363-374 Pediyatrik Kardiyak Anestezide Güncel Konular Elif A

advertisement
Türk Anest Rean Der Dergisi 2005; 33(5):363-374
Pediyatrik Kardiyak Anestezide Güncel Konular
Elif A. Akpek
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı,
Ankara
ÖZET
Pediyatrik kalp cerrahisinde kullanılan biyolojik olarak abartılı uygulamalar nedeni ile
vital fonksiyonların izlenmesi ve korunmasında anesteziyologlara çok önemli görevler
düşmektedir. Bu nedenle de, pediyatrik kardiyak anestezi ile ilgilenen anestezi
uzmanlarının kardiyak anestezi ve pediyatrik anestezinin temel prensiplerinin
yanında, çok geniş yelpazedeki konjenital kardiyak patofizyolojiye hakim olmaları,
hızlı ilerleyen teknolojik gelişmeleri takip etmeleri ve bunları pratikte
uygulayabilmeleri beklenmektedir. Bu yazıda pediyatrik kardiyak anestezi ile ilgili
olarak güncel ve/veya tartışmalı konulardan sadece birkaçına değinilecektir.
Anahtar kelimeler: Pediyatrik kalp cerrahisi, anestezi
SUMMARY
Update in pediatric cardiac anaesthesia
Extreme biological applications in pediatric cardiac surgery requires meticulous
control of vital functions by the pediatric cardiac anesthesiologs. Therefore,
subspeciality of pediatric cardiac anesthesiology requires comprehensive
understanding of complex cardiac pathophysiology of congenital heart dieseases,
update knowledge in technology, and application of these principles in clinical
anesthesia. This review includes some of the recent and/or controversial issues in
pediatric cardiac anesthesia.
Key words: Pediatric cardiac surgery; anaesthesia
Pediyatrik kardiyak anestezi, tarihçesi itibarı ile nispeten yeni bir geçmişe sahiptir. Bu
nedenle, bir yandan bilgilerimiz süratle ivme kazanırken bir yandan da birçok konu
halen netleşmemiş ve çalışmalara açık durumdadır. Cerrahi teknikler, perfüzyon ile
bilgi ve ekipmanlar, solunum tedavisi, yoğun bakım teknolojisi ve monitorizasyon,
farmakolojik araştırmalar ve gelişmelerin eş zamanlı ve hızla ilerlemesi ile, tek
ventrikül patolojileri dahil tüm kompleks kardiyak defektli bebeklerde sağkalım
oranlarının belirgin olarak arttığı dikkati çekmektedir. Büyük merkezlerde konjenital
kalp cerrahisinde mortalite oranları % 1-2 olarak bildirilmektedir. Günümüzde çabalar
daha çok morbiditeyi azaltmaya ve yaşam kalitesini artırmaya yönelik
odaklanmaktadır.
Pediyatrik kalp cerrahisinde derin hipotermi, ciddi hemodilüsyon, sirkülatuvar arrest
gibi biyolojik olarak abartılı uygulamaların olması nedeni ile vital fonksiyonların
izlenmesi ve korunmasında anesteziyologlara çok önemli görevler düşmektedir. Bu
nedenle de, pediyatrik kardiyak anestezi ile ilgilenen anestezi uzmanlarının kardiyak
anestezi ve pediyatrik anestezinin temel prensiplerinin yanında, çok geniş yelpazedeki
konjenital kardiyak patofizyolojiye hakim olmaları, hızlı ilerleyen teknolojik
gelişmeleri takip etmeleri ve bunları pratikte uygulayabilmeleri beklenmektedir.
Bu yazıda pediyatrik kardiyak anestezide güncel ve/veya tartışmalı olan sadece birkaç
konuya değinilecektir.
PEDİYATRİK KALP CERRAHİSİNDE MONİTORİZASYON
Santral venöz kateterizasyon
Bebek ve çocuklarda internal juguler yoldan santral venöz kateterizasyon işlemi
erişkinlere göre daha zor, başarısızlık ve komplikasyon oranı yüksektir. Bu nedenle,
pediyatrik santral venöz kateterizasyonda görüntüleme tekniklerinin kullanımı gittikçe
artmaktadır. Görüntüleme tekniklerinin deneme sayısı, girişim süresi, başarı oranı gibi
kriterler bakımından anatomik işaret noktalarına göre üstünlüğünü savunan artan
sayıda çalışma karşımıza çıkmaktadır.
1646 hastanın oluşturduğu bir meta-analizde, anatomik işaret noktaları kullanımı ile
karşılaştırıldığında erişkinlerde, hem 2D-USG hem de audio-doppler USG’nun
internal juguler ven (İJV) kateterizasyonunda toplam başarı oranını artırdığı,
subklavyen ve femoral vende ise fark bulunmadığı bildirilmiştir. Bebeklerde ise 2DUSG kullanılarak gerçekleştirilen İJV kateterizasyonunda başarı artarken, audiodoppler USG ile anlamlı katkı bulunmamıştır (1). Deneyimsiz veya eğitimdeki
anesteziyologlar için de santral venöz kanülasyon sırasında kullanılan audiodoppler’in ven lokalizasyonunu göstererek başarı oranını belirgin şekilde arttırdığı
bildirilmiştir (2).
Görüntüleme yöntemlerinin çok önemli bir katkısı da konjenital kalp hastalıklarına
sıklıkla eşlik eden anatomik varyasyonları tespit etmesidir. 183 erişkin hastada İJV ve
karotis arter ilişkisini inceleyen bir çalışmada % 2.5 hastada İJV görüntülenememiş
veya tromboze bulunmuş, % 3 hastada İJV ileri derecede küçük görüntülenmiş, % 2
hastada İJV fazla medialde ve karotis arterin üzerinde yerleşmiş durumdadır, % 5.5
hastada ise İJV eksternal işaret noktalarının dışında gözlenmiştir. Bu bilgiler de yine
görüntüleme tekniklerinin özellikle 2D-USG’un önemini vurgulamaktadır (3).
Türkiye’de anestezistler tarafından gerçekleştirilen santral venöz kateterizasyon
girişimleri çok büyük oranda anatomik işaret noktaları kullanılarak yapılmaktadır. Biz
merkezimizde son bir buçuk yıldır hem audio-doppler hem de 2D-USG kullanıyoruz.
Bu görüntüleme yöntemlerini kullanmaya başlamadan önce konjenital vakalar için
karotis ponksiyon oranımız % 11 iken son yılda bu oran % 2.7’ye düşmüştür.
Literatür ile benzerlik gösteren bu rakamların da işaret ettiği gibi yeni başlayan
asistanların anatomik işaret noktaları ile görüntüleme yöntemlerinin hepsini
kullanarak tecrübe kazanması, eğiticilerin bu kişileri daha kolay ve objektif
yönlendirebilmesi, veya başarısız kör girişimler sonrası görüntüleme tekniklerinin
kullanılmasının faydası kaçınılmaz görünmektedir.
