Derginin Künyesi YAYIN SAHİBİ T.C. Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü Adına Prof.Dr. İrfan ŞENCAN YAYIN KURULU BAŞKANI Uzm. Dr. Alaattin DİLSİZ T.C. Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü YAYIN KURULU BŞK.YRD. Uzm. Dr. Arif KAPUAĞASI T.C. Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdür Yardımcısı EDİTÖR Yusuf ÖZTÜRK EDİTÖR YARDIMCISI Elvan ULUCAN ÖZKAN YAYIN KURULU Yusuf ÖZTÜRK Uğur ÖZDEMİR Arzu İÇAĞASI ÇOBAN Elvan ULUCAN ÖZKAN Dilek TÜRKMEN Serdar ARSLAN Hacer DAVUTOĞULLARI Gamze SAÇAKLI Özdoğan KIRKAYA M. Kemal ÇETİN Rabia KAPLAN HUKUK DANIŞMANI Süleyman Hafız KAPAN Eray KAPLAN Sevil SERİN Grafik Tasarım Harun Tufan TOLASA Murat ASİL Hakem Kurulu Prof. Dr. İlhan TOMANBAY Hacettepe Üniversitesi İİBF, Sosyal Hizmet Bölüm Başkanı Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Farabi Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Prof. Dr. Kasım KARATAŞ Hacettepe Üniversitesi İİBF, Sosyal Hizmet Bölümü Prof. Dr. Fatih ŞAHİN Manisa Celal Bayer Üniversitesi, Sosyal Hizmet Bölüm Başkanı Prof. Dr. Sunay İl Hacettepe Üniversitesi İİBF, Sosyal Hizmet Bölümü Prof. Dr. Dr. h.c. Hakan HAKERİ İstanbul Medeniyet Üniversitesi Tıp Hukuku Araştırmaları Birimi Başkanı Prof. Dr. Figen KARADAĞ Maltepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Prof. Dr. Ü. Şevkat Bahar ÖZVARIŞ Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı ve Tıp Eğitimi ve Bilişimi Anabilim Dalı Prof. Dr. Külteğin ÖGEL Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Prof. Dr. Füsun TERZİOĞLU Hacettepe Üniversitesi Doğum ve Kadın Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı Doç. Dr. Nurdan DUMAN Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Sosyal Hizmet Bölüm Başkanı Doç Dr. Yüksel BAYKARA ACAR Kocaeli Üniversitesi, Kocaeli Sağlık Yüksekokulu, Sosyal Hizmet Bölümü Doç. Dr. Arzu İÇAĞASIOĞLU ÇOBAN Başkent Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü Doç. Dr. Özlem CANKURTARAN ÖNTAŞ Hacettepe Üniversitesi İİBF, Sosyal Hizmet Bölümü Doç. Dr. Cengiz ÖZBESLER Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Sosyal Hizmet Bölümü Doç. Dr. Tarık TUNCAY Hacettepe Üniversitesi İİBF, Sosyal Hizmet Bölümü Yard. Doç. Dr. Filiz DEMİRÖZ Hacettepe Üniversitesi İİBF, Sosyal Hizmet Bölümü Yard. Doç. Dr. Emrah AKBAŞ Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Sosyal Hizmet Bölümü Yard. Doç. DR. Abdulhakim BEKİ İstanbul Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü Dr. Uğur ÖZDEMİR Hacettepe Üniversitesi İİBF, Sosyal Hizmet Bölümü Prof. Dr. İrfan ŞENCAN Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Merhaba, Hayatta tek değişmeyen parametrenin değişim olduğu muhakkak… idareleri olarak bizler de Kamu değişim rüzgarına uyum sağlamak zorundayız. Bu münasebetle günün koşullarına uyarlanan ya da yenilenen mevzuatımız ile yöneticilerimiz, muhatap oldukları insanımızın sorunlarını memnuniyetlerini artırmak çözmek, için çabalıyorlar. Yol ve yöntemler değişiyor ama bazı kavramlar önemini kesinlikle yitirmiyor: Mesela hizmet verdiğimiz ve kutsallığına inandığımız insan… İnsan haklarının devamı hasta hakları kavramı… Hasta hakları yönetmeliğinde geçen ay değişiklik yaptık. Umarız bu değişiklikler beklenen faydaları sağlar ve hayırlı olur. Dergimizin bu sayısında iki derleme ve iki araştırmaya yer verdik. Derlemelerden ilki hasta hakları ve etkili iletişim konusunda. Bu derlemede, hastaların teşhis- tedavi sürecinde yaşanabilecek hak ihlallerinin giderilmesi ve teşhis-tedavi sürecinin kesintiye uğramadan devam etmesinde, hasta iletişim birimlerindeki etkili iletişimin önemi vurgulanmaktadır. İkinci derlememiz Sağlık Çalışanlarına Yönelik İşyerinde Şiddet: Nedenler, Politikalar, Öneriler konulu… Bu noktada şu hususu ifade etmeliyim. Sağlık çalışanlarına yapılan şiddet olaylarının önlenmesine yönelik “Beyaz Kod Birimi”ni kurduk. Bu birim, sağlık çalışanlarına yönelik gerçekleşen şiddet olaylarını “Alo 113” telefon hattı veya “ www.beyazkod.saglik.gov.tr” web adresi aracılığı ile kayıt altına alan, gerçekleşen şiddet olaylarının adli makamlara intikal ettirilip ettirilmediğini araştıran, şayet ettirilmemiş ise olayın derhal adli makamlara bildirilmesini sağlayan bir birim olarak faaliyetini sürdürmektedir. Yapılan bu tür çalışmaların değerlendirilmesi açısında da bu derlemenin bize katkı sağlayacağını düşünüyorum. Diğer iki araştırmaya gelince; Perimenopozal Dönemdeki Kadınların Aile Planlaması Yöntem Kullanımları konusundaki araştırma ile sözü edilen dönemde kadınların aile planlaması yöntem kullanımları incelenmektedir. Araştırma örneklemini İzmir’in bir ilçesindeki 120 gönüllü kadın oluşturmaktadır. Sonuçlar gerçekten çok dikkat çekici. İkinci araştırmanın konusu Hatay İli Talasemi İle Mücadelesi Makro Çalışma Örneği olup bu araştırma ile Talasemi hastası bebek doğumunun önlenmesi amaçlanmıştır. Hakikaten koruyucu – önleyici sağlık hizmetlerinin önemi maliyet- etkinlik açısından her zaman gündemdeki yerini korumaktadır. Genel itibariyle bahsettiğimiz bu bilimsel çalışmaların ilgili alanlara katkı sağlamasını dileyerek sizleri e-dergimizi okumaya davet ediyorum. İÇİNDEKİLER HASTA HAKLARI VE ETKİLİ İLETİŞİM PATIENT RIGHTS AND EFFECTIVE COMMUNICATION SHU Atilla ALTINTAŞ SAĞLİK ÇALIŞANLARINA YÖNELİK İŞYERİNDE ŞİDDET: NEDENLER, POLİTİKALAR, ÖNERİLER WORKPLACE VIOLENCE AGAINST HEALTH CARE STAFF: REASONS, POLICIES AND SUGGESTION SHU Hakan KARAAĞAÇ PERİMENOPOZAL DÖNEMDEKİ KADINLARIN AİLE PLANLAMASI YÖNTEM KULLANIMLARI THE USAGE OF FAMILY PLANNING METHODS BY WOMEN IN THE PERIMENOPAUSAL PERIOD Doç. Dr. Şafak DAĞHAN, Doç. Dr. Aynur UYSAL TORAMAN, Arş. Gör. Özüm ERKİN, Cemile Gamze KOCADEMİR HATAY İLİ TALASEMİ İLE MÜCADELESİ MAKRO ÇALIŞMA ÖRNEĞİ STRUGGLE WITH THALESSEMIA IN HATAY: WORKING SAMPLE MACRO SHU Özlem ÇELENK, Dr. Ümit Mutlu TİRYAKİ, Ebe Sevgi AYKAÇ HASTA HAKLARI VE ETKİLİ İLETİŞİM SHU Atilla ALTINTAŞ Öz Hak kavramı, insan hakları ve hasta haklarının tarihsel gelişim süreci yanında iletişim, sözlü iletişim, sözsüz iletişim hakkında taranan literatür bilgileri aktarılmıştır. Hastaların teşhis-tedavi sürecinde yaşanabilecek hak ihlallerinin giderilmesi ve teşhistedavi sürecinin kesintiye uğramadan devam etmesinde, hasta iletişim (hasta hakları) birimlerinde etkili iletişimin önemi vurgulanmaktadır. Anahtar Kelimeler: Hasta hakları, Etkili iletişim, Hasta iletişim (hasta hakları) birimlerinde etkili iletişim. PATIENT RIGHTS AND EFFECTIVE COMMUNICATION Abstract The concept of rights, human rights and patients’ rights in addition to the historical development of communication, verbal communication, nonverbal communication literature about the scanned data has been transferred. Diagnosis-treatment of patients that may arise in the process of diagnosis-treatment of human rights violations are resolved and the process will continue without interruption, the patient contact (patient rights) emphasizes the importance of effective communication units. Keywords: Patient rights, Effective communication, Effective communication in patient contact (patient rights) unit. 1. Giriş İnsan Hakları, insanın herhangi bir şarta veya statüye bağlı olmadan doğuştan sahip olduğu dokunulmaz, devredilemez ahlâkî ve hukukî bir kavramdır. İnsan haklarını evrensel kılan bireyin onurunu ve eşitliğini temel almasıdır. Genel anlamıyla hasta hakları ise insan haklarının sağlık alanında uygulanmasını ifade etmektedir. Hasta hakları sadece hasta ya da hasta yakını olanlar için değil, bir gün hastalanma ihtimali olan bütün insanlar için gereklidir. İletişim, insanın dünyaya gelmesindeki anlam ve amacın gerçekleştirilmesinde vazgeçilmezidir. Sözlü ve sözsüz iletişim toplumsal yapı içerisinde doğar ve gelişir. İçinde yaşadığımız toplumun oluşturduğu anlamlar içeren yazılı, sözlü ya da sözsüz iletişimler kurulur. Etkili iletişim kurmada, bunlardan biri diğerini kuvvetlendirir. İletişim kuran kişilerin, karşılıklı olarak aynı anlam paylaşımı doğar. Sözlü iletişimde dil, dilin kullanımı, empati ve dinleme ön plana çıkmaktadır. Sözlü olmayan iletişimde ise ilk görünüş anından itibaren istemli ya da istemsiz yaptığımız bütün beden hareketlerimiz vücut dilimiz olarak bizi ifade eder. İletişim ve hasta hakları, insanın doğumuyla birlikte gelen ve sonuna kadar da bireyin yanında olmasını istediği kavramlardır. Evrenseldirler ve değişen zaman içerisinde geliştirilmiştirler. Biyolojinin gelişmesine Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hasta Hakları Birimi paralel yeni hak kazanımları gündeme gelirken, kitle iletişim araçlarındaki baş döndürücü gelişmelerde de daha etkili iletişim nasıl kurulur? Sorularına cevap aramaktadır. İnsanların iyi iletişim kuramamasından kaynaklanan sorunların çoğunlukta olduğu düşünülmektedir. Hastanelerde iletişim kazaları ile ilgili olayları duymuş ya da yaşamız olabiliriz. Bu sorunlarda çoğunlukla hastanelerde sağlıklı iletişim kurulamadığından kaynaklanmaktadır. Değişik nedenlerden dolayı hasta iletişim (hasta hakları) birimlerine başvuran hasta ya da hasta yakınlarının başvurularını hasta hakları birimi çalışanları karşılamaktadır. Başvuru sahipleri açısından bu birimlerde çalışanların iletişimi çok önemlidir. Başvuranlar, ya kendileri ile ilgili durumun iyi anlaşıldığını düşünüp mutlu ayrılacak ya da yaşanılabilecek iletişim kazaları ile yeni sorunlar eklenerek ayrılacaktır. Bu süreçte hasta hakları birimlerinde görev yapan personelin etkili iletişim kurması, her iki tarafın da doyum sağlamasına katkı sağlayacaktır. 1.1. Hak Kavramı Hak, hem ahlâkî hem de hukukî bir kavramdır. Her iki alanda da hak, bir kişi, bir kurum veya bir şey üzerindeki gerekçelendirilmiş bir iddia veya talebi ifade eder. Hak sahibi, başka insanlar veya sosyal kurumlar tarafından kendisine belli bir şekilde davranılmaya hakkı olduğunu ileri sürer (İnsan Hakları Başkanlığı, 2006, s.17). Hak kavramına, zamana, mekâna, toplumdan topluma ve kültüre göre farklı anlam ve değerler yüklenmiştir. Hak kavramına ilişkin günümüzde bile ortak bir tanımlama yapmak mümkün değildir (Aydemir, 2010, s. 2). Hakların korunması, ihlallerin önüne geçilmesi, ihlal durumunda zararın tazmini hukuk sisteminin temel işlevlerindendir. Hak kavramı hukukta sistemli bir özellik arz eder. Hukuki olarak hakların niteliği, içeriği, kullanım esasları, sınırları belirlenmiştir (Akpınar, 2008, s. 14). Hak, günümüzde yazılı hukuk belgeleriyle verilir. Bu yetkiyi kişilere, hukuk düzeni verir. Hukuk, tanımışsa, hak vardır. Bu, pozitif görüştür. Hak ve özgürlük kavramlarının tanımı ve içeriği, hukukun en güç sorunlarından biri sayılıyor (Fendoğlu, 2007, s. 17). Temel hak ve özgürlüklerin sübjektif, objektif, anayasal ve yasal olmak üzere başlıca dört sınırından söz edilebilir. Kuşkusuz ki bir düzenin bozulması kuvvetle muhtemel ise sınırlama söz konusu olabilir (Fendoğlu, 2007, s. 117). Hak sözcüğü, koruma altına alınmış menfaatler anlamına gelmektedir. Hasta hakları, kısaca bir insanın hasta olmasıyla kazandığı haklarının koruma altına alınması demektir (Bostan, 2005, s. 66). Aslında, hakları, vazgeçilemez ihtiyaçlar doğurur. Sağlıklı olmak ve sağlıklı kalmak herkes için, her şeyden önde gelen bir gereksinimdir, çünkü sağlığı olmayan bir kişinin diğer gereksinimlerini karşılayabilmesi, menfaatlerini koruyabilmesi veya haklarını kullanabilmesi mümkün olmayabilir. (Büken ve Büken, 2007, s. 183). Hak kavramı hekimle hasta arasındaki buyurgan (paternalistik) ilişkiden kaynaklanmaktadır. Eğer bir ilişkide, taraflardan biri, diğerine göre daha güçlü, avantajlı konumda ise, karşı tarafın haklarından söz edilebilir. Bir diğer önemli nokta ise, hasta haklarının, hekimlerin meslekleri gereği yerine getirmekle yükümlü oldukları etik ve hukuki ilke kurallarından oluştuğudur. Modern anlamda yirminci yüzyılın sonlarına doğru gündeme gelen hasta hakları kavramı, aslında insan haklarının sağlık alanına uygulanması olarak da yorumlanabilir. Hasta hakları, sağlıklı yaşama hakkının bir gereğidir. Sağlığı olmayan, sağlığı güvence altına alınmayan, sağlıklı kalmak için gereksinim duyduğu koşullara sahip olamayan bir insanın, diğer hak ve özgürlüklerinden söz etmek çok gerçekçi olmasa gerekir (Özlü, 2007, ss. 41–45). 1.1.1 Sağlık Hakkı Kavramı “Sağlıklı olmak ve sağlıklı kalmak için sadece hastalık ve sakatlıkların oluşumu engellemek üzere çaba sarf etmek yeterli değildir, çünkü “Sağlık, sadece hastalık veya sakatlığın olmaması değil; bedensel, ruhsal ve sosyal yünden tam bir iyilik halidir”. Sağlıklı yaşamak temel insan haklarındandır. Hatta diğer insan haklarının da önündedir, zira diğer haklarından yararlanabilmesi, haklarını kullanabilmesi için çoğu zaman, kişinin sağlıklı olması gereklidir ” (Büken ve Büken, 2007, s. 183). Sağlık hakkı kavramı toplum ya da onun örgütlü gücü olan devlet tarafından, kişinin sağlığının korunmasını, gerektiğinde tedavi edilmesini, iyileştirilmesini ve bu alanda toplumun sağladığı olanaklardan yararlanabilmesini ifade eder. Günlük yaşamda, sağlık hakkı olarak ifadesini bulan bu kavram, aslında sağlık bakım hakkını ifade eder (“ Sanal ”, 2012, s. 1). Uluslararası alanda temel insan haklarını sağlamak amacıyla yayınlanan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde ve Ekonomik Toplumsal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nde uluslararası ve toplumsal dengesizliklerin giderilmesini amaçlayan hakların arasında “sağlık hakkına” özellikle yer verilmiştir. 1948’de kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25.maddesi; Herkesin kendisinin ve ailesinin sağlık ve refahı için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır. Herkes, işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ve kendi iradesi dışındaki koşullardan doğan geçim sıkıntısı durumunda güvenlik hakkına sahiptir (Kibar, 2010, s. 13). 1.1.2 Türkiye’de Sağlık Hakkı Türk hukuk düzeninde kişilik hakları ve kişiliği koruyucu hükümler ön planda yer alırlar. 1982 Anayasası da, insan sağlığı ve vücut bütünlüğü ile ilgili hükümlere yer vererek bu hakları anayasal bir temele ve teminata kavuşturmuştur: (Deryal, 2007, s. 50). Yukarıda belirtildiği üzere Anayasa'nın 17. Maddesi sağlık hakkını, 56. Madde ise herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkını güvence altına almaktadır (Akpınar, 2008, s.38). “Anayasamızın 56. maddesi, muhtevası açıkça tanımlanmış bir sağlık hakkından çok, “sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı”nı tanımıştır. Bu hak, meselâ, herkesin devletten “tıbbî bakım” talep edebilmesini kapsamamaktadır. Anayasa’nın 56. madde çerçevesinde tanıdığı hak, esas olarak, devletin – ve vatandaşların- çevreyi sağlığa elverişli bir hale getirmesi ve bu halde tutmasıyla sağlanacaktır (ikinci fıkra). Devlet ayrıca, üçüncü fıkraya göre, “Herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak” üzere, tek elden planlanmış bir sağlık hizmeti vermekle yükümlü kılınmıştır. Ancak, dördüncü fıkra gereğince, devlet sağlık hizmetini tek elden verme yükümlülüğünü özel sağlık kuruluşlarını devletleştirerek değil, fakat bunları sadece denetleyerek yerine getirecek ve ayrıca bunlar üzerinde sağlık hizmetini planlamanın gerektirdiği yetkileri de kullanabilecektir. Devlet nihayet 56. maddenin son fıkrası gereğince, sağlık hizmetlerinden herkesin yararlanmasını sağlamak üzere genel sağlık sigortası da kurabilecektir” (“Sanal”, 2012, s. 2). Sağlık Bakanlığınca hazırlanan Hasta Haklan Yönetmeliği, hasta hakları konusunda oldukça geniş hazırlanmış hukuksal bir metindir (Topbaş, Özlü, Çan ve Bostan, 2005, s. 82). 1.1.3 Hasta Hakları Yönetmeliği 01.08.1998 tarih ve 23420 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Hasta Hakları Yönetmeliği’nin amacı şöyle belirtilmektedir: “Bu Yönetmelik; temel insan haklarının sağlık hizmetleri sahasındaki yansıması olan ve başta Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda, diğer mevzuatta ve milletlerarası hukuki metinlerde kabul edilen “Hasta Hakları”nı somut olarak göstermek ve sağlık hizmeti verilen bütün kurum ve kuruluşlarda ve sağlık kurum ve kuruluşları dışında sağlık hizmeti verilen hallerde, insan haysiyetine yakışır şekilde herkesin “Hasta Hakları”ndan faydalanabilmesine, hak ihlallerinden korunabilmesine ve gerektiğinde hukuki korunma yollarını fiilen kullanabilmesine dair usül ve esasları düzenlemek amacı ile hazırlanmıştır” (Hasta Hakları Yönetmeliği, 1998). 08.05.2014 tarih ve 28994 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Hasta Hakları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik dahilinde hastanın uyması gereken kurallarda belirtilmiştir. Başvurduğu sağlık kurum ve kuruluşunun kural ve uygulamalarına uygun davranarak ve katılımcı bir yaklaşımla teşhis ve tedavi ekibinin bir parçası olduğu bilinciyle hareket etmesi, sağlığıyla ilgili bilgileri mümkün olduğunca eksiksiz ve doğru olarak vermesi, hekim tarafından belirlenen sürelerde kontrole gelmesi ve tedavisinin gidişatı hakkında geri bildirimlerde bulunması, randevu tarih ve saatine uyması ve değişiklikleri ilgili yere bildirmesi, diğer hastaların ve personelin haklarına saygı göstermesi, personele sözlü ve fiziki saldırıya yönelik davranışlarda bulunmaması, haklarının ihlal edildiğini düşündüğünde veya sorun yaşadığında hasta iletişim birimine başvurması, şeklinde özetle ifade edilen esaslar da hasta sorumluluklarıdır. 1.1.4 Hasta Hakları Uygulama Yönergesi 01.08.1998 tarihinde yayınlanan Hasta Hakları Yönetmeliği’ni uygulamaya yönelik olarak, Sağlıkta Dönüşüm Programı çerçevesinde 15.10.2003 tarihinde Sağlık Tesislerinde Hasta Hakları Uygulamalarına İlişkin Yönerge yayınlanmıştır. Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde Hasta Hakları Şubesi 05.11.2003 tarih ve 9979 sayılı Bakanlık Olur'uyla kurulmuştur. Hasta hakları uygulamaları ilk olarak 60 hastanede başlatılmıştır. Halen bütün devlet hastaneleri ile ağız ve diş sağlığı merkezlerinde yürütülmektedir. Uygulamalarda görülen eksikliklerin giderilmesi amacıyla, 26.04.2006 tarih ve 3077 sayılı Makam Oluru ile Hasta Hakları Uygulama Yönergesi uygulamaya konmuştur. Bu yönergenin amacı; yönerge kapsamındaki sağlık kurum ve kuruluşlarında Hasta Hakları Uygulamalarının insan haysiyetine yakışır şekilde herkesin “Hasta Haklarından” faydalanabilmesinde, hak ihlallerinden korunabilmesinde ve gerektiğinde hukuki korunma yollarını fiilen kullanabilmesinde hasta hakları uygulamalarının planlanması, değerlendirilmesi, uygulanması ve denetlenmesi ile ilgili esas ve usulleri belirleyerek sağlık hizmetlerinin eşit, kaliteli ve etkin olarak sunumunu sağlamaktır” (Hasta Hakları Uygulama Yönergesi, 2006). Hasta Hakları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik çerçevesinde, hasta hakları kurulu oluşturma süreçlerinde değişiklik yapıldığı bildirilmektedir. Yönetmelikte yapılan değişiklikler doğrultusunda yeni uygulama yönergesi yayınlanması beklenmektedir. 1.1.5 Sağlık Çalışanı ve Hasta Hakları Uygulamaları Hasta hakları kavramı, özünde hizmet verenle hizmet alan arasındaki buyurgan ilişkinin giderek eşit ilişkiye terk ettiği insan odaklı paradigma değişikliğinin sağlık alanına yansımasıdır (“Sanal”, 2012, s. 3). “Hastaların, ihtiyaçları olan kaliteli bir sağlık hizmetine kolayca ulaşabilmeleri ve sağlıklarına geri kavuşabilmeleri için insan onuruna yakışır bir biçimde her türlü desteği alabilmelerini sağlamak üzere tanımlanan hasta hakları, kuşkusuz sağlıklı yaşama hakkının en temel unsurları arasındadır. Geçmişte kabul edildiği gibi, hastalara gösterilecek şefkat, saygı, özen ile verilecek sağlık hizmeti, onlara bir lütûf veya bağış değildir. Hekim veya diğer sağlık çalışanlarının hastalarına verecekleri destek, ulusal mevzuat ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış hasta hakları içerisinde net olarak tanımlanmıştır” (Büken ve Büken. 2007, s. 185). “Hasta hakları çalışanlara barışçıl ortamda çalışma imkânını; her şikâyetten savunma alınmasını önlemesini, sorumluluklarını bilen hastalara hizmet vermelerini; hizmet sunumu esnasında pozitif tutum içerisinde olanları koruma, bunların sayısını artırmayı; eksikliklerin daha sağlıklı belirlenmesi, sorunların çalışanlardan mı sistemden mi kaynaklandığının tespit edilmesini; sağlık çalışanlarının korunması ya da yanlış anlaşılmalar yüzünden gereksiz kovuşturmaların önlenmesi ve bilinçli bir sağlık çalışanı olmalarını sağlar” (Kibar, 2010, s. 25). Hasta haklarından söz edildiğinde, sağlık çalışanı ya da sağlık kurumu ile hasta veya hasta yakını arasındaki karşılıklı sorumluluklar unutulmamalıdır. “Hastalar, kendilerine verilen hizmeti diğer üretim işletmelerinde olduğu gibi bilinçli bir şekilde denetleyemezler tamamen hekime veya sağlık personeline bağımlılık söz konusudur. Bu nedenle hasta ve yakınlarının ihtiyaçları doğru bir şekilde tespit edilerek onların hastalıkları ve tedavileri konusunda bilgilendirilmeleri ve eğitilmeleri önemlidir. Sağlık hizmetleri, o hizmete ihtiyacı olan hastalar için üretilir ve diğer sektörlerde olduğu gibi çalışanlarla hasta arasında sıradan satıcı-müşteri ilişkisi kurulamaz ve bu hizmetler ticari amaçla üretilmez, üretilmemelidir” (Mecit, 2009, s. 7). Sağlık hizmetlerinde gerçekleşen yapısal değişimin toplumsal anlayışa tam olarak yansıdığı söylenemez. Hekim ve sağlık kuruluşlarına karşı oluşmuş olan geleneksel saygı ve minnettarlık hisleri hastaların davranışlarını etkilemektedir (Bostan, 2005, s. 68). Hekimlerin kişisel güvenliklerinin, özellikle de hasta ve/veya hasta yakınlarının hukuka aykırı saldırılarından korunmayı isteme, mesleğini güvenlik içinde sürdürme hakları vardır (Ünver, 2007, s. 33) . “ Sorun, asıl olarak sağlık hizmetlerinin yapılandırılmasından kaynaklanıyor. Ekonomik kaynak yetersizliğinden, sağlık çalışanlarının aşırı iş yoğunluğu ve emeklerinin karşılığını alamamalarından, kötü işletmecilikten kaynaklanıyor. Sağlık çalışanlarının hasta hakları konusunda, hasta ve hasta yakınlarıyla doğru iletişimi kurma konusunda yeterince bilgi ve becerisi olduğu da söylenemez” (Özlü, 2006, s. 57). Bu nedenle başta hekimler olmak üzere sağlık personelinin hem insancıl bir yaklaşım açısından, hem de yasal açıdan hasta hakları ihlalleri ile bunlara bağlı ortaya çıkan sorunların önlenmesi, sağlık hizmetlerinin kalitesinin arttırılması, sağlık hizmetlerinin insan onuruna yakışır biçimde sunulması için hasta hakları konusunda bilgili, duyarlı ve uygulayıcı olması gerekmektedir (Topbaş vd., 2005, s. 82). Önemli bir yanılgı olarak hasta haklarının hekim hakları ile karşıt kavramlar olarak görülmesidir. Hekimin hakkı için hastanın ve hastanın hakkı için de hekimin feda edilmesi gerekmez ve feda edilse dahi bu bir çözüm değildir (Ünver, 2007, s. 34) . “ Hastaların istedikleriyle, hekimlerin istedikleri, aslında zıt şeyler değildir. Örneğin: Hasta hekiminin kendisine yeterli süre ayırmasını ister. Hekim de günde 70 - 80 hastaya bakmak istemez, hastasına yeterli süre ayırmak ister. Hasta modern, konforlu ve temiz bir sağlık tesisi ister. Hekim de böyle bir ortamda çalışmak ister. Hasta biran önce sağlığına kavuşmak ister. Hekim de hastasını biran önce iyileştirip, taburcu etmeyi ister. Hasta güncel tıbbın sağladığı imkânlara uygun şekilde tedavi görmek ister. Hekim de bilimsel gelişmeleri takip edip, modern teknolojiyi kullanarak, güncel tanı-tedavi tedavi yöntemlerine uygun hekimlik yapmayı ister. Hasta, hekimine güven duymak ister. Hekim de kendisine güvenilmesini ister. Hasta saatlerce poliklinik sırası beklemek istemez. Hekim de poliklinik kapısı önünde hastaların yığılmasını istemez. Hasta malpraktise uğramaktan korkar. Hekim de malpraktis yapmaktan korkar. Hasta kendisiyle ilgili tıbbi kararlara katılmak ister. Hekim de hastasıyla yasal sorumluluğu paylaşmak ister” (Özlü, 2012, s. 74). 1.2. Tarihsel Süreçte İletişim İletişim, insanoğlunun doğumla başlayan yaşam olgusunun vazgeçilmezidir. Daha anne karnında annesiyle iletişim kuran sağlıklı bir bebeğin, doğumun ardından “çevre uyaranlarına” yanıt vermemesi nasıl olası değilse, iletişimsiz bir yaşantı da o denli olası değildir (Akgül, 2006: 7). İlk dönemlerde; çeşitli ve anlamsız sesler çıkararak başlayan iletişimin, çığlıklarla, çeşitli beden hareketleriyle, mağara duvarlarına çizilen resimlerle, çizgilerle, dumanlarla vb. devam ettiğini, yapılan araştırmalardan anlaşılmaktadır (Orta, 2009: 5). İletişim sözcüğü XV. yüzyıldan sonra bir bilgiyi çoğunluğa, topluluğa yayma anlamında kullanılmıştır. XX. yüzyılda iletişim araçlarıyla toplumsal ilişkiyi sağlayan araçların eriştiği gelişim düzeyi ve insanlar arası iletişimin kazandığı önem, bu sözcüğün doğa ve insan bilimlerinde yer almasına yol açmıştır (Orta, 2009: 10). Akademik çevrelerce olan araştırmalar ise özellikle 1960 ’lı yıllardan itibaren başlamıştır. Ülkemizde de 1960 ’lı yıllardan itibaren beden dili ile ilgili çalışmalar yapılmaya başlanmıştır (Üstünsel, 2011: 41). Burada ilginç olan nokta, iletişimin insanın varoluşuna koşut gelişen bir olgu olmasına karşın, XX. yüzyılda ancak bilimsel bir disiplin haline gelmesidir (Güngör, 2011: 15). İnsan iletişimi konusunda, son yıllarda yapılan bilimsel araştırmaların arttığı ve şaşırtıcı boyutlara ulaştığı belirtilmektedir. Yapılan araştırmalar sonucunda elde edilen veriler ve görülen gelişmeler göstermiştir ki; iletişim kavramı gittikçe genişleyen kullanım alanı bulmakta ve anlatımından kaynağını almaktadır. Buna bağlı olarak çok sayıdaki bilimsel disiplinin kendi alanı bağlamında olsa da iletişim konusunda çalışmaktadır (Orta, 2009: 11). 1.2.1 İletişim Kavramı İletişimin karşılığı olarak birçok Hint-Avrupa dilinde kullanılan komünikasyon (communication) sözcüğünün kökü, Latince “communicare” fiilinden türetilmiş olup, başkalarıyla birlikte olma, bağlantı sağlama, bilgiyi ya da haberi paylaşma, yayma, çoğunluğa genelleme, herkesin paylaşmasını ve yararlanmasını sağlama, herkese pay verme anlamına gelmektedir (Orta, 2009, s.10). İletişime ilişkin tanımların sayısı 200 dolayındadır. E.X. Dance ve Carl E. Larson 1972’de iletişim alanındaki yapılan tüm tanımları taramışlar ve 126 değişik tanım bulmuşlardır (Aziz, 2006, s.3). İletişim, canlıların birbirleriyle ve çevreleriyle birlikte uyumlu veya uyumsuz yaşayabilmeleri için gereken, çeşitli yollarla yapılan karşılıklı her türlü bilgi alışverişidir (Yüce, 2011, s. 4). Ozankaya (1994)’ya göre iletişim bireyler, kümeler, toplumlar arasında söz, jest, yazı, görüntü, vb. simgeler aracılığıyla düşünce, dilek ve duygu alışverişi sağlayan bir etkileşim sürecidir. Birey ve toplum yaşamı iletişim üzerine kurulur. Bu nedenle iletişimde etkinliği sağlamanın koşullarını bilmek büyük önem taşımaktadır. Bu bakımdan temel sorun iletişimi iki-yönlü işletebilmek, başka bir deyişle geri-beslenme sürecini gerçekleştirebilmek sorunudur (Ozankaya, 1994, s. 477). İletişimden söz edebilmek için geri bildirimin dikkate alınması zorunludur (Akgül, 2006, s. 36). Duygu düşünce veya bilgilerin akla gelebilecek her türlü yolla başkalarına aktarılması, bildirişim. İletişimde taraf olanların yarattıkları ortak anlamların ortak paylaşımı biçiminde işleyen bir süreç (Yüksel ve Gürcan, 2005, s. 1). İletişim, “belirli araçlar kullanarak, bilgi, düşünce ve tutumların karşılıklı aktarılması” olarak tanımlanabilir. Burada önemli nokta, bir ‘ileti’nin bulunması ve bunun ‘iletilmesi’dir (Aziz, 2006, s. 5). İletişim belli bir amaca yönelik, belli istek ve arzuları gerçekleştirmeye yönelik bir süreç olarak kabul edilmektedir. İletişimin hangi türü olursa olsun her zaman belli bir amacının olduğu bilinmektedir. Bu amaç bilgi vermek de olabilir, bilgilenmek de, varlığını kanıtlamak ya da eğlenmek, etkilemek, ikna etmek ya da zaman geçirmek için konuşmak da (Orta, 2009, s. 17). Dönemsel koşulların etkisiyle görülen bu tür tanımsal farklılıklara rağmen iletişimin temel oluşturucu öğelerinin etkileşim ve paylaşım olduğu konusunda genel bir uzlaşma olduğu da anlaşılmaktadır (Güngör, 2011, s. 37). Gökçe (2010)’ye göre, bu bağlamda iletişim, anlamların simgeler aracılığıyla karşılıklı paylaşımı olarak tanımlanabilir. Demek ki iletişimin oluşabilmesi için mutlak surette anlamlı eylemlerde bulunmaları ya da söyledikleri şeylerin belirli bir anlamı çağrıştırması gerekmektedir. Bu bağlamda “anlam, tarihsel ve kültürel bir nitelik taşır ve bir toplumun geçmişiyle, bugünüyle ve gelecekle arasındaki bağını kurar.” Böylece toplum, anlam üzerine inşa olur ve toplumun birlikteliğini de önemli ölçüde anlam belirler. İletişimde genel ilke, senin ne söylediğin değil, bunun karşındakinin nasıl algıladığı ve yorumladığıdır. “anlatabildiğin, karşı tarafın anladığı kadardır” sözünden hareketle her zaman, titiz, dikkati anlayışlı olmak gerekmektedir (Gökçe, 2010, ss. 22–25). 1.2.1.1 İletişim Sürecindeki Temel Öğeler 1.2.1.1.1 Kaynak: İletişimin başarısında göndericinin rolü büyüktür. Etkili bir ileti im kurmada kaynağın sorumluluğu vardır. Bu sorumluluğun önemli unsurlarını şöyle sıralayabiliriz: Alıcıya uygun, açık ve anlaşılır mesajlar oluşturmak, mesaj en iyi ve etkili olacak yolla alıcıya ulaştırmak, geri bildirimleri doğru algılamak ve değerlendirmektir. Kaynağın etkin bir iletişim kurabilmesi için alıcının içinde bulunduğu durumu algılayıp mümkün olduğu kadar çok duyusuna hitap etmelidir (Adıgüzel, 2005, s. 7). Diğer bir açıklamada, kaynağın; kişilerin algılama, seçme, düşünme, yorumlama süreçlerinde ürettiği anlamlı iletileri, simgeler aracılığı ile gönderen kişi ya da kişiler olduğu ve hedef/alıcının, kaynaktan gelen bu iletileri belli biyolojik ve psiko-sosyal süreçlerden alarak, yorumlayan ve bunlara sözlü, sözsüz tepkide bulunan kişi ya da gruplar olarak nitelendirilmektedir (Orta, 2009, s. 24). 1.2.1.1.2 Mesaj (İleti): Göndericiyle alıcı arasında iletişim için kullanılan olguya mesaj denir. Mesaj, gerek içeriği, gerekse dili itibariyle, anlaşılır, bozulmamış, açık, her iki tarafın ön yargılarından ayrışmış olmalıdır (Yüce, 2011, s.5). İletişimde başarı, mesajı alan kişilerin, iletilen mesajı doğru ve anlaşılır olarak değerlendirmelerine bağlıdır (Kocaman, 2010, s. 56). Başka bir deyişle sorun, gönderilen mesaj -alınan mesaj eşitsizliğinden kaynaklanır. İyi ve etkili bir iletişimin gönderilen ve alınan mesajın eşitliğine dayandığı söylenebilir (Adıgüzel, 2005, s. 8). 1.2.1.1.3 Kanal: Mesajı gönderenle, alıcı arasında kullanılan iletişimi sağlayan ‘bağ’dır. İki türlü iletişim kanalı vardır: Dikey kanal, genellikle resmi dairelerde kullanılan, otoritenin kullandığı kanaldır. Yatay kanal, Aynı statüde olanların kullandıkları kanaldır (Yüce, 2011, s. 5). Kişilerarası iletişim kanalları, kaynak ile alıcının yüz yüze gelmesi durumunda söz konusudur. Kitle iletişim kanalları ise, kaynak tarafından kodlanan bir mesajın kitle iletişim araçlarıyla iletilmesi durumunda gerçekleşir. Kitle iletişiminde kullanılan kanallar, birey ya da grup olarak kaynağın çok sayıdaki alıcı gruplara mesajlar ulaştırmalarını sağlar (Adıgüzel, 2005, s. 9). 1.2.1.1.4 Alıcı (Hedef) : Gönderiden gelen mesajları alan, anlaşılır hale getiren, değerlendirilen, gerekirse geri bildirimde bulunan kişi veya gruplardır (Yüce, 2011, s. 5). Alıcı ya da hedef olmadan iletişimden söz etmek olanaksızdır. Çünkü kaynağın gönderdiği mesajın hedefe bilgi aktarımı, hedefte tutum ve davranış değişikliği yapması gibi amacı vardır (Aziz, 2006, s.6). 1.2.1.1.5 Geri Bildirim (Feedback) : Geri bildirim iletişimi tek yönlü etkinlik olmaktan çift yönlü hale getiren iletişim sürecinin önemli bir unsurudur. Geri bildirimsiz yani tek yönlü bir iletişimde söz konusu olmakla birlikte esas olan paylaşımın daha güçlü olduğu çift yönlü (geri bildirimi içeren) iletişimdir. İletişimin etkileşim amacına ulaşıp ulaşmadığının anlaşılmasına imkân sağlar. Geri bildirimin algılamadan sonra hemen yapılması birimler arasındaki iletişimin daha etkin oluşmasını sağlamaktadır (Adıgüzel, 2005, s. 11). Mesajı alan tarafından, mesajın gereğini yerine getirip göndericiye cevap vermesi durumudur. Geri dönüş, olumlu veya olumsuz olabilir (Yüce, 2011, s. 5). “Bu durumda iletiyi alacak olan alıcı öncelikle gönderilen iletiyi algılamalı, kısacası düzgülenen ( kodlanarak) gönderilen iletiyi çözümleyebilmelidir. Böylece; alıcı kaynağın göndermiş olduğu iletiyi çözümleyip, bir düşünce ve davranış haline dönüştürüp geribildirimde bulunabilirse iletişim süreci başlamış, devam etmekte ya da iletişim süreci tamamlanmış olmaktadır” (Orta, 2009, s. 19). Bu bakımdan beş öğenin ilk dördü (verici, alıcı, ileti ve kanal) bir iletişim oluşması için zorunlu olan öğeler iken, beşinci öğe (geribeslem) etkili bir iletişim için gerekli olan bir öğedir (Aziz, 2006, s. 7). Her iletişim belirli bir ortam içinde gerçekleşir ve iletişimin gerçekleştiği bu ortam iletinin nasıl yorumlanacağını önemli ölçüde belirler. İletişim ortamı, psikolojik ve fiziksel özellikleri içerir (Gökçe, 2010, s. 55). İletişim ortamı, şu bölümlere ayrılarak daha ayrıntılı biçimde incelenebilir: 1. İletişimde bulunan kişilere bağlı özellikler, 2.iletişimin içinde oluştuğu ortamın sosyal özellikleri; 3. İletişimin içinde oluştuğu ortamın fiziksel özellikleri (Cüceloğlu, 2005, s. 50). 1.2.2 İletişim Kurma Yolları Toplumsal yaşamın içeresinde insan, kendinden önce yaşamış olanların öğrendikleri, kabul edip, sürdürdükleri kuralları öğrenmesi, her türlü inanç ve değerleri benimsemesi ve doğal olarak, bütün bu öğrendiklerinin üzerine inşa ettiği yaşamı sürdürebilmesi ancak iletişim ve onun doğal sonucu etkileşim ile olasıdır (Orta, 2009, s. 9). Toplumsal bağlam modeline göre, her iletişim öncelikle içinde gerçekleştiği toplumsal ve fizik çevrenin ve toplumsal normlar, kurallar, ilişkilerden oluşan toplumsal yapının bileşenlerinden oluşur. Böylelikle, toplum insanların davranışlarının arka planından daha fazlasını ima eder (Doğanay ve Keskin, 2008, s. 25). İletişim bu bakımdan, hem bir yapı hem de bir süreç içinde ele alınabilen karmaşık bir toplumbilim kavramıdır. İletişimin insan bilimlerinin odağında yer alması bu bakımdan kaçınılmazdır. Dolayısıyla iletişimin hem toplumsal hem de bireysel yönü, çeşitli bağlamlarda ve kapsamlarda incelenmiştir ve ortaya geniş bir literatür çıkmıştır (Yılmaz, 2005, s. 5). 1.2.2.1 Yazılı İletişim: Gönderici ile alıcı arsındaki iletişimin yazı ile yapılmasıdır. Bu tanıma, yazılı olarak yapılan iletişim yanında, ilkel insanların mağara duvarlarına yaptıkları şekiller de girmektedir (Aziz, 2006: 8). 1.2.2.2 Sözlü İletişim: Sözlü iletişim seslerin sözcüklere dönüşmesiyle gerçekleşen iletişimdir. Sözlü iletişim de tıpkı sözsüz iletişim gibi yerel ve etnolojik niteliğe sahiptir (Güngör, 2011: 39). 1.2.2.2.1 Dil: Bildirişim ya da iletişim, birtakım simgelerin anlamları üzerinde uzlaşma, bunları kullanarak bilgi, duygu ve düşünce iletme işidir. Dil de insanların üzerinde anlaşıp uzlaşmaya vardıkları sessel simgeler düzenidir. Böyle bir anlaşma ve uzlaşmayı, insanların toplum halinde yaşamak isteyişleri zorlamıştır. Dil toplumu kuran, oluşturan ana etkenlerden biri olmuştur (Orta, 2009, s. 68). Dilde temel olarak dört unsur vardır: Birinci unsur, dilin ilk öğesi ses kavramıdır. Dil seslerden oluşur, dilin en küçük birimi fonemdir. İkinci unsur, kelimelerdir. Kelimeler somut ve soyut objeleri temsil eder. Üçüncü unsur, gramerdir. Kelimelerin nasıl kullanılacağını yöneten kurallar setine denir. Dördüncü unsur, anlamdır. Kelimelerin sözlük anlamları üzerinde bir toplulukta belli derece ortak anlamlar kurulur. Dilin kendi başına bir anlamı yoktur (Fidan, 2009, s.66). İşte bu noktada bireyin kendisini doğru bir biçimde dile getirebilmesi, yani aktarımı sağlıklı gerçekleştirilebilmesi, dil kullanım gücüyle ilişkilidir. Kişilerarası İletişimlerde sözlü iletişimin etkili biçimde kullanımı, kişilerarası iletişimi sağlayan ölçütlerin de gereği gibi kullanımı halinde daha mükemmele ulaşabilecektir (Akgül, 2006, s. 17). Dil, anlaşılır olmalıdır. Uzun ifadelerden, anlaşılmaz, karmaşık, ağdalı, akademik- bilimsel dilden uzaklaşıp, mümkün olabildiğince anlaşılabilir, yalın bir dil kullanılmalıdır. Anlatımda somut ifadeler ve semboller kullanılmalıdır (Yüce, 2011, s. 12).