ÇUKUROVA İŞÇİ BÜLTENİ KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA, YA HEP BERABER YA HİÇBİRİMİZ! İletişim: 0538 970 64 95 / Facebook: sanayiiscileridernegi - cukurovaiscibülteni Ocak 2015 2014 yıkım oldu... 2015 UMUT OLSUN! 2 KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA 2014 yıkım oldu 2015 UMUT OLSUN! 2014, bu topraklarda yaşayan işçi ve emekçiler için kötü hatıralarla dolu bir yıl oldu. İki bin işçi arkadaşımız iş cinayetlerinde katledildi. Soma Katliamı ile başlayan felaketler en çok maden işçilerini aramızdan aldı. Türkiye’nin dört bir yanında kapitalistlerin talanına bırakılmış madenlerde, yüzlerce işçi kardeşimiz yaşamını yitirdi. Sadece madenlerde değil güvencesiz çalışmanın olduğu her yerde işçilere bu cinayetler “fıtrat” diye yutturulmaya çalışıldı. Isparta’da olduğu gibi yeri geldi mevsimlik tarım işçilerini, Torun Center’da olduğu gibi de yeri geldi inşaat işçilerini kapitalist sistemin acımasız çarklarına kurban verdik. Yine bölgemiz emperyalistlerin ve işbirlikçilerin müdahaleleri sonucu insanlık dışı katliamlara sahne oldu. Modern ve Ortaçağ’ın barbarları elbirliğiyle kardeş halkları katletti. 2014 aynı zamanda sosyal yıkım yasalarının yürürlüğe girmeye devam ettiği, özelleştirmelerin, talanın sürdüğü bir yıl olarak da geride kaldı. Yatağan işçileri verdikleri mücadeleye rağmen özelleştirme saldırısını durduramadılar. 2014 işçi sınıfının şanlı mücadele tarihine de tanıklık etti. Kütahya Seyitömer işçileri özelleştirme saldırısı sonrası kendilerini ve arkadaşlarını işten atan patrona karşı işletmeyi ateşe verdi. Bu direniş sonrası her ne kadar unutturulmaya çalışılsa da 4 işçi arkadaşımız haklı davaları için verdikleri mücadele nedeniyle tutuklandılar. Sütaş, Nestle işçileri gibi 2015’i direnişle karşılayan işçiler de var. Mersin Büyükşehir Belediyesi’nde işten atılan DİSK Genel-İş üyesi işçiler de bunlardan bazıları. Ve elbette Greif işçileri! Tarih işçi sınıfı için 2014’ü Kavel’i yazdığı gibi yazacak. 60 zorlu gün boyunca yüzlerce Greif işçisi taşeronlaştırmaya karşı, sendika ağalarına karşı nasıl direnileceğini gösterdi. Greif işçilerinin 60 gün süren bu inatçı fabrika işgalleri ancak polis saldırısı sonucu kırılabildi. Onlarca işçi gözaltına alındı ancak yine de direniş kırılamadı. Greif işçileri sınıfın onurunu taşıyarak son kale olarak gecenin ayaz soğuğunda fabrika çatısında dahi direndiler. Geriye ise Greif işçilerinin kendi öz güçleriyle hayata geçirdikleri 60 günlük işgal deneyimlerini bıraktılar. Ve işçi sınıfına kendi hünerli elleriyle kurdukları bağımsız Devrimci Tekstil İşçileri Sendikası’nı armağan ettiler. 2014 çok zorlu geçti. Yokluk ve yoksulluk daha da arttı. Yüzlerce arkadaşımız iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. 2015 biz işçiler için yeni yıkımlar getirecek. Güvencesiz çalışma koşulları, taşeronlaştırma hayatımızı cehenneme çevirmeye devam edecek. Ancak tüm bunlar bizi umutsuzluğa sürüklememeli. Çünkü 2014’te Greif işçilerinin yaktığı ateş biz işçilerin önünü aydınlatıyor. Bizim için tek çıkış bizleri sömüren sermayeye ve onun hükümetine karşı işçilerin birliğini sağlamaktır. Kendi sınıf çıkarlarımız doğrultusunda “işçilerin birliği ve halkların kardeşliği” için bir araya gelmeli ve örgütlenmeliyiz. 