhi. Yani: «Eğer insan fikirlerinde hür değilse, işleri yitik demektir». (65) Vâsıf, n, s. 91. Fakat Buturlin Türk ordusunun sayısmı elli bin kişi olarak gösteriyor. (66) Meşaleci: Vâsıf. s. 91. OSMANLI TARİHÎ 451 Rus generalleri Bauer, Plemjanikof ve Bruce'in emrinde olan üç tümen Türklere saldırdı ve Türk mevzilerini zaptetmeye başladılar. Bu arada yüzkırk top, çok mikdarda mal ve mühimmat ele geçirmişlerdi. Oysa Tuna'yı geçerken subaylara, yürüyüşü kolaylaştırmak için ağırlıklarm azaltılması emredilmişti (1 Ağustos 1770). Geçmişte, Birinci Selim (Yavuz), vakanüvis Kemal Paşazâde'ye, Memlûk sultanı Gavri'nin ordusunun altın kuşamlı, pırıl pırıl olduğuna, kendi ordusunun ise demirden başka bir şeyi bulunmadığına üzüldüğünü söylediği zaman, tarihçi ona, altının demir için bir av, bir kurban olduğunu, yalnız demiri olanları tahrik edeceğini, daha uyanık ve hareketli tutacağını söylemiş, teselli etmişti. îşte bu görüş, yukarıda sözünü ettiğimiz son savaşta da doğrulanıyordu. Sabahleyin saat dokuz buçukta savaşı kazanan taraf belli olmuştu: Ruslar bin kişi, Türkler de bunun iki katı kayıp vermişlerdi. Ayrıca birçok değerli eşya, bu arada yararlılık göstereceklere dağıtılmak üzere getirilen iki kasa dolusu şeref madalyası, düşmanın eline geçmişti. Bu nişanların her birinde altı gümüş tüy vardı ki, artık bunlar onları ele geçiren Rus subaylarının şapkalarını süslüyordu. Rusların Kagul Savaşı, Türklerin ise Kartal Bozgunu dedikleri bu savaş, 1 Ağustosta olmuştu ki bu, Actium, Saint-Gothard ve Abukır savaşlarının yıldönümüne rastlar. Kartal bozgunundan sonra sadrazam savaş meclisini acele topladı. Bu toplantıda bazıları Tuna'nın gerisine çekilme fikrini ileri sürdüler. Diğer bazıları ise, nehri geçmenin, Zenta savaşındaki duruma düşmek olacağını söylediler (67) ve gerçekten de öyle oldu. (67) Vâsıf, n. s. 96. Resmî Ahmet Efendi ise «Hülâsatü'l îtibar» adlı eserinde bu savaşı Saint-Gothard ve Zenta savaşları ile karşılaştırıyor ki bunların ikisi de nehri, karşısında düşman bulunan noktadan geçmek istendiği için kaybedilmişti (Diez'in tercümesi, s. 147). 452 HAMMER İSMAİL VE KİLYA'NIN DÜŞMESİ Sadrazam, hareketini ordudan gizleyerek, karanlıktan yararlanıp İsakçı yakınından nehri geçti. Abdi ve Abaza paşalarla, reis-ül küttap ve mektupçubaşı, otuz bin kişilik bir kuvvetle İsmail şehrine doğru çekildiler. Kırım Hanı İsmail'i savunmayı, buradaki kadm ve çocukları Kilya ve Akkerman'a, evvelce Ruslar tarafında iken kaçıp Osmanlılara katılan Yedisan Tatarlarının ailelerini de sadakatlerinin mükâfatı olarak Tuna ötesine göndermeye çalışacağını söyledi. İsmail'i savunmak için tahkimat yapan Han'a elli bin kilo peksimet ve on bin kuruş gönderildi. Fakat birkaç gün sonra sadrazama bir haber geldi. İsmail'den çekilen birlikler Tuna'yı geçmek için izin istiyorlardı. Yeterince gemi ve kayık olmadığı için bu mümkün değildi (68). Romanzov, general Repnin'in kumandasında onbeş bin kişilik bir kuvvetle İsmail'i kuşattı (69). Buradaki sivil ve asker yirmi bin Türk Kilya'ya doğru çekilmeye başladı (26 Temmuz -6 Ağustos 1770). Az sonra, konuşmaktan başka bir şey yapmayan yeniçeri-ağası ile nakliye işlerinden sorumlu paşa işten alındı. Anadolu muhasebecisi ise Rusların tehdit ettiği Tulça'ya, tahkimat işlerini yürütmek ve oradaki halkı yatıştırmak için gönderildi (70) (13 Ağustos 1770 -- 20 Rebiülahır 1184). Bu olaylar olurken Kırım'dan sevindirici bir haber geldi: Kırım seraskeri silahdar İbrahim Paşa, Yenice Boğazı ile Çun-kar'ın savunmasmı üstlenen Kırım nureddini (ikinci veliahti) ile birlikte, Urkapı'ya saldıran Rusları bozguna uğratarak püskürtmüşlerdi. Fakat az sonra bu sevincin yerini üzüntü aldı. Çünkü İsakçı köprüsünün sel suları ile yıkıldığı (71), Kilya’nın ise düştüğü öğrenilmişti (6 Eylül 1770 - 15 Cemazielevvel 1184). (68) Vâsıf, II, s. 98'de «üstü açık» denilen nakliye sallarının bulunmadığını söylüyor. Abaza Paşa nehri «cırnak» denilen (s. 99) bir gemi ile geçmiştir. (69) Vâsıf, n, s. 97. Buturlin'e göre onüç piyade taburu, iki hafif süvari müfrezesi, üç süvari alayı ve bir kazak alayı. (70) Vâsıf, s. 100. Fakat 20 Rebiülevvel bu tarihçinin dediği gibi Pazar'a değil, Pazartesi'ne rastlıyor. (71) Vâsıf, E, s. 102'de, vakanüvis Enverî'yi Du konuda yazdığı tarihe başmuhasebe kayıtlarını kelimesi kelimesine almakla itham ediyor. OSMANLI TARİHÎ 453 Kilya'nın savunması beylerbeyi Mustafa Paşa'ya verilmiş ve kendisine yetmişbeş bin kuruş gönderilmişti. Mustafa Paşa, on gün süren muhasaradan sonra şehri general Pepnin'e teslim etmişti (72) (1 Eylül 1770). Mustafa Paşa'dan Kilya savunması için verilen onbeş kese para almdı ve Abdi Paşa'ya verildi. Aynı maksatla ona daha önce de önemli bir mikdar verilmişti. YARIM TEDBİRLER Tekrar toplanan savaş meclisinde sadrazam, bozgunların gerçek sebeplerinin ne olduğu ve telâfisi için ne yapılabileceği sorusunu attı ortaya. Bazıları firar edenlerin cezalandırılmasını ve maaşlarının kısılmasını teklif ettiler. Bu tedbirin fayda yerine zarar vereceği daha önce anlaşılmıştı. Kerç savaşmda böyle bir ceza uygulayan Cigalizâde (Cağaloğlu), Asya'da bir isyana sebep olmuştu. Ondan çok daha önce Haçlıları yenen meşhur kahraman Selâhaddin Eyyubî'nin de Akkâ'da firar edenleri, ellerinden tımarlarını almak suretiyle cezalandırdığı da doğruydu (73). Diğer bazıları son bozgunun bütün suçunu levendlere, Türkmenlere ve yeni toplanmış gönüllülere yüklediler. îlk kaçanlar daima bu acemi gönüllüler oluyordu. Bu görüşte olanlar, düzenli ve usta askerlere, kaçmayanlara, çok para verilerek diğerlerinin imrendirilmesini tavsiye ettiler. Daha sonra özi ve Akker-man kaleleri ile Tuna ağızlarının savunulması üzerinde duruldu ve bunu herkes onayladı. Fakat, mecliste bu savunmayı üzerine alacak gönüllü olup olmadığı sorulunca hiç istekli çıkmadı. Bunun üzerine bu görev Gedikli Eyyubî Ahmed'e (74) verildi ve bu maksatla kendisine sadece yarım kese para tahsis edildi. Gedikli Eyyubî Ahmet iki gün sonra karargâha gelerek, savunulacak ırmak ağızlarının büyük kum yığınları ile dolduğu072) Vâsıf, n, s. 104. Buturlin ise (Saint-Petersburg jurnali, İ XVI, s. 27*de yine Vâsıf'a atfen) Kilya'nın alınmasını 2 Eylül (11 Cemazielevvel) olarak gösteriyor. (73) İbn-ül Esir. Bu konuda bkz. Naymond, Arap Tarihçilerinden Haçlı Savaşlarıyla ÜgiM Seçmeler. 1629, s. 314. (74) 'Kerdenine talik' deniyor. 454 HAMMER nu ve tabya kurmaya imkân vermediğini bildirdi. Bu durum karşısında ona, kış birlikleri gelinceye kadar Tuna ağzına yalan palankalara çekilmesi emredildi. Kış birlikleri o sırada Tul-ça'da bulunan Abdi Paşa’nın emrindeydi. Bu sırada Ruslar altı bin kişilik bir kuvvetle özi kalesine baskın yaptılar. Fakat Kırım hanı, Kartal ve ismail'den kaçanları toplayarak oluşturduğu bir kuvvetle bu saldırıyı püskürttü. Osmanlı karargâhmda hüküm süren kargaşa ve disiplinsizliğe karşı ne sadrazam ciddî bir tedbir alabiliyordu ne de padişah. Bunlar işi yarım tedbirlerle idare etmeye çalışıyorlardı ki bu da güçsüzlüklerinin işaretiydi. Askerden şikâyetçi değillermiş gibi görünüyor, hakkedilmeyen ödüller dağıtıyor ve böylece son felâketleri kaçınılmaz hale getirmiş bulunuyorlardı. îsak-çı'da sadrazam son Kartal savcında yaralanan askerlere on-bin kuruşluk ödül dağıttı ki, defter emini Resmi Ahmet Paşa bunu önemle kaydeder (75). Bu teşviklere rağmen ordunun safları gittikçe seyrekleşiyor-du. Kartal dolayında çoğunluğu Kürtlerden oluşan Diyarbekir birlikleri dağılmış, kaçıp evlerine dönmüşlerdi. Sadrazam, kış birlikleri yetişinceye kadar tamamen askersiz kalmasm diye, Rumeli'deki her makama bir hattı şerif gönderilerek, eli silah tutan herkesin İsakçı'ya sevkedilmesi emri verilmişti. Aynı zamanda o sırada muhasebe müfettişi bulunan eski sadaret kethüdası Ahmet İzzet Efendi, padişahın bir beyannâmesini ve ordunun ihtiyaçlarına harcanmak üzere bin keselik bir parayı karargâha götürdü. Ahmet İzzet Efendi padişahın güvenini kazanmıştı ama, bu güveni asla kendi çıkarı için değil, arkadaşlarının mağduriyetini hafifletmek için kullanıyordu. Onun götürdüğü beyannameyi, sadaret mektupçusu Abdürrezzak Efendi, toplanan ordu erkânı huzurunda okudu. Vakanüvisin dediğine göre bu, onların kaygılarını, üzüntülerini gidermeye ve cesaretlerini arttırmaya pek yeterli olmadı (76). (75) Vâsıf, n, s. 107'de şu vecizeyi kaydediyor: Bedâ bi-devâin musriin fi şifahi Derâhimun beysin li'1-cnruhi merâbimon Yani: Çabuk tedavinin bir yolu, kızıl yaralar üzerine konan beyaz (gümüş) paralardır. (76) Şifaun lil knlub, devann lfl kurob (Gönülleri tedavi, ağrıları dindirir). OSMANLI TARİHÎ 455 îsakçı'daki anbarlan teftişle görevli Dağıstanlı Ali Ağa, İsmail'deki talihsiz savaş sırasında, bazı vezir ve emirleri kurtararak yararlılık göstermişti. Bu başarısından dolayı ona üç tuğlu paşa ve Isakçı veziri unvanı verildi. Tuna kıyılarını işgal ederek buradaki anbarlan o koruyacaktı. Rumeli valisi ve eski îsak-çı seraskeri Abdi Paşa Maçin'i savunması ile, îçel sancağı mu-hassılı vezir Abaza Paşa ise Hırsova’ınn savunması ile görevlendirildi. Bu sırada sadrazamın kıskandığı Silistre vahşi Sarım İbrahim Paşa anjine yakalanarak vefat etti (77). BENDER VE İBRAİLİN DÜŞMESİ Bir yanda bu olaylar cereyan ederken, öte yanda, Kont Pa-nin, Temmuz sonundan beri kuşatma altmda tuttuğu Bender kalesini işgal etti. Bu kaleyi savunan Türkler inatla, cesaretle karşı koyuyor ve Panin bir başarı sağlayamıyordu. Fakat ne yazık ki kalede veba salgını görüldü ve kahraman serasker vezir Meh-med Paşa vebadan öldü (78). Onun yerini alan Abdülcelil Pa-şa'nın oğlu Mehmed Emin Paşa da o menhus salgın yüzünden askerin her gün azalması karşısmda çaresiz kalıyordu. Nihayet Ruslar, iki ay süren kuşatmadan sonra, general Elemten ve general Rennekamp’ın kumandasında karanlık bir gecede yapılan baskın sonunda kaleyi ele geçirdiler (27 Eylül 1770). Ama bu pek kolay olmadı. Rus ordusunda, kazandıklan basanlardan dolayı Musin Puşkin ve Kamenskov sivrilmiş durumdaydılar. Protasson da Bender'in sol kapışma (İstanbul Kapısı) bir şaşırtma saldınsı düzenlemiş, sonra bunu gerçek bir hücuma dönüştürmüştü. Panin ise her zaman en tehlikeli yerde, piyadenin başında bulunuyor ve ilk saldıran oluyordu. Saldın on saat sürdü, iki taraf da olanca gücünü kullandı. Ruslar bu saldın sırasında çok kayıp vermişlerdi. Bunun intikamını almak için kadm ve çocuklan katlettiler, evleri yakıp yağmaladılar. Bazı aile reisleri, düşma(77) Vâsıf, II. s. 110'da, 'anjin* için 'ihtihak* deyimini kullanıyor. (78) Vasıf, II, s. 112. «Tableau de la güme presenle» adlı eserde yaygın kanaatin kendisini zehirleyerek intihar ettiği yazılıdır. 456 HAMMER nın üzerine atılmadan önce, çoluk çocuğunu düşmana köle olmasınlar diye kendileri öldürdüler. Fakat şehir kalabalıktı. Vebaya, kılıçtan geçirmeye ve evleriyle birlikte yakılmalarına rağmen, beş bin beş yüz kişi sağ kalabilmişti. Onları esir alıp götürdüler. Bunların arasında serasker Mehmed Emin Paşa ile iki tuğlu iki paşa da bulunuyordu. Ruslar üç yüz elli top, otuz bin gülle ve yirmi bin librelik barut da ele geçirmişlerdi. Fakat bu zafer onlara çok pahalıya mal olmuştu. O kadar çok asker kaybetmişlerdi ki, tarihçi Vasıf a göre, Rus çariçesi general Panin'e «bu kadar ölü vermektense şehri almamak daha iyi olurdu» demiştir. Yine Vâsıf'a göre, hayatta kalanlar Turla'nın (Dinyester'in) öbür tarafına, Yedisan aşiretine mensup olanlar ise Bug nehrinin ötesine, özi'ye götürülmüşlerdi. Bunları Kırım Tatarlarından ayrı tutuyor, kan karışımı bakımından kendilerine yakın ve dost görüyorlardı. Bender'in düşmesinden sonra, Ruslar İsmail şehrinden sadrazamın karargâhına bir temsilci gönderdiler. Bu temsilcinin yanma Bender defterdarı Tabib Efendi ile (79) defterdar emini Pirî Efendi de verilmişti. Bunların niçin geldiklerini anlamak maksadiyle yanlarına Anadolu muhasebecisi Nazif Efendi gönderildi. Pîrî Efendi sözde ölen seraskerle ilgili işleri görüşecekti, fakat onları getiren Rus albay, mareşal Romanzov'dan bir mektup getiriyordu. Bu mektupta barış anlaşması teklif ediliyor, fakat bu anlaşmanın yapılmasına hiçbir yabancı devletin karıştırılmaması isteniyordu (16 Eylül 1770 25 Cemazielevvel 1184). Padişah sadrazama barış görüşmesi için yetki vermemişti. Onun için sadrazam, generalin getirdiği mektubu (80) istanbul'a gönderdi ve Rus generaline de, Bâb-ı Âli'nin Romanzov'a yazılı olarak cevap vereceğini söyledi (81). Mesud Giray, Devlet Giray’ın hanlığı zamanında Eflâk içine bir akın düzenlemeyi teklif etmiş ama han buna izin verme(79) tTableau de la prösente guerre» de, tabib kelimesi yanlış olarak tanib şeklinde yazılmış. (80) îvan Petro (Vâsıf, II, s. 115). (81) Vâsıf, (II, s. 114'de) Arap tarihinden alınmış örnekleri de anlatıyor ki buna göre, nıüslömanlar savaş sırasında kâfirlerin barış tekliflerini dinlemelidirler. OSMANLI TARİHİ 457 misti. O dönemde bu teklifini Kaplan Giray'a da yaptı. Fakat az sonra gelen bir hattı hümâyun ona, Tuna'nın berisindeki Yedi-san Tatarlarıyla Bükreş üzerine yürümesini emrediyordu. Tuna'nın sol yakasında iki önemli mevki olan îsmail ve Kilya'nın zaptından sonra şimdi Ruslara îbraü'i ele geçirmek kalıyordu. Bu şehir Tuna ve Siret kıstağında, Maçin'in karşısında idi. Sadaret mektupçusu Abdürrezzak Efendi'nin gayretiyle burası çok iyi korunmuştu. Ruslar İbrail'i Ekimin ilk günlerinde kuşattılar (1 Ekim 1770 -16 Cemazielahır 1184). Kale muhafızı Canikli Süleyman Paşa, barikat kurulmamış tek nokta olan Su Kapısı'ndan birkaç çıkış hareketi yaparak başarılı sonuçlar elde etti. Bu çıkışlarda kesilen düşman başlarını ve alınan esirleri oğlu vasıtasiyle sadrazamın karargâhına gönderdi. öte yandan Maçin muhafızı Vezir Abdi Paşa da kaleye takviye kuvvetleri sokabilmişti. Fakat bir süre sonra, tıpkı Bender seraskeri gibi, tbrail seraskeri de vebadan öldü. Bunun üzerine îsakçı seraskeri Ali Paşa yardım için acele îbrail'e gönderildi. Su Kapısı'nı ele geçiren düşman, Maçin'in karşısmda kurulan iki yeni tabyadan yapılan topçu ateşiyle bir hayli hırpalanmıştı. Yine o taraftan yaptıkları çok şiddetli bir hücum sırasında ağır kayıplar vererek çekilmişlerdi. Fakat bu başarüara ve Abdürrezzak Efendi'nin tahkimat çalışmalarına rağmen, şehir onsekiz gün sonra kapılarını açmak zorunda kaldı. Abdürrezzak Efendi Tuna hattının acıklı durumunu ve sadece üç bin savaşan askerinin kaldığını İstanbul'a da bildirmişti. SADRAZAM VE KIRIM HANI'NIN AZİLLERİ Osmanlılar, Turla kıyısındaki Akkerman ve Bender'i, Tuna kıyısındaki îsmail, Kilya ve îbraü'i kaybetmekle, bu harekâtı mağlubiyetle bitirmiş oluyorlardı. Sadrazamın elinde pek az kuvvet kalmıştı. Onlar da îsakçı'da büyük bir yiyecek sıkıntısı içinde idiler. Onun için, elinde kalan bu kuvvetle kış karargâhı Babadağ'a hareket etmeye karar verdi (22 Kasım ,1770 - 3 Şaban 1184). îsakçı'daki anbarları korumakla görevli Dağıstanlı 458 HAMMER Ali Paşa'ya da yüz bin kuruş gönderdi (25 Kasım 1770 - 6 Şaban 1184). Sadrazam Babadağ'daki karargâh yerine gelince, bu kasabada ve çevresindeki dokuz çeşmenin onarıldığını, sularının aktığını görüp memnun oldu. Bu çeşmeler otuz yıl kadar önce matbah-ı âmire emini Halil Efendi tarafından yaptırılmış, zamanla kurumuş veya suları azalmıştı. Şimdi bu çeşmeler, emir yerine getirilerek ve bu iş için ayrılan bin kuruş harcanarak onarılmış ve yeterli su akıtır durumda idiler (82). Tabii bu durum, onun bunca insan ve kale kaybetmiş olmsismm üzüntüsünü giderecek değildi. Babadağ'a inişlerinin ikinci günü, Silistre muhafızı Abaza Paşa, padişahın emriyle azledildi ve üç tuğlu paşa unvanı alınarak Köstendir e sürüldü. Çünkü kendisine yeni levendler (yeni asker) toplamak için verilen paradan altı yüz keseden fazlasını, devletin başka bir ihtiyacı için de harcamayarak saklamıştı. Yeniçeriağası Mehmed Paşa da kabiliyetsiz görüldü ve onun yerine Edirne yeniçeriağası Süleyman Paşa tayin edildi. öte yandan Kırım Hanı Kaplan Giray da başarılı olamamıştı. Üstelik, gelecek harekât için kendisine kırk güne kadar bin kese para verilmezse han unvanını bırakacağmı söylüyordu. Buna canı sıkılan padişah ne yapılabileceğini yeni görev verilmiş vezir Osman Efendi'ye sordu. O da budalaca bir tavsiyede bulunarak bundan kolay ne var, demiş ve hemen kâğıt-kaîem alarak, hana, Kefe'nin gelirinden bin kese tahsis edilmesini yazmıştı. Fakat az sonra Kefe gelirinin onyedi keseden ibaret