ın Irakeyn Seferi (1533-1535)

advertisement
Kanuni Sultan Süleyman’ın
Irakeyn Seferi (1533-1535)
Öncesi
Anadolu’da
Ortaya
Çıkan Bazı Gelişmeler
Kılıç, R. (2000). Kanuni Sultan Süleyman’ın Irakeyn seferi
(1533-1535) öncesi Anadolu’da ortaya çıkan bazı gelişmeler.
Türk Kültürü, YIL XXXVIII, S. 442, Ankara, ss. 85-102.
Prof.Dr Remzi Kılıç
Niğde Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi
Irakeyn Seferi (1533-1535), Osmanlı Devleti Padişahı Kanuni
Sultan Süleyman;ın (1494-1566) İran;da hüküm süren Safevi
Devleti Hükümdarı Şah Tahmasb;ın (1514-1576) üzerine yaptığı
üç büyük seferinden ilkidir.
Kanuni Sultan Süleyman;ın fütuhâtının çoğu Balkan ve Avrupa
toprakları üzerine olmuştur. Kendisi bizzat on üç büyük Seferi Hümâyûn;a çıkmış, ancak Safevi Şah;ının tavırları onu zaman
zaman İran üzerine de yürümeye mecbur etmiştir.
Kanuni Sultan Süleyman;ın bu meşhur seferi kaynaklarımızda
;Irakeyn Seferi; olarak zikredilir. Arapça;da ;İki Irak;
anlamına gelen Irakeyn;den maksat; ;Irak-ı Arab; denilen
Bağdat ve havalisi ile, ;Irak-ı Acem; denilen; Bağdat;ın
kuzeybatısıdır ki, Hemedan;dan Tebriz ve havalisini içine alan
coğrafyadır.
Kanuni Sultan Süleyman;ın 1520;de tahta geçmesinden itibaren,
1533;te başlayan Irakeyn Seferi;ne kadar, Osmanlı Devleti ile
Safevî Devleti cephesinde meydana gelen gelişmeleri öneminden
dolayı bu çalışmamızla ortaya koymak istıyoruz.
Sultan Süleyman;ın İran;la ilgili olarak ele aldığı ilk
konulardan birisi, babası Yavuz Sultan Selim;in Tebriz;den
(1514) sürüp getirdiği altı yüz ev;den mürekkep sürgünlere
hürriyetlerini iade etmesidir. İsteyenlerin memleketlerine
gitmelerine müsade ederken, dileyenleri de İstanbul;da
kalmaları konusunda serbest bırakmıştır. Yine Yavuz Sultan
Selim zamanından kalan, İran;a karşı uygulanan ;İbrişim
Yasağı; denilen, ipek ticareti boykotu kaldırılmıştır. Bu
tedbirin tatbikatında ki şiddetten dolayı bir çok ticarethane
sahibi zarar etmişti. Haksız yere bir çok kıymetli mallar
müsadere edilmişti. Zararlar tazmin edilerek, ticaret serbest
bırakılmıştır. Yavuz Sultan Selim zamanında, yasağa rağmen
ticaret yapıp tutuklanan ve zindana atılan tüccarlar
bırakılmış, müsadere edilen malları iade edilmekle beraber
telef olup bozulan veya sarfedilenler yerine devlet
ambarlarından karşılığı iade edilmiş, hazineden ;… yüz kere
yüz bin;den ziyade akçe …; on milyon akçe;den fazla altın
çıkarılıp, her hak sahibine hakkı iade edilmiştir.
Kanuni Sultan Süleyman;ın Osmanlı tarihinde cihangirliğinden
ziyade adaletini gösteren bir isim bırakmış ve herkesin
güvenini sağlamış olmasını sağlayan yalnız kağıt üzerinde bir
takım kanunlar tedvin ettirmiş olmasından değil, bilhassa
nizama ve hakka riayet etmiş olmasından dolayı gösterdiği
adalettir. Genç yaşta adaletle işe başlayan Kanuni Sultan
Süleyman, şiddet ve vahşetinden dolayı, ;Kanlı; lakabıyla
anılan Donanma Kaptanı Ca;fer Bey;i ;sû-i istimâl; den dolayı
azl eyledi. Suçunun sabit olduğu ortaya çıktığı zaman da idam
ettirdi. Bunun gibi hakkında şikayet vaki olanlar ve
asayişsizliğe cür;et edenler; halkı bizar eden bazı devlet
adamları, idareci ve askerler de hak ettikleri cezaları
görmüşlerdi.
Safevi Devleti;nin mühim bir gelir kaynağı da, Osmanlı Devleti
ile yapılan ticarî faaliyetler idi. Yavuz Sultan Selim
devrinde, İran;a tüccarların; bakır, demir, altın ve gümüş
madenleri ile ateşli silahlar götürmeleri ve satmaları da
yasak edilmişti.. Böylece Sultan Selim, Safevîleri güçsüz ve
zayıf bırakmak arzusundaydı. Oysa, Kanuni Sultan Süleyman,
İran;a karşı daha ılımlı, yumuşak ve anlayışlı davranıyordu.
Bu tutumu ise, bazı yazarlar tarafından tenkit edilmiştir.
Yavuz Sultan Selim;in İran elçilerini öldürtmesi veya
hapsetmesi, İran;a ekonomik ambargo uygulaması kendisinin, ani
vefatıyla sona ermiş, İran;a derhal sefer açması beklenen veya
icabeden, Kanuni Sultan Süleyman ve O;nun veziri İbrahim Paşa,
Selim;in tatbikatlarını uygulamadan kaldırmışlardır. ;Sultan
Selim;in ülkücü ruhu, ne ümerasına ne ulemâsına ve ne de oğlu
Süleyman;a tesir etmemiştir.; Yine Kanuni Sultan Süleyman
için; ;O, Yavuz;un dini hakimiyeti ve demir gibi iradesinden
yoksundu, ayrıca devrin bazı erken dahili isyanları ve O;nun
batı ile uzun süren savaşları, derhal şark (doğu) meselesiyle
meşgul olmasına fırsat vermedi; denilmektedir.
Türklerin uzun zamandır duraklamış bulunan batı taarruzları,
Kanuni Sultan Süleyman;ın tahta çıkmasıyla yeniden ele alınmış
ve Şark meseleleri ile meşgul bulunduğu bazı haller müstesna
hiç inkıtâya uğramaksızın bütün saltanatı boyunca devam etmiş,
bu da Kanuni Sultan Süleyman;ın esas siyaseti olmuştur.
Takip edilen siyasete bakıldığında, Kanunî Sultan Süleyman;ın,
Yavuz Sultan Selim kadar, Şiî-Safevî Devleti;ni yok etmeyi
amaçlamadığı görülecektir. Zaten, Kanunî Sultan Süleyman;ın
tahta geçtiğinde Osmanlı Devleti;nin iki cepheden birisiyle
savaşmak durumu vardı. Hem Batı ile hem de İran ile savaşmak
gerekiyordu. Belki gelişen olaylar, değişen şartlar veya
devlet erkanının etkisi ile Kanunî Sultan Süleyman, sefer
tercihini öncelikle Batı;ya karşı yapmak zorunda kalmıştır.
Ayrıca Doğu;yu ihmal ettiği, asla söylenemez. Fakat öncelikli
mesele olarak görmemiş olabilir. Burada şunu hemen belirtelim
ki, Kanunî Sultan Süleyman, Doğu;yu ve Güney;i de aslâ ihmâl
etmemiştir. Şartların ve siyasetin gereği olarak daha çok Batı
ile savaşmak veya uğraşmak zorunda kalmıştır.
Sultan Süleyman, tahta cülûsunu; valilerine, Mısır;a, Kırım
Han;ına ve Mekke Emîri;ne nâmeler gönderip duyurmuştu. Şam
valisi Canberdi Gazâlî, Yavuz Sultan Selim;in vefatı üzerine,
;Melikü;l-Eşref; ünvânıyla hemen hükümdarlığını ilân edip,
adına hutbe okutup, para bastırmış, Osmanlı;ya karşı birlikte
hareket için Şah İsmail;e de mektup yazmıştı. Canberdi Gazâlî,
yirmi bin kişi ile Halep üzerine yürümüştü. Mısır Beylerbeyi
Hayır Bey, durumu Osmanlı Padişahı;na derhal bildirmiş, bunun
üzerine Ferhat Paşa görevlendirilmiştir. Henüz Ferhat Paşa
gelmeden Şahsuvaroğlu Ali Bey;de yardıma gönderilmişti.
Şahsuvaroğlu Ali Bey Gazâlî;nin kuvvetlerine Halep;te ağır bir
darbe vurmuş ve Halep;i kurtarmıştır. (927/1521). Ferhat Paşa
da gelerek yapılan son çarpışmada Canberdi Gazâlî katledilmiş
ve Ferhat Paşa, sınıra asker yollayıp, Şah İsmail;i kontrol
için Kayseri;de kalmıştır.
Kanunî Sultan Süleyman, Avrupa seferlerine başlamadan önce
İran ile geçici bir dostluk kurmak istemiş olmalı ki, İran;la
ticareti serbest bırakıp, zararları on milyon akçeyi bulan
malları ödedikten sonra, daha da ileri bir adım atarak, kendi
cülûsu münasebetiyle İran Şah;ına bir mektup göndererek,
kendisine batılı ;Kafir; kuvvetlerine kaşı dostluk ve
işbirliği teklif etmiştir. Bu durum Osmanlı;ların tutumunda
katiyetle önemli bir değişiklik, Safevî‘lere karşı belirli bir
yumuşaklıktı. Safevîler eğer bu iyi niyeti ve anlayışı
değerlendirebilselerdi, hem Osmanlılar hem de kendileri için
büyük can ve mal kaybına yol açan şiddetli savaşları
önleyebilirlerdi. Şah İsmail, Kanunî Sultan Süleyman;ın bu iyi
niyet hareketine aynı karşılığı göstermemiştir. Kanuni Sultan
Süleyman;ın, Şah İsmail;e gönderdiği, Padişahlara mahsus lakâb
ve ünvanlarla başlayan bu mektup; (927/1521) ;Nitekim, her
devirde bir halife vardır ve onun vazifesi İslâm;ı savunmak,
kafirlere karşı cihad etmektir;. Tahta cülûsu ile bu vazife
Sultan Süleyman;ın omuzlarına yüklenmiştir. Bu sebeple Şah;ın
kendisi ile işbirliği yapması kâfirlere karşı birlikte hareket
ve padişah sınırlarında barış sağlanması ve ticaretin serbest
yapılmasını, sınırların açılmasını teklif ediyor, Safevî
hanedanının saltanatının devamı için dualarla son buluyordu.