3 YA HEP BERABER YA HİÇBİRİMİZ! MERSİN’DE SIĞINILABİLECEK TEK LİMAN İŞÇİLERİN BİRLİĞİ Mersin Limanı’nda çalışan liman işçileri örnek gösterilebilecek bir örgütlenme ve mücadele geçmişine sahip. Sık sık yaptıkları eylemlerle gündeme gelen liman işçilerinin bu mücadelesi aynı zamanda taşeron işçileri için de bir yol gösteriyordu. Çünkü haklı istemleri için bu dişe diş eylemleri gerçekleştiren liman işçilerinin önemli bir bölümü aynı zamanda taşeron şirketlerde çalışıyordu. Liman işçilerindeki bu kararlılık elbette limanda iş yapan sermayedarların gözünden kaçmadı. Yakın bir zaman önce değiştirilen Sendikalar Yasası ile liman işçilerinin tercihleri görmezden gelindi. Liman işçilerine yönelik saldırılar bununla sınırlı kalmadı. Limanda gerçekleşen direnişlerde öne çıkan liman işçileri işten çıkarılarak kalan işçilere gözdağı verilmek istendi. Yanı sıra liman işçileri için baş belası olan taşeron köleliği de işçiler arasındaki birliğe en büyük darbeyi vurdu. Yaklaşık 2 bin işçinin çalışlığı Mersin Limanı’nda Uluslararası Liman İşletmeciliği (MIP) bünyesinde 1200 işçi çalışmakta. Ki, bu işçiler aynı zamanda Liman-İş üyesi. Yine MIP bünyesinde beyaz yakalılarla da hesaba katıldığında çalışan sayısı 1400’ü bulmakta. Geri kalan işçiler ise taşeron şirketlerde çalışmakta. Bunlardan en büyüğü ise şu an için Ahtapot firması. Bu taşeronda 250-300 arası işçi çalışıyor. Ayrıca Erkar, LDH, Öz Güneş, Atapol, Uğur-San gibi taşeron şirketler yanında, liman işçisi olmayıp da gemilerden yük alan işçilerin çalıştığı bir taşeron şirket bulunmakta. 29 Ağustos’ta Uğur-San Denizcilik adlı taşeron firmanın ihalesi, Mersin Limanı’nın işletme yetkisini elinde bulunduran MIP tarafından feshedildi. UğurSan Denizcilik’te çalışan işçiler ise bu tarihten itibaren Mersin Limanı A Kapısı önünde beklemeye başlamışlardı. Taşeron işçilerin bir kısmı Liman-İş’in yönlendirmesiyle Ahtapot firmasında işbaşı yaptılar. Ancak kadrolu olarak değil yine taşeron işçi statüsünde. Yani esas olarak işçilerin taşeron köleliği devam etmiş oldu. Kalan işçilerse büyük oranda Uğur-San Denizcilik şirketinin sahibinin de yönlendirmesiyle hareket ettiler. Kadrolu, olmazsa bu şirketin bünyesinde işe başlamayı tercih ettiler. Liman A Kapısı önünde bekleyen işçilerin gıda vb. sınırlı ihtiyaçları bir dönem bu taşeron firma tarafından karşılandı. Ayrıca sigortaları ve yer yer maaşları da yatırıldı. Bunun gerisinde Uğur-San Denizcilik’in kendi çıkarları vardı. Liman-İş Sendikası’nın işçilere gösterdiği ilgisizlik ise şaşırtıcı değil. Haliyle bu durum eylemci işçilerin de fazlasıyla tepkisini çekti. Uğur-San Denizcilik’in, bünyesinde çalışan işçilerin örgütlü olduğu Liman-İş Sendikası ile şimdiye kadar TİS imzalamamış olması da bir başka önemli husus. Anlaşılan bu durumdan sendika da fazlasıyla memnun kalmış. “FİLLER TEPİŞİRKEN İŞÇİLER EZİLİYOR!” Ortaya çıkan bu durumu en iyi özetleyen ise yine Ahtapot firmasında çalışmayı tercih eden bir işçinin şu sözü oldu: “Filler tepişirken işçiler eziliyor!” Kendi bağımsız sınıf birliğini yaratamayan, bu çıkarlar doğrultusunda ortak hareket edemeyen liman işçilerinin bir bölümü sendikanın, kalanlar ise kendilerini sömüren kapitalistlerin inisiyatifinde hareket ettiler. Sonrasında beklendiği üzere, Uğur-San Denizcilik amacına ulaşamayınca işçileri ortalıkta kaldı. Şimdi de işsiz kalan liman işçileri kendilerine bir yol bulmaya çalışıyor. Sonuç olarak ne Liman-İş’in yönlendirmesiyle Ahtapot’ta, yeni bir taşeronun kollarına kendini kaptıranlar, ne de Uğur-San’ın oyununa gelenler istediklerini tam olarak elde edebildiler. Süreç bir kısım işçinin işe dönmesi ile sonuçlanmış olsa bile bir kazanım olarak liman işçilerinin hanesine yazılamadı. Aksine işçi sınıfının eylemli birliğine, kader ortaklığına büyük bir zarar verilmiş oldu. Limanda iş yapan kapitalist patronlar böylece şimdiye kadar haklarını direnerek arayan liman işçilerinden intikam almış oldular. Daha önceleri limanda gerçekleşen eylemlerin içinde yer alanların başında Uğur-San işçilerinin gelmesi de ayrıca düşündürücü. Liman işçilerinin bu deneyimi güvenebilecekleri tek şeyin kendi örgütlü güçleri ve birliği olduğunu bir kez daha doğruladı. Liman işçilerinin sığınabileceği tek liman sınıf kardeşleriyle birlikte yaratacakları ortak taban örgütleri, işyeri komiteleri ve birliktelikleridir. 