2011 YILINA GĠRERKEN DIġ POLĠTĠKAMIZ

advertisement
20 Aralık 2010 günü
konuĢma saatine kadar ambargoludur
2011 YILINA
GĠRERKEN
DIġ POLĠTĠKAMIZ
Ahmet Davutoğlu
DıĢiĢleri Bakanı
DıĢiĢleri Bakanlığı’nın 2011 Mali Yılı Bütçe
Tasarısının TBMM Genel Kurulu’na Sunulması Vesilesiyle
Hazırlanan Kitapçık
1
u kitapçık, DıĢiĢleri Bakanımız Sayın Ahmet
Davutoğlu’nun 20 Aralık 2010 tarihinde, TBMM Genel
Kurulunda yaptıkları, Hükümetimizin dıĢ politika hedefleri,
uygulamaları ve güncel konulara iliĢkin değerlendirmelerini
içeren takdimi tamamlayıcı nitelikte olup, çeĢitli dıĢ politika
geliĢmeleri hakkında ayrıntılı bilgi içermektedir.
B
2
3
ĠÇĠNDEKĠLER







































SAYFA
Giriş
Avrupa Birliği
Amerika Birleşik Devletleri
Batı Avrupa Ülkeleri
Balkanlar
Yunanistan
Kıbrıs
Irak
İran
Orta Doğu
Rusya Federasyonu
Doğu Avrupa Ülkeleri
Güney Kafkasya
1915 Olayları
Orta Asya
Güney Asya
Asya-Pasifik
Afrika
Latin Amerika ve Karayipler
Birleşmiş Milletler
NATO
Karadeniz‟de Deniz Güvenliği
Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları
AGİT, Silahsızlanma ve Silahların Kontrolü
Uluslararası ve Bölgesel Ekonomik Örgütler
Enerji Koridorları
Su ve Çevre
Terörizmle Uluslararası Mücadele
Kültür ve Tanıtma Faaliyetleri
Yurtdışında Yaşayan Vatandaşlarımız
Vize ve Diğer Konsolosluk Konuları
Stratejik Araştırmalar Merkezi
Diplomasi Akademisi
Enformasyon Hizmetleri
Haberleşme
Büyükelçiler Konferansı
İnsan Kaynakları ve Personel
Bütçe Teklifi
EK: 01.01.2008-30.11.2010 Tarihleri Arasında Dışişleri
Bakanlığı ile Diğer Ülke Dışişleri Bakanlıkları Arasında
Yapılan İstişarelerin Dökümü
4
6
8
11
12
23
30
33
35
38
41
51
53
54
59
60
63
67
68
71
73
75
78
79
82
84
88
90
91
93
97
98
102
103
105
106
107
107
109
117
5
G
Ġ
R
Ġ
ġ
ürkiye‟nin uluslararası alanda artan etkinliği diplomatik gündemimizin her geçen yıl daha
da yoğunlaşması sonucunu vermekte, bu süreçte doğal olarak Bakanlığımın görevleri ile ilgi
ve faaliyet alanları da giderek genişlemektedir. Yeni Teşkilat Kanunumuzun Temmuz ayında
Yüce Meclisimiz tarafından kabul edilmesi, hızla artan insan kaynakları ihtiyacımızın
karşılanması ve Teşkilatımızın değişen koşullara uygun biçimde yeniden yapılandırılması
yönünde önemli bir adım olmuştur.
T
Esasen diğer pek çok ülkede de Dışişleri Bakanlıkları benzer değişim, dönüşüm ve reform
süreçlerinden geçmektedir. Zira dünyada siyasi, ekonomik ve kültürel düzlemlerde dinamik bir
geçiş dönemi yaşanmakta, bu alanlarda alışılagelmiş model ve kalıplar sorgulanmakta ve
dengeler yeniden kurulmaktadır. Bu dönüşümlerle eşzamanlı olarak, değişen koşullara ve
beklentilere cevap verecek yeni bir dünya düzeni kurulmasına yönelik çabalar da giderek hız
kazanmaktadır.
Değişen dünyada sorunların niteliği de değişmektedir. Küreselleşme olgusunun artan mali
krizler, küresel ısınmanın olumsuz etkileri ve siber saldırılar gibi yeni sorunları gündeme
getirdiği bir gerçektir. Buna karşılık, sözkonusu süreç, aynı zamanda ekonomik büyümenin de
itici gücünü teşkil etmekte, uluslararası alanda işbirliği imkânlarını ve karşılıklı bağımlılığı
artırmakta ve dünyada büyük ölçekli çatışma riskini azaltıcı bir etki yapmaktadır.
Mevcut uluslararası ortama hâkim olan bu karmaşık tablo, belirsizlik ve endişelerin yanısıra
geleceğe yönelik iyimserlik nedenlerini de içinde barındırmaktadır. Uluslararası danışma ve
karar alma süreçlerinin daha demokratik hale getirilmesi yönündeki anlayışın yaygınlaşmaya
başlaması olumlu unsurlara bir örnektir.
Öte yandan, küresel değişim rüzgârlarının daha güçlü biçimde esmeye başladığı mevcut
koşullarda pasif/reaktif tutumlar sürdürülebilir olmaktan çıkmakta, katılımcılık, sorumluluk alma
ve liderlik sergileme, uluslararası alanda sözsahibi olabilmenin temel şartı haline gelmektedir.
Böyle bir tablo içinde, geleceğe ilişkin bir vizyon geliştirebilen, gelişmelerin peşinden
sürüklenmeyi değil yönünü tayin etmeyi seçen ve bu doğrultuda tüm milli güç unsurlarını etkili
biçimde kullanabilen ülkeler, uluslararası alanda nazım bir rol oynayacaklardır. İşte Türkiye,
gerek standartları giderek yükselen demokrasisi ve sağlam temellere oturtulan ekonomisi, gerek
uyguladığı akılcı dış politika sayesinde, bu gruptaki ülkeler arasına şimdiden girmiş durumdadır.
Birçok ülke ve bölgeyle coğrafi, tarihi, stratejik, ekonomik ve kültürel açılardan sahip
olduğumuz güçlü bağlar da dış politikamızda bize geniş imkânlar sunmaktadır. Bununla birlikte,
bu avantajları yakın geçmişe kadar çeşitli nedenlerle tam olarak değerlendirememiş olduğumuz
bir vakıadır. Ancak bu durum artık değişmiştir. Paylaşılan bir tarih, coğrafya ve kültürden
kaynaklanan ortak paydaların ortak faydalara tahvil edilebilmesi sayesinde, bölgesel
politikalarda “sorunları” ön plana çıkaran anlayıştan “işbirliği ve entegrasyon” paradigmasına
6
geçilmiş, bu şekilde mevcut sorunların kalıcı biçimde çözümüne de zemin hazırlanmaya
başlanmıştır. Türkiye bu süreçte uyguladığı önalıcı politikalarla önce yakın komşularıyla çatışma
riskini gündemden çıkarmış, ardından çevresinde dalga dalga genişleyen ortak işbirliği ve refah
alanları kurma yönünde ciddi bir atılım içine girmiştir.
Bu hamlelerimizde bize temel bazı ilkeler rehberlik etmiştir. Siyasi sorunların çözümünde
inisiyatif alıp etkin roller üstlenmeyi, güvenliğin herkes için eşit olarak artırılmasını, ülkeler
arasında siyasi diyaloğu geliştirmeyi, bölgesel kuruluşlarla stratejik ilişkiler kurmayı,
Türkiye‟nin uluslararası kuruluşlardaki temsil düzeyini yükseltmeyi, kültürler arasında karşılıklı
saygı ve uyumu teşvik etmeyi ve bölgesel ekonomik işbirliğini azami düzeye çıkarmayı, hem
ulusal çıkarlarımızın korunması hem de barış ve istikrarın yaygınlaştırılması açısından
vazgeçilmez önemde gördük. Kararlılıkla uyguladığımız bu ilkelerin olumlu sonuçlarını aldık ve
almaya devam ediyoruz.
Esasen yukarıda değindiğim küresel dinamikler dikkate alındığında, dış politikadaki
hedeflerimize ulaşmanın daha etkili başka bir yolunun bulunmadığı da görülecektir. Değindiğim
ilkeler doğrultusundaki özgüvenli bir dış politikanın, aynı zamanda, büyük önder Atatürk‟ün
“Yurtta Sulh Cihanda Sulh” şiarına da en uygun hareket tarzını teşkil ettiği inancındayım.
Dış politikamız değişen koşullara kendisini uyarlamakta, ancak bunu yaparken temel
yönelimlerini de korumaktadır. Bu çerçevede, Türkiye‟nin, aynı zamanda bir parçası olduğu Batı
ailesi ve kurumları içindeki konumunun daha da geliştirilmesine ayrı bir önem veriyoruz. NATO
üyeliğimizin, Transatlantik ilişkilerimizin ve Avrupa Birliği‟ne katılım sürecimizin dış
politikamız içindeki değer ve ağırlığında hiçbir azalma olmamıştır. Geniş bir küresel ufka sahip
olan Türkiye, diğer tüm yönlerde olduğu gibi Batı yönünde sahip olduğu dostlukları, kurduğu
işbirliği halkalarını ve edindiği kazanımları da koruyup geliştirmeye kararlıdır.
Uluslararası alanda üstlendiğimiz sorumluluklar, barış ve istikrara katkılarımız, gelişmekte olan
ülkelere kalkınma yardımlarımız, demokrasimiz ve ekonomik dinamizmimizle desteklenen
kültürel etkimiz ve ince gücümüz, küresel ölçekte yeni ve olumlu bir Türkiye algılaması
yaratmıştır. Artık ilkeli yaklaşımlarıyla birçok konuda uluslararası gelişmelerin seyrini tayin
edebilen, dostluğu, işbirliği ve katkıları giderek daha fazla aranan bir ülke haline geldiğimiz
kuşku götürmez bir gerçektir.
Cumhuriyetimizin 87. kuruluş yıldönümünde kendi öz kaynaklarımız ve gayretlerimizle
ulaştığımız bu konum kuşkusuz gurur vericidir. Ancak Türkiye gerek ulusal gelişmişlik
göstergelerinde gerek uluslararası etkinlik düzeyinde çıtayı çok daha üst seviyelere çıkarma
potansiyeline ve kararlılığına sahiptir. Cumhuriyetimizin 100. kuruluş yıldönümü geldiğinde
ülkemizin, siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda dünyanın en etkin ilk 10 ülkesi arasına girmiş
çok daha güçlü ve büyük bir Türkiye olacağından kuşku duymuyorum. Bu süreçte Bakanlığım
da üzerine düşen ve düşebilecek tüm görevleri aynı sorumluluk ve hizmet anlayışıyla yerine
getirmeye ve yükselen Türkiye‟ye kendi katkılarını sağlamaya devam edecektir.
7
AVRUPA BĠRLĠĞĠ
Avrupa Birliği‟ne katılım, bir devlet politikası ve Türkiye‟nin stratejik hedefi olarak
gündemimizin öncelikli maddesini oluşturmaya devam etmektedir.
Bölgesinde güven ve istikrar unsuru olan Türkiye‟nin AB üyeliği, evrensel değerleri geniş bir
coğrafyaya yaymak ve ortak refah ve güvenliği artırmak için vazgeçilmez niteliktedir. Türkiye,
bu anlayışla, tam üyelik hedefi doğrultusunda kararlılıkla ilerlemeyi sürdürmektedir. Bu
bağlamda, 3 Ekim 2005‟te başlayan katılım müzakereleri sürecinde, Yüce Meclisimizin çatısı
altında tarihi nitelikte reformlar hayata geçirilmiştir. Sözkonusu reformlar, her şeyden önce
halkımızın yaşam standartlarının yükseltilmesi bakımından önem arzetmektedir. Halkımızın
sürece olan samimi inancı ve Yüce Meclisimizin iradesi, bu zorlu süreçteki en değerli güç ve
moral kaynağımızdır.
AB‟ye üyelik hedefinden ve bu kapsamda kazanılmış haklarımızdan hiçbir şekilde taviz
verilmeyecektir. Türkiye-AB ilişkilerinin tarihi ve ahdi temeli, bazı Avrupalı liderlerin iç siyasi
mülahazalarına göre değiştirilemeyecek kadar sağlam ve köklüdür. Türkiye‟nin bu tarihi
tercihinin, AB‟nin inandırıcılığı ve geleceğin dünyasındaki rolünün güçlendirilmesi açısından
AB tarafından da benimsenmesi gerektiği, AB Komisyonu ve üye ülkelerin büyük çoğunluğunca
artan biçimde ve gür bir sesle dile getirilmektedir. Bu yapıcı anlayış, katılım sürecimizin
devamında kaydadeğer rol oynamaktadır.
Türkiye, katılım müzakerelerini tam üyelik hedefiyle sürdürmektedir. Bu yoldaki kararlılığımız
her vesileyle Brüksel‟de ve AB ülkelerinin başkentlerinde yaptığımız temaslarda
muhataplarımızın dikkatine getirilmektedir.
Katılım sürecimizde bugüne dek 13 fasıl müzakerelere açılmış olup (“Bilim ve Araştırma-25”,
“İşletme ve Sanayi Politikası-20”, “İstatistik-18”, “Mali Kontrol-32”, “Tüketicinin ve Sağlığın
Korunması-28”, “Trans Avrupa Şebekesi -21”, “Şirketler Hukuku-6”, “Fikri Mülkiyet Hukuku7”, “Sermayenin Serbest Dolaşımı-4”, “Bilgi Toplumu ve Medya-10”, “Vergilendirme-16”,
“Çevre-27” ve “Gıda Güvenliği, Hayvan ve Bitki Sağlığı-12”), bunlardan biri (Bilim ve
Araştırma) geçici olarak kapatılmıştır.
İlgili tüm kurumlarımız, AB müktesebatına uyum konusunda gerekli çalışmaları sürdürmektedir.
Bu çerçevede, açılmamış olan fasılların açılış kriterlerinin karşılanması ve hâlihazırda açılmış
olan fasılların kapanış kriterlerinin karşılanmasına yönelik çalışmalar devam etmektedir.
Türkiye‟nin reform süreci kapsamında özellikle son yıllarda atmış olduğu adımlar, AB‟ne
katılım yolundaki iradesinin ne denli kuvvetli olduğunun bir göstergesidir. Ülkemiz AB üyeliği
hedefi doğrultusunda kapsamlı bir dönüşüm sürecinden geçmekte ve siyasi alanda geniş ölçekli
reformlar gerçekleştirmektedir.
8
2003 yılında kurulan Reform Ġzleme Grubu (RİG) iki ayda bir Dışişleri Bakanı, Devlet Bakanı
ve Başmüzakereci, İçişleri ve Adalet Bakanlarının katılımıyla toplanmaktadır. RİG, bu yıl içinde
28 Şubat, 9 Nisan, 26 Temmuz, 17 Eylül ve 14 Aralık tarihlerinde toplanmıştır.
Kopenhag siyasi kriterleri doğrultusunda hazırlanan ve 12 Eylül 2010 tarihinde düzenlenen
referandumla kabul edilen anayasa değişikliği paketi, reform sürecindeki kararlılığımızı gösteren
en son somut gelişmedir. Yapılan değişiklikler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarıyla
saptanan eksikliklerin giderilmesi ile Avrupa Konseyi ve BM bünyesindeki pek çok uluslararası
mekanizmanın yanısıra AB‟ye üyelik müzakereleri çerçevesinde gerekli kriterlerin karşılanması
açısından da önemli bir aşama teşkil etmiştir. Pakette yeralan değişikliklerin uygulamaya
konulması için yapılacak gerekli yasal düzenlemeleri içeren Eylem Planı, 27 Eylül 2010
tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilmiştir. Bu çerçevede, Yüce Meclisimizin
açılmasıyla hızlı bir yasama süreci başlatılmıştır.
2010 yılında ülkemizde demokratikleşme alanında atılan adımlar anayasa değişikliği paketinin
kabulüyle sınırlı değildir. Hükümetimiz, sivil toplum kuruluşları dâhil, toplumumuzun çeşitli
kesimleriyle kapsamlı bir diyalog süreci yürütmektedir.
Yoğun bir reform gündemiyle geçen 2010 yılının sonlarına yaklaşılırken, AB Komisyonu
Ġlerleme Raporu ve GeniĢleme Stratejisi Belgesi 9 Kasım 2010 tarihinde yayınlanmıştır.
2010 İlerleme Raporu‟nda, başta anayasa değişiklikleri olmak üzere ülkemizde son bir yıl
içerisinde gerçekleştirilen siyasi reformlara geniş yer verilmektedir. Kayda geçirilen olumlu
tespitler, vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerinin en yüksek evrensel standartlara
yükseltilmesini amaçlayan çalışmaların bir yansımasıdır.
Raporda ayrıca, ülkemizin uygulamakta olduğu ekonomik istikrar programının ve temel
sektörlerde gerçekleştirdiği yapısal reformların Türk ekonomisinin krizlere direncini artırdığı
vurgulanarak, Hükümetimizce bu alanda izlenen disiplinli ve tutarlı politikanın başarısı teslim
edilmektedir.
Müzakere fasıllarının çoğunluğunda ilerleme kaydedildiğinin de vurgulandığı raporun ortaya
koyduğu tablo, Türkiye‟nin AB sürecinde bütün kurum ve kuruluşlarıyla topyekûn bir çalışma
içerisinde olduğuna işaret etmektedir.