Sultan Süleyman, Belgrad fethinden dönmüştü ki (1521), babası
devrinde büyük yararlılıkları görülen, Canberdi Gazâli;yi
ortadan kaldıran Maraş Beylerbeyi Şehsuvaroğlu Ali Bey;in
Anadolu;da karışıklıklar çıkardığını, fakat ayaklanma için
durumun elverişli olmadığından girişimini ertelediğini haber
almıştı. Anadolu tarafını yöneten Ferhat Paşa;ya Şehsuvaroğlu
Ali Bey;in başını vurmasını emretmiştir. O da Sultan;ın
kendisini güya İran seferine serdar tayin ettiğini ve Ali
Bey;le görüşmek için yanına gelmesini dostça bir mektupla
bildirmiş, Ferhat Paşa;nın amacından ve Sultan;ın buyruğundan
haberi olmayan Maraş Beylerbeyi Şehsuvaroğlu Ali Bey de iki
oğlu ile çağrıya uyarak gelmiş ve Ferhat Paşa çadırında
katlettirmiştir. Ali Bey;in katlinde, Ferhat Paşa;nın
söylediği yalanların tesiri olduğunu tarihçiler esefle
yazmışlardır. (928/1522). Bu sırada Kanunî Sultan Süleyman;a
Şirvan Şah;tan; ;tebrik-i cülûsu hümâyûn ve ta;ziye;yi şâmil;
bir mektup gelir ki (1521) kısaca; Sultan Süleyman;ın tahta
geçişini tebrik edip, Yavuz Sultan Selim;in vefatından dolayı
üzüntülerini bildirmekteydi.
Kanunî devri başlarında geldiği tahmin edilen, fakat tarihi
belli olmayan bir mektupta; Horasan Hâkimi, ülkede iktidar
kavgaları ve iç savaşların olduğunu, Hüseyin Baykara;nın dört
yıl boyunca ülkeyi istilâ ettiğini, halkın ızdırap çektiğini,
şimdi ise etraftan alınan yardımlarla huzurun sağlandığını
belirtmekteydi.
Yavuz Sultan Selim;in vefatından sonra geniş bir nefes alan
Şah İsmail, Kanunî Sultan Süleyman;a taziyet ve cülûsunu
tebrik;e lüzum görmemişti. Fakat çok geçmeden Macaristan;a
yapılan Belgrad Seferi (1521) ve Rodos (1522) ile çevresindeki
adaların fethi ve parlak neticeleri, Kanuni devrinin,
İranlılar için Yavuz devrinden daha az tehlikeli olmayacağını
göstermiştir.
Şah İsmail, ancak Belgrad ve Rodos ile çevresindeki adaların
bizzat Kanunî Sultan Süleyman tarafından fethi üzerine,
cülûsundan iki sene sonra hatasını tamire kalkışarak
İstanbul;a tebrik ve taziye bildirmek üzere bir sefaret
hey;eti yollamıştır. Şia ulemâsından Tacüddin Hasan Halife
başkanlığında 929/1523 sonbaharında beş yüz kişilik bir süvari
heyeti mutantan bir gösterişle İstanbul;a gelmiştir. Bu durum
Kanunî;nin gayzını teskin şöyle dursun, gazâbını büsbütün
tahrik eylemiş, hey;etten ancak yirmi kişi İstanbul tarafına
geçirilip diğerleri Üsküdar;da alıkonulmuştur.
Şah;ın elçisi Tacüddin Hasan Halife, Kanunî;ye; Şah İsmail;in
tebrik ve taziyetini bildiren nâmeyi vermiştir. Bu
mektupta;Şah İsmail; Sultan Süleyman;ın cülûsunu tebrik,
kafirler üzerine kazandığı zaferleri takdir ediyor, bunları
İslâmiyet;e hizmet olarak niteliyor, Rodos için tebrikini
bildiriyor, ayrıca Yavuz Sultan Selim;in vefatını taziyet
ediyordu. Şah İsmail;in gönderdiği nâmeye cevap olarak
Reisu;l-Küttâb, Cevri Çelebi inşâsıyla, Kanunî Sultan Süleyman
tarafından dostça 14 Muharrem 930/23 Kasım 1523;te Şah
İsmail;e bir cevap gönderilmiştir.
Kanunî Sultan Süleyman;dan sonra Osmanlı Devleti;nin ikinci
adamı olan İbrahim Paşa, ileride görüleceği üzere çok geniş
yetkiler ile bir çok faaliyetler icrâ edecektir. Pargalı bir
gemicinin oğlu iken, köle olarak satıldıktan sonra bir tesadüf
eseri olarak Kanunî Sultan Süleyman;a intisap eden ve Osmanlı
tarihinde; Frenk, Makbul, Maktul İbrahim adlarıyla anılan,
İbrahim Paşa, bir hiç iken, Kanunî Sultan Süleyman;ın,
hükümdarlığı ile ;Doğancıbaşı; daha sonra da ;Has odabaşı
ağalığı;na tayin edilmişti. Pirî Paşa emekliye ayrılanca
an;aneye aykırı olarak Sultan Süleyman; İbrahim Paşa;yı veziri a;zamlığa getirmişti (1523). İbrahim Paşa, Sultan
Süleyman;ın korumasında oldukça zenginleşip, Süleyman;ın
sarayının bir benzeri konağını Atmeydanı;na yaptırmış, kendi
başına divânlar toplayıp, zamanla âdeta padişah gibi
davranmaya başlamıştı. Çünkü evvelce, kendi başına kimseye
sormadan karar verip uygulama yetkisini Padişah;tan almıştı.
Gelen yabancı devlet elçilerini bir padişah gibi kabul eder,
onlarla sınırsız yetkilere sahip olarak görüşebilirdi.
Vezir-i a;zam ile arasındaki samimiyeti ve dostluk bağlarını
artırmak isteyen Kanunî Sultan Süleyman, Yavuz Sultan Selim;in
kızı ve kendi kızdardeşi Hatice Sultanı, İbrahim Paşa;ya
vermek suretiyle Osmanlı hânedanına dâmat yapmıştır. İbrahim
Paşa;nın düğünü on beş gün on beş gece sürmüş ve Atmeydanışimdiki Sultan Ahmet Meydanı-;nda yapılmıştı. Osmanlı
düğünlerinin en muhteşemlerinden biriydi. (18 Receb 930/ 13
Mayıs 1524). Pecevî İbrahim Efendi ise; İbrahim Paşa;nın
Padişah;ın kızı ile evlenmek üzere Kanunî Sultan Süleyman;dan
izin istediğini O;nun da kabul edip, şahsen düğün törenini
şereflendirmeyi vaad ettiğini yazmaktadır.
Solakzâde ise; ;8 Recep 930/ 13 Mayıs 1524;de ibrahim Paşa;nın
düğünü oldu, çok gösterişli ve görkemli ziyafetler verildi.
Ertesi gün sağdıç Ayas Paşa ve diğer vezirler, defterdarlar,
yeniçeri ocağı gazileri, Damat İbrahim Paşa;yı getirdiler;
demektedir.
Padişah düğünü şereflendirmek üzere gelirken, yerlere atlas,
kadife ve diğer kaliteli kumaşlar döşenmiş, altınlar
saçılmıştır. Padişah düğünde tahta oturunca sağ yanında
Şeyhü;l- İslam ve Müfti Kemal Paşazâde, sol yanında hocası
Molla Hayreddin yer alıp, diğer âlimler ve müderrisler
derecelerine göre, Padişahın karşısına oturdular. İbrahim;in
düğününün çok mutandan olduğu muhakkaktır. Çünkü Padişah;ın
başveziri ve en sâdık arkadaşı, sevdiği ve oldukça güvendiği,
yetkilerle donattığı bir kimsedir. Fakat evlendiği kız
üzerinde ihtilaf vardır. Bu da ayrıca bir inceleme konusu
olabilir.
İbrahim Paşa;nın düğünü ile Şah İsmail;in vefatı aynı günlere
tesadüf etmektedir. Şah İsmail, ömrünün son kışını Tebriz;de
geçirmiş 930/ 1524 baharında, Batı Şirvan;ın merkezi Şeki;ye
gitmiş ve buranın hakimi Hüseyin Bey, kendisini ağır
armağanlarla karşılamıştı. Bu sırada hastalığı ağırlaşan Şah
İsmail, başkente dönerken Azerbaycan;da Sürhab havalisinde
vefat etmiştir. (19 Receb 930/ 23 Mayıs 1524).
Şah İsmail;in cenâzesi Erdebil;e getirilip ceddi Şeyh
Safiyüddin;in yanına gömüldü. On üç yaşında hükümdar olan Şah
İsmail, yirmi dört senelik saltanatı sırasında son derece
mutaassıp bir Şiî olarak kan dökücülüğü ve merhametsizliği ile
tanınmıştır. Bilhassa Sunnîlere karşı zalimâne tavır takınmış,
Şiiliği siyasî emelleri için çok iyi bir şekilde kullanmıştır.
Şah İsmail;in kurduğu Şii-Safevî Devleti bir çok bakımdan
Akkoyunlu Devleti;nin devamı sayılmaktadır. İktidarını Şiî
mezhebine ve etrafında bulunan Türk oymak beylerine borçludur.
Çok zeki ve kabiliyetli bir şahsiyet olan Şah İsmail, iyi bir
eğitim ve terbiye görmüş, cesareti ve mahareti ile Safevî
Devleti;nin kendisinden sonra da canlı olarak kalmasını
sağlamıştır. Kanunî Sultan Süleyman, Şah İsmail;in vefatına
dair işitilen haberin sıhhatini öğrenmek için Geylan hakimine
ve Şirvan Şah;a birer mektup göndermiştir. (Ramazan 930/
Temmuz 1524).