Doğru kateter boyunun seçimi ve kateterin doğru yerde tespit edilmesi dikkat edilmesi
gereken diğer noktalardır. İnternal juguler ve subklavyen ven kanülasyonunda kateter
ucunun SVC-sağ atrium bileşkesindeki doğru yerleşimi için önerilen birkaç yöntem
vardır. Radyolojik görüntüleme yöntemlerinin aksine, Andropoulos ve ark. (4) basit
bir formül bulmuşlardır. Mastoid çıkıntı ile sternal çukuru birleştiren hattın ortasından
gerçekleştirilen girişimlerde, boyu 100 cm’nin altında olan bebekler için “[boy/10] 1”, boyu 100 cm’nin üzerinde olan çocuklar için ise “[boy/10] - 2” şeklinde
hesaplanan formül sayesinde kateter ucunun tespitinde doğru yerin ön
görülebileceğini bildirmişlerdir. Biz de merkezimizde bu formülü kullanıyoruz, ve
hem cerrahi olarak hem de ameliyat sonrası akciğer grafisi aracılığı ile bu formülün
genellenebilir oranda doğru olduğunu gözlemliyoruz. Femoral kanülasyonda ise, hem
IVC-sağ atrium bileşkesindeki venöz kanüllerin varlığı, hem de renal venlerden
serbest akışı bloke edilmemesi için kateter ucunun intraabdominal vena kavada
yerleşimi daha uygun kabul edilmektedir. Son olarak, radyoloji ünitelerinde skopi
altında periferal yoldan yerleştirilen tek veya çok lümenli kateterler de (PICC,
peripherally inserted central catheter) alternatif bir yöntem olarak, özellikle uzun
dönem yoğun bakım gereksinimi olan hastalarda yaygınlaşmaktadır.
İntraoperatif transözofageal ekokardiyografi (iTEE)
Pediyatrik kalp cerrahisinde iTEE uygulama alanları, 1-düzeltme öncesi ve sonrası
inceleme, 2-ventrikül fonksiyonu ve preload değerlendirilmesi, 3-intrakardiyak hava
takibi, ve 4-santral venöz kateter yerleştirilmesi takibi/yönetimi olarak sayılabilir.
Ameliyat sırası ve sonrasında yapılan değerlendirmeler ile anatomik görüntüleme,
hemodinamik ölçümler ve fonksiyonel gözlem yapılmaktadır. Çıkım yolu
obstrüksiyonlarının tamirinden sonra basınç farklarının ölçülmesinde, intrakardiyak
şantların kapatılmasından sonra rezidüel akımların değerlendirilmesinde,
miyokardiyal duvar hareketlerinin ve segmental/global fonksiyonun kalitatif
yorumlanmasında ve koroner dolaşım hakkında fikir elde edilmesinde yarar sağlar.
İntrakardiyak hava takibi, hem şant varlığının gözlenmesinde, hem de aorta klempi
kaldırılmadan önce yeterli hava çıkarılmasının kontrolünde faydalı olmaktadır.
Günümüzde ticari kullanımdaki en küçük TEE probları 3 kg’a kadar olan bebeklerde
kullanıma izin vermekte ise de, literatürde TEE kullanılan en düşük ağırlıklı bebek 1.4
kg olarak sunulmuştur (5). Ağırlık olarak 15-20 kg’a kadar olan çocuklarda pediyatrik
problar, daha büyük çocuklarda ise yüksek rezolüsyon kapasiteleri ile görüntü
kalitesini artırdığı için erişkin problar önerilmektedir.
Pediyatrik yaş grubunda iTEE kullanımı ile bildirilen ciddi komplikasyonlar nadirdir.
En korkulan komplikasyonlardan biri özofageal perforasyondur ve erişkinlerde daha
sık olmakla birlikte bebeklerde de bildirilen olgu vardır (6). Pulmoner arter, aorta ve
retroözofageal artere bası, inspiratuvar basınçta artış, desatürasyon ve endotrakeal
tüpün çıkması veya yer değiştirmesi gibi olasılıklara bağlı gelişebilecek hemodinamik
ve solunumsal parametrelerin takibi önemlidir. Andropoulos’un iki ayrı çalışmasında
2-5 kg arası bebeklerde iTEE probu yerleştirilmesinin ventilasyona ve hemodinamiye
olumsuz etkileri bulunmadığı bildirilmiştir (7,8). 1650 hastada yapılan bir
değerlendirmede komplikasyonların sıklıkla minör derecede olduğu ve hemen
hepsinin yaklaşık % 1’in altında görüldüğü bildirlmiştir (9).
Pediyatrik kalp cerrahisinde iTEE kullanımı ile ilgili en önemli tartışma etkinliği
konusundadır. Yapılan çalışmalarda cerrahi planda değişiklik yapma insidansı genel
toplamda % 3-15 olarak bulunmuştur. Bu oran epikardiyal ekokardiyografi etkinliği
ile aynıdır (10-12). Ameliyat öncesi tanıyı değiştirme oranı % 3-5 (11,13) ve
kardiyopulmoner bypass’a (KPB) tekrar dönme oranı birçok çalışmada benzer şekilde
% 3-7 olarak bildirilmiştir. En önemli etkinin (% 13.8 oranında) ikinci kez açılan
(redo) vakalarda, kapak tamirlerinde ve kompleks çıkım yolu darlıklarında olduğu
bulunmuştur (12).
Ameliyat sırasında yapılan TEE’nin anestezik yaklaşıma etkisini gösteren ve
anesteziyologlar tarafından yapılan sadece 3 çalışma vardır. Bu çalışmalar TEE
kullanımın anestezi uygulamasına getirdiği avantaj olarak inotropik tedavi stratejisini
belirlemek ve volüm replasmanını yönlendirmek sonucuna varmışlardır (14-16).
Ungerleider ve ark. (17)’nın sunduğu bir çalışmada, rezidüel bir patoloji ile
ameliyattan çıkan hastalarda tekrar ameliyata alınma ihtiyacının (% 42 vs. % 3,
p<0.006) ve erken ölümün (% 29 vs. % 10, p<0.006) daha fazla olduğu bulunmuştur.
KPB sonrası ventrikül fonksiyonu değişen hastalarda ise erken ölümün daha fazla (%
35 vs. % 4, p<0.004) olduğu gösterilmiştir. Rezidüel bir problemde hemen revizyon
yapılırsa sonuç iyileşir; düzeltme yapılmaz ise suboptimal sonuç elde edilir (11).
Ameliyat sonrası sonuçlar üzerine sunulan bu avantajlarına karşın, iTEE’nin klinik
sonuçları iyileştirdiğine dair halen kesin kanıtlar yoktur.