4 Bir liman işçisinin mektubu... UĞUR-SAN’DAN AHTAPOT’A! 2006 yılında Mersin Limanı’nda işe başladım. Nuri Çiftçi adında bir sahtekar, ne haktan ne hukuktan anlayan bu şahıs bize iş hayatı değil de cehennem hayatı yaşattı. İşe geldik mi ne zaman çıkacağımız belli değildi. Bazen 48 saat çalıştığımız oluyordu. 4 yıl boyunca aldığımız parayı bordroya yansıtmadı. Elimize iki bin lirada geçse asgari ücretten gösterdi. Aylıkçı olmamıza rağmen SSK’yı sürekli eksik yatırdı. Nihayetinde 4 yıl sonra işçi bir araya gelmeyi başardı. Patron ne kadar önlem alsa da işçiler haklarını istemeye başladı. Bunun karşılığında işveren kimisine ücretsiz izin, kimisine fazla baskı yapsa da başarılı olamadı. İşçiler kendi aralarında yavaş yavaş sendikal faaliyetler, gizli toplantılar yapmaya başladı. Bir buçuk yıl boyunca üyeliğimiz devam etti. Ama ne hikmetse bir türlü sözleşme yapılamadı. Türlü türlü mahkeme hileleriyle yok adli tatil, yok yasal süreç derken o da iki sene bizi oyaladı. Patronun bazı yolsuzlukları ortaya çıkınca üst işveren, yani Uğur-San (o da taşeron) bizleri de kapı önüne koydu. Asıl okul burada başladı. İşçi birliği, dayanışması burada başladı, orada öğrendi. Sendika bizi kandırdı, bir işveren gibi davrandı. Sadece oyalama taktiği uyguluyordu. İşte ‘bekleyin, güzel gelişmeler var, eylem yaparsanız kimse sizi almaz’ diyordu. Sendika ağalarının, işverenin çirkin yüzünü gördük. Ben altı ay sonra işbaşı yaptım. Daha profesyonel bir hırsızın yanında, yani Uğur-San’da… Asgari ücreti bankaya yatırırken, sınırsız mesaiyi elden veriyordu. Kimi aylığı birinde, kimisini sekizinde ödüyordu. Yaptığı sahtekârlığı kanunmuş gibi gösterip, hak ihlaline devam ediyordu. Bu arada sendikacılarda üstlerine düşen oyalama taktiğine başarıyla devam ediyorlardı. 5 yıl boyunca üye olduk ama sendikalı olamadık. Uğur-San’ın feneri söndü ama başka köle tacirleri geldi. Daha işbaşı yapmadan susuz çöllere baraj yapma vaadinde bulundular. Yok ‘kanunsuz çalıştırmayız, alacağınız ücreti bankaya yatıracağız…’ Zaten aldığımız asgari ücret, yemek, servis başlı başına bir rezalet. Ne doğru dürüst bir yemek istirahatı, zaten servis hiç yok! Biz bu sorunları sendikaya getirdiğimiz zaman, sendikacılar ‘tamam halledeceğiz, acele etmeyin’ diyerek geçiştiriyorlar sadece. Oyalama taktiği izliyorlar. Baskı oluşturmaya başladığın zaman kendileri bizzat patronla irtibata geçip şikâyet ediyorlar. Sanki ikinci bir patron gibi davranıyorlar. Ha patronla konuşmuşsun ha sendikayla. Hiçbir farkları yok. Uğur-San’da mevcudumuz 270 civarındaydı. Ahtapot firmasında olan 110, geriye kalan 160 işçi hala dışarıda. Uğur-San dışarıda kalan işçileri kendi çıkarına kullandı. Dışarıda kalan işçiler hala hangi yolun doğru yol olduğunu bulamadılar. Çünkü onların içinde hala UğurSan’ın menfaatleri için hareket eden insanlar var. Ama biz mücadelemize devam edeceğiz. KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA İŞÇİ DÜŞMANI BİR BELEDİYE: Mersin Büyükşehir Belediyesi Bu düzende emekçilerin en alışık oldukları şeylerden biri de belediyelerin rant alanı olmasıdır. Artık bu durum her ne kadar kanıksansa da işçilerin hala daha alışamadıkları, seçim sonrası yaşanan büyük işçi kıyımları oluyor. Aslında geliyorum diyen bu durumun çözümünü işçiler de, örgütlü iseler sendikaları da