Şah İsmail;in vefatı üzerine, İran tahtına büyük oğlu Ebu;lMuzaffer Tahmasp Bahadır Han (1514-1576) geçmiştir. 26
Zilhicce 919/ 22 Şubat 1514;de İsfahan yakınındaki Şahabad;da
dünyaya gelen, Şah Tahmasp, babasının yanından hiç ayrılmamış,
onun vefatıyla Safevî tahtına Mayıs 1524;de on bir yaşında
cülûs etmiştir. Şah Tahmasp çok küçük olduğu için devlet
idaresi naiblerin eline geçmişti. Türk boylarından her biri
–umumiyetle- İran;ın bir bölgesini dirlik halinde elinde
tutuyorlardı. Ustacalular, valilerinin sayısı ve en mühim
mevkilerde olması dolayısıyla yine en başta geliyordu.
Ustacalular daha ziyade; Azerbaycan, kısmen Acem Irak;ında
bulunuyor ve Kirman;a tasarruf ediyorlardı. Şamlular
Horasan;da, Tekelüler İsfahan ve Hemedan başta olmak üzere
Irak-ı Acem;de hakim durumdaydılar. Musullular Bağdat;ta,
Dulkadırlular Fars;ta, Rumlular Azerbaycan ve Erran;da,
Kaçarlular ve Karamanlular Gence ve Berda yörelerinde,
Afşarlar Küh-ı Gilü;ye bölgelerinde, hüküm sürmekteydiler.
Şirvan, Gilân, Mâzenderân, Lûristan eskisi gibi mahalli
sülâlelerin elinde idare edilmekteydi. İran tahtına küçük bir
çocuğun geçtiğini duyan Özbek Türkleri, Horasan;ı ele geçirmek
için işgal etti ise de Safevî Ordusu bunları geri
püskürtmüştür.
Şah İsmail;in kalabalık
bir
heyetle
İstanbul;a
sefaret
göndermesine öfkelenen Kanunî Sultan Süleyman, bir de Şah
İsmail;in 929/ 1523;te Osmanlılara karşı, Şarlken;den bir
mektupla yardım talebinde bulunduğunu işitince İranlı;ların bu
tavrına kızarak –o devrin kaidlerine göre- Gelibolu;da Sultan
Selim
devrinden
beri
mahpus
bulunan
İranlıları
katlettirmiştir. Osmanlı Devleti, iki yakın komşusu doğuda
;Şii Acemler; ve batıda ;Gayr-i Müslim Macarlar; ile henüz
barış akdetmemişti. İran;la Çaldıran Savaşı;ndan, Macar
Krallığı ile de Belgrad Seferi;nden(1521) beri Osmanlıların
düşmanlığı, aralarında savaş olmasa da sürüyordu.
Nihayet Şah Tahmasp;ın, İran tahtına geçtiği haberi bir
sefaretle kendisine tebliğ olunmadığı için, Kanunî Sultan
Süleyman, Şah Tahmasp;ı tebrike lüzum görmedi. Bununla da
iktifa etmeyen Padişah, Şah Tahmasp;a hakaret dolu, uzun bir
tehditmane;yi Koca Nişancı Celalzâde inşâsıyla yazdırıp
gönderdi (1525).
Kanunî;nin mektubunda; Tahmasp;ın niçin cülusunu bildirerek
;arz-ı ubudiyyet; etmediği sorulup, muaheze edilmekte, yakında
Şark Seferi;ne çıkılacağı belirtilmekte, babalarının
zamanındaki gibi, iki genç hükümdarın savaş alanında bir defa
daha karşı karşıya gelmesi, boy ölçüşmek arzusu
bildirilmekteydi. Ayrıca Şah İsmail;in Sultan Selim
tarafından, mağlubiyeti hatırlatılmaktaydı. Kanunî;den
Tahmasp;a hitaben: (kısaca) ;Tahmasp bahadır… sahibi temkin
südde-i kerdün nişan turabına yüz sürüb dergah-ı cihanpenahıma
izhar-ı ubudiyyet ve imtisal kılmıştır. İmdi sen dahi sadmet-i
savsar kahramani, ve süfüt ve dahşet ayet-i itabımdan şeme
müşahid eyleyüb.. aşub cengde kazay-ı vesia cihan başka tenk
görünüb zemzeme-i merdan aduvkeş vasfi şiken velvele-i tüfenk
ve darbzen huruş efken vücud u bî sûd ki,… İmdi habir ve ona
olasız ki inan-ı azimet zafer kıranım senin üzerine münatıf
olub askeri zafer rehberin hücum nüsret mersumları
vilayetinedir. Mukeddema tenbihi ahval karzar şemie merdıyye-i
dilaverân;ı nâmdaran olmagın sana dahi i;lam olundu. Şöyle
bilki güruhu enbuh kuh-ı şeküh, vilayetine dahil olub hanımân
ve memleketin târâc itmeden tâc-ı ilhâd revâcın başından
çıkarub tarika-i ecdâdına sâlik olub ibdâlvâr nemud giyüb
zaviye-i dervişi ve meskenette ve tekke-i mezlette münzevi
olub … Eğer tabiatı dâlâlet serkesinde zere kadar celâdet ve
gayret olaydı, çoktan helak olurdun… pes bunun gibi
inayetimize mazhar düşüb kılıcımız altında canhirâsına emân
verildi. Niçün dergâh-ı cihanpenâh ve bârgâh-ı felek
iştibâhımıza âdem gönderüb arz-ı ubudiyyet ve cân sipâri ve
izhar-ı rakiyyet ve hâskâri itmedin? Bu noksan akıl ile tamam
gururun ve daire-i dâlâletin ademi udülün olmağın
inşaallahulizze ve;l-ikram meymunuma mucib ve bais oldu. Otağı kerdün nitâk arazi-i Tebriz ve Azerbaycan belki memâlık-i
İran ve Turan vs. Vilayet-i Semerkand ve Horasan sahralarında
kurulmak mukarrer oldu. Bu zamana değin te;hire sebeb Aksây-ı
memâliki mahmiye de Küffarı Engürüs (Macaristan) ve Efrene;de
vaki olan Belgrad ve Rodos ki muazzımâtı kal;a rab;ı meskün
olub…; denilmekteydi.
Yavuz Sultan Selim;in yerine Osmanlı Cihan Devleti;nin tahtına
oturan oğlu Kanunî Sultan Süleyman, babasının ülkücü ruhundan
asla mahrum değildi ve zamanının gereği üzere siyasetini
yürütüyordu. Tahmasp;a gönderdiği açık mektupta; Kanunî Batı
Türklüğü ile –Anadolu ile Doğu Türklüğü- Türkistan arasında,
Şii Safevî Devleti;nin varlığına asla müsaade etmeyeceğini
Türkistan ve Maveraünnehir;deki Türk yurtlarını mektubunda
sayarak otağını Turan;da Horasan;da kuracağını söylüyordu.
;… Dünya;nın en mükemmel iki zorlu kalesi olan Belgrad ve
Rodos;a karşı düzenlediğim muzaffer seferler, yapacağım seferi
geciktirdi. Şimdi kendini kolla, dizginlerimi senin üzerine
çevirdim, Kahramanların düşmanlarına önceden savaş ilan etmesi
âdet olduğundan seni uyarıyorum…; ;… Atalarının derviş
elbiselerini giyin, başından tacını çıkar, dervişlerle
inzivâya çekil, … aksi takdirde karınca gibi toprağın içine
girsen veya kuş gibi uçup gitsen seni her yerde arar bulurum.
Ecel gibi üzerine çöken bu fermana kulak ver ve olanlardan
ders al er isen vaktine hazır olasın; Bu mektup, Sultan
Selim;in Çaldıran öncesi, Şah İsmail;e gönderdiği mektuplara
üslup olarak çok benzemektedir. Kanunî Sultan Süleyman;da
Safevî Devleti;ne
koymuştur.
karşı
tavrını
açıkça
böylece
ortaya
Sultan Süleyman;da, Sultan Selim gibi, Şii-Safevîlerin; Türk
Dünyası;nın birliğine, Anadolu;nun bütünlüğüne, Türk
Milleti;nin Sunnî akidesine en zararlı ve ortadan kaldırılması
gerekli bir unsur olduğuna tam-tamına inanmış bir Türk
hükümdarıydı. Nitekim bu değerli mektup, babası Yavuz Selim
gibi, Kızılbaş-Safevî tehlikesini kökünden kaldırmak isteyen
ve Sünnî Türkistan;a varıncaya kadar Türk âlemini de Osmanlı
Bayrağı altında birleştirmek ülküsünü güden Kanunî Süleyman;ın
birlik ve beraberlik düşüncesini açıkça göstermektedir.
Gîlan hükümdarı ve İran;daki Sünnî ulemâ;da KızılbaşSafevîlerin zulmünden dolayı, Sultan Süleyman;a şikayetlerini
bildirmişlerdi. Kanuni Sultan Süleyman, Şah Tahmasp;a yazdığı
tehditnâmeden başka 2-12 Temmuz 1525 tarihinde Haydar Çelebi
inşâsıyla Diyarbakır Beylerbeyi Hüsrev Paşa;ya şöyle bir hüküm
göndermiştir. ;… El Melikü;l-Allam Diyarbekir Beylerbeyisi
Husrev idamullahi teala ikbâlihi terkî rafi;a hümâyun vâsıl
olıcak ma;lum olaki hâliya dergâh-ı kerdûn iktidar ve bâreke
âlem medârıma mektub gönderüb Serdâr-ı zenadıka zamanı Şah
makhurun püsernâ halefi el;an Tebriz;de olduğunu ve canibi
Horasan ve Bağdad;a müteallık olan alıbârını vs. serhadlerde
olan melâhide dahi yerli yerinde mütemekkin olub, bu cânibe
hareketleri ve cünbüşleri yok idiğünü ve ulemâ-i Tebriz
cânibinden dahi vârid olan mektubunu ayni ile irsâl eyledüğün
ve mahzulü mezbûrüun… dahi atabe-i ulyâmâ gelüb umerây-ı
ekrad;ın istinâ-ı saadet eşyanıma tamam muhabbet ve ihlas ve
kemali ubudiyyet ve ihtisasların tecdid ve temkid kılub, din
ve devlet bâbında mecdi merdâne olub taife-i Kızılbaş bed
maaşın kal;a ve ka;y hususunda bu defa vilayet-i şarka
varuldukta taife-i makhûre-i mezbûranın bilkülliye umurları
tamam olub vücudu merdûdlarından ol diyar bittamam tathir
kılınmadıkça avdet olunmaya; . Bu esnâda Şah Tahmasp, Kanunî
Sultan Süleyman;a cevab yazması gerekirken, buna mukabele
etmeyerek, Alman İmparatoru; Şarlken;e (1516-1556), Macar
Kralı, II. Layoş (1516-1526) ve Portekiz Kralı, III. Jao;ya
(1521-1557), müracaat ile Osmanlılar;a karşı birlikte hareket
için ittifak yapılmasını istemiştir. Bu da İran hükümdarının
ayrıca araştırılmaya muhtaç bir diğer yönüdür.