olduğu, onun da Kalgay'a tahsis edildiği haberi geldi. Bu durum düşüncesiz müşavirin gözden düşmesine, hanın da azline sebep oldu. Üçüncü Mustafa, Kaplan Giray'ın yerine han olarak Selim Giray'ı getirdi. Selim Giray daha önce de han olmuştu. Bundan sonra başka azil ve tayinler de oldu. Sadaret kethüdası Seyyid Mehmed Efendi görevden alındı, yerine, daha önce de adından söz ettiğimiz îzzet Mehmed Efendi getirildi. (82) Bu kitabın yazarı 1806'da Babadağ'a gittiği zaman dokuz çeşmenin tekrar kuruduğunu görmüştür. OSMANLI TARİHÎ 459 Padişah nihayet sadrazamı da azletti (4 Aralık 1770 - 15 Şaban 1184). Fakat, paşalık unvanını almayarak onu Filibe'de oturmaya memur etti. İvazpaşazâde Halil Paşa'nın yerine, Bosna valisi Silahdar Mehmed Paşa sadrazam oldu. AVUSTURYA VE PRUSYA'NIN ARABULUCULUK TEŞEBBÜSLERİ Yukarıda sözünü ettiğimiz Romanzov'un barış teklif eden mektubuna padişahın ne cevap verdiğini bildirmeden önce, o sırada İstanbul'da cereyan eden arabuluculukla ilgili diplomatik görüşmeler hakkmçJa^bilgŞ vermek istiyoruz. Bu konuda yapılan yazışmaları fterü&ngî Mr rapordan daha ilgi çekici buluyoruz. Bunlar önce, Avrupa saraylarının çoğunun çıkarları sözko-nusu olduğu için önemliydi. Hepsi arabuluculuk yapmak istiyor ama Rusya inatla ve başarı ile bu teklifleri reddediyordu. Arabuluculuk yapmak isteyenler arasmda iki ünlü hükümdarın faaliyeti, yani Frederik II ile Jozef H'nin gayretleri özellikle dikkat çekicidir. Çünkü bunlardan birinin ülkesi olan Avusturya, Bâb-ı Âli ile gizli bir yardım anlaşması yapmışlardı. Bu anlaşma, bu ülkenin iki ünlü diplomatı olan Prens Kaunitz (Kaniç) ile Baron de Thugut'un gayretleriyle gerçekleşmişti. Yukarıda da söylediğimiz gibi, İngiltere ve Prusya, işe Fransa ve Avusturya'nın da karışmasından korkarak, savaş çıkar çıkmaz arabuluculuk teklif etmişler, bu iki sarayın niyetlerinin şüpheli olduğunu göstermeye çalışmışlardı. Yedikule'de tutuklu bulunan elçi Obreskov'un serbest bırakılmasını istemişler, Mehmed Emin Paşa harekâtı başlatmadan bu konuda tekrar tekrar nota vermişler (83), fakat hiçbir olumlu sonuç alamamışlardı (83) Bâb-ı Âli'nin verdiği cevaplardan, Obreskov meselesinde sonuç almak için en uygun zamanın sadrazamın başkentten ayrılmasından sonra olacağını düşünmüşlerdi. Sadrazamın hareket günü yaklaştığı için fırsata kaçırmak istemediler. Bâb-ı Âli'nin gerçek dostlarının taleplerini reddetmeyeceği kanaatinde idiler (Zegelin'in Hatıratı, Nisan 1769). 460 HAMMER (Ağustos 1769). Frederik ve Jozef, Neustadt'da ikinci defa buluşup görüştükten sonra arabuluculuk meselesini ciddi olarak tekrar ele almayı düşündüler. Prusya kiralı, Rusya'yı barışa razı edecek en iyi çare ve yolların neler olabileceğini Prens Kau-nitz'le uzun uzun görüştü. Frederik ve Jozef arabuluculuk teklifinde mutabık idiler. Fakat bunu henüz uygulama safhasına geçirecek durumda değillerdi. İstanbul'daki elçilerine bu yolda talimat veriyor, bekliyorlardı. Nihayet iki hükümdar Bâb-ı Âli'ye birlikte arabuluculuk teklifinde bulunmaya karar verdiler. Bu işin takipçileri, Prusya elçisi Zegelin ile Avusturya elçisi Brognard'ın yerine önce maslahatgüzar sonra ortaelçi tayin edilen Thugut (Tugut) olacaktı. Avusturya kiralı Jozef'in seyahati ve Prusya kiralı Frederik ile buluşması padişahın ilgisini çekmiş ve kuşkulandırmıştı, öte yandan, Resmî Ahmet Efendi'nin (84) Prusya elçisi olarak yazdığı raporlardan, Frederik'in girişken ve savaşçı zihniyetini daha iyi tanıyordu. Resmî Ahmet Efendi'nin raporlarına göre Berlinliler, Hz. Muhammed'in peygamberliğini inkâr etmiyor, uygun bir durum olursa, müslümanlığı kabul edeceklerini söylüyorlardı (85). Alman (Avusturya) İmparatoru Jozef'in âdetleri ve tasarıları konusunda ise Bâb-ı Âli'nin elinde Bağdat valisi tarafından hazırlanan rapordan başka bir şey yoktu. Bu rapor da Osmanlı tarih belgeleri araşma karışmış ve bunun bir Türk raporu olduğu inkâr edilmeye çalışılmıştı. Bu raporda şunlar söyleniyordu: «...Avusturya (Almanya) imparatoru karaciğerinden ve dalağından rahatsızdır. Bu hastalık yüzünden idarenin dizginlerini bırakmış, üzüntüsünü gizlemek için Venedik, Prusya ve Macaristan'a seyahatler yapmaktadır. Annesi olan imparatorîçe de bu durumu kabul etmektedir. Çok hareketli olan oğlunun üzüntülerini tabii bulmakta, durmadan yer değiştirmek ihtiyacının (84) Türk elçisi Resmî Ahmet Efendi'nin raporları (Berlin ve Settin, 1809, s. 94). (85) Vâsıf, I, s. 250: «Nübüvveti Muhammediyeyi inkâr etmeyüp, müslümau olurnz demekten âr etmezler» OSMANLI TARİHÎ 461 fizikî rahatsızlıktan ileri geldiğini düşünmekte, kendisinin de bu seyahatleri ızdırabını giderecek bir çare olarak gördüğünü ve seyahate teşvik ettiğini söylemektedir. Nihayet, Polonya sınırına yakın Avusturya eyâletlerinin durumu dikkate alınarak, Avusturya kuvvetlerini Polonya sınırına yığmıştır...» PADİŞAH AVUSTURYA'YA POLONYA'NIN PAYLAŞILMASINI TEKLİF EDİYOR Padişah, takip edeceği politikayı, Bağdat valisinin raporunda belirtildiği duruma, yani Avusturya imparatorunun kararsız durumunun değişmediğini ve kuvvetlerini Polonya sınırında toplamış olduğunu esas kabul ederek hazırladı. Bunu» sonunda da, -o güne kadar hiç hissettirilmemiş şaşırtıcı bir teklif-» te bulundu. Thugut ve Zegelin, Viyana ve Berlin'den aldıkları talimata uygun olarak, ama tek tek, Bâb-ı Âli'ye hükümdarlarının arabuluculuğunu teklif ettikten sonra, reis-ül kü'ttap İsmail Raif Efendi, bir gece gizlice Thugut'la bir görüşme yaptı ve elçinin teklifine apayrı bir teklifle cevap verdi. Bu, Bâb-ı Âli'nin daha önce de öne sürdüğü, Avusturya'nın Silezya'yı geri almasına yardım teklifi idi. Bunun anlamı, Avusturya ile Bâb-ı Âli arasında, Rusya'ya karşı sıkı bir ittifak kurmaktı. Ama, daha önce Prusya aleyhine kurulması düşünülen bu ittifak şimdi Polonya'nın aleyhine olacaktı. «Eğer Ruslar Polonya'dan çıkartırlarsa» diyordu Reisefendi, «Avusturya İmparatorluğu dilediği gibi hareket edebilir, dilerse Polonya tahtına kendi istediği bir kiralı oturtur, dilerse bu ülkeyi Osmanlı Devleti ile paylaşabilir (86).» Polonya'nın Osmanlı Devleti ile Avusturya İmparatorluğu arasında paylaşılması teklifi, Prusya Prensi Henri'nin SaintPetersbourg'a gidişinden on ay öncesine rastlıyordu. Oysa, iki yıl sonra kararlaştırılacak olan Polonya'nın paylaştırılmasiyle ilgili anlaşmanın ilk tasarısı, Pruâya prensinin Rusya başkentine yaptığı işte o seyahat sırasında hazırlanmıştı. (86) Burada Thugut'un 24 Mart 1770 tarihli raporu kelimesi kelimesine tekrarlanıyor. 462 HAMMER Böylece Bâb-ı Âli Polonya Konfederasyonu'nu bırakmış bulunuyor, Şeyhülislâm bir fetva çıkararak Polonyalıların kanlarının akıtılmasına ve mallarına el konmasına izin vermiş bulunuyordu. Polonya'nın tam olarak paylaşılmasını düşünen, bu paylaşmayı kısmî olarak gerçekleştirmek isteyen imparatoriçe Kateri-na ile Frederik H'den önce, Bâb-ı Âli, daha doğrusu Üçüncü Mustafa olmuştur. Üçüncü Mustafa hemen hemen her zaman, siyasî kararlarda öncü olmak ve ayrı hareket etmek istiyordu. Bâb-ı ÂÜ, Polonya'yı Avusturya ile paylaşmayı umuyordu. Daha önce İran'ın paylaşılması konusunda da Rusya ile böyle bir anlaşma yapmıştı. Fakat bu parçalama politikası, gelecekte komşuları tarafından onun için de istenecekti. Thugut, Bâb-ı Âli'nin teklifine, bu kadar geniş kapsamlı bir projenin uygulanması için zamanm uygun olmadığını söyleyerek cevap verdi. Zaten böyle bir plânın uygulanmasının yeniden çok kan akıtmaya yol açacağını, oysa teklif edilen arabu-lucukta amacm, çok can kaybma yol açmış bulunan ve devam etmekte olan savaşı sona erdirmek olduğunu söyledi. Viyana hükümetinin cevabı da elçiyi doğruluyordu. Onun için, Thugut ve Zegelin, sadaret kaymakammdan arabuluculuk tekliflerinin kabul edildiğini bildiren bir mektup almaya gayret ettiler. Yine birlikte hareket ederek, İngilizlere ve Ruslara satılmış olan, İngiltere'den başka her devletin arabuluculuğuna karşı çıkan Bâb-ı ÂH tercümanı Nikola Karaca'yı da yola getirdiler. Reisefendi ve o sırada nişancı olan selefi Osman Efendi, Thugut ve Zegelin'le yaptıkları gizli gece görüşmelerinde, sadaret kaymakamının kendilerine diledikleri mektubu vereceğini vaadettiler, ama bunun için, iki diplomatın Bâb-ı Âli'ye bu konuda yazılı bir nota vermelerini de şart koştular. Zegelin bu şartı hemen kabul etti. Fakat Thugut uzun zaman tereddüt gösterdi, ama sonunda o da Bâb-ı Âli'nin bu şartını kabul ettiğini bildirdi. Uzun zaman diretirse, arabuluculuk teklifi kabul edilmediği için çügına dönen İngiliz elçisi Murray'ın bu teklifinin dikkate alınabileceğini düşünmüştü. Bâb-ı Âli poütikası yazılı nota isteğinden vazgeçemezdi. Kaymakamın Kaunitz ve Finkenstein'a hitaben yazacağı mek- mmmmmmmmm OSMANLI TARİHÎ ^^fl^^^HHI^HH 463 tup bu notaya dayandırılacaktı. Mektupta, Prusya ve Avusturya elçilerinin Bâb-ı Âli'ye yaptıkları arabuluculuk teklifinin kabul edildiği yazılıydı (87). Eğer Türk donanması yakılmamış olsaydı, Bâb-ı Âli böyle bir mektubu belki hiç vermeyecekti. Bender'in düşmesinden sonra, Romanzov'un yukarıda sözünü ettiğimiz barış teklifi Bâb-ı Âli'ye geldiği zaman, nişancı ile Prusya ve Avusturya elçileri arasında gece görüşmeleri devam etmiş, Bâb-ı Âli, Prusya ve Avusturya'nın arabuluculuk tekliflerini kesin olarak kabul ettiğini bildiren cevabını yazmış, Rusya bu iki devletin arabuluculuğunu kabul ettiği takdirde Obreskov'un serbest bırakılacağını da kabul etmişti (NOT: 3). Bu cevabm verilmesi, olağanüstü bir divan toplantısında, şeyhülislâmın fetvasına da dayandırılarak kabulleştirilmişti. Arabuluculuk meselesi, Bâb-ı Âli, Prusya ve Avusturya arasında böylece bir karara bağlanırken, İngiliz elçisi, Prusya ve Avusturya elçilerinin itibarlarım sarsmak için her türlü siyasî iftira yağdırıyor, Bâb-ı Âli'ye de Obreskov'un serbest bırakılma-sıyle ilgili olarak nota üstüne nota veriyordu. Rusların Hotin'-den hareketlerinden sonra (Haziran 1770), Murray Bâb-ı Âli'ye yeni bir arabuluculuk plânı sundu. Dalkavukça sunulan formüller Reisefendi'nin o kadar canını sıkmıştı ki, İngiliz elçisine verdiği cevabı elçi Thugut'a da bildirdi. Bu, Thugut için beklenmedik bir güven gösterisi idi ama, ayni zamanda, Bâb-ı Âli ile yapüacak uzlaşma müzakerelerinde, başarıyı asla dalkavuklukta aramamak gerektiğini anlatmış, onu uyarmış bulunuyordu. Reisefendi'nin İngiliz elçisine verdiği cevapta özetle şunlar yer alıyordu: «İngiltere'nin Rus savaş donanmasında görev alan gemileri varken böyle bir teklif yapması çok tuhaf! Korkarız ki bu teklif düşmanın niyetini gizleyen bir maskeden başka bir şey değildir. Bâbı Âli onun hangi dâvaya hizmet ettiğini anlayabilmesi için, İngiltere asıl niyetini apaçık söylemelidir.» Alçakça ve pohpohlanmaya dayanan bir sistemle Reisefen-di'yi kandırmaya çalışan İngiliz elçisine, hakettiği işte bu sert cevap verilmişti. (87) Kaymakamın Avusturya İmparatorluk Arşivi'nde bulunan mektubunun tercümesi Thugut'un 15 Ağustos 1770 tarihli raporuna eklidir. 464 HAMMER Avusturya'ya Polonya'nın paylaşılmasını teklif eden padişah, öte yandan da Fransa'ya bir ittifak teklif ediyordu. Fransa da Bâb-ı Âli'ye oniki veya onbeş savaş gemisini emrine verebileceğini söylüyor, bunun için yılda üç-dört milyonluk bir yardım istiyordu. Ayni zamanda, İspanya ile bir dostluk anlaşması imzalanırsa, bu devletin de yardım edebileceğini bildiriyordu. Bâb-ı Âli, deniz ittifakı şeklinde sunulan bu anlaşma plânını benimsemedi ve bu konuda Thugut'un fikrine de başvurdu. Fakat yine de sadaret kaymakamı Dük Choiseul (Şuazöl)'e yazarak, ondan onbeş savaş gemisi, yeterince barut ve topçu istedi. Karşılığını para olarak ödeyeceğini bildirdi. Fransız elçisi Saint-Priest bunu uygun gördü ve hükümeti nezdinde var gücüyle destek vaadetti. Bu büyük siyasi çıkar müzakereleri devam ederken, çok daha önemsiz olan Fransız tercüman ve tüccarlarmm durumu geri plâna atılmıştı. O günlerde Sayda'da yüzer sopa vurulan iki Fransız tercümanına, uğradıkları mağduriyet için hiçbir şey yapılmamıştı. Yalnız Fransız hükümeti onlara ömür boyu beş-yüz lira maaş bağlamak suretiyle tazminat vermiş oldu (88). Türk hükümeti bu konuda bir tazminat vermedi ama, Türk mallarını taşıdığı için Rusların saldırısına uğrayacak Fransız gemileri için de tazminat vaadinde bulunmadı. Reisefendi, Türklerin para desteğiyle kurulacak bir deniz ittifakı teklifinden Avusturya elçisi Thugut'u da haberdar etmiş, Thugut bunu Prens Kaunitz'e bildirmişti. Prens Kaunitz'de • Bâb-ı Âli ile benzer bir ittifak kurma fikri bundan sonra doğmuş veya bu fikir olgunlaşmıştı (89). (88) Volney'in «Considerations sur la guerre actuelle des Turcs> ve Peyssonel'in «Consid&rations» adh incelemesi. Amsterdam, 1788, s. 165. Volney'in düşünceleri ve Peyssonel'in incelemesi, yarım asırdan beri Bâb-ı Ali hakkında yazılmış en iyi eserlerdir. Aslında Volney'in 1787 savaşı ve ondan sonra meydana gelen Türk-Rus savaşlarında tahminleri doğru çıkmadı. Ama bazı iddiaları ve tarifleri doğru idi ve Peyssonel'in görüşleri ile çelişiyordu. (89) Bâb-ı Âli'nin önce onsekiz bin kese akçe teklif ettiği muhtıranın tercümesi Thugut'un 17 Nisan 1771 tarihli raporuna ekliydi. Aslı da Avusturya İmparatorluk Arşivi'ndedir. OSMANLI TARİHİ 465 Bu teklif, eski Reisefendi (90) ve şimdiki nişancı ile, şimdiki Reisefendi ve Thugut arasmda yapılan gizli gece görüşmelerinde tartışıldı. Nihayet teklif, beş maddelik bir konvansiyon haline dönüştü. Bu anlaşma, sözünü ettiğimiz nişancı ve Reisefendi ile, elçi Thugut, Anadolu Kazaskeri ve sadaret kaymakamı arasında olmuştu (6 Temmuz 1771). Bu konvansiyondaki bazı tedbirler padişahın hattı şerifi ile yürürlüğe konacaktı. Bundan ü£ gün sonra konvansiyon imzalandı ve padişahın saraylarından biri olan Çırağan Yalısı'nda taraflar arasmda teati edildi (NOT: 4). Bu anlaşmaya göre, Osmanlı Devleti, Avusturya'ya bir yıl içinde yirmi bin kese para verecekti ki bu, kuruşun o zamanki değerine göre onbir milyon iki yüz elli bin florin demekti (91). Ayrıca Küçük Eflâk Avusturya'ya bırakılacak, Avusturya hükümetini o güne kadar yükümlü olduğu ağır vergilerden muaf tutacak, onu korsan saldırılarından koruyacaktı, öte yandan Avusturya împaratorluğu'nun Ruslarla yapacağı anlaşmada, şart olarak, Rusların eline geçmiş Osmanlılara ait yerlerin yine Osmanlılara iade edilmesi istenecek, sağlanacaktı. Bundan başka, Polonyalıların bağımsızlığı da desteklenecekti (NOT: 5). Bu konvansiyon, kaymakam ve Prens Kaunitz arasmda teati edilen mektuplarla da teyid edildi (92). Thugut, maslahatgüzar iken ortaelçi unvanını aldı (93) (15 Ağustos 1771). (90) Avusturya elçisine verilen bilgilere göre ilk tasarı, onar bin kişiden oluşacak iki ordu kurmak idi. Bunların yıllık harcamaları elli milyon olacaktı, ayrıca olağanüstü harcamalar da otuzdört milyon olarak hesaplanmıştı (Prens Kaunitz'in Talimatı, 17 Ocak 1771. İmparatorluk Arşivi). (91) Bir kuruş, bir florin yedi krevzer düşmüş, yani değerinden yüzde yirmibeş kaybetmişti. 1743-1752 yıllan arasmda sefaret muhasebelerinden alınan bazı rakamlar, o tarihlerde 1 kuruşun, 1 florin ve 50 krevzer ettiğini göstermektedir. (92) 1775'te Bukovina Konvansiyonu'ndan sonra kaymakamın mektubu geri gönderildi. Bu konvansiyon, henüz verilmemiş yardım bakiyesini ve Küçük Eflâk'in almamayışmı telâfi için bir formül getiriyordu. (93) 1 Temmuz 1771 tarihli alındı mektupları. 