Sınıfsız bir dünya için. .. Çiğli İşçi Bülteni Aylık Çıkmaktadır Ocak Sayısı 2 Merhaba Çiğli işçi bülteninden yeni yıla girerken sömürüsüz, baskısız, savaşsız bir dünya umuduyla merhaba. 10 yılı aşkındır Çiğli İşci Bülteniyle Çiğli'de çalışan işçi kardeşlerimize sesleniyoruz. Ancak, yaklaşık 6 aylık uzun bir aradan sonra sizlere tekrar merhaba diyoruz. Bu kadar uzun bir arayı gerçek anlamda fabrikalara dayanan, organizenin ve Çiğli'de çalışan işçi ve emekçilerin soluğunu taşıyan bir bültene kavuşması için verdik. Ve önümüzdeki dönem bu misyona yaraşır bir bülten çıkarmak için sizlerin de yazılarıyla görüşleriyle dahil olduğu bir yayını bu bülteni çıkaran öncü işçiler olarak önemsiyoruz. Eğer genel olarak Çiğli'de çalışan işçiler ve emekçilerin ortak sorunlarını işleyen, sorunlara bu satırlardan çözümler üreten ve fabrikalardaki arkadaşlarına seslenen, yazılarınızla beslenirse kendi işlevine uygun bir araca dönüşmeye başlamış demektir. Çünkü tümüyle işçi sınıfının birleşik, devrimci mücadelesini büyütmeye hizmet etmeye başladığının göstergesidir Özel olarak bugün için bizlerin en önemli sorunu olan örgütlenmeyi temel aldığımız , beraberinde işçi ve emekçilerin genel sorunlarının( asgari ücret, ücret, taşeronlaşma işkazalarıv.b) işlendiği, ayrıca Çiğli İşçi Kültür Evi'nin aylık programının yer aldığı bir sayıyla karşınızdayız. Ayrıca, fabrikalardan arkadaşlarımızın yazılarına yer vereceğiz. İletişim adresi, mail ve telefondan bizlere ulaşabilir yazılarınızı ve görüşlerinizi gönderebilirisiniz. Yeni yılda bu çürümüş sömürü düzenine karşı işçi ve emekçilerin mücadelesini birlikte büyütmek dileğiyle... ÇiB ADRES : 8072 sokak. No.48 Köyiçi/ Çiğli TEL : 0537 496 18 45 Mail : [email protected] Kim mi kurtaracak seni köle? Görecekler seni, kardeş, Yuvarlananlar uçuruma, Duyacaklar çığlıklarını! Seni köleler kurtaracak, kurtaracaksa! Ya hep beraber, ya da hiç birimiz! Kurtulmak yok tek başına Yumruktan ve zincirden Ya hep beraber, ya da hiç birimiz! Kim mi kurtaracak seni aç insan? Bize gel, ekmek istiyorsan, Bize gel, kıvrananlar açlıktan Ya hep beraber, ya da hiç birimiz! Gel yaralıların yanına Gerçi biz zayıfız, kardeş Zayıfız, yaralıyız ama, Alırsak biz alırız öcünü senin Ya hep beraber, ya da hiç birimiz! Kurtulmak yok tek başına Yumruktan ve zincirden Ya hep beraber, ya da hiç birimiz! Bertolt Brehct 3 İşyeri komitelerinde birleşelim! ÜRETEN BİZİZ! SÖZ, YETKİ, KARAR BİZİM! Ne çabuk kaybettik eski alışkanlıklarımızı, sıcak aile ilişkilerimizi, komşularımızla kapı önü sohbetlerimizi. Akşamdan fazla olan aşımızı, ihtiyacı olanlarla paylaşmayı. Çıkarsız gülmeyi ve birbirimize güvenmeyi ne çabuk kaybettik. Tıkandık apartman adı verilen hücrelere uzaklaştık yarım metre uzaklıktaki kapı komşumuza bile. Değişen, gelişen ve büyüyen hayat şartlarına ayak uydurabilmek için, bütün değerlerimizi yitirdik. İnsani yönlerimiz yok oldukça biz insanlıktan çıkıp birer robot olduk, hayat bizler için 10 km'lik bir alan oldu iş ve ev. Bir şeyleri değiştirmekten yana olmadık çekindik hep, ama çekindikçe hiç iyiye değil daha kötü hayat şartlarına doğru yol aldık. Ne zaman biraz silkindiysek, biraz ses çıkardıysak ve ne zaman bir araya geldiysek yol aldık. Bu gün yol alamıyorsak eğer büyük ölçüde sorumlusu biziz. Çünkü yaşadıklarımızı sorgulamıyoruz. Neden günde 10-12 saat çalışırken 883 TL'ye tamam diyoruz? Neden saraylara trilyonlar ayrılırken bizlere %3'lük zam reva görülür? Neden? Neden? Neden? Bu nedenler uzatılabilir. Cevabı aslında çok kolay. Cevabı üreten, bu saraylar için ayrılan trilyonları yaratan bizlerin örgütsüzlüğü. Zor olan ise alışkanlıkları yıkmak ve kafamızı kaldırıp bir bakmak ve geleceğimiz için harekete geçmek. Bizler iş yerlerinde birlikte üreten ve birlikte sömürülen işçiler olarak yan yana gelip sorunlarımızı konuşabileceğimiz ve çözüm üretebileceğimiz örgütlenmeler yaratamazsak ömrümüz sadece soru sormakla geçecek. Evet, dostlar taban örgütlenmeleri ve işyeri komitelerinde birleşelim diyoruz bunun önemini anlamalı, bunlar üzerinden hareket etmeliyiz. Sınıfın mücadele tarihinde taban örgütlükleri olarak