ermeni soykırımı iddiaları

advertisement
ASILSIZ ERMENİ SOYKIRIMI SAVLARI
BAŞLARKEN
Tarihsel nedenlere dayalı Türk karşıtlığı, her
dönemde bir kısım çevrelerin uğraşısı oldu.Türk
sözcüğü duyulduğunda tepki göstermek, bazı
toplumlarda doğal davranış haline geldi.
Türkleri Anadolu’nun sahibi olarak görmek
istemeyenler; bu toprakları Türklerden arındırmayı
düşleyenler; 700 yıldır her yolu, her yöntemi denediler.
Haçlı ruhuyla şekillenmiş düşüncelerine göre; Türkler
gayrı medeni bir milletti... Ve geldikleri yere, Orta
Asya’ya geri gönderilmeliydiler...”
Şimdi yeni bir oyun sahneye konuyor. Kendi
tarihlerinin yüz kızartıcı sayfalarını görmezden gelenler
var olmamış bir olay nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti’ni
uluslar arası mahkemelerde yargılamak ve mahkum
ettirmek istiyorlar; daha sonra ki adım kuşkusuz;
tazminat ödenmesi ve toprak iadesi ...
Oyunun adı ; Ermeni Soykırımı...
TARİH VE ERMENİLER
Ermeniler geçmişte Doğu Anadolu’nun Güney
Kafkasya’ya yakın olan topraklarında yaşamış bir
kavim. Soylarının dayanağına ilişkin, tarihçilerin
üzerinde birleştikleri ortak bir görüş yok. Ermenileri :
1
- Urartular
- Trak-Frigler
- Güney Kafkas Irkı
- Turan Irkı
İle ilişkilendiren görüşler mevcut.
Tarih;
Ermenilerin
Doğu
Anadolu
menşeli
olmadıklarını,
buraya
sonradan
getirilip
yerleştirildiklerini kaydetmekte. 15 bin yıldır insanın
yaşamakta olduğu Anadolu’da Ermeni varlığını dile
getiren en eski kayıt M.Ö. 521 tarihli... Ermeniler;
Güney Kafkasya ve ona bitişik olan Doğu Anadolu
bölgesinde, tarihte değişik güçlerin egemenliği altında
yaşamış bir kavim:
M.Ö. 521-M.Ö. 344
M.Ö. 344-M.Ö.215
M.Ö. 215-M.Ö.190
M.Ö. 190-M.S. 220
M.S. 220- V.Yüzyıl
V.Yüzyıl-VII. Yüzyıl
VII.Yüzyıl-X.Yüzyıl
X.Yüzyıl- 1064
1064’ten bu yana
: Persler
: Makedonlar
: Selefkitler
: Romalılar
: Sasaniler
: Bizanslılar
: Araplar
: Bizanslılar
: Türkler bölgeye egemen olmuşlar.
Selçuklu Türkleri 1065 yılında “Ani” topraklarını ele
geçirdiklerinde, bölgede var olan Ermeni Prensliği,
Bizanslılar tarafından 19 yıl önce yok edilmiş, Buradaki
Ermeniler eski adıyla Kilikya denilen bu günkü Adana
2
Bölgesine sürülmüşlerdi. Ermeniler bu nedenle
Türklerin Anadolu’ya girişini sevinçle karşıladılar.
“Ermeniler Bizans’a olan düşmanlıkları nedeniyle
Türklerin Anadoluya gelmesine sevinmişlerdir.”
Asoghik
“Selçuklu Sultanı Melikşah’ın kalbi Hıristiyanlara karşı
şefkat ve iyiliklerle doluydu. İsa’nın evlatlarına çok iyi
davrandı. Ermeni Halkına refah,barış ve mutluluk
getirmiştir.”
Urfalı Mateos
Bölgenin bir çok kavim arasında el değiştirmesi
Ermenilerin bu tarihsel süreç içerisinde değişik
nedenlerde farklı bölgelere göç ettirilmesine neden
oldu. Avrupa ve Ortadoğu’da bu günkü Ermeni
varlığının esas nedeni bu göçlerdir.
Selçuklu
dönemi
sonrasında
Osmanlı
egemenliğinde yaşayan Ermeniler, İmparatorluğun tüm
halklara tanıdığı haklardan yararlanarak varlıklarını
sürdürdüler.
OSMANLI İMPARATORLUĞU VE ERMENİLER
Çok uluslu bir devlet yapısı gösteren Osmanlı
İmparatorluğunda tüm halklar; İmparatorluğun egemen
olduğu topraklarda her türlü faaliyete katılabilirlerdi.
3
Ne var ki Türkler; İmparatorluğun asli unsuru
olmalarına rağmen birçok nedenlerle bu haklardan en
az yararlanan ulus oldular. Osmanlı İmparatorluğunda
ayrıcalıklı olmanın yolu bir bakıma Türk olmamaktan
geçiyordu. Aslında ümmet anlayışı içinde yaşayan
Türkler, ulus olma bilinci de taşımıyorlardı. İslamiyet’in
ulusçuluğu günah sayan anlayışıyla kendilerini
Müslüman olarak ifade ediyorlar ve Türk olmayı ayıp
sayıyorlardı. İmparatorluğun tanıdığı ayrıcalıklardan en
fazla yararlanan uluslar ise Rumlar ve Ermenilerdi.
Osmanlı tarihinde “Sadık Ulus” olarak nitelenen
Ermeniler İmparatorluğun dokusunda çok önemli bir
konum elde etmişlerdi. Ayrı kurumları vardı. Kamu
hizmetleri başta olmak üzere her alanda faaliyet
gösteriyorlardı. En üst düzey görevlere getiriliyorlardı.
En varlıklı sınıf arasında yer alıyorlardı. Ulaştıkları bazı
mevki ve makamlar şöyleydi:
Paşa: 29
Bakan:22
Milletvekili:33
Büyükelçi:7
Konsolos:11
Üniversite Öğretim Üyesi:11
Yüksek Derecede Memur:41
Ermenilerin İmparatorluk içindeki bu konumunu yıllar
sonra ifade eden bir Ermeni şöyle diyor;
4
“Ermeniler Osmanlı İmparatorluğu döneminde devlet
içinde devletti.... Bir tek bayrakları eksikti...”
Apoyan,1984
Bu yapı XIX. Yüzyılın ikinci yarısına kadar böyle
devam etti. Zaman içinde Rusların, İngilizlerin ve
Fransızların emperyalist emelleri nedeniyle bölgeyle
olan ilgileri, Ermeniler arasında, Gregoryen, Katolik ve
Protestan olmak üzere üç ayrı kilisenin oluşmasına ve
bu ülkelerin Ermeniler üzerinde koruyuculuk rolü
üstlenmesine yol açtı.
1839’da,Tanzimat
Fermanının
getirdiği
yeni
düzenleme ve ardından 1856 “Islahat Fermanı”,
vatandaşlar arasında dinsel nedenli ayrıcalıklar başta
olmak üzere; vergi, askerlik yükümlülüğü ve yargı
alanında tüm ayrıcalıkları kaldırdı. Müslüman unsurları
Müslüman olmayan unsurlarla eşit düzeye getirdi.
Uygulamayla birlikte Rusya, İngiltere ve Fransa’nın
Hıristiyan unsurlar üzerindeki koruyuculuk rolü ön
plana çıktı.
RUSLAR VE ERMENİLER
1867’ye gelindiğinde Rusya; Avrupalı Devletlerinin
denetim ve gözetiminde Osmanlı Avrupa’sında milliyet
esasına göre toprak dağıtımı yapılmasını; idarî, adlî,
malî, askerî alanda ve eğitimde iyileştirmeye
5
gidilmesini istedi. “Hıristiyanlara Bağımsızlık” olarak
özetlenebilecek bir politika izliyordu.
1876 da Birinci Meşrutiyet ilan edildi. İlk meclis
açıldı. 48 Mebuslu mecliste 12 gayri Müslim mebus
arasında 10 Ermeni mebus yer alıyordu.
1877 de Osmanlı Rus savaşı başladı. Rumeli’de ve
Doğu Anadolu’da iki ayrı cephede Rus taarruzlarına
karşı koymaya çalışan Osmanlı imparatorluğu
Rumeli’de bir kısım topraklarını kaybetti. Doğu Anadolu
büyük bir kısmıyla işgal edildi. Ruslar İstanbul
önlerinde Yeşilköy’e kadar geldiler. İstanbul Ermeni
Patriği Nerses, vatandaşı olduğu Osmanlı devletine
karşı bir ihanet örneği sergileyerek Ermeni isteklerini
Rus Çarına ulaştırdı.
- Rusya Doğu Anadolu’da işgal ettiği toprakları
Osmanlılara geri vermesin.
- Doğu Anadolu Ruslar tarafından ilhak edilsin.
- Bu olmaz ise, Bulgaristan’da olduğu gibi Doğu
Anadolu’ya özerklik verilsin.
- Bu da mümkün değil ise, Doğu Anadolu’da
Ermeniler lehine ıslahat yapılsın ve ıslahat
tamamlanıncaya kadar Rus ordusu geri çekilmesin.