“Beden dilini son derece özenli kullanan bireyin, konuşması sırasında ses tonunu gereken ölçüde ayarlayamaması, yanlış vurgu ve olur olmaz duraksamalar kullanması, çizmek istediği imgeyi olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Anlatmak istediklerini ivedilikle, nefes nefese dile getiren birey, duyduğu gereğinden fazla kaygıyı yansıtırken, konuyu kısa kesme çabasıyla da karşısındaki kişiye gereken özeni göstermediğini, giderek o söyleşiyle zaman kaybettiği izlenimini bile yaratabilmektedir. Anlatım sırasında konunun ana izleğinden sıkça uzaklaşılması ve giderek başka konulara geçilip konunun dağıtılması çabası ise söz konusu alanda bireyin yeterli bilgi donanımından yoksunluğunun göstergesi olarak nitelendirilebilmektedir” (Akgül, 2006, s. 18). 1.2.2.3 Sözsüz İletişim: Sözsüz iletişim temelde insanların yüz, göz, el kol hareketleriyle gerçekleştirdikleri ileti alışverişidir. Bunun yanı sıra giyim kuşam, seçilen renkler, mekânsal düzenlemeler, dekorasyon vb. iletişimsel edimler de sözsüz iletişim kategorisinde ele alınmalıdır. Sözsüz iletişim diğer iletişim türlerine (sözlü, yazılı ve görsel) daha yereldir (Güngör, 2011, s. 38). “Kişilerarası iletişimde önemli bir yerde konumlanan sözsüz iletişim, kişilerin, karşılıklı ilişkileri sırasında iletişimi, bedenleri aracılığıyla kurmaları durumudur. Tek bir sözcük bile kullanmadan kurulan bu iletişim türünde, ileti aktarımı yüz ve beden aracılığıyla sağlanmaktadır. Kişinin kendisini anlatımı sırasında gereksinim duyduğu bedeni, sözcüklerle sağlam bir bütünlük oluşturabilmesiyle iletişime son derece önemli katkılar sağlamış olacaktır. Bu durum sözlü ve sözsüz iletişimin örtüşmesi yoluyla etkili iletişimin kurulabilme olasılığını yükseltebilecektir”(Akgül, 2006, s. 25). Sözsüz iletişim, yüzdeki anlamları, göz hareketlerini, duruşu, giyinmeyi, sesin özelliklerini içeren bu iletişim türü birçok yönleriyle en ilkel toplumsal davranış diye tanımlanan beden dili olarak da bilinmektedir (Orta, 2009, s.94). İnsanların birbirleri ile ilk karşılaştıkları andan itibaren oluşan ilk izlenimlerinde beden dili ile ilgili verilen mesajların önemi büyüktür (Üstünsel, 2011, s. 38). Çoğu zaman sözel olmayan iletişim, en az sözcükler kadar, hatta bazen sözcüklerden daha da etkili olabilmektedir. Sözel olmayan iletişim kimi zaman doğrudan mesaj vermek için kullanılır. Bazen de sözel bir mesajı yorumlayabilmek için ona eşlik eden sözel olmayan ifade yollarına dikkat edilir (Kocaman, 2010, s. 54). Beden diliyle konuştuğumuz müddetçe, karşımızda muhatap aldığımız veya bizi muhatap alan kişi, beyniyle algılayıp beyniyle cevap hazırlayacaktır. Beyin ile alınan bu algı da yine beden diliyle cevap olarak dönebilir. Sevgi, anlayış, hırslanma, öfke, boş verme, vs. gibi (Yüce, 2011, s. 9). İletişim sırasında kullandığımız beden dili hareketleri arasın- da evrensel olanlar kadar ülkelere göre değişen yorumlar da oldukça yaygındır. Bu tür ayrıntıların bilinmesi ayrım yapmayı kolaylaştıracağı gibi, zor durumlarla karşılaşılmasını da engelleyecektir. Bu hareketler ülkelere, bölgelere, uğraşlara, yetiştirilme biçimlerine göre değişiklik göstermektedir (Üstünsel, 2011, s. 98). 1.2.3 Sağlık Çalışanları İle Hasta ve Hasta Yakınları Arasında İletişim Etkin iletişim, sağlık personelinin hastayı dinlemesi (empatik dinleme) yani, anladığını geri bildirim olarak hastaya hissettirmesidir. Kaynak tarafından alıcıya ulaştırılan mesajların planlanmış başarıya ulaşması yani, alıcıda tutum değişikliği yaratması veya mesajın olumlu, algılanmasıdır. Aksi durum; yani kaynak tarafından iletilen mesajın alıcı tarafından olumsuz geri bildirim yaratması ise İletişim Kazası olarak tanımlanabilir (“Sanal”, 2012, s. 4). Hasta, sıkıntıda olan ve çare arayan mağdur kişidir. İletişimin hastalık nedeniyle hassas olan tarafıdır. Hekimin, hastane personelinin, bu durumu göz önüne alarak hastaya davranışlarını ona göre ayarlamaları gerekmektedir (Yüce, 2011, s. 17). Sağlık hizmetleri de iletişimin değişik düzeylerde ve yoğun olarak kullanıldığı alanların başında gelmektedir. Bu alanda iletişimin temel işlevi, anlamları ortak kılmanın yanı sıra duygu, düşünce ve bilgileri paylaşarak insanların birbirlerine yakınlaşmalarını sağlamaktır (Yılmaz, 2005, s. 5). Hastanelerde iletişim süreci, hastalar, sağlık çalışanları, idari ve diğer çalışanlar arasında gerçekleştirilmektedir. Bilgi işlem kayıtları, sözel-telefonla alınan istemler, tetkik sonuçları vb. hastanelerde iletişim sürecinde mesajın iletilmesini sağlayan kanallar olarak karşımıza çıkmaktadır (Demir vd., 2011, s. 41). “İletişimi sağlık personeli- hasta platformuna taşırsak: hasta fizik ve ruhsal olarak uygun denge durumunda değildir. Panik, acı, belirsizlik, kaygı, korku vb. duygular arasında bocalayan hasta şefkat ve ilgi beklemektedir. Güven duygusunu yaşamak ister. Durumunun açıklanması, anlayacağı bir dille tedavisi ve durumu ile ilgili bilgi alma beklentisi içindedir. Hasta hem bir vatandaş olarak bilgilenme, hem de hasta olarak bilgi edinme hakkına sahiptir. Mesleki tükenmişliğin en üst düzeyini yaşayan sağlık personeli sosyal baskı, alt yapı kısıtlamaları, monotonluk gibi nedenlerle baş etmek zorundadır. Bütün bunlara rağmen bilgi ve duygu bağlamında hastayla yeterli iletişimi kurmak ya da bu güvenin verilmesi gerekmektedir” (Yücel vd., 2009, s. 118). İletişim hayati bir öneme sahiptir. Etkili iletişimde olumlu sonuçlar elde etmemek mümkün değildir. Bozuk bir iletişim sorunların çözümü için hiçbir fayda sağlamadığı gibi aksine sorunları daha da arttırıp içinden çıkılmaz bir hale sokmaktadır (Kocaman, 2010, s. 11). Tabi bu süreçte hastanın konu hakkındaki bilgi düzeyi, eğitimi, zeka düzeyi ve kişisel özelliklerinin ikna olma düzeyinin etkisini belirlediği unutulmamalıdır (Atlıakın vd., 2011, s. 400). Bireyler arasında iletişim, iletişimi engelleyen faktörlerin ortadan kalkması ile etkili olabilmektedir. Ekili olmayan iletişimde bireyler arasında duygu ve düşünceler tam olarak ve doğru bir şekilde paylaşılamamaktadır. Dolayısı ile iletişim sürecinde iki kişide olumsuz yönde etkilenmektedir (Özdem ve Günaydın, 2011, s. 660). Yani hastanın memnuniyetini en fazla etkileyen sağlık çalışanlarının tutum ve davranışlarıdır. Hastalarını memnun etmeyi hedefleyen tüm sağlık kuruluşları öncelikle çalışanlarını memnun etmek durumundadırlar (Özer ve Çakıl 2007, s. 142).Ayrıca, hastane ya da sağlık tüketicileri, kendilerine sunulan hizmeti, sağlık personeli ile girmiş oldukları iletişim sürecinin etkinliği doğrultusunda değerlendirmektedirler. Bu yönü ile sağlık hizmetlerinde iletişim kavramı “hasta tatmini” yönünden en önemli belirleyici olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu belirleyici özellik aynı zamanda, sağlık hizmetlerine özgü olarak “Plasebo etkisi” ile tanımlanmaktadır (“Sanal”, 2012, s. 4). “Hekim, masanın arkasında hastayı dinlerken, bir şeylerle meşgul olmak, geriye doğru kaykılıp hastaya uzaklık duygusu vermek, kolları kavuşturmak, masa üzerine tıkır tıkır küçük ritmik darbecikler vurarak dinlemekle, hastaya güvensizlik verir. Hekim, muayene esnasında, mahremiyet ve ahlaki sınırlarını aşmayacak, zıt duygular yaratmayacak biçimde, hastasının omzuna hafifçe, dostane dokunarak konuşması, hastada yakınlık, güven, endişelerinin giderilmesi şeklinde etki oluşturabilir” (Yüce, 2011, s. 10). “Mahkemelere intikal etmiş davalara bakıldığında, çoğu zaman yanlış teşhis veya yanlış tedaviden ziyade; kötü muameleye, hakarete uğramış kişilerin başvurularından oluştuğunu görebilirsiniz. Bu şu demektir: güvenlik görevlisinden, tıbbi sekretere kadar sağlık çalışanlarına meslek içi eğitim kursları ile hasta ve hasta yakınlarıyla iletişim konusunda yeterli bir beceri kazandırılabilirse, çoğu sorun önlenebilir” (Özlü, 2006, s. 57). Sağlık hizmetlerinde hasta memnuniyetini en fazla etkileyen faktörün sağlık kurumu personeliyle kurulan iletişim olduğu söylenebilir (Bostan, 2007, s. 17). Bu çerçevede, iletişim kurmada ilk akla gelen ve temel ilkeler olarak sıralanması gereken kuralları da Fidan (2009)’ a göre şöyle sıralayabiliriz: Karşınızdakini dinlemesini bilin. Sabırlı olun. Esnek olun. Sizi dinleyenlerin anlayacakları sözcükleri seçin. Sinirlerinize hâkim olun. Sorulara karşılık verin. Konunuzu iyi bilin. Düşünmeden konuşmayın. Karşınızdakinin tepkilerine dikkat edin. Gereksiz eleştirilerden kaçının. Görüşlerinizi başkalarına zorla kabul ettirmeye çalışmayın. Gürültü yapmayın ancak sesinizi duyurun. Yüz ifadenizi kontrol edin. Biri sizinle konuşurken işinizle meşgul olmayın. Sözü başkalarının ağzından kapmayın. Ne zaman susmak gerektiğini bilin. Sözünüzü güçlü bir tonla bitirin. Başkalarını kötülemeyin. Öğütlediğiniz şeyleri kendinizde uygulayın. Gereksiz yere zıtlık yaratmayın. İnsanları terslemeyin. Adil davranın (Fidan, 2009, ss. 23-24). 1.3. Hasta İletişim (Hasta Hakları) Birimlerinin Önemi “Günümüzde sağlık hizmetine ulaşmak çok zor, karmaşık, akıl almaz ve güç yetirilemez durumdadır. İleri ve pahalı tıp teknolojisi, sermaye kontrolünde ve para kazanmaya dönük sağlık organizasyonu; harcamaları minimalize etmede ustalaşmış özel sigorta şirketleri ve aşırı uzmanlaşma karşısında, hastalar, kendi çıkarlarını koruyamayacak konuma itilmişlerdir. Hasta, bilgisi, becerisi olmayan bir konumda, vazgeçilemez, ertelenemez gereksinimlerini karşılamak zorundadır. İhtiyaç duyduğu hizmeti verecek olan sağlık çalışanının karşısında boynu büküktür, muhtaçtır, edilgendir” (Özlü, 2007, s. 45). Haklarını bilen hastalar da, değişik endişelerden, beklentilerden ve alışkanlıklarından dolayı haklarını talep etmemektedir (Bostan, 2005, s. 68). Hasta odaklı sağlık hizmeti, hizmetin etkinlik ve verimliliğinin artırılmasını sağlamaktadır. Hasta odaklı hizmet vermek isteyen kurumlar hastayı tanımak ve beklentilerini bilmek durumundadır. Hastaların hastane hizmetleriyle ilgili deneyim ve tecrübeleri yanında, hastaların hastalık algısından itibaren verecekleri tepki kişisel özellikleri ile farklılaşır. Hastanın yaşı, cinsiyeti, eğitim düzeyi, mesleği ve sosyal sınıfı beklentilerinin oluşmasında etkilidir. Cinsiyete, yaşa ve yaşanılan bölgeye göre görülebilecek hastalıklar değişebilmektedir (Bostan, 2006, ss. 23-27). Özellikle son yıllarda sağlık/tıp hukukunda hastanın özerkliği ve iradesinin en önemli kavram haline gelmesi ve tıp tekniğindeki gelişmeler ve bu bağlamda yeni gen tekniklerinin kullanımının kişilik hakları açısından yarattığı zarar ve tehlike oluşturma etkileri hasta hakları kavramını daha da önemli ve güncel kılmıştır. Buna karşılık, bazı Avrupa ülkelerinde (örneğin Federal Almanya’da) hasta haklarının en iyi seviyelerde korunmasının nedeni, somut tıbbi müdahalelerde hastanın hakları kadar yükümlülüklerinde de sınırlamaya gidilmiş olmasıdır (Ünver, 2007, s. 22). “Hastaların haklarının korunabilmesi ve bu hakların uygulamaya geçirebilmesi için sağlık kurumlarında çalışan sağlık personeline hasta haklarının, hasta ve personelin hukuki sorumluluklarının, iletişim kurma tekniklerinin anlatılması ve onların bu konuda bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi gerekir. Böylece yaşanan problemlerin ortadan kaldırılması, sağlık hizmetlerinin kalitesinin arttırılması, sağlık hizmetlerinin insan onuruna yakışır biçimde sunulması ve hastaların yaşadığı hasta hakkı ihlallerinin önüne geçilmesi gerçekleştirilebilir” (Aydemir, 2010, s. 25). Hasta iletişim birimlerinin doğru anlatılması, doğru yönetilmesi ve doğru algılanması gerekmektedir. Buralarda diyaloga açık, sorun çözücü, insan ilişkilerinde başarılı, iletişim bilgi ve becerisi olan, eğitimci yönü bulunan kişiler görevlendirilmelidir. Birim sorumlusunun amacı, kendi mesai arkadaşlarının açığını bulmak, onları suçlamak değildir. Bu birimler, hekim veya diğer sağlık çalışanlarına karşı kurulmuş değillerdir. Sadece, hastaların hizmet alım sürecinde karşılaştıkları sorunların çözümüne yardımcı olan; hak ihlaline uğrayan veya uğradığını düşünen hasta ve hasta yakınlarının mağduriyetlerinin giderilmesine çalışan ünitelerdir (Özlü, 2007, s. 43). Hastaneler de oluşturulan bu birimler hastanın hekim ile veya hastane çalışanı ile karşılaştığı sorunların çözümünde mahkemeden önce başvurabildiği ve yardım alabileceği en doğru kurumdur (Güllüoğlu, 2008, s. 15). “Bundan öte bu birimler, yaşanan sorunlara anında çözümler geliştirerek, sorunun büyümesini ve sorunla ilişkili personelin daha tatsız sonuçlarla yüzleşmelerini önler. Sorunu çözülen veya sorununun söz konusu personelden değil, sistemden kaynaklandığını öğrenen (örneğin ultrasonografiye randevusu geç verildiği için isyan eden hastaya, ultrasonografide tek bir uzman çalıştığı, günde şu kadar tetkik yapabildiği, ayrıca acil olguları öne almak zorunda olduğu anlatıldığında) hasta ikna olabilmektedir. Çözüme kavuşturulmasa bile, sorununu anlatacak, içini dökecek bir muhatap bulan çoğu hasta veya hasta yakını rahatlayarak ve tepkilerinden kurtularak sağlık kurumundan ayrılmaktadır. Bu durum, şikâyete konu olan sağlık personeli ve kurumu için bir sübap mekanizmasıdır. Elde edilen sonuç, aynı kişinin isyankâr ve tepkili olarak soluğu bir medya organında veya bir siyasi partinin teşkilatında ya da valilik/savcılık yazı işlerinde almasından çok daha iyidir” (Özlü, 2007, s. 43). 2010 yılında hasta hakları birimlerine başvuran 125.387 vatandaşımızın sorunu yerinde çözülmüştür. Yine 2010 yılında hasta hakları kurulunda görüşülen şikâyet ve önerilere ilişkin başvuruların sayısı 17.299’dur. 2011 yılında sorunları yerinde çözülen vatandaşlarımızın sayısı artarak 150.076 olmuştur. 2011 yılında kurulda görüşülen dosya sayısı da artarak 29.190 olmuştur (“Sanal”, 2012, s. 5). Bu nedenle, Hasta Hakları Birimlerini, Hasta Hakları Kurullarını ve buralarda çalışan görevlileri, hekim veya diğer hastane personeline savaş ilan etmiş hasım kişiler olarak görmek, insafa ve gerçeklerle bağdaşmamaktadır (Özlü, 2007, s. 44). 2. Sonuç, Tartışma ve Öneriler Tüm hastaların Hasta Hakları Yönetmeliği çerçevesinde; hizmetten genel olarak faydalanma, bilgilendirme ve bilgi isteme, sağlık kuruluşunu ve personelini, seçme ve değiştirme, mahremiyet, reddetme, durdurma ve rıza, güvenlik, dini vecibeleri yerine getirebilme, insani değerlere saygı gösterilmesi, saygınlık görme ve rahatlık, ziyaret ve refakatçi bulundurma, müracaat, şikâyet ve dava hakları vardır. Hakları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik’te de hasta sağlık hizmeti alırken uyması gereken kurallar belirtilmiştir. Genel bir ifadeyle hak ve sorumluluk kavramları iç içedir, biri diğerinden ayrı düşünülmemelidir. Sosyal bir çevre içinde yer alan birey iletişim halindedir. Anlam ise toplumun tarihsel sürecinde ortaya çıkar. Kişilerarası iletişim sürecinde yazılı, sözlü, sözlü olmayan iletişim kurma yolları kullanılmaktadır. Sözlü iletişimde, dil ve empatik dinleme önemlidir. Sözsüz iletişimde, istemli ya da istemsiz yapılan beden dili ifadeleri vardır. İyi bir izlenim için, görünüş ve özgüven öne çıkmaktadır. Etkili bir iletişimde kime, neyi, ne zaman söylemek gerektiği bilinmelidir. Her birey özeldir. Kendi değerinin, varlığının farkına varılmasını ister. Kişi onur ve haysiyeti korunarak, eşit, katılımcı bir anlayışla başvuruların alınması, sorunun çözümlenmesi veya sorun hakkında düzenleyici önleyici faaliyetlerin planlanması, dilek ve önerilerin değerlendirilmesi süreçlerinde hasta iletişim (hasta hakları) birim çalışanlarının etkili iletişimi ön plana çıkmaktadır. Bu birimlerde, hasta haklarının savunuculuğu yapılırken sağlık çalışanının haklarını hatırlatma ve koruma işlevi de söz konusudur. Bunun yanında hasta ve hasta yakınlarının istek veya taleplerini hak olarak görmeleri, sağlık personelinin ise dilekçe verme yeri olarak hastaları yönlendirmeleri hasta iletişim (hasta hakları) birim görev ve yetkilerinin tam anlaşılamadığını düşündüren tartışmalı bir durumdur. Hasta hakları ve iletişim önemlidir. Bu ikisinin sentez yapılabileceği, hasta iletişim (hasta hakları) birimlerinde etkili iletişimin önem gerçekliği göz ardı edilemez. Hasta iletişim (hasta hakları) birim sorumlularına yönelik, mevcut uygulamada yer alan “Hasta Hakları Uygulamalarının Yerinde Görülmesi” eğitimleri yanında düzenlenecek sertifika eğitimlerinde; tarihsel süreçte hasta hakları, iletişim, sorun çözme, krize müdahale, psikoloji eğitimleri de tüm hasta iletişim (hasta hakları) birim çalışanlarına verilmelidir. 3. Kaynakça Adıgüzel, Zeynep (2005). Sağlık personeli -vatandaş (hasta) iletişiminin niteliği ve iletişimi etkileyen faktörler. Yüksek Lisans Tezi. Celal Bayar Üniversitesi, Manisa. Akgül, K. P. (2006). Kişilerarası iletişimde dans ve beden dili işlevini etkileyen etmenler ve bir alan araştırması. (Doktora Tezi). T.C. Selçuk Üniversitesi, Konya. Akpınar, K. (2008). Acil servislerde hasta hakları (Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Örneği). (Yüksek Lisans Tezi). Selçuk Üniversitesi, Konya Atlıakın, Mürşit, Akyol, Mehtap, Öztürk ve Durdane (2011). Sağlık çalışanlarına, iletişim becerilerini geliştirmeye yönelik eğitim modülü geliştirme çalışması Ankara. T.C. Sağlık Bakanlığı Yayınevi Aydemir, İ. (2010). Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastanelerde hasta hakları uygulamalarının değerlendirilmesi (Doktora Tezi). Hacettepe Üniversitesi ,Ankara. Aziz, A. (2006). Televizyon ve radyo yayıncılığı. Ankara: Turhan Kitabevi. Bostan, S. (2005). Hasta hakları ihlallerinin nedenleri. İbni Sina Tıp Dergisi, 10 (2-3), 65-72. Bostan, S. (2006). Hasta odaklı sağlık hizmeti sunumu, Hasta Hakkı. 1, 20-27. Bostan, S. (2007). Hastanelerde sağlık hizmeti alma sürecinde ortaya çıkan hasta hakları ihlalleri. Sağlık Hakkı, 2, 16-21. Büken, N.Ö., Büken, E., ve Babaoğul, M., Şener, A.(Ed) (2007). Türkiye’de hasta hakları ve Türk sağlık sektöründe yaşanan sorunların hasta haklarına yansıyan görünümleri. Tüketici Yazıları (I). Ankara : Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri Basımevi. Cüceloğlu, D. (2005). Yeniden insan insana . İstanbul: Remzi Kitabevi Demir, M., Güler, H., Öztürk, A., Kapan, S. H., Tarhan, D., Süzük, S., Tuygar, G., Tekin, K., Mercan, F., Ertong, G., Kavak, D. G., Turasan, B., Akın, M., Saluvan, M., Tekingündüz, S., Kesen, E. (2011). HKS Okulu. Ankara. Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü Deryal, Y. (2007). Tıbbi müdahale için hastanın aydınlatılması ve onayının alınması. Sağlık Hakkı, 2, 47-52. Doğanay, Ü., Keskin, F. (2008). İletişim çalışmalarında kişilerarası iletişimin yeri: Türkiye’deki kişilerarası iletişim eğitimi üzerine bir değerlendirme. Kültür ve İletişim Dergisi. 11(1), 9-32. Fendoğlu, H.T. (2007a). Milenyum Türkiye’sinde insan hakları ve AB konusundaki açılımlar. Ankara: T.C. Başbakanlık Fendoğlu, H.T. (2007b). Türk Anayasası ve Avrupa Birliği Ankara: T.C. Başbakanlık Fidan, M. (2009). İletişim kurmak istiyorum. Konya: Tablet Kitabevi. Gökçe, O. (2010). İletişim bilimine giriş. Konya: Dizgi Ofset. Güllüoğlu, Y.(2008). Türk hukuku’nda “hasta hakları” kavramı (hukuki nitelik ve sonuçları). (Yüksek Lisans Tezi)., Sosyal Bilimler Enstitüsü. İstanbul. Güngör, N. (2011). İletişim kuramlar ve yaklaşımlar. Ankara: Siyasal Kitabevi. Hasta Hakları Yönetmeliği (1998). Ankara : T.C.Resmi Gazete. 23420 Hasta Hakları Uygulama Yönergesi (2005). Ankara : T.C.Resmi Gazete. 3077 İnsan Hakları Başkanlığı (2006). İnsan Hakları. Ankara: Matus Basımevi Kibar, N. (2010). I.Basamak sağlık hizmetlerinde hasta hakları bilinirlik düzeyinin ölçülmesi: bahçelievler örneği üzerine bir araştırma. (Yüksek Lisans Tezi). Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Kocaman, Y. (2010). Kişilerarası iletişimin Türkiye’deki özel sektör hastanelerinin gelişimindeki sosyal etkileri (Yüksek Lisans Tezi). Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Mecit, S. Ç. (2009). Müşteri memnuniyetinde hasta haklarının yeri ve önemi üzerine bir araştırma. (Yüksek Lisans Tezi). Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Orta, A. Z. (2009). Etkili iletişim sürecinde kişilerarası iletişim becerileri ve yaratıcı drama uygulama örneği. (Yüksek Lisans Tezi) Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Ozankaya, Ö. (1994) Toplum bilim . İstanbul: Cem Yayınevi Özdem, F. Ş. ve Günaydın, S. (2011). T.C.Sağlık Bakanlığı Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde çalışanlar arasında iletişimin etkinliğinin değerlendirilmesi. Ankara: Bakanlık Yayın Özer, A. ve Çakıl, E. (2007). Sağlık hizmetlerinde hasta memnuniyetini etkileyen faktörler. Tıp Araştırmaları Dergisi . 5(3), 140-143. Özlü, T. (2006). Hastalarla hekimler karşı taraf değil! . Sağlık Hakkı, 1, 55-58. Özlü, T. (2007). Hekimler ve hasta hakları. Sağlık Hakkı, 2, 41-46. Özlü, T. (2012). Sağlık sisteminde hastanın adı yok. Hospital Manager Sağlık Profesyonelinin Dergisi, 18, 72-74. Topbaş, M., Özlü, T., Çan, G. ve B., ve (Ed.) Demirhan E., Demirhan, A. (2005). Hekimler hasta haklarını ne kadar biliyorlar? Bir tıp fakültesindeki asistan ve intern hekimlerin bilgi düzeyleri. Türkiye Klinikleri Tıp Etiği-Hukuku-Tarihi Dergisi . 13(2), 81-86. Ünver, Y. (2007). Hekim ve hasta haklarının ulusal ve uluslararası hukuk açısından konumlandırılması . Sağlık Hakkı, 2, 22-40. Üstünsel, G. (2011). Etkili iletişim becerileri ve beden dili. (Yüksek Lisans Tezi). Fen Bilimleri Enstitüsü, Tekirdağ. Yılmaz, A. (2005). Hasta - hekim ilişkisinde güven iletişimi (Yüksek Lisans Tezi). Sosyal Bilimler Enstitüsü, Antalya. Yüce, O. (2011). Hasta-hastane personeli arasındaki iletişim bozuklukları sebepleri ve çözümleri, (Yüksek Lisans Tezi). Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Yücel, D., Timlioğlu, S., Palacı, H., Temel, S., Gül Deregözü, S., Büyükgebiz, F., Okur, H., ve (Ed) Kırılmaz, H (2009). Sağlıklı İletişim ve iletişim teknikleri eğitim programlarının hasta memnuniyeti üzerindeki etkilerine ilişkin bir örnek olay çalışması. T.C.Sağlık Bakanlığı, Ankara Yüksel, E. ve Gürcan, H.İ. (2005). Haber toplama ve yazma. Konya: Tablet Kitabevi. http://www.asm.gov.tr/UploadGenelDosyalar/Dosyalar/143/EĞİTİM/12_11_2010_15_04_44.docx Erişim tarihi: 07.06.2012. http://www.ihb.gov.tr/Yayinlarimiz/insan_haklari_kitabi_LOW.pdf Erişim tarihi: 10.05.2012. http://www.toraks.org.tr/uploadFiles/2152011144754-Hastahaklari.pdf Erişim tarihi: 03.05.2012. http://www.halilbozkurt.com.tr/makale/saglik-hizmetlerinde-iletisim.htm Erişim tarihi: 05.06.2012. http://sbu.saglik.gov.tr/hastahaklari/istatistik.htm Erişim tarihi: 05.06.2012. SAĞLIK ÇALIŞANLARINA YÖNELİK İŞYERİNDE ŞİDDET: NEDENLER, POLİTİKALAR, ÖNERİLER SHU Hakan KARAAĞAÇ Öz Günümüzde şiddet birçok alanda ve popülasyonda karşımıza çıkan bir olgudur. Hastaneler sağlık çalışanları için gün geçtikçe tehlikeli ortamlar olmaktadır. Sağlık kurumunda çalışmak diğer iş yerlerine göre şiddete uğrama yönünden daha riskli bir hal almaktadır. Bu derleme çalışmada amaç sağlık çalışanlarına yönelik işyeri şiddetinin nedenlerini, bu konuda yürütülen politikaları değerlendirmektir. Anahtar Kelimeler: Sağlık işyeri şiddeti, Şiddet risk faktörleri, Sağlık çalışanları. WORKPLACE VIOLENCE AGAINST HEALTH CARE STAFF: REASONS, POLICIES AND SUGGESTION Abstract Today, violence is a fact that we encounter in many fields and popula- tions. Day by day, hospitals become dangerous places for health care workers. The risk of violence remains stronger in people working in health institutions than the ones working in other businesses. The purpose of this review, the causes of violence against health care staff workplace, is to evaluate the policies conducted in this topic. Keywords: Health workplace violence, Violence risk factors, Health care staff. 1. Giriş İnsan eylemlerinin önemli bir kısmında şiddetin çeşitli biçimlerde kullanıldığı görülmektedir. Bu açıdan bakıldığında şiddetin yeni bir kavram olmadığı; ancak türlerine yeni eklemeler olduğu söylenebilir. Şiddet günümüzde savaşlar, intiharlar, fiziksel ve cinsel içerikli şiddet, çocuk, yaşlıları konu alan şiddet gibi birçok şekilde ve alanda karşımıza çıkmaktadır (Arıkan,1987,sf.75). Dünya Sağlık Örgütüne (WHO,1998) göre şiddet: “Kişinin kendine, bir başkasına, grup ya da topluluğa yönelik olarak ölüm, yaralama, ruhsal zedelenme, gelişimsel bozukluğa yol açabilecek ya da neden olacak şekilde fiziksel zorlama, güç kullanımı ya da tehdidinin amaçlı olarak uygulanması” olarak tanımlanmaktadır. Uluslararası Çalışma Örgütüne (ILO,1983) göre sözel/psikolojik ve fiziksel şiddet şöyle tanımlanmıştır: Bir kişi veya gruba karşı fiziksel, zihinsel, ruhsal, ahlaki ve sosyal gelişimine zarar verebilecek şekilde fiziksel güç kullanımı ve güç kullanımı tehdididir. Kötü söz ve taciz de bu kapsamda değerlendirilir. 1.1.Şiddet Davranışının Sınıflandırılması Dünya Sağlık Örgütü (WHO,2002) ; “Şiddet ve Sağlık Üzerine Dünya Raporu”’nda şiddet davranışlarını şu şekilde sınıflandırmaktadır: Kendine Yöneltilmiş Şiddet: Kendine yöneltilmiş şiddet, intihar davranışı ve kendine zarar verme olarak ikiye ayrılmaktadır. Kayseri İli Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliği Kişiler Arası Şiddet: İki kategoride incelenebilir. İlki aile ve yakın kişilerle ilgili ve genellikle evde olan şiddettir. İkincisi ise toplumda tanıdık ya da yabancılardan olan şiddettir. Kişiler arası şiddetin doğası fiziksel, cinsel ve psikolojik olabilir. Kolektif Şiddet: Sosyal, ekonomik ve politik olmak üzere kendi içinde üçe ayrılmaktadır. Planlı ve belirli bir sosyal amaç çerçevesinde oluşturulan şiddet kolektif şiddettir ve organize gruplarca yapılan nefret suçları, terörist saldırıları, suç örgütlerince yapılan suçları içerir. Dolayısıyla şiddet olgusunun incelenmesine yönelik yapılmış olan araştırmalar, şiddetin tek bir boyutta ele alınamayacak kadar karmaşık bir olgu olduğunu gözler önüne sermektedir. Bu yüzden şiddet olgusunun çok boyutlu biçimde incelenmesi gerekmektedir. Şiddetin ortaya çıkış nedenlerine göre şiddet türleri aşağıdaki tabloda özetlenmiştir(WHO,2002): Şekil 1 Şiddet Türleri Dünya Sağlık Örgütüne(WHO,2002) göre fiziksel şiddet daima sözel şiddetle başlar ve gözle görünen tek şiddet türüdür. Tüm şiddet türleri, güç ve kontrol üzerine temellenir. Duygusal ve sözel şiddet kendi başına görülebileceği gibi her zaman diğer şiddet türlerine eşlik eder. Duygusal şiddet, en sık görülen ancak en zor tanımlanabilen şiddet türüdür. Cinsel şiddet ise en zor ve en geç açığa çıkan şiddet türüdür. 1.2.Şiddetin Risk Faktörleri Curbow(2002)’a göre şiddet risk faktörleri; bireysel faktörler, ilişkiler, toplum ve sosyal yapı olarak gösterilmiştir. Şiddetin risk faktörleri Şekil 2’de gösterilmiştir. Şekil 2 Şiddetin Risk Faktörleri 1.3. İşyerinde Şiddet ve Şiddet Tipleri İş yerinde şiddet, çalışanın işiyle ilgili durumlar sırasında bir kişi veya kişiler tarafından istismar edildiği veya saldırıya uğradığı olaylar olarak tanımlanmaktadır (Aydın, 2008,sf.2). Şiddeti uygulayanlara göre işyerinde şiddet 4 tipte uygulanmaktadır: Tip I: Suça niyet ederek şiddete başvurma şeklidir. Nedeni sıklıkla hırsızlık olayları olmakla birlikte, iş yerinde meydana gelen tüm suç olayları bu tip şiddete neden olabilmektedir. İşyerinde meydana gelen cinayetlerin % 85’i bu gruptadır. Öldürücü silahlar sık kullanılır ve ciddi yaralanmalara neden olur. Taksi şoförleri ve tezgâhtarlar gibi para ile uğraşanlar, güvenlik güçleri, gece çalışanlar ve yalnız çalışanlar daha çok risk altındadır. Tip II: Müşteri/tüketicinin çalışana karşı uyguladığı şiddet türüdür. Şiddeti uygulayan kişi, çalışma ortamına göre müşteri, tüketici, hasta, öğrenci, mahkûm ve hizmet verilen diğer kişiler olabilmektedir. Genellikle, işyerinin normal çalışma saatlerinde meydana gelmektedir. Sağlık personeli, öğretmenler, sosyal hizmet uzmanları başta olmak üzere insanlarla sık ilişkide olunan tüm meslek grupları daha çok risk altındadır. Tip III: İşyerinin ya da çalışanın, çalışana karşı uyguladığı şiddet türüdür. Nedeni kişiler arası veya işle ilgili anlaşmazlıklardır. Şiddeti uygulayan kişi, mağdurla aynı iş yerinde çalışan ya da çalışmış bir kişidir. İşyerinde meydana gelen cinayetlerin %7’si bu gruptadır ve meslek türü ile ilişkili değildir. Tip IV: Kişiler arası ilişki ile ilgili meydana gelen şiddet türüdür. Şiddeti uygulayan mağdurla aynı işyerinde çalışmayan fakat mağduru tanıyan birisidir. Örneğin, ev içi şiddetin iş yerine yansımasıdır(Loveless, 2001,sf.1-12) 1.3.1 Sağlık İş Yeri Ortamında Şiddet Toplumsal düzendeki çelişkilerin kolay ortaya çıkabildiği sağlık sektörü, şiddetin de çok daha somut olarak görüldüğü bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Yapılan bazı çalışmalarda da, şiddetin diğer iş yerlerine göre en çok sağlık alanında ortaya çıktığı, diğer iş yerlerine göre şiddete uğrama yönünden 16 kat daha riskli olduğu belirtilmiştir (Ayrancı, Yenilmez, Günay ve Kaptanoğlu,2002,sf.147) Sağlık kurumlarında şiddet, hasta ve hasta yakınları ya da diğer herhangi bir bireyden gelen, sağlık çalışanı için risk oluşturan, tehdit davranışı, sözel tehdit, fiziksel saldırı ve cinsel saldırıdan oluşan durum olarak tanımlanmıştır (Aydın, 2008,sf.2). Sağlık alanındaki iş yeri şiddetinin, diğer sektörlerdeki şiddetten doğası gereği farklılıklar gösterdiği, şiddetin az oranda bildirildiği, bunun nedeni olarak da, sadece yaralanma gibi ciddi olayların şiddet olarak algılandığı, diğerlerinin önemsenmediği ya da çalışırken saldırıya uğramanın mesleğin doğasıymış gibi algılandığı bildirilmiştir (Özcan ve Bilgin, 2011,sf.1443). Hastaneler sağlık çalışanları için gün geçtikçe tehlikeli ortamlar olmaktadır. Bu durumda hekimler ve sağlık çalışanları kendilerini güvende hissetmemektedir. Gerek sağlık hizmetindeki hızlı değişimler gerek yasal uygulamalardaki eksiklikler şiddetin önlenmesinde ve çalışan güvenliğini sağlama konusunda boşluklar bırakmaktadır (Annagür, 2010,sf.162). 1.3.2 Sağlık İş Yeri Ortamında Şiddetin Nedenleri TBMM(2013) araştırma komisyonu raporuna göre şiddetin nedenleri; şiddet uygulayan bakımından ve mağdurlar bakımından iki başlıkta değerlendirilmiştir. Şiddeti uygulayan bakımından: Sağlık hizmeti sunucularına karşı önyargılar, acil hasta kavramının açık olarak bilinememesi, yüksek beklenti, akıl hastalığı, madde bağımlılığı gibi nedenler sayılabilmektedir. Mağdurlar bakımından: sağlık bilgi iletişim merkezi(SABİM) hakkında yeterli bilgilendirme yapılmadığından amaç dışı başvuru yapılması, olumsuz fiziki ortam koşulları, uzun ve yorucu çalışma süreleri, hizmet sunumunda çalışan personelin nicelik olarak yetersizliği, sağlık hizmetine özgü önleyici ve caydırıcı mevzuatın eksikliği sayılabilmektedir. 1.3.3 Sağlık İş Yerinde Yaşanan Şiddete Yönelik Yapılan Mevzuat ve Uygulamalar Sağlık iş yerindeki yaşanan şiddet olaylarının önlenmesi ve müdahalesin Sağlık Bakanlığı tarafından çeşitli politikalar ve uygulamalar yürütülmektedir. Bu politika ve uygulamalarda çıkarılan mevzuat, 113 Beyaz Kod Uygulaması ve kamu hastanelerinde kurulan çalışan hakları ve güvenliği birimleri sayılabilmektedir. 1.3.3.1.Mevzuat Sağlık Bakanlığının çalışan güvenliğine yönelik çalışmaları içerisinde öncelikli olarak mevzuat çalışmaları yer almaktadır. Sağlık Bakanlığı tarafından yayınlanan 27897 sayılı Hasta ve Çalışan Güvenliğinin Sağlanmasına Yönelik Yönetmelik(Mülga) ile sağlık kurumlarında; Çalışan güvenliği programının hazırlanması, Çalışanlara yönelik sağlık taramalarının yapılması, Engelli çalışanlara yönelik düzenlemelerin yapılması, Çalışanların kişisel koruyucu önlemleri almasının sağlanması, Çalışanlara yönelik fiziksel saldırıların önlenmesine yönelik düzenleme yapılması, gerekli tedbirlerin alınması ve düzenlemelerin yapılması sorumluluğu sağlık kurumlarına verilmiştir. Resmi gazete 28.04.2012 tarihli ve 28277 sayılı yayınlanan Sağlık Bakanlığı Personeline Karşı İşlenen Suçlar Nedeniyle Yapılacak Hukuki Yardımın Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik ile sağlık hizmeti sunumu sırasında ve ya bu görevinden dolayı personele karşı kanunlarda suç olarak tanımlanan bir fiilin gerçekleştirilmiş olması halinde verilecek hukuki yardımın mahiyeti düzenlenmektedir. 14.05.2012 tarihli ve 6665 sayılı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü; Çalışan Güvenliğinin Sağlanmasına İlişkin Genelge ile beraber; Beyaz Kod Uygulaması, Çalışan Hakları ve Güvenliği Birimi kurulması, Risk Değerlendirmesi ve Güvenlik Tedbirleri, Çalışanlar için, “İletişim”, “Öfke kontrolü” ve “Şiddet davranışına karşı tedbir alma” eğitimleri, Hasta ve Hasta Yakınlarının Bilgilendirilmesi, Hizmetten Çekilme, Bildirim Süreci ve Hukuki Yardım konularında düzenlemeler getirilmiştir. 17.04.2013 tarihli ve 9854 sayılı Sağlık Bakanlığı Hukuk Müşavirliğinin Hukuki Yardım ve Beyaz Kod uygulaması Konulu Genelge ’si ile yapılacak hukuki yardımların kapsamıyla ilgili açıklamalar getirilmiştir. 1.3.3.2.Beyaz Kod (Alo 113) Uygulaması Sağlık çalışanlarının şiddet olaylarını bildirmek için 24 saat hizmet veren çağrı merkezi uygulaması olan Alo 113 birimine ayrıca web sitesi üzerinden de ulaşım sağlanmaktadır. Şiddet olayı yaşandığında mağdur personel ya da kurum yetkilisi tarafından bildirim yapılması gerekmekte olup, bakanlık birimleri tarafından istatistikî veriler elde edilmekte ve başvurunun adli mercilere bildirimi takip edilmekte ayrıca şiddetin olayının gerçekleştiği sağlık kuruluşu hukuk birimlerine de teyit sağlanmaktadır. 1.3.3.3.Çalışan Hakları ve Güvenliği Birimleri Çalışan Hakları ve Güvenliği Birimlerinde sağlık tesislerinde sorumlu bir başhekim yardımcısı ve birimin sekretarya hizmetlerini sosyal hizmet uzmanı, psikolog ya da halkla ilişkiler uzmanları tarafından yürütülmektedir. Birimin görevleri; 1-Talep ve şikâyetleri kabul etmek, 2-Başvuruları değerlendirerek raporlamak, 3-Gerekli düzenleyici /önleyici faaliyetlerin başlatılmasını sağlayarak talep sahiplerine geri bildirimde bulunmak, 4-Şiddet olaylarının Bakanlık Beyaz Kod Birimine bildirilmesini sağlamak ve eş zamanlı olarak olayı kurumun hukuk birimine ve adli mercilere intikal ettirmek, 5-Çalışan hakları ve güvenliğine yönelik uygulamaları yakından takip etmek ve aylık olarak başhekime rapor sunmaktır. 