ENERJİ >> Hazırlayan: Gülder DEMİR KYOTO’DAN KOPENHAG’A: Enerji güvenliğinde Türkiye yolun neresinde? Deniz seviyeleri yükseliyor, okyanusların asit oranı artıyor, bir yandan seller, bir yandan kuraklıkla dünya dört bir yandan tehlike çanlarını yükseltiyor. Sorunların çözümü için uluslararası toplum ile birlikte eyleme geçme durumu artık bir gereklilikten çok zorunluluk haline gelirken, karar alma mekanizmaları küresel ısınmayla mücadele ve enerji güvenliğine ulaşmak için alınacak somut aksiyonlar konusunda görüş birliğine varmış değil. T ürkiye’de başta yenilenebilir enerji olmak üzere alternatif enerji üretim yolları üzerinde en çok durulması gereken konulardan biri. 2050 yılına kadar sera gazlarının 1990 oranlarının yüzde 50 altına düşürülmesi için, gelişmiş ülkeler sahip oldukları tarihsel yükümlülüğe karşın, karbon oranının yüzde 2’sinde payı bulunan gelişmekte olan ülkelerin yükümlülüklerinin aynı oranda olmadığı, ancak kısa ve uzun vadede ortak hareket etmenin zorunlu olduğu açık. AB ve Japonya gibi ülkelerin kendi pozisyonunu açıkladığı bu dönemde “Binyılın Kalkınma Hedefleri”nin yerini iklim değişikliğinin belirlediği yeni ekonomik politikalar alırken, Türkiye’nin de yeni dünya ekonomik düzeninde yerini oluşturması gerekiyor. Türkiye’nin bu yıl onayladığı Kyoto Protokolü ile ilgili 2012’ye kadar yasal mali yükümlülüğü bulunmuyor. Ancak protokolün getirdiği birtakım yükümlülükler, yatırımcıları etkileyecek. Örneğin, karbon salımının hiçbir şekilde yüksek teknolojilerle yapılmaması gerekiyor. Bu ise kömürlü termik santrallere getirilecek yüksek sınırlamalar anlamına 74 EKONOMİK FORUM l Şubat 2010 geliyor. Ülkemizde halen faal on beş, yapılması planlanan kırk yedi termik santral bulunurken, yüksek karbon açığa çıkaran bu santrallerin, dünya genelinde küresel iklim değişikliğine yüzde 41 oranında katkısı olduğu biliniyor. Bu nedenle, Kyoto’nun hükümleri arasında yer alan “Karbon salımı düşük termik santrallere ağırlık verilecektir” hükmü kapsamında bu santrallerin yapımına kesinlikle lisans verilmemesi gerekiyor. Bu noktada ise karbon salımı olmayan enerji çözümlerine; güneş, rüzgâr, jeotermal ve en önemlisi de enerji verimliliğine yönelim sorusu ortaya çıkıyor. Dünya yeni bir enerji ve sanayi devrimine hazırlanırken, Türkiye’nin kendi politikalarını belirlemesi ve temiz kalkınmaya geçmesinde kişi başı karbon salımı konusunda bir yaklaşım belirlemesi ihtiyacı doğuyor. Yenilenebilir enerjiye göre maliyeti çok daha yüksek olan nükleer enerji ise, Kopenhag sürecinin dışında ve çözümün > > Birleşmiş Milletler eski Genel Sekreteri Kofi Annan, iş ve finans dünyasının yeni yatırım ve iş olanakları oluşturmakta öncü rol oynadığına vurgu yaptı. bir parçası olmayan bir enerji. “Kara enerji”den “yeşil enerji”ye geçişte dünyanın 2020’ye kadar emisyonları yüzde 25-40 oranında azaltması gerektiği belirtilirken, Avrupa Birliği ve Japonya, kendi payları için yüzde 20’lik bir azalma vaadinde bulundu bile. Öte yandan Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso’nun belirttiğine göre gelişmekte olan ülkeler, 2020 itibarıyla iklim değişikliğiyle mücadelede ek 100 milyon euroya ihtiyaç duyacak. Bu rakamın bir kısmı bu ülkeler tarafından karşılanırken, en büyük pay ise daha büyük ekonomilerin oluşturduğu yeni “karbon piyasası”ndan gelmeli ve sağlam bir yeni emisyon ticareti (cap-and trade) oluşturulması gerektiği üzerinde duruluyor. SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMAYA DOĞRU YENİLENEBİLİR ENERJİ Sürekli devam eden doğal süreçlerdeki var olan enerji akışından