Raporda olumlu tespitlere geniş ölçüde yer verilirken, AB müktesebatına uyum sürecinde
ülkemizce atılması beklenen ilave adımlara ve zaman içinde giderilmesi beklenen eksikliklere de
değinilmesi doğaldır. AB‟ye aday olan her ülkeden, üyeliğe kadar olan süre zarfında kademeli
olarak müktesebatın tüm unsurlarını yerine getirmesinin beklenmesi hiç şüphesiz müzakere
sürecinin doğası gereğidir. Esasen, bu yönde hayata geçirilmesi öngörülen çalışmalar
Hükümetimiz tarafından Ulusal Programlar ve Eylem Planı vasıtasıyla ilan edilmiştir.
Diğer yandan, tüm gayretlerimize rağmen Kıbrıs konusunda çözüm sürecinde arzu edilen
gelişme henüz sağlanamamıştır. Bu durum ne Kıbrıs Türk tarafı ne de Türkiye‟den
kaynaklanmıştır. Hal böyleyken raporda Türk tarafından aktif destek beklentisine dair ifadeler
9
yeralması yadırganmıştır. AB, çözümün önünü açmak istiyorsa, bu gerçekleri göz önünde
bulundurmalı ve öncelikle Kıbrıs Türklerinin izolasyonuna son vermek için 26 Nisan 2004 tarihli
Konsey Kararı ile üstlendiği yükümlülüklerini yerine getirmelidir.
İlerleme Raporu ve Genişleme Stratejisi Belgesinde, ülkemizin dış politikada attığı yapıcı
adımların geniş bir biçimde yansıtılması ve aktif dış politikamızın AB için bir kazanım olarak
değerlendirilmesi memnuniyet vericidir.
Raporda yer alan hususlar hakkında ülkemizin ayrıntılı görüş ve değerlendirmeleri her yıl olduğu
gibi bu yıl da Komisyon‟a iletilecektir. Ayrıca, çalışmaları süren mevzuat ve uygulamalar
hakkında da Komisyon‟a bilgi verilerek, bu alanda kaydedilen ilerlemelerin müteakip ilerleme
raporlarında yer alması sağlanacaktır.
14 Aralık 2010 tarihinde gerçekleştirilen AB Genel İşler Konseyi Toplantısı‟nda, ülkemizin de
dâhil olduğu genişleme sürecinin mutabık kalınmış olan ilkeler ve kararlar temelinde
ilerletilmesine yönelik kuvvetli destek yinelenmiştir. Toplantı sonunda yayınlanan Sonuçlar‟ın
ülkemize ilişkin bölümünde, müzakere sürecine bağlılığımız ve Anayasa değişikliği paketi başta
olmak üzere siyasi reformlar alanında kaydettiğimiz ilerlemelerden övgüyle söz edilmekte,
ülkemizin aktif dış politikasına da değinilerek, Türkiye ve AB‟nin birlikte oynayabilecekleri role
vurgu yapılmaktadır. Ülkemizde gerçekleştirilen terörist eylemler kınanmakta ve PKK‟nın AB
terör örgütleri listesinde yer aldığı bir kez daha kayda geçirilmektedir.
Ayrıca, Sonuç Bildirisi‟nde Kıbrıs sorunu ve Ek Protokol‟ün uygulanması bağlamında
uluslararası hukukla bağdaşmayan ifadelere yer verilmiştir. Bakanlığımızca 14 Aralık 2010
tarihinde yapılan açıklamada, Kıbrıs sorununun çözüm yerinin AB Konseyi Sonuç Bildirileri
değil BM Genel Sekreterinin iyi niyet misyonu çerçevesinde sürdürülen kapsamlı müzakereler
olduğu ve AB üyesi dostlarımızın bu süreci güçlü bir şekilde desteklemelerinin beklendiği
vurgulanmıştır.
AB genişlemesine ilişkin AB içinde süren tartışmalar Türkiye‟ye yönelik taahhütler itibarıyla
tabiatıyla tarafımızdan yakından izlenmektedir. Hakkımız olan tam üyelik, hukuki ve siyasi
sonuç doğuracak şekilde, pek çok AB belgesinde yer almaktadır. AB Komisyonu‟nun 2006
Genişleme Stratejisi Belgesi özellikle vurgulanmalıdır. Sözkonusu belgede, mevcut genişleme
gündeminin Türkiye ve Batı Balkan ülkelerini içerdiği, keza AB Konseyi‟nce bu ülkelere gerekli
koşulları yerine getirmeleri halinde açık biçimde üyelik perspektifinin verildiği kuşkuya mahal
kalmayacak açıklıkta ifade edilmektedir.
Genişleme sürecinin etkili bir biçimde sürdürülebilmesi için AB‟nin öncelikle iç kurumsal
reformunu tamamlaması gerektiği tezi, son yıllarda AB içinde gündeme getirilmekte ve genel
kabul görmekteydi. Ancak, Lizbon Antlaşması‟nın Aralık 2009‟da yürürlüğe girmesiyle birlikte
AB‟nin kurumsal yapısında ve işleyişinde kaydedilmekte olan gelişmeler sonucunda bu tez
geçerliliğini kaybetmektedir.
10
AB‟nin karar alma mekanizmalarını etkinleştiren, AB vatandaşlarının temel hak ve
özgürlüklerini daha da genişleten hükümler içeren Lizbon Antlaşması, AB‟nin gelişim sürecinde
önemli bir dönüm noktası teşkil etmektedir.
Avrupa‟nın geleceğine ilişkin Düşünce Grubu'nun hazırlayarak geçtiğimiz Mayıs ayında AB
Konseyi Başkanı‟na sunduğu “2030 Avrupa Projesi-Sınamalar ve Fırsatlar” başlıklı raporda da
teyit edildiği üzere, AB‟nin çeşitli nedenlerle kendisini yapay coğrafi ve düşünsel sınırlar içine
kapatması ciddi ekonomik, siyasi ve sosyal sınamalara yol açabilecek stratejik bir hata olacaktır.
Keza AB, bu yönde alacağı bir kararla, genişleme sürecinin kendisine sağlayacağı sosyoekonomik kazanımlardan da mahrum kalacaktır. Zira uluslararası etkinliği gerekli düzeye
ulaşamamış, ekonomik ve siyasi etki alanı daralmış bir AB‟nin hem mevcut sorunlarla mücadele
için imkânları azalacak, hem de geleceğe dönük etkin bir siyasi güç olma vizyonu
zayıflayacaktır.
AB, dünya tarihinin en önemli barış projelerinden biridir. Türkiye içinde yer almadıkça bu
projenin tekemmül edemeyeceği, sadece AB içinde değil, yakın coğrafyamızda hatta dünya
genelinde artan biçimde vurgulanmaktadır. Bu küresel desteğin bilinciyle hareket etmek ve
reform sürecimizi kararlılıkla sürdürmek, AB içinde Türkiye‟nin üyeliğine karşı çıkanlara en
güçlü yanıtı oluşturacaktır.
AB ile katılım müzakereleri sürdüren aday ülke statümüz ve yarım asırlık ortaklık
ilişkilerimizden kaynaklanan müktesep haklarımız çerçevesinde, vatandaşlarımızın AB
ülkelerine seyahatlerinde vize konusunda karşılaştıkları sıkıntıların aşılmasına büyük önem
veriyoruz. Bu bağlamda, sonucunda vize muafiyeti sağlanmasına yönelik bir sürecin başlatılması
için AB makamları ve AB ülkeleri nezdinde yoğun girişimler ve çalışmalar gerçekleştiriyoruz.
AMERĠKA BĠRLEġĠK DEVLETLERĠ
Türkiye ve ABD iki güçlü müttefik ve ortaktır. Türkiye-ABD işbirliği Irak, Afganistan, Pakistan,
Orta Doğu, Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya gibi çok geniş bir coğrafyayı ve İran‟ın nükleer
programı meselesine diplomatik çözüm arayışları, terörle mücadele, enerji arz güvenliği ve
küresel mali krizle mücadele gibi kritik önem taşıyan konuları kapsamaktadır.
Gücünü paylaştığımız ortak değerler ve ideallerden alan ve yoğun ortak gündemimiz
çerçevesinde yürütülen bu işbirliği sadece ikili açıdan değil, küresel ve bölgesel açıdan da önem
taşımaktadır. Zaman zaman yöntemde farklılıklar olsa da işbirliğimizin amacı birdir. Bu amaç,
barış, istikrar ve refahın teminine yönelik çabalara beraberce olumlu katkı yapabilmektir.
ABD Başkanı Obama Nisan 2009‟da ülkemize yaptığı ilk denizaşırı ikili resmi ziyareti sırasında
ilişkilerimizi “Model Ortaklık” olarak nitelendirmiş, bu ziyarette iki ülke ilişkilerinin ekonomik,
ticari, yatırım ve teknolojik boyutlarının, siyasi, askeri ve güvenlik ilişkilerimizle orantılı bir
düzeye çıkarılabilmesi hususunda en yüksek düzeyde ortak bir anlayışa varılmıştı. Yapılan
çalışmalar neticesinde, Sayın Başbakanımızın Aralık 2009‟da ABD‟yi ziyareti sırasında hayata
geçirilen “Ekonomik ve Ticari Stratejik İşbirliği Çerçevesi” isimli mekanizmanın Bakanlar
11
düzeyindeki ilk toplantısı 19 Ekim 2010 tarihinde Vaşington‟da düzenlenmiştir. Yeni
Mekanizma uyarınca kurulacak İş Konseyi‟nin de önümüzdeki dönemde faaliyete geçmesiyle
birlikte, ikili ticari ilişkilerimizin özel sektörün katkılarıyla iki yakın müttefik ülkeye yakışır
boyutlara taşınması hedeflenmektedir. Teknolojik ilişkilerin ve işbirliğinin geliştirilmesi hedefi
doğrultusunda da “Türkiye-ABD Bilimsel ve Teknolojik İşbirliği Anlaşması” 20 Ekim 2010
tarihinde Vaşington‟da imzalanmıştır.
Dış politikamızın önemli sacayaklarından birini teşkil eden ABD ile ilişkilerin ulusal
çıkarlarımız doğrultusunda, ülkemizin bölgesinde ve ötesinde oynadığı yapıcı rol temelinde ve
iki ülkenin dış politika gündemini meşgul eden ortak konular çerçevesinde geliştirilerek
sürdürülmesi öngörülmektedir.
Son dönemlerde ABD basınında ve Kongre‟de, aslında ikili ilişkilerimizle doğrudan ilgili
olmayan gelişmelerin etkisiyle, yanlış anlamalardan kaynaklanan haksız eleştiriler ortaya
çıkmıştır. Bu çerçevede, H. Res. 252 rumuzlu, Osmanlı İmparatorluğu‟nun son dönemi ve
Kurtuluş Savaşımız sırasında “Ermenilere yapılan soykırım”ın tanınmasına yönelik karar tasarısı
4 Mart 2010 tarihinde ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi‟nde kabul edilmiştir.
Tasarının görüşülmesinden önce başta ABD Dışişleri Bakanlığı olmak üzere ABD makamları
nezdinde her seviyede girişimde bulunulmuş ve böyle bir tasarının, kabul edilmesi halinde, gerek
Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesi sürecine, gerek Türkiye-ABD ilişkilerine zarar
verme potansiyelini beraberinde getirdiğine dikkat çekilmiştir. Tasarının Dış İlişkiler
Komitesi‟nde görüşülmesinden önce TBMM Dışişleri Komisyonu‟nun üyelerinden oluşan bir
heyet ABD‟yi ziyaret ederek, konuya ilişkin görüşlerimizi ilk elden aktarmıştır. Tüm
girişimlerimize rağmen kabul edilen tasarının Temsilciler Meclisi Genel Kurulu‟na getirilme
olasılığına binaen konu yakından izlenmeye devam edilmektedir.
Yanlış anlamaların giderilmesi, ilişkilerimizin ve işbirliğimizin daha iyi algılanmasına yönelik
olarak Türkiye-ABD işbirliğinin doğasının ve taşıdığı önemin başta Kongre olmak üzere bazı
çevrelere daha yoğun bir şekilde anlatılması yönündeki çalışmalar etkin bir şekilde
sürdürülmektedir. Bu çerçevede, 27-30 Kasım 2011 tarihlerinde Vaşington‟a yaptığım ziyaret
sırasında, ABD Dışişleri Bakanı Clinton ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Donilon ile yaptığım
kapsamlı ve yararlı görüşmelere ilaveten, Kongre üyeleriyle de özellikle biraraya geldim. Kongre
üyeleri ile yaptığım temaslarda kendilerini Türk Dış Politikası hakkında ilk elden bilgilendirdim
ve Türkiye-ABD ilişkileri ile işbirliğinin önemine değindim.
Öte yandan, ziyaretim ABD Dışişleri Bakanlığı‟na ait gizli diplomatik yazışmaların internet
üzerinden yayınlanmaya başlamasının hemen ertesine denk geldiği cihetle, Dışişleri Bakanı
Clinton ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Donilon görüşmemizde bu konuya da değinerek,
sözkonusu belgelerde ülkemizle ilgili hususların yer almasından dolayı özür dilemiş ve bu üzücü
olayın ikili ilişkilerimizi etkilememesi hususunda mutabık kalınmıştır.
BATI AVRUPA ÜLKELERĠ
12
Almanya Federal Cumhuriyeti (AFC) ile tarihsel derinliğe sahip, ekonomik, askeri, siyasi,
sosyal ve insani boyutları olan, kapsamlı ve çok yönlü ilişkilerimizin geliştirilmesine büyük
önem atfediyoruz. Almanya ile mevcut işbirliğimizin çeşitlendirilmesi ve güçlendirilmesi için
yoğun çaba gösteriyoruz.
2010 yılında karşılıklı üst düzey ziyaretler çarpıcı bir ivme kazanmıştır. AFC Cumhurbaşkanı
Christian Wulff 18-22 Ekim 2010 tarihlerinde, Şansölye Angela Merkel 29-30 Mart 2010
tarihlerinde, Şansölye Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle ise 6-8 Ocak 2010 ve
27-28 Temmuz 2010 tarihlerinde ülkemizi ziyaret etmişlerdir.
Son olarak, Sayın Başbakanımızla birlikte 8-9 Ekim 2010 tarihlerinde AFC‟ye
gerçekleştirdiğimiz ziyaret vesilesiyle Şansölye Merkel ile yaptığımız görüşme, ikili
ilişkilerimizin bir kez daha tüm veçheleriyle ele alınmasına imkân vermiştir.
AFC Cumhurbaşkanının ziyareti Türk-Alman ilişkilerinde son derece önemli bir dönüm
noktasını oluşturmuştur. Bu ziyaretin, hem ülkemizde hem de Almanya‟da olumlu biçimde
yansımış olmasından memnuniyet duyuyoruz.
Türkiye‟nin AB üyeliği sürecinde her zaman öncü bir rol oynayan Almanya‟nın, Türkiye-AB
ilişkilerinde “ahde vefa” ilkesine riayet etmekte olduğu görülmektedir.
Almanya‟da 3 milyonu aşkın vatandaşımız yaşamaktadır. Vatandaşlarımız iki ülke arasında
güçlü bir bağ oluşturmaktadır. Vatandaşlarımızın büyük çoğunluğunun Almanya‟ya gereğince
uyum sağladığını düşünüyoruz. Ancak, Almanya‟nın göç konusundaki mevzuatında Almanya‟da
yaşayan vatandaşlarımızı olumsuz yönde etkileyen bazı hükümler de yer almaktadır. Bunların
değiştirilmesini her vesileyle ve her düzeyde Alman yetkililerle yaptığımız bütün temaslarda dile
getirmekteyiz. İkili ilişkilerimiz çerçevesinde terörizmle mücadelede işbirliği önemli bir yer
tutmaktadır. Almanya ülkemizin en büyük Avrupalı ticaret ortağıdır. 2008 yılında 31,6 milyar
Dolar olan ikili ticaret hacmi küresel ekonomik krizin etkisiyle 2009 yılında 23,8 milyar Dolara
gerilemiştir. Buna rağmen 2009 yılında Almanya ülkemizin birinci ticaret ortağı olmuştur. 2010
yılının ilk on ayında ise bu ülkeye yaptığımız ihracat 9,3 milyar Dolar, bu ülkeden yaptığımız
ithalat ise 13,7 milyar Dolardır.
Ekim 2010 itibariyle ülkemizde yaklaşık 4.335 Alman sermayesine sahip firma faaliyet
göstermektedir. Türk firmalarının Almanya‟daki yatırımları ise, ağırlıklı olarak Almanya‟da
yerleşik Türk vatandaşlarının bu ülkede sahip oldukları küçük ve orta ölçekli işletmelerden
oluşmaktadır. Bu firmaların sayısı yaklaşık 70.000‟e ulaşmıştır. Sözkonusu işletmeler, yaklaşık
30 milyar Avro tutarında iş hacmine sahip olup, 9 milyar Avroya yakın yatırımla yaklaşık
350.000 kişiye istihdam imkânı sağlamaktadır.
2009 yılında 4,5 milyon, 2010‟un ilk on ayında 3,9 milyon Alman turist ülkemizi ziyaret
etmiştir.