hep yanlış yollarda arıyorlar. Her şey mevcut düzen partisinin yönetimine göre ayarlandığı için işsizlik kapıyı çaldığında yapacak bir şey kalmıyor. Tıpkı Mersin Büyükşehir’de olduğu gibi… Tüm düzen sözcülerinin en iyi yaptığı şey olan gönüllere su serpme işini şimdiki MHP’li Büyükşehir Blediye Başkanı da seçimler öncesi yapmıştı. Ancak belediye sarayındaki tahtına oturunca zulasındaki öfkesini çıkardı. Kürtçe türküleri yasaklamaya çalışmakla işe başladı. Ardından Parkomat işçileri işten çıkarıldı. Daha sonra Kurban Bayramı’nın arifesinden başlayarak bugüne dek 2 bine yakın taşeron işçiyi işten çıkardı. Bu toplu işçi kıyımından sadece DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası’na üye taşeron işçiler nasibini almadı. Belediye bünyesinde çalışan KESK’e bağlı Tüm Bel Sen üyesi emekçiler de sürgün edildi. Mersin’de yaşanan bu büyük işçi kıyımı, işçilerin örgütlü olduğu sendikalarıyla bağlarının zayıf olmasının nelere mal olduğunu yeniden gösterdi. Elbette bu sonuçtan işçilerin hanesine yazılacaklar olduğu gibi sendikanın hanesine yazılacaklar da bulunuyor. Taşeron belediye işçilerinin önemli bir kısmıysa ‘kâr-zarar’ hesabı yaparak eylemlerden uzak durmayı, böylece yeniden bir şekilde işe girebileceklerini umuyorlar. Oysa asıl zarara bu şekilde uğruyorlar. Düzen partilerinden birine yedeklenerek çalışma hakkı korunamayacağı gibi, uslu durarak da iş hakkı kazanılamaz. Her iki durumda da birilerinin parmağıyla oynattığı oyuncak, köle olunur. Ancak asıl olarak sahip olunan en önemli şey, sınıf kimliği kaybedilir. İşçiler Mersin’de bugüne kadar bir takım eylemler yaptılar. Özgür Çocuk Parkı’nda ve Forum’da imza topladılar. Mersin Büyükşehir Belediyesi’nin taşeron şirketlerle yaptığı mevcut sözleşmelerin sona ereceği düşünülürse, bu yeni işçi kıyımlarının da yaşanacağını göstermektedir. Önümüzdeki günler, Mersin’de taşeron belediye işçileri için oldukça zor geçeceğe benziyor. Ancak iş hakkını korumak isteyen işçiler için hiçbir şey imkânsız değildir. 5 YA HEP BERABER YA HİÇBİRİMİZ! MERSİN’DE İŞTEN ÇIKARILAN GÜVENLİK SEN TEMSİLCİSİYLE KONUŞTUK “İşçi ve emekçilerin artık örgütlenmesi gerekiyor!” DİSK Güvenlik Sen Mersin İl Temsilcisi Cuma Karakaya: 30 Ağustos’ta MESKİ (Mersin Su Kanalizasyon İşleri) Genel Müdürlüğü’nde çalışırken işten çıkarıldık. 35 kişi işten çıkarılmıştık ancak 7 kişi tekrar işe alındı. MHP’li birini aracı olarak devreye soktukları için işe geri alındılar. Atılan işçilerden 7’si Güvenlik Sen üyesi arkadaşımızdır. Diğerleri ise 30 Mart’tan önce sendikalı olup, Burhanettin Kocamaz seçildikten sonra baskıyla sendikadan istifa ettiler. Ben 13 senedir orada çalışıyordum. 2 senede bir ihale oluyordu. Şirketler değişse de iş devam etti. Biz de çalıştık. Mersin’de güvenlik sertifikasını ilk alanlardan biriyim. İşten çıkarılırken bizlere hiçbir açıklama yapmadılar. “3-5 gün sonra açıklama yaparız” dediler. Ancak hiçbir haber vermediler. Biz kendimiz sorduk, neden işten çıkarıldığımızı. MESKİ ihalenin bittiğini söyledi. DESA Güvenlik ise MESKİ’nin çıkardığını söyledi. Ancak şirketle MESKİ arasında sözleşme devam ediyor. 