nitelendirdiğimiz işyeri/fabrika komitelerinin oldukça önemli bir yeri vardır. Fabrika komitelerinde, öncelikle fabrikanın somut sorunları üzerinden bir araya geldiğimiz mekanizmalardır. Bu öz örgütlüklerimizle mücadele vermesi gereken bizler açısından fabrika komiteleri, aynı zamanda sınıf bilinci de kazandığımız bir işçi okulu olarak da görülebilir. Bir diğer önemi ise fabrika komitelerinin, alınan kararlarda tamamen işçilerin kendi inisiyatifine yaslanması, söz, yetki, karar mekanizmasının işlediği öz örgütlülük olmasıdır. Buda üretimden gelen gücümüzü sermayenin oyunlarına karşı sağlam bir mücadele programıyla kullanmamıza yarar. Kuracağımız fabrika komitelerinin kazanımları sırf bunlarla da kalmıyor aynı zamanda günümüzün en önemli sorunu olan sendika bürokrasisinin o çürümüş işleyişine de cepheden bir barikat kurmuş oluyoruz. Özellikle MESS gibi TİS gibi sözleşmeler bir gece ansızın satış sözleşmelerine dönüşmemesi için önden hazırlıklı olmamıza yarıyor. Öyle ki sözleşmeyi sadece temsilcilerle, sendika yöneticileriyle işveren arasında sınırlı olan görüşmelere değil işyerindeki her bir işçiniz söz hakkının olduğu birlikte karar alındığı ve uygulandığı bir mücadele kürsüsü olarak hazırlamak bizim komiteleşmemizden geçiyor. Örgütsüz olan yerlerde de bu tip örgütlenmeler, patronun keyfi uygulamalarına karşı örgütlü hareket etmenin yapılacak her keyfi uygulamaya hazırlıklı olmak anlamına geliyor. Bugün Çiğli organizede örgütsüz olan fabrikalarda komite ihtiyacı daha belirgin ve öncelikli sorundur. Örgütsüz olan fabrikalarda keyfi uygulamalara karşı hareket etmekte yaşadığımız güçlük dağınık olmamızdan kaynaklıdır. Yaptığımız üretimle karına kar kattığımız işverene karşı tok bir tutum almak bugünden inşa etmemiz gereken komitelerle aşılır. Bu komiteler bilinçli, planlı mücadele hareketliliği yaratır bizde. Üretimin her aşamasında var olan bizler, fabrikayı ayakta tutan bizler bugünde bir araya gelmeli, güvendiğimiz arkadaşlarımızla fabrikadaki sorunlarımızı konuşmalı ve tabandan bir inisiyatif taşlarını örmeliyiz. Bunları örerken biz hem kendimize olan güvenimizi kazanmış olacağız hem de fabrikada alınan her kararda söz sahibi olacağız. Birlikte yaptığımız her hareket bizleri omuz omuza vermeye, birbirimize sahip çıkmaya, keyfi uygulamalara karşı kararlı ve sağlam bir mücadele hattına götürür. Bugün fabrika içinde yaşadıklarımızı ve sorunlarımızı bizden iyi kimse bilemez ve bu sorunların çözümünün ne olacağını da bizden iyi bilemezler. Çekiniyoruz bu tip hareketlerden çünkü güven sorunumuz var. Maddi yükümlülüklerimiz var. Hepimiz başımızı devekuşu gibi gömdük, ne olacaksa olsun diye yarınımızı patronların eline altın tepside sunuyoruz. Sunuyoruz da fabrika içinde güvenilir bir örgütlenme yaratmak için elimizi taşın altına koymaya çekiniyoruz. Anlamalıyız ki esas güvenceniz yarınımızın garantisi kendi özgücümüz olan taban inisiyatifimizdir, fabrikanın her köşesinde emek üreten bizler birbirimizden ayrı ve uzak hareket edemeyiz. Bu kadar ortak sorunumuz varken, bundan bir şey olmaz, yok buna güvenmem, ya bu adam değil diyerek yol alamayız. Şimdi söylenmenin değil, işyerinde hareket etmenin günüdür, emeğimizin hakkını sahiplenme günüdür, zaman durma günü değil işyeri komitelerinde birleşme günüdür... Çiğli AOSB'den Bir Metal İşçisi 4 YA HEP BERABER YA DA HİÇ BİRİMİZ Yaklaşık 37 bin işçinin çalıştığı Çiğli Organize Sanayi Bölgesi patronlar için cennet işçiler için ise tam bir sömürü cehennemi durumunda. Öyle ki bu gün organize sanayi bölgesinin işverenlerinin kendi verilerine bakıldığında 7.8 milyar dolar yıllık cirosu, 2.5 milyar dolar ihracat ve 1 milyar dolarlık ithalat yapan bir sanayi bölgesinden bahsediyoruz. Ancak işçilerin payına ise, düşük ücretler, sendikasızlaştırma, fazla mesai ve mesailerin gaspı, sözleşmeli ve iş güvencesinden yoksun, iş kazaları ile dolu bir yaşam düşüyor. Bunun en temel nedeni ise organize sanayide işçilerin bira araya gelmemesi, sorunlarını tartışmaması yani temelde örgütsüz olmasıdır. Bu gün 37 bin işçinin çalıştığı 580'e yakın fabrikanın olduğu bir sanayi bölgesinden