1770'te Avusturya sefaretinde personelle ilgili bazı olaylar oldu: Baştercüman Bianki ve otuz yıldır başyardımcı olarak çalışan Roboli, ayni yıl içinde öldüler. Üçüncü tercüman Bihn saray tercümanı olarak atandı. Tameşvar tercümanı Jenisch saray sekreteri sıfatı ile ataşe oldu, onun yerine Tameşvar tercümanlığına memurların en genci olan Zechner Thalhofen getirildi. Hammcr Tarihi. C: VIII. F.: 30 466 ÜAMKIl Avusturya elçisi Thugut sözünü ettiğimiz yardım anlaşmasını gerçekleştirdikten sonra, Prusya ile birlikte arabuluculuk teklifi yapmaktan vazgeçmişti (NOT: 6). Bu yeni anlaşmanın konusuna, sırrına vâkıf olamayan Prusya elçisi, daha başka projelerin de ortaya atılmış olmasmdan şüpheleniyordu ve verilen söze sadık kalınmasında ısrar ediyordu. Bâb-ı Âli'ye, Rusların savaş başlarken Prusya'dan arabuluculuk istediklerini de açıklıyordu (NOT: 7). Hatta, Rusya varılacak anlaşmaya sadık kalmazsa, Bâb-ı Âli'nin haklarını korumak için kiralının silaha sarılacağını, bu hususta Avusturya İmparatoru ile birlikte hareket edeceklerini de bildiriyordu. Kampanyanın açılışında (Nisan 1771) sadrazamın son bir yazısını alan Rus sarayı, bütün arabuluculuk tekliflerini reddetmiş ve Obreskov'un serbest bırakılmasını istemişti. Bu, Rusya'nın ileri sürdüğü ilk şart olduğu için, elçi Thugut da, gizli anlaşma ile ilgili müzakereler devam ederken, bu şartın kabulünde ısrar etmişti. Bunun sonucu olarak da Rus elçisi Obreskov serbest bırakıldı ve Dimetoka yoluyla Belgrad'a gönderildi (94). Daha kısa yoldan giderse Osmanlı ordusunun hatlarından geçmesi gerekirdi, bu ise ordunun hoşuna gitmeyebilirdi (3 Mayıs 1771). Kampanyanın sonunda, şimdi Reisefendi olan ve daha önce Ruslara esir düşen Vâsıf Efendi İstanbul'a geldiğinde, imparatoriçenin bir mektubunu da getirmişti. Fakat mektupta imparatoriçenin imzası yoktu. İmparatoriçe bu mektupta Osmanlı devletine aracısız bir barış anlaşması teklif ediyordu: Barış müzakerelerinde Osmanlı Devleti ile Rusya araşma nifak tohumları eken düşmanların, savaşın uzamasmdan doğrudan doğruya yarar sağlayacaklarını, iki devletin barış yaparak kazanacakları avantajlara bunların engel olmaya çalışacaklarını söylüyordu. Sadrazamın bu mektubun kenarına el yazısiyle yazdığı nota göre (95), imparatoriçe mektubun Fransızların eline geçmesinden endişe duyduğu için ne mühür basmıştı ne de imzala(94) Obreskov'un Thugut'a yazdığı teşekkür mektubu, Thugut'un raporuna ekliydi. (95) Bu yazının tercümesi, Thugut'un 17 Aralık tarihli raporuna ekliydi. Orijinali Avusturya İmparatorluk Arşivi'ndedir. OSMANLI TARİHÎ 467 mıştı. Savaşı kışkırtanın Fransa olduğunu ve bu devletin buna, Rusya'yı kızdıracak bir anlam verebileceğini söylemişti (96). Fakat daha o zaman Rusya, Avusturya'ya şifahi olarak, Kırım'ı aşacağmı, Boğdan ve Eflâk'te bağımsız bir hükümdarı tahta çıkarmak niyetinde olduğunu (97) bildirmişti (Eylül 1771). Prusya, Avusturya'ya Polonya topraklarından bir kısmını, özellikle Pomerelya bölgesini istediğini bildirdi ve onu ayni miktarda bir bölgeyi almaya davet etti (98). Ayni dönemde Rusya, Osmanlı Devleti'nin paylaşılmasiyle ilgili bir projeyi el altından Viyana hükümetine bildiriyor, Boğdan ve Eflâk'in Rusya'ya bağlanacağını, Avusturya'nın da kendisine Bosna ve Dal-maçya verildiği takdirde herhalde bunu reddetmeyeceğini söylüyordu. KONFEDERASYON LEHİNE YENİ BİR BİLDİRİ Bâb-ı Âli Avusturya'ya Polonya'nın paylaşılmasını kabul ettirmeye çalışırken, konfederasyonun temsilcileri Potocki ve Krasinski sadrazamla görüşmek üzere Hantepesi'ne gelmiş ve burada epeyce istiskal edilmişlerdi (99). Bu temsilcilerin burada zarurî ihtiyaçları da karşılanmadığı için, Fransız elçisi Bâb-ı Âli'ye bir muhtıra yazarak konfederasyon temsilcilerine yardım edilmesini istemiş ve Fransa'nın kendisi de bunlara ayda altı bin dukalık bir yardım yapmaya karar vermişti. Fransız elçisi Saint-Priest ayni zamanda Polonya aleyhine çıkarılan bir beyannamenin değiştirilmesini, kelimelerin yumuşatılmasını da istemişti. Fransız elçisi ayrıca, Şeyhülislâm'ın Lipkan Tatarları için bir fetva çıkararak, bunların Rusya'ya karşı Polonya'daki konfederasyonla işbirliği yapmak suretiyle hareket etmelerine izin verilmesini de talep etmişti. (96) Vasıf, n, s. 177: Françe devleti yedine geçüp teşnö ve ihlâl edecekleri milahazasına binaen. (97) Prens Galiçin'in şifahî notu. Nisan 1771. (98) Prens Kaunitz'in 4 Ekim 1771'de Thugut'a verdiği talimat. (99) Avusturya tercümanı Bianki'nin Hantepesi'nde 10 Temmuz 1789*da yazılan raporu, Thugut'uıi 18 Aralık 1769 tarihli raporuna ekliydi. 468 HAMMER Bu muhtıra sonunda Bâb-ı Âli gerçekten yumuşak kelimelerin kullanıldığı bir beyanname hazırlamış, evvelki davranışın bütün suçunu ve sorumluluğunu, padişahın emriyle idam edilen sadrazamın üzerine atmıştı (3 Mayıs 1771) (NOT: 8). Bu beyanname Polonya asillerinden Lasoçki'ye verildi. Lasoçki, konfederasyonun diğer bir temsilcisi olan Morosoviçki ile birlikte, Bâb-ı Âli'ye o sırada Polonya'nın içinde bulunduğu acıklı durumu açıklamıştı. Yıl sonunda Potoçki ve Krasinski, sadaret kaymakamından bir mektubu konfederasyon şeflerine, diğer bir mektubu da Litvanya hatmanma (Litvanya Prensi'-ne) (100) götürdüler (29 Ekim 1771 - 20 Receb 1185). Diğer devletlerin İstanbul'daki elçilerine gelince, bunlar arasında da bazı değişikliklerin olduğunu söylemekle yetineceğiz: Maslahatgüzar Giustiniani'nin yerine Venier getirildi. Danimarka elçisi Goesen dört yıl sonra huzura nihayet kabul edildi. Bu gecikme, elçinin Maliano adındaki bir Yahudi ile olan dâvasmdan ileri geliyordu. O günlerde Hollanda maslahatgüzarı Veiller de Bâb-ı Âli'ye arabuluculuk teklif etti. KIŞ KARARGÂHI VE YENİDEN SİLAHLANMA Altmışiki yaşmdaki yeni sadrazam Silahdar Mehmed Paşa, donanma kaptanlarından birinin oğlu idi. Genç yaşta saray hizmetine girmiş, terfi ederek sırasiyle peşkircibaşılığa, rikâbdar-lığa, çuhadarlığa ve silahdarlığa yükselmişti. Üçüncü Mustafa'nın tahta çıkışından az önce Ayşe Sultan'la evlenmiş, sonra vezir olmuş, Silistre, özi, Rumeli, Anadolu, Sivas, Kütahya, Selanik, Maraş ve Bosna valiliklerinde bulunmuştu. Karadağ'da isyanı bastırınca ordu karargâhına gitmiş ve padişah kendisini sadrazamlığa tayin etmişti. Yeni sadrazam, Kırım Hanı ile birlikte yaptığı ilk savaş meclisinde, kış mevsimini Pazarcık yerine Babadağ'da geçirmeye karar vermişti (24 Aralık 1770 - 6 Ramazan 1184). Kırım Hanı, karargâhını Babadağ'ın iki fersah (yaklaşık 10 km) yakınındaki Kambur köyünde kurdu. Kendisine İstan(100) Bu iki yazının tercümesi Thugut'un 18 Kasım 1771 tarihli raporuna ekliydi. OSMANLITARİHİ 469 bul'da verilen altı ya da yedi yüz akçeden başka, masraflar için, ordu hazinesinden her gün yedi kese akçe alıyordu. Sadaret mektupçusu Abdürrezzak Efendi, Bâb-ı Âli'nin çalışkan ve sadık bir memuru idi. Bu memur karargâha gelmiş, iki de hattı hümâyun getirmişti. Bunlarda topların kalibre ayarının yapılması, sipahiler arasında bozulan düzen ve disiplinin yeniden kurulması isteniyordu. Bu hattı hümâyunlar paşaların ve üç yüksek memurun katıldığı divanda okunmuştu. Üç büyük memur, büyük-ruznâmeci, başmuhasebeci ve Anadolu muhasebecisi idiler. Toplantıya katılanların hepsi, vatan savunmasında sadakat ve cesaretle çalışacaklarını tekrarladılar. Tuna, Sbuna ve Portic nehirlerinin ağızlarını savunacak bin yeniçerinin taşınmaları için kırk gemi tahsis edildi. Serasker tarafından Eflâk prensliğini savunması görevi verilen ve bugüne kadar Krayevo'da, sadakatinde şüphe ettirecek hiçbir hareketi görülmeyen Manolaki'ye de takviye birlikleri sevkedildi. Vi-din muhafızı vezir Mehmed Paşa'ya onbeş bin kese, oradaki tahkimatın bitirilmesi için defterdara on bin kese akçe gönderildi. Eski sadrazam Muhsinzâde Mehmed Paşa son harekâtta Mora'daki Rum ayaklanmasını bastırmıştı. Ona, Vidin'e gitmesi emredildi. Topçu paşası da İstanbul'a çağrılarak, ondan ve Baron Tott'tan, top ve gülle çaplarının yeniden ayarlanması, top kundaklarının sağlamlıklarını yitirmeden nasıl daha hafif yapılabilecekleri konusunda fikirleri alındı. Arabacıbaşı, sekiz yüz askerin kullandığı yeni topları sadrazamın bulunduğu yere getirdi ve bundan dolayı kendisine bir kaftan giydirildi. Bu toplardan kalibresi yüz dirhem olan on tanesi, sancak-ı şerifin de dalgalandığı çadırın yanında denendi. Yeni harekât için karargâhta bu hazırlıklar devam ederken, İstanbul'da padişahm kardeşi Şehzade Bayezid beyin kanamasından vefat etti. Bu olay, veliahtların ölümlerinde sık sık görülen zehirlenme ihtimalini akla getirdi ve yaygın söylentilere yol açtı. ölen. şehzadeyi padişahm çok kıskanması bu söylentileri daha da arttırıyor veya doğrular görünüyordu (101). Padi(101) Modern (19. yy başlarında) bir Rum yazan zehirlendiğini iddia ediyor. 470 HAMMER şah, bir süre önce sarayda bir bostancı görmüştü. Bu bostancı, padişahtan izin almadan dışanda olup bitenler hakkında şehzadeye bilgi vermek için gelmişti. Kardeşini çok kıskandığı ve ondan şüphelendiği için, derhal bostancının 'başını vurdurmuş-tu (24 Ocak 1771). Bu sırada, Eflâk seraskeri Silahdar Mehmed Paşa, Yergö-ğü'nde ayaklanan yeniçeriler tarafından kılıçla öldürülmüştü. Hotin'den çekilmesi, çok sert davranması, kendisine duyulan kini arttırmıştı. Yergöğü ve karargâh ağalan koşup yardımına gittiler ama onlar da öldürüldüler. Daha sonra karargâh Şum-nu'ya nakledilince, Yeniçeriağası Süleyman Bey âsilerin eleba-şılarını aramış, yakaladıklarını bir kuyuya attırmıştı. Bundan dolayı da adı Kuyucu kaldı. Çok daha evvel zalimliği ile ünlü bir vezire de bu lâkap verilmişti. Uzun zamandan beri, Osmanlı ordu teşkilâtmdaki eski kuvvetli bağ ve dayanışma artık yoktu. îki bin kişilik düzenli bir sipahi birliği kurmakla ve asker toplamakla görevli berat sahipleri (102), düzenli orduya yazılmak için ancak iki yüz kişi bulabiliyorlardı. Oysa levendler için, yani gönüllü acemiler için yüksek ücret ödeniyordu. Ama artık Osmanlı tebası muvazzaf sipahi olmak istemiyordu. Asker toplamayı güçleştiren sebeplerden biri de, hazinenin yararına olarak, Türk parasında bir devalüasyona gidilmesi idi. Altın paradaki altının değeri artmadığı halde nominal değerinin yükselmesi, yani gerçek değerinin düşmesi şeklinde olmuştu bu devalüasyon. En çok tutulan mah-bub dukasının değeri (103) yüzon aspre'den 120 aspre'ye, fındık dukası yüzellibeş aspre'den yüzaltmjş aspre'ye çıkmıştı. Karargâha altın paralan yeni birimlere göre saymak için gelen görevliler, orduya ait kasalarda çok miktarda altın bulacaklarını sanıyorlardı. Fakat ölçü ve tartı ağası onlarm geleceğini önceden öğrendiği için altınlan elden çıkarmış, ancak birkaç dukalık altın bırakmıştı. Altın paranın fiyatını arttırmakla elde edilecek kâr bu yüzden pek sağlanamamış, aradaki açığı kapatmak için karargâha dört yüz kese daha para gönderilmişti (22 Şubat 1771 - 7 Zilkade 1184). (102) Vâsıf, n, s. 157: Ruus. (103) Ser mahbub. OSMANLITARİHİ 471 Sadrazam, Yergöğü'nde yeniçeriler tarafından kat1 edilen padişahın damadı Silahdar Mehmed Paşa’nın yerine kethüda-smı gönderdi ve bu vesile ile ona üç tuğlu paşa payesi verildi. Kethüdanın yerine ise Resmî Ahmet Efendi getirildi. Daha evvel de sözünü ettiğimiz gibi, Resmî Ahmet Efendi bu savaştaki olayları özetleyen bir eserin müellifidir. O bu makama ikinci defa geliyordu. Bu sırada silahdarlar ağası ile başteşrifatçı azledildiler. Teşrifatçılığa devletin vakanüvi'si Enverî tayin edildi. Vakanüvislikle teşrifatçılığın bir kişiye verilmesi oldukça güçlük çıkarıyordu. Teşrifatçılık, vakanüvisin kaydedeceği önemli noktalardan biriydi. «Teşrifat» deyimi ile bazen, padişahın teamüle uyarak sadrazam ve ordudaki diğer paşalara, maaşların ödenmesinden sonra gönderilen hediyeler de kastedilirdi. Padişah bu hediyeleri onlara, askerin maaşını kusursuz dağıttıkları için vermiş olurdu. Bu defa bu hediyeleri karargâha padişahın kaymbiraderi götürdü. Onu da kethüda ile çavuşbaşı karşıladılar. Sadrazam kendisine gönderilen hattı şerif ile değerli taşlarla süslü bir hançeri ondan teslim aldı. Bükreş'in ileri karakolu sayılan Yergöğü'ne Ulahlar Giur-gevo, Ruslar ise Şurşa derler. Son harekâtta Ruslar burasını zaptetmiş, sonra terketmek zorunda kalmışlardı. Daha sonra yeniçeri ayaklanmasının burasının işgalini kolaylaştıracağını düşündüler ve general Olitz'e Yergöğü'nü zaptetme emri verildi. Burasını, eski kethüda, yeni serasker îzzet Mehmed Paşa’nın kumandasında yedi bin kişilik bir kuvvet koruyordu. Bir hücumla siperler bozuldu ve kale teslim oldu. öte yandan general Weissman, yedi bin yüz elli kişilik bir kuvvetle, Tulça'nın bir fersah yakınında bulunan ve Değirmen Boğazı (104) denilen yere saldırdı (1 Mart 1771 - 14 Zilkade 1184). Burasının savunması Beylerbeyi Firaşelizâde Mehmed Paşa ile Samsuncubaşı Halil Ağa'ya tevdi edilmişti. Çarpışmada «üç yüz imansız cehenneme, iki yüz gerçek müslüman ise şehitlik simgesi olan pembe kaftanlara sarılarak Cennet'e gittiler», sonra da kale kapıları düşmana açıldı (4 Nisan 1771 -18 Zilhicce 1184). (104) Değirmen Boğazı: Vâsıf, H, s. 154- 472 HAMMER General VVeissman bundan sonra bin altıyüz adamı ile îsakçı'ya yürüdü. Bu şehirdeki anbarları yaktı, kaleyi zaptetti ve patlayıcı madde kullanarak yıktı. Bundan sonra da îsmail kalesine doğru hareket etti (25 Nisan 1771 - 10 Muharrem 1185). Yergöğü ve Tulça düşmanın eline geçmiş, îsakçı'daki anbar-lar yakılmıştı. Sadrazam harekete bile geçecek zaman bulamamıştı. Çünkü Babadağ'daki tuğlar ancak Nisan sonlarında diki-lebilmişti (27 Nisan 1771 - 12 Muharrem 1185). Birliklerin parası da karargâha yerleşmelerinden birkaç gün evvel, başmabeyn-ci Salih Ağa'nın getirdiği beş yüz kese sayesinde verilebilmişti. Salih Ağa, teşrifat denilen hediyelerle üç tane de hattı hümâyun getirmiş bulunuyordu. Bu yazılariyle padişah, Yergöğü ve Tulça’nın kaybı ile yeniçeri isyanından duyduğu üzüntü ve hoşnutsuzluğu bildirmekteydi. Sadrazam, orduda disiplini tam olarak sağlamak için, sert bir emirname çıkararak disiplinsizliğe sebep olanları ordudan kovdu. Bunlar daha çok sevimli yüzlü gençlerdi. Bu tedbir divanda bir skandala yol açtı ki vakanüvis bunu «çok garip hikâyeler anlatıldı» şeklinde ifade ediyor (105). Bunu böyle bir adam söylediği için, o dönemde yeniçerilerde ahlâkm ne kadar bozulduğunu ve Osmanlı ordusunda disiplin diye bir şeyin kalmadığını bundan da anlıyoruz. Sadrazamın yeni harekâtında ilk teşebbüsü çok başarılı oldu. Oniki bin kişilik bir kuvvetle Yergöğü kalesine yürüdü. Prens Repnin Turna'dan buradaki Rus kuvvetlerinin yardımına gelinceye kadar kaleyi zaptetti (14 Nisan 1771 - 28 Zilhicce 1184) (106). Garnizonu buradan kaldırıp, beş gün önce Rusları bozdukları ama işgal edemedikleri bir kaleye götürdüler. General "VVeissman, yedi tabur ve altı büyük topla Tulça şehrine hücum etmişti. Burasını o zaman sekiz bin kişi koruyordu. Tulça'ya üç fersah uzaklıkta da Beştepe denilen yüksek bir mevki vardı ve burada yüz kadar Don Kazağı oturuyordu. Bu kazaklar Osmanlı devletine tâbi idiler. Ruslar hücum ederek onları dağıtmış, Tulça'daki topları işlemez hale getirerek Kazakların evlerine çekilmişlerdi. O zaman Ruslara karşı sağlanan bu üstünlüğe rağmen sadrazam bundan pek yararlanamamıştı. Pek gayretli ve (105) Kıssa-yı garibe. Vâsıf, H, s. 154. (106) Vakanüvis bu olayı ayrıntılı olarak anlatıyor, s, 156-159- vmmmmmm ■Hİ^BHI OSMANLI TARİHİ 473 yorulmak bilmeyen Yeniçeriağası Süleyman Bey, çevrede teftiş yaparak kaçakları toplamaya çalıştı ama sonuç alamadı. Sadrazam Karadeniz'deki bütün limanlara emirler gönderdi. Gemilerden karaya çıkan herkesin tutuklanmasını, yalnız kethüdanın izin belgesini taşıyanların serbest bırakılmasını istedi. Faka't liman memurları arasında da disiplin kalmamış, onlar da tefessüh etmişlerdi. Onun için emrin bir faydası olmadı. Bu olaylar yüzünden turnacıbaşı görevden alınarak Platamona kalesine hapsedildi. Eski sadrazam ve yeni Vidin muhafızı Muhsinzâde Mehmed Paşa, bir yıl önce Mora isyanını bastırdığı zaman gösterdiği akıllı hareket ve kararlılıkla Tuna'ya doğru ilerledi. Tuna'yı geçtikten sonra Kalafat'ta karargâh kurdu. Ama burada da fazla vakit geçirmeden önce Krayevo'ya, sonra Kale'ye ilerledi. öte yandan general Essen, Ruslardan ve Boğdanlılardan oluşan yirmi iki bin kişilik bir kuvvetle Yergöğü'ne saldırıya geçti. Karargâhını bu şehre hâkim durumda olan Bağlartepesi'-ne kurmuştu. Türkler hücumu başarıyla püskürttüler ve Ruslar beşyüz ölü verdiler. Binlercesi de yaralandı. Türkler ayrıca yedi top ve mühimmat dolu üç arabayı ele geçirdiler. Serasker Muhsinzâde'nin kuvvetleri, Silistre Valisi Hasan Paşa'nın, Kaymakam Ahmet Paşa'nın kumandasında gönderdiği yardımcı kuvvetlerle takviye edilmişti. Otuz bin kişilik bir ordu da Niğbolu'dan gelmişti. Fakat maalesef bu kuvvetler sadece süvarilerden oluşuyordu. Oysa, Bükreş'e yapılacak saldırıda çok sayıda piyadeye ihtiyaç vardı. Süvari birliği Yergöğü'-nde hiçbir şey yapamadan piyadelerin gelmesini beklerken sabırsızlanmaya, homurdanmaya başladı. Karargâh kumandanına şikâyetlerini bildirdiler. Karargâh ağası onlara, «Hemen hemen hepiniz süvarisiniz, bizim piyadeye ihtiyacımız var, atlarınızdan vazgeçerseniz derhal düşman karşısına çıkarız» dedi. Ama askerler buna razı olmadılar. Fakat, durmadan savaşmak istediklerini tekrarladıkları için serasker Muhsinzâde bu isteklerine boyun eğdi. Muhsinzâde, süvari birliğini, serasker İzzet Paşa ve El-Hac Ahmet Paşa kumandasında Bükreş'e