medeniyetin iktisadi temelleri - İstanbul Ticaret Üniversitesi

advertisement
T.C.
İSTANBUL TİCARET ÜNİVERSİTESİ
MEDENİYET VE TOPLUM DERSİ
MEDENİYETİN İKTİSADİ TEMELLERİ
İnsan Toplumlarının Sosyal Evriminde Üretim Sistemleri İle Doğaya
Hükmetme Dürtüsünün Rolü
HAZIRLAYAN: DOÇ. DR. Dündar Murat DEMİRÖZ
İSTANBUL – MAYIS 2015
MEDENİYETİN İKTİSADİ TEMELLERİ
1. SOSYAL HAYVAN OLARAK HOMO SAPIENS
Bütün canlı türleri içinde insanın – Homo Sapiens – iki ayırıcı özelliği vardır:
(i)
(ii)
Diğer türlerde rastlanmayan ölçüde güçlü bir iletişim yeteneği
Soyut kavramları içerecek bir zihnî kapasite
Bu özellikleri sonucu olarak, insan, sadece kendi türüne mahsus bazı niteliklere sahip
olmuştur. Bu nitelikler şöyle özetlenebilir:
(a) Kitle Örgütlenmesi
Makro biyologlara göre başka canlı türlerinde bilinçli olarak 150’den fazla bireyin bir
araya gelerek oluşturduğu örgütlenmemeler bulunmamaktadır. Sadece insan geniş
sayıda bireyin özgür iradesi ile bir araya geldiği örgütlenmeler oluşturabilmiştir.
(b) Doğayı dönüştürebilme
Diğer canlı türleri içinde bulundukları eko-sistem’e uyum göstermek zorundadırlar.
Halbuki insan doğayı ve eko-sistemi kendi ihtiyaçları doğrultusunda
dönüştürebilmektedir.
(c) Yazı Sistemi
İnsanlar, sesleri soyut kavramlar olan harflerle ifade ederek hayat boyu edindikleri
bilgi ve tecrübeleri bir sonraki kuşağa aktarabilmektedirler. Bu ise insan toplumlarının
sosyal evriminin dinamiklerinin en önemli temelini oluşturmaktadır.
(d) Soyut Kavramlar Etrafında Sosyal Örgütlenme
İnsan maddi dünyada olmayan kavramlar etrafında milyonlarca bireyin işbölümü ve
uzmanlaşma çerçevesinde örgütlenebilmesini başarabilmiştir. Bu kavramlar arasında
dini kurumlar, şirketler, devletler, piyasalar, bilimsel disiplinler, sanat, kültürel kavram
ve kurumlar sayılabilir.
İnsan toplumlarının ve bireylerinin davranışlarının hareket kanunlarını inceleyen bilimsel
disiplinler beşerî bilimler olarak adlandırılır. İktisat bilimi, insan birey ve toplumlarının
üretim ve tüketim davranışlarını neden sonuç ilişkisi içinde inceleyen bir beşerî bilimdir.
İktisat biliminin temel konusu olan iki davranıştan tüketim davranışı türün devamı için
gerekli olan zorunlu ihtiyaçların yanı sıra, diğer canlılar için geçerli olmayan boş zaman
faaliyetleri, kültürel ihtiyaçları ve lüks tüketimi de içermektedir. Üretim faaliyeti ise,
canlılar dünyasındaki meselleri olan karınca ve arı kolonilerinden farklı olarak, genetik
kalıtımla elde edilenden ziyade sosyal kalıtıma dayalı ve insanın içinde bulunduğu eko
sistemi değiştirmeye ve kendine uygun hale getirmeye yönelik davranışlarını içerir.
Üretim ve tüketim birbirlerini etkileyen ve yine birbirlerini etkileyen ve yine birbirlerini
dönüştüren davranış kalıplarıdır. Bu dinamik ilişki canlı türlerinden sadece insanda
rastlanılan sosyal evrimin temelini teşkil eder.