bahsediyoruz. Kaç sendikalı iş yeri var derseniz bir elin beş parmağını geçmez. Son 1 yıldır da sendikalaşama üzerinden adım atan işçiler ise gerek kendi örgütsüzlükleri gerek sendikaların fiili meşru mücadeleden yoksun anlayışından ve örgütlenme tarzlarından kaynaklı başarısızlıkla sonuçlandı. Hepinizin yoldan geçerken gördüğü Luna ve Roteks bunun en iyi örnekleri arasında yer alıyor maalesef. Bu gün organize sanayi üzerinden bize yansıyan bir takım sendikal girişimler olduğunu ancak bu girişimlerinde çoğunun başarısızlıkla sonuçlandığı bilgisini alıyoruz. Zamanla bu durumda sanayideki işçide bir güvensizliğe,umutsuzluğa yol açıyor. Bunun en temel nedenleri arasında birebir fabrikalarda çalışan, fabrikanın iç sorunlarını bilen mücadele eğilimlerini bilen öncü işçilerin kabuklarına çekilmesi yer yer kendiliğinden bir sürece bırakması, işçilerin hak alma bilincinden yoksun olmasını sıralayabiliriz. Ancak çok açık görülüyor ki organizede koşullar sektörden sektöre farklı biçimlerde kendini gösterse de gittikçe ağırlaşmaya başlıyor. Gelecekte ise torba yasanın sonuçları üzerimize daha ağır bir biçimde çökecek. Çünkü bir önceki yasalar gibi (ssgss, kıdem tazminatı, sendikalar yasası) gibi bizim geleceğimizi tümüyle ilgilendiren yasalar çıkarken söz hakkımız olmadığı ve bir mücadele hattı geliştirmediğimiz gibi bu yasaya karşı da geliştirmedik. Ve sonuçlarını bu gün için hep beraber irili ufaklı yaşamaya başladık. Eğer işçi sınıfı genel olarak bir mücadele hattı geliştirmezse şu an kırıntı düzeyinde kalan haklarda bir bir alınmaya devam edecek. Çünkü patronlar işçinin sırtından beslendikleri için her kriz ve ekonomik daralmada faturayı kendi karlarından değil işçinin sırtından keserler. Bu onların varlık misyonu. Peki genelde işçi sınıfının özelde Çiğli Organize işçilerinin misyonu nedir. Çiğli Organize işçileri dönüp sendikalı yerlere bir baksa kısmen çalışma koşullarının ve yaşam koşullarının kendilerinden daha iyi olduğunu görürler. Zaten son dönem yansıyan örgütlenme eğilimleri de organizedeki işçilerin koşullara karşı artık sabrının taştığını gösteriyor. Bu gün bir çok fabrikada mesai sorunundan ücret sorununa, yemekten çaya, uzun çalışma saatlerinden insanca çalışma koşullarına kadar bir çok sorun var evet. Ancak bu sorunlar ne Çiğli Organize'de ne de Türkiye'nin başka bir sanayi bölgesinde farklı değil. Bu gün sermayedarların yasaları işliyor. Sermayedarların milletvekilleri mecliste cirit atıyor. Ve bunları yaparken muazzam bir biçimde örgütlü hareket ediyorlar. Hukuk sisteminden meclisine, medyasından siyasal partilerine kadar herkes bir elden hareket ediyor. En iyi örneği de meclis yasayı çıkartıyor, vekiller onaylıyor. Soma katilleri göstermelik ceza alıyor, karşı çıkanlar onlarca yılla yargılanıyor. Medya Ermenek'te kurtarılması imkansız 18 işçiyi medya aracılığıyla çok büyük bir şey yapıyorlarmış tiyatrosu eşliğinde infaal yaratmamak için günlerce kamuoyunu oyaladı. Örgütlü olan bir sınıftan bahsediyoruz. Bu gün 500 küsur fabrika patronunun ortak davrandığı bir sanayi bölgesinden bahsediyoruz. Bunun karşısındaki işçiler ise tümüyle silahsız ve savunmasız bir biçimde çalışmaya devam ediyor. İşçiler olarak en etkili silah bir arada olma birbirine güvenme ve örgütlü bir biçimde her sorun karşısında tek vücut hareket etmek. Çünkü hiç bir zaman unutmamak gerekir ki o patronlar olmazsa yaşam devam eder, üretim devam eder. Ancak tezgah başlarında işçiler olmazsa, dünya durur. 5 KEN R Ü Y Ü B I YLAR A R A S K A R! O Y Ü L Ü ONLARIN Ç KÜ Z İ M İ Ğ E M BİZİM EK Bizler yaşamlarımızı sürdürebilmek için kiraları düşük, şehir merkezlerinden uzak, çoğunlukla şehir çöplüğünün etrafında kümelenen evlerde kalmak zorunda bırakılırken, yiyecek giderlerimizi bütçeyi sarsmayacak şekilde kısarak karşılarken, hafta sonu ailelerimizle vakit geçirmek veya sinemaya gitmek gibi “lüks” ihtiyaçları için fabrikada fazla mesaiye kalırken, çocuklarımızın servis parasını yetiremediğimiz için tercih etmediğimiz okullara gönderirken gündemimize bir “ihtişam” öyküsü geldi. 