doğru harekete geçirdi. Fakat, kumandanlar arasındaki fikir ayrılığı ve piyadelerin bulunmayışı yüzünden şehri zaptedemediler. Thımbovitça kıyıla- ■ 474 HAMMER rında bozguna uğrayarak, general Gudoviç tarafından Yergö-ğü'ne kadar sürüldüler (107) (30 Ekim 1771). Türklerin bu harekâttaki kaybı birkaç bin insan ve onbeş top oldu. öte yandan general Miloradoviç, Macin'de yedi bin kişilik Türk birliğini, General VVeissman (Vaysman) ise Tulça'-da iki bin kişilik başka bir birliği bozguna uğrattı. Böylece Tuna harekâtı başarısızlıkla son bulmuş oluyordu. KIRIM DA ELDEN GİDİYOR Fakat Türkler için asıl kayıp Kırım cephesinde oldu. Çünkü oradaki savaşlardan sonra Kırım Hanlığı Osmanlı Devleti'-nden kopmuş olacaktı. Selim Giray Han, Babadağ karargâhından ayrılıp ayrılmama hususunda epeyce düşünmüştü. Sonunda, paşalar meclisinde, orada kalmasının yararsız olduğuna karar verildi. Bunun üzerine Selim Giray, Kırım'a dönmeye ve Ruslar tarafından tehdit edilen Orkapı'daki kuvvetlere yardıma koşmaya karar verdi. Selim Giray deniz yoluyla önce Bahçesaray'a gitti. Burası eski hanlarm, yani atalarının başkenti idi. Fakat daha yol yorgunluğunu üzerinden atmadan, Prens Dolgoruçki'nin kumandasındaki otuz bin kişilik Rus kuvveti Orkapı önlerinde görünü-verdi (108). Altmış bin kişilik Nogay kuvveti de Ruslara katılmıştı. Bu haber Selim Giray'ı gevşeklikten sıyırdı, ama, geç kalmıştı. Elli bin Kırımlı ve yedi bin Anadolulu askerden oluşan bir ordu ile, Orkapı kıstağına doğru yürüyüşe geçti. Fakat hatları yarıldı ve oniki bin ölü vererek çekilmek zorunda kaldı. Daha sonra Prens Prosorovski kumandasındaki Rus tümenini Suvaş'a sürmeye çalıştı ama yine bozguna uğradı ve Orkapı düştü. Ruslar Orkapı'yı kuşatma altında tutarken, onbin kişilik başka bir kuvvetle de Taman kalesine saldırmış ve bu kaleyi al(107) Vâsıf, s. 184 ve Buturlin Tarihi s. 135. £108) Vâsıf, s. 167 OSMANLI TARİHİ 475 mışlardı. Burası Kırım'ı Asya'dan ayıran boğazın girişinde çok önemli bir yerdi ve Azak Denizi'ni kapalı tutuyordu. Selim Giray, düşmanın iki ayrı istikametten ülkesine girmekte olduğunu görerek çılgına dönmüştü. Rusların Kefe'ye doğru ilerlediğini öğrenince, Orkapı'nın altı fersah yakınında bulunan Tuz-la'daki karargâhını geri çekerek Bahçesaray'ın yolunu tuttu. Ama buraya geldiği zaman hemen hemen yalnız kalmıştı. Üzüntüsünden ne yapacağını bilemiyor, düşünemiyordu. Ruslar Bahçesaray'ın surlarına yaklaşınca buradan Karadağ'a geçti. Ailesinden bazıları da bu dağa çekilmişlerdi. Az sonra, düşman eline düşmek korkusu ile oradan da ayrıldı ye birkaç adamıyla bir gemiye atlayarak İstanbul'a geldi. Onun bu kaçışı Kırımlıların son ümidini de yitirmelerine sebep oldu. Ülkede büyük bir kargaşa hüküm sürüyor, halk gemilerle Anadolu kıyılarına kaçmaya başlamış bulunuyordu (109). İstanbul'dan Kırım'a yardım kuvveti getiren Abaza Paşa o derece basiretini kaybetmişti ki, getirdiği yardım kuvvetlerini karaya çıkarmadan gerisin geriye Sinop'a döndü. Bu ihanetinden dolayı başı uçuruldu. Bu cezayı hakketmişti. Öte yandan Kırım Seraskeri İbrahim Paşa, Karasu kıyısında mevzilenen garnizonunu harekete geçirerek, Rusların şiddetli saldırısı altında bulunan Kefe'nin yardımma koştu ama, orada çok acı bir haberle karşılaştı: Kırımlılar, işgal kuvvetleri kumandanı Prens Dolgoruçki'ye boyun eğmişler ve Dolgoruçki onlara, imparatoriçe adına bağımsızlık vaadederek sadakat yemini yaptırmıştı. Artık Kırım Rusya'nın hakimiyetindeydi ve Dolgoruçki muzaffer bir kumandan olarak sırasiyle Kefe, Kerç ve Yenikale'ye girmişti (13 Temmuz 1771). Az sonra Gözleve ve Sudak da düştü. Son bir çarpışmada serasker İbrahim Paşa da mağlup oldu ve esir edilerek Saint-Petersburg'a götürüldü. Ediğe ve Yedisan Türkleri bir yıl evvel Rus hâkimiyetini tanımış, fakat daha sonra bir kısmı kaçarak ayrılmıştı. Ama onların kopmaları Rusların süratli bir zafer (109) «Theatre de la guerre actuelle», s. 188. 476 HAMMER kazanmalarına sebep oldu. Daha sonra İstanbul'a sığınmış kırk-sekiz millet temsilcisi ve Selim Giray'ın iki oğlu da Saint-Peters-bourg'a geçerek, bağımsızlık vaadeden II. Katerina'ya sadakat yemini etmişlerdi. Bu arada Dolgoruçki onların gelmelerini ve imparatoriçenin talimatını beklerken, alelacele, Şirinbeylerden Şahin Giray'ı Kırım Hanı ilân ederek tahta çıkarmıştı (110). Galip Rus kumandanının bu uygulamasından sonra Cengiz Han soyundan olan hanlar artık Osmanlı Prensi unvanmı taşıyamayacaktı ve Rusya, Kırım'a bağımsızlık vaadetmekle, kendi çıkarı için isabetli bir karar vermiş bulunuyordu (111). öte yanda, Kırım'ın özi ve Kılburnu kalelerinin düşman tarafmdan zaptı, yarımadanın zaptı kadar kolay olmadı. Özi'-nin kahraman muhafızı hazinedar Vezir Ali Paşa, kuşatmayı sürdüren düşmanı, kaçar gibi yaparak surların dibine kadar çekmiş, sonra da çok şiddetli bir top ateşine tutarak onlara büyük kayıp verdirmiş ve Ruslar kuşatmayı kaldırmak zorunda kalmışlardı. Kılburnu muhafızı Abdullah Paşa da ayni başarıyı göstererek Rusları püskürtmüştü (31 Ağustos 1771 - 20 Cemazi-elevvel 1185). Varna'da bulunan sadrazam, bu başarısından dolayı Özi muhafızına on bin duka mükâfat vermiş, ihtiyaçlarını karşılaması için de üç yüz elli kese akçe göndermişti. Kılburun'u başarıyla savunan Abdullah Paşa'yı da üç bin duka altını ile ödüllendirmişti. BASİRETSİZ OSMAN EFENDİ Kırım Hanı İstanbul'a gelince, Büyükdere'de Murad Efen-di'nin evine indi. Padişah, daha önce de vezirlerden biri olarak adı geçen, Thugut ve Zegelin ile yapılan müzakerelere katılan nişancı Osman Efendi'yi, Kırım meselesi hakkında tam bir bilgi almak için Han'a gönderdi. (110)' cTheatre de la guerre actuelle», II, s. 193. Sietrzencewiz'in «Histoire de la Tauride»nde 'Sahib* ismi, 'Sahim' şeklini almış. (111) Türkçe'de 'serbestiyet' hürriyet anlamına gelir. Diez (s. 97'de) bu deyimin yalnız o günlerde söylendiğini yazıyor. Türkçe'de 'bağımsızlık' anlamını (Independance anlamını) veren kelime 'istiklâl'dir. «Vekâlet-i Mutlaka» deyimi ile ‘ınutlak hâkimiyet' anlatılmış olur; ^^^H^H OSMANU TARİHÎ ■i 477 Osman Efendi akıl bakımından zayıftı, ama o kendini çok iyi bir hatip, çok iyi bir diplomat sanıyordu. Oysa, anlaşılmaz uzun cümleleri gibi, fikirleri de pek karışıktı. Herhalde Allah, yıkılmasını istediği bir devletin hükümdarına böyle müşavirler verir, bu aptallara hükümdarın güvenini kazandırırdı (112). Han ve onu himaye eden Osman Efendi, Kırım'ın düşman tarafından işgalini «sadece kaderin bir oyunu» (113) şeklinde izah ettiler. Han'ın gelişinden az sonra, Yenikale'nin hain kumandanı Abaza Paşa'nın kesik başı da, padişahın adaletinin bir delili olarak saraya getirildi ve orduya ibret olsun diye teşhir edildi, öte yandan padişah, kahramanca çarpışmasına rağmen Ruslara esir düşmekten kurtulamayan Diyarbekir valisi Abdülcelilzâ-de Mehmed Paşa'yaulaştırılmak üzere, giyecek ve bir mikdar para gönderdi. Bu suretle onu teselli etmek istiyordu (114). Osman Efendi, padişaha Kırım Hanı’nın akıbetinden dolayı üzüntüsünü biraz olsun hafifletecek bir haber de vermişti ki bu, Volga kıyısındaki Ayuka'da Kalmuklarm ayaklanmış olmalarıydı. Bunlar Senbar'da Jeyk suyunu aşmış, kuvvete başvurarak, Karakalpak'ların yaşadığı bölgeden geçen yolda ilerleyerek, kendilerine yeni bir yer arıyorlardı. O sırada înat Kazaklarından yirmi temsilci ile Yedisan boyundan bir mirza İstanbul'a geldiler ve padişahtan, Baht Gi-ray'ın Kıpçak Türklerine Han olmasını istediler. Bu, padişaha gelecek için biraz ümit verdi. Kırım hanlığı Osmanlı hâkimiyetinden çıkarken, şimdi Padişah, Kıpçak steplerine, Kuban, Kabar-tay, Çerkeş, Lezgi, Kalmuk, Kaytak ve bütün Dağıstanlılara hükmedecek yeni bir han tayinini hayal ediyordu. (112) Vâsıf ve Resmî Ahmet Efendi onun hakkındaki hükümlerinde Thugufla birleşiyorlar. Resmî Ahmet Efendi şöyle diyor: «Fenn-i mugalata ve muhaverede nadir-ül vücud ashabı laklaka ve şakşakan çenesine mağrur bir zat-ı na mesud..» Vâsıf ise (s. 167) onun, seferin başlamasından önce sadrazama sahte kahraman edasiyle yazdığı mektuplarla alay ediyor. Kendisini Han'ın hâmisi gibi gösterdiği bir mektupta şöyle bir cümle var: «Taraku taraku İd han rezil!- (Yer açın, yer açın, han geliyor!)- Osman Efendi ile alay edenler, onun bu sözünü kendisine yönelterek şu şekle sokmuşlardır: «Fara-ku faraku, kelle rezid» (Dağılm, dağılın, düşman geliyor!). (113) Şive-i kader. Vâsıf, II, s. 169. (114) Thugufun raporuna göre yirmi üç bin iki yüz kırk dört kuruş, ■ 478 HAMMER Çıldır valisi Süleyman Paşa, damadının aracılığı ile, Gürcistan kiralı Herakliüs ile temasa geçti. Herakliüs Osmanlılardan ayrıldığına pişman görünüyor, tekrar onun hâkimiyetini kabul etmekte gecikmeyeceğini söylüyor, daha doğrusu bu intibaı vermek istiyordu. Suriye tarafında ise olaylar Osmanlı Devleti lehine bir gelişme gösteriyordu. Memlûklerin güçlü beylerinden Ali Bey, Suriye'nin büyük bir bölümünü işgal etmişti ama, çok güvendiği kayınbiraderi Ebuzeheb'in ihanetine uğramış, Şam'dan Kahi-re'ye kaçmak zorunda kalmıştı (115). Şam valisi Osman Paşa, böyle tehlikeli bir adamın kaçmasını önleyemediği, onu yakalaması kolay olduğu halde ihmal gösterdiği için azledildi. Onun yerine eski Hotin vahşi Vezir Numan Paşa tayin edildi. SADRAZAM AZLEDİLİYOR VE MUHSİNZÂDE İKİNCİ DEFA SADRAZAM OLUYOR îşte bu sıralarda, sadaret mektupçusu yiğit insan Abdür-rezzak Efendi ile Vâsıf Efendi (116) birlikte İstanbul'a geldiler. Vâsıf Efendi, daha önce de söylediğimiz gibi, Ruslara esir düştükten sonra, imparatoriçeden bir barış teklifi getirmişti ama bu teklifte imparatoriçenin imzası yoktu. Divana davet edilen Abdürrezzak Efendi, cesaretle, ordunun ne halde olduğunu, birliklerin kaçışmı hiç saklamadan, gerçekleri olduğu gibi anlatmaya başladı. Fakat, Osman Efendi birden sözünü keserek, onu, padişaha saygılarını sunmayı unutmakla itham etti. Ayni akşam, padişah, Abdürrezzak Efendi'yi huzuruna çağırarak ona şöyle dedi: «...Efendi, bu sabah olacağını söylediğin şeyler oldu, o sefiller İstanbul'a doğru kaçıyorlar. Şimdi» işi düzeltmek için sana göre ne yapılması gerektiğini de söyle». Kaçanlar, Rusların Tulça'yı almalarından sonra, sadrazamın Babadağ'dan Hacıpazaroğlu'na çekmek istediği birliklerdi, (115) Volney, AH Beğ Tarihi risalesi, bölüm VII. (116) Vâsıf burada kendisi için 'felâketzede' deyimini kullanıyor. Bu, Osmanlılarda kullanılan 4fakir-ü hakir' deyiminden daha iyidir. OSMANLI TARİHÎ 479 oradan da Edirne'deki kış karargâhına geçmeyi düşünüyordu. Fakat Hacıpazaroğlu'nda halk ve gönüllüler sadrazamın niyetini anlamış, itiraz ederek söylenmeye başlamışlardı. Bunlar, paşaların toplandığı evin önüne geldiler. Ellerinde tüfek ve kılıçlarla ve hışımla, toplantının yapıldığı salona daldılar, sadrazama şöye bağırdılar: «Kırım'ı düşmana teslim ettin, şimdi de buralarını mı, bizim ülkemizi mi teslim edeceksin?» Padişah işte bu olayı haber almıştı ve Abdürrez-sak Efen-di'ye bu durumda ne yapılması gerektiğini soruyordu. Abdür-rezzak Efendi, sadrazama, Hacıpazaroğlu'ndan ayrılmamasının emredilmesini tavsiye etti. Üçüncü Mustafa da bu tavsiyeye uydu. Serasker Abdi Paşa'ya bir emir göndererek kuvvetlerini Karasu'ya geçirmesini, Dağıstanlı Ali Paşa'ya gönderdiği emirle de Köstence'ye geçmesini istedi. Ayni gün, uzun zamandır ihmalkârlığı ve kabiliyetsizliği anlaşılan eski silahdar Sadrazam Mehmed Paşa'yı da azletti (117) (11 Aralık 1771 - 4 Ramazan 1185). Yeni sadrazam Muhsinzâde Mehmed Paşa idi ve bu mevkie ikinci defa getiriliyordu. Birinci sadrazamlığı sırasında, Rusya'ya savaş ilânının, hazırlıkların tam olarak bitirilmesine kadar ertelenmesini tavsiye etmiş ve bu yüzden azledilmişti. Şimdi tehlikeli bir duruma giren işleri düzeltmek için padişah yine onu seçmiş bulunuyordu. Uzak 'görüşlü olması, Mora ayaklanmasını bastırması ve orada asayişi yeniden kurması onun itibarını arttırmıştı. Onun itirazına rağmen ilân edilen bu savaştan yine ve ancak onun yönetimi ile daha az zararlı çıkılabilirdi. Muhsinzâde ikinci sadrazamlığında işe, bazı yararlı reformlara el atarak başladı. Her şeyden önce, bozulan askerî disiplini yeniden kurmak gerektiğini düşündü. Soygun ve suiistimalleri en sert şekilde cezalandırdı. Babadağ karargâhını basan Ruslar karşısında utanç verecek şekilde kaçan subayları idam ettirdi (118). (117) Vâsıf, II, s. 186'da, Silahdar Mehmed Paşa'nın azli dolayısiyle kendi kanaatini de belirterek tarihten hatırlatmalar yapıyor- Değerini daha önce ispat etmiş bir kumandanın herhangi bir çarpışmada yenilmiş olmasını, azli için yeterli sebep saymıyor. Eski devirde Frankların Gotlara yedi defa yenildiklerini ye yedi ordu kaybettiklerini, ama Frank kiralının başkumandanı yine değiştirmediğim, bu sebat sonunda tecrübe edinmiş kumandanın savaşın sekizinci yılında kesin bir zafer kazandığım söylüyor. (118) Vâsıf, C. n, s. 190 ve Thugufun 16 Ocak 1772 tarihli raporu. 480 HAMMER Vâsıf Efendi, esaretten kurtulduktan kısa bir süre sonra Rusçuk'tan Şumnu'ya geçerek Muhsinzâde'yi tebrik etti. Muhsinzâde onun yüksek kültürlü, zarif ve akıcı bir üslûp sahibi olduğunu çok iyi biliyordu. Onu divan-ı hümâyun hocalığına tayin etti. Bu tayinle ilgili beratı verirken, usule göre «seni hoca tayin ettik» demesi gerekirken, böyle dememiş, «seni yazar olarak tayin ettik» demiştir (119). Böylece, şimdi hoca-yı cihan denen ve divan efendisi olan hocalarm, başlangıçta sadece birer yazar, ama usta yazar olduklarını da hatırlatmış oluyordu. Hocalık, elçilik gibi görevleri yapanlara rical, idare işlerini yürüten yüksek memurlara ise genel olarak vezir denirdi. Birincilerin çok geniş kültürlü, büyük âlim olmaları, ikincilerin ise devlet yükünü taşıyacak güçte olmaları, diğer bir deyişle devlet hamalı olmaları gerekirdi ve öyle anılırlardı. KARARGÂH ŞUMNU'DA Muhsinzâde, onbeş gün içinde, Osmanpazarı, Şumnu (120), Selva ve Eskicuma dolaylarından onbin kişilik yeni bir kuvvet topladı. Bunları Tuna boylarına yerleştirdi. Ordu saflarını sıklaştırmak gereğini duyduğu için de Hacıpazaroğlu'nda bulunan karargâhı Şumnu'ya nakletmeye karar verdi. Birinci derecede önem verdiği husus, birliklerin iaşesini temin etmek oldu. Bu maksatla Şumnu ayanına, yiyecek satın alması için yirmibeş bin kuruş gönderdi. Bundan sonra Bosnalılardan oluşan ve kendi yanında bulunan bin kişilik bir kuvveti, Rusçuk seraskeri İzzet Mehmed Paşa'nın emrine verdi. Daha sonra Karasu'ya gelmesi emredilen Abdi Paşa'ya da, emrindeki tümenle Hacıpazaroğlu'nda (Hacıoğlu Pazarı) kalmasını emretti. Böylece bu şehir halkının kuşku ve hiddetlerini de yatıştırmış oluyordu. Kendisi de Şumnu'ya hareket etti (19 Aralık 1771 - 12 Ramazan 1185). Genel olarak «Sumla» adıyla anılan Şumnu şehri, denize uzanan Hemus dağının orta yerlerinde, yüksek bir tepenin eteğinde bulunduğu için önemli ve bu konumu ile meşhurdur. Bu(119) Vâsıf, C. II, s. 188'e göre cümle aynen şöyledir: 'Seni ketebeden ettük* (120) Bu şehrin asıl adı Şumna'dır. Fakat bazı eski haritalarda ve gazetelerde yanlış olarak Eski-Şumla şeklinde yazılmaktadır. ■HMHHHİ OSMANLI TARİHÎ 481 rası Balkanların savunması için en önemli mevki sayılıyordu. Bu şehir tâ ondördüncü yüzyılın başmda Hayreddin Cendere-li'nin oğlu vezir-i âzam Ali Ağa tarafından işgal edilmişti. Fakat bu işgal kuvvet zoruyla değil, bu şehir halkı ile yapılan bir anlaşma ile olmuştu (121). Onyedinci yüzyılda Kethüda Halil Bey, eski surları genişleterek şehri büyütmüş ve buraya bir cami yaptırmıştı (122). Zamanımızda, önce Kaptan-ı Derya, sonra sadrazam olan Cezayirli Hasan Paşa da buraya bir cami yaptırmıştır. Cezayirli Hasan Paşa'nın türbesi, Şumnu'nun başlıca âbidelerinden biridir (123). Muhsinzâde Şumnu'ya gelişinden az sonra, son harekâtta tamamen harap olan karargâhın görevlilerine, ikramiye kabilinden yetmiş bin kuruş dağıttı. MAKSUD GİRAY KIRIM HANI OLUYOR Kırım'ın Ruslar tarafmdan işgal edilmesinden sonra «Han» unvanı sadece isim olarak, itibarî olarak vardı. Fakat .yine de Bâb-ı Âü, Tuna'nın berisinde kalan Kırım Tatarlarına bir baş tayin etmeyi gerekli gördü. Kırım Türkleri 'Han' olarak Kırım Giray'ın oğlu Baht Giray'ı tercih ediyorlardı. Fakat padişah, hanlığa Maksud Giray'ı, kalgaylığa Baht Giray'ı (124), nured-dinliğe ise Mehmed Giray'ı getirdi. Yeni Han, Şumnu'ya giderek sadrazamı ziyaret etti. Sadrazam onu her zaman olduğu gibi törenle karşıladı ve ona onbeş (121) Hicrî 789, milâdî 1387 yılında. (122) Hicrî 1059 fa.1649). Bkz: Hacı Kalfa, Rumeli, s. 36. (123) Şehrin, Weimar Coğrafya Enstitüsü tarafmdan yayınlanan plânında (t. 27, No. 55'te) cCezayirli Hasan Paşa Tekkesi» adıyla bu âbide de yer alıyor. Bu haritada, coğrafya yıllıklarından ve Valsh'tan alınarak aynen verilen tarifler en iyisidir. Fakat «Le dictionnaire üniversel de geographie = Evrensel Coğrafya Sözlüğü» adlı eserde önemli bir tarih hatası ile, Sadrazam Ali Cenderen' I. Murad'ın sadrazamı değil de II. Murad'ın sadrazamı olarak, bu şehrin fethini ise yine yanlış olarak 1385 yerine 1442 şeklinde göstermektedir. 