Anı Yaşamaya Dair - Bilkent University

advertisement
Şükrü Kağan SÜRÜCÜ
Anı Yaşamaya Dair
Hayatın anlamı… Herkesin bir düşüncesi vardır bu konuda. Sayısız düşünce var ama tek
bir kesin sonuç bile yok. Çünkü herkes hayat dediğimiz bu mekanik boğanın üzerinde neden
kalacağını kendisi bulmak istiyor. Kundera’nın Kayıtsızlık Şenliği romanı beni daha öncede
düşündüğüm bu fenomeni, nihilist ve absürd felsefeyi, tekrar ele almaya itti.
Lisede bu “varoluş mücadelesi” kervanına katılan çok fazla arkadaşım oldu. Bir anda
değişen hayatlarının ve dünyaya bir gün atılacakları gerçeğinin bir sonucuydu bu belki de.
Ancak hepsi de farkında olmadan aynı şeyleri yapıyorlardı. Hepsi diğerine “Bir şey
bilmiyorsun. Beni anlamıyorsun” deyip aynı problemleri, aynı şekilde, farklı hissetmek için
yaşıyorlardı. Sonuç elbette ki hüsrandı. Arkasını henüz dolduramadıkları bu kavramlar onların
zihninde o kadar fazla yer etmişti ki aslında okudukları “lümpen” yazarları taklit etmekten
öteye geçemiyorlardı. Bir zamanlar yalnız entelektüel adamın uğraşı olan egzistansiyalizm
düşüncesi 15 yaşına giren her gencin marka olarak kullandığı basit ve eğreti bir kavram haline
geldi. Yani başka bir deyişle “ayağa düşürüldü”.
Bense bu uğraşı uzaktan izleyip gülen taraftaydım. Onların mücadeleleri ve kendilerini
içine soktukları o ruhsal “bunalımlar” bana o kadar manasız geliyordu ki. Hayat aslında
insanlar zorlaştırmasa oldukça basit bir şey. Ben hep böyle düşündüm. Varoluş mücadelesine
girmektense hepsini unutup kafamı kaldırıp zamanın geçişini, güneşin doğuşunu ve kesin
bildiğim doğruların bile hızla değişeceğini düşünürdüm kendi kendime. Hayat bu meselelerle
önümüzden akıp gidiyor aslında. Bazı şeylerin yaşayarak öğrenilmesi gerektiğini ve hayatın
akışına bırakılması gerektiğini anlıyorum zamanla. Hayattan keyif almak, bir ânı, bir hissi
arkasındaki o “derin manaları” düşünmeden yaşamak bence hayattaki en değerli şey. Absürd
felsefe ise tam bu noktada çıktı karşıma ve benim gibi düşünen insanların varlığını keşfettim.
Hayatın anlamının bu postmodern dünyada nasıl da olamayacağını ve insanların hayatın
amacını arayarak hayattaki güzellikleri kaçırdıklarını bir kez daha gördüm. Elbette
egzistansiyalizm düşüncesine saygım var ancak belki de olmayan bir anlamı arayarak
hayatımı, fırsatlarımı, yaşamam gereken üzüntüleri, sevinçleri; yanlışları, doğruları, aptalca
şeyleri bir kenara atmak bana gerçek anlamda “var olmak” gibi gelmiyor.
Umursamamak… İnsanların işin içinden çıkamadığı sorunların karşısına koyduğu basit bir
çözümdür aslında. Ne kadar basit gözükse bile arkasındaki felsefe aslında diğerlerine göre
daha kompleks ve insan doğasına uzaktır bir anlamda. İnsan üzüntüleri, sevinçleri, nefretleri,
karanlık ve aydınlık tarafları ile çok karmaşık bir makine gibi geliyor bana. Ve bu makine
önüne gelen sorunlara da bu süzgeçten geçerek çözüm buluyor, fikir üretiyor. Bu zamana
kadar kendisine öğretilen yargılardan ve kendisi gibi ilerleyenlerin gittiği yoldan gidip bu
konjonktürle bakınca hayatın belki de aslında hiç öyle olmayan taraflarını görüyor ve bunu
gerçekmiş gibi kabulleniyor. Bu noktada umursamamak biraz kolaya kaçmak gibi
gözükebilir. Ama aslında hayatın gerçekliğine, temeline ancak bu yoldan değerlerimizden
arınmış ve önyargılarımızdan tam anlamıyla soyutlanmış bir şekilde ulaşabiliriz. Ve uzun
uğraşlar sonucunda anlamlandırmaya çalıştığımız, ne kadar da farklı olduğunu düşündüğümüz
çoğu şeyin aslında basit birer cevabının olduğunu fark ederiz. İşin komik olan tarafı geçmişte
önem verilen onca olayın, ve çok önemli sayılan insanların bile ister istemez günümüzde
unutulması ve bir nevi “umursanmaması” Yani benim anladığım kadarıyla süreç insanı buraya
götürüyor zaten. Önemli olan her şey unutulmaya kesin bir sona ve artık önemli olmamaya
mahkum. Ölüm belki de en kesin umursamazlık hali. Wilde’ın da dediği gibi: “Ölüm çok
güzel olmalı. Kahverengi toprakta başının üzerinde sallanan otlarla uzanmak sadece. Ve
dinlemek sessizliği. Dününün, yarınının olmaması. Zamanı , hayatı unutmak ve tam anlamıyla
huzur içinde olmak.”
Download