31 Aralık’a kadar da devam edecek. Bu tarihte yeni bir sözleşme yapılacak. Burhanettin Kocamaz koltuğa oturur oturmaz hiçbir çalışanın ekmeğine dokunmayacağını söylemişti. Ancak böyle konuşmasına rağmen bayram öncesi iki bine yakın işçiyi işten çıkardı. Böylece söylediğiyle yaptığının birbirini tutmadığını gösterdi. İşçi ve emekçilerin artık bir çatı altında toplanması, örgütlenmesi gerekiyor. Haklar başka türlü alınamaz. İşçi arkadaşlarımızın bunu öğrenmesi gerekiyor. Biz Mersin’de işten çıkartılan diğer işçi arkadaşlarımızla birlikte işe dönme mücadelesi veriyoruz. Mücadelemiz devam edecek. Park-bahçeler bölümünde çalışan Genel-iş üyesi bir işçi: “İşçiyi küçümsüyor, bir hiçmiş gibi davranıyorlar!” - Çalışma koşullarınız hakkında neler söyleyebilirsiniz? - Normalde 1,5 gün haftalık tatilimiz var. Onu da almak istiyorlar. Tatillerde de tam gün çalıştırıp mesai yazmıyorlar. Resmi tatillerde zorunlu olarak çalıştırılıyoruz. Gelmezsek tutanak tutuluyor, tehdit ediliyoruz, baskı yapılıyor. Park-bahçeler bölümünde müdürler de sıklıkla değişiyor. Çalıştığımız taşeron firma tam bir mafya gibi. Hal ve tavırları ürkütücü. Seçkin, Çağrı gibi firmalar ya AKP yanlısı ya da onu destekliyor. İşçileri sürekli işten çıkarmakla tehdit ediyorlar. Mesela tişört giyme baskısı var. Tişört giyilmezse işten çıkarmakla tehdit ediyorlar. İşçiyi sürekli küçümsüyor, bir hiçmiş gibi davranıyorlar. İlk işe girdiğim zamanlarda CHP’li olanları işten çıkarmışlardı. Kendileri AKP çizgisinde olduğu için. Belediye MHP’ye geçtiği zaman da işçiye karşı onunla hareket ediyorlar. Kendilerine muhalif kesimleri işten çıkarıyorlar. - Çalışma koşullarınızda ne gibi değişiklik istiyorsunuz? - Birçok şey yapılabilir. İşçilerin çalışma şartları iyileştirilebilir. Asgari ücret arttırılabilir. İnsanlar yeteneklerine göre işlerde çalıştırılabilir. Hangi parti gelirse gelsin işten çıkarılmamalı. Çünkü onların siyasal çıkarları gereği hangisi gelirse gelsin işçiler işten çıkarılıyor. - Sizce işçiler ne yapmalıdır? - İşçilerin örgütlenmesi lazım. Biraz sendikanın da işyerlerine gidip ya da en azından mesaj atıp işçiyi bilinçlendirmesi lazım. Daha çok işçilerin bir olması lazım. Düşüncesi farklı olabilir ama birlikte hareket edilmesi gerekiyor. “HAKKIMIZI SÖKE SÖKE ALACAĞIZ!” İşten çıkarılmaları hakkında düşüncelerini sorduğumuz işçiler şunları söylediler: Spor kompleksinden işten atılan bir işçi: Belediye başkanı geldiğinden bu yana çalışan işçilere dokunmayacağını söyledi. Verdiği sözde durmadı. Çalışan işçiyi işten çıkarttı. Geldiğinden bu yana hiçbir hizmet de vermedi. İşçinin ekmeğiyle oynuyor. Kurban Bayramı arifesinde bizi kurban etti. Biz kurban olmayacağız. Hakkımızı söke söke alacağız! Spor kompleksinden bir işçi: Burhanettin Kocamaz namazında niyazında bir adam. Kul hakkıyla nasıl öbür tarafa gidecek? Park-Bahçeler bölümünden bir işçi: Geldiğinden beri işçileri işsizlikle tehdit etti. Şimdi de köle pazarı gibi, ‘sen gel, sen gelme’ diye işçi seçti. Neye göre seçtiği belli değil. Mesela beni işe tekrar geri çağırdılar. Ama ben arkadaşlarımıza destek olmak için çalışmayacağım. Ya hep beraber ya hiçbirimiz! 6 KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA En çok da saraylar kokar! Şatafatlı yaşamlarıyla övünen şu burjuvalar var ya en çok da işçi ve emekçilerden tiksinirler değil mi? Bir işçinin iş elbisesindeki kir ve yağ… Ellerinin nasırındaki ve yüzündeki kömür karası… Tüm bunlar ve benzeri görüntülerden kaçar kapitalistler. Burjuva “beyler” ve “bayanlar” için “ayak takımı” olan elleri nasırlılar lüks AVM’lerinden bile uzak tutulmalıdırlar. Burası iş cinayetlerinde katledilen inşaat işçilerinin iş önlüklerindeki lekeler nedeniyle AVM’lere alınmadıkları bir ülkedir. Soma’da tesadüfen sağ kalan bir maden işçisi koyulduğu sedyede “çizmemi çıkarayım mı, sedye kirlenmesin” derken, Ermenek’te katledilen bir maden işçisinin yaşlı babasına, yırtık lastik ayakkabısının yerine yine bir lastik ayakkabı reva görülür. Sermaye sınıfı öldürdüğü bir işçinin babasının yaşam koşullarını değil sadece lastik ayakkabısını değiştirebilecek kadar düşüncelidir. Çünkü işçi aileleri başka bir