Patriğin son sıradaki talebi; Türklerle Ruslar
arasında
1878
de
imzalanan
Ayastefanos
Anlaşmasında 16. madde olarak yerini aldı. Artık
6
Ruslar Ermenilerin resmi koruyucusu olmuşlardı ve
Türk
topraklarını
emellerine
uygun
olarak
şekillendirebileceklerdi. Akdeniz’e ve Basra Körfezine
ulaşmayı amaçlıyorlardı. Anlaşma sonrasında Tüm
Ermeniler arasında yeni bir düşünce yeşermeye
başladı:
“Balkanlardaki Hıristiyanlar gibi, biz de Osmanlılardan
ayrılarak kendi bağımsız devletimizi kuralım”
Daha önce Osmanlıdan ayrılarak özgürlük elde eden
Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Karadağ
örnekleri Ermeniler için mücadele yolunu açmıştı
İNGİLİZLER VE ERMENİLER
Ne var ki Rusya’nın Anadolu’daki emellerini
kavrayan İngiltere; Ayastefanos Anlaşmasına karşı
çıktı.Yaptığı gizli bir anlaşma ile Kıbrıs’ın yönetimini ele
geçirdi ve Berlin’de bir konferans toplayarak yeni
kararlar aldırdı. Anlaşmanın 61’inci Maddesinin
hükümleri şöyleydi:
- Rusya: Kars, Ardahan ve Batum vilayetlerinin yer
aldığı bölge dışında işgal ettiği topraklardan derhal
çekilecektir.
- Doğu Anadolu’daki Ermeni ıslahatı bunun
ardından yapılacaktır.
7
- Islahat; 5 büyük devletin (İngiltere, Fransa,
Rusya, Avusturya-Macaristan, İtalya) denetiminde
olacaktır.
1878 Berlin Anlaşması ile soruna müdahil olan
devlet sayısı artık 5’e ulaşmıştı. Özerklik beklentisinde
olan Ermeniler umutsuzluğa düştüler. Son vardıkları
karar şu oldu; “Mücadele ve ayaklanmaya
girişilmedikçe ,hiçbir şey elde edilemez.”
Rusya için ise bir yol kalmıştı:
“Doğu Anadolu’yu ilhak etmek”
Bu iki düşünce Rusları ve Ermenileri aynı noktada
buluşturuyordu.
GELİŞMELERİN ULAŞTIĞI NOKTA
Ermeni sorununun başlangıç noktasını bu
gelişmeler oluşturdu. Osmanlı toprakları üzerinde tarihî
emelleri
olan
Rusya
ve
İngiltere
sorunun
yaratılmasında sorumlulukta ilk sırayı alıyorlardı. Doğu
Anadolu
artık
“Ermenistan”
olarak
anılmaya
başlanmıştı. Başta Erzurum, Bitlis, Van, Elazığ,
Diyarbakır, Sivas, Adana ve Trabzon olmak üzere
birçok yerde, misyoner okulları yabancı konsolosluklar
açıldı. Sıra Berlin Barış Anlaşmasının 61’inci
maddesinde yer alan ıslahat hükümlerine gelmişti...
8
Ermeniler önceden beri imparatorluk içinde
ayrıcalıkları olan bir toplumdu. Osmanlı Genel Eğitim
Bakanlığı kuruluşuna, “Ermeni Eğitim Komisyonu”nu
dahil ettirmişlerdi.
Tüm imparatorluk topraklarında 2000’i aşan sayıda
okul açmışlardı. Bu okullar Türk düşmanlığının
aşılandığı temel kurumlar haline gelmişti. 1877-1878
Osmanlı Rus savaşında Rus ordusunda Türklere karşı
savaşan Ermeni asıllı Rus generallerin resimleri bu
okulların duvarlarını süslüyordu. (Arşak Dergosyan,
Loris Melikof) Daha sonra bu resimlere 1890’da BitlisSasonda ayaklanarak Türk askerlerini öldüren Ermeni
Çetecilerin resimleri de dahil edilecekti. (Harpet
Tevekkeliyan, Kalost Antrasyan) Haritalarında Van’ın
adı Vasporagan, Erzurumun adı Garin, Diyarbakır’ın
adı Dikranagerd olmuştu. Ermeni Patrikhanesi de,
İmparatorluk
topraklarındaki
tüm
teşkilatıyla
komitecilerin hizmetine girmişti.
BAĞIMSIZ ERMENİSTAN İSTEKLERİ
Bağımsız
Ermenistan
isteklerinin
başlangıcı
Ermenilerin 1879 da Osmanlı hükümetine yaptıkları bir
başvuru ile oldu. Bu başvuru, Ermeni Patrikhanesi
tarafından hazırlanmış bir muhtıraydı ve adı “ Erzurum
Vilayetinin Islahı Projesi ”idi. Muhtıra ana hatlarıyla vali
ve kaymakam seçiminde Ermeni Patriğini etkin bir
konuma getiriyor; yöneticilerin, devlet kurumlarındaki
9
görevlilerin, mahkemelerdeki başkan ve üyelerin,
jandarma teşkilatında yüzbaşı dahil daha ast rütbedeki
tüm personelin yarı yarıya Türk ve Ermenilerden
oluşmasını; üst subayların Avrupalı olmasını,
Meclislere Adlî ve İdarî heyetlere dahil olacak
temsilcilerin ayrı ayrı seçilmesini, Ermenice ile
Türkçe’nin bir tutulmasını, bölgedeki Ermenilerin
silahlandırılmasını, aşiretlerin dağıtılmasını, Türk ve
Türkmenlerin Ermeni köylerinden çıkartılmasını
istiyordu. Muhtıra sonrasında Osmanlı Devletinin
Anlaşma hükümlerine göre verdiği taahhütleri
denetlemek üzere Anadolu’ya heyetler gönderildi.
1880’de İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya, AvusturyaMacaristan elçileri Berlin Anlaşması hükümlerinin
uygulanması için hükümete nota verdiler. Osmanlı
Hükümeti yanıt verdi:
“Ermenilerin bulunduğu Van, Diyarbakır, Bitlis,
Erzurum ve Sivas vilayetlerinin genel nüfusunun ancak
%17 kadarının Ermeni, %4 kadarının diğer gayri
Müslim azınlık ve %79’unun da Müslüman Türk olduğu
meydana çıkmıştır. Bu nedenle bu bölgelerde,
Ermenilere özel bir muamele yapılması uygun
olmayacaktır.”
ERMENİ KOMİTELERİNİN TEŞKİLİ
Bu
arada
Doğu
Anadolu’yu
Ermenistan’a
dönüştürmeyi amaçlayan Ermeniler de, örgütlenmeye
başlamışlardı. İlk Ermeni komitesi 1887 de İsviçre’de
10
kurulan kelime anlamı “çan” olan, Hınçak Komitesi
oldu. Bu komite siyasal anlamda Marksist felsefeyi
benimsemişti.
Doğu
Anadolu’da
kurulacak
Ermenistan’ın İran ve Rus Ermenistan’ı ile
birleştirilmesini amaçlıyordu. Türkiye’deki Ermenilerin
ne isim altında olursa olsun kurduğu her cemiyet bu
komitenin bir unsuru olacaktı. Hayırseverler Cemiyeti
de buna dahildi.
1890 da Tifliste ,yurt içinde ve yurt dışında Bağımsız
Ermenistan için faaliyet gösteren tüm Ermeni örgütleri
yeni bir yapıyla “Ermeni İhtilal Cemiyetleri Birliği”
anlamına gelen “Taşnaksutyun”çatısı altında birleştiler.
“Komite; Türkleri her yerde ve her türlü şartlar
altında vurmayı, gericileri, sözünden dönenleri,
işbirlikçileri, hainleri öldürmeyi ve intikam almayı
emrediyordu”
Varantyan
(Taşnaksutyun Tarihi)
SİLAHLI EYLEM VE İSYANLAR
Hazırlıklar tamamlanınca Anadolu’nun her yanında
silahlı eylem ve isyanlar başladı. İlk isyan 1890’da
Erzurum’da çıktı.Bunu aynı yıl meydana gelen
Kumkapı gösterileri izledi. 1892-1893 döneminde
Kayseri, Develi, Yozgat, Çorum, Merzifon, Aziziye’de
olaylar meydana geldi. 1895’te Sason İsyanı çıktı.
11
Tespiti bir batılı şöyle yapıyordu; “Ermeni ihtilalcilerin
hedefi karışıklıklar çıkararak Osmanlıların karşılık
vermesini temin etmek ve böylece yabancı ülkelerin
duruma müdahale etmesini sağlamaktır”
İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi Currie
28 Mart 1894
Olaylar ardı ardına devam ederken, II. Abdülhamit
Doğu Anadolu’da, aşiretlerden 1200’er mevcutlu 36
Süvari Alayı kurdurdu. (1894) Osmanlı yöneticileri
gelişmelerin varacağı boyutları görmeye başlamışlardı:
“Her bir savaş sonunda yapılan barış anlaşmalarına
konulan bazı maddeler, yeni bir savaşı çıkaracak
vasıfta olmuştur. Ermenilerin Berlin Anlaşmasına
eklettiği, Rumeli ve Anadolu vilayetleri ile ilgili 61’nci
madde onları ihtilâl ve isyana çağırmıştır. Daha önce
bağımsızlık elde eden Romanya, Karadağ, Yunanistan
ve Bulgaristan gibi, Ermeniler de konferans sonrası,
hemen ihtilâl ve isyan hazırlıklarına girişmişlerdir”
Sadrazam Kamil Paşa
(17 Mayıs 1895)
Silahlı eylem ve isyanlar aynı yoğunlukta devam
ediyordu.1895’te Zeytun’da isyan çıktı. Aynı yıl
İstanbul’da geniş çaplı gösteriler yapıldı. 1896’da
Ermeni komitecileri İstanbul’da Osmanlı Bankasını
bastılar (157 görevli rehin alındı.) 1903’te Sason’da
12
ayaklanma başladı. 1905’te Sultan II.Abdülhamit’e
suikast yapıldı. (Padişah II. Abdülhamit idama mahkum
olan Ermeni suikastçileri affetti. Bunu; Padişahın
annesi Trimüjgan Sultanın; aslen Virjin adlı bir Ermeni
olmasına bağlarlar.)