Avrupa‟nın önemli ülkelerinden birisi olan Ġngiltere‟yle ülkemiz arasında köklü tarihi bağlar
mevcuttur. Son dönemde, İngiltere terörizm, iltica, yasadışı göç, uyuşturucu ve insan ticareti gibi
13
sınır aşan suçlar, ayrıca enerji arz ve güvenliği ve iklim değişikliği konularında ülkemizle
mevcut işbirliğini geliştirmeye yönelmiştir. Terörizmle mücadele konusunda kurumsallaşmış
etkin bir işbirliği mekanizmamız mevcuttur.
Geçtiğimiz Mayıs ayında İngiltere‟de yapılan genel seçimler sonrasında iktidara gelen
Muhafazakâr Parti ve Liberal Demokrat Parti arasında kurulan koalisyon Hükümeti ülkemizle
ilişkilere büyük önem atfettiğini açıklamış ve münasebetlerimizin her alanda geliştirilmesini
arzuladığını çeşitli vesilelerle kamuoyuna duyurmuştur.
8 Temmuz 2010 tarihinde İngiltere‟ye yaptığım ziyaret sırasında “Türkiye-İngiltere Stratejik
Ortaklık Belgesi”nin güncellenmesi hususunda mutabakata varılmış, İngiltere Başbakanı
Cameron‟un 27-28 Temmuz 2010 tarihinde ülkemize gerçekleştirdiği ziyaret vesilesiyle
sözkonusu belge güncellenerek imzalanmıştır.
2010 yılı içerisinde İngiltere‟yle karşılıklı ziyaretler de ivme kazanmıştır. Sayın
Cumhurbaşkanımız “Chatham House” ödülünü almak üzere 6-9 Kasım 2010 tarihlerinde, Sayın
Başbakanımız ise 15-16 Mart 2010 tarihlerinde İngiltere‟yi ziyaret etmişlerdir. Ben de 11-12
Ocak 2010 ve 7-8 Temmuz 2010 tarihlerinde bu ülkeye resmi ziyaretler gerçekleştirdim.
İngiltere ülkemizin AB üyelik sürecini destekleyen ülkelerin başında gelmektedir. Özellikle
Avrupa‟da yaşanan değişim sürecinde Türkiye‟nin Batı sistemi içerisinde yerini alması gerektiği
görüşünü savunmaktadır.
İngiltere ile ilişkilerimizin bir diğer önemli boyutunu bu ülkede yaşayan 400 bin civarındaki
Türk nüfus oluşturmaktadır. ABD‟den sonra lisans ve lisansüstü öğrenim bakımından en fazla
öğrencimiz İngiltere‟de bulunmaktadır. Diğer taraftan, ülkemizde ikamet etmeye başlayan İngiliz
vatandaşlarının sayısında da son yıllarda bir artış gözlenmektedir.
İngiltere ile ikili ticaret hacmimiz 2009 yılında 9,4 milyar Dolar olarak gerçekleşmiştir. 2010‟un
ilk on ayında İngiltere‟ye ihracatımız yaklaşık 5,8 milyar Dolar, bu ülkeden ithalatımız ise 3,7
milyar Dolardır.
Türkiye ile Fransa arasında 400 yıllık bir geçmişe dayanan köklü tarihi bağlar bulunmaktadır.
Sosyal, ekonomik, kültürel ve askeri boyutları bulunan ikili ilişkilerimizin geliştirilmesine büyük
önem atfetmekteyiz. Fransa‟da yaşayan 500.000‟den fazla vatandaşımız ilişkilerimizin
çeşitlendirilmesinde ve derinleştirilmesinde büyük önemi haizdirler. Bu çerçevede, Fransa‟yla
işbirliğinin her alanda geliştirilmesinde ülkemizin stratejik çıkarı bulunduğuna inanıyorum.
Fransa, AB içindeki ağırlıklı ve belirleyici konumuyla, AB katılım sürecimizde kilit öneme
sahiptir. Geçmiş Fransız Hükümetleri, inişli çıkışlı da olsa, Türkiye‟ye AB üyelik perspektifi
verilmesi konusunda yapıcı bir tutum sergilemişlerdir.
Bugüne baktığımızda ise, Fransa, AB ülkeleri içinde, genişlemenin ve bu bağlamda ülkemizin
AB üyeliğinin en geniş biçimde tartışıldığı ülkelerden biridir. Fransa, müzakere sürecimizde
14
ilave 5 faslın müzakereye açılmasını engellemektedir. Bu durumun kabul edilemez olduğu ve
AB hukukuyla bağdaşmadığı her vesileyle Fransız makamlarına vurgulanmaktadır.
Diğer taraftan, Fransa Ulusal Meclisi‟nde 2006 Ekim ayında kabul edilen“Ermeni soykırımının
inkârının cezalandırılması” konulu yasa teklifi, kamuoyumuzu ve Fransa‟da yaşayan
vatandaşlarımızı derinden yaralamış, tarafımızda infial yaratmış ve Türkiye-Fransa ilişkilerini
olumsuz yönde etkilemiştir. Teklifin Senato gündemine alınmamış olması not edilmiştir.
1 Temmuz 2009 - 31 Mart 2010 dönemini kapsayan 9 aylık sürede, ülkenin önemli şehirlerinde
400 civarında sanat ve kültür faaliyeti düzenlenmesini içeren ve Fransız yönetimiyle ortaklaşa
düzenlenen Fransa‟da Türkiye Mevsimi etkinlikleri, Fransız kamuoyunun Türk Kültürünü ve
insanını daha yakından tanımasına imkân veren önemli bir kamu diplomasisi girişimimizi
oluşturmuştur.
Türkiye Mevsimi etkinlikleri kapsamında, Sayın Başbakanımız, 6-7 Nisan 2010 tarihlerinde
Fransa‟ya resmi bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Sayın Başbakanımız bu ziyarette, Cumhurbaşkanı
Nicolas Sarkozy, Başbakan François Fillon, Senato Başkanı Gérard Larcher ve Ulusal Meclis
Başkanı Bernard Accoyer ile görüşmüştür. Ayrıca Paris‟te 8.000 civarında vatandaşımıza hitap
etmiştir.
Mevkidaşım Fransa Dışişleri ve Avrupa İşleri Bakanı Bernard Kouchner de 11-12 Ekim 2010
tarihlerinde davetime icabetle ülkemizi ziyaret etmiştir. Ziyaret çerçevesinde, Sayın
Cumhurbaşkanımız, Sayın Başbakanımız tarafından kabul edilmiştir. Devlet Bakanı ve
Başmüzakereci Sayın Egemen Bağış ile de görüşmelerde bulunmuştur.
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy‟nin de gelecek yılın ilk döneminde ülkemizi ziyaret
etmesi beklenmektedir.
Türkiye-Fransa dış ticaret hacmi 2009 yılında 13,3 milyar Dolar düzeyinde gerçekleşmiştir. 2010
yılının ilk on ayında ikili ticaret hacmi 11,4 milyar Dolardır.
2009 yılında ülkemizi 933 bin Fransız turist ziyaret etmiştir. Bu rakam 2010‟un ilk on ayında
850 bin olmuştur.
Türkiye ve Ġtalya arasında da tarihe dayanan köklü ilişkiler bulunmaktadır. Dost ve müttefik bir
Akdeniz ülkesi olarak değerlendirdiğimiz ve yoğun ilişkiler içinde bulunduğumuz İtalya‟yla
süregelen çok boyutlu ilişkilerimiz mevcuttur. İtalya ve Türkiye, ekonomik açıdan birbirleri için
vazgeçilemeyecek işbirliği ortaklarıdır.
İtalya, ülkemizin AB üyeliğini destekleyen ülkeler arasında ön sıralarda yer almaktadır.
Giderek büyüyen ekonomik ilişkilerin yanısıra, İtalya Dışişleri Bakanlığıyla yürüttüğümüz siyasi
istişareler yapıcı bir işlev görmekte, turizm ve kardeş şehir ilişkileri gelişmekte ve genelde
Türkiye‟yi konu alan konferans, seminer, ekonomik veya diğer toplantılarda memnuniyet verici
bir artış olduğu gözlemlenmektedir.
15
Türkiye‟deki Stratejik Araştırmalar Merkezi ile İtalyan jeopolitik düşünce kuruluşu LIMES ve
İtalyan Unicredit Bankası‟nın işbirliğiyle, her yıl düzenli olarak benim ve İtalyan mevkidaşımın
eş-başkanlığında düzenlenen Türk-İtalyan Forumu toplantıları bu bağlamda somut bir örnek
olarak verilebilir. Forum‟un VII. toplantısı 8-9 Kasım 2010 tarihlerinde Roma‟da düzenlenmiştir.
8-9 Kasım 2010 tarihlerinde İtalya‟ya gerçekleştirdiğim ziyaret sırasında sözkonusu Forum‟a da
hitap ettim. Ziyaretim sırasında Cumhurbaşkanı Napolitano tarafından kabul edildim, ayrıca
mevkidaşım Frattini ile ülkelerimizi ilgilendiren ikili, bölgesel ve uluslararası konularda görüş
alışverişinde bulunduk.
Bir diğer ikili diyalog forumu olan Türk-İtalyan Medya Forumu‟nun üçüncü Toplantısı 2-3
Temmuz 2010 tarihlerinde İstanbul‟da yapılmıştır. Medya Forumu toplantıları, önde gelen basın
temsilcileri başta olmak üzere, iki ülke sivil toplum kuruluşlarını bir araya getirmekte ve
“Friendship Union Between Italy and Turkey” isimli dernek tarafından organize edilmektedir.
2008 yılında ülkemiz ile İtalya arasında iki ülkeden ilgili Bakanların da katılımıyla Başbakanlar
riyasetinde Zirve toplantılarının başlatılmış olması ülkelerimiz arasında son dönemde giderek
yoğunluk ve derinlik kazanan ilişkilerimize kurumsal bir çerçeve kazandırmaktadır. İkinci Zirve
toplantısının en kısa zamanda gerçekleştirilmesi amacıyla çalışmalarımız devam etmektedir.
Önümüzdeki dönemde de, İtalya‟yla işbirliğimize mevcut “İkili İlişkilerin ve İşbirliğinin
Güçlendirilmesine Yönelik Strateji Belgesi” çerçevesinde devam etmeyi öngörüyoruz.
İkili ticaret hacmimiz 2009‟da 13,5 milyar Dolar, 2010‟un ilk on aylık döneminde ise keza 13,5
milyar Dolar olarak gerçekleşmiştir.
Türkiye‟ye giriş yapan doğrudan yabancı sermayeye en çok katkıda bulunan ülkeler arasında
İtalya da yer almaktadır. Türkiye‟de 770 civarında İtalyan şirketi faaliyette bulunmakta olup, bu
şirketlerin doğrudan yatırıma ilişkin sermaye hisseleri 4,6 milyar Dolara yaklaşmıştır.
Ġspanya‟yla ikili ilişkilerimiz, 2006 yılında imzalanan “Türkiye ile İspanya Arasında İkili
İlişkilerin Güçlendirilmesine Yönelik Strateji Belgesi” çerçevesinde geliştirilmektedir.
Ülkemizin AB üyeliğine olan desteğini açıkça dile getirmekte olan İspanya, 1 Ocak -30 Haziran
2010 tarihleri arasında AB Dönem Başkanlığı‟nı deruhte etmiştir. Türkiye‟nin AB ile
müzakerelerinde yeni fasıl açılmasına büyük önem veren İspanya, Dönem Başkanlığı‟nın son
gününde “Gıda Güvenliği, Bitki ve Hayvan Sağlığı” faslının müzakerelere açılmasında önemli
rol oynamıştır.
Sayın Başbakanımız ile İspanya Başbakanı Jose Luis Rodriguez Zapatero, Batı ile İslam
toplumları arasında gittikçe arttığı gözlenen anlayış eksikliğinin önüne geçilmesi ve farklı
medeniyetler arasındaki ortak noktalara görünürlük kazandırılması amacıyla 2005 Temmuz
ayında BM Genel Sekreteri tarafından yapılan bir açıklamayla hayata geçirilen “Medeniyetler
İttifakı Girişimi”nin eş-sunuculuğunu yapmaktadırlar.
16
İlki, 5 Nisan 2009‟da İstanbul‟da yapılan “Türkiye-İspanya Hükümetlerarası Zirvesi”nin ikincisi,
Sayın Başbakanımızın katılımıyla 22 Şubat 2010 tarihinde İspanya‟da düzenlenmiştir.
İspanya ile ekonomik ilişkilerimiz giderek güçlenmektedir. İkili ticaret hacmimiz 2009 yılında
6,6 milyar Dolar, 2010 yılının ilk on ayında da 6,7 milyar Dolar olarak gerçekleşmiştir.
Türkiye ve Portekiz arasındaki ilişkiler de rahat ve pürüzsüz bir seyir izlemekte olup, iki ülke
arasında herhangi bir anlaşmazlık veya sorun bulunmamaktadır. İki ülke kamuoyu da, farklı
kültür, dil, din ve medeniyetlere mensup olmalarına rağmen birbirine sempatiyle bakmaktadır.
Transatlantik ilişkiler, NATO üyeliği, Akdenizlilik kimliği gibi Türkiye ve Portekiz'i ortak
paydada birleştiren olgular ikili ilişkilere olumlu yansımaktadır.
Son olarak, 14 Temmuz 2010 tarihinde Portekiz‟e resmi bir ziyaret gerçekleştirdim. Lizbon‟da
Portekiz Cumhuriyet Meclisi Başkanı Jaime Gama ile görüştüm, bilahare Meclis Dışişleri
Komisyonuna hitap ettim. Ziyaret sırasında Portekiz Dışişleri Bakanı Luis Amado ile beraber
”Türkiye Cumhuriyeti ile Portekiz Cumhuriyeti Arasında Hizmet ve Hususi Pasaport
Hamillerine Uygulanan Vizelerin Kaldırılmasına İlişkin Anlaşma”yı imzaladık.
Portekiz AB‟nin genişlemesinden yanadır. Ülkemizin AB'ne üyelik sürecine vermekte olduğu
desteği, hem 2007'nin ikinci yarısında yürüttüğü Dönem Başkanlığı sırasında, hem de bunu
izleyen dönemde devam ettirmiştir. Portekiz, kendi üyelik sürecinde ülkemizin şu anda
karşılaşmakta olduğu güçlüklerin bir kısmını yaşamış olduğundan, iktidarı ve muhalefetiyle
ülkemizin üyelik sürecine samimi yaklaşmakta ve AB'nin Türkiye'ye karşı taahhütlerinde "ahde
vefa" ilkesi çerçevesinde hareket etmesi gerektiğini her vesileyle vurgulamaktadır.
Ġrlanda ile ikili ilişkilerimizde mevcut herhangi bir sorun bulunmamaktadır.
İlişkilerimiz İrlanda Cumhurbaşkanı Mary McAleese‟nin 22-26 Mart 2010 tarihlerinde ülkemize
gerçekleştirdiği ziyaretle yeni bir ivme kazanmıştır. Ben de bu ziyaretten önce 9-11 Mart 2010
tarihlerinde bu ülkeye giderek faydalı temaslarda bulundum. Ziyaret ülkemizin İrlanda
kamuoyundaki görünürlüğünün artmasını sağlamıştır.
İrlanda AB‟ne üyeliğimizi güçlü bir biçimde desteklemektedir. Bu desteğin önümüzdeki
dönemde de kesintisiz olarak devam etmesi ilişkilerimizde başlıca siyasi hedefimizdir.
Hollanda ile ikili ilişkilerimizin kökleri 17.yüzyıla dayanmaktadır. 2012 yılında ülkelerimiz
arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasının 400. yılı kutlanacaktır. Hollanda‟yla çok taraflı
platformlarda işbirliğimiz mevcuttur.
Türkiye ile Hollanda arasında, AB üyelik sürecimizin desteklenmesi ve iki ülke arasındaki
ilişkilerin güçlendirilmesi hedefine yönelik olarak 2008 yılında imzalanan Mutabakat Muhtırası
çerçevesinde kurulan Türkiye-Hollanda Konferansı‟nın 3. toplantısını Ekim 2009 içinde
Hollanda Dışişleri eski Bakanı Verhagen ile Lahey‟de gerçekleştirdik. Hollanda‟da yeni
17
Hükümetin göreve başlamasıyla birlikte 2011 yılı içinde bu Konferans dizisinin dördüncü
toplantısının düzenlenmesi planlanmaktadır.
İkili ziyaretler kapsamında Hollanda Senatosu Başkanı Rene van der Linden 5-8 Nisan 2010
tarihlerinde ülkemizi ziyaret etmiştir.
AB, Hollanda‟nın dış politikasında öncelikli bir yere sahiptir. Hollanda “adil ama katı” şeklinde
tabir ettikleri bir yaklaşımla AB üyelik sürecimizi desteklemektedir.
Haziran 2010‟da yapılan erken genel seçimler ertesinde 14 Ekim‟de oluşturulan ve aşırı sağcı
PVV tarafından dışarıdan desteklenen koalisyon Hükümetinin ülkemizle ilişkileri geliştirme
yönünde çaba göstereceğini ve bu çerçevede aşırı eğilimlerin etkisinde kalmayacağını ümit
ediyoruz. Bu konudaki hassasiyetimizi, Hollanda‟da yaşayan vatandaşlarımızın haklarına halel
getirilmemesini teminen de çeşitli vesilelerle Hollandalı yetkililerin dikkatine getirmekteyiz.