1
Milyonlarca yıl aldığı farz edilen biyolojik evrime göre insanın bin yıllar hatta yüz yıllar
alan sosyal evrimi ister istemez insanın hâkim olduğu bu dünyada doğal seçimin yerini
sun’i seçimin almasına yol açmıştır. İnsan zorunlu tüketim ihtiyacını – barınma, beslenme,
üreme – karşılayan ve kendi kendini yeniden üreten bir sosyal örgütlenmeyi
kurumsallaştırabildiği için de “medeniyet” kavramını geliştirebilmiştir. Zaten en genel
anlamıyla medeniyet “insanın yaşadığı ortama uyum sağlamaya değil,; aksine, yaşadığı
ortamı kendi davranış kalıplarına uydurması” durumunu ifade eder. O halde sorunu
“Medeniyet nedir ?” sorusunu cevaplayarak ele alalım.
2. MEDENİYET KAVRAMI VE ŞEHİRLER
En genel anlamıyla medeniyetin “insanın yaşadığı ortama uyum sağlamaya değil,; aksine,
yaşadığı ortamı kendi davranış kalıplarına uydurması” durumunu ifade ettiğini yukarıda
belirtmiştik. “Medeniyet” Arapça şehir – kent anlamına gelen “Medine” kelimesinden
türetilmiştir. “Medenî” Arapça şehirli anlamına gelirken “medeniyet” lügat manasıyla
“şehirlilik” demektir. Medeniyetin Batı dillerinde karşılığı olan “civilisation” Latince
“şehrin özgür vatandaşı” anlamına gelen “civil” kökünden türetilmiştir. Bu anlamda
şehirlilik ile mealen benzer bir anlamı paylaşmaktadır. Sonuç olarak denebilir ki, insan
türünün birlikte yaşayan, kendi kendine yeten ve kendini yeniden üreten sosyal
örgütlenmesinin en temel birimi olan şehirler ve şehir hayatı medeniyet kavramının
özünü oluşturmaktadır.
İnsan toplumlarının yerleşik hayata geçmesiyle birlikte şehir kavramı ortaya çıkmıştır.
Bugünün küreselleşen dünyasında milyonları değil milyarların örgütlü davranışlarını
tecrübe eden günümüz insanının muhayyilesinde belki birbirinden yalıtılmış küçük köyler
olarak tasvir edilecek bu şehirler aslında insanın sosyal evriminin temel taşını
oluşturmaktadır.
Şehirlerde örgütlenme ise, insan toplumlarının temel iktisadi
ihtiyaçlarından kaynaklanmaktadır.
İlk şehirler ıssız bucaksız doğanın göbeğinde “soyut kavramlarla düşünme ve hayal
kurma” yeteneğine sahip insanın doğayı kendi isteği doğrultusunda dönüştürme gücünü
de sergileyen ilk kurumlardır. Peki, insanlar şehirleri nasıl geliştirmişlerdir? Bunun için
insanlığın sosyal evriminin kısa bir özetini yapalım.
3. AVCI TOPLAYICILIKTAN TARIM TOPLUMLARINA
İnsanın doğayı dönüştürücü gücü çok sayıda bireyin birlikte hareket etmek için
örgütlenmesiyle açığa çıkmıştır. Ancak çok sayıda (makro biyologlara göre 150 birey ve
üstü) bireyin bir arada olması için besin üretimi açısından kendi kendine yeten bir ekosisteme sahip olması gerekmektedir. İnsanlığın hikâyesinin başlangıcında bu olanak
mevcut değildi.