İKİNCİ MEŞRUTİYET VE ERMENİLER
1908’de İkinci Meşrutiyet ilan edildi. Meclis yeniden
açıldı. 276 mebustan 49 u gayri Müslimdi. Bunlardan
11’i Ermeniydi. Ermeniler açıklama yaptılar:
“Osmanlı Meşrutiyeti ilan edilmiş olduğundan; biz
Hınçaklılar, eğilimlerimizi, ihtilâl fikirlerimizi bırakıyor ve
faaliyetlerimizi memleketin ilerlemesine adıyoruz.”
Sabah Gülyan
(Hınçak Komitesi Üyesi)
Köylere giden komiteciler ise başka şeyler
söylüyorlardı;
“Eşitlik ve kardeşlik laflarına sakın aldanmayın.
Ermenilerin hürriyeti silah ve bomba ile elde edilecektir.
Çift hayvanlarınızı satıp silah ve bomba temin edin.
Muvaffak olduktan sonra Müslümanların toprakları,
mülkleri bize kalacaktır.”
Yurdun değişik yerlerinde yapılan aramalarda ele
geçen silah sayısı ve mühimmat miktarı inanılmaz
boyutlardaydı.
13
1890’dan 1908’e kadar 18 yıllık süre içinde halktan,
Jandarma ve Ordu mensuplarından, idarecilerden,
memurlardan binlerce Türk katledildi. Ne var ki olaylar,
bu yangını çıkaran Ermeniler tarafından tüm dünyaya
Ermeni
katliamı
olarak
yansıtılıyordu.
Duvar
bildirilerinde ise Ermeni niyetleri saklanmıyordu.
“Ermeni milletinin kemiklerine kadar işleyen
ayaklanma düşüncesi, insanlık haklarımızı alıncaya
değin tek bir ermeni kalsa bile, sultanların taç ve tahtını
bitmeyen bir korku içinde bulunduracaktır.”
(Beyoğlu’nda bir duvar bildirisi)
Ermeniler, Erzurum, Bitlis, Van, Elazığ, Diyarbakır,
Sivas vilayeti topraklarında özerk bir Ermenistan
kurulmasını istiyorlardı. Bu isteğe sonradan Trabzon’u
da dahil ettiler. Bölge Anadolu’nun 1/3’ünü
kapsamaktaydı. Toplam nüfusu 3,5 milyondu.
Ermenilerin nüfusu ise 600.000’i bulmuyordu. Genel
nüfusa oranları sadece %15 idi. Amaç büyük
devletlerin müdahalesini sağlamaktı. Bunda başarılı da
oldular. Berlin Anlaşmasına taraf devletler “Ahalisinin
çoğunluğu Ermeni olan yerleşim merkezlerinde özerk
bir yönetim kurulması” isteğini hükümete ilettiler.
Hükümet; “Osmanlı topraklarında Ermenilerin sayıca
fazla olduğu hiçbir yerleşim merkezi bulunmamaktadır.”
cevabıyla bu isteği reddetti. 1909’da Adana İsyan çıktı.
14
BALKAN SAVAŞI VE BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI
1911’de İtalyanlar Trablusgarbı işgal etti.1912 de
Balkan Savaşı başladı. Osmanlı Devleti Rumeli’deki
son topraklarını kaybetti. 1,5 Milyon Türk öldü. 500.000
kişi Anadolu’ya göç etti. Ermeni komiteciler “Bağımsız
Ermenistan” için tüm yurt sathında faaliyet
sürdürüyorlardı, bu sırada Ruslar, yeni bir planla ortaya
çıktılar (17 Haziran 1913); Bitlis, Van, Erzurum, Sivas,
Diyarbakır ve Elazığ illerinden oluşacak bir eyalet
kurulacak, tercihen Avrupalı ve Hıristiyan bir genel vali
Padişah tarafından 5 yıl süre ile atanacaktı. Plan İngiliz
ve Fransızların müdahalesiyle genişletildi ve Osmanlı
Hükümeti ancak sömürgelerde uygulaması olan bu
planı kabul etti.Buna göre Diyarbakır, Bitlis, Van,
Elazığ vilayetlerine bir Norveçli (Binbaşı Hoff);
Erzurum, Sivas ve bunlara ilave edilen Trabzon
vilayetine de bir Hollandalı ( Westernek) vali olarak
atandı. Her iki vali Temmuz 1914’te Türkiye’ye geldiler.
Ancak 1’inci Dünya Savaşı başlayınca göreve
başlayamadılar. Almanya Rusya’ya savaş açtı
(1 Ağustos 1914). Osmanlı İmparatorluğu Almanya ile
ittifak Anlaşmasını imzaladı (2 Ağustos 1914). Türkler
artık fiilen savaşa taraf olmuşlardı. Ve Seferberlik ilan
edildi ( 21 Ağustos 1914).
Ermeniler savaş öncesinde sadık vatandaşlar olarak
Osmanlı Ordusu saflarında görevlerini yerine
getireceklerine dair hükümete söz vermişlerdi. Ama
15
öyle olmadı. Osmanlı İmparatorluğu Almanların
yanında yer alarak; Rusya, İngiltere ve Fransa
karşısında savaşa girince; Ermeniler Osmanlı
Devletine karşı mücadeleyi sürdürme kararı aldılar. Bu
arada Rusya’nın niyeti de belli olmuştu:
“Rus bayrağı Çanakkale ve İstanbul Boğazlarında
özgürce
dalgalansın.Türk
boyunduruğu
altında
yaşayan halklar özgürlüklerine kavuşsun. İsa’ya
inandıkları için acı çektirilen Ermeniler, Rus himayesi
altında yeni bir özgür yaşama kavuşsun.”
Çar II.Nikola, 1914
Ekim 1914’de Rus Çarı, Rus Kafkas Ordusuna Türk
hudutlarını geçme emrini verdi. Aynı tarihte, Ermeni
İhtilal Cemiyetleri Birliği Taşnaksutyan, Türkiye’ye
savaş ilân etti. Ermeni Komiteleri; Anadolu’da
silahlanan Ermeni çetecilere şu talimatı veriyorlardı:
“Kurtulmak istiyorsan önce komşunu öldür”
Doğu Anadolu’da Rusların taarruzuyla birlikte,
Osmanlı ordusundaki Ermeni askerler silahlarıyla
birlikte firar etmeye başladılar. Seferberlik çağrısına
katılanlar ise daha önce silahlarını alır almaz firar
etmişlerdi.
Firari Ermenilerin bir kısmı ile, Rus Kuvvetlerine
öncülük eden “Ermeni Gönüllü İntikam Alayları”
kuruldu. Bu Alayların kuruluş maksadı isimlerinden
16
belli oluyordu. Kalanlar, geri bölgede teşkil edilen
Ermeni çetelerine katıldılar.
“Erzurum Türk Ordusunda bulunan Ermeni er ve
subaylar, silahları ile birlikte Rus cephesine geçerek
silahlarını Türk Ordusuna karşı kullanıyorlar.”
Hayrenik Gazetesi
(17 Temmuz 1915)
Rus kuvvetleriyle birlikte sınırı ilk geçen Ermeni
birliklerinin başında Armen Garo lakabıyla tanınan eski
Osmanlı
mebusu
Karakin
Pastırmaciyan
bulunmaktaydı. Gerideki çetelerin başında ise, yine
eski mebuslardan Murad lakaplı Hamparsum
Boyacıyan ve Papazyan bulunmaktaydı. Murad’ın
talimatı tüm çetecilere ulaşmıştı.
“Ermeni Milleti için tehlike teşkil ettiklerinden dolayı
Türk çocuklarını dahi öldürün”
Murad
Doğu Anadolu’da Osmanlı Ordusu; cephede
Rusların, cephe gerisinde ise Ermenilerin saldırısı ile
karşı karşıya kalmıştı. Ordunun ikmal yolları Ermeni
çetecilerin tehdidi altındaydı. Muharebe hizmet
desteğini sağlamak imkansız hale gelmişti. Köprü ve
yollar tahrip ediliyor, İkmal ve iaşe kolları,yaralı
konvoyları pusuya düşürülüyor, tahliye edilmekte olan
hasta ve yaralılar, hava değişimine giden erler, terhis
17
edilen sakatlar yollarda öldürülüyorlardı. Ermeniler tüm
ikmal maddelerine el koyuyorlardı. Seferberlik
nedeniyle erkek nüfus silah altına alınmış olduğundan,
tüm yerleşim merkezleri özellikle köyler Ermeni
çetecilerin saldırısı karşısında savunmasız kalmıştı.
Batıya doğru yoğun bir göç başlamıştı (*). Çocukların,
genç kız ve kadınların maruz kaldığı insanlık dışı
tecavüz ve katliam, kelimelerle ifade edilemeyecek
utanç boyutuna, vahşet derecesine ulaşmıştı.
Birinci
Dünya
Savaşında
Türk
Ordusunda
Genelkurmay Başkanı olarak görev yapmış Alman
Generali Bronsart, bu resmi şöyle tarif ediyordu:
“Eli silah tutan Müslümanların hepsi Türk Ordusunda
bulunduğu için Ermeniler tarafından, savunmasız kalan
halk arasında korkunç bir katliam yapmak kolaydı.
Çünkü Ermeniler cephede Ruslar tarafından bağlanmış
olan Doğu Ordusunun yanlarına ve gerilerine
sarkmakla yetinmeyerek,bu bölgedeki Müslüman halkı
silip
süpürüyorlardı...
Ermenilerin
hareketleri
bağımsızlık savaşına yakışır olmaktan çok, haince ve
kin dolu idi”.
General Bronsart Schellendorf
(24 Temmuz 1921)
Van’da ayaklanan Ermeniler 11 Nisan 1915’te şehri
ele geçirdiler ve Rus Ordusuna teslim ettiler. Çar II.