Bütün bu gelişmeler Osmanlı Devleti açısından, belki İran;a
yapılması gereken sefer için en müsait ortamdı. Henüz İran
içten içe kaynamakta, tecrübesiz ve çocuk yaşta olan Şah
Tahmasp, belli ki Sultan Süleyman;dan korkmuş ve hemen batılı
Hristiyan devletlere şikayet etmişti. Kanunî Sultan
Süleyman;da Şark;a (İran;a) sefer açmak çabası vardı. Ancak
Kanunî Sultan Süleyman, Mohaç Seferi (1526) için Macaristan ve
Avusturya;ya askeri kendisinden önce yola çıkarmıştı. 1525
yılı sonlarında karşılaştırılan İran Seferi;ni şimdilik
ertelemek zorunda kalıyordu. Bunun yanısıra, Macaristan,
Avusturya ve Almanya üzerine seferler yapmak suretiyle, Kanunî
Sultan Süleyman hem bu devletlerin kendi aralarındaki
Osmanlı;ya karşı olan ittifakını bozmak, hem de İran;la olan
ittifaklarını dağıtmak istiyordu. Ayrıca Alman İmparatoru
Şarken;e karşı, yardım talebiyle 6 aralık 1525;de İstanbul;da
Kanunî Sultan Süleyman;a ilk Fransız elçisi gelmiş, birde
Almanlar ile Osmanlılar arasında rekabet sahası olan Macar
ülkesine Almanların, saldırı hazırlığında olduğuna dair
haberler getirmişti. İşte bu ve benzeri nedenlerden dolyı
seferin yönü yine batıya olmuştur.
Kanuni Sultan Süleyman, Osmanlı Ordusu ile Avrupa;ya sefer
için çıktıktan sonra, meydana gelen önemli bir gelişme de,
Anadolu;da zaman zaman çok tehlikeli boyutlara ulaşan,
;Kızılbaş-Türkmen; isyanlarıdır. Bu olaylar devletin iç
bünyesine; nüfus, asayiş-huzur, vergi gibi konularda zarar
vermiştir. Ancak birlik ve beraberlik her şeye rağmen devam
etmiş, Osmanlı Devleti asla taviz vermeden yıkıcı ve ayrılıkçı
unsurları etkisiz hale getirmeyi başarmıştır.
Kanunî Sultan Süleyman devrinde çıkan ;Kızılbaş-Türkmen;
isyanlarının çeşitli sebepleri vardır. Bunların başında
kuvvetli Şiî-Safevî propagandasını görmek mümkündür.Şah
İsmail, Çaldıran;da Yavuz Sultan Selim;den yediği ağır
darbeden dolayı, askerî hareketten vazgeçti ise de, Anadolu
içlerinde Kızılbaş halifeleri ve daileri vâsıtasıyla ŞiiSafevî propagandası yapmaktan asla vazgeçmemişti. Ayrıca, Şah
Tahmasp;da aynı siyaseti devam ettirip, Osmanlı Devleti;nin,
Avrupa Kıtası;nda mücadele etmekte olduğu Hıristiyan Almanya
ve Macar Devletleri;yle ittifaklar yaparak Osmanlı Devleti;ni
zayıflatmak, Anadolu;yu casusları (halifeleri) yoluyla ele
geçirip, Şii-Safevî Devleti;ne katmak istiyordu. Anadolu;daki
Kızılbaş isyanlarına bir diğer sebepte arazi tahrir
memurlarının yaptıkları haksızlıklar, vergilerin artırılması
veya dirliklerin kesilmesi sonucu Tımarlı Sipahi;lerin Devlet
karşıtı gördüğü Kızılbaş-Türkmenler ile İran Şah;larını temsil
eden Halifeler yanında yer almalarıdır. Anadolu;daki
Türkmenler hem ahiret hem dünya kurtuluşunu, huzur ve adaleti,
adeta Anadolu;nun İran Şah;larına bağlanmasında görüyorlardı.
Bu beklenti ve etkili propaganda, takiyye ve yalan dolu
faaliyetler ma;lesef Anadolu;daki Türkmen guruplarını bir
hayli etkilemiş görünmektedir. Çünkü Anadolu;daki Türkmenlerin
bir kısmına göre; Safevî Şahı, kendilerinin siyaseten
Dünya;daki liderleri, idareci ve yöneticileridir. Yine aynı
Safevî Şahı kendilerinin uhrevî hayatları için, Şeyhleri, yol
gösterici, mürşitleridir.
932/1526;da Kanunî Sultan Süleyman Osmanlı Ordusu;yla Mohaç;ta
savaşmakta iken Bozok;ta tehlikeli bir isyan meydana geldi.
Sancak Beyi olan Hersek-zâde Ahmed Paşa;nın oğlu Mustafa
Bey;in, sancağında arazi tahriri yaptırırken tahrir sırasında
haksızlıklar yapılmıştır. Bu sırada Süğlün-Koca adında bir
Türkmen;in tarlasına iki yüz akçe vergi yazarlar. O;da bunun
yüz akçe vergi olması için ısrar eder. Süğlün-Koca direnir ve
görevliler öfkelenerek Süğlün-Koca;yı tıraş ve karşı gelen
adamlarına işkence ederler. Bunun üzerine Süğlün Koca (Kadri
Hoca Baba) ve oğlu Şah Veli, Safevî Halifesi (casusu) Baba
Zünnun adlı biriyle birleşerek, etraflarına Bozok
Türkmenleri;ni toplayıp, Sancak Beyi Mustafa Beyi, Bozok
kadısı Musluhiddin;i ve Kâtip Mehmed;i ani bir baskınla
katlederler. (10-11 Ağustos 1527).
Durum Sultan Süleyman;a bildirilmiş, derhal üzerlerine Karaman
Beylerbeyi Hurrem Paşa gönderilmiş, Hurrem Paşa eyaleti
askeriyle varıp Kayseri yakınlarındaki Kurşunlu denilen yerde
Baba Zünnun;la karşılaşmıştır. Yapılan savaşta Hurrem Paşa,
İçel ve Kayseri Emirleri ve askerlerinin çoğu şehit düşmüştür.
Etrafında toplanan ve sayıları onbinleri bulan kalabalık ile
Baba Zünnun yolu üzerindeki memleketleri tahrip ederek Tokat
taraflarına hakim olmuştur. Beylerbeyi Şehsuvaroğlu Ali Bey;in
ölümü sebebiyle muğber olan Dulkadırlu Türkmenlerin
katılmasıyla isyan daha da büyümüştür. Bunun üzerine Sivas
Beylerbeyi Hüseyin Paşa, Malatya Valisi İskender Beyi bin atlı
ile eşkıyanın ne durumda olduğunu gözetlemek üzere gönderdi.
Fakat İskender Bey mağrur olarak düşman üzerine yürüdü ve
birkaç adamıyla canını zor kurtarabildi. Sivas Beylerbeyi
Hüseyin Paşa, Adana Hâkimi Pîrî Paşa;nın da yardımı ile eşkıya
üzerine yürüdü ve Hunîli (Höyüğlü) adlı yerde çok kanlı bir
çarpışmadan sonra, Baba Zünnun bin kadar seçkin adamıyla
katledildi ise de isyancılar sarp bir dağa sığındılar. Hüseyin
Paşa o gece ani bir saldırı ile gafleten ağır bir yara aldı,
askerleri bir hayli şehit edildi. Sivas;a kaldırılan Hüseyin
Paşa orada vefat etti.
Neticede Diyarbakır Beylerbeyisi Hüsrev Paşa ve Kürdistan
Beyleri askerleriyle gelerek, Kızılbaş- Türkmen taifesinin
cümlesini mahvedip etkisiz hale getirmişlerdir (1527) .
Baba-Zünnun isyanını müteakiben birbiri ardınca, Adana,
Tarsus, Tokat ve havalisi gibi geniş bir bölgede yine benzer
sebepler ile İran;a taraftar bir zümrenin Türkiye;de
kökleşmesini temin maksadıyla Kızılbaş-Türkmenler arasında Şii
Halifeler reisliğinde isyanlar çıkmaya devam etmiştir. Tabi
ki, hiç bir netice alamamışlardı. Yine can kaybı, huzur ve
asayişin bozulması, mal kaybı olmuştur. Devletin dış
düşmanlarla uğraşmasının gecikmesini de söyleyebiliriz.
Bir başka isyan ise, 932/1526;da Adana Sancağı;nın Berendi
Bucağı;nda Domuzoğlan ve Tarsus Sancağı;nın Ulaş Nahiyesi;nde
Beyce veya Yenicebey adlarındaki kimseler etrafına
topladıkları eşkıya ile yağma ve çapul yaparak ayaklandılar.
Adana Bey;i Piri Bey miktarları beş-altı yüz kadar olan bu
hainleri ortadan kaldırmıştır. Yine aynı yıl (932/1526-1527)
Adana Sancağı Karaisalı Türkmenleri;nden Safevîlerin daisi
olan Veli Halife ki; Tanrı;nın birliğini inkar eden sapık
biri, kendisini İran Şah;ının ;Halife;si olarak ilan edip,
etrafına topladığı bir çok eşkıya ile Tarsus Kasabası;na
yürümüştü. Tarsus Halkı ve Beyi;nin karşı koyması ile Tarsus
sokaklarında sıkıştı ve tam bu sırada Adana Beyi Piri Bey
yetişip, düşmana göz açtırmadı. Eşkıya bozguna uğrayıp
kılıçtan geçirildi.