İlk insan toplulukları avcı – toplayıcı bir örgütlenme içinde yaşıyorlardı. Farklı bir insan
türü olan ve bugün soyu tükenmiş bulunan Homo Neanderthalis grupları da avcı toplayıcı
2
olarak yaşamaktaydılar. Avcı toplayıcı grupların düzenli bir besin kaynakları yoktu. Kimi
zaman yabani meyve ve otlar, kimi zaman da av hayvanları tüketiliyordu. Büyük çaplı işler
yapabilmek için gerekli olan çok sayıda işgücünü düzenli olarak bir arada tutabilmek bu
besin rejimiyle mümkün değildi. Bu yüzden 10-30 kişilik gruplar halinde yaşamakta ve
içinde bulundukları doğa şartlarına uymak zorundaydılar. Bu yüzden düzensiz aralıklarla
yer değiştirmekteydiler. İnsanlığın sosyal evriminin bu ilk aşaması M.Ö. 9000 ‘de
değişmeye başladı: Tarım Devrimi…
Tarım toplumlarının varlığı için gerekli olan itki vahşi bitki ve hayvanların
ehlileştirilmesidir. M.Ö. 9000 yıllarında bugünkü Suriye, Anadolu, Mezopotamya ve Batı
İran’ı kapsayan “Bereketli Hilâl’de” buğday, nohut, bezelye ve mercimeğin ehlileştirildiği
tespit edilmiştir. Sarı Nehir ve Indus havzalarında pirinç, soya fasulyesi ve susam, Orta
Amerika ve Meksika’da ise mısır, patates, fasulye ve domates ehlileştirilmiştir. Tabiî ki,
farklı coğrafi şartlarda farklı tahıllar merkezli tarım kültürleri oluşmuştur. Bu gelişme
insanlığın sosyal evriminde şu olumlu gelişmeleri doğurmuştur.
(a) Ehlileştirilmiş tahıl ve hayvanlar vasıtasıyla insan toplumları kendi besin ihtiyaçlarını
kendisi üretir duruma geldi.
(b) Besin üretiminde artış nüfus artışına yol açtı. Daha kalabalık toplumların daha fazla
besin ihtiyacı sürekli üretim artışını zorunlu kıldı.
(c) İnsan toplumları toprağa bağımlı hale geldiler. Bu durum ise toplumların belli bir
yerleşim yerinde sürekli olarak iskân edilmesine neden oldu. Böylece ilk şehirler
ortaya çıktı.
(d) Çok sayıda insanın bir arada yaşaması sonucu ortaya çıkan anlaşmazlıkların çözülmesi
için herkesin kabul edeceği kurallar karara bağlandı. Böylece ilk hukuk sistemleri
oluştu.
(e) Toplumun düzenli ve barış içinde yaşaması için bireylerin belli alanlarda
uzmanlaşması ve işbölümü gerekliydi. Bu ihtiyaç toplumun sınıflara ayrılmasına
neden oldu. Bu sınıflar kabaca şöyle özetlenebilir:
 Çiftçiler: Tarımsal ürünü gerçekleştiren sınıf
 Askerler: Yerleşim yerinde kuralların uygulanması ve asayişi sağlayan ve topluluğu
dış tehditlere karşı koruyan sınıf
 Rahipler: Tarımsal üretimin düzenli olarak gerçekleşmesi için gerekli olan iklime ve
gök olaylarına dair bilgileri toplayan ve geleceğe aktaran sınıf
 Soylular ve Kral: Toplumun genel idaresini sağlayan sınıf
(f) Sınıflı toplumun oluşması ve devam etmesi için gerekli olan önemli bir özellik de
üretimin artık değer ihtiva etmesidir. Artık değer, her hangi bir üretim sürecinde
üretimi yapanların ihtiyacından daha fazla ürün elde edilmesi sonucunda oluşan ürün
fazlasıdır. Bu ürün fazlası, çiftçiler haricinde kalan diğer sınıfların beslenmesini
sağladığı gibi ürünün bir kısmı da tohumluk olarak saklanmaktaydı. Artık değer
insanın kendi ihtiyaçlarına göre oluşturduğu eko-sistemin sürekli hale gelmesi için
hayati önemdedir.