elde edilen enerji kaynakları olarak tanımlanan ve güneş ışığı, rüzgâr, jeotermal, biyokütle, biyogaz, dalga, akım ve hidroelektrik tesis- ler ile gelgit elektrik üretimi ile olarak çeşitlenen enerji olan yenilenebilir enerji, son yıllarda artan ekonomik enerji ihtiyacı ile üzerinde durulması gereken bir konu. Yenilenebilir enerji kaynakları, genel olarak, enerji kaynağından alınan enerjiye eşit oranda veya kaynağın tükenme hızından daha çabuk bir şekilde kendini yenileyebilen kaynaklar olarak tanımlanıyor. Özellikle tahrip edilen doğanın küresel ısınma gibi göz ardı edilemeyecek bir tehlikeyle çıkagelmesi, kalıcı olarak zarar verilip tüketilmesi söz konusu olmayan yenilenebilir enerji kaynaklarına dikkatleri çekiyor. Son on yılda sancılı bir süreçten geçen dünya enerji sektörü, gerek küresel aktörlerin enerji arz kaynaklarını denetim altında tutma amaçlı siyasi mücadeleleri, gerekse eşit dağılmamış olan dünya fosil yakıt rezervlerinin ağırlıklı bölümüne sahip hükümetlerin enerji fiyatları üzerindeki oyunları konuyu giderek karmaşıklaştırıyor. TÜRKİYE YENİLENEBİLİR ENERJİNİN NERESİNDE? Enerji sektörünün alternatif kaynak arayışlarına girdiği bu süreçte, Türkiye’nin, zengin yenilenebilir enerji kaynaklarına sahip olduğu halde bir yanda gerekli yasal düzenlemelerin yetersizliği, öte yanda enerji politikasını yönlendirmede bilinçsiz ve ileri görüşten yoksunluk Şubat 2010 k EKONOMİK FORUM 75 > > Joseph Stiglitz ve eski Meksika Başkanı, Yale Üniversitesi Küreselleşme Çalışmaları Merkezi Müdürü Ernesto Zedillo ise “cap-and-trade” sisteminin yürümeyeceğini ifade etti. nedeniyle, enerjide daha çok ithalata gidildi. Sebep ve sonuçları birbirine bağlı bu politikalar nedeniyle enerji fiyatlarında yükselme kaçınılmaz hale geldi, ekonominin her ayağı dolaylı veya dolaysız olumsuz yönde etkileniyor. Yaygın ve yeterli miktarda yenilenebilir enerji kaynaklarına sahip Türkiye, Anadolu’nun çok eski çağlardan beri bu yöndeki uygulamalara aşina olmasına rağmen, bu teknolojiyi yerinde kullanmak ve geliştirmek konusunda henüz yolun başında. Hızla geliştirilip kullanılacak bu teknolojiyi kullanma ve kaynakların bilincine varma noktasında karşımıza çıkan sorular ise yalnızca bunun yolları ile sınırlı değil. KÜRESEL DURGUNLUK DÜŞÜK KARBONLU TEKNOLOJİLERE GEÇİŞ İÇİN BİR YOL OLABİLİR Mİ? Hızla artan bir enerji ihtiyacı olan Türkiye’nin ayrıca yüksek risk grubundaki Doğu Akdeniz havzasında bulunduğu ve çölleşme ve su kıtlığı sorunlarıyla karşı karşıya olması, geleneksel tarım ve enerji politikalarında sınırlı su kaynaklarının kullanımı için geleneksel açık sulamadan, yağmurlama ve damlama sulamaya geçilmesi gibi alternatif yollar aranması gerektiği belirtiliyor. Kyoto’dan Kopenhag’a: Küresel Isınma ile Yüzleşmek ve Enerji Güvenliğine Ulaşmak başlıklı konferansta konuşan Birleşmiş Milletler eski Genel Sekreteri Kofi Annan, iş ve finans dünyasının yeni yatırım ve iş olanakları oluşturmakta öncü rol oynadığına değindi. Bu bağlamda temiz enerji araştırması, altyapı geliştirmesi, enerji verimliliği yüksek ve düşük maliyetli karbon yakalama ve depolama teknolojilerinin uygulanmasında hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülke hükümetlerinin yalnız bırakılmaması, bu ortak amaç için tüm özel ve kamu sektörlerinin birlikte çalışması gerektiğinin altını çizdi. Öte yandan ülkelerin nasıl yükümlülükler aldığını belirlemek kolay değil. Birleşmiş Milletler yetkilisi Janos Pasztor ise iklim değişikliği yolunda devam eden hükümetler arası müzakerelerle ilgili olarak hâlâ gerekli gelişmelerin