şey istememelidir. Kaderlerine razı gelmelidirler. Ama tüm bunlara neden olanlar ise elit bir tabakaya aittirler. Burjuvadırlar. Dışardan bakıldığında pek alımlı, pek kibardırlar! Moderndirler! Ama en çok da burjuva yaşamları rezilliklerle doludur. Hırsızdırlar. Emek hırsızlığı en severek yaptıkları, en hünerli oldukları şeydir. Ama gelin görün ki içinde yaşadıkları sarayları da hırsızlık kokar. Mesala şu TOKİ’nin bile “ülkenin ekonomik çıkarlarına zarar verir” diyerek maliyetini açıklayamadığı Kaç-Ak Saray gibi. İşçilere asgari sefalet koşullarında yaşamaları için yüzde altılık ücret artışları yapılırken emeğimizden geçinenler saraylarının klozet kapaklarına akla hayale gelmeyecek paralar harcıyorlar. Haberdar.com’un haberine göre, Kaç-Ak Saray’daki 10 bin liralık ‘1 klozetin’ parasına şunlar yapılabilir: - 33 üniversiteliye 1 aylık burs verilirdi, - 1 işçi, asgari ücretle yaklaşık 1 yıl istihdam edilirdi, - 2 bin yoksul ailenin bir günlük ekmek ihtiyacı karşılanırdı, - İstanbul’da 9 bin 900 öğrencinin tek seferlik ulaşım ihtiyacı karşılanırdı, - 333 Suriyeli mültecinin battaniye ihtiyacı karşılanırdı, - Sokaklarda yatan 100 evsize 1 öğün yemek verilirdi, - İhtiyaç sahibi 50 kişinin kışlık giyecek ihtiyacı karşılanırdı. Yine bu saraya harcandığı söylenen paralarla: Madenlere tanesi 250 bin dolar olan 40 kişi kapasiteli 2 bin 462 adet yaşam odası kurulabilirdi. Her biri 2 milyon liraya mal olan 24 derslikli 685 tane okul yapılabilirdi. TOKİ, 34 bin 250 adet 100 metrekarelik ev yapabilirdi. İç donanımları dahil her şeyi tam olan ve 25 milyon liraya mal olan 100 yataklı 55 devlet hastanesi yapılabilirdi. 2 milyon liraya mal olan 685 adet 100 kişilik öğrenci yurdu yapılırdı. 2 milyon liraya mal olan 685 adet 100 kişilik huzurevi inşa edilebilirdi. İşçilere açlık sınırının altında bir asgari ücreti reva görenler, saraylarını böyle süslemektedirler. Klozet kapaklarının, musluk başlarının tutarı bile bizler için servettir. Bu vesileyle sözü şair Adnan Yücel’in, içinde KaçAk’ların da olduğu Ey kavanoz dipli! “Saraylar saltanatlar Birkaç ekmek uğruna çöker/ Kan susar, Ellerim hep nasırlı zulümde biter/ Kerpiçtendir odalarım Bugünlerden geriye Ve boydan boya hasırlı. bir yarına gidenler Buna ram etmeyen birkaç yiğitti. kalır/ Bir de yarınlar Çok geçmeden hepsi asıldı. adına direnenler” Dediler ki geçti gitti şiiriyle bitirelim. Birkaç günlük fasıldı. Sonra herkeste bir uğultu, MERSİN’DE ÇİMSETAŞ İŞÇİLERİNDEN EYLEMLER Fısıltı. Bilindiği üzere MESS kapsamındaki metal fabrikalarındaki TİS görüşmeleri Bir haksızlık vardı ortada, uyuşmazlık aşamasındaydı. Türk Metal, metal işçilerini bir kez daha MESS’e Bir de haklı. sattı. Ancak işkolundaki diğer sendika olan ve işçilerin büyük beklentileri olduğu Tüm hakları hep içinde saklı. DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası henüz MESS ile bir anlaşmaya varamadı. Şimdi sana sesleniyorum. Bu nedenle MESS dayatmalarına karşı ülke genelindeki fabrikalarda DİSK Ey kavanoz dipli! Birleşik Metal-İş üyesi metal işçileri eylemler yaptılar. Elbet bir gün kalbinin orta yerine Eylemler Mersin’de kurulu olan Çimsetaş fabrikasında da yapıldı. İşçiler Kazıyacağız orağı ve çekici. burada da yaptıkları eylemlerle MESS dayatmalarını protesto ettiler. Adana’dan bir işçi 7 YA HEP BERABER YA HİÇBİRİMİZ! SENDİKAL HAKLARINI BİLİYOR MUSUN? Merhaba emekçi kardeşim. Sendikal hakların nelerdir? Öncelikle bütün çalışanlar nasıl SGK’lı olma hakkına sahipse, sendikalı olmak da öyledir. Demokratik, meşru bir haktır. Ne yazık ki ülkemizde böyle bir hakkın önüne geçmek için sürekli yasal engeller çıkartılıyor, yasalar