İntraoperatif TEE kullanımında etkinlikten başka tartışmalı olan birkaç nokta daha
vardır. Birincisi, ameliyat öncesi dönemde transtorasik inceleme yapılmış olan
hastalarda KPB öncesi TEE’ye gereksinim olup olmadığı sorusudur. Ameliyat öncesi
tanının değişebileceği ihtimali, incelemeyi yapan kişinin ameliyat öncesi
değerlendirme yapan kişi ile aynı olamayabileceği, dolayısıyle hastanın başlangıç
durumunun bilinmesinin faydalı olacağı düşünülürse, anestezi indüksiyon ve
hazırlıklarından sonra KPB’a girmeden önce bir başlangıç değerlendirmesinin
mantıklı olacağını işaret etmektedir. İkincisi, TEE probunun başlangıç
değerlendirmesinden sonra cerrahi tamir bitene kadar yerinde bırakılıp
bırakılmayacağı sorusudur. Bu soru, TEE probunun çalışır durumda iken ısı ürettiği
ve uzun süre bu durumda bırakılırsa termal hasar oluşturabileceği iddialarından
kaynaklanmaktadır. Ameliyat sırasında antikoagüle edilen kardiyak hastalarda, her
değerlendirme için probun tekrar yerleştirilip çıkarılmasının yaratabileceği travmatik
tehlikenin yanısıra, ameliyat sırasında açıklanamayan hemodinamik değişikliklerin
veya bozulmaların hızla aydınlatılması ve hava çıkarma aşamasında intrakardiyak
havanın takip edilmesi gibi cerrahinin değişik zamanlarında TEE’ye ihtiyaç
olabileceği için TEE probunun sürekli yerinde bırakılması tercih edilir. Bu nedenle,
kullanılmadığı dönemlerde görüntüyü dondurarak termal aktivitenin baskılanması ve
ekranda sürekli olarak monitorize edilebilen probun ucundaki sıcaklığın yakın takibi
ile hasar olasılığının ihmal edilebilir düzeyde olacağı düşünülebilir. Son olarak da,
iTEE’yi kimin yapması gerektiği sorusudur. iTEE yapacak kişinin kardiyak patolojiye
hakim olması, cerrahi girişimi, potansiyel problemleri ve etkilerini bilmesi, teknik ve
teknolojiye hakim olması önemlidir. Stevenson ve ark. (18), Amerikan
Ekokardiyografi Derneği’nin (ASE, American Society of Echocardiography)
kılavuzuna göre TEE eğitimi alan ve anesteziden sorumlu olmayan uzmanların yaptığı
değerlendirme ile % 9.6 oranında tekrar KPB’a giriş gerektiği, ASE kılavuzuna göre
eğitim almayan ve aynı zamanda anesteziden sorumlu olan uzmanların yaptığı
değerlendirme ile ise KPB’a dönüş olmadığı, ancak hastalarda ameliyat sonrası 15
rezidüel defekt bulunduğu ve altısının iki ay içinde tekrar ameliyata ihtiyaç gösterdiği
sonucunu bulmuştur. Stanger ve ark. (19), sonradan anjiyografi ve cerrahi ile kontrolü
olmak üzere, erişkin ekokardiyografi laboratuvarında yapılan majör hatayı % 44, orta
derecede hatayı % 28, minör hatayı % 12 oranında; daha spesifik uzmanların
uygulamayı yaptığı pediatrik ekokardiyografi laboratuvarında ise majör hatayı % 0,
orta derecede hatayı % 4 ve minör hatayı da % 4 olarak bildirmiştir. Weinger ve ark.
(20) ise, erişkin koroner arter cerrahisi için hem anestezik yönetimden hem de
iTEE’den aynı zamanda sorumlu olan anestezistlerde yaptığı çalışmada, TEE
uygularken dikkatin azaldığı ve iş yükünün arttığını bulmuştur.
Serebral monitorizasyon yöntemleri
Pediyatrik kalp cerrahisi sonrası akut nörolojik olayların görülme sıklığı % 2-25
arasında bildirilmektedir (21). Beyin dışındaki hayati organların monitorizasyonu
yapılırken, konjenital patolojilerin tamirinde en önemli riski taşıyan organ olan beynin
de monitorize edilmesi çabaları ve bu konudaki artan eğilimler nörolojik defisit
olasılıklarını düşürebilecektir. Bu amaçla juguler bulb oksijen satürasyonu, NIRS
(Near Infrared Spectroscopy), transkranial Doppler ve elektroensefalografi-bispektral
indeks (BIS) yöntemleri kullanılmaktadır. Bu yöntemlerin hiçbirisinin mutlak
üstünlüğü ve/veya avantajı, aynı zamanda da klinik sonuçlar üzerine etkisi henüz
kanıtlanmış değildir. Ancak, KPB yönetiminde, özellikle total sirkülatuvar arrest ve
bölgesel düşük akımlı perfüzyon (RLFP, regional low flow perfusion) sırasında
avantaj sağladıkları gösterilmiştir (22).
İdeal olarak serebral monitorizasyon non-invaziv olmalıdır ve serebral kan akımı ile
serebral oksijenasyon değişikliklerini-tercihen sürekli olacak şekilde- tahmin
edebilmelidir (23). Bu bilgiye dayanarak serebral kan akımının başlıca belirleyicileri
olan serebral metabolizma, serebral perfüzyon basıncı, arteriyel oksijen içeriği ve
PaCO2 değişiklikleri değerlendirilebilir, optimum değerlerde kontrolü sağlanabilir.
Elektroensefalografi (EEG), anestezi derinliği hakkında kaba bir fikir verir ve total
sirkülatuvar arrest öncesi elektroserebral sessizliğin tespit edilmesini sağlar. Ancak,
ameliyat sırasında sinyal etkileşimi, yerleştirme ve yorumlama zorluğu, deneyimli bir
teknik kişiye devamlı ihtiyaç gibi dezavantajlara sahiptir. Bispektral indeks (BIS)
monitörü (Aspect Medical Systems, Newton, MA), kullanım ve uygulama kolaylığı
ile bu zorlukların giderilmesini amaçlayan basitleştirilmiş bir cihazdır. Tek kanaldan
algılanan EEG paterninin analiz edilerek 0=izoelektrik EEG ile 100=uyanık arasında
sayısal bir değere dönüştürülmesi prensibine dayanır (24). BIS değerleri anestezik
ajanlara göre değişebilmektedir; örneğin, çocuklar için 1 MAK (minimum alveolar
konsantrasyon) halotanda BIS değeri 56 iken 1 MAK izofloran için 36’dır. Ayrıca,
açık kalp cerrahisi uygulanan çocuklarda yapılan çalışmalarda BIS değerleri ile stres
hormon ve plazma fentanil düzeyleri ilişkili bulunmamıştır (25,26). Bu nedenle, şu
anki bilgilerimizle, pediyatrik kalp cerrahisi uygulanacak bebeklerde ve çocuklarda
rutin BIS monitorizasyonunu önermek güçtür.