3
(g) Yapılan üretimin kaydedilmesi, tesis edilen kuralların herkese açık bir şekilde
duyurulması için kayıt tutma zorunluluğu yazının icadına ve ilk aritmetik yöntemlerine
geliştirilmesine ön ayak oldu.
(h) Farklı mal ve hizmet üreten toplumsal kesimlerin mallarını takas edebilmesi zorunlu
idi. Bu işbölümü ve uzmanlaşmanın sonucudur. Burada herkesin kazancını ve üretim
değerini koruyarak mal takasının adil ve etkin bir şekilde gerçekleşmesi için:
 Malların takas edilebileceği bir açık alan (pazar -piyasa)
 Malların takasında kullanılacak bir ortak alış veriş aracı (para)
 Malların takasının uyması gereken kurallar (Ticaret ve Borç Kanunları)
oluşturuldu.
(i) İnsanların uzmanlaşması ve toplumsal işbölümü kanunları çerçevesinde insanların
doğanın bir kısmına (toprak, su kaynakları, mahsul, meskenler ve hayvanlar) gündeme
getirdi ki, biz bunu bugün mülkiyet olarak tanımlamaktayız.
(j) Mülkiyetin bir sonraki nesle geçebilmesi için insanların özel hayatı da kurallara
bağlanmalıydı. Bu iktisadi saikle de miras kanunları ve evlilik kurumu oluşturuldu.
(k) Rahiplerin merkezinde bulunduğu tapınaklar hem toplumsal kuralların oluşturulup
kutsandığı ve kuralların yorumlandığı kurumlar – yani mahkemeler -, hem de üretimin
ve düzenin devamı için gerekli olan bilginin saklandığı ve geliştirildiği kurullar – yani
okullar ve bilim merkezleri – olarak çalışmaktaydı.
Yukarıdaki maddelerde özetlendiği üzere bugünkü toplumsal yapımızın, aile
değerlerimizin sözlü gelenek ve yazılı kanunlarımızın kaynağı; devlet, hukuk sistemi, ordu,
eğitim ve adalet sistemleri, mülkiyet, veraset ve evlilik gibi kurumların başlangıcı binlerce
insanın birlikte yaşayabilmesi ve bu birlikteliğin devamı için gerekli olan iktisadi şartlardır.
İnsanın sosyal evriminin sürekli olabilmesi için gerekli olan bilimsel gelişim, yazının
bulunması ve aritmetik yöntemlerin gelişmesi ile gerçekleşmiştir. Kısaca diyebiliriz ki,
M.Ö. 9000’den M.S. 18. Yüzyıla değin insanların yaşam tarzları toplumsal
örgütlenmelerinin temelini oluşturan kurum ve kurallar tarımsal üretimin başlamasına ve
ilk tarım toplumlarına dayanır.
Tarım Devriminin olumsuz sonuçları ise şöyle özetlenebilir:
(a) İnsanlar yaşamaları için gerekli olan sun’i eko-sistemleri oluşturduğunda bu ekosisteme uygun parazit ve bakterilerin de evrilmesine neden oldular. Doğal sonuç
salgın hastalıklardı.
(b) İnsanların her ne kadar kendi kendine yeterli olmak üzere planlanmış olan ekosistemleri bulunsa da, bu eko-sistemler yine de doğa kurallarından tamamen bağımsız
değillerdi. Büyük ölçekli iklim değişiklikleri, mahsule dadanan parazit ve hastalıklar
beklenmedik kıtlıklara ve kitlesel ölümlere sebep olabilmekteydi.
(c) Ticaret, piyasalar ve mülkiyet geliştikçe, sadece toprak ve diğer metalar alınıp
satılmaya başlanmadı ama, aynı zamanda, üretimin temel kaynağı insan emeği de
4
(d)
(e)
(f)
(g)
metalaştı. Bunun sonucu çiftçi sınıfının toplumun yönetimi içinde etkinliğinin olmadığı
gibi aynı zamanda gitgide artan bir sosyal baskı altında yaşaması oldu.