değiştiriliyor. Ancak biz işçi ve emekçiler haklarımızı, yani sendika hakkımızı tam olarak bilmiyoruz. Oysa nasıl ki bir işe girince hemen SGK’lı olunması gerekiyorsa, aynı öyle sendikalı olmalıyız. Hemen işkolumuzda hangi sendika varsa, onu bulup örgütlenmeliyiz. Yani üye olmalıyız. Başkasından beklememeliyiz. Şimdi “sendikal haklar nelerdir” diye soracak olursak, kısaca Toplu İş Sözleşmesi’dir. Öncelikle ülkemizde çalışma saatleri çok uzun, ücretler çok düşük. Haklarımız gasp ediliyor. Bunun için ne yapmalıyız, örgütlenip sendika hakkımıza sahip çıkmalıyız. Haklarımızı Toplu İş Sözleşmesi ile almalıyız. Ancak çalışma saatleri yasalarca belirlenen saatlerin bile çok üzerinde tutuluyor. Bunu bile bize çok görüyorlar. Nice çalışan arkadaşımız karın tokluğuna çalışıyor. Sabah gidişi belli, dönüşü, iş bitimi ise belirsiz... Ne yazık ki bu çalışma işsizliği de arttırıyor. İstemez misin daha az çalışma, dolgun bir maaş, fazla çalışma parası, mesai parası, yıllık izin, yakacak parası, 4 maaş ikramiye ve en önemlisi iş güvencesi, iş devamlılığı. Neden haklarını aramıyorsun hey yorgun işçi kardeşim. Bunları sana durduğun yerde vermezler. Sen de üzerine düşeni yap, yani örgütlen! Sendikana sahip çık, üye ol. Hangi işkolunda olursan ol, ne iş yapıyorsan yap. Yalnız bir işyerinde bir ay ve daha üstü çalışıyorsan bu hakka sahipsin. Ben de sonuçta sizin gibi bir işçiyim. Ne şartlarda çalıştığınızı çok iyi biliyorum. Ne zorluklarla karşılaştığınızı ve ne şekilde size davrandıklarını biliyorum. Patronlar sizin haklarınızı kesip bunları yaparken de kendi yandaşlarını kullanırlar. Bir olmayın diye içinize nifak sokarlar, ayrıştırırlar. Etnik kökeninizi kullanırlar. Sizin birleşmenizi istemezler. Ancak aynı ortamda çalışıyorsunuz. Sizi ayırmalarına izin vermemek elinizde... Birbirinizle ailenizden çok zaman geçiriyorsunuz, değil mi? Ne engel var sizin bir araya gelmenize. Herkesin istediği işine, ekmeğine sahip çıkmak. Herkes evinin, çocuklarının rızkını helal yoldan kazanmak istiyor. Başka isteği olmaz da zaten. Olsa işçi olmazdı zaten, başka yoldan para kazanırdı. Biz işçiler, ekmeğimizi doğru dürüst çalışarak, kimsenin haklarına el uzatmadan, çalmadan, çırpmadan, dürüst bir şekilde çalışırsak hakkımıza o kadar sahip çıkarız. Neyse haklarınızı ne şekilde alacağınızı biliyorsunuz. Örgütlen, sendikalı ol! Kolay gelsin, hoş çakalın! Köle değil işçiyiz, sendika ile güçlüyüz! Susma haykır, sendika haktır! Mersin’den bir işçi Bir inşaat işçisinden mektup: Yeni Türkiye’nin ölü işçileri İşçi, emekçi yoldaşlarıma selamlar… Değerli yoldaşlarım, ölen işçi ve emekçi kardeşlerimizin üzerinden lüks yaşamlar kazanan kapitalist bir sistemi defetmenin tek yolu birlik ve dirliğimizdir. Geçtiğimiz dönemlerde toplu Soma katliamının ardından açıklama yapan gerici iktidar, “Ölüm bu işin fıtratında vardır.” diyerek sadece madenci yoldaşlarımıza değil tüm işçi sınıfına alçakça, küstahça söylemde bulunmuştur. Bilsin ki ölüm bu sistemin fıtratında olacaktır. İnşaat işçiliği kabaca amele diye geçiyor Türk Dil Kurumu’nda. Şaşırmadım buna çünkü bu düzen işçi sınıfını amele ve paralı kölelikten ileriye taşıyamamıştır, taşıyamayacaktır. 