1 katrilyonun üzerinde masrafla yapılan cumhurbaşkanlığı köşkü işçilerin, emekçilerin açlık sınırı altında bir ücretle çalıştığı Türkiye'yi “ihtişama” boğuyor. Ne tesadüftür ki aynı günlerde asgari ücrete yapılacak zamlar konuşuluyor. Aksaray'ın yanında işçiye günlük 1 lira zam verileceği tartışılıyor. Bizlerin sırtından zenginleşen sermayedarlar bizlere sadece yarın tekrar işe gelebilecek, çalışmaya hazırlayacak kadar bir ücreti belirlerken devlet yetkilileriyle masaya otururlar. Patron daha fazla kar elde edebilmek için uygun sömürü koşullarını devlet tarafından sağlar. Yani sefalet içinde yaşamamız devletin ve patronların anlaşmasıyla belirlenir. Fabrikalarımızda, iş yerlerimizde ürettiklerimizin üzerinden patronumuz son model bir araba ve yeni bir ev alırken, yerli yabancı bütün sermayedarları mutlu eden 'cumhurbaşkanımız' da Aksaray yaptırır. Yılın belli dönemlerinde biz işçiler zam almaya “hak” kazanırız. Ama her işçi kazanamaz! Çalıştığı 8,10 veya 12 saat içinde her gün daha fazla üreterek patronuna kar elde ettiren işçi zam alacaktır. Ne ürettiğini, ürettiği malın nerde kullanıldığını bile bilmeden iş arkadaşlarımızla rekabete zorlanırız. Zam alsak dahi bir yılda kazandığımız parayla Aksaray'daki bir koltuğu bile alamayız. Ev alarak kendimizce geleceğe yatırım yapmak isterken kredi alarak sermaye zincirinin bir halkası, bir aracı olarak bankaların da kölesi oluruz İçinde yaşadığımız bu kurulu düzen insanlara “ev al, araba al” mesajlarıyla doludur. Bizler için mülkiyet kendi yaşadığımız sıkıntıları biraz olsun hafifletmek için çocuklarımıza bırakacağımız bir yatırımdır. Bu mesaj Patron ve devlet yetkilileri için son derece kullanışlıdır. Nitekim yapılan yatırımla çocuğumuzu da daha rahat sömürebileceklerdir. Bizim sınıfımızın aksine sermaye sınıfı ev, araba ve saray gibi mülkleri çoğunlukla bir ihtiyaçtan çok ihtişam olarak edinmek isterler. . Nitekim binlerce odalı bir sarayın kış aylarında nasıl ısıtılacağını düşünmek derdi yine bizlerin sayesinde; kendi evimizi ısıtırken aynı zamanda bu sarayın bir saatlik yakacağını biz üretiyoruz. Biz işçiler bu sömürü düzeninde açlığa, sefalete terk edilirken bizlerin emeği, alınteri üzerinden güç gösterileri yapanlar işçi sınıfının dayanışmasız, örgütsüz durumundan yararlanıyor. Her fabrikada günlük sohbetlerin dışına çıkanları bile takip edecek kadar korkan patronlar, örgütlü olmanın ne olduğunu çok iyi biliyorlar. Sokağa çıkıp hakkını arayanları devlet eliyle, polisiyle hukuk sistemiyle, yarattığı ahlak anlayışıyla toplumsal olarak örgütsüzlüğe itiliyoruz. Sırtımızdaki bu kan emicileri biz işçilerden başkası atamaz! Cumhurbaşkanlığı sarayı bizlerin acılarıyla yükselen, bizleri hiçbir şekilde temsil etmeyen, bizi sömürenler ve onu koruyup kollayan devletin kendi içlerinde ne kadar örgütlü olduğunun göstergesidir. Fabrikalarımızda birbirimize güvenerek, iş yeri komiteleri kurarak kendi taleplerimizi onların yaptığı gibi göstermelik değil, bütün işçilerin katılımıyla en demokratik şekilde kararlar alarak hakkımız olanı alalım ve bu kokuşmuş sistemi yok edelim! Çiğli AOSB'den Plastik İşçisi 6 AN UR V I IN S 2014'e GA DAM DİRENİŞLER İşten atmalara, taşeronlaşmaya, düşük ücretlere, özelleştirmelere karşı İŞGAL GREV DİRENİŞ Greif İşçileri Fabrikayı İşgal Ettiler Greif işçilerinin üyesi olduğu DİSK Tekstil İşçileri Sendikası ile işveren arasında 10 Şubatta, toplu sözleşme görüşmeleri kapsamında bir toplantı gerçekleştirildi. Fakat 66 maddelik toplu iş sözleşmesinin 10 maddesinde anlaşma sağlanamadı. Taşeronluk sisteminin kaldırılması, yılda 4 ikramiye verilmesi ve maaşlarda %30 zam taleplerinin kabul edilmemesi, işçilere kölelik koşullarının dayatılması nedeniyle yaklaşık 500 işçi, 10 Şubatta fabrikayı işgal ettiler. YATAĞAN'da barikatlar kuruldu. “1985 yılından itibaren 270 kuruluştaki kamu hisseleri, 22 yarım kalmış tesis, 1614 taşınmaz, 8 otoyol, 2 boğaz köprüsü, 126 Tesis, 6 Liman, şans oyunları lisans hakkı ile Araç Muayene İstasyonları özelleştirme kapsamına alınmıştır. Özelleştirmeler sermayeye kar, işçi sınıfına sefalet getirdi Muğla Yatağan'da özelleştirme saldırısına karşı direnen enerji ve maden işçileri alıcı şirketi santrale sokmamak için barikatları kurdu. Yatağan Termik Santrali'nin sermayeye peşkeş çekilmesine karşı aylardır kararlı bir mücadele yürüten enerji ve maden işçileri, santral ve kömür işletmelerini özelleştirme yoluyla alan şirketin dün (30 Kasım) devir sözleşmesini imzaladığı haberi üzerine ayağa kalktı. 