2. Sonuç ve Öneriler Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet 2012 yılı içerisinde Türkiye’nin önemli gündem maddelerinden biri olmuştur. Sağlık hizmetleri sunumunda görülen şiddet başta sağlık hizmetlerini sunmakta olan sağlık personeli olmak üzere sağlık hizmetlerine ihtiyaç duyan herkesi, yani tüm toplumu yakından ilgilendirmektedir. (TBMM,2013,sf:187) Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının net sayısı bu tür olayların rapor altına alınmaması ve kayıt tutmamaktan dolayı bilinmemektedir. Şiddete uğrayan sağlık personeli damgalanma korkusu, ihmal ve hastane yönetiminin destek eksikliği gibi nedenlerden dolayı başvuru yapmaktan çekinebilmektedirler. (Stathopoulou,2008,sf: 6) Sağlık kuruluşları sadece şiddeti önlemek için değil aynı zamandan şiddet sonrasında da sağlık personelinin süreci en az hasarla atlatabilmesi için üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmelidir. Sağlanan hukuki desteğin yanı sıra tıbbi ve sosyal destek mekanizmalarının gelişmesi önem arz etmektedir. Sağlık Bakanlığı tarafından oluşturulan çalışan hakları ve güvenliği birimleri, beyaz kod uygulaması, hukuki yardım uygulaması olumlu karşılanmakla birlikte uygulamada aksaklıklar yaşanabilmektedir. Ayrıca çeşitli sivil toplum örgütlerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Araştırma Komisyonun raporları ışığında hizmetler ve uygulamaların geliştirilebilmesi imkânı vardır. Tüm bu bilgilerden hareketle; Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet sorununun çözümüne yönelik öneriler şunlardır: Çalışan Güvenliğine yönelik mevzuat güçlendirilmeli, sağlık kurumlarında uygulamada birliği sağlayacak Çalışan Hakları ve Güvenliği Birimleri Uygulama Yönergesi hazırlanmalı, Çalışan hakları ve güvenliği birimlerinde çalışan personellere sağlık bakanlığı tarafından uygulama eğitimleri hazırlanarak mobbing, tükenmişlik sendromu, iletişim konularında eğitici eğitimi sağlanmalı, Sağlık çalışanları yetiştirilen bölümlerde sağlık iletişimi dersleri sistemli bir şekilde okutulmalı, Risk değerlendirmesi ve güvenlik tedbirleri konusunda kamera sistemleri hasta ve çalışan mahremiyetine özen gözetilerek kullanılmalı, Hizmetten çekilme hakkı ile ilgili yöneticinin kararının onay sürecinin hızla tamamlanacağı net bir işleyiş olmalı, Şiddet öncesi dönemle ilgili sağlık kuruluşlarının kendilerine özgü tedbirler alması ve risk değerlendirmelerinin etkin bir şekilde uygulanması, Topluma yönelik kamu spotları ve bilgilendirici broşürler yaygınlaştırılmalı, Medyaya yansıyan haberlerde sağlık çalışanlarına şiddet haberlerinin yerine alınan cezaların ön plana çıkarılması ile ilgili sağlık bakanlığı medya kuruluşlarıyla koordinasyon kurmalı, Alkollü ya da saldırganlık durumu gözlenen hasta ve hasta yakınlarının teşhis ve tedavileri özel bir şekilde yönetilmeli, Hasta hakları birimleri, hasta sorumluluklarını konusunda bilgilendirici eğitim faaliyetlerini artırmalı, Kamunun mevcut imkanları ve koşulları dikkate alınarak sağlık hizmetler- inin standardı belirlenmeli, Sağlık çalışanlarının nicelik olarak yetersizlikleri giderilmeli, Hizmetin yoğun olarak verildiği alanlarda bekleme yerleri oluşturulmalı, hasta yakınlarının tedavi alanlarına girmelerini önleyecek düzenlemeler yapılmalı, Sağlık kurumlarında halkla ilişkiler birimleri sistemli bir şekilde kurulmalı, hasta bilgilendirmeleri ve yönlendirmeleri yapılmalı, Sağlık çalışanlarına yönelik gerçekleşen şiddet olaylarında alınan cezalar artırılmalı, Sağlık tesislerinde çalışan şirket personelleri de hukuki yardımdan faydalanmalı, Hastane polislerinin her türlü şiddet olayına müdahalede aktif rol almaları sağlanmalı, Televizyon dizilerinin sağlık personellerine şiddeti teşvik edici yayınlardan kaçınması sağlanmalıdır. 3. Kaynakça Annagür, B. Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddet: Risk Faktörleri, Etkileri, Değerlendirilmesi ve Önlenmesi, Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar 2010;2(2):161-173. Arıkan,Ç. Sosyal Hizmet Açısından Şiddet ve Bir Türü Olarak Evlilikte Kadına Yönelik Şiddet, Sosyal Hizmetler Dergisi 1987; 5(1):75-97 3)Aydın,M (2008). Türk Tabipler Birliği, Isparta-Burdur Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddet Algısı. Ayrancı Ü, Yenilmez C, Günay Y, Kaptanoğlu C. Çeşitli Sağlık Kurumlarında ve Sağlık Meslek Gruplarında Şiddete Uğrama Sıklığı, Anadolu Psikiyatri Der- gisi 2002;3:147-154 Curbow B.(2002). Origins of violance at work. In:Carry L Cooper and Naomi Swanson,(eds). Workplace violence in the health sector- State of the art. Çalışan Güvenliğinin Sağlanmasına İlişkin Genelge. Erişim Adresi: http:// www.beyazkod.saglik.gov.tr/hukukibakis.aspx (Erişim Tarihi: 01.03.2014 ) 7)Hasta ve Çalışan Güvenliğinin Sağlanmasına Yönelik Yönetmelik(Mülga). Erişim Adresi: http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2011/04/20110406-3. htm (Erişim Tarihi: 10.03.2014) ILO, Encyclopaedia of occipational safety and health, Geneva, ILO,1983. 9)Keser Özcan N,Bilgin H. Türkiyede Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddet: Sis- tematik Derleme, Türkiye Klinikleri J Med Sci 2011,31(6):14422-56,sf.1442- 1456 Loveless L. Workplace Violence a Report to the Nation. İowa City: The University of Iowa, Injury Prevention Research Center,2001,p 1-12. Sağlık Bakanlığı Hukuk Müşavirliğinin Hukuki Yardım ve Beyaz Kod uygulaması Konulu Genelge. Erişim Adresi:http://www.saglik.gov.tr/ TR/belge/1-24193/hukuki-yardim-genelgesi-20132-17042013-tarih-ve9854say-.html (Erişim Tarihi: 15.05.2013). Sağlık Bakanlığı Personeline Karşı İşlenen Suçlar Nedeniyle Yapılacak Hukuki Yardımın Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik. Erişim Adresi:http:// www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/04/20120428-3.htm (Erişim Tarihi: 10.10.2013). Stathopoulou HG.(2008). Violence and aggression towards health care professionals, Health Science Journal 1(2), pp. 1-7 ,Greece. http://www. hsj.gr/index.files/VOLUME1_2.htm. TBMM (2013) Sağlıkta Şiddeti Önleme Komisyonu Raporu Erişim http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem24/yil01/ss454.pdf (Erişim Tarihi: 15.03.2014). Adresi: World Health Organization: Violence and Health: Task Force on Vio- lence and Health. Cenevre,WHO, 1998. World Health Organization: Word Report on Violance and Health: Summary. Geneva, WHO,2002. PERİMENOPOZAL DÖNEMDEKİ KADINLARIN AİLE PLANLAMASI YÖNTEM KULLANIMLARI Doç. Dr. Şafak DAĞHAN* Doç. Dr. Aynur UYSAL TORAMAN* Arş. Gör. Özüm ERKİN, Cemile Gamze KOCADEMİR* Öz Tanımlayıcı araştırmanın amacı, perimenopozal dönemdeki kadınların aile planlaması yöntem kullanımlarını incelemektir. Araştırma örneklemini İzmir’in bir ilçesindeki 120 gönüllü kadın oluşturmuştur. Araştırma kapsayıcılığı % 92’dir. Veriler, araştırmacılar tarafından hazırlanan anket formu ile toplanmıştır. Anket sosyo-demografik özellikler, jinekolojik ve obstetrik öykü ve aile planlamasına ilişkin öykü içeren 35 sorudan oluşmaktadır. Kadınların yaş ortalaması 47.61± 5.02, %97.5’i evlidir. Kadınların % 96.9’unun menopoz öncesi premenopo- zal döneme ait sorun yaşadığı, %64.6’sının yaşadıkları bu sorunlar nedeniyle doktora başvurmadığı belirlenmiştir. Perimenopozal dönemdeki kadınların %49.2’sinin aile planlaması yöntemi kullanmakta olduğu, ilk üç sıradaki yöntemlerin; RİA (%30.5), geri çekme (%20.4), prezervatif (%18.6) olduğu belirlenmiştir. Kadınların %32.2’sinin 1-4 yıldır yöntem kullandığı saptanmıştır. Kadınların yöntem kullanmama nedenleri sorgulandığında; %91.8’inin menopozda olduğu için kullanmadığı belirlenmiştir. Kadınların %97.5’i aile planlaması danışmanlığını önemli bir hizmet olarak değerlendirmektedir. Kadınların %41.7’si en az bir defa kürtaj olduğunu belirtmiştir. Kadınların sıklıkla istenmeyen gebelik (%64.1) nedeniyle kürtaj yaptırdıkları, %20.8’inin spontan düşük yaptığı belirlenmiştir. Sonuçlar, perimenopoz döneminde kadınların hala etkili kontraseptif yöntemlere ger- eksinim duyduklarını göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Perimenopozal dönem, kadın sağlığı, aile planlaması. THE USAGE OF FAMILY PLANNING METHODS BY WOMEN IN THE PERIMENOPAUSAL PERIOD Abstract The aim of descriptive study was to examine the usage of family planning methods by women in the perimenopausal period. The study sample consisted of 120 female volunteers in a district of İzmir. Research coverage is 92%. Data was collected by questionnaire which was prepared by the researchers. Questionnaire include 35 questions which was containing socio-demographic characteristics, medical history and family planning related to gynecological and obstetric history. The mean age of the women 47.61 ± 5.02, 97.5% are married. It was determined that 96.9% of premenopausal women had problems before meno- pause, 64.6% of them not apply a doctor because of these problems. It was determined that 49.2% of women in the perimenopausal period were using family planning methods, the first of three methods were; intrauterin device (30.5%), coitus interruptus (20.4%), condom (18.6%). Women(32.2%) were using family planning methods accounted 1-4 years. When asked why women using contraceptive methods; 91.8% of them did not use because she is in menopause. Family planning counseling was evaluated as an essential service by 97.5% of women. Women (41.7%) stated that they had an abortion at least once. Women (64.1%) often had abortion cause of unwanted pregnancies, 20.8% were identified as spontaneous miscarriage. Results show that women still need effective contraceptive methods during perimenopausal period. Keywords: Perimenopausel period, Woman health, Family planning. 1. Giriş Kadın hayatının önemli bir bölümünü oluşturan perimenapozal dönem, normal ve doğal bir yaşam evresidir. Ancak bu evrede yaşanan biyopsiko-sosyal değişikliklerin, kadın hayatını önemli derecede etkileyen sorunları da beraberinde getireceği ve kadının sağlığını, verimliliğini dolayısıyla yaşam kalitesini önemli ölçüde düşüreceği bilinmektedir (Bhathena ve Guillebaud 2006; Hacıalioğlu 2001; Kailas ve ark.2005). * Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, Halk Sağlığı Hemşireliği Anabilim Dalı Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımına göre perimenopoz; “menopoz öncesinde, yaklaşan menopoza ilişkin klinik, biyolojik ve endokrinolojik her- hangi bir belirtinin başlamasından itibaren son menstrual periyodu izleyen bir yıllık süreyi içerisine alan dönemdir” (WHO 1981). Perimenopoz, menopozdan önceki iki ile yedi yıllık dönemdir ve menopoz ile birlikte bir yıllık amenore dönemini kapsamaktadır (Özkan 2008). Gelişmiş ülkelerde menopoz daha geç yaşlarda (Amerika’da 51, İtalya’da 48), gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde daha erken yaşlarda (Türkiye 46, Mısır’da 46, İran’da 44) görülmektedir (Amore 2006; Skouby 2004; TNSA 2008). Kadınlarda 40 yaşından sonra over işlevlerinde azalma meydana gelmekte, ilerleyen yaşla birlikte doğurganlığı azalmakta ancak tamamen sona ermemektedir. Bununla birlikte, bu dönemde menstruasyon yavaş yavaş azalmakta veya düzensizleşmekte, her siklus arasındaki süre uzadıkça kadınların çoğu kontraseptif yöntem kullanmayı gerekli görmeyebilmektedir (Skouby 2004). Gebeliği önleyici yöntem kullanımı kadının yaşına göre farklılaşmaktadır. Herhangi bir yöntem kullanımı, 15–19 yaş grubundaki evli kadınlar arasında en düşük düzeyde iken (yüzde 44), 30–34 yaş grubunda yüzde 81’e kadar yükselmekte ve 45-49 yaş grubunda yüzde 50’ye düşmektedir. Anne yaşı arttıkça, doğum sırası ve sonrasındaki komplikasyon ve ölüm oranları da belirgin olarak artmaktadır (Çetinoğlu ve ark.2006). Yaş grupları arasındaki maternal mortalite oranları incelendiğinde; genç kadınlara kıyasla 40 yaş ve üzerindeki kadınlarda maternal mortalite oranının dört kat yüksek olduğu görülmektedir (Gönenç ve Vural 2010). Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (2008) sonuçlarına göre, 40-44 yaş grubunda doğurganlık hızı ‰10 iken, 45-49 yaş grubunda bu oran ‰1’e düşmektedir (TNSA, 2008). Bu veriler, ilerleyen yaşla birlikte doğurganlığın azaldığını ancak sıfırlanmadığı için doğum kontrolüne hala ihtiyaç duyulduğunu ortaya koymaktadır. Çalışmalar, 55 yaş ve üzeri fertilitesini tamamladığı varsayılan kadınların, yaklaşık %60.0’ının henüz postmenopozal döneme geçmediğini ve istenmeyen gebeliklere bağlı olarak isteğe bağlı abortus oranlarının arttığını göstermektedir (Bhathena ve Guillebaud 2006; Göl 2003). Ülkemizde, 15-19 yaş grubunda %3.0 olan isteyerek düşük yapmış kadınların sıklığı, yaşla birlikte artarak 45-49 yaş grubunda %39.0’a ulaşmaktadır (TNSA 2008). Ülkemizde olduğu gibi bazı gelişmiş ülkelerde 40 yaş üzeri yasal gebelik sonlandırmalarının ergenlik dönemindekilerden çok daha fazla olduğu, en önemli nedeni ise bu dönemde kontrasepsiyona önem verilmeyişi olarak bildirilmektedir (Günalp 2004, Bradshaw ve Slade 2003; Goto ve ark. 2002; Kailas ve ark.2005). Bu dönemde sıkça karşılaşılan sağlık sorunlarının yanında ileri yaş gebeliği ve doğumlar ciddi psikolojik, fiziksel, sosyolojik ve ekonomik problemleri de be- raberinde getirmektedir. Bu olgularda, spontan abortus, konjenital anom- alili fetus doğurma, kronik hipertansiyon, preeklampsi, malprezentasyon, disfonksiyonel travay ve sezeryan oranı artmaktadır (Amanak ve Sevil 2011; Ergül ve Temel 2006; İnal ve ark. 2006; Pınar 2011). Bu yüzden perimenopozal dönem dahil postmenopozal döneme kadar kadın hayatının her döneminde kontrasepsiyona ihtiyaç vardır. Gelişmiş ülkelerdeki perimenopozal dönemdeki kadınların çoğu kontraseptif yöntemler arasında; bariyer metodlar, RİA, vazektomi ve cerrahi sterilizasyonu tercih etmektedir (Özgür ve ark 2004; T.C. Sağlık Bakanlığı 2005). Ülkemizde 2008 TNSA verilerine göre, geleneksel yöntemlerden modern yöntemlere (RİA, kadın ve erkek sterilizasyonu, kondom) bir kayma olduğu bildirilmiştir (TNSA 2008). Şahin ve Kharbouch’un (2007) çalışması, perimenopozal kontrasepsiyonun önemli bir sağlık sorunu olduğunu göstermektedir. Aynı çalışma, kadınların menopozdan sonra bir yıl, eğer kadın 45 yaşından önce menopoza girmişse iki yıl daha kontraseptif kullanmasını önermektedir (Şahin ve Kharbouch 2007). Perimenopozal dönemdeki kadınların kontraseptif metod seçimleriyle ilgili birtakım sınırlamalar mevcuttur (İnal-Yıldırım). Menopoz dönemi yaklaşan kadına kontraseptif yöntem önerilirken, kadının fiziksel durumu, sistemik hastalıkları, kemik yıkımı, menopoz semptomları ile baş etme yeterliliği gibi birçok faktör göz önünde bulundurulmalıdır (Gönenç ve Vural 2010, Kailas ve ark.2005) . Temel olarak, kırk yaş üstü kadınlar risk faktörlerine göre iki grupta ele alınarak kontraseptif yöntemler önerilmektedir. Yüksek riskli (sigara ve alkol kullanan) kadınlara yalnızca hormonal olmayan yöntemler olan rahim içi araç (RİA), kondom vb, düşük riskli (sigara kullanmayan, az alkol kullanan) kadınlara ise özellikle hormonal yöntemler ile hormonal olmayan yöntemler önerilmektedir (Ergül ve Temel 2006). TNSA (2008) verilerine göre, 40-44 yaş grubundaki kadınların %46.0’ı modern, %32.6’sı geleneksel bir yöntem ile korunmaktadır. Herhangi bir yöntem kullanımı 45-49 yaş grubunda %59.0’a düşmektedir (TNSA, 2008). Yaş artışıyla birlikte, yöntem kullanımındaki bu düşüş, özellikle etkili yöntem kullanımındaki azalma perimenopozal dönemde de kadının aile planlaması danışmanlığı gereksinimini ortaya koymaktadır. Kadın sağlığını koruma yönünden doğurganlık devam ettiği sürece, kontrasepsiyon ve aile planlamasının iyi bilinmesi, dikkatle uygulanması gerekliliği perimenopozal dönemde daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır (Hacıalioğlu 2001). Perimenopozal yaşlarda kontraseptif seçimi; sosyokültürel, demografik, etnik ve dini faktörlerden etkilenebilmektedir. Bu faktörler etkisinde ortaya çıkacak, kadının yöntem kullanma ya da kullanmama davranışı, ailenin yaşam döngüsünü etkileyebilecek, ileri yaş gebelikler, istenmeyen gebelikler gibi krizlerin yaşanma olasılığında belirleyici rol oynamaktadır. Bu açıdan, aile ve toplum sağlığını korumaya ve iyileştirmeye yönelik hizmet sunan doktor, hemşire, ebe ve sosyal hizmet uzmanının da içinde olduğu sağlık ekibinin, konuyla ilgili dikkatinin çekilmesi önemlidir. Bu araştırma, perimenopozal dönemdeki kadınların aile planlaması yöntem kullanımlarını incelemek amacı ile “Perimenopozal dönemde kadınlar hangi aile planlaması yöntemlerini kullanıyor?” sorusundan yola çıkılarak yapılmıştır. 2. Yöntem Tanımlayıcı araştırma, İzmir’in bir ilçesinde Gazikent muhtarlığına bağlı nüfusta 40 yaş üzeri gönüllü katılımcılarla yapılmıştır. Perimenopozal dönem; menopoz öncesi 6 yılı kapsadığı için araştırmaya katılan kadınlar 40 yaş üzeri olarak seçilmiştir. Araştırmanın evrenini 40 yaş üzeri 1043 kadın oluşturmuştur. Araştırmada örneklem seçimine gidilmemiş, olasılıksız örnekleme yöntemiyle Gazikent muhtarlığına bağlı bölgede yaşayan, rastgele evlerine gidildiğinde araştırmaya katılmayı kabul eden 120 gönüllü kadın araştırma kapsamına alınmıştır. Örneklem büyüklüğü n= N.t2.p.q / d2(N-1)+t2.p.q formülüne göre hesaplanmıştır. Formülde; farklı prevalanslar bildirilmesi nedeniyle, bilinmeyen prevalans (p=% 50), a= 0,05 anlamlılık düzeyi ve d=0,08 örnekleme hatası olarak kabul edilmiştir. Buna göre örneklem büyüklüğü 131 kadın olarak belirlenmiş olup, ancak 120 kişiye ulaşılabilmiştir. Araştırma kapsayıcılığı % 92’dir. Veriler, araştırmacılar tarafından hazırlanan, sosyo-demografik özellikler (6 soru), jinekolojik ve obstetrik öykü (15 soru) ve aile planlamasına ilişkin öykü içeren (14 soru) toplam 35 soruluk anket formu ile toplanmıştır. Verilerin analizinde, SPSS 16.0 (Statistical Package for Social Sciens ) kullanılmış olup, sayı ve yüzde dağılımları değerlendirilmiştir. Tek değişkenli analizlerde ki-kare testi kullanılmıştır. Çok değişkenli analizde önceki analizlerde belirlenen olası değişkenler kullanılarak, kadınların yöntem kullanımını öngör- medeki bağımsız değişkenler lojistik regresyon analizi kullanılarak incelenmiştir. Model uyumu için HosmerLemeshow testi kullanılmıştır. Tip 1 hata düzeyinin %5’inin altında olan durumlar istatistiksel anlamlı kabul edilmiştir. Araştırma, Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu etik kurulundan (2011-07) ve ilgili ilçe Kaymakamlığı’ndan 04.03.2011 tarihinde alınan yazılı izinler ile yürütülmüştür. Araştırmanın amacı bireylere açıklanarak, sözlü onamları alınmıştır. 