Beden Eğitimi ve Spor Tarihi ESKİÇAĞ MEDENİYETLERİNDE SPOR Fiziksel etkinliğin hayatta kalma ve varlığı sürdürme ile olan ilişkisinden ötürü ilk insanlardan itibaren var olan spor, farklı amaçlarla yapılsa da eskiçağ medeniyetlerinde önemli izler bırakmıştır. Avcılık, okçuluk, güreş ve boks gibi sporların savaş koşullarında askerlere ve dolayısıyla devletlere sağladığı avantajlardan dolayı barış zamanlarında da bir talim yani antrenman aracı olarak kullanıldığı bilinmektedir. Bu sebeple Çin’den Mezopotamya’ya, Anadolu’dan Roma’ya kadar olan bölgelerde kurulan medeniyetlerin tamamında spor ile ilgili faaliyetlerin olması gayet normaldir. Sümer, Hitit ve Urartular M.Ö. 3000 yıllarında Fırat ve Dicle nehirleri arasında kalan Mezopotamya bölgesinde gelişmiş bir medeniyet kuran Sümerlerde spor seçkin bir rol oynayarak kil tabletler üzerine yazılan çivi yazısı, heykel, mühür, kabartma ve dikili taşlar sporun antik kaynakları olarak yerini almıştır. Sümer, Asur, Mısır, Çin Binicilik, okçuluk, kılıç kullanma, güreş, boks Savunma ve saldırı içeriği Gücü korumak ve sürdürmenin öneminden dolayı bir askerin atletik yeteneğine ve fiziksel uygunluğuna dikkat edilen Sümerlerde, arkeologların keşfettiği sanat eserlerinde güreş ve boks gibi mücadele sporları resmedilmektedir. Sürekli var olan savaş tehdidi mücadele sporlarının var oluşunu ve katılımın fazla olmasının sebebini açıklamaktadır. Atlı araba yarışı, okçuluk, koşu ve yüzme gibi sporların yarışmaları da yaşamı kolaylaştırmak ve savaş koşullarında başarılı olmak adına yapılmıştır. Sümerlerin besin sağlamak amacıyla denizden yararlandıkları, sandal kullandıkları ve balık avladıkları da bilinmektedir. Sümerlerin ulusal kahramanı Gılgamış’ın yenilmez rakibi Enkidu ile yaptığı güreş Gılgamış Destanı’nda yer almaktadır. Güreş ile ilgili metin tam olarak açık olmasa da kuşak güreşinin bir örneği olan mücadelede Gılgamış’ın Enkidu’yu kuşağından tutarak başının üstüne aldığı görülmektedir (Crowther, 2007: 15). Avcılığın günlük hayatın bir parçası olarak karşımıza çıktığı bu uygarlıkta günümüze ulaşan bazı vazo resimleri ve taş kabartmalarda av sahneleri yer almaktadır. Av törenlerinin yanı sıra dansları içeren savaş sahnelerinin bulunduğu Hitit törenlerinde gülle atma, koşu, halat çekme ve araba yarışları türünden yarışmalar da mevcuttur. Savunma ve saldırı içeriğinden soyutlanmış spor niteliği taşıyan ilk aktiviteler (MÖ 300, Mısır) M.Ö. 9-6. yüzyıllarda Doğu Anadolu, Kuzey Kafkasya ve kuzeybatı İran bölgelerinde hüküm süren Urartu Krallığı’nda ise kemerler üzerinde dans ve akrobasi gösterileri ile kemer süslemelerinde av sahnelerinin yer aldığı bilinmektedir. Savaşçı bir toplum olan Urartu Krallığı’nda ata verilen önem at yarışları, savaşta en çok kullanılan saldırı silahı olan ok ise ok yarışları ile anlam bulmuştur. Antik Yunan Fiziksel eğitime ahlaksal ve zihinsel eğitimin temeli olarak bakılan Yunan toplumunda spor, eğlence ve oyundan öte bir anlam taşımaktadır. Yarışmaya ve rekabete alışık bir ulus olan Yunanlılarda spor, en iyi ve en erdemli olana ulaşmak için yapılan bireysel nitelikte bir etkinliktir. Eski Yunan