Hollanda ile ikili ticaret hacmimiz 2009 yılında 4,6 milyar Dolar, 2010‟un ilk on ayı itibariyle ise
yaklaşık 4,4 milyar Dolar olarak gerçekleşmiştir.
Belçika‟yla ilişkilerimiz geleneksel olumlu çizgisini korumaktadır.
Bu ülkede ahiren gerçekleştirilen genel seçimler sonrasında Hükümeti kurma çalışmaları halen
devam etmektedir.
Sayın Cumhurbaşkanımız Kral II. Albert‟i ülkemize davet etmiştir. İkili ziyaretler kapsamında,
AB Dönem Başkanlığı‟nı da deruhte etmekte olan Belçika Dışişleri Bakanı Steven Vanackere 911 Ağustos 2010 tarihlerinde ülkemizi ziyaret etmiştir. Ayrıca, Başbakan Yves Leterme de 25-30
Aralık 2009 tarihlerinde ülkemizi ziyaretle Sayın Başbakanımızla görüşmüştür.
Belçika AB üyeliğimizi desteklemektedir. Bu destek, çeşitli defalar üst düzeyde dile getirilmiştir.
Belçika, büyük vaatlerde bulunmaktan kaçınmakta, ancak tarafımızdan bazı adımların atılması
halinde somut sonuçlar alınabileceğini ifade etmektedir.
Belçika ile ikili ticaret ilişkilerimiz güçlenmektedir. Ticaret hacmimiz 2009 yılında 4,1 milyar
Dolara ulaşmıştır. Bu rakam 2010‟un ilk on ayında yaklaşık 4,1 milyar Dolardır.
İhracat potansiyeli yüksek bir ülke olan Belçika'da birçok ürünün re-eksportu yapılmaktadır. Bu
olanak, ülkemiz menşeli ürünlerin ihracatının arttırılmasına imkân vermektedir.
Lüksemburg‟la ikili ilişkilerimizde herhangi bir olumsuzluk bulunmamaktadır. Ancak,
ilişkilerimiz, diğer Batı Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında yoğun değildir. Lüksemburg‟un
NATO ve AB üyesi olması ilişkilerimize daha ziyade çok taraflı alanda içerik kazandırmaktadır.
Bununla beraber, Lüksemburg‟un önümüzdeki dönemde Ankara‟da bir Büyükelçilik, İstanbul‟da
ise bir Başkonsolosluk açacak olması memnuniyetle karşılanmaktadır.
18
Lüksemburg AB‟ye katılım sürecimizi desteklemekle birlikte, AB içinde üyelerarası
dayanışmaya öncelik vermektedir. Bu çerçevede, Almanya ve Fransa‟nın yaklaşımlarına duyarlı
bir tutum izlemektedir.
Ġsviçre’yle ikili ilişkilerimiz son dönemde hızla gelişmektedir. İsviçre, dış politikası açısından
öncelikli ülkeler arasında Türkiye‟ye de yer vermektedir.
Bu ülkeyle karşılıklı üst düzey ziyaretlerin gerçekleştirilmesine de önem atfetmekteyiz. Bu
çerçevede, son olarak, Sayın Cumhurbaşkanımız 25-26 Kasım 2010 tarihlerinde İsviçre‟yi
ziyaret etmiştir.
İsviçre‟nin 2009 yılında ülkemizle Ermenistan arasında diplomatik ilişkilerin kurulması ve ikili
ilişkilerin geliştirilmesine ilişkin protokollerin imzalanması sürecinde “kolaylaştırıcılık rolünü”
üstlendiği hatırlanacaktır.
Avrupa‟da son dönemde gündeme gelen İslam karşıtı söylemlerle paralellik arzeden biçimde
geçtiğimiz yıl içinde İsviçre‟de minare yapımının yasaklanmasından duyduğumuz endişeyi her
vesileyle muhataplarımızın dikkatine getirdik.
Terörizmle mücadele alanında yürüttüğümüz çalışmalar kapsamında da İsviçre‟de PKK ve
uzantıları ile diğer terör örgütlerinin faaliyetlerinin yasaklanması beklentimizi İsviçre
makamlarıyla temaslarımızda dile getirmekteyiz.
Ülkemizin AB üyeliğine ilişkin yapıcı bir tutum sergileyen Danimarka ile ikili ilişkilerimizi
geliştirmek için Danimarka Dışişleri eski Bakanı Per Stig Möller‟in Mart 2008‟de ülkemizi
ziyareti sırasında ortak irade sergilenmiştir. Bu bağlamda, 1-2 Şubat 2011 tarihlerinde de
hâlihazırdaki Dışişleri Bakanı Lene Espersen‟i Türkiye‟de misafir etmekten mutluluk duyacağız.
Diğer taraftan Danimarka‟dan aldığı lisansla PKK terör örgütünün yayın organı olarak faaliyette
bulunan ROJ TV ve bu kanalın ana şirketine karşı Kopenhag Bölge Başsavcılığı tarafından
Ağustos ayı içinde dava açılması önemli bir gelişmeyi teşkil etmiştir.
Ġsveç ile son yıllarda ikili ilişkilerimizin kazandığı ivme karşılıklı ziyaretlere de yansımıştır.
Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Sayın Egemen Bağış, 2009 yılında İsveç‟i iki kez ziyaret
ederek, çeşitli temaslarda bulunmuştur. Dışişleri Bakanı, meslektaşım Carl Bildt de 2-3 Haziran
2010 tarihlerinde İstanbul‟daki İsveç Başkonsolosluğu‟nun tadilatı tamamlanan Kançılarya
binasının açılışını yapmak üzere ülkemize gelmiş, bu vesileyle Devlet Bakanı ve Başmüzakereci
Sayın Egemen Bağış ile görüşmüştür.
Genelde ve özellikle AB Dönem Başkanlığı sırasında Türkiye‟nin AB üyelik sürecine görünür
ve güçlü destek veren İsveç, bu konudaki olumlu görüşlerini her fırsatta yinelemektedir. İsveç‟le
mükemmel düzeyde seyreden ilişkilerimiz çerçevesinde 17 Mart 2010 tarihinde “Türkiye-İsveç
Hükümetlerarası Zirvesi” düzenlenmesine yönelik hazırlıklar sürerken, İsveç Parlamentosu‟nda
“Ermeni, Asurî/Süryani/Keldani ve Pontus Rumlarına karşı 1915‟te yapılan soykırım” kararı
kabul edilmiş, bunun üzerine Zirve iptal edilmiştir. İsveç Hükümeti, Parlamento kararından
duyduğu rahatsızlığı ve kararın uygulamaya konulmayacağını değişik vesilelerle dile getirmiştir.
19
NATO çerçevesinde müttefikimiz olan Norveç ile ikili ilişkilerimiz her geçen gün daha da
gelişmekte ve ülkelerimiz arasında karşılıklı ziyaretler artmaktadır. Türkiye ve Norveç, bölgesel
ve uluslararası sorunların çözümünde ortak hareket etme imkânları üzerinde durmaktadırlar.
Çeşitli uluslararası sorunların çözümünde arabulucu olarak görev alan bu ülkeye 14-15 Haziran
2010 tarihlerinde resmi bir ziyarette bulundum ve bu vesileyle 2010 Oslo Forumu‟nun açılış
panelinde bir konuşma yaptım. Ziyaretim çerçevesinde Norveç tarafıyla enerjiden kültüre birçok
konuda işbirliği yollarını değerlendirdik. AB üyesi olmamakla birlikte ülkemizin üyelik
müzakerelerini desteklediğini çeşitli vesilelerle dile getiren Norveç ile önümüzdeki dönemde üst
düzey temasların düzenli aralıklarla gerçekleştirilmesi yönünde mutabakata vardık.
Finlandiya ile ilişkilerimiz olumlu bir seyir izlemektedir. Finlandiya Meclis Başkanı Sauli
Niinistö 30 Kasım-3 Aralık 2009 tarihlerinde beraberinde bir Parlamento heyetiyle ülkemizi
ziyaret etmiş, çeşitli resmi görüşmeler yapmıştır.
Mart 2010‟da Dışişleri Bakanı Alexander Stubb‟un evsahipliğinde Finlandiya‟nın Laponya
bölgesinde düzenlenen gayri resmi bir toplantıya katılarak, Avrupalı meslektaşlarımla görüş
alışverişinde bulundum. Yine Finli mevkidaşımla birlikte, New York‟ta yapılan BM 65. Genel
Kurul toplantıları sırasında, arabuluculuk konusunda deneyim sahibi ülke, kuruluş ve şahsiyetleri
biraraya getiren bir toplantı düzenledik ve “Arabuluculuk için Dostlar Grubu” adlı bir girişimi
başlattık. Önümüzdeki dönemde bu konuda İstanbul ve Helsinki‟de dönüşümlü toplantılar
düzenlenmesi ve BM Genel Kurulu‟na da ortak bir karar tasarısı sunulması öngörülmektedir.
Sayın Başbakanımız da, 19-20 Ekim 2010 tarihlerinde Finlandiya‟yı ziyaret ederek, anılan
ülkeye bu düzeyde bir ziyareti 32 yıllık aradan sonra gerçekleştirmiştir. Temasları sırasında Finli
yetkililer, Sayın Başbakanımıza AB üyeliğimize verdikleri açık desteği bir kez daha ifade
etmişlerdir.
Önümüzdeki Mart ayı sonunda ise Finlandiya Cumhurbaşkanı Tarja Halonen‟in ülkemizi
ziyareti öngörülmektedir.
NATO çerçevesinde işbirliği yaptığımız ve AB üyelik sürecimize müzahir bir tutum izleyen
Baltık ülkeleriyle ilişkilerimizi çok boyutlu olarak geliştirmek yönünde ortak irade sahibiyiz. Bu
ülkeler arasında ilişkilerimizin en gelişmiş olduğu Estonya ile son dönemde üst düzey
ziyaretlerde artış kaydedilmiştir. Estonya Dışişleri Bakanı Urmas Paet, 2009 Aralık ayında
Türkiye‟ye resmi bir ziyaret gerçekleştirmiştir.
Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Sayın Egemen Bağış, Baltık ülkelerini ziyareti çerçevesinde 25
Şubat 2010 tarihinde Estonya‟ya gitmiştir. Estonya Cumhurbaşkanı Toomas Hendrik Ilves 15-18
Nisan 2010 tarihlerinde Sayın Cumhurbaşkanımızın davetine icabetle ülkemize resmi bir
ziyarette bulunmuştur.
Ben de Estonyalı karşıtım Paet‟in davetine icabeten önümüzdeki yıl bu ülkeyi ziyaret etmeyi
öngörüyorum.
20
Diğer Baltık ülkeleri Letonya ve Litvanya ile ilişkilerimiz de son dönemde canlılık kazanma
eğilimindedir. Siyasi ve ekonomik işbirliğimizi geliştirmeyi arzu ettiğimiz bu ülkeler,
uluslararası ve bölgesel platformlarda ülkemize müzahir bir tutum sergilemekte, Türkiye‟nin AB
üyelik sürecine destek vermektedirler. Selefim Sayın Ali Babacan‟ın 2009 Şubat ayında bu
ülkelere gerçekleştirdiği ziyaretlerin akabinde Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Sayın Egemen
Bağış da Letonya ve Litvanya‟ya geçtiğimiz Şubat ayında birer ziyaret gerçekleştirmiştir.
Avusturya‟yla ilişkilerimiz uzun bir tarihi geçmişe sahiptir. Bu ülkeyle ikili ilişkilerimizde
kaydadeğer bir sorun bulunmamaktadır. Ekonomik alandaki işbirliğimiz de süratle gelişmektedir.
Avusturya firmalarının ülkemizde başta enerji olmak üzere, çeşitli alanlarda yatırım yaptığını
görmekten memnuniyet duymaktayız.
Son olarak, Avusturya Dışişleri Bakanı Michael Spindelegger 6-8 Ekim 2010 tarihlerinde
ülkemizi ziyaret etmiştir.
Avusturya‟nın ülkemizin AB üyelik sürecine yönelik yaklaşımını yeniden gözden geçirmesini ve
üyeliğimizi desteklemesine önem verdiğimizi bu ülke yetkilileriyle yaptığımız temaslarda dile
getirmekteyiz. Bu ülkedeki vatandaşlarımızın entegrasyonu konusunda birlikte çalışma irademiz
her fırsatta Avusturya‟lı muhataplarımıza iletilmektedir. Ayrıca, terörizmle mücadelede
işbirliğimizin güçlenmesi gerektiği de vurgulanmaktadır.
2010 yılı Türkiye ile Vatikan arasındaki diplomatik ilişkilerin tesis edilmesinin 50. yılıdır. Bu
çerçevede, 9 Kasım 2010 tarihinde Vatikan‟ı ziyaret ederek, Dışişleri Bakanı düzeyindeki
Papalık Devletlerle İlişkiler Sekreteri Başpiskopos Dominique Mamberti ile görüşmede
bulundum.
Bu yıl, diplomatik ilişkilerimizin kuruluşunun 50. yıldönümü vesilesiyle, Vatikan‟da,
Bakanlığımız ile Kültür ve Turizm Bakanlığı‟nın katkıları ile çeşitli kültürel etkinlikler de
gerçekleştirilmektedir.
Hepsi AB/NATO üyesi olan ve hiçbirisi ile siyasi sorunumuz bulunmayan Orta Avrupa
ülkeleriyle bölgesel ve uluslararası işbirliğinin artırılması, AB üyeliğimize verdikleri desteğin
artarak sürdürülmesinin ve daha da görünür kılınmasının sağlanması, ikili ilişkilerimizin tüm
alanları kapsayacak şekilde geliştirilmesi bölgeye yönelik başlıca hedeflerimiz arasındadır.
AB üyelik sürecimiz, bu ülkelerle ilişkilerimizi belirleyen ve yönlendiren başlıca unsurlardan
biri olup, bu ülkelerle, kalıcı işbirliği için ortak menfaat alanları yaratılması, ilişkilerimizin
geleceği açısından önem taşımaktadır.
Polonya ile ilişkilerimiz 600 yıllık uzun ve zengin bir geçmişe dayanmaktadır. AB üyeliğimizi
destekleyen Polonya‟nın 2011 yılının ikinci yarısında üstleneceği AB Dönem Başkanlığı
sırasında, desteğini daha sesli ve görünür hale getirmesine ilişkin beklentimizi, Polonyalı
muhataplarımıza çeşitli vesilelerle aktarmaktayız.
21
Türkiye, Orta Avrupa‟nın önemli ülkesi Polonya‟yla her alandaki ilişkilerini daha da geliştirmeyi
hedefleyen politikasını sürdürmekte olup, üst düzey ziyaretlerin son dönemde daha da
sıklaşması, ikili ilişkilerin karşılıklı yarar temelinde güçlendirilmesine katkı yapmaktadır. Bu
meyanda, Polonya Dışişleri Bakanı Sikorski‟nin 6-7 Ekim 2010 tarihlerinde ülkemize yaptığı
ziyaret, Sayın Başbakanımızın Mayıs 2009‟da Polonya‟yı ziyareti sırasında imzalanan belge ile
stratejik ortaklık seviyesine çıkarılan ilişkilerimize yeni bir soluk kazandırmıştır. Polonya
Başbakanı Donald Tusk 8-9 Aralık 2010 tarihlerinde ülkemizi ziyaret etmiştir.
Macaristan ile ikili ilişkilerimizde öne çıkan siyasi bir sorun bulunmamaktadır. Türkiye‟yi
bölgenin önemli bir ülkesi olarak gören Macaristan, ikili ilişkilerin geliştirilmesine önem
atfetmektedir.
Macaristan, AB‟nin ülkemizle katılım müzakerelerini başlatmasını destekleyen, ancak ön plana
çıkmayan bir tutum izlemektedir. 2011 yılının ilk yarısında AB Dönem Başkanlığını üstlenecek
olan Macaristan tarafından AB katılım sürecimize verilen desteğin daha vurgulu bir şekilde
çeşitli platformlarda seslendirilmesini beklediğimizi Macar tarafı ile görüşmelerimizde dile
getirmekteyiz.
Bu ülkedeki Osmanlı-Türk kültürel mirasının korunmasında Macar makamlarınca titizlikle
hareket edilmektedir. Macaristan‟la henüz arzu edilen düzeyde bulunmayan ikili ticaretimiz ve
ekonomik işbirliğimizin arttırılmasına yönelik çalışmalar sürdürülmektedir.
Türkiye ile Çek Cumhuriyeti arasında dostane siyasi ilişkilerin yanısıra, her geçen gün ilerleyen
kapsamlı ekonomik, ticari ve kültürel ilişkiler mevcuttur. Çek Cumhuriyeti, Türkiye‟nin AB
üyeliğini samimiyetle desteklemekte ve bunu her fırsatta belirtmektedir. Nitekim 2009‟un ilk
yarısında üstlendiği AB Dönem Başkanlığı sırasında ülkemizin AB üyeliğini destekleyici bir
politika izlemiştir. Çek Cumhuriyeti‟yle her düzeyde sıklıkla yapılan ikili ziyaretlerde, 2010
yılında Çek Cumhuriyeti‟ndeki seçimler ve hükümet kurulması çalışmaları nedeniyle bir
durgunluk yaşanmışsa da, yeni hükümetin kurulmasıyla birlikte önümüzdeki dönemde üst düzey
ziyaret trafiğine ivme kazandırılması sözkonusudur.
