sabah star

advertisement
Köşe Yazıları – 22/12/2016
SABAH
Fazla Kurcalama
Engin Ardıç
Soruları varmış, biliyorsunuz... Merak
ediyorlar... Aslında merak etmiyorlar tabii de,
maksat hınzırlık olsun.
Soruyorlar: "(başkanlık
sisteminde) Cumhurbaşkanı geçerli
oyların çoğunluğuyla seçilir... Bu,
milletin yüzde 51'inin altındaki bir
temsil oranıyla dahi seçilebileceği
anlamınagelir..."
Evladım, cumhurbaşkanı "ilk turda" yüzde 51'le
seçilecek.
Gerçi, değişebilir ve hemen de değişmesi
gereken genel başkanınız "yüzde 92'den az
olursa tanımayız" dedi ama tanımayıp da ne
yapacağını kimse merak bile etmedi.
Ciddiye alan yok yani.
Cumhurbaşkanı, ilk turda hiçbir aday yüzde 51'i
tutturamazsa, ancak o zaman ikinci turda
"geçerli oyların çoğunluğuyla" seçilecek.
Bu, Fransa'da da böyle. Ama orada kimse
"diktatör geliyor" diye ağlamıyor.
İki sene önceye dönelim... Diyelim ilk turda
Erdoğan yüzde 49'da kaldı, İhsanoğlu yüzde 30
aldı, Demirtaş da yüzde 21...
Seçim iki hafta sonraya, ikinci tura kalacaktı.
İkinci turda diyelim AKP seçmeni küstü,
Erdoğan yüzde 30'a düştü, İhsanoğlu da oylarını
yüzde 30'a çıkardı, fakat Demirtaş oy patlaması
yaptı, yüzde 40 çekti...
Demirtaş cumhurbaşkanıydı!
İtiraz edecek miydiniz?
Buna hiçbir hakkınız olmayacaktı.
Ne yapacaktınız, sokağa mı dökülecektiniz?
Diyorlar ki: "Milletin tümünü değil belirli bir
siyasi görüşe sahip kısmını temsil edeceği
açıktır."
Milli Şef'iniz acaba milletin kaçta kaçını temsil
ediyordu?
Celal Bayar kaçta kaçını? Asker
cumhurbaşkanları kaçta kaçını?
Cemal Gürsel'in 27 Mayıs cuntasından başka
temsil ettiği bir güç mü vardı?
Cevdet Sunay ordudan başka neyi temsil
ediyordu? Fahri Korutürk'ü oraya millet mi
getirmişti?
Fazla kurcalamayın, altında kalırsınız.
Bu adama kimse dur demeyecek mi?
Adam göz göre göre yalan söylüyor, gözümüzün
içine baka baka. Bile bile mi yapıyor bunu,
hepten mi cahil, hiçbir uyarıya mı aldırmıyor,
yoksa işi inada mı bindirdi, karar veremiyorum.
"Biz cumhuriyeti kurarken demokrasiyle
taçlandırdık" demiş.
Hani bunu İnönü taa 1945'te yapmıştı yahu?
Daha önce demokrasi varsa, 1945'te neye
geçtiniz, Göztepe'den Kazlıçeşme'ye mi?
Atatürk'ün "işe Köy Enstitüleri'ni kurarak
başladığını" söyleyebilecek kadar da ya cahil ya
yalancı bu adam.
Ama bu memleketin hiçbir hali artık bizi
şaşırtmıyor, çünkü beri tarafta da "Yeniçeri
Ocağı'nı Atatürk'ün kapattığını" sanan var, böyle
bir "tüvit" okudum geçen gün. Cehalet
paçalardan akıyor.
STAR
Erdoğanfobizm: Tedavisi gayr-ı
kabil patolojik bir olgu
Mehmet Metiner
Gökyüzünden bir meteor taşı düşse bunu
Erdoğan’ dan bilen patolojik bir kafa yapısı var.
Sahiden Erdoğanfobizm, CHP’ nin başını çektiği
eski Türkiye bloğu mensupları tarafından salgın bir
hastalığa dönüştürülmek isteniyor.
Her şeyin müsebbibi olarak Erdoğan gösteriliyor.
Terörün müsebbibi olarak da Erdoğan gösteriliyor.
Zaman zaman bunu kaba ve açık bir dille
yapıyorlar, zaman zaman da terör dolayısıyla
milletin öfkesinin yoğunlaştığı dönemlerde daha
sofistike ve örtük bir dille yapıyorlar.
Kılıçdaroğlu’ nun, “ Anayasal değişikliklerden
vazgeçersiniz terör biter” veya “ Başkanlık ısrarı
AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ
Köşe Yazıları – 22/12/2016
teröre neden oluyor” biçimindeki sözleri işte bu
anlayışın bir ürünü.
Bir farkla: Sofistike değil ama örtük.
Darbe sürecinde de aynı şeyi yapmışlardı.
Darbe gecesinde hiç beklemedikleri şanlı millet
gerçekliğiyle karşı karşıya kalınca, “ Biz de darbeye
karşıyız, FETÖ’ nün kökü kazınmalı” dediler.
Üzerinden çok zaman geçmeden de tornistan
ettiler.
Bu kez, “ Böyle darbe mi olur? Bu bir senaryo, bir
tiyatro… Erdoğan’ ın, kendi Başkanlık emelini
gerçekleştirmek için tertiplediği bir oyun” demeye
başladılar.
Gene her şeyin müsebbibi olarak
Erdoğan’ ı ve AK Parti Hükümeti’ ni suçlayan bir
dil…
Sözde FETÖ’ nün kökü kazınsın istiyorlar ama
gerçekte, kökünü kazımak istediğimizde de
karşımıza dikilip, “ Herkesi FETÖ’ cü diye
etiketlendirip kamudan atıyorsunuz, hapse
tıkıyorsunuz, zulüm işliyorsunuz, masumların
canını yakıyorsunuz” yollu suçlamalar getiriyorlar.
FETÖ’ ye bu yolla arka çıkıyorlar açıkçası ama
kendilerini gizlemek için de, “ FETÖ’ cülerin kökü
kazınsın!” yollu ön demeçler veriyorlar
kurnazlıkla.
Bize dedikleri şu:
Önce örtük bir dille, sonra açık ve kaba bir dille
bunu demekten kaçınmadılar.
FETÖ’ yle mücadele edin ama gazetelerini ve
televizyonlarını sakın kapatmayın!