NIRS (Near-Infrared Spectroscopy), beyin oksijenasyonunu monitorize eden noninvaziv optik bir yöntemdir. Alına yerleştirilen bir oksimetre probu aracılığı ile frontal
kortekste muz şeklinde kesitsel bir dokudan geçen farklı dalga boyundaki ışık
dalgalarının oksi- ve deoksihemoglobin konsantrasyonlarını tespit etmesi prensibine
dayanır. Günümüzde kullanılan cihazlar hem oksi- hem de deoksihemoglobin
konsantrasyonlarını birlikte ölçerek serebral satürasyonu hesaplar ve bölgesel oksijen
satürasyon indeksi (rSO2i) şeklinde tanımlanan bir değer verir. Pediyatrik kalp
cerrahisindeki çalışmalara dayanan klinik veriler, oda havasında asiyanotik
çocuklarda rSO2i değerini % 70, siyanotik çocuklarda ise % 40-60 arasında olduğunu
göstermektedir. Ameliyat sırasında düşen değerlerin FiO2, PaCO2, hemoglobin ve
kardiyak debiye yönelik girişimler ile; ek olarak, KPB sırasında da kanül boylarının
kontrol edilmesi, pompa akımı, sıcaklık ve/veya ortalama arter basıncına yönelik
manevralar ile düzeltilmesi önerilmektedir. Düşük rSO2i değerlerinin akut nörolojik
olayları işaret ettiği yönünde artan sayıda çalışmalar sunulmaktadır (22). KPB
sırasında, özellikle total sirkülatuvar arrest yönetimindeki yararı ile; ayrıca, miks
venöz oksijen (SvO2) ve subdiyafragmatik organların satürasyonları ile korelasyonu
da dahil olmak üzere birçok ileri projelerin hedefi olarak kullanıma girecek bir
yöntem gibi görünmektedir.
Transkranial doppler ultrasonografi (TCD), ipsilateral beyin kan akımının yaklaşık %
70’ini sağlayan orta serebral arterin proksimal segmentindeki akım hızını ölçer (27).
Mantık olarak, damar çapı sabit olduğu için ölçülen kan hızı ile gerçek kan akımının
paralel olduğu düşüncesine dayanır. Böylece, sıcaklık veya perfüzyon değişikliklerine
bağlı olarak kan akım hızında gelişen akut değişiklikleri tespit eder. Ancak, sereb-ral
kan akımı ile orta serebral arter kan akım hızının ilişkisi, hematokrit, anestezik ve
vazoaktif ajanlar, yaş, hiper- veya hipokapni gibi faktörlerden etkilenir. Bu faktörlerin
konjenital kalp cerrahisindeki temel rolleri düşünülürse, KPB yönetimi sırasında pH
stratejisi, sirkülatuvar arrest, veya düşük akımlı perfüzyon gibi yaklaşımlarda akut
değişikliklerin izleminde TCD önem kazanmaktadır. Kanülasyonlar veya aortaya
klemp konması ve kaldırılması gibi embolik olayların daha fazla olduğu kritik
aşamalarda da TCD’de tipik embolik spike’ları izlemek mümkün olabilir. Ancak, en
önemli dezavantajı olarak, yanlış transduser pozisyonu ile ses dalgalarının açısını
değiştirerek uygulayan kişiye bağımlı doğru olmayan ölçümler oluşturabilmesidir. Bu
nedenle, mutlak sayısal değerlerden ziyade akut değişikliklerin izlenmesi bakımından
önemli bir noninvaziv monitör olma özelliği taşır.
Birçok büyük merkezde akut nörolojik defisitler minimuma inmiş durumda ve artık
çabaların büyük oranda uzun dönem nörogelişimsel değişiklikler ile yaşam kalitesinin
artırılmasına yönelik olduğu görülmektedir. Ayrıca, erken ve geç dönem nörolojik
disfonksiyonda ameliyat sırasındaki olayların yanında ameliyat öncesi, ameliyat
sonrası ve genetik faktörlerin de ciddi rol oynadığı şeklinde artan sayıda kanıtlar
sunulmaktadır. Bu nedenle, serebral monitorizasyon yöntemlerinin erken veya geç
dönem sonuçlar üzerine etkisini belirlemek için çok yüksek sayıda hasta grubuna
ihtiyaç vardır. Sonuç olarak, pediyatrik kalp cerrahisinde serebral monitorizasyon şu
anda standart bir monitör olmamakla birlikte, özellikle birbirini destekler/
kuvvetlendirir nitelikte multimodal kullanımları ile anestezi yönetiminde önemli bir
yer edinecek gibi görünmektedir (Resim 1).
PEDİYATRİK KARDİYAK ANESTEZİDE KULLANILAN YENİ ANESTEZİK
AJANLAR
Pediyatrik kalp cerrahisinde birçok merkez standart olarak yüksek doz fentanil
anestezisi (50-100 mcg/kg) yöntemine devam etmektedir. İnhalasyon ajanı olarak
sevofluran, kardiyak debi ve kalp hızını korurken, hipotansif (ortalama arter
basıncında % 13-20 düşüş) ve negatif inotropik (1 MAK’ta (minimum alveolar
konsantras-yon) ejeksiyon fraksiyonu korunurken 1.5 MAK’ta % 11 düşüş) etkileri
bakımından halotana göre üstündür. Bu nedenle, damar yolu olmayan çocuklarda
indüksiyonda tercih edilmektedir. İzofluran ise 1.5 MAK’a kadar kardiyak debi ve
ejeksiyon fraksiyonunu korurken, ortalama arter basıncı ve sistemik vasküler
rezistansta hafif bir düşme (% 20-25), kalp hızında ise artış (% 17-20) yaratır. Bu
özellikleri ile idamede en sık tercih edilen ajandır. İntravenöz indükisyon ajanları
olarak, ventrikül fonksiyonu kötü hastalarda etomidat ve ketamin tercih edilmeli;
ancak, yüksek doz inotropik tedavi uygulanan transplantasyon öncesi durumlarda
olduğu gibi katekolamin deşarjı/bağımlılığı zaten yüksek olan hastalarda ketamin
indüksiyonunun direkt miyokardiyal depresan etki gösterebileceği akılda tutulmalı ve
etomidatın daha iyi tolere edildiği bilinmelidir. Erken ekstübasyona uygun, basit
patolojilerde ise narkotik tüketimini azaltmak için propofol ve remifentanil infüzyonu
teknikleri düşünülebilir. Birçok anestezik ajanın kardiyomiyopati, diyastolik
fonksiyon bozukluğu, tek ventrikül gibi özel hasta gruplarındaki etkileri halen
netleşmiş durumda değildir.
