T.B.M.M. B : 13 19 . 1 2 . 2002 O:1 Modern vergi sistemlerinde, gelir üzerinden alınan vergilerde gerçek gelirler vergilendirilir; vergileme prensiplerine de uygun olarak her vatandaş, malî gücü oranında vergi öder. Bu tür sistem­ lerde fiktif kazançlar üzerinden vergi alınması söz konusu olmaz. Bizim vergi sistemimiz de Anayasamızın bir gereği olarak herkesin malî gücüne ve safi kazan­ cına göre vergi ödediği bir sistem olmak durumundadır. Oysa, yürürlüğe girecek düzenlemelere göre, vergisi ödenerek kazanılmış bulunan mal ve ser­ vet üzerinden de vergi ödenmesi söz konusu olmaktadır, öncelikle böyle bir düzenlemenin yapıl­ masına sebep olan ortamı gözden geçirmek, bu düzenlemenin sermaye hareketlerine, kamu borçlan­ masına, ekonomiye ve vergi yüküne etkisi üzerinde durmakta yarar olduğunu düşünüyorum. Evet, malî milat hangi ortamda yasalaştı; Güneydoğu Asya krizinin ilk belirtileri, gerek yeni gelişen finansal piyasalarda gerekse Güneydoğu Asya ülkelerinde yapılan yüksek oranlı devalüas­ yonlar nedeniyle dünya ticaret hacminde kendini göstermeye ilk olarak, 1997 yılında, haziran ayı ortalarında başladı. Özellikle, OECD ve Avrupa Birliği pazarlarında rakibimiz olan Güneydoğu As­ ya ülkelerinde yapılan yüksek oranlı devalüasyonlar, tekstil, otomotiv ve demir-çelik başta olmak üzere tüm ihracata yönelik sektörlerimizi olumsuz etkiledi. Finansal sektör açısındansa, Güneydoğu Asya ve Rusya krizleri, yeni gelişen finansal piyasalara kuşkuyla yaklaşılmasına neden olmuş ve yabancı finansal sermaye, merkez ülkelere geri dönme eğilimine girmiştir. Bu ortamda, ülkemizde, servet hareketlerini gelir unsuru sayarak ver­ gileyecek olan bir vergi sistemi yürürlüğe konulmuştur. Yani, bugün bu tasarıyla kaldırılması, düzenlemelerin kaldırılması düşünülen 4369 sayılı Kanun. Böyle bir ortamda, servet hareketlerini vergileyen "malî milat" ve "nereden buldun" şeklinde ifade edilen düzenlemeler, zamanlama olarak yanlış olmuştur. Yerli ve yabancı sermaye bu şekilde bir düzenlemeyle ürkütülmüş, ülkemizdeki kriz daha da tırmandırılmıştır. Bu konjonktürde, Türkiye'de, iç borçların çevrilmesi açısından, 1989'dan bu yana olduğu gibi, kısa vadeli yabancı sermaye bağımlılığı devam etmekteydi. Dolayısıyla, zaman ve zemin müsait ol­ mamasına rağmen ve Türk vergi sisteminin altyapısı da yeterli olmadığı halde böyle bir düzenleme getirilmiştir. Malî milatla sermaye hareketleri arasındaki ilişkiye baktığımızdaysa, bu kanunla yapılan düzenlemelerin yapıldığı tarih olan 29 Temmuz 1998'i izleyen ilk ayda, ülkemizin net uluslararası rezervlerinde 4 milyar dolar azalış olduğunu görüyoruz. 30 Eylül 1998 tarihi itibariyle, bir günlük blokajın etkisiyle bankaların brüt rezervlerinden kaynaklanan toplam net uluslararası rezervlerde yüzde 15'lik bir artış olmuş; ancak, 30 Eylülü izleyen ilk hafta, yani, 9 Ekim 1998 tarihinde aynı oranda da çıkış olmuştur. Yıl sonu itibariyleyse, net uluslararası rezervlerde yüzde 20 azalma mey­ dana gelmiştir. Rezervlerdeki bu azalma, Asya ve Rusya krizlerine bağlanamaz; çünkü, bu yasa Meclise sevk edildiğinde Asya krizi başlayalı beşbuçuk ay olmuştu, yasalaştığındaysa, bu krizin üzerinden tam onüç ay geçmişti. Öte yandan, 1998 Temmuz ayında devlet içborçlanma senetleri bileşik ortalama faizi yüzde 82,5 iken, 1998 Kasım ayı itibariyle yüzde 145'e çıkmıştır; hatta, Türkiye, dışborç servisinin yüzde 65'ini iç piyasadan karşılamak zorunda kalmıştır. Mevcut tablo ise, yatırımların azalmasına, ekonominin daha fazla daralmasına ve krizin derinleşmesine, işsizliğin artmasına neden olmuştur. 2002 yılı itibariyle içinde bulunduğumuz ekonomik durumsa, malî miladın getirildiği tarihte ül­ kemizin içinde bulunduğu durumdan daha da kötüdür. Sadece iki yılı kıyasladığımızda, aslında, bunu anlamak gayet mümkün; 1998 yılında 206 milyar dolar olan gayri safî millî hâsılamız, 2001 -454-