1.5 yıla yakın bir süre direnen Yatağan işçileri seslerini hem militan direnişleriyle hem de çeşitli eylemlerle duyurdular. Zentiva'da İşçi İşgali Petrol-İş Sendikası'nda örgütlü 418 işçinin çalıştığı fabrikada, iş daralmasını bahane eden patron 50 işçiyi işten çıkaracağını açıkladı. İşçiler, kendi istekleriyle işten ayrılmak isteyenlerin işten çıkartılmasını, bunun dışında kalanların işten çıkarılmasını kabul etmeyeceklerini açıkladılar. 23 işçi kendi isteğiyle işten ayrılmayı kabul etti. Ancak patron 50 işçiyi işten atmakta ısrarlıydı. Lüleburgaz'da bulunan Zentiva fabrikasının işçileri, patronun işten çıkarma saldırısına işyerini işgal ederek yanıt verdiler. Seyitömer'de işten çıkarmalara karşı militan öfke! Kütahya Seyitömer'de işten çıkarmalara tepki gösteren işçiler nizamiye binası ile yemekhaneyi ateşe verdi. Polis ve jandarmayla çatıştı.Kütahya'da bir süre önce özelleştirilen Çelikler Seyitömer Elektrik Üretim A.Ş.'de 100'ün üzerinde işçinin işten çıkarılması işçilerin sert tepkisine neden oldu. Bu arada tesislerin yakınındaki Seyitömer Köyü'nde oturan ve işçilerin yakınları olan bir grup kadın da eyleme destek vermek için tesislerin önüne geldi. Kadınların içeriye girmesi engellendi. İşçiler de nizamiye binası ile yanındaki yemekhaneyi ateşe verdi. Park halinde duran bir kamyonet ve bir cip de işçiler tarafından ters çevrildi. Anteks fabrikasında haklar için işgal! Hakları gasp edilen Anteks işçileri fabrikayı işgal ederek ödemelerinin yapılmasını istedi. Geçtiğimiz yıl kapanan Anteks fabrikasında işten atılan işçiler, ödenmeyen maaş ve tazminatları için fabrikayı işgal etti. Geçtiğimiz yıl kapanan Anteks dokuma ve terbiye fabrikasında 1200 işçi çalışıyordu. Fabrikanın kapatılma sürecinde patron işçilerin maaşlarını ve tazminatları ödemezken karşılığında verdiği senetleri de zamanında yatırmadı. Bugüne kadar birçok eylem 7 İş cinayetlerini unutma, unutturma! EKMEK ÖLÜMÜN UCUNDA Ocak ayında 101 işçi, Mart ayında 122 işçi, SO NEYİ BİLDİRİR SAYILAR R TO Şubat ayında 84 işçi, MA UN LA Nisan ayında 124 işçi, Haziran ayında 150 işçi, Temmuz ayında 130 işçi, R Mayıs ayında 425 işçi, DAVUTPASA Ağustos ayında 158 işçi, Eylül ayında 146 işçi, Ekim ayında ise 160 işçi yaşamını yitirdi... M I T OS ER sayilar bebelerin kundaklari sayilar tabutlari sehirlerin öldürülmüs öldürülebilecek olan sayilar yaklasan bir seyleri bildirir sayilar bildirir uzaklasan bir seyleri neyi bildirir sayilar neyi bildirmeli yaklasan nedir size uzaklasan nedir bizden. ME NAZIM HIKMET NE K 8 4 DİKKAT! ÖRGÜTSÜZLÜK KAZAYI ÇAĞIRIR! Hemen her gün iş yerlerimizde karşılaştığımız iş “kaza”ları olağanlaşıyor. En küçük yaralanmalardan sakat kalmaya kadar son derece normal karşıladığımız bu durum ölümle sonuçlandığında da “kader” diyerek üstü kapatılmaya çalışılıyor. İzlediğimiz TV kanalları, sosyal medya, gazeteler iş “kaza”larında yaşanan ihmallere kısaca dokunup ölen kişinin yaşamını dramatize etmeyi tercih ediyor. Bu bilinçli yönelim, insanların dikkatini özellikle ihmallere ve alınması gereken önlemlere değil de ailenizi çocuklarınızı düşünün dikkat edin telkini vermeyi amaçlıyor. Peki, iş kazalarının sorumlusu işçiler mi? Bir işçisiniz ve iş başındayken uyumamanız gerekiyor. “İş güvenliği için dikkatli çalışınız” levhası size yapmanız gerekeni söylemiş ama siz hali hazırda 10 saat çalıştıktan sonra eve gidip yemeğinizi yemiş, çocuğunuza okulu için yardım etmiş ve uyumamışsanız bunun yerine sadece 1 saat kendinize vakit ayırmışsanız ertesi gün duvardaki diğer “Kaza geliyorum demez” levhasını da dikkate almamış olacaksınız ki iş “kaza”sı geçirebilirsiniz. Raflardan ağır bir kasayı tek başınıza indirmeniz risklidir ama işi hızlıca tamamlamanız gerekiyordur. Başka bir işçiden yardım istemelisiniz fakat