1442'de sadrazam olan Ali Paşa değil, Halil Paşa idi. (124) Ferran'ın «Polonya'ran Üç Defa Paylaşılması» adlı tarih kitabında BulchtGiray şeklinde yazılan ismin aslında Baht-Giray olması gerekir. Bu yazar ve «Histoire de la Cherosenes taurique = Kırım Tarihi»ni yazan Siestrenzce-wiz, Maksud-Giray'ın han oluşunu da bilmiyordu. Hammer Tarihi, C: VIII. E: 31 482 HAMMER bin kuruş armağan etti. Maksud Giray az sonra onbin Kırım Türkünü toplayarak bir birlik kurdu. Fakat bunlara her ay otuzbeş bin kuruş ödendiği halde, bazıları birlikten ayrılıp şurada burada soygun yapmaya başladılar. REİS-ÜL KÜTTAP ABDÜRREZZAK EFENOİ Reis-ül Küttap Mehmed Recai Efendi ihtiyar ve hasta olduğu için, uzun zamandan beri görevini tam olarak yapamıyordu. Onun için emekliye sevkedildi ve yerine Abdürrezzak Efendi tayin edildi. Abdürrezzak Efendi bilgili olduğu kadar yiğit, açık sözlü, sadık ve çalışkan bir insandı. Karargâhtan birkaç defa çok önemli görevlerle başkente gitmiş, padişahla görüşmüştü. Son gidişinde, padişaha, hiç çekinmeden ordunun acıklı durumunu olduğu gibi açıklamıştı. Meşhur reis-ül küttaplardan Mustafa Efendi'nin oğlu idi. Mustafa Efendi, Râgıp Paşa gibi sadaret mektupçusu iken Belgrad barışını imzalamış yetkililerden biri olmuştu. Râgıp Paşa'nın sadrazamlığı sırasında, Kethüda Kâşif Mehmed Efendi, meslekdaşının oğlu Abdürrezzak'ı tez-kireci olarak teklif ettiği zaman Râgıp Paşa şu cevabı vermişti: «Babasına karşı dostluk vecibelerimi yerine getirmem gerektiğini unutmuş değilim. Himaye ettiğiniz bu gencin çok kabiliyetli ve çalışkan olduğunu da biliyorum. Fakat, boyu-bosu çok küçük. İnsanların en az yarısı buna önem verirler. Bu durumu ile bir otorite sağlayamaz, itibar kazanamaz (125). Divan'ı âleme hizmet için böyle bodur, dört köşe, kısa bacaklı bir adamı geti-rirsem gülünç olurum. Bu görev oturaklı, boy-bos sahibi olmayı gerektirir (126).» Türklerin uzun boya ne kadar önem verdiğini de gösteren sadrazamın bu sözleri, eski meslekdaşının oğluna memuriyet kapısmı kapamıştı. Fakat Râgıp Paşa'nın ölümünden hemen (125) Vâsıf şöyle diyor : «Ancak insana nuzf-u devletten mâdud olan cesamet-İ vücuttan mahrum... (C II, s. 195). (126) Kendisi de kısa boylu bir insan olan Vâsıf, insanları akıllarına, kabiliyetlerine göre değil de boylarına boşlarına göre değerlendirmenin yanhşhğma işaret ediyor ve Kuran-ı Kerim'den bir âyete çağrışım yaparak, Hz. Süleyman'ın çok küçük olmasına rağmen karıncayı eline alması olayını hatırlatıyor. Hİ^^^HMHH^^^^^^HI^^^^^^^^^^^H ^■:m) m OSMANLI TARİHİ 483 sonra, Abdürrezzak Efendi sırasiyle tezkireci, sadaret mektupçusu ve nihayet Reisefendi, yani Reis-ül Küttap olmuştu. Belgrad valisi Halil Paşa, Karadeniz kıyılarını koruyacak ve Rusları Kırım'dan çıkaracak kuvvetler için serasker tayin edildi. Niğbolu muhafızı Kaymakam Ahmet Paşa ise Vidin seraskeri oldu. 'Vidin'in eski valisi Mehmed Paşa da Belgrad'a tayin edildi. Bir süre önce kasaları tamtakır görerek üzüntüsünden vefat eden defterdar El-hac İsmail Efendi'den boş kalan bu göreve maliye tezkirecisi getirildi, öte yandan, Kaymakam Ahmet Paşa Niğbolu'dan Vidin'e giderken yolda öldü. Dindar bir adam olarak bilinirdi ama içkiye de düşkündü. Onun için orduda hem evliya hem de serhoş lâkaplarıyla anılırdı. Sadrazam onun yerine Rusçuk seraskeri îzzet Mehmet Paşa'yı tayin etti. izzet Mehmed Paşa’nın yerine de Vezir Dağıstanlı Ali Paşa getirildi. Dağıstanlı, Rusçuk seraskerliği ile birlikte Silistre valiliği unvanını da aldı (127). Ziştov beylerbeyi Arnavut asıllı Süleyman Paşa kendi kesesinden yaptığı harcamalarla bin kişilik piyade ve altıyüz kişilik süvari birliği kurmuştu. Bu hizmetinin mükafatı olarak kendisine üç tuğlu vezir beratı verildi. Anadolu'da soygun hareketine girişen ayaklanmış levendleri yola getirdiği için Kütahya mütesellimi de ayni şekilde ödüllendirildi, ayrıca Emir-ül hacc'ın ve Mekke şerifinin ricasiyle Cidde beylerbeyliğine getirildi. Eski sadrazamlardan Topal Osman'ın oğlu, iki tuğlu beylerbeyi oldu. AVUSTURYA VE PRUSYA'NIN ATEŞKES İÇİN GAYRETLERİ Şimdi burada, Avusturya ve Prusya'nın Bâb-ı Âli ile diplomatik müzakerelerini anlatmaya devam edeceğiz. Hatırlayacağınız gibi bu konuyu, Bâb-ı Âli ile Avusturya arasında gizli yardım anlaşmasının imzalanmasından sonra kesmiştik. Bu konuda?) Yer değiştirme ve diğer tayinlerle ilgili listeyi Vâsıf Tarihi'nin 200, 204, 233 ve 234- sayfalarında görebilirsiniz. <r; m 484 HAMMER yu, savaşm iki devlet arasında kesin bir barış için ilk ateşkesin imzalanmasına kadar kesintisiz olarak anlatmak istiyoruz. Söz konusu gizli yardım anlaşmasını ilk defa İngiliz elçisi Lord Murray öğrendi. Bunu, Belgrad'a gönderdiği çok mikdarda para sayesinde başarmıştı. Bu elçi, idarenin çok bozulmuş olmasından yararlanarak, anlaşmanın bir kopyasmı da elde etmişti. Ele geçirdiği belgenin çok önemli olduğunu anlayınca, bunu, Berlin ve SaintPetersbourg saraylarma da bildirdi. İkinci Frederik, Osmanlı Devleti ile Rusya arasındaki savaşın sona ermesini çok istiyordu. Çünkü, yapılan bir anlaşmaya göre Rusya'ya her yıl bir milyon ekü ödemek zorundaydı ve bu ödeme ona ağır gelmeye başlamıştı. Onun için, Bâb-ı Âli ile Viyana arasmdaki anlaşma, onu, împaratoriçe Katerina'dan daha az endişelendirdi. Frederik bu anlaşmanın Rusya'yı barışa mecbur edeceğini düşünüyor, Katerina ise, ayni anlaşmayı, kendisinin Frederik ile yaptığı yardım anlaşmasmı yenilemek için bir gerekçe olarak görüyordu. Kont Panin, Viyana elçisine verdiği bir nota ile, hükümdarının, barış için daha önce ileri sürdüğü ilk iki şarttan vazgeçtiğini bildirdi. Bu şartlar, Eflâk ve Boğdan prenslikleri ile Kırım Türklerinin bağımsızlığı şartları idi (128) (17 Aralık 1771). Ayni günlerde Prusya elçisi Zegelin de sadaret kaymakamına uzun bir muhtıra verdi. Bununla, tam yetkili bir Rus murahhası ile tam yetkili bir Türk murahhasının Boğdan’ın bir şehrinde buluşarak gelecekteki barışın esaslarını tartışmalarını Bâb-ı Âli'nin kabul etmesi, buna rıza göstermesi isteniyordu (129). Bâb-ı Âli bu muhtıraya şu kısa cevabı verdi: «Eğer murahhas, çariçenin iki prenslik ile Kırım Hanlığı’nın bağımsızhğmı istemekten vazgeçtiğini bildirecekse ve bu murahhas iki arabulucu devletin elçilerinin de katılacağı müzakerelerde tam yetki ile bulunacaksa, buyursun gelsin» (130). (128) Bunu açıklayan belge Ferrand Tarihi'ndedir: C. I, s. 264. (129) Traduzione della memoria presentata dal Sig. înviato di Prussia a S.E. Caimacam, novembre 1771. (130) Traduzione della memoria data della fulgida Porta al S. înviato di Russia questo di 3 dec 1771. TTıugut'un 3 Aralık tarihli raporu. Orijinalinin Türkçe kopyası Viyana Arşivi'ndedir. m^mım^^mmm İ^H f^^M OSMANLI TARİHÎ 485 Rusya ve Prusya tarafından yapılan Polonya'nın paylaşıl-masiyle ilgili tekliflere Avusturya'nın da kabul edilmesi, Viyana hükümetinin durumunu hem Rusya ve Prusya'ya karşı, hem de Bâb-ı Âli'ye »karşı tamamen değiştirmiş bulunuyordu. Prens Kaunitz (Kaniç) Avusturya'nın İstanbul'daki elçisine gizli yardım anlaşmasiyle ilgili talimatını verdiği günlerde, Prusyalı Prens Henri SaintPetersbourg'da idi ve II. Katerina'nın meşhur «Polonya koparılmaya hazırdır, el uzatıp almaktan başka yapılacak bir şey yoktur (131)» sözü, Avrupa'nın bütün saraylarında yankılanıyordu. Bu söz, Polonya'nın paylaşılması fikrini kuvvetlendiren ilk açıklama olmuştur. Zaten çok önce Zips (NOT: 9) sınır belirleme komisyonu toplandığı zaman, Avusturya Polonya'dan Zips bölgesindeki onüç köyü istemişjti. Komisyona başka ülkelerden temsilci katılmamıştı. Bir süre sonra Prusya ile Rusya arasında gizli bir anlaşma imzalandı. Buna göre, kendisine Polonya topraklarının bir bölümü vaadedilen II. Frederik, Avusturya Rusya'ya saldırdığı takdirde, bu ülke ile savaşmayı kabul ediyordu (132). Daha sonra, Rusya ve Prusya, Polonya'nın paylaşılmasına Avusturya'yı da davet edince, Viyana bu teklifi kabul etti. Bu yeni durum karşısmda da İstanbul'daki Avusturya elçisine yeni talimat verildi. Buna göre, Avusturya elçisi Bâb-ı Âli'yi bir kongrenin ve ateşkesin zaruretine ikna etmeye çalışacaktı. KARADA VE DENİZDE ATEŞKES Elçi Thugııt ve elçi Zegelin (133), Bâb-ı Âli'ye bir nota vererek, hükümdarları adına karada ve denizde ateşkes teklif ettiler. Böylece, Allah'ın yardımı ve kendi hükümdarlarının da gayreti ile barışın sağlanacağını bildirdiler (134). (131) ;(132) (133) (134) Ferrand, C. I, s. 142: Prens Henri Saint-Petersbourg'tan 30 Ocak'ta hareket etti. Prens Kaunitz'in talimatının ve yardım anlaşmasının tarihi ise 27 Ocaktır. Prens Kaunitz'e Ferrand ve Schoell tarafından yöneltilen 'kötü niyetli olma' suçlamasının bu tarihler karşısında haksızlığı anlaşılıyor. Wichmann ve Schoell'de bu konvansiyonla ilgili en küçük bir belirti ve kelime yok. Prens Kaunitz'in 22 Ocak 1772 tarihli talimatında bu konu üzerinde uzun uzun duruluyor. 17 Şubat 1772 tarihli konvansiyondan önce Polonya'nın paylaşılması üzerinde mutabık kaldıkları anlaşılıyor. Kaunitz'in 22 Ocak 1772 tarihli talimatı. Thugut'un 17 Şubat 1772 tarihli raporu. 486 HAMMER O güne kadar dost ülkelerin bütün arabuluculuk tekliflerini reddeden Katerina, Viyana'daki elçisinin aracılığı ile, Avusturya imparatorunun arabuluculuk hizmetini kabul etmeye hazır olduğunu bildirdi (135). Avusturya ve Prusya elçilerinin sözünü ettiğimiz notayı vermeleri bundan sonra olmuştur. Birkaç gün sonra bu elçiler feld-mareşal Romanzov'a, Bâb-ı Âli'nin ateşkes şartlarıyla ilgili isteğini bildirdiler (136). Ayni zamanda sadrazam, Rus generaline bir yazı ile, ateşkesle ilgili kararı almak için yetkili kılındığını haber verdi (137). Bâb-ı Âli, feld-mareşalin teklifini, yalnız bir noktayı istisna tutarak kabul ediyordu. Romanzov ateşkes süresini kongre süresi ile sınırlıyordu. Sadrazam ise, kongre bir anlaşmaya varmadan dağılsa bile ateşkesin dağılma tarihinden itibaren üç ay daha devam etmesini istiyordu (138). Sonunda, sadrazamla Romanzov, Bükreş'in hemen yakınında bulunan Yergöğü'ne birer murahhas göndermeye karar verdiler. Bâb-ı Âli bu görev için divan hocası Abdülkerim Efendi'yi, Romanzov ise Simolin'i seçti (139). Karadeniz trafiği ve ateşkesin süresi ile ilgili bazı anlaşmazlıkların halli murahhaslara bırakılmıştı. Sadrazam ve feld-mareşal bu hususlarda mutabık olduklarını yazılı olarak bildirdiler (10 Haziran 1771). Ateşkes anlaşması on maddeden ibaretti (140) ve bütün Boğdan, Eflâk, Basarabya, Kırım, Kuban, Karadeniz, Akdeniz ve Adalar'da uygulanacaktı. Rus donanmasının üslendiği Paros'ta (Nakşepare'de), Mart ayında, amiral Spiritov bir manifesto yayınlamıştı. Buna göre (135) Kaunitz'in Thugut'a talimatı ve Ferrand, I, s. 251. (136) Baron Thugut'un Kont Romanzov'a yazdığı ve Bâb-ı Âli'nin ateşkes isteğiyle ilgili 6 Mart 1772 tarihli mektubunun kopyası; feld-mareşal Kont Romanzov'un ortaelçiye yazdığı 'Yaş, 13 Mart 1772* tarihli ve ateşkes şartlarını bildiren mektubun kopyası. (137) Thugut'un 17 Nisan 1772 tarihli raporu; sadrazamın 5 Zilhicce 1185 (10 Mart 1772) tarihli feld-mareşale yazdığı mektubun tercümesi. (138) Ortaelçinin feld-mareşale yazdığı 11 Nisan 1772 tarihli mektubun kopyası. (139) Mareşal Romanzov'un sadrazama yazdığı mektubun İtalyanca tercümesi; Thugut'un 4 Mayıs tarihli raporu ve feld-mareşal Romanzov'un ortaelçiye yazdığı 28 Nisan tarihli mektup. Thugut'un 21 Mayıs 1772 tarihli raporuna da bakınız. (140) Feld-mareşal Kont Romanzov'un sadrazama yazdığı mektubun İtalyanca tercümesi ve Thugut'un 3 Haziran 1772 tarihli raporu. OSMANLI TARİHİ 487 tarafsız ülkelere ait gemiler, Çanakkale Boğazı abluka altında bulunmasına rağmen erzak, mühimmat ve silah dışında her türlü eşya nakledebileceklerdi (141). Denizlerde ateşkes, Yergöğü'nde kabul edilen kara ateşkesinden altı hafta sonra, ünlü deniz paşası Canım Hoca’nın oğlu olan Türk murahhası Mustafa Bey ile Rus amirali Spiritov arasında imzalandı. Yergöğü'ndeki anlaşma gibi bu da on maddeden oluşuyordu (142) (13 Temmuz). Yergöğü müzakereleri sırasında Fransız elçisi Saint-Priest, ateşkesin Polonya'da da uygulanması için çok gayret etti (143). Fakat Bâb-ı Âli bu konuda çok soğuk davrandı. Elçi Thu-gut (144), Reisefendi ve Osman Efendi ile yaptığı gizli bir görüşmede, Divan'ın Polonya'ya ve gizli yardım anlaşmasına karşı tutumunu anlamak istemiş ve Türk hükümetinin yeni durumlardan sonra Polonya’nın kaderiyle ilgilenmekten tamamen vazgeçtiğini anlamıştı. Padişahın murahhasları (145), ortaelçiye, Bâb-ı Âli'nin anlaşma gereği Avusturya'ya verdiği üç milyon kuruşluk yardımı geri istemeyeceğini, hattâ Rusya ile yapılacak barış anlaşmasında Boğdan ve Kırım Osmanlı hâkimiyetinde kalırsa, gizli anlaşmanın beşinci maddesine de uyacaklarını, yani Avusturya'ya Küçük Eflâk'i terkedeceklerini, geri kalan yedi milyon kuruşu ödeyeceklerini ve Avusturya gemilerini korsan saldırılardan koruyacaklarını bildirmişlerdi (146). Bu _ o (141) Ateşkes anlaşması, Vâsıf Tarihi, n, s. 208 ve 209'da aynen vardır. Fakat imza tarihini yanlış olarak 7 Safer (22 Mayıs) olarak gösteriyor. Doğrusu 26 Safer olacaktır. (142) Thugut'un 4 Mayıs 1772 tarihli raporu; Martens Rec. IV, 70'te: Prens Aleksandre Orlov'un manifestosu, 1 Mayıs 1772. Rus amirali Spiritov'un manifestosu (ttalyançası). * (143) Martens ve Wichmann tarihlerinde deniz savaşlarındaki ateşkesten söz edilmiyor, fakat maslahatgüzar Jenisch'in 3 Eylül 1772 tarihli raporuna bu anlaşma da eklidir. (144) Thugut'un 23 ve 26 Mart tarihlerinde yapılan gizli görüşmelerle ilgili rapora (145) Bir kere daha anlaşılıyordu ki, Bâb-ı Âli artık Polonya meselesiyle pek az ilgilenmektedir ve Polonya ile ilgili olarak alınacak tedbirlere veya taleplere kolayca rıza gösterebilecektir. Thugut'un 8 ve 11 Mayısta yapılan gizli görüşmelerle ilgili raporu. (146) Ferrand ve Schoell, gizli yardım anlaşmasından önceki müzakereler hakkında bir bilgiye sahip değillerdi. Schoel (XTV, s. 417'de) şöyle diyor: «Avusturya Sarayı 6 Temmuz anlaşmasını onaylamadı». Oysa bu anlaşma geçici olarak askıda bırakılmış, ama mutabık kalındıktan altı hafta sonra Prens Kaunitz ve sadaret kaymakamının karşılıklı mektupları ile onaylanmıştır. 