İnsan emeğinin metalaşmasının en uç noktası kölecilik olarak ortaya çıktı. Köle
emeğine dayalı Firavunlar Mısır’ı, Pers imparatorluğu, Akdeniz’de Kartaca ve Grek
ticaret imparatorlukları ve Roma İmparatorluğu gibi devasa organizasyonlar ortaya
çıktı.
Üretimdeki artık değer gitgide artan ölçülerde egemen sınıfların (rahipler ve soylular)
lüks tüketimleri için harcanmaya başladı. Bu boş zaman ve lüks tüketim bu gün bilinen
güzel sanatların temelini oluşturdu ancak insanlığın erdemini ve yaratıcılığını
simgeleyen bu eserler milyonlarca çiftçi ve kölenin emekleri üzerine bina edildi. Tarım
ekonomilerinde sanat küçük bir yönetici azınlığı ilgilendirirdi. Zaten eğitim sadece bu
yönetici azınlık için geçerli hale gelmişti. Geniş üretici sınıflar büyük oranda eğitimsiz
ve kültürel ürünlere erişebilmekten uzaktı.
İlk başta insan nüfusuna göre ekilebilir arazi neredeyse sınırsız ölçekte olduğu için
insan nüfusu arttıkça daha fazla arazi ekilmesi sorun olmamaktaydı. Ancak zamanla
nüfus artışı nedeniyle ekilebilir araziler kıtlaştığı için toprakların önemi arttı ve insan
grupları arasında topraklar için mücadele ilk savaşların ortaya çıkmasına neden oldu.
Aslında ilk tarım topluluklarında adalete ve doğal uyuma dayalı, dayanışmacı ve
barışçı ana erkil düzenler hâkim iken, sınıflı toplumların oluşması tarım topluluklarını
hiyerarşik ve baskıcı, savaşçı ve rekabetçi ataerkil toplumlara dönüştürdü.
Görüleceği üzere insanlığın bu gün sahip olduğu değerlerin içerisindeki olumsuz ögelerin
de temeli yine tarım devriminde saklıdır. Tarım devrimi olumlu ve olumsuz sonuçları ile
insanın doğayı dönüştürmesinin ve medeniyetin başlangıcını temsil etmektedir. Ancak,
yine de, genel hatları ile tarıma dayalı ekonomiler doğa kurallarına bağımlı
durumdaydılar. Doğayı insanın büyük oranda denetimi altına alması Sanayi Devrimi
sayesinde gerçekleşecekti.
4. SANAYİ DEVRİMİ VE SANAYİ TOPLUMLARI
Sanayi devrimi, insanlığa Kapitalist Ekonomik Sistem, Millet kavramı ve Milliyetçilik ile
modern Ulus – Devlet’i hediye etti. Sanayi devrimi, aslında, insanlık tarihinde ilk defa
üretim sürecindeki ana girdinin doğal kaynaklar kökenli olmadığı bir üretim sürecine yol
açtı. Sanayi devrimi ile iktisat biliminde “fiziki sermaye” tabiri ile anlatılan, üretim
sürecinde kullanılan makine ve teçhizat en temel üretim faktörü konumuna geldi. Tarım
ekonomisinde toprağın yerini sanayi ekonomisinde sermaye almıştı. Sermaye topraktan
farklı olarak sistem içinde üretilen ve hacmi arttırılabilen bir üretim faktörüydü. Sermaye
üç ana kategoride sınıflandırılabilir:
iiiiii-
Fizikî Sermaye: Üretimde kullanılan makine ve teçhizat
Mali Sermaye: Üretimde kullanılan makine ve teçhizatın alımı ve bizatihi üretimin
finansmanında kullanılan para ve menkul kıymetler
Beşeri Sermaye: Geçmişten gelen birikmiş bilgi ve eğitim düzeyi
5
Sanayi ekonomisini tarım ekonomisinden farklılaştıran unsurlar aşağıdaki gibi
özetlenebilir:





Tarım ekonomisinin büyüklüğü ekilebilir toprak hacmiyle sınırlıdır. Yeni kıtalar
keşfedilmedikçe ya da kılıç gücüyle yeni ülkeler fethedilmedikçe bir ekonominin
belli bir sınırın üstünde büyümesi mümkün değildir. Sanayi ekonomisinin
büyüklüğü ise sermaye hacmi ile bağlantılıdır. Bu ise, özellikle fizikî sermaye, insan
eliyle üretilir ve hacmi doğal yollarla sınırlanmamıştır. Dolayısıyla sanayi
ekonomisi sürekli büyümesi için önünde maddi bir engel olmayan bir iktisadi
sistemdir.