Terör için de gerekçeleri aynı.
PKK ile mücadele edin ama zinhar gazetelerine ve
televizyonlarına dokunmayın!
Güya Erdoğan, milleti, kendi Başkanlık isteği
doğrultusunda safına geçirmek için devletin ve
milletin tehlikede olduğu algısını oluşturmaya
çalışıyormuş!
Terör bunun bir enstrümanıymış!
***
Ülkemizde her Allah’ ın günü bir terör eylemi
gerçekleşiyor neredeyse.
Bazen PKK’ lı alçaklar, bazen DEAŞ’ lı teröristler,
bazen de FETÖ’ cü haşhaşiler tarafından…
Ana muhalefetin başkanı veya sözcülerine bir
bakıyorsunuz önce teröre şiddetle karşı olduklarını
açıklıyorlar.
“ Terörle mücadele konusunda sonuna kadar
Hükümetin yanındayız, ne istiyorlarsa getirsinler,
destek verelim” diyorlar.
Tam “ bravo, işte bu!” demenize fırsat bırakmadan,
ertesi gün boca ediyorlar eski genlerini ve
alışkanlıklarını:
“ Erdoğan ve AK Parti Hükümeti Suriye’ nin
içişlerine karışmasaydı bütün bunlar olmazdı.
Erdoğan’ ın Başkanlık sevdası ülkeyi bu hale
getirdi. Erdoğan Başkanlık ısrarından vazgeçmezse
kan dökülür, terör devam eder.”
Kapatırsanız, dokunursanız karşınızda bizi
bulursunuz…
Gerekçeleri hazır:
Demokrasi!
Medya ve ifade özgürlüğü!
Yani FETÖ’ nün ve PKK’ nın gazete ve
televizyonlarını kapattığımız andan itibaren
karşımıza dikilen bir CHP var.
Kılıçdaroğlu’ na “ DEAŞ’ ın bir partisi Meclis’ te
olsun ister misiniz, DEAŞ terör örgütünü öven ve
devlete/hükümete zalim ve katliamcı diye saldıran
gazeteleri ve televizyonları olsun ister misiniz?”
diye soracak olsanız kıyameti kopartır.
Bu kez “ Demokrasilerde buna izin verilmez!” der.
***
Terör örgütleri arasında fark gören ve bazı terör
örgütlerini koruyan/kollayan bu tavrın nasıl bir
Erdoğanfobizme yaslandığını görüyoruz.
Rusya Büyükelçisi’ ni alçakça ve kalleşçe öldüren
FETÖ’ cü haini el-Nusracı yapmak için CHP Genel
Başkan Yardımcısının sarf ettiği çaba, kimlerin
gerçekte kimlerle iş tuttuğunun delili.
AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ
Köşe Yazıları – 22/12/2016
Erdoğanfobizm, Türkiye düşmanlığına savrulmuş
tedavisi gayr-ı kabil patolojik bir olgu.
AKŞAM
Yaşadıklarımızın anlamı ne?
darbe girişimi başarısız olunca “altın
vuruş” olarak devreye girmişti. 15 Temmuz da
başarısız olunca, bu sefer büyük kentlerin, sadece
asker ve polisimizin değil, sivillerin de hedef
alındığı terör saldırıları ve suikastlar tertiplenmeye
başlandı.
Markar Esayan
Yeni bir dünya düzeni kuruluyor. Bu hepimizin
gözleri önünde ve maalesef yine çok kanlı bir
biçimde gerçekleşiyor.
Aslında böyle olmak zorunda değildi. Hiçbir
zaman da değildir. Her zaman daha başka türlü
seçenekler vardır. Ancak henüz insanoğlu,
özellikle gücü elinde daha çok bulunduranlar bu
yöntemin dünyayı bir felakete götürdüğünün
farkında değiller. Maalesef gelişmiş Batı
ülkelerinde bu konuda bir atalet var.
Dünya kaynakları üzerindeki rekabet yine kanlı bir
boğazlaşmayı başlattı. Suriye, Irak, Libya ve pek
çok bölgede olanlar bunun bir tezahürü. Yüz
binlerce, milyonlarca insan bir bilgisayar oyunu
oynanır gibi hegemonya mücadelesine kurban
ediliyor.
Türkiye de bu hegemonya savaşında hedef olan
merkez ülkelerden birisi. Yaşadığımız terör
saldırıları, şehitlerimiz, son olarak da Rusya
Federasyonu Ankara Büyükelçisi Andrey
Karlov’ un haince bir suikasta kurban gitmesi aynı
sürecin parçaları.
Terör saldırılarıyla Türkiye’ nin toplumsal barışı ve
devlet organizasyonu akamete uğratılmak, bunun
üzerinden de kontrol edilmek isteniyor. 15
Temmuz, daha önceki 17/25 Aralık gibi birçok
Bu noktada, tüm terör örgütlerinin, birbirleriyle ne
kadar tezat dursa, hatta Suriye’ de birbirleriyle
savaşıyor gibi yapsalar da, aslında aynı merkez
veya merkezlerden yönetildiği bir kez daha
kanıtlanmış oldu.
Bu arada, evvelki gün Moskova’ da Suriye krizi
için toplanan zirve ile Büyükelçi Karlov’ un
suikastı doğrudan bağlantılıydı. Nitekim uçak krizi
de Rusya ile birlikte Cerablus harekâtının
yapılmasından hemen önceye denk getirilmişti.
Suikast da, bu savaşı bitirecek potansiyele sahip
Türkiye, Rusya ve İran arasındaki zirveye odaklı
yapıldı.
Daha önceki uçak krizinden ders çıkarıldığı için,
bu ağır provokasyon iki ülkenin sağduyusu ve
liderlerin işbirliğiyle aşıldı. Zirve her şeye rağmen
ve aslında suikasta, onun amacına cevaben
zamanında gerçekleştirildi. Zirveden Suriye
konusunda ortak çalışma konusunda önemli bir
mutabakat çıktı. Mutabakat bu üç önemli ülkenin
süreçte işbirliği yapması, garantörlük, Suriye’ nin
toprak bütünlüğü ve terör örgütlerinden
temizlenmesi üzerinden gerçekleşti. Cenevre’ de
havanda su döven zirvelerin bundan sonra çözüm
odaklı olarak Astana’ da yapılması konusunda ise
daha önce anlaşılmıştı.
AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ
Köşe Yazıları – 22/12/2016
Tabii ki Türkiye’ nin 2013’ ten itibaren uğradığı
komplike saldırılar, ülkenin son 14 yılda yaşadığı
güçlenme ve bağımsız karar alma yeteneğinin
artması nedeniyle de yaşanıyor. Ancak
unutmayalım ki, Türkiye’ de ne olursa olsun, bu
hesaplaşmaya SSCB’ nin dağılması ve Soğuk Savaş
dengelerinin bozulmasıyla zaten yaşanacaktı.
Lakin, eğer Türkiye şu son 14 yıllık sıçramayı
gerçekleştirmese, ülke liderliği
konusunda Erdoğan gibi güçlü bir aktöre sahip
olmasa, devlet millet bütünleşmesi sağlanmasaydı,
biz bugün ülkemizin uğradığı operasyonları sadece
çaresizce seyrediyor olabilecektik. Ülke bugün
yaşadığı acılardan çok daha fazlasını yaşayacak,
ancak elden çok daha az şey gelecekti.
Şanslıyız ki, bu hesaplaşma Türkiye 2001 krizini
yaşarken, koalisyonlarla yönetilirken
gerçekleşmedi.
Erdoğan'a gönülden bağlı teşkilatı var.
Dünya üzerinde belki milyarlarca seveni var
Erdoğan'ın; milyonlarca tutkunu var.
O'nu görmeyi, iki kelam etmeyi, elini
sıkmayı, hatta bir anlık göz teması kurmayı
büyük bir mutluluk, çok büyük bahtiyarlık
vesilesi olarak gören epeyce insan var.
Kürsüye çıktığında O'nu pür dikkat
dinleyen, meydanlara çıktığında O'nu
görmenin sevinciyle kendinden geçen,
sokağa çıktığında O'na dokunmak için can
atan geniş yığınlar var.
Bunu en çok da bir Umre sırasında
müşahede etmiştim: O'nu, sevenlerinden
'koruyabilmek' için, Suud Polisi Kabe
Avlusu içinde etten duvar örmek zorunda
kalıyordu. Oluşan izdiham nedeniyle
Erdoğan sadece bir umre yapabiliyor,
mü'minleri rahatsız etmemek için, avluda
Kabe'yi seyredebilme saadetinden bile
mahrum kalıyordu.
Yine de yalnız Erdoğan... Kalabalıklar içinde
yapayalnız...
Meclis’ e gelen cumhurbaşkanlığı sistemine bir de
bu gözle, aslında tamamen bu gözle bakmakta
fayda var.
Yalnızlığı kimsesizlikten değil... Yalnızlığı,
anlaşılamamaktan...
YENİ ŞAFAK
Derdini, meselesini, davasını, kavgasını çok
sarih, çok açık, çok anlaşılabilir şekilde
anlatıyor oysa... Ama yine de
anlaşılamıyor...
Yalnızlık
Aydın Ünal
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın,
kendisinin de dile getirdiği yalnızlığı
'kimsesizliğinden' kaynaklanmıyor.
Eşi Sayın Emine Erdoğan, çocukları,
torunları her an Erdoğan'la birlikteler; her
an, Erdoğan'ın kavgasının içindeler.
Cumhurbaşkanı'nın yanında çok sayıda
çalışanı var; kurucusu olduğu bir parti, o
partinin Türkiye'ye ve dünyaya yayılmış ve
“Cesur olun!” diyor Erdoğan, “haklıysanız,
Allah'tan başka hiç kimseden korkmayın!”
diyor... Ama her seferinde, kalabalıkların
önüne bir cesaret abidesi olarak geçmek
zorunda kalıyor.
“Dik durun!” diyor Erdoğan,
“yalpalamayın!” diyor... Ancak, her
seferinde, her arkasını döndüğünde, eğilip
bükülenleri, kırılıp dökülenleri görüyor.
“Özgüvenli olun!”, “İnanıyorsanız,
AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ
Köşe Yazıları – 22/12/2016
üstünsünüz; başınızı öne eğmeyin!” diyor
Erdoğan, ama her seferinde, Allah'ı unutup
fani güçlere boyun eğenleri, ezilenleri,
kimliğini, kişiliğini, imanını pazarlayanları
görüyor.
O büyük kalabalıklar içinde, mütemadiyen
hayal kırıklıklarına şahit oluyor, ihanetlere
maruz kalıyor, naz, kapris, kompleks,
küskünlük, kırgınlıkla mücadele ediyor
Erdoğan...
En çok da, “her nerede olursanız olun,
işinizi yapın, işinizi iyi yapın!” diyor Tayyip
Erdoğan... İş bulduğu gün müsteşar olmak
isteyen, teşkilata girdiği gün milletvekili
seçilmek isteyen, seçildiği gün bakan olmak
isteyen, ders anlatmak yerine müdür, hasta
bakmak yerine başhekim, nöbeti iyi tutmak
yerine emniyet genel müdürü olmak
isteyen, yerleri iyi süpürmeden belediye
başkanı, ilçesini yönetemeden vali olmak
isteyen, masayı iyi silmeden genel müdür,
kısayoldan zengin, okumadan yazar, bayrak
bile asmadan lider, çalışmadan emekli
olmak isteyen, kifayeti olmadan ihtirasla
kavrulan, oturduğu her koltuğu kendisine
hak görüp ilk günden yükseklere gözünü
dikenleri, “benim neyim eksik ki” diye işini
yapmak yerine kapı kapı dolaşanları,
makam isterken çok cesur, ama işini
yaparken korkanları, risklerden çekinenleri,
tehditlere boyun eğenleri görüp, nutuk
atarken pek hamasi, kavga ederken
sıvışanları görüp, muhtemeldir ki,
yalnızlığını daha da çoğaltıyor Erdoğan...
Kriz olduğunda, kavga olduğunda; cesaret,
ataklık, heyecan, aşk, tutku gerektiğinde;
dava için öne çıkmak, sonunu düşünmeden
öne atılmak, korkmadan, kılıcını çekip, “Ya
Allah” deyip sorunun üzerine atılmak lazım
geldiğinde, dengeleri, konjonktürü, imajını,
mülkünü, evladını, istikbalini hesaplayıp
deliklere saklananları görünce; “Nasıl olsa
Erdoğan gelir, kavgayı verir, meseleyi çözer”
diyen konfor düşkünlerini görünce daha da
yalnızlaşıyor Erdoğan. Tek başına elde ettiği
zaferlerin kutlamasında, deliğinden çıkıp
birbirini ezen sahte kahramanların
kalabalığı yalnızlığını gidermiyor
Erdoğan'ın, daha da artırıyor.