488 HAMMER konferans ve bu konferansta konuşulanlar o kadar gizliydi ki, Bâb-ı Âli'nin temsilcileri ismail Raif ve Osman Efendiler, ulemâya bu anlaşmadan ve verilen üç milyon kuruştan hiç söz etmeyecek, ser verip sır vermeyeceklerdi. Onun içindir ki Osmanlı tarihinde bu anlaşma ile ilgili hiçbir belge yoktur. önemli devlet işlerinde bu şekilde hareket çok yeni idi ve bu usulü Pera'ya (İstanbul'da sefaretlerin bulunduğu bugünkü Beyoğlu'na) ilk getiren Thugut olmuştur. Maslahatgüzar olarak gelişinden az sonra, Türk yetkililerle birçok gizli görüşme talep etmiş ve yapmıştı. Bu görüşmeler geceleri bazen Osman Efendi'nin evinde, bazen padişahın Kuzguncuk veya Tarabya'-daki yazlık saraylarmda oluyordu (147). Görüşmeler genel olarak güneşin batışından birkaç saat evvel başlıyor, sabahın üçüne, dördüne kadar devam ediyordu. Daha da uzarsa, bir afyonkeş olan Reis-ül küttap ismail Raif Efendi buna dayanamıyordu. Bu durumda afyonun dozunu arttırıyor ve onunla daha uzun zaman konuşmaları sürdürmek imkânsız oluyordu. Buna karşılık, meslekdaşı Osman Efendi yorulmak bilmeyen çok gayretli bir insandı ve çok konuşuyordu. Fakat kongrede murahhas olması söz konusu edilince, bu işi tek basma kabul edemeyeceğini söylemiş, şimdiye kadar müzakerelerde bulunan İsmail Raif Efendi'nin de kendisine refakat etmesini şart koşmuştu. İs(147) Thugut, 17 Şubat 1772 tarihli raporunda bu konuda şunları söylüyor: «..Olağanüstü olaylar bugüne kadar görülmeyen şekilde, görüşmelerin gizli yapılması usulünü getirdi ve benim durumumda büyük değişikliklere sebep oldu- Özellikle şu son yıllarda, yağmurlu, fırtınalı gecelerde Boğaz'ı geçmek zorunda kaldım. Kılık değiştirerek, katillerin kol gezdiği karanlık sokaklarda dolaştım. Çevremi saran bütün tehlikeleri unutmak, Türkleri ziyaret ettiğim için başıma gelecek beklenmedik sıkıntıları göze almak, meseleleri onların usulünce tartışmak, sınırsız bir sabır göstermek suretiyle çalıştım. Çünkü âdet ve usulleri bize uymayan bu milletle az bir şey yapabilmek ancak bu şekilde mümkün olabiliyor..». Tkugut'un ayni raporunda, kongreye murahhas seçildiği için Prens Kaunitz'e teşekkür ettikten sonra, onun bazı sorularına cevap veriliyordu. Prens ona Baron Rivizki'nin bir meslekdaş olarak, Jenisch'in de maslahatgüzar olarak atanmalarından memnun olup olmayacağını sormuş, Thugut ise, Rivizki'ye övgüler yağdırmasına rağmen rızasını belirtmemiştir. Çünkü onun «becerikli olduğu kadar da korkak olduğunu, kötü havalarda Boğaz'ı geçmeye cesaret edemeyeceğini» söylemiştir. Ama Jenisch'in tayinini hiç itirazsız kabul etmiştir. ftr£&*fliHI OSMANLITARİHÎ mBsmmmmmBB® 489 mail Raif tayinini kabul etmiş, onunla gitmeyi istiyor görünmüş, ama yine de İstanbul'da kalmıştı (148). AVUSTURYA ELÇİSİ THUGUT VE ŞEYH YASİNCİ TAM YETKİLİ MURAHHAS OLUYORLAR Bâb-ı Âli, Rus murahhasları Kont Greguar Orlov (149) ve onun müşaviri Aleksi Mihayloviç Obreskov'un Yaş şehrine geldiklerini öğrenince, kendi murahhaslarını da göndermek üzere harekete geçti. Birinci Türk murahhası yukarıda sözünü ettiğimiz Nişancı Osman Efendi, ikincisi ise Ayasofya Camii Kürsü Şeyhi ve İstanbul kadılığı payesi de verilmiş olan Yasincizâ-de Osman Efendi idi. Yasincizâde, özellikle dinî konuların tartışmasını üstlenecekti. Divan-ı Hümâyun hocalarından Küçük İbrahim Efendi de, bütün harcamaları karşılamak üzere defterdar olarak onlara katılmıştı, Thugut, daha önce de ortaelçi olarak, bu unvanı taşıyanlara mahsus bir törenle huzura kabul edilmişti. Şimdi, gereksiz masraf olmasın diye törensiz kabulünü istemişti. Aslında, şatafat ve gösterişin düşmanı olduğu için istiyordu merasimsiz kabul edilmeyi. Onun için temaslarını sadaret kaymakamı ile yapıyor, onun tarafından kabul ediliyordu. Prusya elçisi Ze-gelin de başlayacak kongre için tam yetkili murahhas seçilmişti. Bu elçilerin ikisi de arabulucu olarak görüşmelere katılacaklarını umuyorlardı. İkisine de birer samur kürkten başka, yol masraflarını karşılamak üzere yirmibeş biner kuruş verilmişti C150) (2 Haziran 1772). Üçüncü Mustafa'nın tasarruf maksadiyle çıkardığı yeni talimatnameye göre, Avrupalı elçilerin olağanüstü kabullerinde, ancak birer kaftan giydirilecekti. Ama Avusturya ve Prusya elçileri için bu kural bozulmuştu. Thugut'a da, Zegelin'e de birer samur kürk giydirildi. Benzer hallerde aynı karşılığın gösteril(146) Vâsıf, II, s. 319'da «Acayiplik» başlığı altında. Feld-mareşal Romanzov'un Sadrazam'a yazdığı 14 Mayıs 1772 tarihli mektubunun İtalyanca tercümesi. (149) Capo supremo della Artiglieria di S.M.F.I. ajutante Generale. Capo del Corpo dei Cavallieri di guardia, ecr. (150) Vâsıf (II, s. 218 ve 219'da): Yaklaşık olarak altmış iki bin beş yüz frank, diyor. Ayrıca Thugut'un raporu. 490 HAMMER mesi istenmişti. Kısa bir süre sonra Bâb-ı Âli iki îsveç elçisine de ayni itibarı gösterdi. Biri ülkesine çağrıldığı için, veda ziyareti yapmak üzere huzura kabul edilmiş ve kendisine samur kürk giydirilmişti. Diğeri ise, aynı hediyeyi itimadnâmesini takdim için geldiği zaman almıştı. O zamanlar samur kürk giydirmenin Bâb-ı Âli için özel bir anlamı vardı: Samur kürk giydirmek, Avrupalı yüksek rütbeli diplomatların Bâb-ı Âli tarafından kesin olarak akredite edildiğini, itimadnâmesinin kabul edildiğini gösteriyordu. Yakında başlayacak olan müzakerelerde arabulucu olarak hizmet vermeye çalışacak olan iki elçi, Şumnu'da, sadrazam tarafından merasimle karşılandılar ve hükümdarlarının mektuplarını takdim ettiler. Sadrazam Muhsinzâde Mehmed Paşa iki elçinin herbirine kırmızı bir ipek kese içinde otuz mis-kal (151) amber, yüz dirhem ağırlığında sarısabır, üzerleri meyve dolu kıymetli siniler, şerbet dolu kıymetli vazolar hediye etti. Birkaç gün sonra da onları müzakerelerin yapılacağı yere gitmeye davet etti. Zegelin iki Türk murahhası ile birlikte hareket etti. Thugut ise birkaç gün daha bekleyerek, meslekdaşına Tuna kıyısında yetişti. Jenisch, İstanbul'da maslahatgüzar olarak kalmıştı. Türk murahhası Osman Efendi'nin karakteri hakkmda yukarıda biraz bilgi vermiştik. Avusturya elçisinin bu kitabın yazarına sık sık anlattığı bir olay, meslekdaşı Yasincizâde'nin kapasitesi hakkında bir fikir verecek ve onun, Orlov, Obröskov gibi kurt Rus diplomatları ile mücadelede ne kadar zayıf kalacağını gösterecektir: Tuna boylarından Yaş şehrine kadar süren yolculuk sırasında, vaktini, elinden hiç bırakmadığı bir kitabı okuyarak geçirmişti. Thugut ise Türkçe ve Arapça'yı çok iyi biliyor, çok kuvvetli bir hafızaya sahip bulunuyordu. Doğu müelliflerinin eserlerini incelemeyi elli yıl önce bırakmış olmasına rağmen, Kur'an-ı Kerim'in bütün surelerini ezbere söyleyebili-yordu. Kürsü şeyhi Yasincizâde'nin dikkatle okuduğu kitabın ne olduğunu merak etmiş, sormuş. Yasincizâde cevabında, Bâb-ı Âli'nin kendisini murahhas seçtiğine göre, böylesine önemli bir işde, sultanın güvenine lâyık olmak için hiçbir şeyi ihmal (151) Bir miskal, birbuçuk dirhem ağırlığında idi. OSMANLI TARİHİ 491 etmemesi gerektiğini, onun için, Avrupalıların hak ve hukuk anlayışmı oluşturan prensipleri öğrenmeye çalıştığını, böylece Rus murahhaslarının kurnazlıklarına ve inceliklerine aldanmadan daha başarılı bir mücadele verebileceğini söylemiş. Bu cevabı alınca, Thugut, şeyhin okuduğu kitabın Hugues Grotius'-un ya da Makyavel'in bir tercümesi olacağını zannetmiş. Fakat şeyhin okuduğu kitabın Yeni Ahit'in bir tercümesi olduğunu hayretle görmüş. Bir süre önce, padişahın hekimbaşısı Sub'hi Efendi, maslahatgüzar Jenisch'ten tercüman Herbert'e, II. Frederik'in «Askerlik Sanatı» adlı eserini tercüme etmesine izin vermesini padişah adına rica etmişti. Herbert daha önce Boerhave'nin Afo-rizmalar'ım da tercüme etmişti. Padişahın bu isteği, onun milleti için hangi eseri okumasının faydalı olacağım çok daha iyi bildiğini, murahhasının ise diplomasi konusunda hangi eseri okuması gerektiğini bile bilmediğini çok iyi gösteriyor. Fakat Herbert, şimdilik işlerinin pek çok olduğunu bahane ederek, «Askerlik Sanatını Türkçe'ye tercüme etmesi teklifini reddetmişti. FOKŞAN KONGRESİ i Avusturya ve Prusya elçileri Rusçuk'a 26 Temmuz'da 'geldiler. Burada onları serasker Ali Paşa derecelerine lâyık bir merasimle karşıladı. Bu karşılama töreninden sonra da hep birlikte müzakerelerin yapılacağı yer olan Fokşan şehrine hareket ettiler. Az sonra, Türk ve Rus murahhasları arasında ilk görüşme oldu (19 Ağustos 1772 - 9 Cemazielevvel 1186) (152). Rus murahhasları çadırlarına, galip durumda olmanın verdiği bir gururla, büyük şatafat ve tantana ile geldiler. Bindikleri arabanın önünde bir hafif süvari bölüğü ve kıyafetleri çok süslü yüzel-li uşak yürüyordu. Arabanın gerisinde dört hizmet ekibi daha vardı. Osman Efendi at üstünde ve sadece altmış kişilik hizmet ekibinin refakatinde geldi. Giyitni sade idi. Üzerinde kakum (152) Vâsıf yanılarak 7 Cemazielevvel diyor, doğrusu 9 Cemazielevverdir. 492 HAMMER kürkle kaplı yeşil bir üstlük vardı. Ayırıcı özelliği ise altın bastonundan ibaretti (153). İlk görüşmede Prusya ve Avusturya murahhasları davet edilmediler ve bu murahhaslar şaşkına döndü. Thugut, Rus murahhaslarından bu konuda bir açıklama isteyince, Ruslar hiçbir şey anlamamış göründüler. Rusya'nın bu iki devletten arabuluculuk talep etmediğini, kendi tekliflerinin de kabul edilmediğini, böyle bir yardım istemediklerini kesin olarak açıklamış bulunduğunu söylediler. Bu, hiç beklenmedik, çok can sıkıcı bir durumdu. Çünkü iki elçi İstanbul'dan Fokşan'a tantana ile gelmiş, arabulucu olduklarını cümle âleme duyurmuşlardı. Şimdi ise onları konferans salonuna bile almıyorlardı. Bu durum Türk murahhasları da çok şaşırttı. Ama onlar iki elçiyi bırakmadılar. Onların fikirlerini almak için sık sık yanlarına geldiler. İlk toplantıda ateşkesin 21 Eylül'e kadar uzatılması kararlaştırıldı. İkinci görüşmede Rus murahhaslar, müzakerelerde üç hususun esas olarak kabul edilmesini ileri sürdüler: Birincisi, iki devlet arasında yeni anlaşmazlıklara yol açmamak için karşılıklı olarak bütün çabaların gösterilmesi idi. İkincisi, Türklerin anlaşmaları bozup savaşı başlattıklarına göre tazminat ödemeyi peşinen kabul etmeleri; üçüncüsü ise, her iki taraf için önemli sayılacak avantajlar sağlayacak şekilde sonuçlandırılmasına çalışmaktı. Ruslar, birinci hususun tabii sonucu olarak Kırımlılara bağımsızlık verilmesini istediler. İkinci şartları, Türkiye'de kıyısı olan bütün denizlerde ticaret serbestisi ve Rus tüccarların en imtiyazlı devletlerin tüccarları gibi himaye görmesi idi. Türk murahhaslar, Kırımlıların Osmanlı devletinden koparılması şartına şiddetle karşı çıktılar. Bunun, müslüman dininin esasma da aykırı bir istek olduğunu söylediler. Çünkü padişahın halife sıfatiyle bütün sünnilerin ruhanî reisi olduğunu; Hindistan, Buhara ve Fas gibi sünnî ülkelerde idarenin başka sünnî prenslere verilmiş olmasının tek sebebinin, buraların (153) Bu bilgiler belki fazla ayrıntı sayılır ama o andaki durumu, tarafların menfaatlerini savunacakları zaman hangi halet-i ruhiyede olduklarını veya olacaklarını göstermekte idi. Essais de Geographie, Neufchatel, 1784. OSMANLI TARİHİ 493 uzaklığı olduğunu ileri sürdüler. Eğer padişah Kırımlıları yönetmekten vazgeçerse, halifelik sıfatının ona yüklediği sorumluluğu ihlal etmiş olacağını bildirdiler. Murahhasların çok saygı gösterdiği ama Kont Orlov'un arabulucu, olarak kabul etmediği Avusturya temsilcisi Thugut, reddedilişi dolayısiyle mâruz kaldığı istiskal durumundan usta bir diplomat olarak sıyrılmasını bildi: Ancak kendisiyle ayni derecede ve ayni yetkilere sahip murahhaslarla müzakere masasma oturabileceğini (154) açıkladı. Fakat, murahhasları, Avusturya ve Prusya saraylarının müzakerelere dostça katılmaları teklifine (155) tam bir sükûtla karşılık vermeye devam ettiler. Bu anlayışla hareket eden Thugut, Kont Orlov'un kendisine arabulucu olarak kabul edilmeyişinin sebeplerini açıklayan bir deklarasyon sunma teklifini) reddetti. Osman Efendi ise, elçinin hükümdarı tarafından müzakerelere katılmak için gerekli gayreti göstermemekle itham edilmesi ihtimaline karşı bir savunma gerekçesi ve himaye olması için bir sertifika vermesi teklifini de kabul etmedi. Fakat Osman Efendi Thugut'a bir nota göndererek, iki elçinin konferansa alınmama sebeplerini büyük bir samimiyetle ve ayrıntılı olarak anlattı. Osman Efendi bu notasında şöyle diyordu: «...Rus murahhaslar, kendilerine verilen görev ve yetki belgesinde, Avusturya ve Prusya saraylarının arabuluculuğu ve aktif olarak katılmaları konusunda tek bir kelime bulunmadığını (156), iki elçinin konferansa yardımcı olarak katılmalarını kendi murahhaslık haklarma ve amme hukukuna aykırı bulduklarını söylüyorlar (157)...» Osman Efendi Kırımlıların bağımsızlık meselesini cansiperane ve bıktırıncaya kadar çekişti. Bazen etkili konuşması ile (154) (155) (156) (157) Thugut'un yetki belgeleri, saraydan aldığı talimatlara ilişiktir. Rus yetki belgelerinin kopyası. Thugut'un 16 Ağustos 1772 tarihli raporu. Bu deyim Türkçe'ye «inzimam-ı himmet» şeklinde tercüme edilmişti. Şöyle ifade edilmişti: «Beyn'ed düvel mütearif ve mütedavil olan kavanine muhalif...» Bu notanın tercümesi Thugut'un 16 Ağustos 1772 tarihli raporuna eklidir. Burada Osmanlı diplomatik lisanında ilk defa rastlanan bazı deyimler de yer alıyor: İstikşaf i ma fi-z-zami; beri-z-zimmet; himem-i hakkaniye... gibi. 494 HAMMER Rus murahhaslarını susturdu (158), bazen de çok aşağıdan aldı. Ruslar ona dâhi ya da deli dememek için şöyle bir ifade kul-' landılar: «Osman Efendi şüphesiz çok zeki bir insan, ama bu zekâ ve düşünceleri pek anlaşılmıyor.» Rus murahhaslar Kırım Türklerinin bağımsızlığı konusundaki son düşüncelerini Türk murahhasından yazılı olarak bildirmesini istediler. Bunun üzerine Osman Efendi onlara 'bir ültimatomla cevap verdi ki, bu yazı onun tumturaklı ama dağınık üslûbuna bir örnektir (159). Osman Efendi ve meslekdaşı Bâb-ı Âli adma verdikleri yazılı cevapta, Kırımlıların bağımsızlığına razı oluyor, idarelerine karışılmayacağım, fakat Kırım Hanı'nın ve kadıların tayinlerinin padişah tarafından yapılmasını istiyorlardı. O ana kadar harp tazminatı ödemeye hiç yanaşmadıkları halde, bu cevapla Rusya'nın zararlarını karşılamak için Basarabya'dan bir kısım toprağın Ruslara bırakılabileceğini söylüyor, ama buradaki Tatarların da Kınmdakiler gibi hür ve bağımsız olmaları şartmı ileri sürüyorlardı. Bütün bunların kabulü için de padişahın onayı gerektiğini bildiriyorlardı. Rus murahhaslar, buna, Avusturya ve Prusya murahhaslarına hitaben yazılmış bir nota ile cevap verdiler. Kırım'ın bağımsızlığını Türk ültimatomundaki kısıtlamalara göre kabul edemeyeceklerini, çünkü bir toplumu yönetecek hükümdarı yabancı bir devletin tayin etmesi halinde o toplumun bağımsız sayılamayacağını bildirdiler (160). Bu notaya başka bir nota daha eklenmişti ki, bunda Osmanlı murahhaslarının Kırımlıların bağımsızlığını nasıl kısıtlamak istedikleri anlatılıyor ve impara-toriçenin "barışın ilk şartı olarak Kırım'ın 'tam bağımsızlığını is(158) Vâsıf da onu Ahmet Resmî Efendi gibi tarif ediyor: Fenni mugalata ve muhaverede yekta ve semt-i cedi-ü muarazada bir dahi ye-i dehâ... (159) Thugut raporunda şöyle diyor: «..Rus murahhaslar Osman Efendi'nin karışık üslûbunu anlamakta güçlük çektikleri bahanesiyle, ciddî bir incelemeden sonra cevap vermeleri için birkaç gün müsaade istediler. Bu notanın tercümesi Thugut'un 5 Eylül 1772 tarihli raporuna eklidir. (160) Şöyle demişti: «Şu hususu kesin olarak bildirmeyi görev sayarız ki, nasıl adlandırılırsa adlandırılsın, bu şekil, Kırımlıların bağımsızlığı ile bağdaşmaz. Eğer bir milletin hükümdarı başka bir devletin tebası ise ve hükümdar olabilmesi o devletin tayini ve onayı ile oluyorsa, o milletin bağımsızlığından söz edilebilir mi?» OSMANU TARİHİ 495 tediğini, bu şart kabul edilmediği takdirde diğer konuları görüşmemek emrini aldıklarını belirtiyorlardı. Yine bu notaya, Kırımlıların hürriyet ve bağımsızlığını tespit edecek maddenin tasarısı eklenmiş bulunuyordu (161). Türk murahhasları geri çağrılınca ve Kont Orlov da Yaş şehrine dönünce, feld-mareşal Romanzov sadrazama bir mektup yazarak müzakerelerin kesilmesinden duyduğu üzüntüyü belirtti. Bu mektubunda, Kont Orlov'un Kırım meselesinde özellikle onun müslüman dininin kabul etmeyeceği şartlar ileri sürmüş olmasını kınıyordu. Gerçekten feld-mareşal Romanzov, Kont Orlov'a göre çok daha makul bir insandı. Orlov ise barış değil savaş istiyordu. Çünkü yeni bir sefer başlarsa kardeşi Aleksi Orlov Adalardaki Rus filosuna kumanda edecek, küçük kardeşi Teodor Karadeniz filosunun amiralliğine tayin edilecek, kendisi de Kırım kumandanlığına getirilecekti. Osmanlı Devleti'ne üç ayrı cepheden saldırmak, yüzyıllardan beri Avrupa'ya dilediğini yaptıran bu devleti dize getirmenin gururunu kardeşleriyle paylaşmak istiyordu. Bu onun ihtirasla istediği bir şeydi. Romanzov, Prusya murahhası Zegelin'in ateşkesin uzatılmasiyle ilgili teklifini kabul etmeyip böyle bir talebi imzalamadığı için Osman Efendi'-den de şikâyetçi idi. VÂSIF EFENDİ ATEŞKESİN UZAMASINI SAĞLIYOR Sadrazam, Romanzov'un bu mektubunu aldıktan sonra, yakın gelecekte vakanüvis ve reis-ül küttap olacak divan hocalarından Vâsıf Efendi'yi feld-mareşal Romanzov'a gönderdi ve ondan ateşkesin altı ay daha uzatılmasını istedi. Vâsıf Efendi sadrazama veda edip yola koyulacağı zaman, çadırın önünde bekleyen Kethüda Resmi Ahmed Efendi, ona, ateşkesi uzatmak için her türlü fedakârlığı yapmasını, sadece on günlük bir uzatma için bile fedakârlıktan çekinmemesini söyledi. Ne pahasına olursa olsun bu zamana ihtiyaç vardı. Osman Efendi'nin karargâha dönüşünden beri ordunun üçte ikisi firar etmişti, üçte biri ise firar etmek için fırsat kolluyordu. (161) 5 Eylül 1772 tarihli rapor 496 HAMMER Vâsıf Efendi Şıımnu'dan Rusçuk'a yedi saatte ulaştı. Burada Dağıstanlı Ali Paşa'nın temin ettiği bir salla Tuna'nın karşı sahiline geçti. Vâsıf Efendi bu paşadan, askerlerinin Rusları tahrik edecek bir harekette bulunmamalarını