Tarım ekonomisinde üretim hacmi sınırlı olduğu için piyasalar büyümemiş ve yerel
ölçekte kalmıştır. Buna bağlı olarak da idari sistemler yerel ölçekte kurgulanmış ve
bir devletin içinde bölgeler arasında ticaret çok teşvik edilmemiştir. Sanayi
ekonomisinde üretim hacmi mutlak değer olarak arttığı için, firmalara yerel
pazarlar yetmemiş ve her ülke içindeki bölgesel pazarlar birleşerek ulusal pazara
dönüşmüştür. Bunun sonucu ise idarenin bütün ulusal ekonomi bazında tek
tipleşmesi ve ulus devlettir.
Ulusal pazarın ve ulus devletin ortaya çıkması ülke sınırları içindeki bütün
vatandaşları tek bir ortak kimlik ve aidiyet etrafında toplayacak yeni kavramlara
ihtiyaç yaratmıştı. İşte Millet – Ulus kavramı ulusal piyasa ve ulus devletin sınırları
içinde yaşayanları tek aidiyet altında toplamak amacıyla geliştirilmiş iktisadi ve
siyasi bir kavramdır. Bu kavram, tabiî ki, ulus devletin sınırlarını aşan dini ve ırkî
birliklerin ve dolayısıyla dini ırkî aidiyetlerin ve yine ulus devletin sınırları içinde
daha küçük bölgelere dayanan yerel kimlik ve aidiyetlerin de geri plana çekilmesi
sonucunu doğurmuştur. Ele alınan ulus – millet kavramı çerçevesinde, bu aidiyeti
oluşturan ideoloji de ulusçuluk – milliyetçilik olmuştur.
Tarım toplumunda ana üretim merkezi kırsal kesimdir. Şehirler, tarımsal ürünün
pazarlandığı ticaret merkezleri, hâkim din kurumlarının yerleştiği din, eğitim ve
adalet merkezleri, boş zaman ve lüks tüketime yönelik mal ve hizmetlerin
üretildiği kültür ve sanat merkezleri ve asayişi sağlayacak askeri üsler
konumundaydı. Yani, üretici olmayan azınlıktaki egemen güçlerin yerleştiği
merkezler konumundaydı. Sanayi ekonomisinde ise şehirler aynı zamanda ana
üretim merkezi konumuna da erişti. Ana üretimin kol gücü emeğini sağlayan işçi
kitleleri şehirlerin kalabalıklaşmasına yol açtı. Yönetim ve üretim merkezlerinin
birleşmesi, neticede, idarenin, eğitimin ve eğlencenin kitleselleşmesine yol açtı.
Bunun sonucu, milli eğitim sistemleri, popüler sanat ve seçime dayalı çok partili
demokrasiler oldu.