Kanunî Sultan Süleyman;ın Macaristan fütûhatı esnasında ŞiiSafevî ajanların (halifelerin) Anadolu;da çıkardıkları büyüklü
küçüklü isyanlar, adetâ pimi çekilmiş bomba gibi birbiri
ardınca patlıyordu. Amaç Osmanlı Devleti;ni içeriden
parçalamak, Anadolu;nun birliğini bütünlüğünü bozarak ŞiiSafevîlere bağlamaktı. Nihayet, Hacı Bektâşî Velî soyundan
Kalender adında biri çıkıp saltanat iddiasında bulunarak
nevbet çaldırdı. ;Ben zamanın mehdisiyim;, diyerek etrafına
topladığı eşkıya ile isyan bayrağını açtı. Kendisi, Anadolu;da
Bektaşiliğin yayılması için yıllarca çalışmış olan
Kalenderoğlu etrafına binlerce derviş ve taraftar toplamıştı.
Sayıları otuz bin kadar olan bu Türkmen Alevileri ile
Karaman;dan Maraş;a kadar uzanan bölgede isyan hareketinin
liderliğini, Hacı Bektaş zaviyesi post-nişini olarak
yürütüyordu.
Rivayetlere göre Hacı Bektaşî Veli;nin Kadıncık Ana;dan ve
Balım Sultan neslinden gelen Kalenderoğlu, çok azimkâr ve
hırslı bir şahsiyetti. Hükümdarlık emeli taşıyor, aynı zamanda
İran-Safevî devleti ile haberleşiyordu. Kalenderoğlu etrafına,
Baba-Zünnun;un dağılan taraftarlarını, Acem taraftarı olan
Şiîleri, Osmanlı idaresinden memnun olmayan, sıkı kayıtlar
yerine, nisbeten serbest yaşamaya alışmış, Devlet;in
mükellefiyetlerinden rahatsız olan konar-göçer Türkmen
guruplarını toplamıştır. Vardar yakınlarında Sultan Süleyman
Han;a Anadolu;nun isyanlar neticesi karıştığı arzedilince, 933
Muharrem;inden (1526) önce hemen Anadolu Beylerbeyi Behram
Paşa;yı İstanbul;a davet etmiş, sonra da Vezir-i a;zam İbrahim
Paşa;yı Anadolu;ya göndermiştir. İbrahim Paşa üç bin yeniçeri
ve iki bin Sipâhi (Kapıkulu) ile İstanbul;dan hareket etti.
Aksaray Sancağı;na varınca, eşkıya Kızılbaş Diyarı;na (İran;a)
firar eyler diye endişeye düşüp, Anadolu Beylerbeyi Behram
Paşa ve Karaman Beylerbeyi Mahmud Paşa Eyaletleri;ndeki tımar
ve zeamet sahipleri ve komutanlarla eşkıya üzerine
gönderildiler. Bunlar Sivas;ın kuzeyinde ;Kara çayır;
mevkiinde, çok kanlı bir çarpışmaya tutuştular. Fakat çarpışma
sonunda Osmanlı Birlikleri mağlup oldular. Kalender;in
adamları; Mahmud Paşa;yı, Alaiyye Emiri Sinan Bey;i, Amasya
Emiri Koçi Bey;i, Birecik Emiri Mustafa Bey;i ve birçok
değerli komutanı şehit ettiler, geri kalan kuvvetler de
dağıldılar. Bu korkunç haber üzerine İbrahim Paşa maiyetindeki
askerin maneviyatını bozmamak için hiçbir firari askeri
ordugâha sokmadı. Beylerbeyilerinin askerlerini, askerine
katmadan yanında beş bin Kapıkulu askeri ile hareket etti.
Kalender;in şöhreti ve etkisi hemen yayılmış, binlerce
Dulkadırlu Türkmen tımarları ellerinden alındığı için ve
Şehsuvaroğlu Ali Bey- kendilere göre- haksız olarak
katledildiği için, derhal Kalenderoğlu;nun yanında yer
almışlardı. İbrahim Paşa, Elbistan yakınlarında tecrübeli
kimselerle istişare eyledi. Ne yapılması gerektiğini sordu.
Yanında on bin asker olmuştu, ama Kalenderoğlu otuz bin eşkıya
ile her tarafı yakıp yıkıyordu. Neticede etkili bir tedbire
başvurdu. Dulkadırlı Türkmenlerinden ünlü kimselerle gizli
görüşmeler yaptı. Dulkadırlu Beylerbeyi, İbrahim Paşa
tarafından ordugâha çağırıldı ve iltifatlar, vaadler yapıldı.
Tımarlarının iade edileceği açıkça ilân edildi. Bunun üzerine
bir çok Türkmen Beyi aşiretlerini ve adamlarını,
Kalenderoğlu;nun yanından çektiler. Kalenderoğlu;ndan
ayrılanlara dirliklerinin hemen verileceği haberi yayıldı.
Böylece Kalenderoğlu eşkıyasının yanında çok az bir kuvvet
kalmıştır. Sonunda kuvvetleri azalan asiler üzerine yürünmüş,
21 Haziran 1527;de Başsaz yaylağında yapılan savaşta
Kalenderoğlu öldürülmüş ve başı kesilmiştir. Eşkıya kılıçtan
geçirilip bütün silah ve eşyaları alınmıştır. Başarısının
karşılığında Padişah Vezir-i a;zâm İbrahim Paşa;yı bolca
ihsanlar ile taltif etmiştir.
Bu sırada 934 Saferi (1527) başlarında, İstanbul;da Molla
Kâbız isminde bir mülhid ortaya çıkarak saçma-sapan sözler ile
halkın dikkatini çekiyordu. Divan-ı Hümâyun;a getirildi, fakat
Divan da bulunan iki kadıasker bu mülhidi susturmayı
başaramadılar. Molla Kâbız hapsedilip ertesi gün Şeyhü;l-İslam
İbn-i Kemal ve İstanbul Kadısı Sâdi Çelebi, Divan-ı Hümayûn;a
davet edilip, Vezir-i a;zam;ın huzurunda tartışıldı. Molla
Kabız bâtıl davasını çürük deliller ile müdafaa etmek istedi.
Şeyhü;l -İslam iddialarını bir bir çürüttü. Molla Kâbız, İbni
Kemal;e cevap veremedi. Bunun üzerine İbn-i Kemal ;katli
vaciptir; diye fetvâ verdi. Sadi Çelebi tövbe etmesini teklif
etti ise de Molla Kâbız, bunu reddetti. O;da katline fetvâ
verdi. Molla Kâbız;ın boynu Divan;da vuruldu. Molla Kâbız,
ilmiye mesleğinden gözüken mazisi karanlık, İran;lı bir
şahıstır. İran;dan gelmiş Osmanlı ulemâsı arasına karışmıştır.
Molla Kâbız İslamiyet;in esasını ve Devlet;in siyasî varlığını
hedef almıştı. Bazı âyet ve hadisleri kanaatına göre farklı
teviller ile yorumlayarak, Hz. İsa;nın bütün peygamberlerden,
hatta Hz. Muhammed (Sav);den daha üstün olduğunu iddia
etmişti. Şii-İran;ın gizli bir elemanı gibi telakki edilerek
öldürülmüş olabilir. Böylece bir fitne daha ortadan
kaldırılmıştır.
Daha sonraları, Seydi veya Seyyid Bey adında bir mülhid,
Adana;ya bağlı Uzeyr Sancağı Bey;i amcası Ahmed Bey;i
öldürerek yanına beş bin kadar eşkıya toplayıp, Türkmen
kabilelerinin mallarını talan ederek Berendi Nahiyesi;ni
tahrip ve Ayas Kasabası;nı yakıp yıkmıştır. Kendisine katılan
İnciryemez adlı Kızılbaş;la Sis;i (Kozan) muhasara etmiştir.
İsyan, Adana Bey;i Pirî Bey tarafından zorla bastırılmış
sapkınlar katledilmiştir. Piri Bey Seydi;yi yakalatıp,
İstanbul;a göndermiş ve Seydi Bey orada asılmıştır. (24 Şubat
1529).
Burada başlıca belirttiğimiz Kızılbaş-Türkmen İsyanları;ndan
başka küçük çaplı isyanlar ve hâdiseler Anadolu;da ma;lesef
Şii-Safevîler;in etkisi ile devamlı körüklenmiştir. Müteakip
devirlerde Anadolu;da çeşitli etkenlerin tesiri ile ortaya
çıkan isyanlarda da Şii-Safevî casuslarının mühim bir rolü
olmuştur. Netice İtibariyle Osmanlı Devleti;nin aldığı bütün
tedbirlere rağmen Kızılbaş-Türkmenler Safevî Hânedânı;na karşı
bağlılıklarını sürdürmeye çalışmışlardır. Bu da Anadolu;da
Türkmenler ile yönetici valileri kıyasıya mücadeleye sevk
etmiştir.
Kanunî Sultan Süleyman, Mohaç Seferi(1526) öncesi, gerçekten
İran üzerine yürümeye azmetmişti. Fakat gelişen olaylar sebebi
ile Avrupa;ya yönelmek zorunda kalmıştı. Şah Tahmasp(1524)
tahta geçtiği sırada, Kanunî Sultan Süleyman;dan aldığı
tehditnâme;den dolayı, derhal Hıristiyan-Avrupa ülkeleri;
Almanya, Avusturya, Macaristan ve Portekiz Krallıkları ile
birlikte olup Osmanlı Devleti aleyhine ittifaklar yapmıştır.
Şah Tahmasp;ın İran tahtına oturduğu zaman on bir yaşlarında
küçük bir çocuk olduğunu belirtmiştik. Şah Tahmasp, işlerini
kavrayıncaya kadar, aşiret reislerinin elinde oyuncak
olmuştur. İran;da merkezî otorite sarsılmış, aşiret
reislerinde başlangıçta bir müridin şeyhine gösterdiği
bağlılığın yerini, türlü yollardan temin edilmiş olan
servetler dolayısıyla mevki ve ihtişam hırsı almıştır. Herbiri
kendi bölgesinde müstakil olarak hareket ediyor, hatta
aralarında Devlet;e başkaldıranlar da oluyordu.
Kanunî Sultan Süleyman, Osmanlı Ordusu ile Avrupa;da Viyana
Seferi;nde iken Safevîler hakimiyetinde olan Bağdat;ta bir
takım gelişmeler olmuştur. Türkmen Musullu oymağından olan,
Nohut Ali Sultanoğlu Zülfikâr Han, 934/1528;de Kelhûr hâkimi
idi. Bu sırada Bağdat Beylerbeyi olan amcası İbrahim Han;ın
yanında asker bulundurmadan yaylağa çıkmasını fırsat bilerek,
10 Ramazan 934/29 Mayıs 1528;de ani bir baskınla O;nu
öldürerek kırk gün kuşattığı Bağdat;ı da bu amcasıoğuları
elinden alarak kendiliğinden Bağdat Beylerbeyi olmuştu.