eğitiminin özünü oluşturan Kalokagathia (güzel ve iyi insan olma) ideali insanın fiziksel güzelliğine (kalos-güzel) ve ahlak yanına (agathos-iyi) işaret etmiştir. Atinalılar Hareket ve Bilgelik Zihinsel, ahlaki, fiziksel mükemmellik (aréte) Zihin ve beden açısından uyumlu bir kişilik oluşturmayı amaçlayan eski Yunan eğitiminde temel derslerin yanında 7 yaşından 20 yaş ve ötesine kadar düzenli bir fiziksel eğitim şart koşulmuştur. Fiziksel eğitim paidotribes adı verilen beden eğitimi öğretmenleri aracılığıyla gymnasion (spor okulu) ve palaistralarda (güreş okulu) verilmiştir (Dürüşken, 1995: 1-2). Böyle bir düşünsel ortamda M.Ö. 776 yılında Olimpia’da başlayan Yunana özgü olimpiyatlar Roma İmparatoru I. Theodosius’un oyunları bir pagan âdeti olarak nitelemesi sonucu M.S. 393 yılında sona ermiştir (Dürüşken, 2012: 72). Theodosius, paganizm ya da çok tanrılı inancın Hristiyan değerlerine aykırı olduğu gerekçesiyle olimpiyatları yasaklamıştır (Tekin, 2004). 4 yılda bir yaz aylarında Zeus adına Olimpia’da düzenlenen oyunlar en önemli oyunlardır. Dört yılda bir Apollon adına Delphoi’da düzenlenen Pythia oyunları, iki yılda bir Poseidon adına Korinthos’ta düzenlenen İstmia oyunları, yine iki yılda bir Zeus adına Argos’ta düzenlenen Nemea oyunları ve Atina’da dört yılda bir düzenlenen Panathenaea (Atina festivali) oyunları da tarihteki yerini almıştır. Tüm bu oyunlar Yunan halkına açık olmasından dolayı Panhellenik olarak da adlandırılmıştır. Bu oyunların yanı sıra dört yılda bir düzenlenen ve yalnızca kadınların katıldığı Hera oyunları da yapılmıştır. Panhellenik oyunların düzenlendiği günlerde aralarında husumet olan kent (şehir) devletlerinin tüm silahları ortadan kaldırılır, bu günlerde ekekheiria adı verilen kutsal ateşkes ilan edilirdi. Yalnızca Yunan ırkından olan özgür vatandaşların katıldığı oyunlara kadınlar, köleler ve yabancılar katılamazdı. Sadece evli olmayan kadınlar izleyici olarak oyunlara iştirak edebilirdi. Atletler, beden ve zihin arasındaki ideal uyumu göstermek adına antrenmanlara ve yarışmalara çıplak olarak katılırdı Eski Yunan’da yapılan spor oyunlarının en tipik örneği olan Olimpia’daki oyunlar, politikacı, felsefeci, edebiyatçı ve şairlerin buluştuğu yer olarak sosyal ve siyasi açıdan özel bir anlam taşırdı. Dostluk ilkelerinin geçerli olduğu, kardeşlik havası içindeki oyunlarda savaşta olan kent devletlerine ortak atalardan geldikleri ve ortak bir geçmişe sahip oldukları hatırlatılarak siyasi birlikteliğin önemi hissettiriliyordu. Beş gün süren Olimpia’daki oyunlarda koşu, disk atma, cirit atma, uzun atlama, güreş, pankreas (güreş ve boks karışımı), boks, pentatlon (koşu, uzun atlama, disk atma, cirit atma ve güreşten oluşan beşli yarış) ve atlı araba yarışları yapılmıştır. Modern olimpiyat oyunlarında birinci, ikinci ve üçüncü sıradaki atletler ödüllendirilirken antik oyunlarda yalnızca birincilere ödül verilmiştir. Olimpia’daki oyunlarda ödül olarak zeytin yaprağından yapılan bir taç takılmıştır. Oyunlar, M.S. 393 yılında Roma İmparatoru I. Theodosius tarafından yasaklanmasına rağmen, imparatorluğun ikiye ayrılmasından sonra doğuda kurulan