Miyokard korunmasında, cerrahi ve KPB tekniklerindeki tüm gelişmelere rağmen,
hala konjenital kalp ameliyatlarından yaklaşık 6-18 saat sonra kalp debisinde hafif bir
düşüş beklenmektedir. Bu düşüşe sebep olabilecek birçok faktör sayılabilir: aortik
klemp sırasındaki miyokard iskemisi, hipotermi, reperfüzyon hasarı, inflamatuvar ve
kompleman kaskadının aktivasyonu, sistemik ve pulmoner vasküler reaktivitedeki
değişiklikler gibi. İnotropik destek alanında fosfodiesteraz inhibitörlerinin, özellikle
milrinon ve enoksimon ile yapılan çalışmalarda, kardiyak debiyi artırıp sistemik ve
pulmoner vasküler rezistansı düşürdükleri, kalp hızını ise minimal etkiledikleri
gösterilmiştir. Çok merkezli olarak yapılan PRIMACORP çalışması (Prophylactic
Intravenous Use of Milrinone After Cardiac Operation in Pediatrics), pediyatrik kalp
cerrahisinde profilaktik yüksek doz milrinon uygulamasının ameliyat sonrası
dönemde düşük kardiyak debi gelişme riskini % 66 oranında azalttığını göstermiştir.
Milrinon kullanımı ile plasebo grubuna göre yan etki görülme sıklığında önemli bir
fark bulunmamıştır (28). Ancak, fosfodiesteraz inhibitörlerinden hiçbiri henüz
Türkiye’de yoktur. İnotropik etkileri nedeni ile üzerinde durulan diğer bir ajan da
tiroid hormonudur. Konjenital kalp hastalığı olan çocuklarda KPB sonrası tiroid
metabolizmasının bozulduğu, triiodotironin (T3) replasmanı ile ameliyat sonrası T3
düzeylerinin normal sınırlarda tutulduğu, ve inotropik etki ile düşük kardiyak debinin
önlendiği öne sürülmüştür. Ancak, tiroid metabolizmasının bozulmasına sebep olan
faktörlerin ve tiroid replasman tedavisinde uygulama zamanı ve süresi ile optimum
dozların belirlenmesi konularının daha iyi açıklanmasına ihtiyaç vardır.
Pulmoner hipertansiyonu olan ve/veya ameliyat sonrası pulmoner hipertansif kriz
riski taşıyan hastalarda inhaler nitrik oksit ve prostasiklinin intravenöz, inhaler ve oral
formlarının yarar sağladığı gösterilmiştir (29). Barst ve ark. (30), prostasiklinin
intravenöz bir formu olan epoprostenol ile 1-, 3- ve 5-yıllık sağkalım oranlarının sırası
ile % 77’den % 87’ye, % 41’den % 63’e ve % 27’den % 54’e çıktığını rapor
etmişlerdir. Ancak uzun süreli santral venöz kateter ihtiyacı, uygulama zorlukları,
rebound etkiler gibi olumsuzlukları nedeni ile artık uzun etkili oral analogları
üzerinde çalışılmaktadır (31). Selektif bir fosfodiesteraz 5 inhibitörü olan sildenafil
(Viagra) ise üzerinde yoğunlaşılan yeni ve güçlü bir pulmoner vazodilatördür (32-34).
Etki mekanizması, endotel kökenli nitrik oksitin ikinci mesajcısı olan cGMP
degredasyonu olarak bilinmektedir. Tek başına kullanımın yanısıra, nitrik oksitin
azaltılması döneminde bir süre birlikte kullanımı ile çekilme belirtilerinin önlendiği
gösterilmiştir. Şu anda bu ilaçlardan sadece sildenafilin oral formu Türkiye’de
bulunmaktadır.
PEDİYATRİK KALP CERRAHİSİNDE BÖLGESEL ANESTEZİ
UYGULAMALARI
Bölgesel anestezinin kardiyak cerrahide ameliyat sonrası ağrı kontrolü, stres cevabın
baskılanması ve kardiyak sempatik sinir aktivasyonunun bloke edilmesi olmak üzere
kanıtlanmış üç potansiyel yararı vardır. Bu yararlar ağırlıklı olarak erişkin çalışmalar
ile savunulmaktadır. Pediyatrik kalp cerrahisinde ise, bölgesel anestezi/analjezi
uygulamaları pratikte yaygın kullanılmasına rağmen, literatürdeki çalışmalar çok az
sayı ile sınırlıdır. Günümüzde, pratikteki bölgesel uygulamaların temel kullanım
amacı, kuvvetli bir analjezi ile ameliyathane odasında veya yoğun bakımda erken
dönemde ekstübasyonu sağlayabilmektir. Literatürdeki bölgesel anestezi/analjezi
çalışmalarına bakıldığında da büyük oranda ameliyat sonrasına devam eden analjezik
etkiler nedeni ile düşük ağrı skorları ve analjezik tüketiminin azaldığı sonuçlarını
görmekteyiz (35-38). Bu konuda sunulan en eski çalışma olan Jones ve ark. (35)’nın
çalışmasında, 20 ve 30 mcg/kg dozlarda intratekal morfin kullanıp ameliyat sonrası
analjezik sürenin uzun, ek doz ihtiyacının düşük olduğu bulunmuştur. Ancak, iki
grupta sırası ile % 10 ve 22 oranında solunum depresyonu ile karşılaşılmıştır. Bu
konuda en sık kaynak gösterilen çalışmaların başında gelen Rosen ve Rosen (36)’in
çalışmasında ise, 75 mcg/kg morfini kaudal yoldan uygulamışlar ve yine düşük ağrı
skorları ve ek analjezik kullanımı sonucuna varmışlardır. Bu çalışmada solunum
depresyonu gelişen hasta olmamıştır. Her iki çalışma da prospektif düzende yapılmış
ancak bölgesel uygulamalar ameliyatın sonunda ve sadece postoperatif ağrı kontrolü
amacı ile yapılmıştır.
Pediyatrik kalp cerrahisinde etkili olan iki büyük merkezden birlikte yazılan bir editör
mektubunda bölgesel anestezi/analjezi yöntemlerinin üstünlüğünü savunmak için
kanıtların yetersiz olduğu savunulmuştur (39). Derginin aynı sayısında yayınlanan iki
retrospektif çalışma bugüne kadar en sık kaynak gösterilen çalışmaların başında
gelmektedir (40,41). Peterson ve ark. (41)’nın sunduğu çalışmada, genel anestezi ile
birlikte torakal, lumbar, kaudal epidural veya intratekal anestezi uygulanan 220
çocuğun % 89’u ameliyathane odasında ekstübe edilmiş, % 3’ünde geçici parestezi ve
% 1.8’inde solunum depresyonu gelişmiştir; kalıcı hasar gözlenen hasta olmamıştır.