istemiş, paşa da ona, sadrazamın bu emrinden hoşlanmadığını söyleyerek ve Resmî Ahmet Efendi'nin görüşünün aksini ileri sürerek şöyle demişti: «Askerlerimin sayısı çok, onların savaş isteklerini frenleyemiyorum, sadrazam Tuna'yı geçmeme izin verirse, bu nehirden Ki-ov'a kadar bütün toprakları ele geçiririm.» Yergöğü (162)'nde Vâsıf Efendi, Rus kumandanınm emrine verdiği bir kaleşe (163) bindi ve Yaş şehrine hareket etti. Yergöğü'ne üç fersah mesafede, İstanbul'a dönmekte olan Türk murahhaslarıyla karşılaştı. Yolda, "Osman Efendi'nin bindiği arabaya sokularak, ona görevinin ne olduğunu özetledi. Osman Efendi de şöyle dedi: «Feldmareşalin ateşkesi uzatmaya niyeti yok, bu teşebbüs müslümanın şerefini zedelemekten başka bir işe yaramaz, imkânsız bir şeyi istemek, aşağılayıcı bir şekilde reddedilmeyi göze almaktır.» Vâsıf, Osman Efendi'nin kendi görüşüne aykırı olanları hiç bağışlamadığını, nüfuzunun da geniş olduğunu bildiği için, onun görüşlerine uyacağını söyledi. Gerekli görüyorsa görevini yapmak için yoluna devam edeceğini, gereksiz görüyorsa kendisiyle birlikte karargâha döneceğini bildirdi. Vâsıf Efendi'nin kendisine tâbi olmasından memnun kalan Osman Efendi, ona, birlikte karargâha dönmelerini söyledi. Dönüş yolunda Osman Efendi, meslekdaşı Yasincizâde'den dert yandı: «Müzakereler sırasmda bana hiç yardımcı olmadı,» diyordu, «sadece kümes hayvanı tedarikinde işe yarıyor.» Bu şekilde konuşa konuşa Yergöğü yakınına gelmişlerdi. Osman Efendi, işaret parmağını ileri doğru uzatarak, «İnanmazsan şuraya bak» dedi. İşaret ettiği yerde, piliç dolu çok sayıda kafes vardı ve Yasincizâde bunları barış müzakereleri sırasında toplamıştı. Vâsıf, bir murahhasın bu basitlikte oluşundan utanç duydu. (162) Diğer adlan Giurgevo ve Surska olan 'Yergöğü'nü Hammer *Yerköy' şeklinde yazıyor ve 'y^kök' şeklinde izah ediyor (Ç.N.). (163) Vâsıf, bindiği arabaya 'kaleska' diyor. Bu, yanm karoserli küçük bir faytondur. sera OSMANLI TARİHİ wm HHHB 497 Bir saat kadar sonra Yergöğü ovasına gelmişlerdi. Osman Efendi, çadırında onu, Avusturya ve Prusya elçilerine, sadrazam tarafından Ruslara ateşkesi uzatma teklif etmekle görevlendirilen hoca-yı divan olarak takdim etti. Sonra da Avusturya elçisine, Romanzov'un bu uzatmayı kabule yetkisi olup olmadığını ve bunu isteyeceğine inanıp inanmadığını sordu. Thugut kaçamak bir cevap verdi: «Romanzov hükümdarmdan gerekli yetkiyi aldığına göre, ateşkesi uzatmaya yetkisi olmadığını söyleyemem». Prusya elçisi ise dobra dobra konuştu: «Efendi, gerçekleri görmenize engel olan ve sadece tahminlere dayanan inadınız daha ne kadar devam edecek? Bâb-ı Âli'nin gönderdiği bir adamı görevini yapmaktan nasıl alıkoyarsınız? Bu teşebbüsün başarılı olmayacağına sizi kim temin edebilir? Başarılı olursa, amaca ulaşılmış demektir. Başarılı olmazsa yine de bir faydası olur, düşmanın tavrını ve ordusunun durumunu anlamış olursunuz. Bunu bilmenin hükümetinize sağlayacağı avantaja niçin mâni oluyorsunuz?» Bu sözler karşısında Osman Efendi epeyce rahatsız oldu ve yüzünün ren'gi değişti. Sonra Vasıf Efendi'ye dönerek şöyle dedi: «Efendi, mademki böyle, gitmelisin, elçiler de böyle istiyor. Gitmezsen beni kaybedersin.» Vâsıf Efendi gitti ve feld-mareşal tarafından iyi karşılandı. Hemen o akşam, Obreskov'un (164) da katıldığı toplantıda ilk konuşmayı yaptılar. Romanzov, sadrazamın mektubundaki barışçı ifadenin samimiyetini biraz şüphe ile karşıladı ve onun için de ateşkesin uzama süresinin yedi ay olmasını kabul etmedi. Sadece kırk gün uzatılmasını, bu süre içinde ateşkesin yedi veya sekiz ay uzatılması konusunda Petersbourg'tan, yani kendi hükümdarmdan bir cevap alınacağını söyledi. Hattâ bu hususta yazılı bir taahhütname verebileceğini de bildirdi ve kendisinin de böyle bir taahhütname vermeye yetkili olup olmadığını sordu. Vâsıf Efendi önce, sadrazamın bu kadar kısa bir süreye razı olmayacağını sandığını söyledi, daha doğrusu o kanaatte imiş gibi göründü. Sonra da f eldmareşale bu konuda on gün içinde kesin cevap (164) Vâsıf burada Obreskov'u şöyle tarif ediyor : «Obreskov, cihandide bir maslahata nazar eden pâyân bir şahıs olub...» Hammer Tarihi, C: VIII. E: 32 I 498 HAMMER verebileceğini söyledi. Obreskov, on günün az olacağına dikkati çekti ve oniki gün olmasını tavsiye etti. Vâsıf bu tedbiri uygun buldu. Vâsıf Efendi, söz verdiği cevabı getirmek için ikinci gün Yaş şehrinden ayrıldı. Tekrar Rusçuk'tan geçerken, serasker Dağıstanlı Ali Paşa ona, huzursuz bir çehre ile, teşebbüsünün sonucunu sordu. Vâsıf Efendi de «Dört-beş gün içinde Tuna'yı aşmaya hazır olun» cevabını verince, Dağıstanlının yüzü sapsarı oldu ve adetâ titreyerek şöyle dedi: «Efendi, bu imkânsız, Bosna birliklerinde dizanteri salgını var, asker sinek gibi ölüyor, geri kalanlar da göçmen kuşlar gibi yuvalarına dönüyorlar. Kasalar boş ve erzak yok. Allah aşkına sadrazama söyle, bana asker, para ve mühimmat göndersin. Yoksa Rusçuk'u ancak bir mucize kurtarabilir!» «Peki ama, birkaç gün önceki asil gururunuza ne oldu? Haşmetmeaplarının tavrındaki bu değişikliğin sebebi ne?» dedi Vâsıf Efendi. «Heyhat,» diye cevap verdi serasker, «buradan önceki geçişinizde durumum bugünkünden farklı değildi. Fakat herkesin arasında başka türlü konuşamazdım, Osman Efendi'yi kızdıracak şekilde hareket edemezdim. Çünkü o her tarafta feldmareşalin ateşkesi beş gün bile uzatamayacağını, Rus ordusunun hastalıktan kırıldığını, çıkacak ilk çatışmada bizim Hotin surlarına kadar kolayca ilerleyebileceğimizi söylüyor.» Osman Efendi o sırada İstanbul yolunda idi ve padişah nezdindeki itibarı yüzünden herkes ondan çekiniyordu. Razgrad'a gelince, Vâsıf Efendi'yi Nail Paşa’nın kardeşi Bekir Bey karşıladı ve teşebbüsünün sonucunu öğrenmek istedi. Çünkü o da Osman Efendi'nin her yerde, ateşkesin uzatılamayacağı yolundaki nutuklarını, gerek Rusçuk'u savunmak için, gerekse Tu-na'yı aşmak için bu şehre gitmek gerektiğini durmadan tekrarladığını duymuştu. Vâsıf Efendi sadrazamın karargâhına geceleyin ulaştı. Gün doğarken de sancak çadırma gitti ve orada sadaret kaymakamı ile reis-ül küttabı buldu. Oradan sadrazamın çadırına geçerek görevini başarı ile yaptığını ve bu arada Bekir Bey'in endişesini gidermek için de bir hayli güçlük çektiğini anlattı. M H^^fl^H^^HI^^^^I^B 0SMAN12 TARİHÎ 499 Sadrazam, Osman Efendi'nin düşüncesiz telkinlerine rağmen Vâsıf Efendi'nin yoluna devam etmesine, görevini başarı ile yapmasına o kadar memnun oldu ki ona nasıl teşekkür edeceğini bilemedi. Hemen üzerindeki bütün altınları ona verdi. Ayrıca onu amedciliğe, yani mektupçubaşı yardımcılığına terfi ettirdi. Fakat Vâsıf, bu görevi uzun zamandır başarı ile yürüten, yaşı ilerlemiş olmasına rağmen devlete en iyi şekilde hizmet vermekte olan Nuri Efendi'yi kırmamak için amedciliği kabul etmedi. Sadrazamdan bu lûtfunu fırsat olursa daha başka şekilde kullanmasını rica etti. Vâsıf Efendi sadrazamın yanmdan henüz ayrılmıştı ki, Muhsinzâde maiyetindeki subaylardan birini göndererek ona Anadolu'da Karahisar yakınlarında büyük bir zeamet (165) verdiğini bildirdi (166). Feld-mareşal Romanzov'un sadrazama kırk günlük ateşkes için mutabakatını bildiren mektubu divanda okundu. Ateşkes, divanda bulunan herkes tarafından sevinçle kabul edildi. Sadrazam tarafından imzalanmış ateşkes anlaşmasının bir an önce Rus karargâhına gönderilmesi kararlaştırıldı. Çünkü o sırada firar eden beş yüz yeniçerinin Çalık-Kavak muhafızını öldürdükleri haberi alınmıştı. Bunu duyan Osman Efendi, kendini tutamayarak, «Böyle bir şey olacağına hiç inanmazdım» dedi. O zaman, onunla hiç geçinemeyen Yasinci Efendi ayağa kalkarak cevap verdi: «Sen zaten her zaman yanılırsın, senin saçma, kestirip atan her zaman menfi tavırlarına rağmen, Allah'ın seni haklı çıkardığı bir tek olay yoktur!» Bundan sonra divan dağıldı. Üç hafta sonra, sadrazam Rus karargâhından yeni mektuplar aldı. Romanzov bu mektuplarında imparatoriçenin istenen ateşkese razı olduğunu, Obreskov'un müzakereleri başlatmakla görevlendirildiğini, kongrenin yapılacağı şehrin Fokşan yerine (165) Zeamet, yılda 20.000 aspros (çok küçük değerde akçe)'den fazla bir gelir temin ediyordu. Zeamet sahibi buna karşılık savaş zamanında istenilen sayıda bir süvari birliği çıkarır ve donatırdı. (166) Vâsıf, I. Abdülhamid'in padişahlığında ve sadrazam Muhsinzâde'nin ölümünden sonra, Esma Sultan’ın tahriki ile zeametin ondan alındığını esefle anlatıyor. İ 500 HAMMER Bükreş olmasma karar verildiğini bildiriyordu (17 Ekim 1772 9Recebll85). BÜKREŞ KONGRESİ DE DAĞILIYOR Osmanlı karargâhında ateşkes ilân edildikten sonra Muh-sinzâde barış görüşmeleri için yeni murahhaslar seçti. Başmu-rahhas olarak bu işlerde oldukça tecrübeli ve padişahın da güvenini kazanmış bulunan reis-ül küttap Abdürrezzak Efendi'yi görevlendirdi. Başmuhasebeci Süleyman Penan Efendi ile si-lâhdar kâtibi Ataullah Bey de ona yardımcı tayin edildiler. Bey-likçi (yani Reisefendi'nin muavini) Seyyid Mehmed Hayri Efendi murahhas kâtibi, Vâsıf Efendi ise konferans kâtibi olarak görev aldılar. Bunlara da sadaret kâtiplerinden iki kişi yardımcı olacaklardı. Abdürrezzak Efendi'nin toplantıya, katılamadığı zamanlarda ona, birinci tezkireci İbrahim Münib Efendi vekâlet edecekti. Bu defa, Avusturya ve Prusya elçileri kongre veya konferansa davet edilmediler. Bunların Fokşan kongresine davetleri Bâb-ı Âli'ye üçyüz bin kuruşa mal olmuştu. Bu elçiler İstanbul'da kaldılar. Padişahın da onayı ile tam yetkili murahhas olan Abdürrezzak Efendi, Sumnu'dan hareket ederek Rusçuk ve Yergöğü yoluyla Bükreş'e geldi (2 Kasım 1772 - 25 Receb 1185). önce, başmurahhaslar tercümanlar vasıtasiyle birbirlerine iltifatlarını sundular. Sonra Obreskov Abdürrezzak Efendi'yi bizzat "ziyaret etti ve 'hoşgeldiniz' dedi. Reisefendi, Obreskov'u ziyaret edeceği günün arifesinde, ona, çok zengin koşumu ile güzel bir at hediye etti. Onunla gelen oğlu Ahmed Hamid Efendi de, Rus el-çisiyle Bükreş'e gelen Romanzov'un oğluna güzel bir at gönderdi. Romanzov'un oğlu ise atı getiren görevliyle Ahmed Hamid Ef endi'ye kakum ve samur kürkler yolladı. Murahhaslar ilk toplantıyı 20 Kasım (13 Şubat) günü yaptılar. Hayri ve Vâsıf Efendiler aralarında işbölümü yapmışlardı: Hayri Efendi Rus konuşmacıların, Vâsıf Efendi ise Osman-, lı murahhaslarının konuşmalarını kaleme alacaklardı. Yetki belgelerini teati eden murahhaslar önce ateşkesin uzaması konusunu ele aldılar. Abdürrezzak Efendi ateşkes süre- ■■■■■ OSMANU TARİHİ 501 sinin yedi veya sekiz ay olmasını istiyor, Ruslar ise ancak bunun yarısı kadar bir süreye razı oluyorlardı. Sonunda, bu süreyi yakm yerler için dört ay, Gürcistan, Çerkezistan gibi uzak bölgeler için beş ay olarak tespit ettiler. Abdülkerim Efendi ile Si-molin arasmda imzalanan birinci ateşkesin bütün şartları bu ikinci anlaşma için de geçerliydi ve ateşkes 21 Mart'a kadar uzatılmış oluyordu. Bu yeni anlaşma da yazıldı, imzalandı, teati edildi. Bu anlaşmanın bir kopyası kendisine ulaştırılan sadrazam o kadar memnun oldu ki, sevincinden, Vâsıf’ın deyimi ile (167) «silahlarını unutma çivisine astı ve bıraktı». İkinci görüşmede Obreskov, konuya Kırım'ın bağımsızlığı meselesi ile başlamadı. Çünkü, Fokşan görüşmesinde kendisi ve Orlov müzakereye bu konu ile başlamışlardı ve bu konuya takılıp kaldıkları için müzakereler kesilmişti. Obreskov, Kırımdın bağımsızlığından tek söz etmeden, harbi başlatanın Bâb-ı Âli olduğunu söyleyerek harp tazminatı taleplerini ortaya getirdi. Abdürrezzak Efendi bu suçlamaya, Rusya'nın tehdit eden tutum ve hareketlerini hatırlatarak cevap verdi. Rus birlikleri barış halinde iken Balta'da Türklere saldırdığı ve birçok zarara sebep oldukları için, Bâb-ı Âli'nin de tazminat istemek hakkı olduğunu söyledi ve sözlerine şöyle devam etti: «Harbe karar veren hükümetlerin en az üç yıl hazırlık yapmaları âdettir. Fakat Bâb-ı Âli bu savaşa sebep olan Polonya meselesinde baskına uğradı. Üstelik, Rus sefareti bütün bu durumlarm barış yoluyla çözüme ulaştırılacağı teminatını verdiği için Osmanlı devleti buna güvenerek harp hazırlığını ihmal etti. öyle ki, ordusunun yiyeceğini bile hazırlamadı. Müslüman ordusunun Bender'e geldiği zaman yiyecek sıkıntısı çektiğini siz de biliyorsunuz. Bu şehrin halkı bizi, mademki Bâb-ı Âli hükümeti harbe karar verecekti, uzun zamandan beri erzak anbarlarını niçin doldur-madı, diye itham etti. Bunu herkes biliyor. Bizim bu ihmalimizin sebebi, Rusya'nın mütemadiyen tekrarladığı barış ümidine kapılmamızdır. Demek ki, harp tazminatı istemek Ruslardan çok bizim hakkımızdır.»' Bu konuda uzun ve hararetli bir çekişmeden sonra Obreskov, Fokşan'daki görüşmede olduğu 'gibi, konuyu sonuca bağlamadan başka bir maddeye geçti. (167) Cümle şöyle: «Alât-ı harbiyeyi avihtei misınar-ı nisyan...» 502 HAMMER Murahhaslar bir süre, haftada iki gün düzenli olarak toplantılara devam ettiler. Düzenli toplantılardan başka, hararetli ama sonuçsuz tartışmalarla geçen olağanüstü toplantılar da yapıldı. Nihayet Obreskov Türk murahhaslara on maddelik bir nota verdi ki bunda Rusların bütün istekleri yer alıyordu. Bu on maddede özetle şunlar vardı: 1 — Bâb-ı Âli, kendisine karşı silahlı olarak harekete geçen Boğdan ve Eflâk halkma yumuşak davranacak ve tam bir genel af ilân edecektir; 2 — Gürcistan'ın bütün kaleleri Osmanlılara geri verilecek, fakat Osmanlılar bundan böyle Gürcistan'dan köle almayacak, köle ticareti yapmayacaklardır. 3 — Bâb-ı Âli nezdindeki Rus elçileri huzura kabul edilişlerinde, en yüksek derecede itibar göreceklerdir; 4 — Elçilerin servislerindeki bütün personel ve bunların tercümanları her türlü vergiden muaf tutulacaklardır; 5 — Dinini değiştirip müslüman olanlar, tercümanların huzurunda kendilerine tekrar tekrar sorulduğunda, müslüman kalmakta ısrar ederlerse, Rusya elçileri bunları isteyemeyecek-lerdir; 6 — Hırsızlık yapmış olan herhangi bir dönme, çaldığı şeyi iade etmek veya ödemek zorunda olacaktır; 7 — Büyük ve Küçük Kabartaylar Bâb-ı Âli tarafuıdan Ruslara bırakılacaktır; 8 — Kırım Hanı'nı gelecekte Kırımlılar seçecektir; 9 — Esirler karşılıklı olarak, fidye ödenmeden, mübadele esasına dayanmadan, teşekkür eder* tarzda iade edileceklerdir (188); (168) Hiç fidye almadan bütün esirlerin serbest bırakılması ile ilgili protokol maddesi şöyle idi: cBundan böyle yalnız Rus esirler değil, Polonyalılar, Moldavlar, Ulahlar, Gürcüler, Osmanlı eyâletlerinde bulunan her mezhepten esirler, Bâb-ı Âli nezdindeki Rus elçisinin ilk isteğinde serbest bırakılacaklardır». Rusya, işte bu cümledeki kelime oyununa dayanarak, Polonyalıları, Moldavları, Utanları, çeşitli hıristiyan mezheplerinden olanları himaye etme hakkına sahip olmuş, Bâb-ı Âli de bunu kesin olarak kabul etmiştir. Bir ülke- ı^mmg&^$mm OSMANLI TARİHİ 503 10 — Son barış anlaşması (1643'te imzalanan), geleceği olmadığı için, yürürlükten kaldırılacaktır. Uzun ve hararetli çekişmelerden sonra Türk murahhaslar, on maddelik bu mutabakat belgesini imzaladılar. Obreskov bundan sonra, yavaş yavaş, Kırım'ın bağımsızlığı meselesini ortaya atmaya başladı. Barışın olması veya olmaması bu meseleye bağlı idi. Nitekim bu mesele büyük çekişmelere yol açtı. Sonunda kısmen bir çözüme varıldı. Mutabık kalman noktalar şunlardı: 1 — Kırım'daki bütün camilerde imamlar Cuma hutbelerinde, eskiden olduğu gibi, padişahın adını zikredeceklerdir; 2 — Kırım Hanı'nı Kırımlılar serbestçe seçecek, padişah da seçilen hana, hanlık beratlarını göndereceklerdir; 3 — Şer'i işleri yürüten Kırım ulemâsı, tstanbul kadısmdan (meşihat makamından) izin alacaklardır. Türk murahhasların kabul etmedikleri tek nokta, Kerç ve Yenikale'nin Ruslara terkedilmesiydi. Obreskov bu yerlerin Ruslara, Reisefendi ise Kırımlılara verilmesi üzerinde ısrar ediyorlardı. Görüşmelerin yeniden anlaşmazlıkla sonuçlanmaması için, murahhaslar hükümdarlarından son emirleri almak üzere, müzakerelere kırk gün ara verildi. Bu mühletin sonunda, yirmiyedinci oturumda, Obreskov, Türk murahhaslara, hükümetinin şartlarını bildiren yedi maddelik bir ültimatom verdi (4-15 Şubat 1773). Imparatoriçe, Türklerin bu şartları kabul etmeleri halinde, hakkı olan savaş tazminatını istemekten vazgeçeceğini bildiriyordu. Ültimatomda yer alan maddeler özet olarak şöyle idi: 1 — Rusya, Kırımlıların bağımsızlığını garanti eden devlet olarak kabul edilecek; Kerç ve Yenikale Ruslara bırakılacak; 2 — Rus savaş ve ticaret gemileri Karadeniz'de ve Adalar denizinde (Ege'de) serbestçe dolaşabilecekler; de diplomasinin zayıf olduğu zaman uğranılacak zararlı duruma bu olay bir örnek sayılabilir; gelecekte, iki devlet arasında, diğer devletleri müzakerelerden habersiz ve uzak tutarak yapılacak bir anlaşmanın, pek çok ülkeyi çok önemli derecede ilgilendirebileceğini düşünmek gerekir. Böyle bir anlaşma yalnız Türk imparatorluğunun geleceğini değil, genel olarak bütün dünyanın geleceğini etkiliyor. Thugut'un Mayıs 1773 tarihli raporundan. 