Türkiye ile Slovakya arasındaki siyasi ilişkilerde sorun bulunmamaktadır. İki ülke arasındaki
ilişkiler siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda artan temaslarla birlikte giderek güçlenen bir seyir
izlemektedir. Slovakya, ülkemizin AB'ne üyelik yolunda sürdürmekte olduğu müzakereleri ve
sözkonusu sürecin, kriterlerin tarafımızca yerine getirilmesi koşuluyla, tam üyelik ile
sonuçlandırılmasını desteklemektedir. İki ülke arasındaki ziyaretler de düzenli bir şekilde
sürdürülmektedir. Bu çerçevede, son olarak Slovakya Dışişleri eski Bakanı Miroslav Lajcak, 13
Mayıs 2010 tarihinde ülkemize resmi bir ziyaret gerçekleştirmiştir.
Türkiye ile Slovenya arasında son yıllarda giderek güç kazanan dostane bir işbirliği ortamı
mevcuttur. Slovenya, ülkemizin AB üyeliğine samimi bir şekilde destek veren ülkelerden biri
olup, bu desteği her vesileyle dile getirmektedir. Yapılan kamuoyu araştırmaları, Slovenlerin
Avrupa halkları arasında ülkemizin AB üyeliğine en fazla destek veren halklar arasında yer
aldığını göstermektedir. Son dönemde ülkemiz ile Slovenya arasında gerçekleştirilen üst düzey
ziyaretlerin sıklığı, dinamik bir seyir izleyen ikili ilişkilerin boyutlarının daha da ileri bir düzeye
22
taşınması yönünde her iki ülkede de var olan iradeyi yansıtmaktadır. Bu çerçevede, Slovenya
Dışişleri Bakanı Samuel Zbogar 8 Nisan 2010 tarihinde, Slovenya Meclis Başkanı 27-30 Haziran
2010 tarihlerinde ülkemizi ziyaret etmişler; Sayın Cumhurbaşkanımız, 14-15 Temmuz 2010
tarihlerinde Slovenya‟ya resmi bir ziyaret gerçekleştirmiştir.
Ülkemizden sonra Balkanların toprak ve nüfus bakımından en büyük ülkesi olan Romanya‟yla
ilişkilerimiz her düzeyde iyi bir seyir izlemektedir. Romanya, ülkemizin AB üyelik sürecini
samimi bir şekilde destekleyen ülkeler arasındadır. Ekonomik ve ticari ilişkilerimiz Romanya ile
işbirliğimizin çok önemli bir boyutunu teşkil etmekte olup,
Türkiye Romanya‟nın
Balkanlar‟daki en büyük ticaret ortağıdır.
Karadeniz bağlamında, Romanya‟yla Karadeniz‟in Trans-Avrupa Ulaşım Ekseni‟yle bağlantısını
güçlendirmek ve limanlarımız arasında Karadeniz ve ötesinde Deniz Otoyolları vasıtasıyla daha
verimli bir bağlantı kurmak için işbirliğimizi artırmaya yönelik çalışmalarımız sürmektedir.
Balkanlar coğrafyasının iki önemli ülkesi olarak bu bölgedeki istikrar, barış ve refah ortamının
güçlendirilmesi de Türkiye ile Romanya arasındaki işbirliğinin hedefleri arasında yer almaktadır.
Türkiye‟yi bölgenin en önemli ve güçlü bir ülkesi olarak gören Bulgaristan‟la ilişkilerimizde
ciddi bir siyasi sorun bulunmamaktadır.
Türkiye ile Bulgaristan arasında hükümetler düzeyinde hâkim olan mevcut dostluk ve yakın
işbirliği atmosferinin bir yansıması olarak, Bulgaristan Başbakanı Borisov 29-10 Ocak 2010
tarihlerinde ülkemizi ziyaret etmiş, bu ziyaret sırasında, ekonomiden enerjiye, ulaştırmadan
kültür konularına yayılan geniş bir yelpazede ikili işbirliğini daha da ileri seviyelere taşıyacak
projeler üzerinde durulmuştur. Keza, benim 18-19 Mart 2010 tarihlerinde Bulgaristan‟a
gerçekleştirdiğim ziyaret de ikili ilişkilerimizin tüm veçheleriyle ele alınarak daha da
geliştirilmesi imkânları üzerinde durulmasına ve bazı işbirliği projelerine ivme kazandırılmasına
fırsat teşkil etmiştir.
Bununla birlikte, Bulgaristan‟da yaşayan Türk/Müslüman azınlığa yönelik özellikle aşırı sağ
partilerce dile getirilen kışkırtıcı söylemlerde son dönemde meydana gelen artışı ve bunun
soydaşlarımız arasında yarattığı huzursuzluğu her fırsatta ve en üst düzeyde Bulgar
muhataplarımızın dikkatine getirmekteyiz. Nitekim Sayın Başbakanımız, 4 Ekim 2010 tarihinde
Bulgaristan‟a yaptığı çalışma ziyaretinde, Türk/Müslüman azınlığın karşılaştığı sorunları
gündeme getirerek, bu meselelerin çözümünün soydaşlarımızın huzur ve esenliğinin yanısıra,
ikili ilişkilerimizin geliştirilmesi bakımından da önem taşıdığı mesajını Bulgar tarafına iletmiştir.
BALKANLAR
Balkanlar‟da geçtiğimiz dönemde istikrarın pekiştirilmesi yönünde kayda değer ilerlemeler
sağlanmıştır. Buna karşın, bölgenin genelinde normalleşme sürecinin tamamlanmış olduğunu
söylemek henüz mümkün değildir.
Avrupa-Atlantik kurumlarıyla bütünleşme perspektifi, bölgede reformların sürdürülmesi
açısından önemli bir teşvik unsuru olmaya devam etmektedir. Türkiye Balkan ülkelerinin bu
23
perspektifini desteklemektedir. Öte yandan, ülkemiz bölge istikrarının pekiştirilmesine her
zaman büyük önem vermekte, bunu Avrupa‟nın genel güvenlik ve istikrarının dayanaklarından
biri olarak görmektedir.
Bosna-Hersek‟teki anayasa reformu süreci ve genel seçimler sonrası ortaya çıkan durum ile 2008
yılında bağımsızlığını kazanan Kosova‟nın 72 ülke tarafından tanınması son dönemde dünyanın
dikkatinin yeniden bu bölgeye yönelmesini sağlamıştır. 2010 yılında ülkemiz açısından önemli
bir konu da Haziran 2009-Haziran 2010 arasında deruhte ettiğimiz Güney Doğu Avrupa Ülkeleri
İşbirliği Süreci (GDAÜ) Dönem Başkanlığı olmuştur.
Güney Doğu Avrupa Ülkeleri (GDAÜ) ĠĢbirliği Süreci, ülkemizin de içinde etkin biçimde yer
aldığı ve Balkanlar‟dan kaynaklanan başlıca işbirliği platformu olma özelliğine sahip bir siyasi
oluşumdur. GDAÜ İşbirliği Süreci, İki Dünya Savaşı arasında (1934 yılında) oluşturulan Balkan
Antantı ve 1954 yılında kurulan Balkan Paktı‟nın halefi olarak düşünülebilir. GDAÜ bölgenin
ortak iradesini ve özgün sesini yansıtan tek Balkan işbirliği forumudur. Esnek bir daimi istişare
mekanizması şeklinde yapılanan ve bir merkezi bulunmayan GDAÜ‟nün icra “organı” dönem
başkanlıklarıdır. Sekretarya hizmetleri de uygulamada dönem başkanı ülke tarafından
üstlenilmektedir.
Ülkemiz, GDAÜ Dönem Başkanlığını Haziran 2009‟da Kişinev‟de yapılan Devlet ve Hükümet
Başkanları Zirvesi‟nde devralmış ve 23 Haziran 2010‟da İstanbul‟da yapılan Zirve ile Karadağ‟a
devretmiştir.
10 yıl aradan sonra üstlendiğimiz bu ikinci Dönem Başkanlığımız çerçevesinde, Dışişleri,
Kültür, Ulaştırma, Ticaret, Ekonomi ve Maliye, Afet Önleme Bakanlarını biraraya getiren
toplantılar yaptık, bölgesel güvenlik, kamu araştırma merkezleri, rekabet kurumları, belediyeler
arası işbirliği gibi alanlarda sektörel toplantılar düzenledik. Ayrıca Üniversitelerimiz ve Sivil
Toplum Örgütlerimizin organizasyonunda, bölgemize yönelik akademik toplantılar yaptık.
Dönem Başkanlığımızı 21-23 Haziran 2010 tarihlerinde ardı ardına düzenlenen Siyasi
Direktörler, Dışişleri Bakanları ve Devlet/Hükümet Başkanları Zirvesi ile taçlandırdık.
Slovenya‟nın da ailemize katıldığı Zirve toplantısına 12 ülkeden 9 Cumhurbaşkanı, 2 Başbakan,
1 Başbakan Yardımcısı ve onlara refakat eden 11 Dışişleri Bakanı ve 1 Devlet Sekreteri iştirak
etmiştir. Bu yüksek katılım seviyesi, bölgesel entegrasyonun geldiği aşamayı göstermesi
bakımından anlamlıdır.
Tüm bu etkinliklerle, bölgeden kaynaklanan yegâne siyasi işbirliği platformu olan GDAÜ‟yü
daha da güçlendirmek için gayret gösterdik.
Türkiye, Balkanlar‟da barış ve istikrarın tesis ve idamesine bir dış politika önceliği olarak büyük
önem atfedegelmiştir. Bize göre Balkanlar‟ın istikrarı, Avrupa‟nın huzur ve güvenliği için de
vazgeçilmez bir koşuldur.
GDAÜ sürecinin etkinliği bu anlamda sadece ülkelerimizin ve bölgemizin değil, aynı zamanda
Avrupa‟nın huzuru için de önemlidir.
24
Dolayısıyla, bölge ülkeleri arasında dostluk ve işbirliği ortamını kalıcı olarak tesis etmek
suretiyle ortak coğrafyamızda barış anlayışını tümüyle hâkim kılma ülküsü kuvveden fiile
geçirilmelidir.
Dönem Başkanlığımızın bölgede bu istikamette bir ortak vizyonun yerleşmesi için de vesile
olmasını hedefledik.
Bosna-Hersek ile siyasi ilişkilerimiz mükemmel seviyede bulunmaktadır. 2010 yılı, aşağıda
tadat edildiği şekilde, yoğun temaslara sahne olmuştur:
 B-H Cumhurbaşkanlığı Konseyi üyesi sıfatıyla Silajdziç‟in ülkemizi ziyaretle Sayın
Cumhurbaşkanımız, Sayın Başbakanımız ve benimle yaptığı görüşmeler (16-17 Şubat
2010)
 Sayın Başbakanımızın, beraberinde ben ve diğer altı Bakanımız da olduğu halde “Birinci
Uluslararası Yatırım Konferansı ve Saraybosna İş Forumu” vesilesiyle B-H‟i ziyareti (56 Nisan 2010)
 B-H Cumhurbaşkanlığı Konseyi Başkanı Silajdziç ve Dışişleri Bakanı Alkalaj ile GDAÜ
Zirvesi marjında ikili görüşmeler (22-23 Haziran 2010)
 Sayın
Başbakanımız, Sırbistan
Cumhurbaşkanı
Tadiç
ve
Bosna-Hersek
Cumhurbaşkanlığı Konseyi Üyesi Silajdziç ile birlikte 11 Temmuz 2010 tarihinde
yapılan Srebrenica katliamının 15. yıldönümü anma törenlerine katılmışlardır.
 Sayın Cumhurbaşkanımızın, beraberinde çok sayıda işadamıyla birlikte genel seçimler
öncesi Bosna-Hersek‟i ziyaretleri (2-3 Eylül 2010)
 Benim, Bosna-Hersek‟te 3 Ekim 2010 tarihinde yapılan genel seçimlerin ardından ülkeye
yaptığım günübirlik ziyaret (20 Ekim 2010)
 B-H Yüksek Temsilcisi İnzko ülkemizi ziyaret etmiş, benimle ve Sayın Müsteşarımızla
görüşmüştür. (22 Kasım 2010)
 B-H Cumhurbaşkanlığı Konseyi Boşnak üyesi Bakir İzetbegoviç ülkemizi ziyaret etmiş,
ziyaret sırasında Sayın Cumhurbaşkanımız ve Sayın Başbakanımızın yanı sıra benimle de
görüşmüştür. (22-24 Kasım 2010)
B-H ve Sırbistan arasında yakın istişare ortamı tesis ederek bu iki ülke arasında güveni arttırmak
amacıyla girişimimizle ihdas olunan Türkiye-BH-Sırbistan üçlü danışma mekanizması
çerçevesinde 2009 Ekim ve Kasım aylarında İstanbul‟da, Aralık ayında Saraybosna‟da, 2010
Ocak ayında Belgrad‟da, Şubat 2010‟da Ankara‟da ve sonuncusu GDAÜ İstanbul Zirvesi
marjında 23 Haziran 2010‟da İstanbul‟da olmak üzere bugüne kadar altı toplantı
gerçekleştirilmiştir.
25
İstişare Süreci çerçevesinde belirlenen yol haritası uyarınca B-H‟in Sırbistan‟a Büyükelçi
ataması, Sırbistan Parlamentosunda Srebrenica katliamını kınayan bir karar çıkarılması, Sırbistan
Cumhurbaşkanı Tadiç‟in Sayın Başbakanımıza refakatle Srebrenica katliamının 15. yıldönümü
anma törenlerine katılması sağlanmıştır.
Sayın Cumhurbaşkanımızın evsahipliğinde ve Bosna-Hersek Cumhurbaşkanlığı Konseyi
Başkanı Haris Silajdziç ve Sırbistan Cumhurbaşkanı Boris Tadiç‟in katılımlarıyla, 24 Nisan
2010 tarihinde İstanbul‟da, Türkiye-Bosna-Hersek-Sırbistan Devlet Başkanları Üçlü Balkan
Zirvesi gerçekleştirilmiştir. Üçlü danışma sürecinin devamı ve taçlandırılması niteliğinde olan,
Silajdziç ve Tadiç‟i böyle bir format altında ilk kez biraraya getirmesi hasebiyle tarihi bir nitelik
de arzeden Zirvede, Sayın Cumhurbaşkanlarına üç ülkenin Dışişleri Bakanları da eşlik
etmişlerdir.
Paralel bir danışma mekanizmasının Hırvatistan‟la da yaşama geçirilmesi kararlaştırılmış ve bu
çerçevede Türkiye-BH-Hırvatistan Dışişleri Bakanları üçlü danışma mekanizmasının ilk
toplantısı 14 Ocak 2010 tarihinde Zagreb‟de, ikincisi 28 Nisan‟da Ankara‟da, üçüncüsü GDAÜ
Zirvesi marjında 23 Haziran 2010‟da İstanbul‟da ve sonuncusu da BM 65. Genel Kurulu
marjında 22 Eylül 2010‟da New York‟ta yapılmıştır.
Sayın Cumhurbaşkanımız, beraberinde çok sayıda işadamıyla birlikte 2-3 Eylül 2010 tarihlerinde
Bosna-Hersek‟i ziyaret etmiştir. Bosna-Hersek genel seçimleri öncesi yapılan ve ülkedeki bütün
kesimlerle temasın gerçekleştiği bu ziyaret, Türkiye‟nin Bosna-Hersek‟e olan desteğinin bir
göstergesi olması açısından önem taşımaktadır.
Bosna-Hersek‟te 3 Ekim 2010 tarihinde yapılan genel seçimlerin ardından siyasi liderlerle
temaslar yapmak, BH‟in önümüzdeki dönemde gerçekleştireceği çalışmalara ilişkin görüş alış
verişinde bulunmak ve Türkiye‟nin desteğini vurgulamak üzere 20 Ekim günü Saraybosna‟ya
günübirlik bir ziyarette bulundum. Bu vesileyle Cumhurbaşkanlığı Konseyi‟nin hâlihazırdaki
üyeleri Silajdziç, Radmanoviç, Komsiç, Konseyin Boşnak üyeliğine seçilen İzetbegoviç,
Federasyon Başbakanı Müjezinoviç, Yüksek Temsilci Inzko ile SDP lideri Lagumdzija, SDA
lideri Tihiç, SBBBiH lideri Radonçiç ve HDZ-1990 lideri Ljubiç ile görüşmeler gerçekleştirdim.
Seçimler sonrasında Bosna-Hersek‟teki durum ve olası iç siyasi gelişmeleri, gerek 22 Kasım
tarihinde ülkemizi ziyaret eden Yüksek Temsilci İnzko, gerekse 23 Kasım tarihinde ülkemizi
ziyaret eden Cumhurbaşkanlığı Konseyi Boşnak üyeliğine yeni seçilen İzetbegoviç ile ele aldık.
Kendilerine, seçimlerin ardından en kısa sürede ve mümkün olduğunca geniş tabanlı bir
hükümetin kurulmasının önemine işaret ettik, telkinlerimizi ilettik.