Pediyatrik kalp cerrahisinde bölgesel anestezinin stres cevap üzerine etkisinin
araştırıldığı ilk çalışma özelliğini taşıyan Pirat ve ark.’nın (42) çalışmasında ise
intravenöz, intratekal, ve intravenöz ile intratekal fentanilin birlikte kullanıldığı üç
ayrı grupta stres cevap parametreleri bakımından anlamlı bir fark bulunmamıştır.
Ancak, intravenöz ve intratekal fentanilin birlikte uygulandığı hastalarda ekstübasyon
süresi anlamlı kısa tespit edilmiş, istatistiksel olarak anlamlı düzeye ulaşmasa da aynı
grupta idrar kortizol değerlerinin daha düşük olduğu gösterilmiştir.
Bizim hastanemizde Eylül 2004 tarihinden itibaren, preoperatif dönemde
hemodinamik, nörolojik veya koagülopatik problemi olmayan ve postoperatif
dönemde sorun beklenmeyen erken ekstübasyon için uygun hastalar, genel ve kaudal
anetezi birlikte uygulanarak ameliyathane odasında ekstübe edilmektedir. Bu hastalar
büyük oranda, pulmoner vasküler direnci yüksek olmayan basit soldan sağa şant
patolojisi ve hafif çıkım yolu darlığı vakalarından oluşmaktadır. Ameliyata
başlamadan önce kaudal yoldan morfin uygulaması ile, ameliyat sonunda yeterli
analjezi altındaki hastalarda konforlu bir ekstübasyon sonrası dönem
sağlayabildiğimizi düşünüyoruz. Hiçbir hastada solunum depresyonu veya
koagülopatik/nörolojik bir sorun ile karşılaşılmadı.
Sonuç olarak, şu anki veriler ile bölgesel anestezinin pediyatrik kalp cerrahisindeki
yeri, erken ekstübasyon ve stres cevap üzerinde sağladığı olası avantajları ile
sınırlıdır. Ameliyat sonrası morbidite ve mortalite üzerine etkisi bilinmiyor.
Çalışmalar küçük hasta sayılarını içeriyor ve klinik sonucu öncelik alan iyi planlanmış
prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır.
KARDİYOPULMONER BYPASS TEKNİĞİ ve MEKANİK DESTEK
SİSTEMLERİ
Pediyatrik kalp cerrahisi pratiğinde merkezler arasındaki en büyük fark anestezik
ilaçlar, cihazlar veya yöntemlerden ziyade KPB tekniğinden kaynaklanmaktadır. Her
merkez, şu an eldeki bilgileri kullanarak temel prensipler çerçevesinde kalmak koşulu
ile kendi standartlarını geliştirmeye ve uygulamaya devam etmektedir. Başlıca pH
stratejisi, düşük vs. yüksek akım, ve total sirkülatuvar arrest süresini kısaltan
yöntemler/girişimler olmak üzere birçok konu halen tartışmaya açık ve merkezler
arasında uygulama farkları göstermektedir.
Pediyatrik kalp cerrahisinde antifibrinolitik kullanımı ile yapılan çalışmalarda,
traneksamik asit, aminokaproik asit ve aprotininin ikinci kez açılan vakalarda
kanamayı azalttığı gösterilmiştir. Ek olarak, siyanotik hasta grubunda da faydalı
olabilecekleri savunulmaktadır. Aprotininin, kanamayı azaltıcı etkisinin yanısıra,
KPB’a karşı gelişen sistemik inflamatuvar cevapta bazı mediyatörleri yıkarak antiinflamatuvar etki de yaratabileceği tartışılmaktadır. Bu amaçla bazı merkezler,
kuvvetli kanıtlara dayanmamakla birlikte, kompleks kardiyak cerrahi uygulanacak
prematür veya düşük ağırlıklı bebeklerde aprotinin kullanmaktadır.
Ultrafiltrasyon uygulamasında ise tercih edilen teknik konusunda tartışmalar devam
etmektedir. Yayınların büyük çoğunluğu modifiye ultrafiltrasyonu savunmakla
birlikte, uzun süren KPB sırasında inflamatuvar mediyatörleri temizleyerek olumlu
etki sağlayacağı düşüncesi ile pratik uygulamada birçok merkez hipotermi
aşamasından itibaren başlamak üzere konvansiyonel ultrafiltrasyon tercih etmektedir.
Hidrostatik kuvvetler aracılığı ile yarı geçirgen bir membrandan plazma suyu ve
düşük molekül ağırlıklı solütlerin uzaklaştırılması prensibine dayanır. Bu sayede, total
vücut sıvısı birikmesini ve ameliyat sonrası kan kaybını önler, kavapulmoner
konneksiyonlar sonrası plevral efüzyon görülme sıklığını azaltır, sol ventrikülün
sistolik fonksiyonunu geliştirir, akciğer kompliyansını artırır, ve ameliyat sonrası
mekanik ventilasyon süresini kısaltır. Biz merkezimizde tüm hastalarda değil ama,
düşük ağırlıklı bebeklerde ve siyanotik patolojisi olan hastalarda konvansiyonel
ultrafiltrasyon tekniğini uyguluyoruz.
Pediyatrik kalp cerrahisindeki en önemli gelişmelerden biri de mekanik destek
sistemleri üzerine yapılan çalışmalardır (43). Bu amaçla kullanılan kısa dönem
mekanik destek sistemleri, ventrikül destek cihazları (ventricular assist device, VAD)
ve ekstrakorporeal membran oksijenatördür (ECMO). Uygulama endikasyonları
Tablo 1’de sunulmuştur. Gelişen teknoloji ve tecrübeler sayesinde artık son dönem
çaresiz hastalardan başka geniş bir kullanım alanları vardır. Bununla birlikte ileri
multi-organ yetmezliği, ciddi koagülopati veya santral sinir sistemi hasarı olan
hastalar, prematürite (<32 hafta, <1.5-1.8 kg), kromozomal anomaliler, tedavisi
olmayan malignite ve transplant adayı olmayan hastalar için mekanik destek
sistemlerinin kullanılması tartışmalı, hatta kontrendike kabul edilmektedir. Genel
olarak, ventrikül destek cihazları, biventrikül dolaşıma sahip hastaların tek ventrikül
yetmezliklerinde; ECMO ise hipoksi, pulmoner hipertansiyon veya biventrikül
yetmezliği olan hastalarda yani tam kardiyopulmoner destek için daha üstün kabul
edilmektedir. Venoarteriyel ECMO şu an için bebek ve çocuklada en sık kullanılan
mekanik destek cihazıdır. İlk kez 1970’lerde kullanılmaya başlanmış ve günümüzde
sağkalım oranı yaklaşık % 55 olarak bildirilmektedir. Santrifugal VAD’lar ise
oksijenatörün gerekmediği durumlarda ve ECMO’nun dezavantajlarını azaltan
alternatif bir cihaz olarak sunulmuştur. Her ikisi de nonpulsatil akım sağlar ve heparin
kaplı devreler ile kullanılmaları aşırı antikoagülasyon ihtiyacını azaltır. Bu iki
yöntemin avantaj ve dezavantajları Tablo 2’de sunulmuştur.