Nikola Rusya’ya yaptıkları hizmetlerinden dolayı
18
Van’daki Ermeni Komitecilerini telgrafla kutladı. Ermeni
vahşeti durmadı. İşgal sonrasında da devam etti.
Dâhiliye Nezareti’ ne
“Asiler(Ermeniler)yol kesiyor ve civar köylere hücum
ederek buraları yakıyorlar. Bunlara engel olmak
imkansızdır. Şimdiden bir çok kadın ve çocuk yersizyurtsuz kalmıştır”.
Van Valisi Cevdet
(24 Nisan 1915)
Savunmasız kalan Türkleri katleden Ermeniler ise
yaptıklarını gururla ilân ediyorlardı:
Ermeni Milleti; Şu başladığımız mücadeleyi, ta
kanımızın son damlasını akıtıncaya dek sürdürmek ve
bunu özellikle canavar düşmanımızın düşmesine ve
kesin perişanlığına kadar yürütmeye mecburuz...
Düşmanın kül olmuş kışlalarına, şu sayısız kayıplarına
bakın !...
Yaşasın Ermeni askeri, yaşasın Ermeni milleti!
Van, 23 Nisan 1915
Ermeni Ulusal Savunma Komitesi
Katliam o kadar büyük boyutlara ulaşmıştı ki; Van’ın
Merkez ilçesinde ve ilçeye bağlı köylerde yaşayan 45
bin Türk’ten geriye yalnızca 1500 kişi kalmıştı.
19
“Van’da yalnızca 1500 Türk kaldı”
Goçnak Gazetesi
(24 Mayıs 1915)
SEVK VE İSKÂN KANUNU
Savaş tüm cephelerde bütün şiddetiyle devam
etmekteydi. İmparatorluk Ordusu:
- Çanakkale
- Kafkas(Doğu Anadolu)
- Filistin(Sina)
- El Cezire (Irak ) cephelerinde savaşmaktaydı.
Sonradan bu cephelere Galiçya da dahil olacaktı.
(Romanya;1917)
Suriye, Lübnan, Irak, Filistin, Ürdün, Hicaz ve
Yemendeki
topraklar
kaybedilmek
üzereydi.
Anadolu’daki ihanete benzer bir ihanet te Filistin
Cephesinde yaşanmaktaydı. Araplar da Ermenilerle
aynı anda isyana kalkışmışlardı. Ele geçirdikleri Türk
askerlerini
vahşice
katlediyorlardı.
Çanakkale
Cephesinde İngilizler Gelibolu Yarımadasına çıkmayı
başarmışlardı. Doğu Cephesinde Ruslar Erzurum’a
yönelmişlerdi. Gerek coğrafi uzaklıklar ve gerekse
içinde bulunulan koşullar nedeniyle cepheler arasında
kuvvet kaydırılması imkansız hale gelmişti. Ülkenin
insan gücü kaynakları hızla tükenmeye başlamıştı.
Artık küçük doğumlular ve öğrenciler de silah altına
alınıyordu. Ülke büyük bir tehdit altındaydı. Önlem
20
üstüne önlem almak zorunda kalan hükümet nihayet;
24 Nisan 1915’te İstanbul’da, 234 Ermeni komiteciyi
tutuklattı ve 27 Mayıs 1915’te; “ Sefer Zamanı
Hükümet Uygulamalarına Karşı Gelenler İçin Silahlı
Kuvvetler Tarafından Alınacak Önlemlere İlişkin Geçici
Kanun” adıyla bir yasa çıkarttı:
Madde 1:
Sefer zamanı; ordu,kolordu ve tümen
komutanları ve bunların vekilleri ve müstahkem mevkii
komutanları; halk tarafından herhangi bir şekilde
hükümet emirlerine ve ülke savunmasına ve asayişin
korunmasına ilişkin uygulama ve tertiplere karşı gelme
ve silahla saldırı ve direniş görürlerse, bunu hemen
askerî kuvvetle sert bir biçimde yola getirmeye, saldırı
ve direnişi kökünden yok etmeye yetkili ve
mecburdurlar.
Madde 2: Ordu, bağımsız kolordu ve tümen
komutanları; askerlik gereklerinden ötürü, ya da
casusluk ve hainliklerini sezdikleri köy ve kasabaların
halkını, tek tek ya da topluca başka yerlere
gönderebilir ve yerleştirebilir.
Madde 3:
Bu kanun yayın tarihinden geçerlidir.
27 Mayıs 1915
Osmanlı Devleti harbin başlangıcından 10 ay
geçene kadar Ermenilere yönelik hiç bir genel önlem
almamıştı. Çıkarılan Yasada hiçbir etnik ya da dinsel
21
topluluk isim olarak belirtilmemişti. Ayrıca metinde
“tehcir” sözcüğü de yer almıyordu. Sadece “sevk ve
iskân”dan bahsediliyordu.
Anadolu toprakları üzerindeki tarihsel emelleri
nedeniyle Ermeni koruyuculuğuna soyunmuş büyük
devletler hemen seslerini yükselttiler: “Hıristiyan bir
millet barbar Türklerin elinde yok oluyor !...”
Gecikmiş karar hiç bir etki yaratmadı. Komitelerin
eylemleri daha da şiddetlendi. 15 gün içinde Sevk ve
İskan Kanunu uygulamalarına ilişkin iki yönetmelik
çıkarıldı (30 Mayıs 1915, 10 Haziran 1915) Sevk
edileceklerle ilgili alınacak önlemler özetle şu
şekildeydi:
- Bırakılan malların kayda alınması ve korunması,
- Duruma göre tren,araba,hayvanla veya yaya
nakil,
- Kafileler için refakatçi kuvvet tahsisi,
- İntikal boyunca can güvenliğinin sağlanması,
- Yolculuk sırasında iaşe, konaklama, sağlık
hizmeti verilmesi,
- Varılan yerde toprak tahsisi,
- Ev inşası için yardımda bulunulması,
- Çiftçiler için tarım aleti ve tohumluk verilmesi,
- Yoksul olanlara kredi temin edilmesi,
- Halep’te hastane kurulması,
- Kimsesiz kalan çocuklar için yetimhane tesisi.
22
Ancak alınmış tüm önlemlere rağmen bir takım
sorunlar ortaya çıktı.Hükümet yasa dışı uygulamalar
karşısında çok kararlıydı:
“Ermenilerin nakli sırasında bazı görevlilerin ve
kişilerin düzensiz ve gayri kanuni eylemlerde
bulundukları öğrenilmiştir. Mahallinde soruşturma
yapılması ve suçluların Divan-ı Harbe sevk edilmeleri
amacıyla 3 soruşturma komitesi kurulmalı ve
gönderilmelidir.”
Talat Paşa
İçişleri Bakanı
28 Eylül 1915
Rus işgali Erzurum ve Erzincan’a kadar uzanmıştı.
Bu sırada Rusya’da Bolşevik ihtilâli çıktı (Ekim 1917).
Ruslar savaşı bırakmak istiyorlardı. Almanya,
Avusturya, Bulgaristan, Osmanlı Devleti ve Rusya
arasında Brest-Litovsk Antlaşması imzalandı (15 Aralık
1917). Ruslar; işgal ettikleri bölgenin tümünden ve
1878 de savaş tazminatı olarak Türklerden almış
oldukları Kars, Ardahan, Batum sancaklarından
çekilmeyi kabul ettiler. Ne var ki bunu yaparken
bölgeyi, teşkilatlandırdıkları ve silahlandırdıkları
Ermeni birliklerine bırakmayı da ihmal etmediler. Aralık
1917’de Rus Ordusundaki Ermeni askerlerden ve
gönüllü Ermenilerden oluşan 35.000 kişilik bir Kolordu
oluşturuldu. (3 Tümen, 1 Süvari Tugayı) Ayrıca Ermeni
çetelerinin mevcudiyeti korundu. Hedef; bölgede nüfus
çoğunluğunu sağlamak için Türkleri batıya doğru
23
sürmek, kalanları ise katletmekti. Türklere yönelik
katliam olanca vahşetiyle devam ederken Türk ordusu
Rusların çekildiği Erzurum’a girdi (12 Mart 1918). (Türk
kuvvetleri Erzurum'da 13.273 Türk’ün cesediyle
karşılaştılar. Erzurum Emniyet Müdürlüğü merkezde
defnedilenlerin sayısını 9.553 olarak verdi.) İleri
harekâta devamla 1878’de işgal edilmiş Kars, Ardahan
ve Batum sancağı topraklarını geri aldı. Eski sınırın da
ötesine geçerek Arpaçay’a kadar ulaştı. Bölgeyi
tümüyle kontrol altına aldı (03 Nisan 1918: 30 Nisan
1918). İhtilal sonrasında Rus yönetiminden ayrılmış
olan ve Güney Kafkasya Birliğini kuran Azeriler,
Ermeniler ve Gürcülerle Batum Antlaşması imzalandı
ve bölgede güvenlik tesis edildi. (03 Haziran 1918 ) Ne
var ki 4 ay sonra Mondros Mütarekesi imzalanınca (30
Ekim 1918), mütareke hükümlerine uyan Osmanlı
Hükümeti, bölgedeki 1 ve 2’nci Kafkas Kolordularını
lağvetti. Türk Ordusu tekrar 1878 de belirlenmiş
sınırlara geri çekilmek zorunda kaldı. (1 Ocak 1919)
Bu yeni gelişme Kars, Ardahan,Batum sancaklarını
sahipsiz bırakmıştı. Bölgede yaşayan halk Ermeniler
karşısında korunmasız kalmıştı. Tehdit karşısındaki
Türkler, “Milli Şura Hükümetleri” teşkil ederek kendi
yönetimlerini kurdular ve bölgede savunmaya geçtiler.