“Yaşayacaksak adam gibi yaşayalım,
öleceksek de adam gibi ölelim” diyor Recep
Tayyip Erdoğan ve öyle yürüyor. Ama bu
basit ilkeyi, polisinden askerine, işçisinden
memuruna, yoksulundan zenginine,
bakanından milletvekiline, bürokratından
siyasetçisine kadar, anlatmakta zorlanıyor
Erdoğan.
“İşinizi yapın, hem de iyi yapın, cesaretle
yapın” öğüdünün daha fazla anlam ifade
ettiği bir başka dönem var mıdır bilmem.
Ama tek çıkar yolun bu olduğu aşikar...
Kıymetini bilmezsek, Allah bizden yeni bir
kahramanı esirger; Erdoğan'ın yalnızlığı
vuslatla bitince, işte o zaman bizim,
milletimizin yalnızlığı başlar.
YENİ ŞAFAK
FETÖ’nün de içinden çıktığı çoklu
Matruşka…
Ali Saydam
Algılamada kafaları karıştırıp kaos
yaratmak istiyorsanız, müphemiyet zemini
yaratmanız yeterli olur. Arkada çok büyük
güçler olduğu zamanlarda bazen 'ters
manyel' vermek,
kasıtlı 'belirsizlikler' yaratmak bilhassa ele
alınan yöntemlerdir. Son suikastta olduğu
gibi…
Ne yazık ki Komiser Colombo numarası
burada sökmüyor: Bu işten kimin çıkarı
olduğunu bul, bu işin arkasında kimin
olduğunu da bulursun… Türk-Rus
ilişkilerine zarar vermek istedikleri çok açık.
Çok bilinmeyenli denklemin verdiği sonuç,
her ne kadar, biraz da yarım yamalak
Arapçayla attığı slogandan yola çıkarak,
katili El Nusra ile ilişkilendirmeyi tercih
AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ
Köşe Yazıları – 22/12/2016
etmek isteyenler olsa da, pek çok noktadan
hareket eden hakikat ışınları FETÖ'nün
ayak izlerinde ve amaçlarında kesişip
duruyor. Ya FETÖ'nün arkasındakiler?..
Çok bilinmeyenli denklemin en can alıcısı
noktası… İçiçe geçmiş, nerede biteceği belli
olmayan, sürekli arkalarından birileri çıkan
çok bebekli Matruşka gibi…
O zaman yanıttan soruya doğru giden bir
akıl yürütmeye ihtiyacımız var demektir.
Rus uçağının düşürülmesi krizinden sonra
yaşadıklarımızı hatırlayın. Bu kez Rusya'yı
temsil eden bir diplomata Cumhuriyet'in
kalbinde suikast yaparak, hem iki ülkeyi
birbirine düşürme ve hem de mevcut
iktidara “Yetersizsin” mesajını bir Türk
polisini araç kılıp verme küstahlığını
gösteriyorlar.
Bizim Kemal Bey de hemen dolduruşa hazır.
Suikastla verilmek istenen mesajın
borazanlığına soyunuvermiş, dün Parti
Grup toplantısında bağırıyordu: Ülkeyi
yönetilemez hale getirdiler!..
Bir bıraksalar Kemal beye pek bir övündüğü
o ünlü “ 22 yıllık devlet memurluğu
tecrübesiyle” çözüverecek her şeyi…
Rusya'nın Kommersant gazetesinin yorumu
şöyle:
“Bir yandan böylesi bir hareket, Suriye'deki
çatışmada Sünni radikallerin baş düşmanı
olan Beşar Esad'ı desteklediği için
Moskova'yı cezalandırma amacı taşıyor
olabilir. Diğer yandan, bu saldırının
Türkiye'de gerçekleşmesi de bir tesadüf
değil. Ankara ve Moskova arasındaki
yakınlaşma, son dönemde Suriye'deki
savaşın cephelerinde yaşanan değişimi
belirlemişti.”
Times yazarı Roger Boyes ise Türkiye, Rusya
ve İran'ın “birbirleriyle iyi dost olmasalar
bile, kendilerini Suriye'deki güç bölüşümü
için” konumlandırmış olduklarını ifade
etmiş ve “Bölgedeki en kör diplomat bile
kuralların yeniden yazıldığını görüyor”
demiş. Şu tespiti, bizim derdimizi Batı'ya bu
konuda biraz olsun anlatabilmiş
olduğumuzun işareti gibi geldi sanki:
“Şu anda Esad'ın geleceği Türk lider için
biraz daha önemsiz bir öncelik. Önceliği
Türkiye-Suriye sınırındaki bölgelerin, ayrı
bir Kürdistan için yerleşimleri birbirine
bağlamaya çalışan, Kürt YPG örgütü için bir
sıçrama tahtası olmaması.”
Evet, derdimiz 'Ülke güvenliği'…
FETÖ'yle, PKK ve bilumum terör
örgütleriyle Türkiye'nin köşeye
sıkıştırılmaya çalışıldığı çok açık.
Erdoğan ve Putin suikast için “Hain
provokasyon” derken, Suriye'deki savaşa
çözüm arayışıyla Moskova'da bir araya
gelen üç Dışişleri Bakanı da, “Etnik köken,
din ve mezhep gözetmeksizin Suriye'nin
egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve
toprak bütünlüğüne duyduğu saygı”
temelinde fikir birliği içinde olduklarını
ifade ettiler.
Trump'ın ABD'sinin bugüne kadar
uyguladıkları Suriye stratejisini
değiştireceğine dair en ufak bir inancımızın
olmadığını da belirtelim. Amerika Birleşik
Şirketleri kendisini en kısa zamanda kendi
çıkarları doğrultusunda 'formatlayacaktır'…
Özellikle Kamu Diplomasi'sinden yola
çıkarak iletişim konuşunda hayli özürlü
olduğumuzu yıllardır söyleye gelmiş biri
olarak, açık yüreklilikle ifade etmeliyim ki,
ilk kez bir kriz iletişimi son derece doğru bir
şekilde yönetilmektedir. İletişim
kitaplarında örnek vaka olarak ele alınacak
derecede başarılıdır atılan adımlar.