3. Bulgular Kadınların yaş ortalaması 47.61± 5.02, %97.5’i evli, %43.3’ü ilköğretim mezunudur. Kadınların %61,7’si gelirinin giderine denk olduğunu ve %90’ı sağlık güvencesine sahip olduğunu ifade etmiştir. Kadınların %71.7’sinin menarş yaşı 12-14 yaş arasında olup, %52.5’i hala adet gördüğünü belirtmiştir. Kadınların % 37.5’inin her ay düzenli olarak adet gördüğü, % 15.0’ının adet gördüğü fakat son bir yıldır düzensiz olduğu, %47.5’inin bir yıl ve üzeri bir süredir adet görmediği belirlenmiştir. Kadınların % 96.9’unun menopoz öncesi premenopozal döneme ait sorun yaşadığı, bu sorunların %21.8’inin sıcak basması, %12.2’sinin gece terlemesi, %19.2’sinin sinirlilik, %8.5’inin baş ağrısı, %8.5’inin çarpıntı, %7.4’ünün cinsel ilişkide ağrı, %11.2’sinin cinsel ilgi azlığı, %10.1’inin kilo artışı ve %1.1’i diğer nedenlerden (aşırı kanama) kaynaklandığı saptanmıştır. Kadınların %64.6’sının yaşadıkları bu sorunlar nedeniyle doktora başvurmadığı, doktora başvuranlardan (%35.4) sadece yedisinin ilaç tedavisi gördüğü belirlenmiştir. Kadınların %40.0’ı üç kez gebe kaldığını bildirmiş olup, %23.3’ünün yaşayan çocuk sayısı üçtür. Kadınların %40.0’ının son gebelik yaşı 26-30 yaş, %33.0’ının 31 yaş ve üzeridir. Kadınların %41.7’si en az bir defa kürtaj olduğunu belirtmiştir. Son kürtaj yaşları; %42’sinin 25-29, %26’sının 30-34, %20’sinin 35 ve üzeri, %12’sinin 20-24 yaş olarak dağılım göstermektedir. Kadınların sıklıkla istenmeyen gebelik (%64.1) nedeniyle kürtaj yaptırdıkları, %20.8’inin spontan düşük yaptığı belirlenmiştir. Düşük sayısının; kadınların %84’ünde bir, %16.0’ında iki ve üzeri olduğu saptanmıştır. *Birden fazla yanıt verilmiştir. Kadınların % 90.0’ının perimenopozal dönemden önce, geçmişte herhangi bir zamanda aile planlaması yöntemi kullandığı saptanırken, ilk üç sıradaki yöntemler, %39.5 RİA, %19.1 prezervatif, %17.2 geri çekme olarak saptanmıştır (Tablo 1 ). Kadınların %49.2’sinin perimenopozal dönemde aile planlaması yöntemi kullanmakta olduğu, ilk üç sıradaki yöntemlerin; RİA (%30.5), geri çekme (%20.4), prezervatif (%18.6) olduğu belirlenmiştir. Kadınların %32.2’sinin 1-4 yıl yöntem kullandığı saptanmıştır. Kadınların yöntem kullanmama nedenleri sorgulandığında; %91.8’inin menopozda olduğu, %1.6’sının aşırı kanama sebebiyle kendisinin istemediği ve %6.6’sının diğer (lohusa, cinsel hayatının olmaması, bekar olması) nedenlerden olduğu saptanmıştır (Tablo 2). Kadınların %97.5’inin aile planlaması danışmanlığını önemli bir hizmet olarak değerlendirdiği, %67.5’inin aile planlaması danışmanlık hizmeti aldığı ve aile planlamasına dair bilgi kaynakları %42.1’i aile sağlığı merkezi, %24.5’i kitle iletişim araçları (TV, dergi), %15.7’si akraba/arkadaş, %12.0’ı hastane, %4.4’ü internet ve %1.3 diğer (okul) olarak saptanmıştır. Kadınların %54.2’si sosyal çevresinde ileri yaş gebelik (35 yaş ve üzeri) yaşayan kadınların var olduğunu ifade ederken, %14.2’si ileri yaş gebeliğe olumlu baktığını, %85.8’i ise olumsuz baktığını belirtmiştir. İleri yaş gebelik hakkında olumlu düşünen kadınların nedenlerine bakıldığında; %23.5’inin herkesin anne olabilmesi gerektiği, %70.6’sının daha tecrübeli olarak çocuk yetiştirildiği ve %5.9’u diğer (doktorların daha çok ilgilendiği) için olumlu düşündükleri saptanmıştır. İleri yaş gebelik hakkında olumsuz düşünen kadınların nedenleri; %66.0 anne ve bebek için riskli, %9.2 ileri yaşta çocuk bakımının zor olması, %14.8 sağlıksız (engelli) çocuk riski, %8.2 kuşak çatışması ve %1.8 diğer (önceki çocukları utandırmamak için ve anne ile bebeğin yaşam sürelerinin kısalacağı) olarak saptanmıştır. Kadınların aile planlanması yöntem kullanımlarında etkisi olabilecek değişkenlerle yapılan analizlerde, eğitim düzeyine (X²=4.10, p<0.05), yaş grubuna (X²=29.81, p<0.05), aile planlaması danışmanlığı alma durumuna (X²=5.61, p<0.05) ve geçmişte herhangi bir zamanda aile planlaması yöntemi kullanma durumlarına göre (X²=8.90, p<0.05) gruplar arasında anlamlı fark saptanmıştır. Bu dört bağımsız değişkenin kadınların şimdiki yöntem kullanma davranışlarını öngörmedeki etkisini değerlendirmek için yapılan lojistik regresyon analizinde oluşturulan modelin yordayıcı olduğu Hosmer-Lemeshow testi ile saptanmıştır (X²=1.49, p>0.05). Eğitim düzeyi, danışmanlık hizmeti alma, geçmişte herhangi bir zamanda aile planlaması yöntemi kullanma değişkenleri hariç yaş grubu önemli bir yordayıcı değişken olarak bulunmuştur. Kırk-kırk dört yaş grubunda perimenopozal dönem- deki bir kadının kontraseptif yöntem kullanma olasılığı, daha ileri yaş grubuna göre 11,4 kat artmaktadır. Ayrıca, istatistiksel açıdan önemsiz olmakla birlikte perimenapozal dönemdeki bir kadının kontraseptif kullanma olasılığını, lise ve üzeri eğitim düzeyi 1,64 kat, aile planlamasına ilişkin önceden danışmanlık hizmeti alma 1,69 kat ve daha önce herhangi bir aile planlaması yöntemi kullanmış olmak 8,94 kat arttırmaktadır (Tablo 3). Tablo 4 incelendiğinde; lojistik regresyon modelinde gözlemlerin doğru sınıflandırma oranının %74,2 olduğu görülmektedir. Başka bir ifadeyle model, toplam 120 kadının %74,2’sini doğru tahmin etmiştir. 4. Tartışma Bu çalışmada, kadınların çoğunluğunun menopoz öncesi premenopozal döneme ait sorun yaşadığı, bu sorunların sırasıyla sıcak basması, gece terlemesi, sinirlilik, baş ağrısı, çarpıntı, cinsel ilişkide ağrı, cinsel ilgi azlığı, kilo artışı gibi nedenler olduğu belirlenmiştir. Arslan ve Altınsoy’ un (2004) 40-75 yaş grubundan 300 kadınla yaptığı çalışmada ise; kadınların % 44.7’si cinsel ilginin azaldığı, % 6.7’sinin cinsel ilişki sırasında ağrı duyduğunu, %2.0’ı ilişki sırasında kuruluk hissettiğini bildirmiştir. Bezircioğlu ve arkadaşlarının (2004) menopoz öncesi dönemde olan 214 kadınla ve menopoz sonrası dönemde olan 280 kadınla yaptığı çalışmaya göre; menopoz sonrası dönemde bulunanlarda depresif belirti düzeylerinin menopoz öncesi dönemde olan kadınlara oranla anlamlı düzeyde yüksek bulunduğu saptanmıştır. Ertem’in (2010) menopoz dönemindeki 300 kadınla yaptığı çalışmaya göre kadınların; %79.0’ında sıcak basması, %77.0’ında çarpıntı, %75.0’ında baş ağrısı, %82.0’ında bağırsak fonksiyonlarında değişiklik ve %72.0’ında çabuk sinirlenme gibi menopoz dönemine ait belirtilerden yakınma saptanmıştır. Elde edilen sonuçlar değerlendirildiğinde, kadınların premenopozal döneme ait benzer sorunlar yaşadıkları görülmektedir. Araştırma grubunda en az bir kez kürtaj olduğunu belirten kadınlar arasında (n=50), her beş kadından birisinde (%20), son kürtaj yaşı 35 yaş ve üstü olarak saptanmıştır. Yine bu kadınların yarısından fazlasının istenmeyen gebelik (%64.1) nedeniyle kür- taj yaptırdıkları belirlenmiştir. Güler ve arkadaşlarının (1996) 35 yaş üstü gebelerle yürüttükleri çalışmaya göre; ileri yaş gebelerde istemeden gebe kalma oranı (%72.7) genç gebelere (%28.3) kıyasla anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (p<0.001). Aynı çalışmada ileri yaş gebelerde (%54.5) istenmeyen gebelik nedeniyle kürtaj genç gebel- erden (%45.5) daha yüksek bulunmuştur. İleri yaş ve istenmeyen gebeliklerin kürtajla sonuçlandığını gösteren bulgular bu yaş döneminde etkili aile planlaması yöntemlerinin kullanımı ve danışmanlık hizmeti sunulmasının öncelikli gereksinim olduğunu vurgulamaktadır. Kadınların büyük bir kısmının (%90) perimenopozal dönemden önce geçmişte her- hangi bir zamanda aile planlaması yöntemi kullandığı, bu yöntemlerin; RİA, prezervatif, geri çekme olarak sıralandığı saptanmıştır. Öte yandan perimenopozal dönemle birlikte, aile planlaması yöntem kullanımının düştüğü, kadınların yaklaşık olarak yarısının yöntem kullandığı, RİA, geri çekme ve prezervatifin tercih edilen ilk üç yöntem olduğu belirlenmiştir. Benzer şekilde, Pınar’ın (2011) 40-55 yaş arası perimenopozal dönem- deki kadınların kontraseptif yöntem kullanımını incelediği çalışmasında; kadınların %31.9’u RİA, %29.2’si prezervatif, %17.7’si geri çekme, %8.8’i tüpligasyon, %8.0’i OKS, %4.4’ü enjeksiyon yöntemi kullanmaktadır. Aynı çalışmada kadınların %89,4’ü menopoz belirtileri başlamasıyla birlikte kontraseptif kullanımına gerek duymadıkları ya da yeterli farkındalıkları olmadığı için yöntem kullanmadıklarını belirtmiştir. Cumming ve arkadaşlarının (2012) çalışmasında, perimenopozal dönemdeki kadınların %67.8’inin herhangi bir AP yöntemi kullanmadığı ve bu kadınların, %17.6’sının 1-5 yıldır, %63.6’sının 10 yıldan uzun süredir yöntem kullanmadığı bildirilmiştir (Cumming ve ark. 2012). Gebeliği önleyici yöntem kullanımı kadının yaşına göre farklılaşmaktadır. Herhangi bir yöntem kullanımı, 15–19 yaş grubundaki evli kadınlar arasında en düşük düzeyde iken (%44.0), 30–34 yaş grubunda %81.0’a kadar yükselmekte ve 4549 yaş grubunda %50.0’a düşmektedir (Çetinoğlu ve ark.2006). TNSA 2008 verilerine göre; 40-44 yaş arası grubun herhangi bir yöntem kullanma oranı %78,6 iken, etkili yöntem kullanma oranı %46’ya (RİA, tüpligasyon, prezervatif, haplar) 45-49 yaş arası kadınlarda herhangi bir yöntem kullanma oranı %58,9 iken, etkili yöntem kullanma oranı % 35,1’e (sırasıyla RİA, tüpligasyon, prezervatif, haplar) düşmektedir (TNSA, 2008). Literatürle benzerlik gösteren araştırma sonuçları, kadınların aile planlaması yöntemi kullanma oranlarının ve tercih edilen aile planlaması yönteminin, yaşa bağlı olarak değişkenlik gösterdiğini bir kez daha ortaya koymaktadır. Kadınların tamamına yakınının aile planlaması danışmanlığını önemli bir hizmet olarak değerlendirdiği, ancak sadece %67.5’inin aile planlaması danışmanlık hizmeti aldığı belirlenmiştir. Aile planlamasına dair bilgi kaynakları sırasıyla; aile sağlığı merkezi, kitle iletişim araçları (TV, dergi), akraba/arkadaş, hastane ve internettir. Kahraman’ın (2005) yaptığı araştırmada, kadınların aile planlaması yöntemlerine dair bilgi kaynakları %45.3 Sağlık Ocağı, %15.3 aile büyükleri, %9.4 komşular, %2.9 ara ebeleri ve %27.0 diğer (TV, eczane, gazete, dergi) olarak bildirilmiştir (Kahraman, 2005). Aile sağlığı merkezleri ve hastaneler başvurulan bilgi kaynakları olduğu halde, kadınların sağlık personeli ve güvenli yayınlar dışındaki hatalı ya da yetersiz bilgi kaynaklarına (arkadaş, internet vb) da başvuruyor olmaları, hatalı uygulamalara başvurma olasılıklarını arttırması açısından göz ardı edilmemelidir. Kadınların dörtte üçünden fazlasının 35 yaş ve üstü ileri yaş gebeliğe olumsuz baktığı belirlenmiştir. Olumsuz düşünme nedenleri arasında; anne ve bebek için riskli oluşu, çocuk bakımının zor oluşu, sağlıksız (engelli) çocuk riski, kuşak çatışması gibi nedenler ifade edilmiştir. Kadınların ileri yaş gebeliklere olumsuz bakmaları ve bu gebelikler sonucu oluşabilecek komplikasyonlar konusunda bilgi sahibi olmaları sevindiricidir. Kadınların aile planlanması yöntem kullanımlarında eğitim düzeyi, yaş grubu, aile planlaması danışmanlığı alma durumu ve daha önce herhangi bir zamanda aile planlaması yöntemi kullanma durumlarının etkili olduğu saptanmıştır. Yapılan lojistik regresyon analizinde eğitim düzeyi, danışmanlık hizmeti alma, daha önce her- hangi bir zamanda aile planlaması yöntemi kullanma değişkenleri, yöntem kullanımı ile pozitif yönde doğrusal bir ilişki göstermekle birlikte, istatistiksel olarak sadece yaş grubu önemli bir yordayıcı değişken olarak bulunmuştur. Pınar’ın (2011) çalışmasında da eğitim düzeyi ile kontraseptif yöntem kullanımları arasında doğrusal bir ilişki bildirilmiştir. Buna göre, eğitim düzeyinin artması ile yöntem kullanımı hızlı bir şekilde artmaktadır. Konu ile ilgili yapılmış diğer çalışmalarda da benzer bulgular elde edilmiştir [Amanak ve Sevil 2011; Ergül ve Temel 2006; Gebbie 2003; Öztürk ve Kavlak 2012; Suwikrom ve Jaisamrarn 2002; TNSA 2008]. 5. Sonuç İleri yaş gebeliklerin oluşmasında en önemli nedensel faktörler; düşük eğitim düzeyi, bilinçsiz ve yetersiz kontrasepsiyondur. Araştırma grubundaki kadınlar arasında ilköğretim mezunlarının azımsanmayacak sayıda olması, iki kadından birisinin yöntem kullanmıyor olması, bu bulguların paralelinde dikkat çekici oranda ileri yaşlarda isteyerek düşüklerin varlığı ve bunların çoğunluğunun istenmeyen gebelikler nedeniyle yaşanması araştırma sonuçlarında göze çarpmaktadır. Yaş değişkeni, aile planlaması yöntem kullanımında belirleyici bir faktör olarak öne çıkmaktadır. Araştırma grubunda kadınlar arasında premenapozal dönemin ilk yıllarında, bir başka deyişle, kırklı yaşların ilk yarısında kontraseptif yöntem kullanımı daha fazla gerçekleşmekte, ilerleyen yaşla birlikte bu durum azalmaktadır. Yaş değişkeni dışında, geçmişte herhangi bir zaman- da yöntem kullanmak ve aile planlaması danışmanlığı almak da ileri yaşta kontraseptif yöntem kullanımında etkili faktörler olarak saptanmıştır. Bu sonuçlar doğrultusunda; perimenopoz sırasında kadınların hala etkili kontraseptif yöntemlere gereksinim duydukları unutulmamalıdır. Perimenopozal dönem yaş grubundaki kadınlar için aile planlaması hizmetlerinin iyileştirilmesine yönelik stratejiler geliştirilmelidir. Aile planlaması ile ilgili halkın bilgilendirilmesinde sağlık kuruluşlarının faaliyetleri vazgeçilmez bir faktördür. Bu kapsamda, özellikle birinci basamak sağlık hizmetlerinde aile planlaması danışmanlığını yürütecek olan hemşirelerin hizmet içi eğitimlerle konuya dikkatinin çekilmesi önceliklidir. Ayrıca bu girişimler sonucunda, isteyerek düşüklerin bir aile planlaması yöntemi gibi kullanılmasının da önüne geçilmesi mümkün görülmektedir. 6. Kaynakça Bhathena, R.K. and Guillebaud, J. (2006). Contraception for older woman: an update. Climacteric, 9(4):264-76. Hacıalioglu, N. (2001). Perimenopozal kontrasepsiyon. Atatürk Üni. Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 4(2): 63-7. Kailas, N.A., Sifakis, S., Koumantakis, E. (2005). Contraception during perimen- opause, The European Journal of Contraception and Reproductive Health Care, March;10(1):19–25. WHO (1981). Research on the menopause: Report of a WHO Scientific Group,World Health Organisation Technical Series 670, WHO, Geneva. Özkan, S. (2008). Klimakteriyum ve Menopoz. Şirin, A., Kavlak, O. (Ed.), Kadın Sağlığı, Bedral Basım Yayıncılık, İstanbul, 234-258. Amore, M., Donato, P.D., Berti A, Palareti, A., Chirico, C., Papalini, A., Zucchini, S. (2006). Sexual and psychological symptoms in the climacteric years. Maturitas, 56: 303-11. Skouby, S.O. (2004). Contraceptive use and behavior in the 21st century: a com-prehensive study across five European countries. Eur J Contracept Reprod Health Care: 9, pp:57-68. T.C.Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA) (2008). Ankara: Hacettepe Üniver- sitesi Hastaneleri Basımevi. Çetinoğlu, Ç. ve ark. (2006). Samsun İl Merkezi 2004 Yılı İleri Yaş Gebelik Prevelansının Saptanması ve Sonuçlarının Değerlendirilmesi. İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 13(3). Gönenç, I., Vural, Z.T. (2010). Perimenopozal dönemde kontrasepsiyon. Türk Aile Hek Dergisi 14(4): 180182. Göl, M., Aydın, Ç., Güven, C.M., Yensel, U., Karcı, L. ve Baloglu, A., (2003). 40 yaş ve üzeri kadınlarda gebelik sonuçları. MN-Gynecol Obstet&Reprod Med, 9: 176-79. Günalp, S. ve Tuncer, Z.S. (2004). Kadın Hastalıkları ve Doğum Tanı ve Tedavi, Pelikan Yayınları,1. Baskı, Ankara:603-629. Bradshaw, Z., Slade, P. (2003). The effects of induced abortion and emotional experiences and relationships: a critical review of the literatüre. Clinical Psychological Review, 23(7):929-58. Goto, A., Yasumura, S., Reich, M.R., Fukao, A. (2002). Factors associated with unintended pregnancy in Yamagata, Japan. Social Science & Medicine 54(7):1065- 79. Amanak, K., Sevil, Ü. (2011). Perimenopozal dönemde kontrasepsiyon. Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Bilim ve Sanatı Dergisi 4(1):203-210. Ergül, Ş. ve Temel, A.B. (2006). Premenopozal dönemde değişen gereksinimler ve kontrasepsiyon, Aile ve Toplum Dergisi:3(10):55-61. İnal, M., Yıldırım, Y., Ertopcu, K., Özelmas, İ. ve Tınar, S., (2006). Ege Doğumevi Ve Kadın Hastalıkları Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Aile Planlaması Bölümü’ne 2001–2005 Yılları Arasında Başvuran Perimenopozal Kadınlar Tarafından Kullanılan Kontraseptıf Yöntemler, ADÜ Tıp Fakültesi Dergisi:7(2):13-16. Pınar, G. (2011). Perimenopozal Dönemdeki Kadınların Kontraseptif Kullanımı ve Karşılanmayan Kontrasepsiyon Gereksinimleri. e-Journal of New World Sciences, 6(1):1-8. Ozgur, S., Bozkurt, A., Sahinoz, S., Ozcirpici, B., Sahinoz, T., Saka, G., et al.(2004). Family planning in the Southeast Anatolian Project Region. Eur J Contracept Reprod Health Care, 9: 78-88. T.C. Sağlık Bakanlığı (2005). Aile Planlaması Danışmanlığı İçin Resimli Rehber 6. Baskı. Ankara,17-47. Şahin, H.N., Kharbouch, B.S.(2007). Perimenopausal contraception in Turkish women: A cross-sectional study. BMC Nursing, 6 (1): 1-5. Arslan, H., Altınsoy, N. (2004). Klimakterik dönemde vazomotor bozukluklar ve cinsel işlevleri ile ilgili yakınmalarda hemşirelik danışmanlığının etkisi. Androloji Bülteni, 19: 21. Bezircioğlu, İ, Gülseren, L. (2004). Menopoz öncesi ve sonrası dönemde depre- syon-anksiyete ve yetiyitimi. Türk Psikiyatri Dergisi, 15:199-207. Ertem, G. (2010). Kadınların menopoz sonrası yaşam kalitelerinin incelenmesi. Uluslar arası İnsan Bilimleri Dergisi, 7:469-483. Güler, S.A., Güler, H., Şimşek, Y. (1996). İleri yaş gebeliklerinde sosyodemografik özellikler ve kontraseptif kullanımı. Perinataloji Dergisi, 4(2): 123-125. Cumming G.P., Cochrane, R., Currie, H.D., Moncur, R. (2012). Web-based sur- vey “contraception and attitudes to sexual behaviour” completed by women access- ing a UK menopause website. Menopause International 18:10-109. Kahraman, K. (2005). Nevşehir Özkonak Kasabasında Yaşayan 15–49 Yaş Grubu Kadınların Aile Planlaması Uygulamaları, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Kayseri. Gebbie, A. (2003). Contraception in the perimenopause. Journal of British Men-opause Society Journal, 9:123-128. Öztürk, R., Kavlak, O. (2012). Perimenopozal dönemde hormonal kontrasepsiyon. STED 21(3): 210-217. Suwikrom, S., Jaisamrarn, U., Thaneepanichsakul, S.A. (2002). Comparison of oral contraceptive and nonhormonal contraceptive use in women over 40. Thai Jour- nal Of Obstetrics and Gynaecology, 14 (4): 285-90. HATAY İLİ TALASEMİ İLE MÜCADELESİ MAKRO ÇALIŞMA ÖRNEĞİ SHU Özlem ÇELENK Dr. Ümit Mutlu TİRYAKİ Ebe Sevgi AYKAÇ Öz Amaç: Bu çalışma ile talasemi hastası bebek doğumunun önlenmesi amaçlanmaktadır. Yöntem: Çalışma da okul eğitimleri, farklı kurumlarla eğitim çalışmaları gerçekleştirildi. Çift taşıyıcı ailelerle yüz yüze görüşmeler ev ziyaretleri ile gerçekleştirildi. Bulgu: Kalıtsal kan hastalıklarından hemoglobinopatiler ilimiz için önemli bir halk sağlığı sorunudur. 