Bizans Devleti’nin başkenti Constantinapolis’te (İstanbul) devam etmiştir. Paganizmden uzaklaşarak 4. yüzyıldan itibaren Hristiyanlığın etkisine giren ve kendine has bir kimliğe sahip olan Bizans Devleti, Roma’da gerçekleşen bazı oyunları devam ettirmiştir. Sosyal ve siyasi hayatın önemli bir mekanı olan İstanbul’daki hipodromda gerçekleştirilen atlı araba yarışları bu sürekliliğe en güzel örnektir. Güreş, boks, disk atma, gülle atma, cirit atma, uzun atlama, koşu, ağırlık kaldırma ve okçuluk hipodromda yarışmaları yapılan diğer sporlardır Roma İmparatorluğu 200 gün Gladyatör dövüşleri Vahşet Binlerce izleyici Eski Roma’nın spor olaylarını değerlendirmeden önce bu toplumun spora bakışını incelemek gerekir. Yararcı (pragmatist) bir ulus olan Romalıların askeri düşünsel yapısı ve savaşlardaki boyun eğmez tavrı, gençlere değerli zamanlarını spor okullarında geçirmelerine izin vermemekteydi. Yunanlılarda bir amaç olarak yapılan spor, Romalılarda bir araçtı. Yunan edebiyatına ve felsefesine hayran olan Romalı aydınlar bile, spor oyunları söz konusu olduğunda sert bir tavır takınır, hatta Yunanlılarda olduğu gibi çıplak spor yapmayı soylu bir Romalı için utanç verici olarak nitelendirirdi. Eski Yunan’da hür, özgür vatandaşların sporcu olabilmesi, Roma’da ise suçluların ve kölelerin spor yapabilmesi iki toplumun spor anlayışındaki karşıtlığı açıkça göstermektedir. Roma’da “Panem et Circenses (ekmek ve eğlence)” sözcükleriyle halkın ekmeğe ve sportif eğlencelere düşkünlüğü nitelenmekte, ayrıca spor oyunlarının halk üzerindeki etkisi anlatılırken buğday ve para dağıtımının bireyi memnun ettiği, gösterilerin ise kitlelerin mutluluğunu sağladığı belirtilmektedir. Yunanlılarda olduğu gibi pagan özellikler taşıyan ve tanrılara adanan festivallerde atlı araba yarışları, gladyatör dövüşleri ve hayvan dövüşleri düzenlenmekte, koşu, güreş, boks ve Yunan tarzı diğer atletik oyunlara ise gösterilerin arasında yer verilmekteydi. Roma’da düzenlenen gösterilerden bir diğeri gladyatör dövüşleridir. Başlangıçta Roma İmparatorluğu’nun her tarafından gelen azılı katiller, köleler ve savaş tutsakları gladyatör olarak dövüşürken, daha sonraları bu gruba özgür Roma vatandaşları, soylu aile mensupları ve hatta kadınlar da dahil olmuştur. Gladyatör olarak eğitime alınan dövüşçüler özgür veya köle olduklarına bakılmaksızın yemin eder, özgür vatandaşlar kontratları süresince, diğerleri ise belirli sayıda dövüşü başarıyla tamamlayana kadar yeminlerine bağlı kalmak zoruna kalırdı. İlk zamanlarda sadece kılıç ve mızrak kullanan gladyatörler zamanla hançer, kama, pala, ok ve yay gibi değişik silahları da kullandı. Dövüşçülerin farklı tarzlarda zırhlar giydiği, kafalarını ve yüzlerini darbelere karşı korumak için metal miğferler kullandığı da bilinmektedir. Eğitimini aldıkları silahlara göre gruplara ayrılan dövüşçüler, arenada aynı silah eğitiminden geçmiş kişilerle eşleştirilmekteydi. Gladyatör dövüşleri heyecan verici manzaralar oluşturup büyük kitleleri cezbedince uygun gösteri yerlerine ihtiyaç duyulmuş ve imparatorluğun her tarafında taştan yapılmış özel amfi tiyatrolar inşa edilmiştir.