İletişimde başarının göstergesi sadece bir
tanedir: İş sonuçları…
İş sonuçlarına baktığımızda iletişim ilk kez
Türkiye'nin yararına iş sonuçlarına yol
açacak şekilde gelişmektedir.
AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ
Köşe Yazıları – 22/12/2016
MİLLİYET
Bir suikastın ekonomi-politiği
Cemil Ertem
Şimdiye değin Londra, New
York ve Frankfurt gibi merkezlerden dünya
ekonomisini yönetenler yolun sonuna
geldiklerini görmeye başladılar. Dolayısıyla,
kendileriyle birlikte gelişmekte olan ülkeleri de
uçuruma sürüklemek ve çöküşün, tıpkı 1929
krizinde olduğu gibi, bir kerede ve topyekûn
olmasını sağlamak gibi bir çabaları var. Bunun
için de kullandıkları en önemli araç medya
ağı... Ellerindeki medya organlarıyla her gün,
2008 krizinden etkilenmeyen hatta bu krizi
fırsata çeviren ülkelere, operasyon çekiyorlar.
Türkiye’nin, G. Kore’nin, BRIC ülkelerinin
ekonomilerinin yakında çökeceğini söyleyip
duruyorlar. Enflasyon, cari açık vb verilerden
bir şey çıkmayınca siyasi çalkantılara, teröre
sarılıyorlar. Bu da olmayınca,
“Bekleyin, bugün yarın sermaye kontrolü
getirecekler” diye hiç aslı astarı olmayan
haberleri manşetlerine taşıyorlar. Zaten böyle
bir haber yapıldıktan sonra, bunu yalanlamak
bile ciddiye aldığınızı göstereceği için, size
gölü atmış sayıyorlar kendilerini...
Yeni-detant...
Öncelikle artık şu gelişmiş ülke, gelişmekte
olan ülke kavramlarına itiraz etmemiz
gerekiyor. Bugün kapitalizm 19. ve 20.
yüzyıllardaki krizlerinden çok daha ağır bir
krizi yaşıyor ve bu kriz, sistemik bir sıfır
noktasına varmadan çözülecek bir kriz değil.
Bu kadar büyük bir altüst oluşun, topyekûn bir
savaşla olmaması da, gelişmekte olan ülkeler
denen doğu ve güney ülkelerinin ellerindeki
teknolojinin batı ve kuzeye erişmesine bağlı.
Dolayısıyla biz, tam şimdi, tıpkı Soğuk Savaş
dönemindeki gibi yeni bir detantla karşı
karşıyayız. 20. yüzyıl detantı, ABD ve
Sovyetler arasındaydı. Şimdiki detant, Batı ile
Doğu arasında olmaya doğru gidiyor. Bu
durumda, Batı iki şey yapıyor; birincisi, kendi
merkezindeki krizi Doğu’ya ihraç edip kendi
yükünü hafifletiyor; bunun için de postkonvansiyonel bir savaşa (teröre) başvuruyor
ve dolar bazlı finansal sistemi kullanarak yeni
bir kriz tetikçiliği geliştiriyor. İkincisi,
gelişmekte olan eksen devletleri birbirine
düşürmeye çalışıyor. Ortadoğu’da şimdi
mezhep savaşını kışkırtmaları tam da budur.
Öte yandan, Türkiye-Rusya örneği (uçak
düşürülmesi ve büyükelçi suikastı) çok
çarpıcıdır.
Rusya’nın Ankara Büyükelçisi’ne yapılan
suikast, hiç şüphesiz ki Rus-Türk ilişkilerine
yönelik olduğu kadar, her iki ülkenin iç
barışına ve bölge istikrarına yönelik çok yönlü
ve profesyonel bir eylem. Rus ve Türk
kamuoyunun bu eylemi FETÖ terör örgütünün
gerçekleştir-diğinden şüphesi yok.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya Devlet
Başkanı Putin’in uçak krizinin aşılmasından
sonra, başta Suriye sorunu olmak üzere,
bölgedeki birçok sorunu çözmek
doğrultusunda diyalog geliştirmeleri, enerji gibi
çok stratejik alanlarda yatırım kararlarının
hızla verilmesi bu suikastın ana nedenidir.
Ama bu durum yeni bir durum da değildir.
Rusya ve Türkiye ilişkileri daha önceki iki
yüzyılda da Batı’nın bu tür provokasyonları
sonucu bozulmuştu.
1853-2016
1853 yılında Kırım Savaşı’nın başladığı bu
önemli tarihte Britanya, Osmanlı
İmparatorluğu’na giderek artan oranda ihracat
yapıyor ve bu ihracatın en az
2/3’si İstanbul dahil Karadeniz üzerinden
gerçekleşiyordu. Bundan dolayı İstanbul ve
özellikle Çanakkale boğazları çok önemli ticari
geçişleriydi... O zaman da bütün Batı basını
Osmanlı ve Rus imparatorluklarının
AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ
Köşe Yazıları – 22/12/2016
yakınlaşmasının çok tehlikeli olacağını ve
boğaz geçişlerinin İngiltere denetiminde
olması gerektiğini yazıyorlardı. Kırım Savaşı
bunun savaşıdır.
O zaman İngiltere ve Fransa, Osmanlı
İmparatorluğu’nun Kırım Savaşı’nda yanında
duruyor gibi yapmıştı; Rusya amacına
ulaşamamış ama Osmanlı İmparatorluğu
Kırım Savaşı’nda ağır yaralanmış ve bu büyük
yara onun parçalanmasına yol açmıştı. Ancak
şimdi durum farklı, Türkiye, 1853’teki Osmanlı
İmparatorluğu’ndan çok daha güçlü ve
avantajlı ve Rusya ise Batı’nın 1853’te onu
düşürdüğü tuzağa düşmeyecek kadar olan
biteninin farkında...
Öte yandan, Irak, (Musul-Kerkük ve Basra),
Hazar-Kafkasya ve Türk Akım ile Rus
kaynaklarının Türkiye üzerinden Batı’ya
ulaşacağını ve bunun Almanya’nın
Doğu Avrupa üzerindeki hegemonyasını
sarsacağını biliyoruz. Bundan dolayıdır ki
Almanya da Türkiye-Rusya ilişkilerinin
düzelmesinden yana değil.