Erişkinlerde sık kullanılan intraaortik balon pompalarının (IABP) bebek ve
çocuklarda kullanımı çok sınırlıdır. Bu yaş grubunda arterial kompliyansın fazla
olması, anatomik olarak aorta büyüklüğünün kısıtlı olması, yüksek kalp hızı ve
senkronizasyon zorlukları IABP etkinliğini düşüren faktörlerdir. Ayrıca, teknik
kısıtlamalar, sadece sol ventrikül destek modalitesi olması, bazı anatomik/fizyolojik
sınırlamalar (patent duktus arteriozus veya aort yetmezliği gibi), mezenter iskemisi ve
arterial hasar gibi ciddi komplikasyonlar da diğer dezavantajlarıdır. Bunlar dışında,
pulsatil veya aksiyel tipte uzun dönem mekanik destek sistemleri, miyokardiyal
iyileşme veya transplantasyona köprü amacı ile kullanılmakta ve ileriye dönük ümit
vermektedir.
YENİ UYGULAMA ALANLARI ve HASTA ÇEŞİTLİLİĞİ
Konjenital kalp hastalıkları alanında teknoloji, bilgi ve klinik tecrübelerdeki
gelişmeler ile birlikte anesteziyologların karşılaştığı uygulama alanları ve hasta
çeşitliliği de artmaktadır. Bu hastaların tanı ve tedavisi için kullanılan radyolojik
yöntemler olarak manyetik rezonans ve bilgisayarlı tomografi ünitelerinde,
ekokardiyografi ve kateterizasyon laboratuvarlarında anestezi uygulamaları
gerekmektedir.
Anesteziyologlar pediyatrik kardiyak kateterizasyon laboratuvarlarında artık
ameliyathaneler kadar yoğun bir iş yükü altında çalışmaktadır. Gelişmiş merkezlerde,
ekokardiyografideki teknolojik ilerlemeler ile tanısal amaçlı kateterizasyonlar çok
azalmış, neredeyse sadece kompleks anatomi/fizyolojisi olan hastalar ile sınırlı
kalmıştır. Aksine, ASD/VSD kapatılması, valvuloplastiler, elektrofizyolojik inceleme
ve ablasyonlar, koilleme veya oklüzyonlar gibi birçok tedavi amaçlı girişimler
gerçekleştirilmektedir. Bu nedenle, anesteziyologlar açısından bu girişimler, hem bilgi
ve tecrübeler hem de teknik donanım yönünden pediyatrik kalp ameliyatları gibi
düşünülmelidir. Pediyatrik kardiyak kateterizasyon laboratuvarlarında anestezi
uygulamaları merkezlerin alışkanlığına göre sedasyon veya genel anestezi
olabilmekte, girişimlerin süre ve büyüklüğü ile genel anesteziye doğru eğilim
artmaktadır. Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi pediyatrik kardiyak kateterizasyon
laboratuvarındaki standart anestezi uygulaması oral hidroksizin premedikasyonunu
takiben iv midazolam ile ketamin kombinasyonudur, endotrakeal entübasyon rutin
olarak yapılmamaktadır. 2004 yılında 539 hastaya işlem uygulanmıştır: bunların
369’u tanısal ve 170’i tedavi amaçlı işlemlerdir. Bu girişimlerin hemen hepsinde
anestezi desteği verilmiştir.
Konjenital kalp hastalıkları, birçok sendromun veya kromozomal hastalığın bir
komponenti olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde bu bebeklerin yaşam
oranlarındaki artış ile doğru orantılı olarak kardiyak ameliyatları öncesi ve sonrasında
kalp dışı sebepler ile de ameliyata alınmaları gerekebilmektedir. Artan sayıda
karşılaştığımız bir başka hasta grubu ise konjenital kalp hastalığı olan erişkin
kişilerdir. Bu hastalarda, yeni semptom veren ve ilk kez tanı alan bir patoloji ile
olabileceği gibi, önceden yapılan palyatif girişimlerin tam düzeltme basamağı için,
palyatif girişimlerin revizyonu için veya kalp dışı sebepler ile ameliyat gerekebilir. Bu
durumların birçoğunda anestezi uygulaması özellik taşımakta ve konjenital kalp
hastalıklarının patofizyolojisine hakim deneyimli anesteziyologlara ihtiyaç
olmaktadır.
KAYNAKLAR
1. Hind D, Calvert N, McWilliams R, ve ark. Ultrasonic locating devices for central
venous cannulation: meta-analysis. BMJ 2003; 327:361.
2. Bratton SL, Ramamoorthy C, Eck JB, Sorensen GK. Teaching successful central
venous cannulation in infants and children: audio Doppler versus anatomic
landmarks. J Cardiothorac Vasc Anesth 1998; 12:523-526.
3. Denys BG, Uretsky BF. Anatomical variations of internal jugular vein location:
impact on central venous access. Crit Care Med 1991; 19:1516-1519.
4. Andropoulos DB, Bent ST, Skjonsby B, Stayer SA. The optimal length of insertion
of central venous catheters for pediatric patients. Anesth Analg 2001; 93:883-886.
5. Mart CR, Fehr DM, Myers JL, Rosen KL. Intraoperative transesophageal
echocardiography in a 1.4-kg infant with complex congenital heart disease. Pediatr
Cardiol 2003; 24:84-85.
6. Muhiudeen-Russell IA, Miller-Hance WC, Silverman NH. Unrecognized
esophageal perforation in a neonate during transesophageal echocardiography. J Am
Soc Echocardiogr 2001; 14:747-749.
7. Andropoulos DB, Ayres NA, Stayer SA, ve ark. The effect of transesophageal
echocardiography on ventilation in small infants undergoing cardiac surgery. Anesth
Analg 2000; 90:47-49.
8. Andropoulos DB, Stayer SA, Bent ST, Campos CJ, Fraser CD. The effects of
transesophageal echocardiography on hemodynamic variables in small infants
undergoing cardiac surgery. J Cardiothorac Vasc Anesth 2000; 14:133-135.
9. Stevenson JG. Incidence of complications in pediatric transesophageal
echocardiography: experience in 1650 cases. J Am Soc Echocardiogr 1999; 12:527532.
10. Roberson DA, Muhiudeen LA, Cahalan MK, ve ark. Intraoperative
transesophageal echocardiography of ventricular septal defect. Echocardiography
1991; 8:687-697.
11. Stevenson JG, Sorensen GK, Gartman DM, Hall DG, Rittenhouse EA. Left
ventricular outflow obstruction: an indication for intraoperative transesophageal
echocardiography. J Am Soc Echocardiogr 1993; 6:525-535.