Ne var ki İngiliz askerleri bu hükümetleri dağıttı;
üyelerini Malta Adasına sürgüne gönderdi ve bölgenin
yönetimini Ermenilere teslim etti. (Nisan 1919)
Ermeniler yeni bir fırsat ele geçirmişlerdi. Muhtemel bir
24
halkoylamasını göz önünde bulundurarak, bölgede
nüfus üstünlüğünü sağlamak amacıyla yeniden
korkunç bir katliama giriştiler. İngilizler uygun bir ortam
yaratmışlardı.
Lağvedilen 1. Kafkas Kolordusu Komutanı
Tuğgeneral Kâzım Karabekir, 15. Kolordu Komutanı
olarak Erzurum’da göreve başladığında şu raporu
verdi:
“3 Mayıs 1919 da tekrar Erzurum’a gelip komutayı
elime aldım. Sürüp gelen bu beş ay içerisinde sınırın
öte tarafından kaçıp gelenlerden ve gerekse birçok
zavallının feryadından anladım ki; Ermeni milletinin
içinde çöreklenmiş çeteciler, Türkleri kesip yakmakta
yine devam ediyorlar...”
Tuğgeneral Kâzım KARABEKİR
15. Kolordu Komutanı
(Lağvedilen 1.Kafkas Kolordusu Komutanı)
Ama olaylar dünyaya başka türlü yansıtılıyordu.
Ekim 1919 da General Harbord Başkanlığında bir ABD
Heyeti
Anadolu’da,
Ermeni
iddialarına
ilişkin
incelemeler yaptı. Ermeni iddialarının gerçek dışı
olduğunu belirten bir rapor yayımladı:
“.....Olaylara ilişkin acıklı ve korkunç iddiaların doğru
olmadığı tespit edilmiştir.” (ABD Kongresi bu rapor
25
sonrasında Nisan 1920’de
himayecisi olmayı reddetmiştir.)
Ermeni
devletinin
1920 yazına gelindiğinde katliam dayanılmaz
boyutlara ulaşmıştı. Bölgede geçici seferberlik ilân
edildi (22 Haziran 1920). Bu arada Osmanlı Hükümeti
Türk ulusu için ölüm fermanı anlamına gelen Sevr
Anlaşmasını imzaladı. (Bilindiği üzere o denemde Bir
Osmanlı, diğeri Türk olmak üzere iki hükümet vardı.)
Antlaşmanın temel hükümleri şöyleydi:
“Türkiye; Ermenistanı müttefik devletler gibi hür ve
bağımsız bir devlet olarak tanıyacağını bildirir.”(Md. 88)
“Osmanlı Devleti bu karar tarihinden itibaren terkedilen
arazi üzerindeki bütün hukuk ve sahipliğinden
vazgeçtiğini şimdiden açıklar”(Md. 90)
Ermenileri daha da cesaretlendiler. Katliam sürerken
Türk Ordusu yeniden ileri harekâta başladı (28 Eylül
1920). Bu kez Doğu Anadolu tümüyle Ermeni
Kuvvetlerinden temizlendi. Gümrü işgal edildi (07
Kasım 1920) ve Ermenilerle Gümrü Antlaşması
imzalandı (03 Aralık 1920). Bu Antlaşmanın hemen
sonrasında Güney Kafkas Cumhuriyetleri Rus Sovyet
idaresi altına girdiler.Türk Hükümeti ile Sovyetler
arasında imzalanan Moskova Antlaşması (16 Mart
1921) ve Kars Antlaşmasıyla (13 Ekim 1921) Türk
Sovyet sınırı çizildi. Batı Cephesinde Yunanlılara karşı
kazanılan
zaferden
sonra
toplanan
Lozan
Konferansında, Anadolu’da Ermenilerin çoğunlukta
26
olduğu yerlerin kendilerine yurt olarak verilmesi
gündeme geldi. Türk Heyeti Başkanı İsmet Paşa şu
cevabı verdi:
“Türkiye’nin doğu vilayetlerinde yada Kilikya’da Türk
çoğunluğunun bulunmadığı ve her ne yoldan olursa
olsun ana yurttan ayrılabilecek bir karış toprağı yoktur.”
İsmet Paşa
(31 Aralık 1922 Lozan Görüşmeleri)
SAVAŞIN SONU
Birinci Dünya Savaşı sırasında işgal kuvvetleriyle
birlikte hareket eden Ermeniler, Türklerin başarısından
sonra topraklarımızdan çekilmek zorunda kalan
düşmanın peşine takılıp gittiler. Sergiledikleri ihanetin,
yaptıkları katliamın hesabını vermekten korkuyorlardı.
Eğer savaş sonrasında Türk toprakları Sevr
Anlaşmasıyla öngörülen şekilde paylaşılsaydı ve bu
paylaşımda Anadolu’da bir de Ermeni Devleti
kurulsaydı; Türkler bugün başka bayraklar altında
yaşayan bir azınlık toplumu olmaktan öteye
geçemeyeceklerdi. Türk Ulusu, özgür ve bağımsız
yaşamın yolunu seçerek Atatürk’ün önderliğinde
Kurtuluş Savaşını kazandı. Ermeniler seçtikleri yolun
yanlış olduğunu anladılar:
“Bu karmaşık mücadeleden Ermeniler pek zararlı
çıkmışlar ise hesabını; kaderlerini teslim etmiş oldukları
Hınçak ve Taşnak gibi maceracı komitelerden ve tam
27
bir basiretsizlik içinde, gözü kapalı bağlandıkları o
Hıristiyan devletlerden sormalıdırlar”
Dağbağyan
(Ermeni asıllı bir Türk vatandaşı
TÜRKLERİ MAHKUM ETME ARAYIŞLARI
Mondros
Mütarekesi
sonrasında
Osmanlı
İmparatorluğunun Başkenti İngiliz, Fransız ve İtalyanlar
tarafından işgal edilmişti. (13 Kasım 1918: 6 Ekim
1923). Müttefikler savaş suçlusu bulma ve mahkum
etme arayışı içine girdiler. İngilizler Ermenilerin sevki
nedeniyle yargılanmak üzere belirledikler 144 ittihatçıyı
tutuklayarak Malta adasına gönderdiler. Tüm Osmanlı
belgeleri ellerinde olmasına rağmen iddialarını
ispatlayacak hiçbir belge bulamadılar.
Bu kez, ABD arşivlerinde mevcut olan raporlardan
yararlanmak
istediler.
İngiltere’nin
Washington
Büyükelçiliği Türkleri suçlama girişiminde bulunan
İngiliz Başbakanı Lord Curzon’a şu telgrafı gönderdi:
“ Malta’da tutuklu bulunan Türkler aleyhine delil olarak
kullanılacak hiçbir şey olmadığını bildirmekten üzüntü
duyuyorum.Yeterli delil olabilecek hiçbir somut vak’a
mevcut değildir. Söz konusu raporlar,Türkler hakkında
Majesteleri Hükümetinin hâlen elinde bulunan bilgilerin
28
takviyesinde yararlı olabilecek delilleri bile ihtiva eder
görülmemektedir.”
R.C.Craigie,
13 Temmuz 1921
Bu arayışlar sonuç vermeyince İngilizler kendileri ile
işbirliği içinde olan Sultan Vahdettin’e, İttihat ve Terakki
yanlılarından intikam almak üzere, Sevk ve İskan
Kanunu uygulamalarını bahane ederek Harp
Mahkemelerini kurdurdular.
Bir kısım üyeleri
azınlıklardan oluşan Mahkemenin başkanlığına ise;
gaddarlığı ile ün yapmış ve bu yüzden “nemrut” sıfatını
almış olan Mustafa Paşa getirildi. (Bu mahkeme, başta
Atatürk olmak üzere Kuvayı Milliyeciler için de ölüm
kararı vermiştir.)
İngiliz destekli Mahkeme, 1397 Mülki İdare Amiri,
Jandarma Komutanı ve görevliyi; Ermenilerin ve
Müttefik Devletlerin isteklerine uyarak idam da dahil
olmak üzere (62) çeşitli cezalara çarptırdı; İçişleri
Bakanlığının “Kazanız dahilindeki Ermenileri 24 saat
içinde Suriye yönüne sevk edin.” emrini uygulamaktan
başka suçu olmayan, daha önce aynı suç isnadıyla
yargılanmış ve beraat etmiş olmasına rağmen, ilânla
bulunan yalancı tanıkların yönlendirilmiş ifadelerine
dayanarak, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Beyi;
“Yozgat ve Boğazlıyan Ermenilerinin tehciri sırasında
suiistimal ve öldürme hadiselerinde gevşeklik
29
gösterdiği” gerekçesiyle idama mahkum etti ve 8 Nisan
1919’da Beyazıt Meydanında astırdı. Son arzusu
sorulduğunda, Kemal Bey haykırdı:
“Ben aldığı emirleri yerine getiren bir Türk
memuruyum. Vazifemi yaptım!.. Masumum!... Son
sözüm bugünde budur, yarında budur!...
Yabancı devletlere yaranmak için beni asıyorlar.
Şayet buna adalet diyorlarsa kahrolsun böyle adalet.
Çocuklarımı asil Türk Milletine emanet ediyorum. Bu
kahraman millet kuşkusuz onlara bakar.Vatan uğrunda
cephede ölen bir asker gibi şehit gidiyorum. Tanrı;
vatan ve milletimize kötülük vermesin...”
İngiliz işgalinde Urfa’da Mutasarrıf iken, İngilizlere
karşı koyduğu ve o dönemde ulusal direnişi örgütlediği
için kaymakam olarak Bayburt’a gönderilmiş olan
Nusret Bey, İngilizlerin zorlamasıyla, 1 Ağustos
1919’da Beyazıt Meydanında asılarak idam edildi.