Şimdi eğer Türkiye-Rusya, Doğu Avrupa’dan
Kafkasya’ya kadar olan bölgede asgari
müştereklerde anlaşırlarsa bu, 21. yüzyılın en
büyük ticari ve ekonomik entegrasyonlarından
biri olur. İşte Rus Büyükelçi’ye yapılan
suikastın arkasında tam da bu vardır.
Rus büyükelçiye suikastı bir FETÖ üyesi polis
yaptı, FETÖ’nün lideri ABD’de korumalı bir
kampüste yaşıyor, Almanya’nın Frankfurt kenti
ise FETÖ’nün Avrupa başkenti gibi çalışıyor.
Her şey açıktır.
TAKVİM
Parmak izi!
Ergün Diler
Rusya'nın Ankara Büyükelçisi KARLOV'u
vuran katilin, bu kadar açık net FETÖ'cü
olamayacağını dün anlatmaya çalıştım.
Oluyorsa bir nedeni var dedim...
Böyle önemli karakterlerin öldürülmesinin
arkasında, alınacak siyasi sonuçların
hesabı yatar. O katili bulan, eline silah
veren, eğiten ve günü geldiğinde kullanmak
için hazırlayan bir AKIL vardır. Ve genelde
bu işler, TÜRKİYE içinden büyük destek
bulur... Aksi, pek mümkün de değil...
FETÖ'cüler cinayet işler mi? Elbette işler!
İşlediler!
Herkes gibi. Ama böylesine önemli bir
cinayette devlette sicili bulunan ve ilişkileri
çok hızlı bir şekilde açığa çıkartılacak
bir FETÖ'cü kullanmanın mantığı yoktur!
Tetiği çektirenler, katilin FETÖ'cü olduğuna
inanmamızı istemektedirler! Çünkü FETÖ
ile ilgili ciddi bağlantılar ortadadır. Ama
Türkiye'nin yakın tarihi bunlarla doludur...
Böylesine kritik cinayetleri, arka planını ve
sonuçlarını tek bir yazıya sığdırmak pek
mümkün değildir...
Dün Putin'in sözcüsü Peskov konuştu. İlk
günkü kararlılığın yerini soğukkanlılık
almıştı. Peskov şunları söyledi: "Araştırma
sonuçlanana kadar, Büyükelçimizi kimin
öldürdüğünü söylemek ve herhangi bir
sonuca ulaşmak için henüz erken..." Dün
yazımda "Rusya büyükelçisi KARLOV'u
vuran FETÖ'cü... İlişkileri ortada! Bunu
kullanan gücün bu kadar saçmalık
içerisinde olmayacağı aşikar!
Böyle bir saldırıda FETÖ'cü kullanmak akıl
dışı... Sadece birilerinin işine yaramaz!
Bilderberg'i yapan büyük patronlara...
Acaba bir güç, Türkiye ile Rusya'yı yan
yana getirip sonra kendisi de bu koroya mı
katılacak. Acaba TRUMP'ın Amerika'sı bu
işe mi soyunacak..." diye not düşmüştüm...
Bu dün yazılması gereken senaryonun bir
AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ
Köşe Yazıları – 22/12/2016
ayağıydı! Yani Amerika içinde FETÖ'yü
besleyenleri bir başka ekip temizlemek mi
istiyordu? Bunun için de Türkiye'nin yanına
Rusya'yı da mı koyuyorlardı? "Mücadelenin
tonu ve şiddeti artsın" diye... Bu akıllıca bir
operasyon olurdu! Bilemiyoruz! Ama bir de
senaryonun ya da madalyonun diğer tarafı
vardı!
Önce bir sözü hatırlayalım...
NATO'nun ilk Genel
Sekreteri BARON Ismay'in altın değerindeki
sözünü... "Örgütün amacı, Amerikalılar'ı
içeride, Ruslar'ı dışarıda, Almanlar'ı da
alaşağı edilmiş halde bünyede
tutmaktır..." NATO denilince herkesin aklına
hemen ABD geliyor. Hollywood gücünü
abartınca, ALGI böyle çalışıyor. Ama hiç
bilmediğimiz yerlerde JAMES BOND'lar
devrede!
Kaçırdığımız bu!
CIA Türkiye'de cinayet işlemedi mi? Elbette
işledi! Mesela rahmetli Uğur Mumcu'yu
ortadan kaldıran bunlardı! Mumcu
muhtemelen MİT mensubuydu ve
İngiltere'ye yakın dururdu! Katlettiler! Böyle
onlarca örnek verebiliriz. Ama İngilizler'in de
örnekleri çoktur! James Bond'lar bizim
Ahmetler'dan, Mehmetler'den, Hasanlar'dan
Hüseyinler'den öyle yardım alır ki şaşırıp
kalırsınız...
Cemaatler, tarikatlar ya
da MASON teşkilatları, son tahlilde son
sözü söyleyen birini ortaya koyar! Bu
bazen ŞEYH bazen de ÜSTAD olur!
Ve defalarca yazdığım gibi
savaşmadan İMPARATORLUKLARINI
DEVAM ETTİREN TEK DEVLET,
İNGİLTERE'dir! Hala...
Karlov suikastına gelelim... Biraz daha
açarak ilerleyelim...
Ankara'da Rus Büyükelçi Karlov bir Sahte
Bayrak operasyonu ile öldürüldü. Bu net ve
kesin! İstihbarat dünyasının iyi yetişmiş
isimleri çok iyi bilir ki enseye sıkılan kurşun
ve bombalı otomobille yapılan suikastlar,
İngiliz istihbarat örgütü MI6'nın mührüdür...
Karlov cinayetinde FETÖ'cü olduğu
söylenen katil arkadan saldırıyor. 9 el ateş
ediyor. Büyükelçi orada can veriyor. Olay
daha dünya tarafından bilinmiyor! Haberi ilk
veren ve saldırganın FETÖ'cü olduğunu
söyleyen kim dersiniz?
REUTERS!
Bu işler böyledir! Sahte Bayrak
operasyonları ile gerçekler saptırılır.
Hedeflerden biri de budur! MI6, bu cinayetle
daha önce yaptığı pek çok operasyon gibi
Türkiye'yi AMERİKA'dan uzaklaştırmak
istemektedir. Ortadoğu'da Amerika'yı
silmenin tek yolu Türkiye'yi koşulsuz yanına
almaktır. Tam tersi de doğrudur! Türkiye
kimin yanında olursa o kazanır! Eğer
Ankara, "Washington" derse, kaybeden
Londra olur! Ortadoğu hepimiz iyi biliriz ki
İngilizler'in oyun alanıdır!