herkes patron yasalarına göre yoğun çalışıyordur. Bu durumda kasayı tek başınıza indireceksiniz. Vücudunuzun önceki günlerde yorgun olması kasanın başınıza düşmesi riskini arttıracaktır. Diyelim ki göze alamıyorsunuz bu defa birini bekleyeceksiniz patron veya şefiniz neden boş beklediğinizi soracak (azarlanacaksınız). Ödenmeyi bekleyen kredi borçlarınız artık asgari ücreti aşıyordur ve zam almanız için sizi izleyen gözler önünde bekleme yapmaktan kaçınmanız gerekiyordur. Çoğunlukla karar aşamasında kaygılarımız öne çıkar. Sonuç olarak kasayı raftan tek başınıza indirirsiniz. Belki kasa sizi ağır şekilde yaralamayacaktır fakat bu ilerde kas zedelenmesi, fıtık gibi şikâyetlere dönüşecektir. Her gün bıçaklı makinelerle üretilen malzemelerin çapaklarını temizliyorsunuz ve günlük belli bir sayıda mal çıkarmanızı istiyorlar. Çünkü sermaye sahibiniz yani patronunuz sizi ekmek paranız karşılığında son gücünüze kadar faydalanmak istiyor. Her çıkardığınız sayı yarının en alt sınırı oluyor. İnce işçilik olduğu için bu makineleri çoğunlukla kadın işçiler kullanıyor. 10-12 saat boyunca sürekli yakına bakarak, kafanızı kaldırmadan dün yaptığınız malın biraz fazlasına çıkmaya çalışıyorsunuz nitekim performansınız yükselmiyorsa yerinize bir başkasını alabilirler. Kadın bir işçi bu yorgunluğun ardından eve giderek ona yaşadığı toplum tarafından verilen “sorumluluklarını'' yerine getiriyor. Eve girdiğinde kocasının ve çocuklarının karnını doyuruyor, çamaşırları yıkıyor, kirliyse evi temizliyor, belki bir saat ayaklarını uzattıktan sonra ev mesaisi bitiyor ve iş yerindeki mesaisine hazırlanmak üzere uyuyor. Günlerdir dışarıya çıkıp biraz hava almak isterse şayet ev mesaisi birkaç saat uzuyor. Bu da iş yerine yorgun ve uykusuz gitmek demek oluyor. Böylece ertesi gün dikkat sorunu yaşıyor, bir yandan sayı çıkarması ile ilgili yapılan psikolojik baskı onu hızlı çalışmaya zorluyor ve makine bıçağı bir parmağını alıp götürüyor. Aslında yaşadığımız bütün iş “kaza”ları Patronların daha fazla kar elde etme hırsı uğruna ödediğimiz bedellerdir. Çocuklarımızın sağlıklı büyüyebilmesi için, insanca yaşabilmek için ihtiyaç duyduğumuz parayı kazanabilmek için her gün daha fazla sömürünün altında eziliyoruz. İşçiler yaralanmaların neden gerçekleştiğini ve bunun olmaması için ne yapılması gerektiğini bilirler. Teknik olarak da İş yerinde yaşanabilecek riskleri yok etmenin çözümleri vardır. Fakat gereken çözüm patrona bir işçiden daha maliyetli oluyorsa o işi bir başka işçi alarak çözer. Bugün girişinde büyük harflerle “ÖNCE İŞ GÜVENLİĞİ” yazan bir maden ocağında patronun kar hırsı yüzünden 18 işçi yerin kazılmaması gereken yerden maden çıkarıldığı için su baskını nedeniyle mahsur kalmış durumda. Daha geçtiğimiz aylarda Soma'da resmi rakamlara göre 301 işçi bir dizi iş güvenliği ihmalleri yüzünden yaşamını yitirdi. Soma'nın “kader”i yapılması gereken yaşam odalarının parasının patron ile hükümet arasında paylaşılmasıydı. Soma'da “kader” işçilerin kullandığı gaz maskelerinin, Almanya'da hurdaya çıkmış malzemeler olmasıydı. AKP hükümeti döneminde gerçekleşen iş cinayetlerinde aldıkları kaderci tutum ihmallerin, denetimsizliklerin sorumlusunu gizlemeyi amaçlıyordu. Biz işçilerin hayatı, sağlığı bir avuç sermaye sahibinin ellerinde olamaz! Bizler fabrikalarımızda her türlü ihmale, uzun çalışma saatlerine karşı, insanca ve onurlu bir yaşam için örgütlenmeli, birlik olmalıyız. Çiğli AOSB'den Bir İşçi 9 A ON M LAŞ ER TAŞ KURALSIZLIK KÖLELİK ÖLÜM DE ME KT İR. .. Kuralsızlık, güvencesizlik, sendikasızlık, esnek çalışma biçimleri yeni işçi mezarları açmaya devam ediyor. Özelleştirmenin ve taşeron çalıştırmanın sonucunda her gün yeni bir iş kazası ve işçi cinayeti haberiyle sarsılıyoruz. Patronlar karlarına daha fazla kar kata bilmek için işçi ve emekçileri azgın sömürü koşullarında çalıştırmaya devam ediyor. Tersanelerde, demir çeliklerde, inşaatlarda ve madenlerde iş cinayetleri devam ediyor. Bunun son toplu işçi katliamını Torunlar İnşaat, Soma ve Ermenek'te maden ocaklarında çalışan işçiler yaşadı. Özelleştirmenin ve taşeronlaştırmanın sonucu olarak yüzlerce maden işçisi göz göre göre katledildi ve katledilmeye devam ediliyor. Sermaye sınıfı yıllardır işçi ve emekçileri azgınca çalıştırma ve sömürmenin yol ve yöntemlerini aramaktadır. Bu sömürü yönteminin bir ayağı da taşeron çalıştırma biçimiyle işçileri güvencesiz ve geleceksizliğe mahkûm etmektedir. Peki, bu taşeron sistemi nedir ve ne zaman bizim hayatımıza girdi. Sermaye sınıfı için hep gündemde olan bir saldırıdır. Taşeron ilişkisinin iş hukuku alanına girmesi, 1936 yılında ki 3008 sayılı iş yasasıdır. Taşeron ilişkisi bu yasaya göre “üçüncü bir şahsın aracılığı” olarak tanımlanmıştır. 