12. Randolph GR, Hagler DJ, Connolly HM, ve ark. Intraoperative transesophageal
echocardiography during surgery for congenital heart defects. J Thorac Cardiovasc
Surg 2002; 124:1176-1182.
13. Wienecke M, Fyfe DA, Kline CH, ve ark. Comparison of intraoperative
transesophageal echocardiography to epicardial imaging in children undergoing
ventricular septal defect repair. J Am Soc Echocardiogr 1991; 4:607-14.
14. Yumoto M, Katsuya H. Transesophageal echocardiography for cardiac surgery in
children. J Cardiothorac Vasc Anesth 2002; 16:587-591.
15. Bettex DA, Schmidlin D, Bernath MA, ve ark. Intraoperative transesophageal
echocardiography in pediatric congenital cardiac surgery: a two-center observational
study. Anesth Analg 2003; 97:1275-1282.
16. Sloth E, Pedersen J, Olsen KH, ve ark. Transoesophageal echocardiographic
monitoring during paediatric cardiac surgery: obtainable information and feasibility in
532 children. Paediatr Anaesth 2001; 11:657-662.
17. Ungerleider RM, Greeley WJ, Sheikh KH, ve ark. The use of intraoperative echo
with Doppler color flow imaging to predict outcome after repair of congenital cardiac
defects. Ann Surg 1989; 210:526-533.
18. Stevenson JG. Performance of intraoperative pediatric transesophageal
echocardiography by anesthesiologists and echocardiographers: training and
availability are more important than hats. J Am Soc Echocardiogr 1999; 12:10131014.
19. Stanger P, Silverman NH, Foster E. Diagnostic accuracy of pediatric
echocardiograms performed in adult laboratories. Am J Cardiol 1999; 83:908-914.
20. Weinger MB, Herndon OW, Gaba DM. The effect of electronic record keeping
and transesophageal echocardiography on task distribution, workload, and vigilance
during cardiac anesthesia. Anesthesiology 1997; 87:144-155.
21. Scallan MJH. Brain injury in children with congenital heart disease. Paediatr
Anaesth 2003; 13:284-293.
22. Andropoulos DB, Diaz LK, Fraser CD Jr, ve ark. Is bilateral monitoring of
cerebral oxygen saturation necessary during neonatal aortic arch reconstruction?
Anesth Analg 2004; 98:1267-1272.
23. Orliaguet GA. Cerebral monitoring in children. Paediatr Anaesth 2004; 14:407411.
24. Sigl JC, Chamoun NG. An introduction to bispectral analysis for the
electroencephalogram. J Clin Monit 1994; 10:392-404.
25. Laussen PC, Murphy JA, Zurakowski D, ve ark. Bispectral index monitoring in
children undergoing mild hypothermic cardiopulmonary bypass. Paediatr Anaesth
2001; 11:567-573.
26. Kussman BD, Gruber EM, Zurakowski D, ve ark. Bispectral index monitoring
during infant cardiac surgery: relationship of BIS to the stress response and plasma
fentanyl levels. Paediatr Anaesth 2001; 11:663-669.
27. Lozano S, Mossad E. Cerebral function monitors during pediatric cardiac surgery:
Can they make a difference? J Cardiothorac Vasc Anesth 2004; 18:645-656.
28. Hoffman TM, Wernovsky G, Atz AM. Efficacy and safety of milrinone in
preventing low cardiac output syndrome in infants and children after corrective
surgery for congenital heart disease. Circulation 2003; 107:996-1002.
29. Frost AE, Quinones MA, Zoghbi WA, Noon GP. Reversal of pulmonary
hypertension and subsequent repair of atrial septal defect after treatment with
continuous intravenous epoprostenol. J Heart Lung Transplant 2005; 24(4):501-503.
30. Barst RJ, Rubin LJ, Long WA, ve ark. A comparison of continuous intravenous
epoprostenol (prostacyclin) with conventional therapy for primary pulmonary
hypertension. N Engl J Med 1996; 334:296-302.
31. Barst RJ, McGoon M, McLaughlin V, ve ark. Beraprost therapy for pulmonary
arterial hypertension. J Am Coll Cardiol 2003; 41:2119-2125.
32. Karatza AA, Bush A, Magee AG. Safety and efficacy of sildenafil therapy in
children with pulmonary hypertension. Int J Cardiol 2005; 100:267-273.
33. Schulze-Neick I, Hartenstein P, Li J, ve ark. Intravenous sildenafil is a potent
pulmonary vasodilator in children with congenital heart disease. Circulation 2003;
108:167-173.
34. Kothari SS, Duggal B. Chronic oral sildenafil therapy in severe pulmonary artery
hypertension. Indian Heart J 2002; 54:404-409.
35. Jones SE, Beasley JM, Macfarlane DW, Davis JM, Hall-Davies G. Intrathecal
morphine for postoperative pain relief in children.Br J Anaesth 1984; 56:137-140.
36. Rosen KR, Rosen DA. Caudal epidural morphine for control of pain following
open heart surgery in children. Anesthesiology 1989; 70:418-421.
37. Suominen PK, Ragg PG, McKinley DF, ve ark. Intrathecal morphine provides
effective and safe analgesia in children after cardiac surgery. Acta Anaesthesiol Scand
2004; 48:875-882.
38. Rojas-Perez E, Castillo-Zamoro C, Nava-Ocampo AA. A randomized trial of
caudal block with bupivacaine 4 mg kg-1 (1.8 mg kg-1) plus morphine (150 mcg kg1) vs general anaesthesia with fentanyl for cardiac surgery. Paediatr Anaesth 2003;
13:311-317.
39. Steven JM, McGowan FX. Neuroaxial blockade for pediatric cardiac surgery:
lessons yet to be learned. Anesth Analg 2000; 90:1011-1013.
40. Hammer GB, Ngo K, Macario A. A retrospective examination of regional plus
general anesthesia in children undergoing open heart surgery. Anesth Analg 2000;
90:1020-1024.
41. Peterson KL, DeCampli WM, Pike NA, Robbins RC, Reitz BA. A report of two
hundred twenty cases of regional anesthesia in pediatric cardiac surgery. Anesth
Analg 2000; 90:1014-1019.
42. Pirat A, Akpek E, Arslan G. Intrathecal versus IV fentanyl in pediatric cardiac
anesthesia. Anesth Analg 2002; 95:1207-1214.
43. Chang AC, McKenzie ED. Mechanical cardiopulmonary support in children and
young adults: extracorporeal membrane oxygenation, ventricular assist devices, and
long-term support devices. Pediatr Cardiol 2005; 26:2-28.
Türk Anest Rean Der Dergisi 2005; 33(5):375-387
Canlıdan Parsiyel Karaciğer Transplantasyonu Deneyimlerimiz
Zekeriyya Alanoğlu, Yeşim Ateş, İbrahim Aşık, Ufuk Bülent Dilek, Filiz Tüzüner
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı,
Ankara
ÖZET
Download