Şah
Tahmasp;ın,
kendisine
karşı
çıkacağını
ve
cezalandıracağını hesap eden Bağdat Beylerbeyi Zülfikâr Han;
Sünnî olan Bağdat Halkı ile anlaşarak, şöhreti ve şânı yüce
olan Cihân Pâdişahı Kanunî Sultan Süleyman;a itaat eylemeyi
bir şeref sayıp, güvendiği bir yakın dostu ile Bağdat şehrinin
anahtarlarını İstanbul;a göndermiştir. Kanunî Sultan Süleyman
adına Bağdat;ta hutbe okutup, para bastırmış ve burasının
Osmanlı Devleti;ne bağlılığını ilan etmiştir.
Bu hadise Şah Tahmasp;ı endişe ve düşünceye sevketmiş, ;Sakın
olmayaki ülkeler fetheden Cihâh Padişahı Bağdat;a mâlik olup,
o yoldan İran ve Turan zaptına ve teshirine sâlik olmaya; diye
korkuya düşürmüştür. Bağdat hâkimi Zülfikâr Han Sultan
Süleyman;dan yardım gelinceye kadar, Bağdat;ı savunacağını da
bildirmişti. Padişah meşhur Viyana Seferi;nde olduğu için,
Zülfikar Han;a hemen yardım gönderemedi. Kanunî Sultan
Süleyman;ın Avrupa;da seferde olmasını fırsat bilen Şah
Tahmasp, 935/1529 yaz mevsiminde ordusuyla gelerek Bağdat;ı
günlerce kuşattı. Zülfikar Han Bağdat;ı kahramanca savundu ise
de nihayet, Şah Tahmasp, Zülfikar;ın maiyyetinden bazılarını,
bir rivayete göre de Musullu boyundan Ali Bey;i elde ederek
Zülfikar Han ile kardeşi Ahmed Bey;i uyurken öldürtüp Bağdat;ı
tekrar ele geçirip, işgal etmiştir (Haziran 1529). Şah
Tahmasp, Bağdat;a vali olarak Tekeli Mehmed Bey;i atayıp
İran;a çekilmiştir. Bunun üzerine Osmanlı Hükümdarı Sultan
Süleyman;a Bağdat;a zamanında yardım eli uzatamadığı için
sefer yapması bir borç haline gelmiştir.
Kanunî Sultan Süleyman;ın İran Seferi;nin sebebi, sadece
Bağdat Valisi Zülfikâr Han;ın Bağdat;ın anahtarlarını
İstanbul;a göndermesi ve bu sebepten şehit edilmesi değildir.
Irakeyn Seferi olarak bilinen tarihi sefere (1533-1535) çıkış
sebeplerinden biri de, Bitlis Hâkimi Şeref Han;ın İran;a
ilticâsı ve Azerbaycan Beylerbeyi Tekeli Ulama Han;ın Osmanlı
Devleti;ne ilticâsı hâdisesidir. Bu konu da seferin önemli
zahiri sebeplerindendir.
Gerek Osmanlı Devleti;nin, gerekse Şii-Safevî Devleti;nin
hudut vâlileri, Hâkimlerine karşı zaman zaman isyan
etmekteydiler, İranlı Valiler, Osmanlı Devleti;ne ilticâ
ederken yalnız başına gelirlerken, Osmanlılardan İran;a ilticâ
eden Kürt veya Türkmen Beyleri kendileriyle beraber
askerlerini, maiyyetlerini götürüyorlar ve topraklarını da
İran Şahı;na peşkeş çekiyorlardı. Haliyle Osmanlılar bundan
çok zarar görmekteydiler. Mesalâ Bitlis Han;ı IV. Şeref Han
ki, selefleri XIII. asır;dan itibaren bu bölgede hüküm
sürmüşlerdi. Osmanlı Hâkimiyeti;ni Yavuz Sultan Selim devrinde
(1512-1520) kabul etmişlerdi. Son zamanlarda birtakım
menfaatler için İranlılar tarafına geçmişlerdi.
İlticânın sebebi de Kanunî Sultan Süleyman ve devlet erkânının
merkezden uzakta seferde bulunmalarını fırsat bilerek, ŞiiSafevî propagandasının etkisi ile Şeref Han;ın Bitlis;i İran;a
teslim, buna karşılık Azerbaycan hükümetini ummasıydı.
Osmanlıların, Teke İli(Antalya) Türkmenleri;nden iken,
Padişah;ın vermiş olduğu tımarı bırakıp, Kızılbaş olan ve
1511;de ;Şah Kulu İsyanı;na katılmışken, tenkil sırasında Şah
İsmail;in yanına kaçarak, mansıb-makam alan Ulama Bey, Şah
Tahmasp döneminde ;Azerbaycan Beylerbeyisi; olarak Tekeli
Türkmenleri çerisiyle Tebriz;de bulunuyordu. Tekeli Ulama Han
937/1530;da, Azerbaycan Emiru;l-Ümerâsı iken, yanında yedi bin
atlı askeri var idi. Bu sırada kendi gibi Tekelü Boyu;ndan
olan Şah;ın başveziri Çuha-Sultan;ın İsfahan;ın Kendiman
yaylağında Şamlu Hüseyin Han tarafından öldürülmesini fırsat
bilerek kendisini vezir tayin ettirmek istemiştir. Ulama Han
etrafına Şah ile mücadele edecek kadar askerî kuvvet
toplayamamıştı. Şah tarafından üzerine gönderilen askere karşı
koyamayarak Van Kalesi;ne çekilmiştir. Şah Tahmasp;a karşı
mücadelesi sırasında maiyyeti Şah;a sığınmış, kendisi de
Güvercinlik Kalesi;ne gelerek, Kethüdası Veli Can Bey;i,
Diyarbakır Beylerbeyisi Hüsrev Paşa;ya göndererek, Kanunî
Sultan Süleyman;a ilticâ edeceğini belirtmiştir. İsteği kabul
edilip, İstanbul;a gelmiş (1531 yılı sonları), Kanunî Sultan
Süleyman tarafından Köszeg Muhasarası;ndan önce kabul edilmiş
ve Alman Seferi;ne(1532) katılmıştır.
Irakeyn Seferi öncesi, Osmanlı Devleti ile Safevî Devleti
arasındaki başlıca fiili hâdiseler; Ulama Han;ın Türkiye;ye,
Şeref Bey;in de İran;a sığınmalarıdır.
938/1531 tarihinde Şeref Han;ın İran;a kaçması üzerine Bitlis
Sancağı Ulama Paşa;ya verilmiş; Diyarbakır, Dulkadır (Maraş),
Karaman (Konya) ve Rûm (Sivas) Beylerbeyileri de Ulama Paşa;ya
yardım etmekle emrolunmuşlardır. Ulama Paşa;nın mühimmatları
görülüp, bahşiş ve hil;at verilip, yanına asker katılıp,
İstanbul;dan Anadolu yakasına geçerek Diyarbakır;a yönüne
hareketi sağlanmıştır.
Ulama Paşa , bu sefere çıkmadan önce Kanunî Sultan Süleyman;ı
ve Vezir-i a;zâm İbrahim Paşa;yı İran Seferi için ve Bağdat;ın
fethi için iknâ etmeyi başarmıştır.
Diyarbakır;da tedariklerini gören Ulama Paşa, Fil-Yakub Paşa
ile birlikte Bitlis;i muhasara edip, 938/1532;de Bitlis
Kalesi;ni toplarla dövmeye başlamışlardı. Şeref Han;ın
Safevîler;den aldığı kuvvetle düşmekte olan Bitlis;e yardıma
gelirken, Şah Tahmasp;ın da büyük bir ordu ile Ahlat;a
yaklaştığı haberi her tarafa yayılmıştı. Bunu duyan Fil-Yakub
Paşa ve Ulama Paşa kuşatmayı kaldırıp, Diyarbakır;a
çekildiler. Bu arada Şeref Bey ve Şah Tahmasp askerleriyle
birleştiler. Ahlat;ta Şeref Bey ağır armağanlar sunarak Şah;a
bir ziyafet çekmiştir. Şah;da Şeref Beyi, murassa kılıç-kemeri
ve altın-sırmalı kaftanla taltif ederek ;Şeref Han; ünvanı ile
21 eylül 1532;de bir fermanla yeni ta;bii Şeref Han;a
;Kürdistan Beylerbeyliği;ni vermiştir. Ahlat, Muş, Hınıs ve
bazı yerlerde Bitlis Eyâleti;ne bağlanmış ve bu tavrı ile Şah
Tahmasp, Osmanlılara İran;a karşı savaş için davetiye
çıkarmıştır.
Bu durumda Şah Tahmasp, hem Bağdat, hem de Bitlis
teşebbüsünde, Kanunî Sultan Süleyman;ın Avrupa ile meşgul
olmasından istifade ederek, iki önemli başarı kazanmıştır.
Tabi ki, bu hareketi Safevî-Osmanlı Savaşı;nın başlaması için
yeterli sayılmıştır. Fakat Batı;da Macaristan Kralı ve Alman
İmparatoru ile savaşmak zorunda olan Kanunî Sultan Süleyman,
bir türlü Şii-Safevî Şah;ı Tahmasp;a karşı harekete
geçemiyordu. 25 Nisan 1532;de Kanunî Sultan Süleyman yine
Alman Seferi;ne çıkmak zorunda kalmıştı.
Bu arada Güneydoğu;da bekleyen, Ulama Paşa devamlı İstanbul;a
elçiler gönderip, Safevî topraklarını istilâ için teşvik
ediyordu. Ulama Paşa, Vezir-i a;zâm İbrahim Paşa;ya Kızılbaş
beylerinin çoğunun kendisi ile müttefik olduğunu da
söylüyordu.