1950 yılında yürürlüğe giren 5518 sayılı yasa ise “aynı iş veya teferruatında iş alan” şahıslarda “aracı” olarak tanımlanmaktadır. 1475 sayılı iş yasasıyla “diğer işveren” tanımı kullanılmaya başlanmıştır. Ancak çalışma yaşamında asıl kendini hissettirmesi ise sınıf hareketinin geri çekildiği dönemlere denk gelmiştir. 24 Ocak kararları ve arkasından 12 Eylül'le taşeronlaştırma saldırısının yolu tümüyle açılmıştır. 1980'le birlikte, “taşeron” “tali işveren”, “alt ısmarlanan”, “alt işveren”, “alt işletici” gibi kavramlar kullanılmaya başlanmıştır. 2003 yılında yürürlüğe giren 4857 sayılı iş yasası ile taşeron çalıştırma yasallaştırılmış oldu. Taşeronlaştırma saldırısının ilk hedefleri temizlik ve inşaat iş kolu gibi sanayide daha tali yerlerken, ilerleyen zamanda sanayinin en temel alanlarına da girmiştir. Kamu iş kollarında, eğitimde, sağlıkta, madende, metalde, petrokimyada, gıdada, tekstilde, belediyelerde, hatta savunma sanayinde gelinen durum, saldırının düzeyini anlamak için fazlasıyla yeterlidir. Bugün taşeronda çalışan işçi sayısı milyonlarla ifade edilmektedir. İş kazalarının en yoğun yaşandığı yerlerde taşeronlaşmanın yaygın olması tesadüf olmadığı gibi buralardaki düşük ücretler, ağır çalışma şartları, güvencesiz çalışma ve örgütsüzlüktür Tam da böyle bir dönemde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, taşeronlaştırma ile ilgili bir hazırlıktan söz etmektedir. Sermaye devletinin temsilcisi AKP hükümeti, yakın zamana kadar böyle bir gündemimiz yok derken, yapılan hazırlıkların yeni bir saldırı dalgası olması şaşırtıcı değildir. Faruk Çelik tarafından bir iyileştirme yapılıyormuş havasıyla anlattığı taslakta, esasında sorunun özüne ilişkin hiç bir değişiklik yoktur. Aksine taşeronluk sistemi daha da kalıcı hale getirilmektedir. Sözü edilen taslakta taşeron işçilerinin yıllık izinleri, kıdem tazminatı ve ücretlerinin “güvence altına alınması”, sözleşmenin kısa değil asgari 3 yıllık yapılması, asıl patron ile alt patron “kesin” olarak ayrılması gibi bir takım düzenlemelerden bahsedilmektedir. Faruk Çeliğin bu anlatımlarından bile aslında taşeron sistemini kalıcı hale getirildiği, yalnızca birkaç süslü cümlelerle işçi ve emekçileri aldatmaya dönük olduğu açıkça görünmektedir. Patronların hedefinde taşeronlaşmayla beraber Kıdem tazminatının gaspı hedeflenmektedir. Patronların işçi ve emekçilere yönelik topyekûn saldırısına karşı işçiler de topyekûn bir duruşla ancak saldırıları geri püskürte bilir. Taşeronlaşmaya karşı en önemli direnişlerden biri İstanbul da buluna Greif işçilerinin mücadelesidir. Greif işçileri fabrikadaki 44 taşerona karşı fiili meşru mücadele bayrağını açarak fabrikayı 60 gün boyunca işgal etmişlerdir. Arkasında özelleştirmelere karşı, taşerona ve işten çıkarmalara karşı başka direnişler izlemiştir. Yatağan termik santral işçileri özelleştirmelere karşı işyerlerini işgal etmiş, Kütahya da bulunan seyit Ömer işçileri işten çıkarmalara ve güvencesiz çalışmalara karşı fabrikanın yemek hanesini ateşe vermiştir. Bugün Sütaş, Kent işçileri grevlerinin yasaklanmasına rağmen mücadeleleri sürmektedir. Hakları ve gelecekleri için mücadele eden işçilerin sayılarını daha da artıra biliriz. Bizlerde hangi iş kolunda olursak olalım başta Greif işçileri olmak üzere direnişteki işçileri örnek alarak mücadele bayrağını yükseltmeliyiz. Bizler mücadele etmesek bir araya gelmesek, örgütlenmesek bizden sonrakilere ve kendi çocuklarımıza hiç bir gelecek bırakamayız. Örgütlü patronlar