sağlanamadığını belirterek, liderlerin sera gazı emisyonunu azaltacakları yönünde verdikleri taahhütlerle müzakereleri yürüten heyetlerin sözleri arasında bariz bir fark olduğunu ifade ediyor. SOMUT VE SPESİFİK ADIMLAR GEREKİYOR Kyoto’dan Kopenhag’a: Küresel Isınma ile Yüzleşmek ve Enerji Güvenliğine Ulaşmak Konferansı’nın “İklim Politikaları ve Enerji Güvenliği” başlıklı oturumunun konuşmacılardan ilki Çin CASS ( Çin Sosyal Bilimler Akademisi) Müdürü ve Çin’i temsilen İklim Değişikliği Uzmanı Pan Jiahua, Çin Devlet Başkanı Hu Jin Tao’nun dünya iklimi için önemli çalışmalar yaptığını belirterek, “ Peki, Burma retoriğini nasıl değerlendireceksiniz? Çin, Burma’daki askeri rejime 4,5 milyonluk silah sattı ve Burma fakir bir ülke olarak bu borcu ödeyemedi. Böylece Çin’in tüm tropikal ormanlarını kesmesine izin vererek borcunu ödedi. Bunu neyle bağdaştırabiliriz?” dedi. Oturumda bir konuşma yapan Hindistan Çevre ve Orman Bakanı Jairam Ramesh ise 76 EKONOMİK FORUM l Şubat 2010 Hindistan’ın yılda ortalama yüzde 8, enerji tüketimi yüzde 6,5-7 büyüyen bir ülke olarak tüm enerji verimliliği geliştirmelerini yaptıklarını belirterek şöyle konuştu: “Yılda yaklaşık 450 milyon ton kömür üretiyoruz. Önümüzdeki 8-10 yıl içinde milyonlarca ton kömür üretiyor olacağız. Gelecek beş yıl içinde ise yılda 13 bin megawatt güç üretiyor olacağız. Burada soru verimlilik ve iklim değişikliğinin etkileri neler olacaktır. Bir iş senaryosu, bir de iklim değişikliğine duyarlı senaryo bulunuyor. Tabii ki iklim değişikliğine duyarlı olanı seçmek zorundayız, bu da daha temiz kömür, daha çok su enerjisi, daha çok nükleer ve yenilenebilir enerji, binalar, ışıklandırma ve toplu taşımada daha çok enerji verimliliği anlamına geliyor. Bu planı somut, spesifik adımlara çevirmeliyiz.” Konferansın “İklim Değişikliğinin Ekonomik/İş Uygulamaları ve Yükselen Enerji Güvenliği” başlıklı oturumunda söz alan konuşmacılardan Nobel ödüllü ekonomist Joseph Stiglitz ve eski Meksika Başkanı, Yale Üniversitesi Küreselleşme Çalışmaları Merkezi Müdürü Ernesto Zedillo ise “cap-and-trade” sisteminin yürümeyeceğini ifade etti. Zedillo, bu sistemin gelişmekte olan ülkelerin kendi emisyon haklarını gelişmiş ülkelere teslim etmelerine neden olacak yararsız bir sistem olduğunu, yerine karbon için tüm dünyada bir karbon vergisi fiyatı belirlenmesini önerdi. Oturumun konuşmacılarından dünyaca ünlü ekonomist Jeffrey Sachs ise 2020 itibarıyla emisyon azaltımı için yılda en az 100 milyon dolar gerektiğini, bunun da dünya GSYH’sinin yalnızca yüzde 1’ine karşılık geldiğini anlattı. Eğer bu para bu şekilde harcanmış olsaydı son on yedi yılda bu duruma gelinmemiş olacağını ifade eden Sachs, ayrıca karbon emisyonlarını “Birlikte hareket etmenin aciliyeti giderek büyüyor. Küresel durgunluk ve ekonomik toparlanma düşük karbonlu teknolojilere geçiş için bir yol olabilir mi?” KENNETH ROGOFF Harvard Üniversitesi / IMF eski Başekonomisti düzenlemek üzere Dünya Çevre Kurumu’nun kurulabileceği düşüncesini dile getirdi. BİNALARDAKİ ENERJİ KAYBI YÜZDE 75 AZALTILABİLİR Oturumda söz alan Uluslararası Enerji Ajansı analisti Jens Lausten, Yeni Dünya Düzeni’nin enerji politikaları ile ilgili değerlendirmelerde bulundu. BM’nin düzenlediği iklim konulu panellerde en çok enerji tüketimi yapan sanayileşmiş ülkelerin karbondioksit emisyonunun yüzde 80 oranında düşürülmesi gerektiği çağrısında bulunulduğunu anlatan Lausten konuşmasını şöyle sürdürdü: “Binalar dünya enerjisinin yüzde 40’ına yakınını tüketmektedir. UEA’ya göre tüm dünyada binaların ısınma, soğutma, havalandırma