Nusret Bey İp boynuna geçirilirken son sözlerini
söyledi: “Allah âdil-i mutlaktır. Elbet bir gün beni
mahkûm edenler de gazaba dûçar olurlar.”
ERMENİ NÜFUSU ve KAYIPLAR
1.Dünya Savaşı sırasında Türkiye’de yaşayan
Ermenilere ve kayıplarına ilişkin sayılar; Osmanlı
kaynaklı, Ermeni kaynaklı,taraflı kaynaklı ve tarafsız
30
kaynaklı olmak üzere 4 grupta toplanmaktadır. Bu
konuda çok geniş kapsamlı çalışmalar yapılmıştır. Bir
sayıya ulaşabilmek için yapılacak matematiksel
işlemler, ayrı bir inceleme gerektirecek kadar ayrıntılar
içereceğinden, burada sadece 4 grup kaynağa dayalı
verilerden yola çıkarak bir tespitte bulunulacaktır.
Varılan sonuç şudur;
1914 yılında Birinci Dünya Savaşı başlamadan önce
Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin sayısı en
fazla 1.300.000’ dir. Savaş sırasında ortaya çıkan
Ermeni kayıpları, dört ayrı gruba aittir;
- Sevk ve iskân edilenler,
- Cephede muharip olarak çarpışanlar,
- Geri bölgede çeteci olarak faaliyet gösterenler,
- Bu grupların dışında kalanlar.
Resmi kayıtlara göre,Sevk ve İskan Kanunu
gereğince 9 Aylık dönemde (27 Mayıs 1915: 08 Şubat
1916) Suriye’ye sevk edilen Ermeni sayısı: 438.758’
dir.
İskan edilen Ermeni sayısı: 382.148’dir
İskan bölgesine ulaşamadan yolda yaşamını yitiren
Ermeni sayısı: 56.610’dur. (ABD kayıtları sevkin
tamamlandığı tarihlerde Suriye’de 486.000 göçmenin
varlığından söz etmektedir.)
Sevk ve iskan sırasında ortaya çıkan Ermeni
kayıplarının başlıca nedeni;
31
- Doğa ve iklim koşulları,
- Ulaşım yolları ve araç yetersizliği,
- Tıbbi malzeme ve sağlık hizmeti yetersizliği,
- Genel asayiş ortamındaki düzensizliktir.
Cephedeki Ermeni zayiatı ; Ermenilerin savaşan Rus
Ordusuyla birlikte hareket etmelerinden doğmuş;
Cephe gerisindeki Ermeni zayiatı; Çeteci Ermeniler ile
kendilerini savunan Türkler arasındaki çarpışmalardan
kaynaklanmıştır.
Dördüncü grup zayiat ise;
- Türklerin ve Ermenilerin karşılıklı çatışması,
- Geçmişteki anlaşmazlıklara dayalı aşiret
saldırıları,
- İsyana destek vermeyen Ermenilerin, komiteciler
tarafından öldürülmesiyle ortaya çıkmıştır.
Savaş sonrasında Rus ve Fransız birliklerinin ardına
takılıp gidenler ile başka ülkelere göç edenlerin kesin
sayısı belirlenemediğinden bu husus taraflar arasında
her zaman anlaşmazlık konusu olmuştur. Savaştan
kaynaklanan genel asayişsizlik ortamı ile kötü koşullar
nedeniyle ortaya çıkan ölümlerle birlikte, silahlı eyleme
girişen çetecilerin ve Rus ordusu içinde yer alan
gönüllülerin ,savaşın doğasında var olan ölümleri de
soykırım olarak ifade edilmiştir.
Sonuç olarak; Ermenilerin 1.Dünya Savaşındaki sivil
kayıpları 100.000’i bulmamaktadır. Bunun dışında kayıp
32
varsa; onlar muharip taraf olan asker ve çetecilerin
zayiatıdır. (Bogos Nubar Paşa; 4 yıllık savaş
dönemindeki muharip Ermeni sayısını; Kafkas Rus
Ordusuna katılan: 150.000; Antranik, Nazarbekoff ve
diğerlerinin komutasında: 50.000 olmak üzere,toplam
200.000 olarak açıklamıştır.)
“ 200 bin kadar Ermeni’nin yalnız nakil yüzünden
değil,kıtlık,hastalık ve savaş koşulları yüzünden telef
oldukları
söylenebilir.
2
milyon
dan
fazla
Müslüman’ında aynı sebepler yüzünden telef olduğunu
da unutmamak gerekir.”
Prof. Stanford J. Shaw
(Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye)
TÜRKLERİN KAYBI
1’inci Dünya Savaşı koşullarında can veren Türklerin
sayısı 3 milyonu aşmıştır. Cephelerde yaşamını yitiren
asker sayısı 450.000’dir. Hastalıktan ölenler bu sayının
dışındadır. Kayıtlara göre hastalıktan ölen asker sayısı
401.000’dir.1915’te yalnızca tifüs salgınında ölen insan
sayısı 300.000 dolayındadır. Tifüsten ölenler arasında
Ordu Komutanları dahi bulunmaktadır. (6. Ordu
Komutanı Alman Mareşal Von der Goltz ile 3.Ordu
Komutanı Hakkı Paşa tifüsten ölmüştür.)
Ermeniler tarafından acımasızca katledilen Türklerin
sayısı ise belgelerde 524.000 olarak gösterilmektedir.
33
Kayda geçmemiş olan kayıp sayısının 1,5 milyona
ulaştığını yabancı tarihçiler söylüyor. Savaş sonrasında
yapılan Paris Konferansında Ermeni Delegasyonu
Başkanı Bogos Nubar; 1.400.000 Türk öldürdüklerini
itiraf etmiştir. Harekât alanı dışında kalan bölgelerde
dahi Türkler katledilmekten kurtulamamıştır.
“...Mesela Sivas şehri savaş sınırları içinde değildi.
Rus Ordusu asla bu kadar içeri giremedi. Fakat
Sivas’ta 180.000 Müslüman öldü. Aynı şey bütün
Anadolu içinde geçerliydi. ”
Justin Mc Carthy
(Anadolu Ermenileri 1912-1922)
SAVAŞ SONRASINDA ERMENİ SUİKASTLERİ
Ermenilerin Türk katliamı savaş sonrasında da
devam etti;
- Başbakan ve İçişleri Bakanı Talat Paşa Berlin’de
öldürüldü(15 Mart 1921).
- Başbakan Sait Halim Paşa Roma’da öldürüldü
(06 Aralık 1921).
- İttihat ve Terakki liderlerinden Dr. Bahattin Şakir
ve Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey Berlin’de öldürüldü
(17 Nisan 1922).
34
- Kendisini Ermenisever olarak niteleyen ve 1909
Adana ayaklanmasında Ermenilere karşı meşru
müdafaada bulunmaktan başka suçu olmayan 47
Türkü astıran Cemal Paşa; yaverleri Süreyya ve
Nusret Beylerle birlikte Tiflis’te Ermeni kurşunlarıyla
can verdi(25 Temmuz 1922).
- Başkomutan Vekili Enver Paşa Türkistan’da
Ermeni asıllı Agabegyan komutasındaki Sovyet
birlikleri ile çatışmada öldürüldü(04 Ağustos 1922).
- 1973:1985 Döneminde 41 Dışişleri mensubu
katledildi.
KARALAMA GİRİŞİMLERİ
Savaş devam ederken Türk katliamına neden olan
komiteci ve muharip Ermenileri masum gibi gösterme
arayışları ortaya çıktı. Bu grupların kayıplarına
“soykırım” tanımı getirildi. Soykırım iddialarına ilişkin
öyküler anlatılmaya başlandı ve bunlar yayınlara
döküldü.Yayınların temel amacı Ermeni davasını canlı
tutmak ve savaşta ABD’yi İttifak devletlerinin yanına
çekebilmek için kamuoyu oluşturmaktı.
- İngilizler
1916’da
tarihçi
Prof.
Arnold
J.Toynbee’ye ve James Bryce’ye propaganda maksatlı
bir yayın hazırlattılar. Adı;“Osmanlı İmparatorluğunda
Ermenilere Uygulanan Muamele, 1915-1916” olan ve
35
“Mavi Kitap” ta denilen bu yayın uydurmaydı. Toynbee
daha sonra bu yayının tek yanlı ve abartmalı olduğunu
söyledi.
- İngiliz Dışişleri Bakanı Chamberlain; kitabı
“tamamen temelsiz ve savaş propagandası” olarak
niteledi(1925).
- ABD’nin İstanbul Büyükelçisi Morgenthau 2
Ermeni ile birlikte kaleme aldığı ve 1918’de yayımladığı
“Büyükelçi Morgenthau’nun Öyküsü” adlı kitabında yer
verdiği gerçek dışı öykülerle tüm dünyada derin bir
Türk düşmanlığı yarattı. Morgenthau sonradan amacını
açıkladı;
“Türk ve Alman aleyhtarı bu kitabı yazmaktaki amacım
Amerikan halkını savaşın(1.Dünya Savaşı)zaferle
sonuçlanması gerektiğine inandırarak Wilson’un savaş
politikasına daha çok destek sağlamaktı.” Daha sonra
Prof. Heat W. Lovry; “Büyükelçi Morgenthau’nun
Öyküsü’nün Perde Arkası” adlı bir eser yayınladı ve
yazılanların
gerçek
dışı
olduğunu
kanıtladı.
Büyükelçinin İstanbul da görevli olarak bulunduğu 26
ay içinde gönderdiği raporlarla yazdıkları çelişiyordu.