sınıfına karşı örgütlü işçi sınıfını yaratmalı sömürücü asalak patronlar sınıfından hesap sormalıyız. Tüm işçileri “ gündüzlerinde sömürülmediğimiz, gecelerinde aç yatmadığımız bir dünya için” Fabrikalarda işyeri komitelerinde bir araya gelerek mücadele saflarında birleşmeliyiz. Çiğli'den Emekçi Bir Kadın 10 ÜCRET ASGARİ SEFALET AZAMİ Hatırlanırız, biz az emek ürettiğimizde, başımızda durulur daha hızlı diye. Hatırlanırız biz birilerinin kar hırsı yüzünden öldüğümüzde hemen üşüşürler üzerimize devletin şefkatli kolları sarar bizi. Nice vaatler havada uçuşur biz acımızla kavrulurken onlar koltuk sevdasıyla sahiplenirler bizi. Giden canlarımızın ardından prim yapar her bürokrat, işçi dostu kesilir hepsi, oysa hepsi birbirinden farksızdır arsızlıkta, yalanda, talanda. Çeliğe verdiğimiz suyu, demire vurduğumuz çekici, emekle akıttığımız teri bir biz biliriz. Anlatılan bizim hikâyemizse yaşanılan şu an için azgınca sömürülmemizdir. Evet dostlar! Yine toplandı asgari ücret tespit komisyonu, her zaman olduğu gibi en pahalı takım elbiseleriyle geçtiler kameralar önüne, altın iğneli kravatları güleç yüzleriyle bir araya geldiler, biri devlet, biri patron diğeri sendika ağası gerisi mi % 3. Açlık sınırının 1224 yoksulluk sınırının 3989 TL olduğu geçim şartlarında önerilen rakam bizi yine patronun 6 ayda bir yaptığı zamların mecburiyetine itiyor. Gözümüzü yine adaletsizce dağıtılan ücret zamlarına diktik. Adaletsizce diyorum çünkü patronlar bu zamları yaparken emeğimize göre değil kendi çalışma düzenine göre yapıyor. İyi zammı almak istiyorsun mesela, o aylar yaklaşınca daha fazla efor sarf edersin çünkü fabrikada kanun yasa patrondur garantisi yoktur ne zam alacağının. Ya da patrona yakın olmaya çalışırsın, ya da önüne konan herhangi bir kâğıdı bakmadan okumadan tereddütsüzce imzalarsın bu ve bunun gibi örnekler çoğaltılabilir ama gerçek olan bu. Zaten aksini yapsan kesin patron gözünde provokatörlükle suçlanır kafalarına göre bir yasayla işinden ederler seni. Çiğli organizede ve daha birçok yerde durum aynıdır, adaletsizce keyfi yapılan bu zamlar hem birleşmemize bir engeldir hem de maddi şartlarımız yüzünden ses çıkaramamamıza sebep olur. Tek başına yapacağımız her öne çıkış aylarca hatta yıllarca düşük zamlarla çalışmamıza sebep olur fabrikanın kötü çocuğu olur hatta bazı arkadaşlarımız mesafe bile koyar aranıza. Bu düzensizlik bilinçli bir şekilde işlenir fabrika içinde öyle yüksek zamda beklenemez az zam aldığımızda da sorunu amire ya da memura atarız oysa esas kasa ve sorun patrondur kasasından biraz fazla eksilsin bak ne yapıyor o zaman. Fabrikadaki amiri memuru patrona yaranmak için sizleri sorunun kaynağından uzaklaştırır az zam almanızın sebeplerini başka nedenlere bağlar oysa ne yaparsanız yapın patron yaptığınız işten 3-4 katı kar yapmıyorsa zammı da yapmaz. Yani ne kadar çalışırsan o kadar yoksullaşırsın. Ve bu kaderi değiştirmenin yolu elimizde olmasına rağmen geleceği bu para babalarını ellerine bırakıyoruz. Hepimiz aynı kaderi farklı kötü koşullarda yaşıyoruz ve bu koşulları yaratan bizim dağınık ve birbirimize uzak olmamızdır. Patronların ve uşaklarının aldığı güçte buradan gelmektedir. Ve yeni yasalarla bu şartlar daha düzensizleşecek esnek çalışma, daha ucuz işçilik kapıda. Önden kuramayacağımız bir komite bu saldırılara karşı bizi daha güçsüz dayanaksız bırakacaktır. Bu yüzden önden bir hazırlık için bir araya gelmeli taban örgütlülüğü kurmalı geleceğimizde alınacak kararlarda biz söz sahibi olmalıyız... Çiğli AOSB'den Bir Metal İşçisi 11 12 Yoksulluk Sınırı: 3,989,80 Açlık Sınırı : 1,224,87 Düşük ücretlere karşı Çiğli organize işçileri buluşuyor! 4 Ocak Pazar Saat: 14:00 YER: ÇİĞLİ İŞÇİ KÜLTÜR EVİ 8072 Sokak No: 48 İşçi Bülteni Özel Sayı Özel Sayı: 1194 * Fiyatı: 25 Kr * Aralık 2014 * Sahibi ve S. Yazı İşleri Md.: Tayfun Altıntaş * Yayın Türü: Yerel süreli, siyasi, ayda bir, Türkçe * EKSEN Basım Yayın Ltd. Şti. * Millet Caddesi Sultan Cami Sk. No:2/9 Fatih/İstanbul * Tel/Fax: 0 (212) 621 74 52 * Baskı: Özdemir Mat Davutpaşa Cad Güven Sanayi sit C Blok No: 242 Topkapı İstanbul * 577 54 92