5600 size neyi çağrıştırıyor? Bana Torunlar İnşaat Firması’nın ölümünü saklayamadığı işçi kardeşimiz için “haşmetli devletimizce” firmaya kesilen faturadan başka bir şeyi çağrıştırmıyor. Hayır, hayır bu kadar basit olmamalı bir emekçinin hayatı! Yoldaşlar kanun ve düzeni yeniden inşa etmeli ve bu işçi kanına susamış emek hırsızlarına bir “DUR” demek için, tabuları yıkıp sermaye sınıfına değil kendi geleceğimize çivi çakmalıyız. Sistemi ve çirkin yapılarını paramparça edip, omuz omza güzel yapılar inşa etmeliyiz. Yeni Türkiye’nin ölü işçisi değil direnen işçisi olacağız. Ölümlerin en fazla olduğu inşaat sektöründe ölmeye değil DİRENİŞE! İşçi ve emekçi yoldaşlarıma selamlar… Bir inşaat işçisi / Adana 8 ÇUKUROVA İŞÇİ BÜLTENİ KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA YA HEP BERABER YA HİÇBİRİMİZ! DİŞE DİŞ MÜCADELEYİ BÜYÜTELİM! Sermaye düzeni ve hükümeti işçi ve emekçilere açlık yoksulluk sefaletten başka hiç bir şey sunmuyor. Her geçen gün yasal ve yasadışı biçimde hayata geçirilen uygulamalarla çalışma ve yaşam koşullarımız daha da ağırlaştırılıyor. Bizlerin çalışma ve yaşam koşulları ağırlaşırken, hayatımız cehenneme dönerken emeğimizi çalarak büyüyenlerin serveti daha çok artıyor. Patronlar düzeni ve hizmetkârları saltanatlarını sürdürmek için saldırılarını arttırıyorlar. En ufak hak arama mücadelesini dahi ezmek için bütün güçleri ile saldırıyorlar. Son yıllarda yaşanan hak alma mücadelelerine bile baktığımızda bu gerçekliği görebiliriz. Dişe diş mücadelelerle kazanılmış sınırlı haklarımız dahi sermaye düzeninin efendileri tarafından bir bir hiç ediliyor. İşçi ve emekçilere %6’lük sefalet zammını reva görenler çıkardıkları vergi affı, teşvik yasaları, vb. ile sermaye gruplarının ekmeğine yağ sürüyorlar. İş cinayetlerini önlemek adı altında sermaye gruplarına kıyak geçen yasalar çıkarıyorlar. Saldırılarını bu kadar rahat hayata geçirebilecek güç ve imkânı ise bizim örgütlülüğümüzden alıyorlar. Bu sömürü düzeni kaderimiz değil! Her şeyi tersine çevirecek güce sahibiz. Gücümüzün farkına varmak için fabrika ve işyerlerinde taban inisiyatifini açığa çıkaracak komiteler vb. kurmalıyız. Sermayenin saldırılarını ve sendikal bürokrasinin ihanet çemberini ancak fabrika ve işyerlerimizde oluşturacağımız taban birliğimizle parçalayabiliriz. Sendikalarımızın gerçekten işçi ve emekçi örgütlerine dönüşmesi de tabanın söz yetki karar hakkına sahip olması ile mümkündür. Bütün işçi ve emekçilerin bu gün izlemesi gereken yol devrimci sınıf sendikacılığı anlayışı ile bulundukları her alanda taban örgütleri yaratmaktır. DEV TEKSTİL bu iddia ve amaçla işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş mücadelesine katkı sunmak için yola çıktı. Bütün işçi ve emekçi kardeşlerimizi baskı sömürü, sendikal ihanet ve uzlaşmacılığa karşı bulundukları her yerde taban inisiyatifleri oluşturmaya sendikalarımızı işçi sınıfının mücadele örgütlerine dönüştürmeye davet ediyoruz. DEVRİMCİ TEKSTİL İŞÇİLERİ SENDİKASI (DEV TEKSTİL) İletişim Tel: (0 212) 699 13 28 - (0 542) 650 65 25 facebook: Greif İsgal Grev Direnis / Web: devtekstil.org Greif İşçilerinden DEV TEKSTİL tanıtım toplantısı 60 günlük şanlı işgallerinin ardından yollarına kendi kurdukları Devrimci Tekstil İşçileri Sendikası ile devam etme kararı alan Greif işçilerini 18 Ocak’ta bir kez daha Adana’da konuk edeceğiz. Sermayenin saldırılarına, taşeronlaştırmaya karşı direnirken yanlarında göreceklerini düşündükleri DİSK Tekstil’i karşılarında bulan Greif işçileri; “Nasıl bir sendika istediklerini Tarih: 18 Ocak Pazar ve neden DEV TEKSTİL” dediklerini biz işçi ve Yer: Sanayi İşçileri Derneği - Adana emekçilerle paylaşacaklar. Saat: 14.00 İletişim: 0 538 970 64 95 İşçi Bülteni Özel Sayı: 1204 * Fiyatı: 25 Kr * Ocak 2015 * Sahibi ve S. Yazı İşleri Md.: Tayfun Altıntaş * Yayın Türü: Yerel, süreli, siyasi, ayda bir, Türkçe * EKSEN Basım Yayın Ltd. Şti. * Millet Caddesi Sultan Cami Sk. No:2/9 Fatih/İstanbul Tel/Fax: 0 (212) 621 74 52 * Baskı: Özdemir Mat. Davutpaşa Cd. Güven Sanayi Sitesi C Blok No: 242 Topkapı / İstanbul Tel: (212) 577 54 92