- Aram Andonyan’ın kaleme aldığı “Naim Beyin
Anıları” isimli kitapta ise; Sadrazam Talat Paşa
tarafından verilmiş emirler gibi sunulan telgraflar
yayımlandı. Ancak Şinasi Orel ve Süreyya Yuca adlı iki
Türk araştırmacı "Ermenilerce Talat Paşaya Atfedilen
Telgrafların Gerçek Yüzü" adlı bir yayınla bu
36
telgrafların sahte belgeler olduğunu ortaya koydular.
Bu yayınlar daha sonra ardlarından gelen yüzlerce
yayın için kaynak oluşturdu.
Prof. Bernard Lewis, Prof. Stanford J. Shaw, Prof
Justin Mc.Carthy, Prof.Heat W. Lowry gibi batılı
tarihçiler Ermeni soykırımı iddialarının gerçek dışı
olduğunu belgelerle ispatlayınca batı dünyasında çok
büyük bir dirençle karşılaştılar, tehdit edildiler, çünkü
gerçekleri söylüyorlardı....
VİYANA PLATFORMU
2004’e gelindiğinde yeni bir girişim ortaya kondu.
Birinci Dünya Savaşında Anadolu’da yaşanan olayları
bilimsel yöntemlerle belirlemek ve gerçekleri ortaya
koymak amacıyla; Türk ve Ermeni tarihçilerinden
oluşan bir kurul Temmuz 2004’te Viyana’da toplandı.
Türk tarafı soykırım iddialarına karşı 100 adet belgeyi
Ermenilere teslim etti. İkinci toplantı Mayıs 2005’te
yapılacak, Türk ve Ermeni tarafı 80’er belge
getirecekti. Ancak Ermeniler alınmış karardan
vazgeçerek toplantıya katılmayacaklarını bildirdiler.
Çünkü ellerinde mevcut olan belgeler Türkleri değil,
Ermenileri güç duruma sokacaktı. İddialarının tarihsel
gerçeklerle
geçersiz
kılınacağını
önceden
görmüşlerdi. Zemin değiştirme arayışına girdiler ve
olayları tarihsel zeminden siyasal zemine taşıma kararı
aldılar. Nihayet Ermenistan Dışişleri Bakanı Oskaryan,
Mart 2005’te beklenen açıklamayı yaptı. Olayın tarihî
37
değil siyasî boyutu olduğunu söyledi. Bu ifade şu
anlama geliyordu:
“Tarihsel gerçekler iddialarımızı geçersiz kılsa bile,
siyasi yönden mücadelemizi sürdüreceğiz”
ERMENİSTAN VE TÜRKİYE POLİTİKASI
Sovyetlerin dağılmasından sonra bağımsız devlet
haline gelen Ermenistan; yayımladığı Bağımsızlık
Bildirgesinde daha önceki anlaşmalarda değinilmemiş
bir konuya yer vermişti:
“Ermenistan Cumhuriyeti; Osmanlı Türkiyesi ve Batı
Ermenistan’da 1915 Ermeni soykırımının uluslar arası
alanda kabul edilmesi için sürdürülecek çabaları
destekleyecektir.
Bağımsızlık Bildirgesi
01 Aralık 1989
Ermenistan Parlamentosu bir karar alarak Moskova
Dostluk Anlaşmasını feshetti:
“Türkiye ile Rusya arasındaki 16 Mart 1921 tarihli
Moskova Dostluk Anlaşması feshedilmiştir”
06 Aralık 1989
Bu ifade Moskova Anlaşmasına atıf yapan ve Türkiye
ile Ermenistan arasındaki sınırı çizen 13 Ekim 1921
38
tarihli Kars Anlaşmasının tanınmadığı anlamına
gelmektedir. Ermenistan’ın bu konudaki politikası:
Soykırımın kabul edilmesi,maddi tazminat ödenmesi ve
toprak iadesidir.
Ermenistan bu politikaya dayanan görüşünü resmi
olarak şöyle açıklamaktadır.
“Türkiye’den soykırım dolayısıyla tazminat ve gasp
edilen
toprakların
iadesi
yönünde
yapılacak
talepler,soykırımın Türkiye tarafından resmen kabul
edilmesi sonrasında ele alınacak hususlardır.”
Cumhurbaşkanı Koçaryan
(Eylül1998 )
“Batı Ermenistan işgal altındadır”
Cumhurbaşkanı Koçaryan
(21 Kasım 1998)
“Tarihi bir gerçek olan soykırımı tartışmayız”
14 Nisan 2005
ULUSLAR ARASI HUKUK VE SOYKIRIM
Hukuksal anlamda soykırım tanımı ilk kez; “12 Ocak
1951 tarihli Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun
Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi”nde yer
almıştır. Tanıma göre; etnik, ulusal, ırksal veya dinsel
bir grubun mensuplarını bu nitelikleri nedeniyle;
-
Öldürmek,
39
- Bedensel ve zihinsel zararlar vermek,
- Yok olmaları amacıyla yaşam koşullarını
bozmak,
- Doğum yapmalarını önleyici önlemler almak
- Çocuklarını bir başka gruba vermek;
Soykırım suçunu oluşturmaktadır.
1915 Yılında tanımı dahi olmayan bir eylemden
dolayı suçlamada bulunabilmenin temel hukuk kuralları
açısından hiçbir dayanağı yoktur. Zorlama bir yorumla
bu mümkün olsa dahi, sevk ve iskânın amaç ve
uygulamaları, tanımda yer alan eylem türleriyle uzak
yakın hiçbir benzerlik göstermeyecek derecede
farkıdır.
Olaylar,
tanıklar
ve
belgeler
bunu
ispatlamaktadır. Tanımda yer alan eylemlerin hiç biri
Ermeni iddialarına dayanak teşkil etmemektedir.
Ermeniler; etnik, ulusal, ırksal, dinsel nedenlerle değil
savaş koşullarında güvenlik nedeniyle bulundukları
bölgeden bir başka bölgeye nakledilmişlerdir.
(Japonların 1941 Pearl Harbor baskınından sonra
Kaliforniya sahillerinde yaşamakta olan “Nisei” adı
verilen 120.000 Japon asıllı Amerikalı, ABD Hükümeti
tarafından II.Dünya Savaşı sonuna kadar başka
bölgelere nakledilerek kamplarda tutulmuşlardır.)
Ama tüm bunlar uluslar arası baskılara boyun
eğerek, ortada olmayan bir suçu kabul ederek,
Türkiye’nin uluslar arası yargıyı kabul etmesine yol
açmamalıdır. Unutulmamalıdır ki Tarihte Türkler; haklı
40
olarak geldikleri bir çok kapıdan haksız olarak geri
dönmüşlerdir. Uluslar arası yargıya gidilmesi yolundaki
isteklerin ardında yatan temel gerçek; Anadolu
topraklarını tartışmalı hale getirerek uygun koşullar
oluştuğunda yeni bir paylaşıma kalkışmaktır. Birinci
Dünya Savaşında yaşananlar hukuksal ve siyasal
zeminde değil,ancak tarihsel zeminde bilimsel
yöntemlerle incelenebilecek olaylardır ve incelemelerin
sonucu da ortadadır. Türklere soykırım suçlamasında
bulunanlar tarihin en büyük soykırım örneklerini
kendileri yaratmışlardır.
TARİH VE BAZI SOYKIRIM ÖRNEKLERİ
- 19.YY. kadar süren köle ticaretinde (Afrika ve
Atlantik ötesinde) İngiliz, Portekizli, İspanyol,
Danimarkalı, Fransız ve Hollandalılar tarafından 25
milyonu aşkın insan avlanarak toplanmış, yarıya yakın
kısmı gemilerde ve çalıştırıldıkları yerlerde kötü yaşam
koşullarından dolayı can vermiştir.
- Amerikalılar; Kıtadaki 12 milyon Kızılderili yi yok
etmişlerdir.
“Dünyada gelmiş geçmiş en büyük soykırım olayı
Amerika’daki yerlilerin yok edilmesidir.”
Tarihçi Davit E.Stannard
24 Eylül 1863’te Minnesota Bölgesinde ABD Devleti
bir Kızılderili ölüsü başına 200 dolar verileceğini
41
açıklamıştır. ABD Başkanı Theodore Başkan
Roosevelt ise şöyle demiştir.
“Ben en iyi yerli(Kızılderili) ölü yerlidir diyecek kadar
çok ileri gitmek istemiyorum. Ama; onda dokuzu
öyledir” (Bugün yaşayan Kızılderili sayısı 237.000’dir)
Fransa işgal ettiği Cezayir’de 1930’da ortaya çıkan
ulusal direnişi ezmek için uyguladığı soykırımla
1962’ye kadar 1 milyon kişiyi yok etmiş; Çin Hindinde
400.000; Madagaskar’da 90.000 kişiyi öldürmüştür.
- İngilizler 1788-1938 döneminde Avustralya’da
750.000 Aborjini yok etmişlerdir. Soykırımı şöyle
savunmuşlardır:
“Soykırım
işlemleri,
esasında
kendiliğinden
oluşmaktadır. Evrim Kanununa uygun olarak
gelişmektedir.”
James Bernard
Tasmanya II.Başkanı
Almanlar 1904-1907 döneminde Batı Afrika’da
Namibya’da Herero soykırımında 135.000 yerliyi yok
etmişlerdir.
“Almanların egemen olduğu her yerde, silahlı veya
silahsız sığır çobanı olan ya da olmayanları (yerlileri)
kesinlikle vurun.”
General Lothar
42
1933-1945 Döneminde Almanlar tarafından 1 milyon
Çingene 6 milyon Yahudi yok edilmiş. Büyük kısmı gaz
odalarında öldürüldükten sonra cesetleri fırınlarda
yakılmıştır.
1912-1974 Döneminde Kıbrıs’ta binlerce Türk;
dünyanın
gözleri
önünde
Rumlar
tarafından
katledilmiştir.