ve sıcak su için kullandığı enerji yüzde 75 oranında düşürülebilir. Enerji verimliliği düşük karbonlu bir toplum için anahtar çözümdür. BM’nin iklim panellerinde belirtildiği gibi karbondioksit yüzde 54 oranında azaltılabilir. Diğer yüzde 23 ise yenilenebilir enerjiden, kalan yüzde 23 ise yoğunlaştırılmış nükleer enerji, karbon yakalaması ve depolamasından elde edilebilir.” Mevcut tüm binaların yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini ifade eden Lausten, “Eski binaların düşük enerji kullanacak şekilde yenilenmesi gerekiyor. Yeni binalar ise çatılarında küçük bir güneş paneli veya diğer sürdürülebilir enerji yollarıyla kullanılmalı. Veya daha da iyisi, evde de şebekeye harcadığından daha çok enerji gönderen bir sistem geliştirilmeli. UEA ‘Tüm Dünyada Şimdi Uygulaması’na (World Wide Implementation) başvurmuş durumda. Tüketiciler kazanacak çünkü bu onların evlerinin içindeki konforlarını artıracak ve yakıt masraflarının azalmasına yardım edecek. Ayrıca hükümetler de kazanacak, çünkü enerji verimliliği iklim politikalarını daha kolay erişilebilir hale getirerek, enerji arzının güvenliğini artıracak, ekonomiyi ve istihdamı canlandıracak ve halk sağlığını da iyileştirecektir. Birçok hükümet halklarına enerji sağlayabilmek için son derece yüksek bir yatırım talebiyle karşı karşıya. Bu yatırımların bir kısmı daha az enerji sağlayabilirsek maliyeti düşürücü ve sürdürülebilir bir hale getirebilir” değerlendirmesinde bulundu. KÜRESEL ISINMA VERGİLERİ Türkiye’nin de taraf olduğu Kyoto Protokolü’nün 2012 itibarıyla yerini yaptırımı daha yüksek anlaşmalara bırakmasıyla, Türkiye’nin pozisyonunu daha iyi belirlemesi gerekiyor. Ulusal ve uluslararası alanlarda tartışılan çözümlerden biri de özel ve tüzel kişileri kapsayacak “küresel ısınma vergileri.” Herkesin ürettiği karbonun bedelini ağaç dikme gibi ödeme yükümlülüklerinin getirileceği bu vergiler geniş kapsamlı olacak. Ülkemizin sera gazı sorumluluğunun yüzde 1’den küçük ve kişi başı salınım değerlerinin Ek 1’de yer alan ülkeler arasında en düşük olmasına karşın, gerek su kaynaklarının ancak üçte birini kullanan, gerekse hızla artan bir enerji talebine sahip Türkiye’nin yeni yaptırım ve vergi politikalarına gitmesi ihtiyacının altı çiziliyor. Bununla birlikte, dünyayı bekleyen en ciddi ve en hızla yaklaşan sorun olan küresel ısınma, enerji ve çevre politikaları, enerji kaynakları, enerji dönüştürme teknolojileri, enerji yönetimi ve korunması, yenilenebilir enerji, emisyon azaltımı, enerji güvenliği, yeşil teknolojiler, karbon vergisi, kirlilik kontrolü ve ölçümü, politika geliştirme ve sürdürülebilir kalkınma gibi birçok konuyu kapsarken, düşük karbon ekonomisine geçiş ancak teknoloji transferi ve çok yönlü mali desteği zorunlu kılıyor. Öte yandan Dünya Bankası, iklim değişikliğine ilişkin uluslararası bir anlaşmanın imzalanmasına yönelik düzenlenen toplantılarda sunulan “Avrupa ve Orta Asya’da İklim Değişimine Uyum” başlıklı rapor, 21. yüzyıl itibarıyla iklim değişikliğinden en çok etkilenecek ülkeler olarak Rusya, Arnavutluk ve Türkiye’yi gösteriyor. Raporda, Türkiye’nin aralarında bulunduğu “Adriyatik’in doğu kısmı ve Türkiye’nin Akdeniz kıyıları” havzasının da olumsuz etkileneceğine, ayrıca Doğu Bloku ile Türkiye’deki ısınmanın, diğer bölgelere göre daha hızlı olduğuna dikkat çekiliyor. Rapora göre, küresel ısınma yalnızca çevresel bir konu değil, aynı zamanda bir kalkınma önceliği olduğu noktasında gerek hükümetler arası, gerekse sivil toplum düzeyinde üzerinde konsensüs sağlanmalı. Şubat 2010 k EKONOMİK FORUM 77