SYKES PICOT'tan sonra sözü bunlar
söyledi buralarda... Şimdi bunu bırakmak
niyetinde değiller.
Eğer Ortadoğu'da kontrol bunlarda olursa,
ABD çok zor günler yaşayacaktır. İşin kötü
tarafı, savaşlarını bizim üzerimizden
götüreceklerdi! Bunu da dünyada en iyi MI6
yapardı. Ellerine kimse su dökemezdi.
Amerika FİL ve züccaciye dükkanı
benzetmesine otururdu!
Örneklere gelelim...
♦ 1973: ABD'nin Sudan Büyükelçisi Cleo A.
Noel, ensesine sıkılan mermi ile öldürüldü.
♦ 1979: ABD'nin Kabil Büyükelçisi Adolp
Dubs, 4 Afgan görünümlü MI6 ajanı
tarafından kaçırıldı. Dubs, ensesine sıkılan
tek kurşun ile öldürüldü.
♦ 1980: ABD'nin Beyrut Büyükelçisi John
Gunther Dean'a yönelik silahlı saldırı. 2
mermi ensesine isabet etti.
Daha akılda kalanı vardı!
♦ 2005: Lübnan eski Başbakanı Hariri,
Beyrut'ta bombalı araçla öldürüldü. MI6,
saldırıdan bir ay önce, Hariri'yi İngiliz
düşmanlığı yaptığı için uyarmıştı.
İçeriden örneklere gelmek istemiyorum
bugün için! Her istihbarat teşkilatının
çalışma biçimi farklıydı.
İngilizler başkasının PARMAK İZİYLE
CİNAYET İŞLERDİ!
İşlediler de...
Peki şimdi ne olacak?
Beni en çok ilgilendiren de burası!
AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ
Köşe Yazıları – 22/12/2016
İki gündür bakıyorum. Tepkileri ölçmeye
çalışıyorum... Ortalık karışacak. İki DEV
GÜÇ Türkiye'de kendi gelecekleri için
kapışacaklar...
Maalesef etrafımızda acı göreceğiz.
Bu kumpas belli ki CIA'yi sarstı.
Akıl akıldan üstündür. Ortadoğu da böyle bir
yerdir. Şimdi CIA tüm gücüyle intikam için
gelecek... Gelmek de zorunda.
Operasyonun altında kalma şansları hiç
yok. İngilizler'e çalışan ya da onların
Türkiye'de ve bölgede çıkarlarını
sağlayanlar hedef olacak... Kendi siyasi
çıkarları için kan dökecekler. Karşılıklı. Bu
rüzgar geliyor...
İngilizler Türkiye'yi, görünmeden kendi
yanlarına çekerek operasyon yapacaklar.
Daha sonra da Erdoğan'da kurtulacaklar.
Yani Erdoğan'ın gücüyle Ortadoğu'da
kazanacaklar. Bunu sadece İngilizler
planlar. Başka kimse, başkasının gücünden
güç çıkaramaz...
Oyun bu! Şimdilik...
Yarın ne olur bilinmez. Ama kavga çok
büyük...
Birileri Ankara'yı Amerika'dan kopartarak
hem onlarla kavga etmemizi hem de
yanlarında olmamızı sağlamak derdinde...
Suikastlar sadece suikast değildir...
Üzerinde çok düşünmek gerekiyor.
TÜRKİYE HAKLI olarak kimden çok
kazanıyorsa onunla yürür! Ama vekaleten
kimseyle savaşmamak durumundayız... Hiç
olmadığı kadar uyanık olmak gerekiyor...
Unutmayalım ki ORTADOĞU'da güçlü olan
iki aktör vardır! Amerika ile İngiltere...
Şimdi akıl ve silah karşı karşıya...
Sağlam adımlarla gidip pastadan büyük pay
alalım... Az hasarla yürüyelim. Herkes bize
mecbur. Elleri mahkum... AKILLI
OLMAMIZ GEREKEN BİR DÖNEM! İki
ateş arasındayız... Çekilelim ortadan!
Hesaplaşsınlar! ZOR DEĞİL!
Biz konuşmayı pek sevmesek de bizim
emniyetten bilgi akışı en çok İNGİLİZ
İSTİHBARATINADIR!
Bizler ülkemizi hep severiz. Ama nasıl
korunacağı konusunda hep hata yaptık...
Bilemedik. 100 yıl sonra oyun yeniden
kuruluyor. Kim gelirse gelsin bizimle olmak
durumunda.
Ama bizde 100 yıl önceki hataları
tekrarlamayalım...
Yapacağımız şey basit! İçimizdeki
yabancıları temizlemek... Gerisi kolay...
Ama bu kolay görünen işlemi 200 yıldır
yapamıyoruz! Yaparsak kazanırız. Aksi
kullanılırız! Bunu da daha sonra anlarız!
İş işten geçince...
Ama her halükarda kazanırız.
Amaç pastanın büyüğünü almak...
Öyle değil mi!
YENİ AKİT
Böyle müttefik olmaz olsun!
Abdurrahman Dilipak
İstanbul, Kayseri, Ankara. Olanları
görüyorsunuz. Peki, bütün bu olanlar
karşısında ABD, AB ve NATO nerede
duruyor?
ABD’nin başkenti Washington merkezli
Heritage Vakfı Douglas ve Sarah Allison Dış
Politika Merkezi Direktörü Luke Coffe, Barack
Obama yönetimini eleştirerek, “YPG’yi
eğiterek, silahlandırarak ve fonlayarak ateşle
oynuyoruz” itirafında bulundu. Garp
cephesinde de yavaş yavaş itirazlar
yükselmeye başladı.. Hele bir hafta sonra ne
olacak bir görelim.
Böyle müttefik olmaz olsun.. NATO ittifakı
fiilen kendi içine çöktü..
NATO ülkelerinin hemen hepsi Türkiye’ye
karşı PKK ve FETÖ’nün yanında.. PKK
deyince PYD’si, KCK’sı hepsi dahil..
ABD şimdi de PYD’ye Stringer füzesi vermiş..
Asker de veriyor, istihbarat da, para da
veriyorlar, eğitim de, mühimmat da..