Ulama Paşa gibi, Deli Menteşe denilen bir İran ileri geleni
de, Kanunî Sultan Süleyman;a mektup yazarak; ;Safevîler
arasında birlik yoktur, Osmanlı Sultanları Padişahı İslâm;dır,
ben de askerimle bu yolda başımı fedâya hazırım …; vs. diyerek
ricada bulunuyordu. Öte yandan Şah Tahmasp;ın Bitlis
Beylerbeyi Şeref Han, Bitlis yakınlarındaki Hizân Kalesi;ne
gelerek saldırmıştır. Ulama Paşa, bunu duyarak askeri ile
ansızın Şeref Bey üzerine varıp, şiddetli bir harp meydana
gelmiştir. Askeri tam bir bozguna uğrayan Şeref Han;ın ve
komutanlarının başı kesilmiştir. Ulama Paşa böylece (27 Eylül
1532) Bitlis ve yöresini ele geçirip durumu İstanbul;a
bildirmiştir.
Osmanlı Devleti;nin şark hudutlarını emniyetsiz hale getiren
bu gelişmeler, Bağdat ve Bitlis Eyaletleri;nin vaziyeti,
Osmanlıları İran üzerine sefer yapmaya mecbur hale
getirmiştir. Amaçlardan biri, hem bölgede çıkan isyanları
bastırmak hem de isyanları teşvik eden Safevî Şah;ı üzerine
yürüyerek onlara iyi bir ders vermektir.
Üst üste gelen kuvvetli Osmanlı Seferleri karşısında çaresiz
kalan Avusturya Kralı Ferdinand, kardeşi Şarlken;in(CharlesQuint) tavsiyesi üzerine İstanbul;a elçiler göndermiştir. 14
Ocak 1533;te Kanunî Sultan Süleyman tarafından kabul edilen
Avusturya elçilik heyetinden, kati bir sulh için Ferdinand;ın
itaat alameti olarak, Estergon Kalesi;nin anahtarları
istenmiştir. Kanunî Sultan Süleyman, sonra beş yıllık bir sulh
için mütarekeye razı olabileceğini imâ etmiştir. Kanunî, bu
şartları belirten mektubu bir Osmanlı elçisiyle 1 Şubat
1533;te Ferdinand;a göndermiş, 29 Mayıs 1533;te Estergon
Kalesi;nin anahtarları ve Ferdinand;ın iki mektubu İstanbul;a
gelmiştir. Görüşmeler sonucu 22 Haziran 1533;te; Avrupa
cephesinde işler düzene konup, Macaristan;ın fethi
tamamlandıktan sonra, 1532;de ;Alman Seferi; ile Şarlken
(Charles Quint) yıldırılıp, ;İstanbul Muahedesi;yle Avusturya
;tâbi; hale getirilmiştir. Ardından Şalken;le de aynı
mahiyette bir anlaşma imzalanmıştır. Bundan sonra gerek Şeref
Han;ın cezalandırılması, gerekse Bağdat;ın zaptı hedef
tutularak İran (doğu) Seferi hazırlıkları başlatılmıştır.
Osmanlılar, Safevîleri, Doğu Anadolu;dan tamamen atmaya
kararlı oldukları gibi, denizlere de ulaşmak için Basra
Körfezi ile Hazar Denizi arasında da tutunmak istiyorlardı. O
gün sadece Kuzey Irak Osmanlılar;ın, Orta ve Güney Irak ise
Safevîlerin elinde bulunuyordu.
Kanunî Sultan Süleyman, İran Seferi;ni tasarlayıp fiiliyata
geçmeden önce Şia mezhebinden olan İran;a karşı, Orta Asya;da
bulunan; Semerkand, Buhara, Belh, Türkistan ve diğer Sünnî
Türk hükümdarlarıyla, onlara tâbi büyük küçük, baba, oğul vs.
Emirler;in kimler olduklarını, ne kadar kuvvetleri bulunduğunu
tahkik ettirmiş, Şeybani Hânedanı olan bu Hanlar hakkında
yakından bilgi toplamıştır. 21 Eylül 1532;de Bitlis Sancak
Beyliği;ni asırlardır elinde tutan Şeref Han;ların Safevîlere
tabi olması ve Bitlis, Hınıs, Muş yöresinin, Yavuz Sultan
Selim ve İdrisi Bitlisi;den on yedi yıl sonra, Osmanlılardan
tekrar Safevîlere geçmesi İran üzerine derhal sefer
yapılmasını icab ettiriyordu.
Osmanlı Devleti ile Şii-Safevî Devleti arasındaki
münasebetler, esasen Çaldıran Savaşı;ndan sonra hiç
düzelmemiş, Şah İsmail;in el altından Anadolu;ya yaptığı
propaganda ve tahrik sebebiyle barış yapılmamış, onun hileli
tekliflerine ve maskeli güler yüzüne asla itimad edilmemişti.
Kanunî Sultan Süleyman, hem aradaki râbıtayı kesmemek, hem de
Türkistan Türkleri ile Türkiye Türkleri;nin birlikte
hareketini temin etmek ve bu arada iki tarafa da oldukça
zararlı olan Şii-Safevî Devleti;ni tamamen ezip yok etmek için
fikirler üretip, teklifler ortaya koymaya çalışmaktaydı.
Bu cümleden olmak üzere İran Seferi;ne çıkmadan önce, Kanunî
Sultan Süleyman Semerkand Han;ı Ebu Said (1530-1533), Buhara
Hanı Ubeydullah (1533-1539), Türkistan Hanı Abdullah, Dubtiye
Hâkimi Abdullatif ve Karakol hâkimi Abdulaziz vb. Sultanlar
ile irtibat kurmuş bunları bilgilendirmiş, Kızılbaş-Safevîleri
yok etmek için birlikte hareket edilmesini bildirmiştir.
Kanunî Sultan Süleyman İran ile savaşa karar vermişken,
Ubeydullah Han, Şah Tahmasp;ın Ulama Han;la mücadelesi üzerine
Herat;ı muhasara edip, Horasan;ı da yer yer işgal ettirmiştir.
Herat;ı bir buçuk yıl kuşatma altında tutmuştur. (1532). Şah
Tahmasp ise bir taraftan Gürcistan;ı zapt ettiği gibi, 1533;te
Herat;tan Belh;e yürürken, Osmanlıların Irakeyn Seferi;ne
çıktıklarını duyarak Mâveraünnehri terke mecbur olmuştur.
Kanunî Sultan Süleyman;ın bu hareketi karşısında, Şah
Tahmasp;ta boş durmamış, babası Şah İsmail gibi, birinci
derecede düşman gördüğü Osmanlı Devleti;ne kaşı, bir taraftan
Anadolu;ya casusları vasıtasıyla Şii propagandasını
körüklüyor, bir yandan da Kızılbaş-Türkmen isyanlarını
çıkarttırıyordu. Osmanlıların Avrupa ile mücadelesi esnasında,
kendi iç kargaşalıklarını düzeltip, Özbekler ile çarpışmaları
sürdüren Şah Tahmasp, Mısır ve Suriye;de çıkan isyanları dahi
tahrik edip destekliyordu. Bunun yanı sıra, Avrupa;daki;
Almanya, Avusturya, Portekiz ve Macaristan gibi Devletler ve
Papalık ile Osmanlılar aleyhinde ittifaklar sağlamaya
çalışıyordu.
Eğer, İran-Safevî Devleti, Osmanlı Devleti;ne karşı devamlı
düşmanlık yapmasa idi ve Osmanlılar sadece Batı Cephesi ile
uğraşmış olsalardı, Avrupa;nın çehresi muhakkak büsbütün
değişirdi. Denebilir ki, Orta Avrupa;daki Türk fütûhât
hareketini Charles Quint (Şarlken) değil, Şah Tahmasp
durdurmuştur. Osmanlılar Dünya;nın bir numaralı Devleti
olmanın şuurunu Kanunî Sultan Süleyman devrinde de taşıyordu.
Kanunî yapacağı İran Seferi ile Doğu Anadolu;dan İran nüfuz ve
hâkimiyetini atarak, Basra Körfezi;ne inip, Hint Okyanusu
siyasetine devam etmek arzusundaydı.
Şah İsmail-Yavuz Sultan Selim mücadelesinde de olduğu gibi,
Safevî Devleti;nin yegane insan gücü Anadolu;daki TürkmenlerTürk boyları idi. Dinî bir motifle Şii Mezhebi;ni Safevî
Devleti;nin temel politikası haline getirerek Türk unsurunu
yine
Sünn-i
Müslüman
Türkler;le
karşı
karşıya
getirmekteydiler. Osmanlı-Safevî çatışması şüphesiz sırf dinimezhebi değildi. Her İki Devlet;te sahip oldukları siyasî ve
stratejik maslahatlarını kullanarak İslâm Alemi üzerinde büyük
ve kuvvetli bir saltanat kurmak istiyorlardı. Kendilerine
tuttukları mezhep sayesinde, taraftar ve destek sağlıyorlardı.
Nihayet, Kanunî Sultan Süleyman ve Şah Tahmasp arasında 1533
yılında yeniden savaşmayı gerektiren sebepler doğmuştur.
Osmanlı Padişahı ve İslam Halifesi adına hutbe okunan ve Kale
anahtarları da gönderilmiş bulunan Bağdat;ı Kızılbaş zulmünden
kurtarmak ve Irak;ı fethetmek üzere Divân-ı Hümâyûn;da karar
verilince, Anadolu;da yaylağa çıkan Padişan;ın buyruğu ile
toplar ve cephane önceden, yarar beyler ile Diyarbakır;a
gönderilip, Beylerbeyiler ile Sancak Beyleri;ne sefer
hazırlığı görmeleri için hükümler yollandı. Arap ve Acem
Beyleri;ne emirler bildirildi. Anadolu Beylerbeyisi Yakup
Paşa, Rumeli Beylerbeyisi oldu. Mora Beyi Süleyman Paşa
Anadolu Beylerbeyiliği;ne getirildi. Gereken yerlere ;Umerâ
tayin ve tebdil; olundu.
Nisan 1529;dan beri resmen ;Serasker; ünvanı verilmiş olan
Vezir;i a;zâm Makbul İbrahim Paşa, Halep;te kışlayıp
hazırlıkları tamamlamak üzere, üç bin tüfenkçi yeniçeri ile 2
Rebi;ul-âhir 940/21 Ekim 1533 tarihinde Üsküdar;dan (Irakeyn
Seferi;ne) hareket etmiştir.