2011 yılında Hatay ilinde 1072 çift taşıyıcı evli ve 2000’nin üzerinde hasta sayısı tespit edilmiştir. Sonuç: Çalışma sonucunda hemoglobinopati tanı, kontrol ve eğitim merkezi kuruldu, İl hemoglobinopati stratejisi kitabı yazılarak 2017 yılında hasta bebek doğumunun sıfır olması yönünde çoklu çalışmalar kurumsallaştırıldı. Anahtar Kelimeler; Hemoglobinopati, Talasemi, Çift taşıyıcı aile, Taşıyıcı, Toplumla sosyal hizmet. STRUGGLE WITH THALESSEMIA IN HATAY: WORKING SAMPLE MACRO Abstract This study is intended to prevent the birth of babies suffering from thalassemia. At work, school education, educational studies were performed with different institutions. Married couple registered with home visits with families face to face interviews were carried out. Abnormal haemoglobins hereditary blood diseases for our province is a majör public health problem. İn the province of Hatay 1072 couples with both partners being haemoglobinopatic carrers and over 2000 patients in 2011. Provincial Strategy Hemoglobinopathy book written in 2017, is zero in the direction of the birth of sick babies, multiple studies were institutionalized. Keywords: Haemoglobinopathies, Carries family, Social work with community 1. Giriş Anormal hemoglobinler ve talasemiler, dünyada ve özellikle ülkemizin de yer aldığı Akdeniz kuşağında karşılaşılan en yaygın kalıtsal hastalıklardan bir tanesidir. Dünya Sağlık Örgütü’nün yayınlarına göre dünyada talasemi ve anormal hemoglobin taşıyıcı sıklığı % 5,1’dir ve yaklaşık 266 milyon taşıyıcı vardır.(WHO,1994,S.1-62) Halk sağlığı sorunu olan anormal hemoglobinlerin başlıcaları HbS, HbE, HbD, HbC ve HbO-Arab’dır. Hemoglobinopatiler içinde Türkiye’de en sık görülen hemoglobin tipi hemoglobin S’dir. (Kılınç,2006,s.23)Türkiye genelinde sıklık % 0,37–0,6 arasında iken, özellikle Çukurova bölgesinde bazı yörelerde bu sıklık % 3–44 arasında saptanmıştır (Özsoylu S.Sahinoğlu M.1975 s.25). Talasemi, önceleri sadece Akdeniz ülkelerinde yaygın olduğu sanıldığından, adı Yunanca “Thalas” (Akdeniz) sözcüğünden gelmektedir. Günümüzde ise Kuzey Afrika, Ortadoğu, Hindistan, Çin, Güneydoğu Asya gibi Hatay Halk Sağlığı Müdürlüğü Hatay Halk Sağlığı Müdürlüğü Ödemiş Toplum Sağlığı Merkezi malaryanın sık olduğu ülkelerde, Avrupa ve Amerika’da yüksek oranlarda gözlenmektedir (Bunn HF.1986s.60-61). Ülkemizde görülme sıklığı bölgesel farklılıklar göstermekle birlikte %0,6–12 arasında olduğu gösterilmiştir (Arcasoy A. Canatan D.2002 s.13-17). Hemoglobin (Hb) molekülünü oluşturan globin zincirlerinden birinin veya daha fazlasının yapılmaması veya az miktarda yapılması ile karakterize olan ve genetik geçiş gösteren n bir grup hastalığa talasemi adı verilmektedir. Beta globin zincirinin az yapılması (ß +) veya hiç yapılmaması ile giden talasemilere (ß0) beta talasemiler adı verilir.(Gümrük F.Altay Ç.1995s . 7-16) Belirtiler ilk 6 aydan sonra kansızlık (anemi) olarak kendini gösterir. Bu çocukların yaşam boyu 3-4 haftada bir kan nakline ihtiyaçları vardır. Anemiyi düzeltmek için yapılan konsantre kan transfüzyonları çocuğun yaşamını uzatırken, vücutta demir birikimine yol açar ve çeşitli organların fonksiyonları bozulur. Hemoglobinopati hastalığı hastayı ömür boyu hastaneye bağımlı kılan, yaşam kalitesini düşüren ve ekonomik gerilemeye yol açan bir hastalıktır.(web.www.talasemi federasyonu.org.tr) Türkiye’de yaklaşık 1.300.000 talasemi taşıyıcısı olduğu ve 4000 hasta birey bulunduğu bildirilmektedir. Bu hastaların büyük bir kısmı erken yaşta kaybedilmektedir. Bu hastalığın tedavisinde genel olarak kan transfüzyonları ve demir şelasyonu kullanılmaktadır (Canatan D,Köse MR,Ustundağ M,Haznedaroğlu D,Ozbaş S,2006. S.9). Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), hemoglobinopati kontrol programlarını, 1970’li yıllarda Akdeniz bölgesinde uygulamaya başlamıştır. Akdeniz’de ilk kurulan “Talasemi Kontrol Programı” Sicilya’da uygulanmış ve başarılı olunmuştur. Sicilya’da beta talasemi sıklığı % 5-9 ve HbS % 2 oranında görülmektedir. Sicilya bölgesi sağlık yönetimi doktor, hemşire, teknisyen ve sosyal çalışmacıların görev aldığı 14 merkezde ve Palermo’da bir prenetal tanı merkezi oluşturarak korunma programını başlatmışlardır. 1984 yılında bölgesel kayıt sistemi oluşturulmuştur. 1982-1989 yılları arasında hasta doğumunun % 55 oranında azaldığı bildirilmiştir. 1990’larda hasta doğumu sıfırlanarak aile ve hastalara finans desteği ve iş bulma sorunları ön plana çıkmıştır. 2000’li yıllarda bu sorunların da çözüldüğü bildirilmiştir. İtalya’da Ferrara’da, Sardinya’da, Yunanistan, İngiltere ve Kıbrıs’ta 1970’li yıllarda başlayan çalışmalar ile 10 yılda başarılı sonuçlar alınmıştır (Bozkurt G.2002 S.41). Hemoglobinopatili yıllık doğan hasta sayısı 332.000 olup, bunların 275.000’i orak hücre anemili ve 56.000 talasemi’li doğmakta, 30.000’i düzenli transfüzyon alır iken, 55.000’i alfa talasemi ye bağlı perinatal dönemde kaybedilmektedir. Doğumların % 75’i endemik bölgelerde, %13’ü ise göçlerden dolayı diğer bölgelerdedir (Canatan D.2008 S.18). Ülkemizde Çukurova, Akdeniz kıyı şeridi, Ege ve Marmara bölgelerinde Talasemi taşıyıcılığı çok sık görülmektedir. İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yeterince araştırma merkezi olmadığından bu yörelerdeki kesin sayı bilinmemektedir. Sağlıklı Türk popülâsyonunda beta talasemi taşıyıcı sıklığı % 2,1’dir. Türkiye’de yaklaşık 1.300.000 taşıyıcı ve 4000 civarında hasta olduğu Sağlık Bakanlığı tarafından bildirilmiştir. (Genelge 2005) Türkiye’de çok sayıda hemoglobin varyantının görülmesi, Anadolu’da yıllar boyunca çok çeşitli ırk ve kültürlerin yaşamasından ve akraba evliliklerinden kaynaklanmaktadır. Türkiye’de yapılan her 5 evlilikten biri akraba evliliğidir. Akraba evlilikleri en çok (%70) birinci dereceden akrabalar arasında gerçekleşmektedir (Altunsu Tanju 2008) . Hemoglobinopati Tanı ve Tedavi Merkezi, 2004 yılında da Antakya ACSAP Merkezi bünyesinde kurulmuştur. Daha önce alınan İl Hıfzıssıhha Kurul Kararı 03.12.2004 yılında yenilenmiştir. 2011 yılında Hatay ilinde 1072 çift taşıyıcı evli ve 2000’nin üzerinde has- ta sayısı mevcut idi. Mevcut durum neticesinde hemoglobinopatiler konusunda hâlihazırda yürütülen tıbbı yaklaşımların yanında, sosyal hizmet uygulamaları kapsamında değerlendirilerek hasta bebek doğumunun önlenmesi çalışmaları yapmak ihtiyacı doğmuştur. Sosyal Hizmet Uygulamalarının Toplumla Çalışma (Makro müdahale)ilkeleri kapsamında müdahale planı hazırlanmıştır. Mevcut sorunun çözümüne yönelik olarak üç ayrı müdahale planı hazırlanmıştır. 1.1 Taşıyıcı Ailelere Yönelik Müdahale Planı: İlk planlama 2010 yılında taşıyıcı ailelere yönelik olarak yapılmıştır. Bu kapsamda hazırlanan proje Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı’na sunulmuş ve Sosyal Kalkınma Mali Destek Programı kapsamında kabul edilmiştir. ‘Hemoglobinopati (sıckle cell anemi ve talasemi) Hastalığı Çift Taşıyıcı Evli Çiftlerin Prenatal Tanı, Genetik Danışmanlık, Çocuk Doğurma ve Hamilelik ile İlgili Eğitim Verilmesi’ adı ile 2011 Mart ayında uygulanmaya başlanmıştır. Taşıyıcı aile; hem kadının hem erkeğin taşıyıcı olma durumu- dur. İki taşıyıcı bireyin evliliğinden doğacak olan çocukların %25 olasılıkla talasemi hastası olma riski bulunmaktadır.%50’sinin talasemi taşıyıcısı ve %25’inin tamamen sağlıklı birey olma olasılığı bulunmaktadır. Taşıyıcı ailelerin pek çoğu doğurganlık yaşındadır. Bu nedenle öncelikle taşıyıcı ailelerin eğitimlerinin yapılmasının hastalıkla mücadelede önemli olduğu düşünülmüştür. Hatay il Sağlık Müdürlüğü’nün kayıtlarına göre Hatay ilinde tespit edilen hemoglobinopati taşıyıcısı birbiriyle evli 1072 aile (2144 kişi) bulunmaktaydı. Kayıtlı 1072 çift taşıyıcı evli ailenin 1065’ine(%99,3) ulaşıldı. Bir Sosyal Hizmet Uzmanı ve 4 eğitimli hemşireden oluşan iki ayrı gezici ekip oluşturuldu, tüm taşıyıcıların ev adresleri tespit edilerek, kurulan ekip tarafından evlerinde ziyaret edildi. Taşıyıcı çiftlerden aydınlatılmış onam alındıktan sonra, sosyo-demografik özelliklerini sorgulayan bir anket formu uygulandı. Anket uygulandıktan sonra taşıyıcı çiftlere kalıtsal kan hastalığı, prenatal tanı, genetik danışmanlık ve hamilelik ile ilgili bilgiler aktarıldı. 07.04.2011 tarihinde İl Sağlık Müdürlüğü toplantı salonunda proje açılış toplantısı gerçekleştirilmiş olup, yaklaşık 200 katılımcıya Hemoglobinopati hastalığı, proje ve hastalığı önleme faaliyetleri hakkında bilgilendirme yapılmıştır. Proje Kapsamında; 1.1.1 07.04.2011 tarihinde İl Sağlık Müdürlüğü toplantı salonunda proje açılış toplantısı gerçekleştirilmiştir. Yaklaşık 200 katılımcıya hemoglobinopati hastalığı, proje ve hastalığı önleme faaliyetleri hakkında bilgilendirme yapıldı. 1.1.2 11.04.2011 tarihinde AÇ/SAP Şube Müdürü tarafından proje ekibine hemoglobinopatiler, teşhis, tedavi, yaklaşımlar ve önleme konulu eğitim verildi. 1.1.3 19.04.2011 tarihinde Samandağ Kaymakamlığı ziyaret edildi. 1.1.4 27.04.2011 tarihinde Altınözü Kaymakamlığı ziyaret edilerek, Atatürk İlköğretim Okulu Toplantı salonunda yaklaşık 150 katılımcı bilgilendirildi. 1.1.5 8 Mayıs Dünya Talasemi Günü nedeniyle Arkeoloji Müzesi önünde proje standı açılarak halka bilgilendirme yapılarak broşür dağıtılmıştır. 1.1.6 31.05.2011 tarihinde Reyhanlı Kaymakamlığı ziyaret edilerek Halk Eğitim Merkezi Toplantı Salonunda yaklaşık olarak 200 katılımcı bilgilendirildi. 1.1.7 03.06.2011 tarihinde ilimiz valisi sayın M. Celalettin LEKESİZ başkanlığında toplantı gerçekleştirildi. Toplantıya, Vali Yardımcıları, İl Sağlık Müdürü, İl Milli Eğitim Müdürü, İl Müftüsü, Alevi Şeyhi ve Sağlık Müdürlüğü personeli katıldı. Toplantıda talasemi hastalığı ile mücadele tüm yönleri ile ele alındı. 1.1.8 20.09.2011 tarihinde İskenderun Kaymakamlığı ziyaret edilerek yaklaşık olarak 150 katılımcı bilgilendirilmiştir. 1.1.9 08.12.2011 tarihinde talasemi hastalarına yönelik olarak özürlü maaşları ve evde bakım ücretleri ile ilgili bilgilendirme toplantısı yaklaşık 150 kişilik katılımcıyla Hatay İl Sağlık Müdürlüğü Toplantı Salonunda gerçekleştirilmiştir. Proje sürecinde yazılı ve görsel basında talasemi hastalığı ve proje hakkında bilgiler yer almış olup toplumda farkındalık yaratılmaya çalışılmıştır. Proje kapsamında AÇ-SAP Şubesi tarafından Altınözü, Antakya, Belen, Dörtyol, Erzin, Hassa, İskenderun, Kırıkhan, Kumlu, Reyhanlı, ilçelerinde 285 öğretmen, 541 Din görevlisi ve 180 okul müdürüne yönelik eğitimler verilmiştir. 14.03.2012 tarihinde kayıtlı 1072 çift taşıyıcı evli ailenin 1065’ine(%99,3) ulaşılarak çalışmamız tamamlandı. Çalışmadan elde edilen bilgiler SPSS 11,5 programına yüklenerek istatistiksel analiz yapılarak Balkan Medikal Journal 2013 Aralık sayısında yayınlanmıştır. Elde edilen bulgulardan bazıları aşağıdaki gibidir. Yürütülen çalışma sonrasında sonuç raporu yazılarak İl Sağlık Müdürlüğüne sunulmuştur. 1.2. İlimiz talasemi çalışmalarından elde edilen sonuçlar: Tedavi Hizmetlerine Yönelik Sağlık Sistemi mevcut Genetik Danışmanlık yetersiz Prenatal tanı olanakları kısıtlı olarak gözlenmiştir. 1.2.1.Birinci basamak kuruluşları ve faaliyetleri: Hemoglobinopatiler konusunda eğitim, taşıyıcı ve toplum taraması, evlilik öncesi çiftlere tarama ve genetik rehberlik hizmeti veren, hemoglobin elektroforezi veya kolon analizi yöntemlerinin uygulanabildiği merkezlerdir. Mevcut durum: İlimizde AÇ-SAP Merkezi, 2 pratisyen hekim,2 hemşire,1 sözleşmeli tıbbi teknisyen ve 1 sözleşmeli bilgi işlem personeli ile bu hizmeti yürütmektedir. Öneriler; AÇ-SAP Merkezine bağlı olarak hizmet veren hemoglobinopati Tanı Merkezi’nin eğitim ve danışmanlık hizmetlerini artırmaya yönelik olarak yeniden yapılandırılması uygun olacaktır. Bu amaçla Talasemi Eğitim Merkezi oluşturulmalıdır. Oluşturulacak merkez, görsel sunumların izlenmesine olanak sağlayan, teknik yeterliliğe sahip, en az 2 eğitim odası bulundurmalıdır. Çalışan donanımlı personel sayısının artırılarak hemoglobinopatiler konusunda eğitici eğitmen eğitimlerine tabi tutulmalıdır. Talasemi eğitim merkezi, tespit edilen çift taşıyıcı evlilerin eğitimi yanında, oluşturacakları eğitim planı ile ilimiz Aile Sağlığı Merkezlerinde çalışan hekim ve yardımcı sağlık personeli, okullar, din adamlar ve kanaat önderlerinin eğitimlerini organize etmelidir. Hemoglobinopati Tanı Merkezinde tespit edilen taşıyıcı çiftler talasemi Eğitim Merkezine yönlendirilmeli ve bakanlığımızca geliştirilmiş olan ‘Hemoglobinopati Çift Taşıyıcı Takip Formu’ ön bilgileri doldurularak ilgili Aile Sağlığı Merkezine gönderilmelidir. Çiftlerin takibi ilgili Aile Hekimi tarafından devam ettirilmeli, gerçekleşen gebelikler aynı form ile kayıt altına alınmalıdır. Hemoglobinopati Çift Taşıyıcı Takip Formu Aile Hekimliği sistemi içerisine entegre edilmelidir. Mevcut uygulamada kullanılan onam formunda yer alan “başta taşıyıcı çiftler olmak üzere tüm çiftlerin doğum öncesi metotlardan yararlanması önerilir” ibaresi yerine yeni bir form geliştirilerek, tüm eğitimlere rağmen evlilik kararından vazgeçmeyen çiftlerin prenatal tanı işlemlerini mutlaka yaptırmaları yönünde eğitim verilmelidir. Oluşturulacak Talasemi Eğitim Merkezi çalışmaları içerisinde yeni evlenen çiftlere yönelik ev ziyaretleri de yer almalıdır. Merkez yeni evlenen her taşıyıcı çifte ev ziyaretleri düzenleyerek, eğitim vermeli, hazırlanan bilgilendirici materyal ile iletişim bilgilerini içeren dosya teslim edilmelidir. Hastalığın önlenmesinde yeni evlenen taşıyıcı çiftlerin önemi büyüktür. 2011 yılında ilimizde 302 taşıyıcı çift evlenmiştir. Prenatal tanı süreçlerinin anlatımı ve takibi önem arz etmektedir. Öte yandan prenatal tanı işlemlerinin nerede yapılacağı netleştirilerek, işlemin yapılacağı merkez veya merkezlerle işbirliğine gidilerek gebelerin randevuları bizzat alınmalıdır. 1.2.2 İkinci basamak kuruluşları ve faaliyetler: İkinci basamak kuruluşları, bünyesinde hemoglobinopatiler konusunda eğitim ve genetik rehberlik hizmetlerine yönelik bir ünite, kan merkezi veya istasyonu, en az 5 yataklı tedavi ünitesi ile araştırma laboratuarı bulunan hemoglobinopati tanı ve tedavi merkezidir. İlimizde, Antakya devlet hastanesi bünyesinde hizmet verilmektedir. 1.2.3 Üçüncü basamak kuruluşları ve faaliyetler: Üçüncü basamak kuruluşları, hemoglobinopatiler konusunda moleküler düzeyde laboratuar hizmetleri ve \veya prenatal tanı ünitesi ve\veya kemik iliği nakil ünitesi içeren mutasyon analizi, doğum öncesi tanı ile kemik iliği transplantasyonu hizmetlerinden tümünü veya herhangi birini vermek suretiyle ileri tetkik ve tedavi yapan merkezlerdir. Mevcut durum; İlimizde Mustafa Kemal Üniversitesi prenatal tanı işlemlerini gerçekleştirmektedir. Öneriler; Prenatal tanı sürecinde karşılaşılan en önemli sorun uygulanacak yöntem ile ilgilidir. Amniosentez ve CVS (chorion villus sampling-kor yon villus örneklemesi ) sıklıkla uygulanan iki yöntemdir. Amniosentez gebeliğin 16-20.haftasında, CVS gebeliğin 9-12. haftasında uygulanmaktadır. Mevcut yönetmelikte uygulanacak yöntem ile ilgili ibareler açık değildir. Ancak test sonucunun “hasta” olarak gelmesi halinde cerrahi müdahale için bebeğin haftası önem arz etmektedir. 