Bosna-Hersek‟in toprak bütünlüğü ve siyasi egemenliğinin muhafazası ülkemizin bölgeye
yönelik dış politika önceliklerinin başında gelmektedir. Hâlihazırda B-H gündemini işgal eden
meselelerin başında anayasa reformu çalışmaları gelmektedir. Barışı Uygulama Konseyi
Yürütme Kurulu üyesi olan ülkemiz, bu çerçevede Yüksek Temsilcilik ofisiyle yakın işbirliği
içerisinde bulunmakta, anayasa reformuna etkin destek sağlamakta, bu husustaki görüşlerini B-H
makamlarının yanısıra her vesileyle AB ve ABD‟nin de dikkatine getirmektedir.
26
Türkiye, Bosna Hersek‟teki doğrudan yabancı yatırımlar sıralamasında 10. sıradadır.
Türk Kızılayı, Balkanlarda yaşanan ve Bosna-Hersek‟te meydana gelen sel felaketinin akabinde,
Bosna-Hersek Kızılhaçı aracılığıyla, Bosna-Hersek halkının acil yardımlarını karşılamak üzere
bu ülkeye battaniye, uyku tulumu, yatak ve ayakkabıdan oluşan bir TIR yardım malzemesi
göndermiştir.
Sağlık Bakanlığı tarafından sel nedeniyle bölgeye gönderilen ulusal medikal kurtarma ekibi
(UMKE) Bosna-Hersek‟te sağlık taraması gerçekleştirmiştir.
Türkiye, bağımsızlığını 17 Şubat 2008 günü ilan eden Kosova Cumhuriyeti‟ni 18 Şubat 2008
tarihinde tanımıştır. 1999‟dan bu yana faaliyet göstermekte olan Priştine‟deki Eşgüdüm
Büromuz Büyükelçilik düzeyine yükseltilmiştir (İlk Priştine Büyükelçimiz Nisan 2009‟da
görevine başlamıştır). Kosova Cumhuriyeti‟nin Büyükelçilik açtığı 18 ülke arasında Türkiye de
bulunmaktadır. Türkiye-Kosova ilişkileri, ortak tarihi geçmiş ve kardeşlik bağları temelinde
mükemmel düzeyde seyretmektedir. 1999 yılından beri NATO öncülüğündeki KFOR
bünyesinde görev yapan Kosova Türk Tabur Görev Kuvvet Komutanlığı‟nda takriben 500 askeri
personelimiz, bağımsızlık sonrası AB öncülüğünde kurulan hukuk düzeni misyonu EULEX‟te
ise 61 polis memurumuz ve 1 hâkimimiz görev yapmaktadır.
Ülkemiz Kosova‟nın uluslararası toplum ile bütünleşmesine ve kalkınmasına somut eylemler ile
destek vermektedir. Türkiye, Kosova‟nın bağımsızlığı sonrası Ahtisaari Planı çerçevesinde
oluşan düzeni desteklemek üzere kurulan Uluslararası Sivil Ofis‟in üyesidir ve bütçesine katkıda
bulunmaktadır. 11 Temmuz 2008 tarihinde yapılan Bağışçılar Konferansı‟nda 30 milyon Avro
hibe taahhüdünde bulunan ülkemiz, sözkonusu taahhüdünü TİKA tarafından yürütülen kalkınma
projeleri vasıtasıyla tedrici olarak hayata geçirmektedir. Yine TİKA vasıtasıyla başta Türkçe
eğitimin geliştirilmesi ve Osmanlı eserlerinin restorasyonu olmak üzere kültür ve eğitim projeleri
desteklenmektedir.
Kosova ile ülkemiz arasındaki mükemmel ilişkiler karşılıklı ziyaretlerle pekiştirilmektedir. 2010
yılında başta Cumhurbaşkanı Fatmir Sejdiu (1-3 Şubat) ve Başbakan Haşim Thaçi (19-22 Mayıs)
olmak üzere pek çok Kosovalı yetkili ülkemizi ziyaret etmiştir.
Kosova‟nın gündeminde Hükümet krizi ve erken seçimlerin yanısıra ağırlıklı olarak yer alan
diğer güncel konuyu, Uluslararası Adalet Divanı‟nın (UAD) Kosova‟nın bağımsızlık ilanının
uluslararası hukuka aykırı olmadığı yönünde 22 Temmuz 2010 tarihinde açıkladığı istişari görüş
sonrasındaki gelişmeler teşkil etmiştir.
Sırbistan, UAD görüşünün akabinde Kosova‟nın statüsü meselesini yeniden müzakereye açmak
amacıyla BM Genel Kurulu‟na bir karar tasarısı sunmuş, ancak AB Yüksek Temsilcisi
Ashton‟un girişimi neticesinde AB üyelerince üzerinde uzlaşılan taslak metni aynen benimseme
yoluna gitmiş, tüm AB üyesi ülkelerin de gözden geçirilmiş Sırp karar taslağına eş sunucu
olmaları neticesinde BM Genel Kurulu oydaşma ile kararı kabul etmiştir. Kararın en önemli
özelliklerinden birini AB‟nin Belgrad ile Priştine arasında yürütülecek diyalog sürecinde
27
kolaylaştırıcı rol üstlenmesine yapılan atıf oluşturmuştur. Türkiye, Belgrad-Priştine diyalog
süreci bağlamında her türlü yapıcı katkıda bulunmaya hazırdır. Türkiye, Kosova‟da çoğulcu ve
katılımcı bir demokrasi kurulması ve tüm Kosovalıların barış içinde yaşayabilecekleri güvenlik
ortamının tesisi konularında olduğu kadar, Kosova‟nın sağlıklı bir piyasa ekonomisine geçişi ve
bu şekilde halkın refahının arttırılması ve yoksulluğun giderilmesi yönündeki uluslararası
çabalara da destek vermektedir.
Nitekim Sayın Başbakanımız da 3-4 Kasım 2010 tarihlerinde Kosova‟yı ziyaret etmiştir.
Ülkemizden Başbakan seviyesinde Kosova‟ya gerçekleştirilen bu ilk ziyarette, Kosova‟nın barış,
istikrar ve refahına ilişkin güçlü taahhüdümüz yinelenmiş, ayrıca çok kültürlü ve demokratik bir
Kosova‟nın Avrupa-Atlantik bölgesinde kalıcı barış için arzettiği önemin altı çizilmiştir. 12
Aralık 2010 tarihinde yapılan erken genel seçimler öncesinde tüm siyasi aktörlere başarı dileyen
Sayın Başbakanımız, önümüzdeki aylarda başlayacak Priştine-Belgrad diyaloguna katkıda
bulunmaya hazır olduğumuzu da vurgulamıştır.
Balkanlar‟daki barış, istikrar ve refah bakımından Sırbistan anahtar ülke konumundadır.
Sırbistan, gerek ticari ve ekonomik çıkarlarımız, gerek Batı Avrupa‟da yaşayan vatandaşlarımız
açısından önem arzeden Türkiye-Batı Avrupa güzergâhının merkezinde bulunmaktadır.
Kosova'nın bağımsızlığını ilk sıralarda tanımamızın ardından Türkiye-Sırbistan ilişkilerinde
ortaya çıkan gerginlik, her iki tarafın da dikkatli tutumu sayesinde, kısa bir sürede hemen
tümüyle aşılabilmiştir. Sırbistan Dışişleri Bakanı Jeremiç‟in, 19-20 Mart 2009 tarihlerinde
ülkemize gerçekleştirdiği resmi ziyarette Türkiye ile "stratejik ortaklık" kurmak istediklerini
açıklaması sonrasında ilişkiler ivme kazanmış, Sayın Cumhurbaşkanımız 25-27 Ekim 2009
tarihlerinde Sırbistan‟a resmi bir ziyarette bulunmuştur.
Sırbistan-Bosna-Hersek ilişkilerinin normalizasyonu maksadıyla ülkemizin öncülüğünde
başlatılan Türkiye-Bosna-Hersek-Sırbistan Dışişleri Bakanları Üçlü İstişare Mekanizması ikili
ilişkilerimizde sağlanan yakınlaşmayı teyit eden önemli bir gelişme olmuştur.
Sayın Başbakanımız, Sırbistan Cumhurbaşkanı Tadiç ile birlikte katıldığı Srebrenica anma
törenlerini müteakiben 12 Temmuz 2010 tarihinde Sırbistan‟a resmi bir ziyaret gerçekleştirmiş,
ziyaret kapsamında Sancak bölgesinde de incelemelerde bulunmuştur. Türkiye Sancak‟ı iki ülke
arasında dostluk köprüsü olarak görmekte olup bu bölgeye katkılarını sürdürmeye kararlıdır.
Özellikle Sancak bölgesindeki yolların iyileştirilmesi projelerine önem atfediyoruz. Öngörülen
bu altyapı projelerinin, Sırbistan‟ın ulaşım altyapısı ağını genişletirken, işadamlarımız arasında
ortak girişimleri de özendireceğini ve kolaylaştıracağını düşünüyoruz.
Türkiye, bağımsızlığını kazandığı tarihten bu yana, Makedonya Cumhuriyeti‟nin ülke
bütünlüğünü, egemenliğini ve sınırlarının değişmezliğini kararlılıkla savunmuştur.
Makedonya‟yı anayasal adıyla ve “ulus” olarak tanıyan ilk devlet olan Türkiye, Makedonya‟nın
üniter devlet yapısının yanısıra çok etnili ve çok kültürlü dokusunun korunmasını
desteklemektedir.
28
2008 NATO Bükreş Zirvesi‟nde yapılan engellemeler sebebiyle üyeliğe davet alamayan
Makedonya‟ya NATO ve AB üyelik hedefleri doğrultusundaki çabalarında ülkemizce verilen
destek sürdürülmektedir.
11 Mayıs 2010 tarihinde Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Dönem Başkanlığını üstlenen
Makedonya‟dan sonra Dönem Başkanlığı ülkemize geçmiştir.
Karşılıklı ziyaretler ikili ilişkileri pekiştirmektedir. Tarafımdan 25-26 Mart 2010 tarihlerinde
Makedonya‟ya resmi bir ziyaret gerçekleştirilmiş, son olarak Makedonya Meclis Başkanı
Veljanoski ve beraberinde Makedonya – Türkiye Parlamentolararası Dostluk Grubu üyelerinin
de yer aldığı heyet, TBMM Başkanı Sayın Mehmet Ali Şahin‟in davetlisi olarak 26-29 Eylül
2010 tarihlerinde ülkemizi ziyaret etmiştir.
Avrupa-Atlantik kurumlarıyla bütünleşme yolunda diğer Balkan ülkelerine kıyasla en fazla
mesafeyi katetmiş bulunan Hırvatistan‟ın dış politikasının odak noktasını AB üyeliğinin
mümkün olan en kısa sürede elde edilmesi teşkil etmektedir. AB ile katılım müzakereleri yürüten
iki dost ve müttefik ülke olarak Türkiye ve Hırvatistan birçok alandaki işbirliği potansiyelini
daha iyi değerlendirme kararlılığı içindedir.
Son olarak Hırvatistan Başbakanı Jadranka Kosor 26 Kasım 2010 tarihinde ülkemizi ziyaret
etmiştir. Bu ziyaretin hemen ardından Zagreb‟de siyasi istişareler gerçekleştirilmiştir.
Bosna-Hersek‟in barış ve istikrarını desteklemek ve bu ülkenin kurucu unsurları arasında yer
alan ve Federasyon çatısı altında birlikte yaşayan Boşnak ve Hırvat halkları arasındaki ilişkilere
katkıda bulunmak amacıyla ülkemizin öncülüğünde Türkiye-Bosna-Hersek-Hırvatistan Dışişleri
Bakanları arasında üçlü bir danışma mekanizması tesis edilmiş olup, bu çerçevede sonuncusu
New York‟ta BM Genel Kurul genel görüşmeleri marjında olmak üzere dört toplantı yapılmıştır.
Türkiye-BH-Hırvatistan üçlü danışma mekanizması özellikle BH‟in ekonomik ve sosyal
kalkınması bağlamında geleceğe yönelik projeler geliştirmek amacını taşımaktadır.
Türkiye, Karadağ‟ı 12 Haziran 2006 tarihinde tanımış, 3 Temmuz tarihinde ise diplomatik ilişki
tesis etmiştir. Nisan 2008‟de Karadağ‟da Büyükelçilik açılmıştır. Karadağ makamları, ülkemize
yakınlık duymakta, Türkiye‟yi bölgesel güç ve komşu ülke olarak görmekte, uluslararası veya
bölgesel toplantılar gibi çeşitli vesilelerle ülkemiz makamlarıyla temas etmeye önem
vermektedirler.
Bugün bir bölümü Karadağ Cumhuriyeti sınırları içinde yer alan Sancak bölgesinden çeşitli
tarihlerde ülkemize göç eden birçok vatandaşımızın mevcudiyeti ve halen Karadağ Sancak‟ında
yaşayan Boşnak topluluğu ile tarihsel, kültürel ve insani bağlarımız ikili ilişkilerimizin
geliştirilmesi için ayrı bir teşvik unsurudur.
2009-2010 döneminde yürüttüğümüz GDAÜ Dönem Başkanlığı, 22 Haziran 2010 tarihinde
İstanbul‟da düzenlenen Zirve Toplantısında Karadağ tarafından devralınmıştır.
29
Karadağ‟ın bağımsızlığını kazanmasından bu yana ülkelerimiz arasında üst düzeyli ikili
ziyaretler devam etmektedir. Sayın Cumhurbaşkanımızın 12-13 Aralık 2009 tarihlerinde
gerçekleştirdiği resmi ziyaretin ardından Karadağ Meclis Başkanı Ranko Krivokapiç 29 Eylül
2010 tarihinde ülkemizi ziyaret etmiştir.
Türkiye, Karadağ makamlarının acil yardım talebi üzerine Türk Kızılayı aracılığıyla Karadağ‟a,
aşırı yağışlar sonucu meydana gelen sellerden etkilenen afetzedelere yönelik olarak başlatılan
insani yardım operasyonu kapsamında, çadır, battaniye ve gıda kolisinden oluşan yaklaşık 30
tonluk yardım malzemesi taşıyan iki TIR göndermiştir.
Sağlık Bakanlığı tarafından sel nedeniyle bölgeye gönderilen ulusal medikal kurtarma ekibi
(UMKE) Karadağ‟da sağlık taraması gerçekleştirmiştir.
Türkiye ile Arnavutluk arasındaki siyasi ilişkiler çok iyi düzeyde olup Türkler ve Arnavutlar
arasındaki akrabalık bağları karşılıklı güveni pekiştirmektedir. Rejim değişikliğinden sonra
Türkiye'nin Arnavutluk'a verdiği güçlü destek bu ülkede önemli izler bırakmıştır. İki ülkenin
bölgesel ve uluslararası konulara yaklaşımları da büyük ölçüde örtüşmektedir. Ülkemizin
Kosova‟nın bağımsızlığını tanıyan ilk ülkeler arasında yer alması Arnavutluk indinde büyük
memnuniyet yaratmıştır.
Arnavutluk bölgede Türkiye'ye en yakın ülkelerden biri olup ülkemizi zor zamanlarında
yardımına koşan güvenilir dost, bölgesel güç ve komşu ülke olarak görmektedir.
Ülkemizin Arnavutluk'la mükemmel olarak tanımlanabilecek ilişkileri kapsamında önemli bir
boyutu da askeri ve güvenlik işbirliği oluşturmaktadır. Çok sayıda Arnavut askeri personeli Harp
Okullarımızda, keza Arnavut polis adayları da Polis Akademimizde eğitim görmektedir.
Karşılıklı üst düzey ziyaretlerdeki yoğunluk sürmektedir. Ben 17-18 Ekim 2009 tarihlerinde bu
ülkeye bir ziyarette bulundum. 25 Haziran 2009‟da Sayın Başbakanımız, 11-12 Aralık 2009‟ta
da Sayın Cumhurbaşkanımız Arnavutluk‟u ziyaret etmişlerdir. Sayın Cumhurbaşkanımız Tirana
ziyaretleri sırasında Yunus Emre Türk Kültür Merkezi‟nin de açılışını yapmışlardır. Arnavutluk
Cumhurbaşkanı Bamir Topi, 2010 yılı içerisinde GDAÜ Zirvesi, Marmara Vakfı Toplantısı ve
özel nitelikli olmak üzere üç kere ülkemizi ziyaret etmiştir. 7-10 Mart 2010 tarihlerinde ise
Arnavutluk Meclis Başkanı Topalli Türkiye‟ye resmi bir ziyaret gerçekleştirmiştir.
Türkiye, Arnavutluk makamlarının acil yardım talebi üzerine Arnavutluk‟a, sel felaketinden
etkilenen afetzedelere yardım etmek üzere ilk aşamada, arama-kurtarma çalışmaları yapmak
üzere, 3 adet S-70 Skorsky helikopter yollamıştır. Türkiye ayrıca, Türk Kızılayı aracılığıyla,
Arnavutluk‟a çadır ve battaniyeden oluşan yardım malzemesi taşıyan bir TIR göndermiştir.
Sağlık Bakanlığı tarafından sel nedeniyle bölgeye gönderilen ulusal medikal kurtarma ekibi
(UMKE) Arnavutluk‟ta sağlık taraması gerçekleştirmiştir.