Tarım ekonomisinde girdiler daha çok reel iktisadi mal ve hizmetlerdir. Üretim ve
tüketim zamanları daha çok iklimlerin seyrine bağlı olduğu için düzenli aralıklarda
seyreder. Sanayi ekonomisi ise doğal etkenlere bağımlılığı minimum düzeye
indirmiştir. Bununla birlikte üretimde gecikmeler artmış, bir üretim tesisin inşa
6



edilmesi (yani yatırım)için gereken zaman sektörden sektöre değişim gösterirken,
üreticiler üretim kararlarını daha çok artan oranda tahmini bir gelecekteki kesin
emin olmadıkları satış miktarlarına göre belirlemeye başlamışlardır. Bu da tarım
ekonomisine göre çok daha yüksek oranda belirsizliğe yol açmıştır.
Tarım ekonomisi yerel bazda küçük ölçekli üretime dayalı iken, sanayi ekonomisi
ulusal bazda büyük ölçekli üretime dayanmaktadır. Bu da, sanayi ekonomisinde
mali sermayenin (bankacılık sistemi ve menkul kıymet piyasaları) önemini
arttırmış, üretim büyük ölçekli Anonim Şirketler eliyle yapılır olmuştur.
Bütün 20. Yüzyıl boyunca Sanayi Ekonomisi’nin ulaştığı durum, reel ekonominin
artık soylu ve rahipler sınıfının güdümünden çıkarak büyük ölçekli firmalar ve mali
sermayenin güdümüne girmesidir. Çünkü hem asker sınıfı kitleselleşmiştir
(profesyonel askerlik yerine milli ordular ve zorunlu askerlik), hem de idari sınıflar
(kral ve aristokratlar yerine halkın içinden seçilmiş politikacılar). Eğitimin ve
adaletin ulus devlet standartlarına göre düzenlemesi neticesinde din adamları
sınıfının bu sosyal ihtiyaçları belirleyen gücü ellerinden alınmış, kitlesel milli eğitim
ve laik hukuk sistemlerine geçilmiştir.
Sanat ürünleri ve kültür faaliyetleri azınlık soylular sınıfının lüks tüketimleri ve boş
zaman eğlencesi olmaktan çıkmış, kitleselleşen şehirlerde yaşayan büyük hacimli
çalışan kitlelerin ihtiyaçlarına yönelik olarak kitleselleşmiş ve popülerleşmiştir. Bu
ise teknolojideki gelişimle birlikte medya iletişim sektörünü ön plana çıkarmıştır.
Sanatçılar ve medya iletişim sektörü ise, geneli itibari ile, sanayi toplumunda geniş
çalışan kitlelerini sanayi toplumunun ideolojisi ile bilinçlendirme (milliyetçilik ve
kitlesel tüketim kültürü) ve sisteme entegre etme vazifesini üstlenmiştir. Bu
anlamda tarım toplumunda din adamlarının bir başka işlevini de bu sınıflar
üstlenmiştir.
5. SONUÇ
Medeniyet ya da insanları kendilerine has ve kendi elleriyle inşa ettikleri eko – sistemleri,
temel olarak, o insan topluluklarının üretim teknolojileri, üretim sistemleri ve paylaşım
düzenleri tarafından belirlenmektedir. İnsanlık tarih boyunca ilerledikçe, medeniyet
kavramının dayandığı şehirler, insan toplumlarının örgütlenmesinde git gide artan bir
işleve sahip olmaktadır. Ancak, adeta devasa arı kovanlarına benzeyen bu şehirler, aynı
zamanda trajik bir şekilde doğanın bir parçası olan insanı gitgide doğadan koparmaktadır.
Yaratılan bu beton fanuslar içerisinde, insan, kendi ontolojik varlığından geçen zamanla
birlikte uzaklaşmaktadır. İnsan bu gün biyo-teknoloji vasıtasıyla kendi doğasına bile
müdahale edebilecek konumlara erişmektedir. Bu gelişmelerin sebep olacağı sonuçları bu
gün endişe ile tartışmaktayız.
7
Download