504 HAMMER 3 — Kırım'ın bütün diğer kaleleri Kırımlılara verilecek; 4 — Halen Rusların elinde esir bulunan Boğdan voyvodası Gregor Gika (Gregoire Ghika) ülkesine dönecek ve prensliğini babadan oğula geçer şekilde sürdürecektir, fakat İstanbul'a her üç yılda bir vergi verecek, bu verginin mikdarı, Raguza prensliğinde olduğu gibi, bir yıllık gelirine eşit olacaktır. 5 — Rusya İstanbul'da devamlı olarak bir temsilci (elçi) bulundurabilecektir. 6 — Kılburun tamamen ve her şeyi ile Ruslara terkedile-cek, özi kalesi ise yıkılacaktır. 7 — Osmanlı devleti Rus hükümdarlarını Rusya padişahı olarak kabul edecek, ona, Osmanlı împaratorluğu'nun tebası olan Yunanlıları (Ortodoksları) himaye hakkını tanıyacaktır. Reisefendi bu ağır şartlara itiraz etti. Bâb-ı Âli'nin bu maddelerin bir tekini bile kabul etmeyeceğini, bunları kabul etmektense kanının son damlasını akıtmcaya kadar savaşacağını söyledi. Ama, Obreskov'un da teklifine uyarak, görüşmeleri bu şekilde sona erdirmeden, şartları bir defa da Bâb-ı Âli'ye bildirerek talimat beklemeyi kabul etti. Bu maksatla, yardımcısı Ataullah Bey'i Şumnu'daki kış karargâhında bulunan sadrazama gönderdi. Sadrazam divanı topladı. Divana bütün birliklerin paşaları da davet edildi. Rusların yeni şartlarını bildiren notaları okundu. Bu nota hakkında divanın ortak görüşü şu oldu: «Rusların asıl gayesi Kerç ve Yenikale limanlarını ele geçirmektir. Diğer hususların hepsi mugalatadır, safsatadır. Rus gemilerinin Osmanlı denizlerinde serbestçe dolaşmaları hususunda anlaşmaya varılabilir; Kırım'ı bugünkü karışık durumunda bırakırı ak tansa bağımsızlığını kabul etmek daha iyidir ve zamanla bazı kayıplar tekrar elde edilebilir. Notadaki şartların kabul edilmemesi halinde Rusların istediği elli bin kese tazminatı temin etmek de mümkündür. Daha on yıl uzaması ihtimali olan bir savaştan sonra, daha avantajlı bir barış elde etmek de zor olacaktır.» Ataullah Bey divanın bu fikrini îstanbu'a ulaştırmakla görevlendirildi. OSMANLI TARİHİ 505 Divan-ı Hümâyun'un bazı üyeleri ve özellikle Osman Efendi, öne sürülen bu şartlara şiddetle itiraz ettiler ve uzun müzakerelerden sonra, şartların ve notanın reddine karar verdiler. AtauUah Bey bu cevabı alarak Bükreş'e hareket etti. Fakat karargâhta, sadrazamın yanından ayrılmadan önce, sadrazam kendisine gizli olarak, işi hemen bitirmemesini, görüşmeleri mümkün olduğu kadar uzatmasını tenbih etti. Reis-ül küttap Abdürrezzak Efendi, Rusları bazı şartlardan vazgeçirmek için elinden geleni yaptı. Fakat, üç saat süren bir çekişmeden sonra Obreskov, Bâb-ı Âli bu şartların tamamını kabul etmezse müzakerelere devam etmeyeceğini, zaten bu durumda çekilme emri aldığını açıkladı. Ertesi gün, Abdürrezzak Efendi, Obreskov'u bir defa daha ziyaret etmeye karar verdi. Yanma Beyltkçi AtauUah Bey'i ve Vâsıf Efendi'yi alarak Obreskov'un ikametgâhına gitti. Burada anlaşamadıkları konularda eski görüşlerini tekrarlayarak birkaç saat kaldüar, ama hiçbir anlaşma olmadı. Fakat, bir yenilik olarak Obreskov, Bâb-ı Âli son şartları kabul ederse, Türklerin Taman kıyısında bir kale ya da müstahkem mevki yapmalarına Rusya'nın karşı çıkmayacağını bildirdi. Aksi halde müzakerelerin tamamen sona ereceğini, Bükreş'te sonuç almadan daha uzun kalamayacağını, emrini yerine getirmediği için hükümdarmı üzmüş olacağmı söyledi. Reis-ül Küttap Abdürrezzak Efendi'ye padişah da gizli bir mektup göndermişti. Bunda, eğer Ruslar Kerç ve Yenikale'yi istemekten vazgeçerlerse, onlara yetmiş milyon kuruş tazminat teklif etmesine izin veriyordu (169). (169) Vâsıf, 15.000 kese yani 80 milyon kuruş olduğunu söylüyor, Obreskov'un mektubunda ise 70 milyon olarak belirtiliyor: «Ayin 21'nde ikametgâhına gittim. Abdürrezzak Efendi bana, o günden önce Bâb-ı Âli'den kesin kararla ilgili hiçbir talimat ve malûmat almadığını söyledi. Ama o gün postacının kendisine bir ültimatom getirdiğini, bunda şunlarm bulunduğunu açıkladı: «İşgal edilen bütün Osmanlı topraklarının geri verilmesi, Kırım'a bağımsızlık verilmesinden, Kerç ve Yenikale'yi ve Karadeniz'de Rus donanmasının serbestçe dolaşmasını istemekten vazgeçmesi halinde, Rusya'ya yetmiş bin kese akçe para verilebilir». Ben ise cevabımda, bütün dünyanın hazineleri verilse Rus sarayının şu dört esastan feragat etmeyeceğini bildirdim: 1 — Kırım'a, teklifimde bildirdiğim şekilde bağımsızlık verilmesinden; 2 — rm HAMMER Obreskov bu teklifi dinledikten sonra şöyle dedi: '«Sizi temin ederim ki, iflas halinde sandığınız devletimiz, son notadaki dört şartı kabul etmeniz halinde, ayni mikdar parayı size derhal ve hiçbir zorluk çıkarmadan verebilecek durumdadır!.» Bu dört madde, Kırım'ın bağımsızlığı, Kerç ve Yenikale'nin terkedilmesi, Kılburun'daki tahkimatın kaldırılması ve kalelerin yıkılması, ticaret serbestliği ile ilgili maddelerdi. Reisefendi, Beylikçi ve Vâsıf Efendi bu cevap karşısında şaşırdılar, ümitleri iyice kırıldı. Hararetli geçen tartışmalardan birinde Türk murahhas, Obreskov'a, Pruth barışından, bu barışta Türk paşasının I. Petro'-yu kurtaran cömertliğinden söz ederek şöyle demişti: «Hükümdarınız Petro, en korkunç bir duruma düşürüldüğü, ağaç kabuklarından başka yiyeceği kalmadığı zaman, Bâb-ı Âli onu Öldürmek ya da esir almak yoluna gitmemişti. Sadece, Azak kalesini almakla yetinmişti. Siz Azak'ı geri verme vaadini de unuttunuz ve ancak yeniden ciddî bir harp tehdidi ile karşı karşıya kalınca bu anlaşma hükmünü yerine getirdiniz. O taahhüdünüzü yerine getirmeyisiniz sizi kötü niyetli olarak suçlamamıza hak kazandırmıştı.» Obreskov buna şu karşılığı verdi: «Generaliniz Baltacı Mehmed Paşa, bu davranışı ile akıllı ve tedbirli olduğunu göstermiş bulunuyor. O, savaşmaktan başka hiçbir çaresi kalmayan bir orduyu buna mecbur etse idi, kaYenikale ve Kerç'in ve bunlara bağlı köy ve kasabaların alınmasından; 3 — Rus filolarının, her çeşit gemilerinin, bütün denizlerde hiçbir tahdide uğramadan serbestçe dolaşmasından; 4 — Karadeniz iskelelerinde öbür devletlerle serbestçe ticaret yapmaktan. Ayrıca, ateşkes süresi sona erdiği, Bükreş şehri ise silah ve mühimmat deposu halinde bulunduğu için, burada hiçbir surette daha fazla kalınamayacağını söyledim. Dundan dolayı birbirimizden ayrılmaya, o Tuna'nin öbür yakasına geçmeye, ben Boğdan'da herhangi bir şehire gitmeye karar verdik. Ama müzakereleri kesmeyecek, elçilik ulaklarının getirip götüreceği mektuplarla, taraflardan birinin kesin ve son sözünü bildirmesine kadar devam edecektik.-» (Obreskov'un ortaelçiye mektubu. Bükreş, 11 Mart 1773). OSMANLI TARİHÎ 507 zanmış olduğu zaferi elden kaçıracağını anlamış bulunuyordu (170)> Abdürrezzak Efendi Bükreş'ten ayrılmadan önce, Obres-kov'la onun ikametgâhında son bir görüşme daha yaptı (171). Fakat bu da öncekiler gibi sonuç almamadan geçti. îki murahhas birbirine veda etmeden, kabul edilmiş maddelerin onaylanmış nüshalarını teati etmek üzere, Yergöğü adasında veya başka bir yerde buluşmak için anlaştılar (172). Reisefendi, sadrazamın karargâhına gitmek için, bütün maiyeti ile, ilkbaharın ilk gününde Bükreş'ten ayrıldı (22 Mart 1772 - 28 Zilhicce 1186). Ateşkes süresi bitmişti. Şimdi yeniden savaşa hazırlanmak gerekiyordu. Bu arada Bâb-ı Âli uzun bir beyanname ile barış konferansmın başarısızlıkla sona ermesinin sebeplerini Avrupalı elçilere izah etti (173), Reisefendi'nin dönüşünden önce toplanan divan-ı hümâyunlarda, Kerç ve Yenikale'nin verilip verilmemesi konusu uzun uzun tartışıldı. Barışı kurtarmak için padişah ve vezirler şart(170) Vâsıf, II, s. 245'te, buna benzer birçok konuşma olduğunu, ama bunların tarafları kızdırmaktan başka bir şeye yaramadığını söylüyor. (171) Vâsıf bunu 'nihayet-ül nihayet' şeklinde ifade ediyor. 0J2) Obreskov, Thugut'a Bükreş'ten yazdığı 31 Mart 1773 tarihli mektubunda şöyle diyor: €..Abdürrezzak Efendi ile müzakereleri kesmemek hususunda yaptığım anlaşma sadrazam tarafından memnuniyetle karşılanmış ve istenildiği şekilde onaylanmıştır. Böylece yazışmalar devam edecek ve bu yazışmada söylenenler, yüzyüze söylenmiş, kongrede konuşulmuş gibi kabul edilecektir. Buna göre, sayın elçi, bu meseleyi mutlu bir sonuca ulaştırmak üzere, bütün imkânlarınızı kullanmanız ve gayret göstermeniz için vakit geçmiş değildir». Obreskov, iyi niyetli aracılar olarak gayretlerini devam ettirmek isteyen Thugut ve Zegelin ile sık sık yazışmak suretiyle haberleşmiş, fakat bunun bir yaran olmamıştır. Thugut ve Obreskov arasındaki yazışmaların belgeleri Thugut'un raporlarına eklidir. (173) Bâb-ı Âli'nin 16 Nisan 1775 (23 Muharrem 1187) tarihli bir beyannamesi Thugut'un 20 Nisan tarihli raporuna eklidir. Bu beyanname, Rusya'nın ültimatomu ile birlikte, İstanbul'da akredite Avrupalı bütün elçilere dağıtılmıştır. Rus murahhası Obreskov'un tercüman Pini vasıtasiyle Osmanlı murahhası Reis-ül Küttap Abdürrezzak Efendi'ye verdiği (orijinali İtalyanca olan ve Türkçe tercümesi bulunan) metinde, Kırım'ın bağımsızlığı üzerinde duruluyor, bu esasın kabul edilmesi halinde, bağımsızlığın sınırsız ve şartsız olarak tespiti isteniyor ve bu «sine qua nem» şartı olarak ileri sürülüyordu. Thugut'un Nisan ayında yazdığı rapor. Avusturya İmparatorluk Arşivi. 508 HAMMER lara razı idiler, ama ulemânın inatlarını yenemediler. Ulemâ bu iki mevkiin feda edilmesi pahasına barış istemiyor, bunların Osmanlı devletinin elinde kalmasını, Kırım'ın bağımsızlığı meselesinden çok daha önemli görüyordu. Daha sonra devlet va-kanüvisi bu olayları anlatırken, Reisefendi Abdürrezzak’ın kardeşi olan bir mollanın ağzından, o sırada ulemânın ne kadar güçlü, mutlak hâkim görünen ve tek basma yönetmeyi seven padişahm da gerçekte ne kadar güçsüz olduğuna dikkati çekiyor. İki kazaskerden biri, muhtemelen Mehmed Molla, padişaha körü körüne bağlı idi ve daha sonra şeyhülislâm olmuştu. îşte bu kazasker, bir gün Reisefendi ile karşılaşınca ona şöyle dedi: «Kardeşin ne yapıyor? Padişahın ağzından bizzat duydum, eğer Abdürrezzak bütün şartları kabul edip barışı sağlarsa devlete büyük bir hizmet etmiş olacağını, ama halk bu sonucu beğen-meyip homurdanmaya başlarsa, onu bütün ailesi ile birlikte adalara süreceğini söyledi.»1 Bu konuşmayı duyan Abdürrezzak Efendi, ondan beklenenin tersi bir tepki gösterdi. Adalara sürülmek korkusu karşısında paniğe kapıldı, cezalandırmayı hiçe sayıp barış sorumluluğunu üzerine alamadı. SAHİB GİRAY, ALİ BEY ve ŞEYH TAHİR Silah seslerinin kesildiği, Bâb-ı Âli'nin Fokşan ve Bükreş'te barışı kurtarmaya çalıştığı dönemde, o mağlubiyetler arasmda, padişah, Kırım'dan ve Mısır'dan bazı iyi haberler de almıştı. Ama bunlar, diğer cephelerdeki yenilgileri telâfi edecek kadar önemli değildi. Mısır'da Rusların kışkırttığı Ali Bey isyan bayrağını çekmişti, öte yandan Kırımlılar Han olarak Sahib Gi-ray'ı seçmiş, o da kalgaylığa Rusların Peterstoourg'a götürdüğü kardeşi Şahin Giray'ı, nureddinliğe ise Bahadır Giray'ı (174) getirmişti. Han’ın tahta çıkışından az sonra, Kırım ricalinden (174) Muhsinzâde Mehmed Paşa'nın Osman Efendi ve Bucak Tatarlarından Hıdırağa vasıtası ile padişaha sunduğu bir raporun tercümesinden. Hıdırağa Kırım'dan özi'ye, oradan da 2 Şevval 1183'te (7 Ocak 1772'de) başkent İstanbul'a geçmişti (Thugut'un 3 Şubat 1772 tarihli raporu). IHfl OSMANLITARİHİ İ^Hİ 509 yüzelli kişi, padişaha bir mektup yazarak, Ruslara boyun eğdikleri, teslim oldukları için özür diliyor, kendilerini terketme-mesi için ricada bulunuyor, yalvanyorlardı. Sonraki yıl, bir Rus generali çarın bir buyruğu ile Kırım'a gelip, Han'a, îsveç üzerine yürüyecek on bin kişilik bir ordu çıkarmasını emredince, hoşnutsuzlukları daha da artmıştı. Mirzalar Rus generaline, ancak kendi topraklarını savunmak için silâha sanlabileceklerini söyleyerek dileğini yerine getirmeyince, Saint-Petersbourg hükümeti, zaman ve ortamın uygun olmadığını da düşünerek, daha fazla ısrar etmedi. Bu savaşın başlamasiyle Rusya, Osmanlı devletine kuzeyden, güneyden, doğudan, batıdan, her taraftan saldırıya geçmişti. Ordulan Tuna'da, Kınm'da, Kuban'da, Gürcistan'da, Mo-ra'da savaşıyordu. Donanması Karadeniz'de, Akdeniz'de dolaşıyor, Peloponez, Suriye, Mısır kıyılarını tehdit ediyordu. Yukarıda adı geçen Ali Bey, Mısır'ın güçlü bir şeyh-ül be-led'i idi. Kardeşi Ebu Zeheb (175) Şam'da ona karşı bir ayaklanma tertip etmişti. Ali Bey ise, sadece kendi otoritesine dayanarak Mekke şerifini azletmişti. önce sahte bir fermanla Yen-bu'yu ele geçirmiş, Cidde'ye kendi adına bir muhassıl tayin etmiş, Suriye ve Mısır'da âyetler katarak ve Kur'an üslûbunu taklide çalışarak beyannameler dağıtmaya başlamıştı (176). Bu beyannamelerle Bâb-ı Âli'nin Kahire ve Şam'daki valilerini suçluyor,' halkı esaret boyunduruğunu atmaya, eskiden olduğu gibi Memlûklerin idaresinde bağımsız olmaya davet ediyor, kışkırtıyordu. Akkâ'da Bâb-ı Âli'nin emirlerini hiçe sayan Şeyh Tahir, Ali Bey'in kendisi ile birleşmesi teklifini kabul etti. Böylece, Suriye ve Mısır, Osmanlı idaresine karşı birleşmiş oluyorlardı. İsyanı bastırma ve âsileri tenkil emrini alan Şam valisi mağlup oldu. Bu durumda Ali Bey Mısır'ın bağımsızlığını sağladığı(175) 'Zeheb' Arapça'da 'altın' demektir; 'zehab* ise 'adım' veya 'yürüyüş' anla mına gelir. Şu Arapça vecize, aradaki farkı çok iyi anlatır: Ustur zehebek ve zehabek ve mezhebek. Yani: Altınını, adımını ve mezhebini belli etme (sakla). (176) Vâsıf, II, s. 217'de, bu bildirilerden birini aynen naklediyor ki, bu daha sonra Napolyon Bonapart’ın Mısır ve Suriye'de dağıttığı kışkırtma bildirile rine örnek olmuştur. 510 HAMMER nı zannetti. Bundan sonra Bedevilerin şeyhi Hammam'ın kuvvetlerini de kırınca Arabistan'ın fethine girişti. Daha sonra da Suriye'nin hâlâ padişahın emrinde ve ona bağlı olan bölümüne saldırdı. Bu ülke, kaderini her zaman Mısır'ın yanında yer almaya bağlamıştı. Şimdi ise devlet olarak güçlenmek istiyordu. Bir Rus savaş gemisi Dimyat (177) açıklarında birkaç sivil gemiyi ele geçirmişti. Bu olaydan sonra Şeyh-ül beled Ali Bey, Rusya'nın Akdeniz donanmasına kumanda eden Kont Aleksi Orlov ile temasa geçti, ikisi arasında yapılan anlaşmaya göre, Rusya, Osmanlı devletine karşı girişeceği savaşta ona asker, silah ve mühimmat vermeyi taahhüt ediyordu. Şeyh-ül beled, kısa zamanda Gazze, Remle, Nablus, Kudüs, Yafa ve Sayda'yı ele geçirdi. Şam da kapılarını açmakta gecikmedi. Ama bundan sonra yenilgiler başladı. Tam Osmanlı sınırlarına doğru harekete geçmeye hazırlanırken, kayınbiraderi Ebu Zeheb de ona karşı harekete geçti. Bu rakibine yenilen Ali Bey Kahire'ye çekildi ve bu şehrin kalesine kapandı. Daha sonra da, hazinesini ve haremini toplayarak, Suriye'de sadık dostu ve müttefiki Şeyh Tâhir'in (178) yanına gitti. Şeyh Tâhir, Cezzar Ahmet Paşa’nın selefi idi. Cezzar Paşa, günümüzde, hem uranlığı hem de Akkâ'da Fransız ordusuna karşı kahramanca savunmasıyla meşhur olan paşadır. Ali Bey ve Şeyh Tâhir, Şam valisi Osman Paşa'nın ve onun müttefikleri olan Dürzîlerin şiddetli baskısı ve kuşatması altında bulunan Sayda'ya yardım için kuvvetlerini harekete geçirdiler. Bu sırada Akkâ koyunda bir Rus filosu görüldü. Bunlar, isyan eden Şeyh Tâhir'e yardım için gelmiş gemilerdi. Tâhir, al-tıyüz kese para karşılığında, Rusların kendisiyle birlikte Sayda'ya saldırmaları vaadini aldı. Şeyh Tâhir'in ordusu, Saffet ve Mütavelli'nin altı bin süvarisi ile Ali Bey'in sekiz yüz Memlûk piyadesinden oluşuyordu. Türkler ve Dürziler de on bin süvariden oluşan bir orduya sahiptiler. Ayrıca yirmi bin köylüyü de silah altına almışlardı. Tâhir'in ordusu ile yaklaştığını Öğrenen Osman Paşa, Say(177) Volney, Voyage adlı eser, I, s- 8, bölüm: «Ali Beğ Tarihi•. (178) Tâhir (temiz) kelimesini Mısırlılar 'dâhir' şeklinde telâffuz ederler ki bu da 'parlak, muhteşem' demektir. OSMANLI TARİHİ 511 da kuşatmasını kaldırarak bu şehrin yakınında ve deniz kıyısında onları savaşa mecbur etti. Bir R