YUNANĠSTAN
30
Yunanistan‟la ilişkilerimizin her alanda geliştirilmesi ve çeşitlendirilmesi Hükümetimizin
öncelikleri arasındadır. Türkiye ve Yunanistan arasında karşılıklı saygı ve anlayış temelinde
geliştirmeye çaba gösterdiğimiz ilişkiler, bölgesel barış, istikrar ve güvenlik açısından da önem
taşımaktadır. Bu çerçevede 2010 yılı, Yunanistan‟la 1999‟dan bu yana sürdürmekte olduğumuz
ikili işbirliği ve diyalog sürecine yoğunluk ve bu süreçte ihdas edilmiş olan mevcut
mekanizmaların işleyişine hız kazandırılması yönünde önemli gelişmelere sahne olmuştur.
Sayın Başbakanımız, Başbakan Papandreu‟nun davetine icabetle 14-15 Mayıs 2010 tarihlerinde
Atina‟yı ziyaret etmiştir. Sayın Başbakanımızın inisiyatifiyle, iki ülke Başbakanları arasında teati
olunan mektupların bir sonucu olarak görülebilecek tarihi nitelikteki bu ziyaret, Türk-Yunan
yakınlaşma sürecinin ortaklık boyutuna taşınması hedefimizde önemli bir kilometre taşı teşkil
etmiştir.
Ziyaretin en önemli sonuçlarından biri, tarafımızdan önerilen Yüksek Düzeyli İşbirliği
Konseyi‟nin (YDİK) ilk toplantısını gerçekleştirmiş olması ve bu toplantı vesilesiyle, Sayın
Başbakanların imzaladıkları “Ortak Deklarasyon” dâhil toplam 22 mutabakat metninin
akdedilmesi olmuştur. Benimle birlikte (iki ülke Dışişleri Bakanları YDİK‟in
koordinatörleridirler), İçişleri, Ekonomi, Ticaret, AB, Ulaştırma, Eğitim, Kültür, Turizm, Enerji
ve Çevre‟den sorumlu Bakanlarımızın katılımıyla düzenlenen YDİK, iki ülkenin ortak kabine
toplantısı şeklinde cereyan etmiş, Sayın Bakanlarımız ayrıca, toplantıyı takiben mevkidaşlarıyla
bir araya gelme imkânı bulmuşlardır.
Sayın Başbakanımız ziyaret kapsamında, Yunanistan Cumhurbaşkanı Papulyas, Parlamento
Başkanı Petsalnikos, Başbakan Papandreu başta olmak üzere çok sayıda görüşme
gerçekleştirmiştir.
Ziyaret sırasında ayrıca, çeşitli sahalarda faaliyet göstermekte olan yaklaşık 120 Türk firmasının
Yunan muhataplarıyla 200‟den fazla ikili görüşmede bir araya gelmesine olanak sağlayan İş
Forumu düzenlenmiştir.
Yıl boyunca çeşitli vesilelerle çok sayıda ikili üst düzey temas gerçekleştirilmiştir. Sayın
Başbakanımız, Abu Dhabi‟de düzenlenen Üçüncü Dünya Enerji Zirvesi marjında Yunanistan
Cumhurbaşkanı Karolos Papulyas‟la 18 Ocak 2010 tarihinde bir görüşme yapmıştır. 22-23
Haziran 2010 tarihlerinde İstanbul‟da gerçekleştirilen GDAÜ zirvesi marjında, Sayın
Başbakanımız Yunanistan Başbakanı Papandreu ile ben de Dışişleri Bakanı Droutsas ile bir
araya gelme imkânı bulduk. Papandreu ve Droutsas bu vesileyle Sayın Cumhurbaşkanımız
tarafından da kabul edilmişlerdir.
Sayın Cumhurbaşkanımız ayrıca Yunanistan Başbakanı Papandreu‟yu, 65. BM Genel Kurulu
görüşmeleri marjında kabul etmiştir. Görüşmede benimle birlikte Yunanistan Dışişleri Bakanı
Droutsas da hazır bulunmuştur.
Yunanistan Dışişleri Bakanı Droutsas‟la, Afganistan konulu Londra Konferansı marjında 28
Ocak 2010 tarihinde, AB Dışişleri Bakanları Gayriresmi Toplantısı marjında 6 Mart 2010
31
tarihinde Cordoba‟da, 22-23 Nisan 2010 tarihlerinde Tallin‟de gerçekleştirilen NATO
Gayrıresmi Bakanlar Toplantısı marjında, 16-17 Temmuz 2010 tarihlerinde Almatı'da
düzenlenen AGİT Gayrıresmi Bakanlar toplantısı marjında bir araya geldim. Öte yandan,
Droutsas, 8 Nisan 2010 tarihinde ülkemize bir çalışma ziyareti yapmış, davetim üzerine, FIBA
Dünya Basketbol Şampiyonası kapsamında Türk ve Yunan milli basketbol takımlarının
karşılaşmasının gerçekleştiği 31 Ağustos günü Ankara‟yı ziyaret etmiştir. 6 Ağustos 2010
tarihinde Rodos ve İstanköy‟e gerçekleştirdiğim ziyaret çerçevesinde de Droutsas‟ın yanı sıra
Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Nikitiadis ile Rodos‟ta görüştüm.
Son olarak, İklim Değişikliği Girişimi konulu konferansa katılmak üzere 21-22 Ekim 2010
tarihlerinde Atina‟yı ziyaret eden Sayın Başbakanımıza, benimle birlikte Devlet Bakanı Sayın
Faruk Çelik, Çevre ve Orman Bakanı Sayın Veysel Eroğlu eşlik etmiştir.
Öte yandan, Yunanistan Başbakanı Papandreu‟nun, Bakanlığımız tarafından 2011 Ocak ayında
düzenlenecek “Büyükelçiler Konferansı” vesilesiyle ülkemizi ziyaret etmesi beklenmektedir.
İkili işbirliğimiz çerçevesinde, Bakanlar düzeyindeki temaslar da devam etmektedir. 16-17 Şubat
2010 tarihinde Devlet Bakanı Sayın Zafer Çağlayan, “Türkiye Ege Kıyıları-Yunanistan Ege
Adaları IX. Ekonomi Zirvesi” vesilesiyle Atina‟yı ziyaret etmiştir. Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Sayın Ali Babacan “Ekonomist Konferansı” vesilesiyle 30 Nisan 2010 tarihinde
Atina‟yı ziyaret etmiş, Yunanistan Başbakanı Papandreu, dönemin Ekonomi, Rekabet ve
Denizcilik Bakanı Katseli ve Maliye Bakanı Papaconstantinou ile görüşmüştür. Devlet Bakanı
Sayın Hayati Yazıcı, 17-19 Eylül 2010 tarihlerinde İzmir‟de düzenlenen “Altıncı Türk-Yunan
Medya Konferansı” vesilesiyle ülkemizi ziyaret eden Yunanistan Başbakan Yardımcısı
Theodoros Pangalos ile bir görüşme gerçekleştirmiş, sözkonusu Konferans sonucu iki ülke
gazetecileri arasında bir birlik/dernek kurulması kararlaştırılmıştır. Bu gelişmenin, işbirliği
yaklaşımının medya boyutuna taşınmasına yardımcı olması ümit edilmektedir. Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanı Sayın Taner Yıldız, 21 Eylül 2010 tarihinde ülkemizi ziyaret eden Yunanistan
Çevre, Enerji ve İklim Değişikliği Bakanı Tina Birbili ile görüşmüştür.
2006 yılından bu yana iki ülke Genelkurmay Başkanları, Kuvvet Komutanları ve Sahil Güvenlik
Komutanları arasında karşılıklı ziyaretler gerçekleştirilmektedir. Son olarak Sahil Güvenlik
Komutanımız 8-12 Şubat 2010 tarihlerinde Yunanistan‟ı, ayrıca Yunanistan Deniz Kuvvetleri
Komutanı Koramiral Dimitrios Elefsiniotis Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Uğur Yiğit‟in
resmi davetlisi olarak 22-27 Kasım 2010 tarihleri arasında, Yunanistan Kara Kuvvetleri
Komutanı Korgeneral Fragkoulis Fragkos da Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Erdal
Ceylanoğlu'nun resmi davetlisi olarak, 8 Aralık 2010 tarihinde Türkiye'yi ziyaret etmişlerdir.
Yılsonuna kadar ise askeri makamlar arasında bir dizi temas gerçekleştirilecektir.
Dışişleri Bakanlıkları arasında Türk-Yunan ilişkilerinin çeşitli veçhelerinin ele alındığı
Yönlendirme Komitesi‟nin 15. Toplantısı 9 Mart 2010 tarihinde Ankara‟da düzenlenmiş, 28
Nisan 2010 tarihinde Atina‟da Dışişleri Bakanları Müsteşarları düzeyinde siyasi istişareler
yapılmıştır. Ayrıca, 28 Eylül 2010 tarihinde Ankara‟da Ticaret ve Ekonomik İşbirliği Çalışma
32
Grubu 12. Toplantısı, 25 Ekim 2010 tarihinde ise Türk-Yunan Karma Ekonomik Komisyon IV.
Dönem toplantısı düzenlenmiştir.
Ekonomi, ticaret, ulaştırma, turizm ve enerji sektörleri, ikili ilişkilerimizin gelişmesinin somut
neticelerinin elde edilebildiği alanlar olarak göze çarpmaktadır. Ekonomik alandaki bu
hareketlilik ve gelişmeler, diyalog sürecinin olumlu yansımalarının bir sonucu olup, aynı
zamanda iki ülkenin iş ve ticaret çevrelerinin diyalog ve işbirliği sürecine güven ve desteğini
ortaya koymaktadır. 2009 yılında ikili ticaret hacmimiz 2,7 milyar Dolar olarak gerçekleşmiştir.
Ülkemizle Yunanistan arasındaki karşılıklı uçuş sefer sayısı haftalık 31‟e çıkarılmış; Atina-İzmir
arasında doğrudan uçak seferleri başlatılmıştır. Keza ülkemizdeki Yunan yatırımları 2009 yılında
6,5 milyar Dolar düzeyine ulaşmış; Türk firmaları Yunanistan‟da yatırım olanakları aramaya
başlamışlardır. Bankacılık alanında süregiden işbirliği çerçevesinde, Atina ve Gümülcine‟de
bulunan iki şubeye ilave olarak, T.C. Ziraat Bankası‟nın İskeçe‟de de bir şube açmasına olanak
sağlayan karar Yunanistan Resmi Gazetesi‟nde yayımlanmış ve İskeçe Şubesi 22 Ekim tarihi
itibariyle hizmet vermeye başlamıştır.
Batı Trakya Türk Azınlığı ile İstanbul‟daki Rum Azınlık mensuplarını iki ülke arasında dostluk
köprüsü olarak gördüğümüz her vesileyle vurgulanmaktadır. Batı Trakya Türk Azınlığı‟nın
temel hak ve özgürlüklerinden ve ikili ve çok taraflı Andlaşmalarla teminat altına alınmış olan
Azınlık haklarından çağdaş standartlarda yararlanabilmelerine ilişkin beklentimiz sürmektedir.
İki ülke ilişkilerinin yeni seyri ışığında ve Hükümetimizce azınlık ve insan hakları konusunda
sağlanan iyileştirmelerin etkisiyle PASOK Hükümetinin bu konuda bazı adımlar atması yönünde
baskı hissettiği gözlemlenmektedir. Batı Trakya Türk Azınlığı‟nın sorunlarını ikili ve çok taraflı
platformlarda gündeme getirmeye devam edeceğiz. Buna ilaveten Rodos ve İstanköy Adalarında
yaşayan soydaşlarımızın Azınlık haklarından yararlandırılmaları yönündeki çabalarımızı da
sürdüreceğiz.
Diğer taraftan, Ege sorunlarının iki tarafın da mutabık kalacağı barışçı yöntemlerle çözülebilmesi
amacıyla Yunanistan‟la ülkemiz arasında iki temel diyalog kanalı bulunmaktadır.
Bunlardan ilki istikşafi temaslardır. 2002 yılında başlatılan istikşafi görüşmelere Sayın
Başbakanımızın Atina ziyaretini müteakip yeni bir ivme verilmiş olup, görüşmelerin 48‟nci turu
7 Aralık tarihinde Atina‟da yapılmıştır.
Yunanistan ile Ege meseleleri konusunda sürdürülen ve son dönemde yeni bir ivme kazandırılan
ikinci diyalog kanalı ise Güven Arttırıcı Önlemler (GAÖ) sürecidir. Bugüne kadar taraflar
arasında 29 GAÖ üzerinde mutabık kalınmış ve uygulamaya konulmuştur. Ayrıca, Yunanistan
ile Dışişleri Bakanlıkları Müsteşarları arasında, daha ziyade operasyonel mahiyette önlemlerin
ele alındığı yeni bir görüşme süreci daha başlatılmıştır.
KIBRIS
Hükümetimiz, Kıbrıs sorununun; BM Genel Sekreteri‟nin iyi niyet misyonu çerçevesinde,
yerleşik BM parametreleri olan siyasi eşitlik ve iki kesimlilik temelinde, eşit statüde iki Kurucu
33
Devleti haiz yeni bir Ortaklık kurulması ve bu yeni Ortaklığın Türkiye‟nin etkin ve fiili
garantisini içeren Garanti ve İttifak Andlaşmalarının teminatı altında kalmaya devam etmesi
suretiyle çözümüne tam destek veren ilkeli politikasını 2010 yılında da kararlılıkla sürdürmüştür.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri 11 Mayıs 2010 tarihli son iyi niyet misyonu raporunda 2010
yılı sonuna kadar kapsamlı bir çözüme ulaşılması yönündeki hedefi ortaya koymuş, çözümün
erişilebilir olduğunu, ancak zamanın çözümün yanında olmadığını vurgulamıştır. Türkiye ve
KKTC, Genel Sekreter‟in bu hedefini kuvvetle desteklemiş, müzakerelerin başından beri olduğu
gibi seçimlerin ardından 23 Nisan 2010 tarihinde KKTC Cumhurbaşkanlığı görevini üstlenen
Sayın Eroğlu döneminde de yapıcı ve yaratıcı önerilerle hep bir adım önde olduğunu ortaya
koymuştur. Türk tarafının bu hedefe bağlılığı ve gösterdiği gayretler BM tarafından da teyit
edilmektedir.
Kıbrıs Türk tarafının 4 Ocak 2010 tarihinde Yönetim ve Yetki Paylaşımı başlığının
sonuçlandırılmasına yönelik olarak sunduğu öneriler gibi 6 Eylül 2010 tarihinde sunulan
kapsamlı mülkiyet önerileri de BM‟nin takdirini kazanmıştır. Sayın Eroğlu 26 Mayıs 2010
tarihinde yeniden başlayan müzakereleri dinamik ve yapıcı biçimde sürdürerek,
Cumhurbaşkanlığına seçilmesiyle birlikte Rum tarafının uluslararası alanda aleyhine başlattığı
haksız propaganda faaliyetlerini de boşa çıkarmıştır.
Genel Sekreter, 18 Kasım 2010 tarihinde iki liderin katılımıyla New York‟ta üçlü bir görüşme
gerçekleştirmiş, liderlerin Kıbrıs‟a dönmelerinin ardından tüm başlıklardaki ana konuları
belirlemek amacıyla bir çalışmaya başlamalarını ve 2011 Ocak ayı sonunda (25-26 Ocak)
Cenevre‟de yeni bir Üçlü Görüşmede bir araya gelinerek elde edilen sonucun incelenmesini
önermiş, bu öneri üzerinde mutabakat sağlanmıştır. Kıbrıs Türk tarafı Genel Sekreterin önerisi
doğrultusunda müzakerelerdeki yapıcı tutumunu sürdürmekte ve biran önce kalıcı ve adil
kapsamlı bir çözüme ulaşılması amacıyla çaba sarfetmektedir.
Genel Sekreter 24 Kasım 2010 tarihinde yayınladığı son iyi niyet misyonu raporunda da altı
müzakere başlığından Yönetim ve Yetki Paylaşımı, Ekonomi ve AB başlıklarında önemli
yakınlaşma sağlandığını kayda geçirmiş, diğer taraftan 2010 yılı sonu hedefinin karşılanamamış
olmasından dolayı duyduğu hayal kırıklığını ifade etmiş, müzakerelerin açık uçlu olamayacağını,
önümüzdeki aylarda tüm başlıklarda kayda değer ilerleme sağlanamaması durumunda
müzakerelerin nihai çöküşü gibi ciddi bir riskle karşı karşıya kalınacağını belirterek, Şubat
ayında yeni bir rapor yayınlayacağını kaydetmiştir.
Rum liderliği ise, kapsamlı çözüm hedefine odaklanmak yerine Kıbrıs Türk tarafı ve Türkiye
aleyhine asılsız girişim ve iddialarda bulunmaya devam etmekte, haksız biçimde tek yanlı üyesi
olduğu AB‟nin platformlarını bu amaçla istismar çabalarını sürdürmektedir. AB ise Kıbrıslı
Türklerine verdiği taahhütleri yerine getirmeye muvaffak olamamış, Doğrudan Ticaret Tüzüğünü
Rum engellerini aşarak kabul ettirmeye yönelik Avrupa Parlamentosu‟nda başlatılan girişimleri
de sonuçlandıramamıştır. Kıbrıs sorununun devamı AB‟nin stratejik hedeflerine ulaşmasının
önünde de engel teşkil etmektedir.
34
Kıbrıs sorununa yaklaşımımızın temeli, bölgemizin Ada‟daki iki taraf ve anavatanlar başta
olmak üzere herkes için bir işbirliği sahasına dönüşmesi, bu işbirliğinin de sürekli biçimde
istikrar ve refah üretir bir mekanizma haline gelmesidir. Bu, kuşkusuz ilgili herkesin
menfaatinedir.