ABD ideolojik, politik, felsefi, vicdani açıdan
iflas etti.. Beraberinde BM’yi ve NATO’yu da
AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ
Köşe Yazıları – 22/12/2016
sürüklüyor. Almanya ve İngiltere ile birlikte
Avrupa’yı da bu kirli işlerine alet ediyorlar..
Esed, Halep’te katliam yaparken ABD, AB,
NATO nerede idi..
Türkiye El Bab’a girerken de ortada yoktular..
PKK İstanbul’da saldırı düzenliyor, bizim
müttefiklerimiz PYD ye Stringer füzesi veriyor!
FETÖ teröristbaşı ABD’nin himayesinde.
Fehriye Erdal Belçika’da. PKK’lılar,
FETÖ’cüler Almanya’da, Fransa’da, İtalya’da,
Vatikan’ın himayesinde her yerdeler.
Kanada’dalar, Avustralya’dalar,
Avusturya’dalar, Letonya’dalar..
AB güya PKK’yı terör örgütü kabul ediyor,
Salih Müslim Avrupa Parlamentosu’nda
konuşuyor..
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın halka hitap
etmesine engel oluyorlar ama PKK’lıların
meydanlarda gösteri yapmasına engel yok..
Canları cehenneme.. Artık maskesiz
dolaşıyorlar..
ATV muhabiri soruyor, Avrupa Parlamentosu
sözcüsü topu taca atıyor.. Gösterdiği adresteki
sözcünün de söyleyecek sözü yok.. Bir
bahane ile kaçıyor. “Ben yaptım oldu”
havasındalar. Şimdiye kadar hiç kimse
kendilerine hesap sormamış, hayır dememiş,
itiraz etmemiş, susmuş ya, bu tür karşı
koymalara alışık değiller..
Sahi; İngiltere ve Fransa, Suriye’de nerede
duruyorlar.. İran orada, Rusya orada, Esed
rejimi kan döküyor, BM’den, NATO’dan ses
yok. Güvenlik Konseyi zaten meflûç. O zaman
niye varlar ki..
Batılılar şunun farkında; Esed giderse iktidarın
tek adayı var Sünni Müslümanlar. Onlar da
bunu istemiyorlar. O zaman Esed’e razılar.
Esed’in ayakta kalması için İran’a ambargoyu
da sanki biraz da bunun için kaldırdılar, İran’ın
Irak’a, Suriye’ye girmesine göz yumdular.
Rusya zaten Tartus bahanesi ile Esed’in
yanında.. Onlar orada diye kendileri de o
bahane ile oradalar. DAEŞ bahanesi ile
oradalar. Şimdi DAEŞ’i bıraktılar, PKK-PYD’ye
destek veriyorlar..
Batı ateşle oynuyor.. Kendi cehennemlerine
sırtlarında odun taşıyorlar..
Soğuk savaştan sonra, çeyrek yüzyılın belki
de en zor günlerinden birini yaşıyor dünya..
PYD, Esed’le aynı cephede bugün.. Batı kirli,
tehlikeli bir oyuna alet oluyor.. Bu işten en çok
Almanya, İngiltere, Fransa ve İtalya zarar
görür..
ABD’nin bundan sonra izleyeceği yol, Ocak
sonunda netleşir..
25 Aralık bunların Noel’i. Tatile çıkacaklar..
Bütün melanetlerini o güne kadar sergileyip
sonra da gidip günah çıkartacaklar!. Ardından
vur patlasın, çal oynasın yeni yıl kutlamaları..
Ayıkmaları bir hafta alır.
2016 sürecin kuluçka dönemi idi, 2017 bir
kırılma noktası olabilir.. Ne olacaksa olacak.
Eğer mevcut politikalar aynen devam edecek
olursa inceldiği yerden kopabilir bu işler..
Çünkü bıçak kemiğe dayandı..
Batıda bu tehlikeli gidişin farkına varan isimler,
kuruluş sözcüleri tek-tük de olsa seslerini
yükseltmeye başladılar..
Bu gidişatın sonu uluslararası hukuk, örgüt ve
düzenlemelerin yeniden yapılandırılmasıdır.
Bu böyle gidemez. Savaş ya da barış.. Ne
olacaksa olacak.. Teslimiyetin faturası
savaştan daha ağır olur.. Kızılderililerin ya da
Karaderililerin başına gelenlerin kendi
başlarına gelmesini istemeyecektir kimse..
AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ
Köşe Yazıları – 22/12/2016
Dünya eski dünya değil.. Eğer batılılar
gözlerini karartırlarsa, dünya bir cehenneme
dönebilir ve bu işin galibi olmasa da batının
sonu olabilir. Böyle bir savaşın galibi olmaz.
Neden herkes hakkına razı olmuyor ki.
Adaletten, barıştan hürriyetten yana niye bir
düzen kurulmasın. Niye insanlar diktatörlerin
zebunu olsunlar..
Böyle bir dünya sürdürülemez.. Yeni bir dünya
kurulacak. Birileri istemese de..
Savaş ya da barış yolu ile varılacak yer
burası.. Bu düzen böyle devam edemez. Yeni
bir dünya mümkün..
Savaş, darbe ve terör istemiyor insanlık. Bu
işlerin arkasında bu düzeni sürdürmek
isteyenlerin olduklarını biliyoruz artık..
Demokrasiniz, liberalizminiz, uluslararası
düzeniniz yerin dibine batsın! Bunlar makyaj
malzemesi ya da oltaya takılan yem
hükmünde.
Son pişmanlık fayda vermez.. Böyle giderse
siz de boğulursunuz. Döktüğünüz kanda
boğulacak olsanız da, sonuçta boğulursunuz..
Göreceksiniz, faşizmin, komünizmin başına
gelenler, kapitalizmin ve Siyonizmin de başına
gelecek. 19. yy sonunda oluşan kavram ve
kurumlarla 21. yüzyılı açıklamak mümkün
değil, ama yeni bir dünya mümkün..
Adaletten, barıştan, Hürriyetten yana, herkesin
inandığı gibi yaşadığı, düşündüğünü özgürce
ifade edebildiği, mal, can, namus, akıl-inanç
ve nesil emniyetinin güvende olduğu,
katılımcı, çoğulcu, şeffaf bir dünya neden
mümkün olmasın! Selam ve dua ile..
AK PARTİ GRUP BAŞKANLIĞI – BASIN MÜŞAVİRLİĞİ
Download