Sonuç olarak; Irakeyn Seferi öncesi Anadolu;da ortaya çıkan
gelişmeler, bu seferin sebepleri, yararlandığımız bazı
kaynaklar çerçevesinde, tafsilâtlı olarak verilmiştir. Bu
meşhur seferin öncesinde Şii-Safevî Devleti ile Osmanlı
Devleti arasındaki önemli kabul edilebilecek bütün
gelişmeleri, ortaya koymaya çalıştık. Bu gelişmelerin
bilinmesi bizim için bugün de son derece önem arzetmektedir,
diyebiliriz.
BİBLİYOGRAFYA
Asrar, N. Ahmet; Kanunî Sultan Süleyman ve İslâm Alemi, 2.
Baskı, Hilâl Yayınları, İstanbul, ?.
Balcıoğlu, Tahir Harimi; Türk Tarihinde Mezhep Cereyanları,
Kanaat Kitabevi, Ankara, 1940.
Bostân (Ferdî); Süleymanâme (Kitab-ı Gavazât-ı Sultan
Süleyman), Ayasofya Kitaplığı, nr. 3317, (Türkçe Yazma),
Süleymaniye Ktb., İstanbul.
Celal-zâde Koca Nişancı Mustafa Çelebi; Selim-nâme (Mesâsir-i
Selim Hânî), Haz. Ahmet Uğur-Mustafa Çuhadar, . Baskı, K.B.
Yayınları, Ankara, 1990.
………………… ;Tabakatu;l-Memâlik fi Derecâti;l-Mesâlik, Fatih
Kitaplığı, nr. 4423, (Türkçe Yazma), Süleymaniye Ktb.,
İstanbul.
Danışman, Zuhuri; Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, I-XIV, Yeni
Matbaa, İstanbul, 1965.
Danişmend, İsmail Hami; İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, IIV, Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1948.
Downey, Fairfax; Soliman le Maganifique
(Kanunî
Sultan
Süleyman), Çev. Enis Behiç Koryürek, 1. Baskı, M.E. Basımevi,
Ankara, 1950.
Emecen, Feridun; ;Kanunî Sultan Süleyman;, D.G.B.İ.T., X.
Zafer matbaası, Çağ Yayınları, İstanbul, 1989, (ss. 313-382).
Feridûn Ahmet Bey; Münşeatu;s-Selâtin,
İstanbul, 1274-1275 h.
I-II,
2.
Baskı,
Gökbilgin, M. Tayyip; ;Arz ve Raporlarına Göre İbrahim
Paşa;nın Irakeyn Seferindeki İlk tedbirleri ve Fütuhatı;,
Belleten, T.T.K. Basımevi, S. 83, XXI, Ankara, 1957, (ss.
449-483).
………………………….; ;Süleyman I;,İ.A.,XI, M.E. Basımevi, İstanbul,
1970, (ss. 99-155)
………………………..; Kanunî Sultan Süleyman, 2. Baskı, M.E.B.
Yayınları, İstanbul, 1992.
Gölpınar, Abdrulbaki; ;Kızılbaş;, İ.A., VI, M.E. Basımevi,
İstanbul, 1977, (ss.789-795).
Gücüyener, Şükrü Fuad; Kanunî Sultan Süleyman, Ahmed Sait
Matbaası, İstanbul, 1945.
Grammont, Jean-Louis Becaue; ;Osmanlı İmparatorluğu Doruğu
Olaylar (1512-1606); Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, Çev. Server
Tanilli, 1. Baskı, Say Yayınları İstanbul, 1992, (ss.
171/194).
Hammer, Joseph Pustgall; Devlet-i Osmaniyye Tarihi, Terc.
Mehmed Atâ, I-X, Selânik Matbaası, İstanbul, 1330 h.
Hezarfen Hüseyin b. Cafer; Tenkıhu;t-Tevârih-i Mülûk, Es;ad
Efendi Kitaplığı, nr. 2239, (Türkçe Yazma), Süleymaniye Ktb.,
İstanbul, 1083 h.
Hilmi, M.; Kanunî Sultan Süleyman;ın 1533-1535 Bağdad Seferi,
Askeri Basımevi, İstanbul, 1932.
Kantemir, Dimitri; Osmanlı İmparatorluğunun Yükseliş ve Çöküş
Tarihi, Çev. Özdemir Çobanoğlu, I-III, I. Baskı, K.B.
Yayınları, Ankara, 1979.
Karaçelebi-zâde, Abdu;l-Aziz; Tarih-i Ravzatu;l-Ebrâr, Hüsrev
Paşa Kitaplığı, nr. 397, Süleymaniye Ktb. (Bulak MatbaasıMısır), İstanbul, 1238 h.
…………………………; Süleyman-nâme, Hacı Mahmud Kitaplığı, nr. 4823,
Süleymaniye Ktb., (Bulak Matbaası-Mısır), İstanbul,1248 h.
Kevserâni, Vecih; El-Fakih ve;s-Sultân (Osmanlı ve Safevilerde
Din-Devlet İlişkisi), Çev. Muhlis Canyürek, Denge Yayınları,
İstanbul, 1992.
Kırzıoğlu, M. Fahrettin; Kars Tarihi 1, Işıl Matbaası,
İstanbul, 1953.
………………………….; Osmanlıların Kafkas Ellerini Fethi (1451-1590),
T.T.K. Basımevi, Ankara, 1993.
Kütükoğlu, Bekir Sıdkı; ;Tahmasp 1;, İ.A., XI, 1. Baskı M.E.
Basımevi, İstanbul 1970, (ss. 637-647).
de Lamartine, A; Cihan Hâkimiyeti (Türkiye Tarihi), Haz. M. R.
Uzmen, I-III, Tercüman (1001 Temel Eser), İstanbul. ?.
Matrakçı Nâsuh es-Silâhi; Beyân-ı Menâzil-i Sefer-i Irakeyn-i
Sultan Süleyman Han, Haz. Hüseyin Gazi Yurdaydın, T.T.K.
Basımevi, Ankara, 1976.
Müneccimbaşı, Ahmed b. Lütfullah, Sahâifu;l-Ahbâr fi Vekây-i
ül;l-A;sâr, Trc. Nedim Ahmed, I-III, Hacı Mahmud Kitaplığı,
nr. 4741, Süleymaniye Ktb., İstanbul, 1285 h.
………………………. ; Sahaifu;l-Ahbâr fi Vekây-i ü;l-A;sâr,
(Müneccimbaşı Tarihi),Terc. İsmail Erünsal, I-III, Tercüman
(1001 Temel Eser), İstanbul, ?.
Öztuna, Yılmaz; Büyük Türkiye Tarihi, I-XIV, İrfan Matbaası,
Ötüken Yayınevi, İstanbul, 1977.
………………………. ; Kanunî Sultan Süleyman, K.B. Yayınevi, Ankara,
1989.
Peçevi İbrahim Efendi; Tarih-i Peçevi, I-II, Amire Matbaası,
İstanbul, 1281-1283 h.
……………………….; Peçevi Tarihi, Haz. Bekir sıtkı Baykal, I-II, 2.
Baskı K.B. Yayınları, Ankara, 1992.
Rasim, Ahmed; Resimli Haritalı Osmanlı Tarihi, I-IV, 1. Baskı,
Şems Matbaası, İstanbul, 1326-1328 h.
Refik, Ahmet; XVII. Asır;da Rafîzilik ve Bektaşîlik, Ahmet
Halit Ktb., İstanbul, 1932.
Saray, Mehmet; Türk-İran Münâsebetlerinde Şiiliğin Rolü,
T.K.A.E. Yayınları, Ankara, 1990.
Sarı Abdullah Efendi; Düstürü;l-İnşâ, Es;ad Efendi Kitaplığı,
nr. 3332, (Türkçe Yazma) Süleymaniye Ktb., 1053h.
………………… ; Münşeat-ı Fârisi, Es;ad Efendi Kitaplığı, nr. 3333,
(Yazma), Süleyaniye Ktb., İstanbul., 1039 h.
Sertoli Salis, Renzo; Muhteşem Süleyman, Çev. Şerafettin
Turan, A. Ü. Basımevi, Ankara, 1963.
Solak-zâde Mehmed Hemdemi; Solak-zâde Tarihi, Mahmud Bey
Matbaası, İstanbul, 1297 h.
………………….. ; Solak-zâde Tarihi, Vahid Çubuk, I-II, 1. Baskı,
K.B. Yayınları, Ankara, 1989.
Sümer, Faruk, Safevi Devleti;nin Kuruluşu ve Gelişmesinde
Anadolu Türklerinin Rolü (Şah İsmail ile Halefleri ve Anadolu
Türkleri), T.T.K. Basımevi, Ankara 1992.
III. Şemseddin b. Şeref (Şeref Han) Bidlîsî; Tarih-i Şerefnâme, (Farsça Yazma), nr. 4539/12, Mehmet Paşa Ktb., Darende,
1051 h.
Şeref, Abdurrahman; Tarih-i Devlet-i Osmaniyye, I-II, 2.
Baskı, Karâbet Matbaası, İstanbul, 1315 h.
Tekirdağ, M.C. Şehabeddin, Fatih;den III. Murad;a Kadar
Osmanlı Tarihi (1451-1574), (Basılmamış Ders Notları)
İ.Ü.E.F., İstanbul, 1977.
Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi,Ev. Nr.; 9508, 10274.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı; Osmanlı Tarihi, I-VIII, 5. Baskı
T.T.K. Basımevi, Ankara, 1988.
………………………… ; ;Kanunî Sultan Süleyman;ın Vezir-i A;zâm-ı Maktul
İbrahim Paşa Padişah Damadı Değildi, Belleten, S. 114, XXIX,
Ankara, 1965, (ss.355-361).
Yazıcı, Tahsin; ;Safevîler;, İ.A., XI, M.E. Basımevi,
İstanbul., 1966, (ss. 53-59).
………………………… ; ;Şah İsmail;, İ. A. XI. 1. Baskı M. E. Basımevi,
İstanbul, 1970, (ss. 275-279).
Yurdaydın, Hüseyin Gazi; Kanunî;nin Cülusü ve İlk Seferleri,
T.T.K. Basımevi, Ankara, 1961.
Yücel, Yaşar; Muhteşem Türk Kanunî ile 46 Yıl, 2. Baskı T.T.K.
Basımevi, Ankara, 1991.
Download