Tarihleri soykırım utancıyla dolu olanlar bugün
yaptıklarını unutmuş görünüyorlar.
İDDİALARA DESTEK VEREN TÜRKLER
Son zamanlarda bir de Ermeni iddialarına destek
veren Türkler ortaya çıkmıştır. Aslında bu yeni bir
girişim değildir. Birinci Damat Ferit Hükümetinin İçişleri
Bakanı, İngiliz Dostları Derneğinin kurucusu ve Ulusal
Kurtuluş Savaşı karşıtı Cemal Bey, geçmişte öldürülen
Ermenilerin sayısının 800 bin olduğunu ileri sürmüştür.
Bu nedenle “Artin Cemal” diye anılmaktadır. Bu gün
onun görevini üstlenenler olmuştur. Batılıların maksatlı
girişimlerine destek veren yandaşları çıkmıştır. Bu
kişilerin hiçbir tarihsel incelemeye dayanmayan
görüşleriyle, gerçekleri saptırmaya yönelik, Türk
ulusunun kalbine saplanan bir bıçak gibi söylemlerine
ne yazık ki yabancılar cevap veriyor : “Batıda
Türkiye’nin olumsuz taraflarını görme eğiliminde olan
bir entelektüel kitle var. Bunu kabul ediyorum.Türkiye
43
de
her
olumsuzluğa
inanmaya
hazır
Türk
entelektüelleri de var. Bu daha da rahatsızlık verici bir
durum. Ermeniler, Türk seçkinleri arasında görüşlerini
paylaşan insanlar bulabiliyorlar. Bu yeni bir unsur. Bu
seçkinler Ermenilerle oturup bunu (Sözde soykırımı)
Türkiye’nin niye yaptığını tartışıyorlar. Bu daha da
rahatsızlık verici”
Tarihçi Heat W.Lovry
(Bilkent Üniversitesi, 15 Aralık 2000)
“Son zamanlarda Almanya ve Amerika”da Ermeni
Sorunu ile ilgili çeşitli toplantılar düzenlendi... Bu
toplantılarda hem Türk hem de Ermenilerin bulunduğu
yönünde reklâm yapıldı... Ermeni milliyetçileri;
Gördüğünüz gibi Türk bilim insanları da bizimle aynı
fikirde dediler. Peki kim bu Türkler?... Kulübe
girmelerine izin verilmeden önce teste tabi tutulanlar!...
Türkler bu toplantılara katılabilmek için bir Ermeni
soykırımı olduğunu kabul etmek zorundalar... Bu
toplantıların bilimsel niteliği yoktur; bunlar Türkleri
mahkum etmek isteyenlerin bir araya geldiği siyasî
toplantılardır. Türkleri mahkum edenlerin bazıları da
Türk...
İstanbul ve Ankara’da kitapçılara girdiğimde Türk
vatandaşları tarafından yazılmış Türkçe kitaplar
görüyorum. Bu kitaplar, Türklerin soykırım yapmış
olduklarını söylüyor. Ermeni milliyetçileri tarafından
44
yazılmış gibi gözüken röportajlar içeren Türk gazeteleri
okuyorum...
Justin McCarthy
(24 Nisan 2002)
BİTİRİRKEN
Bu incelemenin amacı Ermeni iddialarının
geçersizliğini ispatlamak değil, sadece gerçekler
hakkında bilgi vermektir. Çünkü bu iddiaların gerçek
dışı olduğu yabancı bilim adamlarınca, birçok kez
belgelerle kanıtlanmıştır. Ama iddia sahipleri ve
yandaşları tarafından kabul görmemektedir. Çünkü
onların gönlünde yatan, Anadolu’yu Sevr Anlaşmasına
göre yeniden şekillendirmektir.
Ermeniler tarafından Doğu Anadolu’da yapılmış
vahşet ve zulmü yerinde belirlemek üzere bölgeye
gönderilen kurul tarafından hazırlanmış olan 6 Nisan
1916 (24 Mart 1332) tarihli “Tahribat ve Mezalim
Hakkında Tahkikat Yapmaya Memur Edilen Komisyon
Raporu.”nda ortaya konan belgelere dayalı gerçekler
yaşanan vahşetin ve dehşetin boyutlarını ortaya
koymaktadır. Bölgede işlenmiş cinayetlerin, yapılmış
işkencelerin, çirkin ve utanç verici olayların ardında
sadece Ermeniler değil, onları destekleyen batılı
devletlerin de payı bulunmaktadır. Bu insanlık dışı
olaylarda, Ermeniler kadar batılılar da suçludur. Onlar
da Ermenilerle birlikte suç ortağıdırlar. Onun için
Ermenilerin yanında yer almaktadırlar.
45
Geçmişte birlikte oldukları için, bu gün de birlikte
hareket etmektedirler. Çünkü suçu birlikte işlemişlerdir.
Onlar; Anadolu’da yaratılan Ermeni vahşetinin hukuk
dilindeki adıyla iştirakçisidirler. Suçun azmettiricisidirler. Aslında onlar neden oldukları Türk soykırımının
sorumluluğundan kurtulmak istemektedirler
Tüm belgeler, bir Ermeni soykırımının değil, özellikle
Rusların, İngilizlerin ve Fransızların desteğinde
Ermenilerce yaratılmış bir Türk soykırımının olduğunu
ortaya koymaktadır. Türkiye’nin bu konuda tarihî,
siyasî ve insanî açıdan hiçbir endişesi yoktur ve
olmayacaktır. Türkiye tüm dünyaya seslenmektedir.
“İddialarınızı ispatlayacak belgeleri getirin. Ermeni
iddiaları ile ilgili olarak Türkiye’nin geçmişinde
utanılacak hiçbir şey yoktur.”
Batılı Devletler bu konuda kendi suçlarını ortaya
koyan belgeleri yok etmek ve Doğu Anadolu’daki
Ermeni vahşetini tersine çevirerek Türkleri sorumlu
tutacak belgeler yaratabilmek amacıyla, 1. Dünya
savaşından bu yana çaba içerisindedirler. Bulmuş
oldukları
belgeler
vardır.
Ancak
işlerine
yaramamaktadır. Çünkü bu belgeler, Ermenilerin değil
Türklerin soykırıma uğradığını ispatlamaktadır.
Soykırım; plânlı, örgütlü, sistemli bir eylemdir.
Osmanlı Devletinin hiçbir zaman Ermenilere karşı
46
böyle bir hareketin içinde olmadığını tarih kanıtlamıştır.
İmparatorluğun içinde bulunduğu güç koşullara rağmen
sevk ve iskan için alınmış olan önlemlerin insanî
boyutu bu günkü ölçülere göre dahi son derecede
kapsamlıdır. Geçmişte olup bitmiş ne varsa; o da
ülkesinde savaş koşullarında kendi vatandaşı olan bir
grubun ihanetini engellemek zorunda kalan bir
hükümetin önlem almasından; kendilerinin ve
yakınlarının canını, ırzını, namusunu Ermeni
saldırılarına karşı korumak zorunda kalan Türklerin
meşru müdafaasından ve Türk Askerinin vatan
toprağını savunmasından ibarettir. Savaşta Türk
Ordusunun karşısında yer alıp, çeteci ya da asker
sıfatıyla faaliyet gösteren Ermenilerin verdiği zayiattan
Türkler sorumlu tutulamazlar. Çünkü bu; savaşın
doğasına ve de kurallarına aykırıdır. Eğer ortaya
çıkmış sonuçtan sorumlu tutulacaklar varsa, onlar bu
sonuca neden olanlardır. Sorumlular; bu eyleme
katılan Ermeniler ve Ermenileri bu eyleme
sürükleyenlerdir.
Lozan görüşmeleri sırasında soykırım iddialarını
gündeme getiren İngiliz Başbakanı Lord Curzon’a
İnönü’nün verdiği cevaptan esinlenerek takdimime son
veriyorum;
“Türk Milletinin elleri bilhassa temizdir.”
Ama bazılarının ellerinden hâlâ kan damlamaktadır...
47
(*) Mültecilere ve göçmenlere ilişkin bilgiler.
Ruslar 31 Ekim 1914’te Doğubeyazıt’tan,1 Kasım
1914’te Erzurum bölgesinden sınırı geçince iç
bölgelere doğru yoğun bir mülteci akımı başladı.
Ermeni çetelerinin saldırıları karşısında savunmasız
kalan Türkler yollarda katledildi. Rus resmi belgelerine
göre
sadece
Erzurum,Bitlis,Trabzon
Van
ve
Erzincan’da Ermeniler tarafından katledilen Türklerin
sayısı 600.000 idi.
Aralarında az sayıda Rum ve Ermeni’ de bulunan
mültecilerin bazı yayınlarda Suriye’ye sevk edilen
Ermenilerle
karıştırıldığı
görülüyor.
Oysa
ki;
Mültecilerin göçe başladıkları tarih: Ekim 1914
Geldikleri bölge: Erzurum, Doğubeyazıt. İskân
edildikleri yerler: Kastamonu , Kayseri, Niğde, Elazığ,
Malatya ,Maraş, Diyarbakır, Urfa, Adana, Siirt, Mardin,
Antep. Yerleştirilen Mülteci sayısı:702.900 İlticanın son
bulduğu tarih: Aralık 1916
Sevk ve İskân Kanununa göre Ermenilerin sevke
başlandığı tarih:27 Mayıs 1915 Tahliye edilen bölge:
Erzurum, Van, Diyarbakır, Sivas, Trabzon, Elazığ, Tiflis
Sevk edildikleri yer: Halep Bölgesi Sevk edilen Ermeni
sayısı: 438.000 Sevkin son bulduğu tarih: Şubat 1916
Geriye dönüşün başlangıç tarihi : Aralık 1916
48
Download