16.haftasında amniosentez yapılan gebenin sonuçları yaklaşık 4 hafta sonra gelmektedir.20 haftalık bir bebeğin kürtajı pek çok anne ve bizim için kabulü zor bir süreç olmaktadır. Tanı yöntemi olarak erken haftalarda yapılabilen yöntemin tercih edilmesi ya da test sonuçlarının erken değerlendirilmesi konusunda çalışmalar yapılmalıdır. Yönetmelikte özel hastanelerinin durumu net değildir. Amniosentez işlemini yapmalarına mani bir durum yoktur. Ancak hemoglobinopatilerin önlenmesi çalışmalarında kurumsallaşabilmek için testlerin standart kazanması gerekmektedir. İşlem özel merkezlerde yapılsa dahi, gönderilen laboratuarın genetik tanı onaylı olması gerekmektedir. Bu hususta hizmet standardı belirlenmelidir. Preimplantasyon tanı yöntemi (PGD) genetik hastalıkların önlenmesinde önemli bir yöntemdir. Ancak maliyetinin yüksekliği uygulama sıklığını azaltmaktadır. Preimplantasyon tanı yönteminin sosyal güvenlik kapsamında değerlendirilmesi, hastalık maliyetleri ile karşılaştırılması uygun olacaktır. Her yıl 8 ile18 arası hasta bebek doğumunun gerçekleştiği ilimizde, halkımızın talasemi hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığı, ancak verilen eğitimler sonrasında konuya hassasiyetin arttığı gözlenmiştir. Talasemi hastalığını önleme faaliyeti olarak yürüttüğümüz proje, ilimiz idarecileri ve halkı tarafından sahiplenilmiştir. Özellikle 137 gebe ile yapılan çalışmalar olumlu sonuçlar vermiştir. Sağlık çalışanları olarak bizlerin, yapılacak çalışmalar ile talasemi hastalığının önlenebileceğine olan inancımız daha da artmıştır. Bu sonuç raporunun ardından 22.03.2012 tarihinde Sayın Valimiz M.Celalettin LEKESİZ’in başkanlığında’ Kalıtsal Kan Hastalıklarının Önlenmesine Yönelik İstişare Toplantısı’ yapılmış, 2012 yılının ilimizde Talasemi Mücadele Yılı olarak kabul edilmesi kararlaştırılmıştır. Talasemi Merkezi yeniden yapılandırılarak, 30 Mart 2012 tarihinde Hatay Halk Sağlığı Müdürlüğü Hemoglobinopati Tanı, Kontrol ve Eğitim Merkezi (HETKEM) adını almış, talasemi hastalığı ile mücadelede kayıt, tarama, genetik danışmanlık, takip ve eğitim faaliyetlerinin yürütülmesi konularında hizmet vermek amacıyla yeniden yapılandırılmıştır. Hetkem; Hasta ve çift taşıyıcı kayıtları, tarama ve genetik danışmanlık hizmetlerinin geliştirilmesine ek olarak çift taşıyıcı çiftlere ev ziyareti, gebelik takibi ile prenatal (doğum öncesi) tanı testi uygulanmasının sağlanması ve sonuç takibi, sağlık çalışanlarına konu ile ilgili eğitim verilmesi, halkın kalıtsal kan hastalıkları konusunda bilgilendirilmesine yönelik etkinlikler yapılması ve eğitimler düzenlenmesi, hastalara psikososyal destek verilmesi gibi faaliyetler yürütmekte olup ilgili diğer kurumlarla işbirliği içerisinde çalışmalarını sürdürmektedir. Hatay ilinde 2004 yılı il Hıfzıssıhha Kurul Kararı yenilenerek ‘evlilik öncesi Hemoglobin elektroforezi yaptırılması’ zorunlu hale geldiğinden ve uygulamaya başlandığından beri, Hatay ilinde resmi nikah yaptıran çiftlere hemoglobin elektroforezi testi uygulanmıştır. Ancak kayıt dışı evli olan çiftlere de ulaşıp tarama testi yapılmasını sağlamak, bütün talasemi ve Orak Hücreli Anemi hastalarına ve çift taşıyıcı olan anne-baba adaylarına ulaşmak amacıyla, bütün ilçelerde her aile hekimi başkanlığında bölgede görevli olan öğretmen, muhtar ve din görevlisinden oluşan komisyonlar aracılığı ile Halk Sağlığı Müdürlüğümüz tarafından çalışmada yürütülmüş, tespit edilebilen resmi nikâhı olmayan çiftlere talasemi testi yapılmıştır. Komisyon çalışmalarının sonucu olarak her bölgede daha güvenilir envanter çıkarılmaktadır. Öncelikli olarak komisyon üyelerinin hastalıklarla ilgili bilgi sahibi olmasını sağlamak üzere, 258 aile hekimi, 369 öğretmen, 276 din görevlisi, 205 muhtar ve 20 sağlık çalışanına eğitim verilmiştir. Ardından Hatay ili acil servislerinde çalışmakta olan hekimler ile kadın hastalıkları ve doğum uzmanı hekimlere yönelik talasemi ve orak hücreli anemi hastalıkları ile ilgili bilgilendirme toplantısı yapılmıştır. Toplum farkındalığının artırılması amacıyla düzenlenen etkinliklerde kullanılmak üzere 100.000 adet el broşürü, 3 farklı içerikte 4000 adet afiş, 5000 eğitim CD’si hazırlanmıştır. 8 Mayıs Dünya talasemi günü etkinlikleri kapsamında düzenlenen törende 2012 yılı Hatay talasemi hastalığı ile mücadele yılı ilan edilmiş, İlimiz Valisi Sayın M. Celalettin LEKESİZ tarafından yapılan basın açıklaması ile kamuoyuna duyurulmuştur. Etkinlik kapsamında 6, 7 ve 8. sınıf öğrencileri arasında talasemi ve orak hücreli anemi hastalıkları ile ilgili resim yarışması düzenlenmiş, dereceye giren öğrencilere ödülleri ilimiz Valisi tarafından verilmiştir. Tedavi merkezlerimizde takip ve tedavileri yapılan hasta ve ailelerinin rol aldığı talasemi ve orak hücreli anemi hastalıkları tanıtım filmi çekilmiş olup, 8 Mayıs Dünya Talasemi Günü etkinlikleri kapsamında göster- ime sunulmuştur. Etkinlikler kapsamında Antakya, Samandağ, Kırıkhan, İskenderun ve Reyhanlı ilçelerimizde 51 adet duyuru panosunda talasemi hastalığı ile ilgili bilgiler yer almıştır. Tüm Aile Sağlığı Merkezleri ile Toplum Sağlığı Merkezlerine broşür gönderilmiş ve afişler asılmıştır. Hemoglobinopatiler konusunda eğitim CD’si hazırlanmış olup, ilimizdeki bütün dernek, sivil toplum kuruluşları ve okullara gönderilmiştir. Her ayın ilk üç iş günü Antakya ve İskenderun alışveriş merkezlerinde bilgilendirme stantları açılmakta ve broşür dağıtılmaktadır. 5 Eylül 2012 tarihinde Halk Sağlığı Haftası etkinlikleri kapsamında kent müzesi önünde stant kurulmuş, taşıyıcı olup olmadıklarını öğrenmek isteyenlerden kan alınmış, sonuçların telefonla kendilerine bildirilmiştir. Tüm çalışanlarına izletilmek üzere 52 adet tanıtım filmi ile asılmak ve dağıtılmak üzere 15’er adet afiş, 500’er adet el broşürü Hatay ilindeki tüm kamu kurum ve kuruluşlarına gönderilmiştir. İktidar parti ve muhalefet partiler başta olmak üzere siyasi parti genel müdürlükleri, gençlik kolları ve kadın kolları teşkilatlarının her birine 1 adet tanıtım filmi, 15 adet afiş, 200 adet el broşürü gönderilmiştir. İlçe müftülüklerine 500 adet afiş, 5.000 adet el broşürü, muhtarlıklara 500 afiş ve 2500 el broşürü gönderilmiştir. Halka hastalıkları tanıtmak ve bilinç oluşturmak amacıyla yerel TV ve radyolarda canlı yayınlar düzenlenmiştir. Haber programlarında ve yerel gazetelerde hemoglobinopati ile ilgili haberler yapılmıştır. Ulusal radyo olan TRT FM’de canlı röportaj yapılmıştır. 1.3. Toplum Eğitimine Yönelik Müdahale Planı Bu kapsamda evlilik çağına gelmemiş öğrenim gören gençlerin eğitimleri planlanmış ve proje halinde hazırlanarak Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansına sunulmuştur. ‘‘Hatay Talasemi ile Savaşıyor’’ adlı proje, Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı’nın Sosyal Destek Programı kapsamında desteklenmiş ve Milli Eğitim Müdürlüğünün ortaklığı ile yürütülmüştür. Zorunlu eğitimin 8 yıl olduğu günlerde 8. sınıflara yönelik yapılan planlama, uygulama aşamasına gelindiğinde 9.sınıflar da eklenerek Hatay ilinde 52.375 öğrenciye eğitim verilmiştir. Proje kapsamında Antakya ve tüm İlçe Toplum Sağlığı Merkezlerinde görevli 12 Doktor ile merkez ve tüm İlçe Milli Eğitim Müdürlüklerinde görevli 12 milli eğitim çalışanı görev almıştır. 8.sınıf 27649, 9.sınıf 24406 öğrenciye eğitimler eğitmen doktorlar tarafından verilmektedir. Eğitimler 03 Aralık 2012 tarihinde tüm ilde eş zamanlı olarak başlamıştır. Proje kapsamında 52 bin öğrencinin eğitimleri gerçekleştirilerek, Mayıs ayının sonunda tamamlanmıştır. Proje kapsamda eğitim modülü oluşturulmuştur. Bu kapsamda yerel aktörlerin yer aldığı ‘Talasemiyi yok et’ müzikli tanıtım filmi çekilmiştir. Öğrenciler tarafından, ailelerine okumak üzere ‘sayın veli’ mektubu hazırlanmış ve zarf içerisinde ailelere gönderilmiştir. Hemoglobinopati hastalığı ve önlenmesi konularını içeren sunum hazırlanmıştır. Okul eğitimleri Soru- Cevap bölümü ile sonlandırılmıştır. Okul Eğitimleri ile amaçlanan; toplumun talasemi konusunda bilgilendirilerek, evlilik aşamasına gelmeden tedbir alınmasını sağlamaktır. Eğitimlerde öğrencilerimiz de dâhil isteyen herkes hemoglobinopati Tanı Kontrol ve Eğitim Merkezi’ne başvurarak ücretsiz olarak test yaptırabileceği ve talasemi hastalığının bulaşıcı bir hastalık olmadığı da vurgulandı. Eğitimler sonrasında öğrenciler gruplar halinde merkezimize gelerek kan testi yaptırdılar. Taşıyıcı bulunmaları halinde merkezin doktorları tarafından yeniden bilgilendirildiler. 1.4. İl Hemoglobinopati Kontrol Stratejisi ve Eylem Planının Hazırlanması Hastalığın önlenmesi konusunda çalışmalar yürütülürken, hizmet veren kamu ve özel kurumların da hizmetlerinin gözden geçirilmesi, yeniden yapılandırılması, işbölümü ve koordinasyonun sağlanması gerekliği ortaya çıktı. Bu nedenlerle ‘Hemoglobinopati Tanı, Kontrol ve Eğitim Merkezi ‘kuruldu. Merkez taşıyıcı olduğu tespit edilen bireylere yönelik verdiği eğitimlerin dışında, taşıyıcı gebelerin takibi, ev ziyaretleri, üniversite ile işbirliği gibi yeni uygulamalar yapmaya başladı. Kurumlar arası işbirliği ve koordinasyonun iyi işlemesini sağlamak üzere ‘İl Hemoglobinopati Stratejisi hazırlıkları başlatıldı. Plan çerçevesinde nihai amaç olarak 2017 yılında sıfır hasta bebek doğumu hedeflenmiştir. Bu çalışmanın amacı; Hatay ili genelinde birbiriyle evli taşıyıcı çiftlere ulaşarak, onların demografik ve ailesel özelliklerini incelemek, taşıyıcı çiftlere gebelik, doğum, prenatal tanı ve genetik danışmanlık eğitimi vererek hasta çocuk doğumunu tamamen engellemektir. Hemoglobinopati kontrol programı ile tanı ve tedavi merkezleri yönetmeliği gereğince hemoglobinopatilere yönelik; •Eğitim •Tarama •Genetik Danışma •Doğum öncesi ve sonrası tanı •Hastaların tedavilerine ilişkin her turlu faaliyetler •Tanı ve tedavi merkezleri •Kayıt, bildirim, sevk ve izin işlemlerini kapsayan hizmetler yürütülmektedir. Tüm bu faaliyetlerin etkin bir şekilde yerine getirilebilmesi için her basamaktan sağlık hizmeti sunucularının işbirliği içinde olması gerekir. Bu koordinasyonu sağlamak için, kamu sektörünün ve özel sektörün çeşitli kurum ve kuruluşlarını, idareleri, sektör temsilcilerini ve üniversitenin ilgili bölümlerini içine alan yeni yönetsel ve örgütsel yapı zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Bu zorunluluğun somut çıktısı İl Hemoglobinopati Kontrol Stratejisi ve Eylem planıdır. İl hemoglobinopati Kontrol Stratejisi ve Eylem Planı hazırlık çalışmaları, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun ilgili maddesi çerçevesinde başlatılmıştır. İl Hemoglobinopati Kontrol Stratejisi; stratejik gelişme eksenlerinin, stratejik amaç ve hedeflerin operasyonel bir plana dönüşmesini sağlayarak, hemoglobinopati hastalığının önlenmesi faaliyetlerini acık ve anlaşılır kavramlar halinde sunacaktır. İl Hemoglobinopati Kontrol Stratejisi hazırlık çalışmalarına aşağıdaki sorulara yanıt aranarak başlanmıştır. Talasemi ile mücadele surecinde neden bir “Strateji ve Eylem Planı”na ihtiyaç duyduk? Çalışmalarımızı yazılı/basılı bir plan yokluğunda yürütürken karşılaştığımız zorluklar nelerdi? Böyle bir planı hazırlayarak neleri başarmayı hedefliyoruz? Strateji ve Eylem Planını ile bu plan ortaya çıkacak? Ayrıca, planın uygulamasından öncelikli olarak hangi kurum/birim sorumlu olacak? Yukarıdaki sorulara yanıt aradığımız tarihte ilimizdeki Hemoglobinopatili hasta sayısı 1905’e ulaşmış bulunmaktaydı. İlimizde, 10.08.1994 tarihinden bu yana İl Hıfzıssıhha Kurul Kararı ile evlilik öncesi test olarak bilinen hemoglobin elektroforezi testi zorunlu olarak yapılmaktadır. İl Hemoglobinopati Strateji Planı hazırlıklarına alt ve üst komisyon üyeleri belirlenerek başlanmıştır.5 ay süren çalışmanın ardından 2013 yılında basımı gerçekleşmiştir. Planda, ‘ Hemoglobinopati hastası bebek doğumunu önlemek’ nihai amaç olarak belirlenmiş, bu nihai amaca ulaşmak için de 4 stratejik amaç belirlenmiştir. Planın izleme değerlendirmesi, üst ve alt komisyon üyelerince uygun görülen performans kriterlerinin üç aylık periyotlarla takibi ile mümkün olacaktır. Bu çalışma ile hemoglobinopati olgularının sayısının azaltılmasında en etkin yöntemler taşıyıcıların tespit edilmesi, taşıyıcılara genetik danışmanlık verilmesi ve prenatal tanı metotlarının kullanılması ile hemoglobinopatili bebek doğumlarının önlenmesidir. Bu yöntemlerin kullanılması ile birçok ülkede hemoglobinopatili bebek doğumları azaltılmıştır. Hatay ilinde hazırlanan strateji planı ile talasemi hastası bebek doğumlarının önlenmesi amaçlanmıştır. Belirlenen nihai amaç, 4 stratejik amaç ve 8 hedef aşağıda görülmektedir. B2013-2017 Hatay İli Hemoglobinopati Kontrol Stratejisi ve Eylem Planının nihai amacı, İlimizde hemoglobinopati hastası bebek doğumunu önlemektir. Bu nihai amaca ulaşma yolundaki stratejik hedefler: İlimiz halkını hemoglobinopati hastası bebek sahibi olma riskinden korumak Hemoglobinopati Tanı Kontrol ve Eğitim Merkezinin yeniden yapılandırılması Doğum öncesi tanıda işbirliği, koordinasyon ve standartların belirlenmesi hemoglobinopati hastalarının teşhis ve tedavi hizmetlerinin kalitesi arttırılarak hizmet sunumu sağlamak olarak belirlenmiştir. 1- 2012 yılına ait doğan hasta sayısı 2- 01.06.2012 tarihi ile 20.12.2012 tarihleri arasında gerçekleşen ev ziyareti 3- 30 Mart-20 Aralık 2012 dönemi takip edilen toplam çift taşıyıcı evli gebe sayısı 1- 20.12.2012 tarihi itibariyle gebeliği devam edenler. 2- 30 Mart 2012 tarihi ile 20 Aralık 2012 tarihi arasında gebeliği sonlandırılanlar. 3- 30 Mart 2012 tarihi ile 20 Aralık 2012 tarihi arasında düşükle sonlanan gebe sayısı. 4- 30 Mart 2012 tarihi ile 20Aralık 2012 tarihi arasında prenatal tanıya giden gebe sayısı. 5- 20 Aralık 2012 tarihi itibariyle randevu tarihini bekleyen gebe sayısı. 6- 30 Mart 2012 tarihi ile 20 Aralık 2012 tarihleri arasında tanıya gitmeyen gebe sayısı. 1. 30.03.2012-20.12.2012 tarihi arasında prenatal tanıya giden gebe sayısı 2. 30.03.2012-20.12.2012 tarihleri arasında tanıya gitmeyen gebe sayısı 2. Tartışma ve Sonuç Hemoglobinopati ile mücadeleye başladığımız 2010 yılı son çeyreğinde, il sağlık müdürlüğü verilerinin yeterli olmadığı tespit edildi. İl Sağlık Müdürlüğü ilgili birimleri, çalışma prensibi gereği, her ay tespit edilen taşıyıcı çiftleri bakanlığa bildirmekte idi. Ancak, mevcut çift taşıyıcıların ikamet ve iletişim adresleri, sahip oldukları sağlıklı ve hasta çocuk sayıları, gebelikte preimplantasyon tanı yöntemlerine başvuru yapıp yapmadıkları, tanı yöntemlerinden haberdar olup olmadıkları ve hayatta olup olmadıkları yönünde verilerimiz bulunmuyordu. Hastalar hakkında ise, yalnızca tedavisini ilimiz hastanelerinde sürdürenlerin bilgileri mevcut idi. Ancak Adana ilinin yakın olması ve alışkanlıklar nedeniyle pek çok hasta tedavisini orada sürdürüyordu. Ölüm bildirim sisteminde hemoglobinopati seçeneği olmadığından kaybedilen hastalar kayıttan düşülemiyor ve hasta sayısı mevcuttan daha yüksek görünüyordu. Yapılan değerlendirme toplantıları ile tüm bu olumsuzlukların giderilmesi amacıyla müdahale planı hazırlandı. Sosyal Hizmet mesleğinin makro müdahale ilkeleri ışığında sorun tüm boyutları masaya yatırıldı. Genetik geçişli yaygın bir hastalık olan hemoglobinopatinin önlenmesinde birey ve gruplarla çalışmanın yeterli olmayacağı, toplumun her kesimini hedef alan planlamaların yapılması gerektiği açıktı. Bireylerle ya da gruplarla doğrudan uygulama gerçekleştiren sosyal hizmet uzmanları, müracaatçıların karşılanmayan ihtiyaçları doğduğunda ya da hizmetlerde boşluklar oluştuğunda toplum gelişimi etkinliklerinde yer alırlar. Örneğin toplumda ergen yaşta hamilelikler çoğaldığında okul sosyal hizmeti alanında çalışan uzmanlar okul sisteminde cinsellik eğitimi programlarının hazırlanmasında rol alabilirler. Toplum çalışmasında sosyal hizmet uzmanının etkinlikleri, bir veya daha fazla sorun için vatandaşların organizasyonunu teşvik etmek ve harekete geçirmek, sorunun doğasını tanımlamak, ilgili grupların çalışmalarını koordine etmek, gerçekleştirilebilir amaçlar formüle etmek, halkla ilişkiler ve toplum eğitimi çalışmalarının içinde olmak, araştırma yürütmek, planlama, mali kaynakları tanımlamak, bir amaca ulaşmak için stratejiler geliştirmek ve kaynak kişi olmaktır (Zastrow, 2004). Rothman ve Tropman(1987:3-26)toplumla çalışma modellerinden sosyal planlama modelinde, sosyal planlama, hem yerel hem toplumsal düzeyde uygulanan, akılcı problem çözme metotları kullanılarak gelişme, genişletme, sosyal hizmetlerin ve sosyal politikaların koordinasyonu şeklinde tanımlanmaktadır (Duyan ,Özgür ve Özbulut .2008, ss.151-152). Sosyal hizmet mesleğinin bilgi temelinde toplumla çalışma teorileri incelenmiş ve hemoglobinopati hastalığı ile mücadele stratejileri belirlenmiştir. Yürütülen çalışmalar, problemin tanımlanması, ilişkiler ağının belirlenmesi, mevcut durumun masaya yatırılması, alternatif hizmet sunumlarının değerlendirilmesi, planlama, uygulama ve sonuçların izlenmesi şeklinde koordine edilmiştir. Yürütülen çalışmalarda sorun ve çözüm sürecinde etkisi olan tüm paydaşlar belirlenerek işbirliği yapılmıştır. Çift taşıyıcı aileler, kamu ve özel sağlık kuruluşları, üniversite, müftülük, alevi şeyhleri ve kanaat önderleri, muhtarlar, öğretmenler, mülki amirler, kamu kurumları, belediyeler, talasemi derneği, tabip odası ve gönüllülerin katılımı ile çözüm önerileri geliştirilmiş ve süreç sosyal hizmetin toplumla çalışma modelleri ışığında koordine edilmiştir. Çalışmalar esnasında, ilimiz halkının talasemi hastalığı hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığı ancak verilen eğitimler sonrasında konuya hassasiyetin arttığı gözlenmiştir. Çalışmalar ilimiz idarecileri tarafından sahiplenilmiş ve çalışmalara güç katmıştır. İlimiz valisi ve eşleri Sayın Zehra LEKESİZ toplantı ve ev ziyaretlerine bizzat katılarak çalışmalarımızı desteklemiştir. İlimizin bölgesel farklılıkları göz önünde bulundurularak dini liderler konu hakkında bilgilendirilmiş ve destekleri istenmiştir. İlimizin sıcak iklim kuşağında olması, günde dört aile ziyareti yapmayı güçleştirmiştir. Ancak her yıl 8 ile 18 arası hasta bebek doğumunun gerçekleştiği ilimizde, önleme çalışmalarının gerekliliğine olan inancımız artmıştır. Hatay ilinde yürütülen hemoglobinopati çalışmalarının nihai amacı 2017 yılında hasta bebek doğumunun sıfır olması amaçlanmış ve uygulamaya konulmuştur. 3. Kaynakça Arcasoy A.Canatan D. Dünyada ve Türkiye’deTalasemi ve Hemoglobinopatiler. In:Arcasoy A,Canatan D,Köse M,Üstündağ M.Eds. Hemoglobinopati ve Talasemi,Önlem,Tanı,Tedavi Antalya:Siyah Grafik Matbaacılık Ltd. St:2002:13-17 Altunsu T.5.Uluslararası Talasemi Yaz Okulu Bilimsel Kitabı.2008 Bozkurt G.Thalassemia prevention and control program of in the Turkısh Republic Nothern Cyprus.In: Bozkurt G.2nd International Thalassemia Summer School,01-05 Aprıl 2002 Girne KKTC. P.41 Canatan D. Köse M.Üstündağ M.Haznedaroğlu D.Ozbaş S. Hemoglobinopathy Control Program in Turkey.Community Genet 2006:9:124-6 Canatan D.5.Uluslararası Talasemi Yaz Okulu.2008. Antalya/Turkey Kurs Kitabı s.18 Duyan V. Sayar ÖÖ.,Özbulut M. Sosyal Hizmeti Tanımak ve Anlamak 2008 Genelge. Hemoglobinopati Kontrol Programı Genelgesi 2005\62 Gümrük F.Altay Ç. Talasemiler Hacettepe Katkı Dergisi.1995:16:7-326 Özsoylu S,Sahinoğlu M.Haemoglobinopathy, Survey in an Eti.Turk vil- lage.Hum.Hered.1975;25(1):50-9 Zastrow, C. Introduction to Social Welfare. Eight Edition. USA Thomson Brooks/Cole 2004 WHO.Guidelines fort he control of hemoglobin disorders.In:Model B(ed)World Health Organization Hereditary Disease Programme. Document of the vilt annual meeting of WHO working group on hemoglobinopathies,Sardinia,1989,(WHO/HDP/GL/94.1)1994.pp.1-62 web.www.talasemi federasyonu.org.tr