AİHM‟in, 5 Mart 2010 tarihinde açıkladığı kararıyla, KKTC‟deki Taşınmaz Mal
Komisyonu‟nun Rumların mülkiyet iddiaları için etkin bir iç hukuk yolu olduğu teyit edilmiş ve
müracaatlar buraya yönlendirilmiştir. Bu mekanizmanın işletilmesi, uzun vadede iki kesimliliğin
daha da sağlam temellere oturulmasının yolunu da açmıştır.
Kıbrıs Türkü‟nün ekonomik açıdan daha güçlü bir düzeye gelmesi için, KKTC Hükümeti‟nin
başarıyla sürdürmekte olduğu reform çabaları desteklenmekte, sağlıklı ve sürdürülebilir bir
ekonomik yapının temellerini güçlendirmek yönünde birlikte çaba sarfedilmektedir. KKTC‟nin
uluslararası alanda görünürlüğünün giderek artması, Kıbrıs davasına ilişkin görüşlerimizin ilk
elden muhataplarımıza aktarılması açısından sarfedilen çabalar memnuniyet verici sonuçlar
getirmiştir. 2010 yılında açılan Stokholm Temsilciliğiyle KKTC‟nin yurtdışındaki
temsilciliklerinin sayısı 19‟a yükseltilmiş olup, önümüzdeki dönemde bazı merkezlerde yeni
KKTC Temsilciliklerinin açılması da sözkonusudur.
KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Eroğlu, son aylarda dış ziyaretlerini artırmış olup, 65. BM Genel
Kurulu marjındaki temaslarına ilaveten, Eylül, Ekim ve Kasım aylarında sırasıyla Belçika,
Almanya ve İsveç‟e anılan ülkelerin Dışişleri Bakanlarının davetine icabetle birer ziyaret
gerçekleştirmiştir.
Diğer taraftan, GKRY 2003 yılından bu yana, bölge ülkeleriyle deniz yetki alanı sınırlandırma
anlaşmaları yapmak, petrol/doğal gaz arama faaliyetlerinde bulunmak, ihalelere çıkmak,
ruhsatlar vermek suretiyle oldu-bittiler yaratmaya çalışmaktadır. GKRY‟nin taktiksel olarak bir
süredir yavaşlattığı petrol-doğal gaz arama-çıkarma faaliyetlerine yeniden hız verdiği
görülmektedir.
GKRY‟nin ilan etmiş olduğu 13 ruhsat bölgesinin 5‟i kısmen kıta sahanlığımız içinde yer
almaktadır.
Ayrıca, GKRY bu tek yanlı faaliyetleriyle, Kıbrıs Türklerinin Ada‟nın doğal kaynakları
üzerindeki eşit haklarını yok saymakta ve dolayısıyla bu hakları gasp etmektedir.
Bu faaliyetler egemenlikle ilgili olup, bu husus Ada‟da devam eden müzakere sürecinin önemli
bir parçasıdır. GKRY‟nin bu tek taraflı faaliyetleri müzakere sürecini de olumsuz etkilemektedir.
2004‟te Ada‟da halkoyuna sunulan BM Kapsamlı Çözüm Planında Ada‟nın deniz alanlarındaki
doğal kaynakların paylaşılması ve bunlardan istifade edilmesi konusu kurulacak yeni ortaklık
hükümetinin inhisarına bırakılmıştı. Konuya ilişkin girişimlerimizde Rumları bu petrol/doğalgaz
takvimini ilerletmede cesaretlendirecek davranışlardan önemle kaçınılması gereğine dikkat
çekilmektedir.
IRAK
35
Toprak bütünlüğü ve siyasi birliği korunmuş, komşularıyla barışık, istikrarlı ve müreffeh bir
Irak, Ortadoğu coğrafyasında bir güvenlik ve refah kuşağı oluşturulması çabalarında kilit rol
oynayacaktır.
Bununla birlikte, Irak‟ın yakın tarihine damgasını vuran savaşlar, iç çatışma ve işgaller,
ekonomik ambargo ve insani krizler bölgesel ve küresel ölçekte sarsıcı etkiler yaratmıştır.
Irak‟tan neşet eden çok boyutlu sorunların bölgemize maliyeti ağır olmuştur. Çoğunluğu sivil
olmak üzere yüz binlerce can kaybı meydana gelmiş, muazzam kaynak ve emek israf edilmiştir.
Ayrıca, Irak‟taki krizin yansımaları Ortadoğu‟da kalıcı barışın sağlanmasına, güvenlik ve
istikrarın tesisine yönelik girişimlerin akim kalmasında da etkili olmuştur. Sonuçta, Irak on
yıllarca geriye giderken, komşuları da bundan büyük zarar görmüştür. Türkiye, Irak kaynaklı
sorunlardan en fazla muzdarip olan ülkelerden biridir. Başta siyasi, güvenlik ve ekonomi olmak
üzere ikili ilişkilerimizin tüm veçheleri bu durumdan son derece olumsuz etkilenmiştir.
Ortadoğu‟nun nüvesi olarak gördüğümüz komşumuz Irak‟ın istikrarlı bir yapıya kavuşturulması
Türk dış politikasının öncelikli meseleleri arasında yeralmaktadır. Irak‟ın toprak bütünlüğünün
korunması, güvenlik ve istikrarının tesisi, iç barışının sağlanması, ülkenin ekonomik refaha
kavuşması, bölge açısından güvenlik ve refah üretebilen bir devlet haline gelmesi ve
komşularıyla ve uluslararası toplumla yeniden bütünleşebilmesi, Irak‟a yönelik politikamızın
temel parametrelerini oluşturmaktadır. Türkiye bu anlayış temelinde, Irak‟ın bağımsızlığını,
siyasi birliğini ve toprak bütünlüğünü kuvvetle desteklemiş, güvenlik ve istikrarını gözetmiş,
Irak‟taki tüm nüfus kesimlerine eşit mesafede durmuş ve Iraklı kardeşlerinin her daim yanında
olmuştur; olmaya da devam edecektir.
7 Mart parlamento seçimlerine Irak halkının tüm kesimlerinden yoğun katılım gerçekleşmiştir.
Seçimler Irak‟taki demokratikleşme ve istikrar çabaları açısından tarihi bir dönüm noktası teşkil
etmiştir. Bu seçimler ve ABD muharip kuvvetlerinin 31 Ağustos itibariyle Irak‟tan çekilmiş
olması da Irak‟ın ulusal egemenliğinin tesisi bakımından önemli bir aşamadır.
7 Mart seçimlerinin ardından yaklaşık sekiz ay süren siyasi krizin ardından Iraklı grupların bir
ulusal birlik hükümeti kurulması yönünde mutabakata varmış olmaları olumlu bir gelişmedir.
Yeni hükümetin kuruluş sürecinin hızlandırılmasına, hükümetin kapsayıcı ve geniş tabanlı bir
yapıda teşkiline önem atfediyoruz. Irak siyasetinde “Iraklılık kimliği”nin öne çıkartılması, etnik
köken ve mezhep temelli bir siyasetin ülkeye egemen olmaması, Irak‟ın önündeki sorunlara
ulusal uzlaşı çerçevesinde çözüm bulunması gerektiğine inanmaktayız.
Bu anlayışla, Irak‟taki siyasi gruplarla yaptığımız temaslarda, yeni hükümetin tüm Irak halkını
kucaklayacak şekilde bir ulusal ortaklık hükümeti vasfına sahip olmasının Irak‟ın önündeki
sorunlara ulusal uzlaşı çerçevesinde çözüm bulunmasına imkân tanıyacağını vurgulamaktayız.
Son olarak, 7 Kasım‟da Erbil ve Bağdat‟ı ziyaret ederek, Başbakan Maliki dâhil Irak‟taki tüm
siyasi liderlerle görüşmelerde bulundum. Iraklı liderler tarafından memnuniyetle karşılanan bu
ziyaret vesilesiyle yaptığım temaslarda, seçimlerden başarılı çıkan siyasi gruplar arasında
36
oluşturulacak uygun bir güç paylaşımı çerçevesinde sürdürülebilir bir ulusal ortaklık
hükümetinin süratle kurulmasının Irak‟ta istikrarın tesisi açısından taşıdığı öneme işaret ettim.
Bugün Türkiye, Irak halkının tüm kesimlerinin güven duyduğu yegâne bölge ülkesi
konumundadır. Bu itibarla, gerek seçimlerden önce, gerek seçimlerden sonra Irak‟taki tüm siyasi
gruplar ülkemizle istişarelerde bulunmuşlardır. Bu istişareler devam etmektedir. 2010 yılında
Irak‟taki siyasi gruplardan 40‟tan fazla heyetin ülkemizi ziyaret etmiş olması bu bağlamda
anlamlıdır.
Diğer taraftan, 2008 yılında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi‟ni tesis etmemiz, 2009
yılında güvenlikten enerjiye, eğitimden ulaştırmaya, bayındırlıktan sağlığa 48 mutabakat
muhtırasını imzalamamız, Irak‟ın bugün Türkiye‟nin ihracatındaki ilk dört ülke arasında yer
alması, Musul ve Basra‟ya ilaveten bu yıl içinde Erbil‟de de Başkonsolosluk açmamız, Irak‟la ve
Irak halkının tüm kesimleriyle ilişkilerimizin her alanda süratle geliştiğinin göstergeleridir. Bu
adımlarla, iki ülke arasında başta siyasi ve ekonomik konular, güvenlik ve askeri işbirliği, enerji
ve su kaynakları ile kültürel konular olmak üzere tüm alanlardaki ilişkilerin geliştirilerek, Irak ve
Türkiye arasında uzun vadeli bir stratejik ortaklık kurulması hedeflenmektedir.
Yeni hükümetin kurulması, Irak‟la ülkemiz arasında tesis edilen işbirliği ortamı çerçevesinde,
bölgemizde ortak bir refah ve istikrar alanı oluşturulmasına yönelik çabalarımıza ivme
kazandıracaktır. Nitekim Irak tarafı, Suriye, Ürdün ve Lübnan‟la birlikte oluşturduğumuz Dörtlü
İşbirliği Mekanizması‟na dâhil olmak arzusunu ortaya koymuş bulunmaktadır.
Irak‟ta hükümet oluşturma sürecinin uzamasına rağmen, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler
gelişmeye devam etmiştir. Türkiye‟nin Irak‟a ihracatı 2009 yılında % 30,9 oranında artarak 5,1
milyar Dolar düzeyinde gerçekleşmişti. Bu yılın ilk on aylık döneminde de ihracat artışı sürmüş
ve rakam 4,7 milyar Dolar seviyesine ulaşmıştır. Küresel ekonomik krize rağmen, 2009‟da 6
milyar Doları aşan ikili ticaret hacmi, artış trendini bu yıl da sürdürmektedir.
Türk müteahhitleri 2003-2009 yılları arasında Irak‟ta toplam 7,5 milyar Dolar değerinde iş
üstlenmişlerdir. Yıllık bazda ise, üstlenilen iş miktarı 2003 yılında 242 milyon Dolardan 2009
yılında 1,3 milyar Dolara yükselmiştir.
Irak‟la enerji alanındaki işbirliğimiz de güçlenmektedir. Enerji kaynakları bakımından dünyanın
en zengin ülkelerinden biri olan Irak‟ın petrol ve doğalgaz kaynaklarını Türkiye üzerinden dünya
pazarına ulaştırma hedefine yönelik çalışmalarımız devam etmektedir. Çok boyutlu enerji
stratejimizin önemli bir ayağını oluşturacak Irak‟la işbirliğinin, kaynak ve güzergâh çeşitliliğine,
Türkiye‟nin ve Avrupa‟nın enerji güvenliğine katkıda bulunacağına inanıyoruz.
Irak'taki petrol ve gaz sahaları 1. ve 2. tur ihaleleri 2009 yılında yapılmış, bu çerçevede Türkiye
Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO), Badra sahası ihalesini yabancı ortaklarıyla kazanmıştı. Bu
kere, TPAO‟nun da yer aldığı iki konsorsiyum, 20 Ekim‟de Bağdat‟ta yapılan petrol ve
doğalgaz sahalarına yönelik 3. tur ihalede, Basra‟daki Siba ve Diyala‟daki Mansuriye sahalarının
geliştirme ve işletim hakkını kazanmıştır.
37
Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı‟nın süre uzatımına ilişkin anlaşma 19 Eylül‟de
imzalanmıştır.
Irak Elektrik Bakanlığı‟nca elektrik santralleri inşasına yönelik başlatılan bir proje kapsamında,
üç santralin yapımına ilişkin ihaleler toplam 917 milyon Dolarlık bedelle Türk şirketleri
tarafından kazanılmıştır. Türk şirketlerinin inşa edeceği santrallerden üretilecek elektrik, Irak'ın
mevcut talebinin yaklaşık dörtte birine denk gelmektedir.
Öte yandan, Irak‟ın kuzeyinde yuvalanmış olan PKK terör örgütüyle mücadele amacıyla
kurulmuş bulunan Türkiye-Irak-ABD Üçlü Mekanizması kapsamındaki çalışmalar, Nisan ayında
imzalanan “Üçlü Eylem Planı” temelinde yürütülen faaliyetler ile Irak Kürt Bölgesel
Yönetimi‟yle bu çerçevede sürdürdüğümüz temaslar da doğru yönde ilerlemektedir.
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi‟yle gelişen temaslarımız, bu çerçevede Irak Kürt Bölgesel
Yönetimi Başkanı Mesud Barzani‟nin Haziran ayında ülkemizi ziyareti, terörle mücadele
bağlamında atılabilecek ilave adımlar açısından da uygun bir zemin oluşturmuştur.
Ayrıca, Irak‟ta yapılması öngörülen nüfus sayımının özellikle aidiyeti ihtilaflı bölgeler
bağlamında yeni gerginlikler yaratmayacak bir zamanda ve şekilde düzenlenmesi için bu
konudaki görüşlerimizi de ilgili tüm kesimlere aktarmaktayız. Esasen, Kerkük ve aidiyeti ihtilaflı
bölgeler meselesinin, bu bölgelerde yaşayan tüm etnik ve mezhepsel grupların etkin katılımıyla,
uzlaşı temelinde çözülmesi önem taşımaktadır. 7 Mart‟ta yapılan parlamento seçimlerinde, bu
meselenin çözümüne katkıda bulunacak olumlu bir tablo ortaya çıkmıştır.
Türkiye, Kerkük‟ün özel statülü bir bölge olarak ilan edilmesinin sorunun çözümü için en ideal
yol olduğu yönündeki görüşünü muhafaza etmektedir.
Esasen, Irak halkını oluşturan farklı etnik, dini veya mezhepsel aidiyete mensup toplumlar bu
ülkenin en büyük zenginliğidir. Tüm bu farklı unsurlar barış ve ahenk içinde bir arada
yaşadıkları sürece Irak bulunduğu bölgede istikrarın öncüsü olacaktır.
Bu çerçevede, Irak‟ın kurucu unsurları arasında yeralan Türkmenlerin durumunu da yakından
takip etmekteyiz. Türkmenlerin yönetim yapılarında, ekonomik, sosyal ve düşün hayatında
görünürlüklerinin her geçen gün artması memnuniyet vericidir. 2005 yılında düzenlenen
seçimlerde yalnızca 1 milletvekilliği kazanan Irak Türkmen Cephesi‟nin bu kere 6 milletvekilliği
elde etmesi, diğer partilerin bünyesinden seçimlere katılanlarla birlikte Türkmenlerin
parlamentoda toplam 10 sandalyeyle temsil edilir hale gelmesinden memnuniyet duymaktayız.
Irak‟ı oluşturan tüm nüfus kesimlerine olduğu gibi Türkmen kardeşlerimize desteğimiz
önümüzdeki dönemde de sürecektir.
ĠRAN
Yüce Meclisimizin bildiği üzere, Ġran‟la bağlantılı gelişmeler sadece ülkemiz açısından değil,
küresel ölçekte yakından ve önemle takip edilmektedir.
38
Komşumuz İran‟la ilişkilerimizi sosyal ve tarihsel derinliği, komşu olmamızın kendine has
gerekleri ve ekonomik, güvenlik ve uluslararası konjonktür boyutları ile bir bütünsellik içinde ele
almamız gerekmektedir. Bu çerçevede ikili ilişkilerimizin içişlerine karışmama, karşılıklı saygı,
iyi komşuluk ve güvenlik işbirliği ilkeleri zemininde olumlu yönde gelişmeye devam ettiğini
öncelikle ifade etmemiz gerekir. Bu siyasanın izlenmesinde üst düzey temas trafiğinin kuşkusuz
önemli bir rolü bulunmaktadır.
Güvenlik işbirliği ilişkilerimizin önemli bir boyutunu teşkil etmektedir. Terörle mücadele ve
sınır güvenliği alanlarında güvenlik makamlarımız arasında tesis edilen mekanizmaların tatmin
edici seviyede işlediği düşünülmektedir.
İran ile 2000 yılında 1 milyar Dolar olan ticaret hacmimiz, 2008 yılı sonu itibariyle 10,2 milyar
Dolara ulaşmış, 2009 yılında ise küresel ekonomik krizin etkisiyle yaklaşık % 47 civarında
düşerek 5,42 milyar Dolara gerilemiştir. İran, en büyük 8. ticaret ortağımız konumundadır. 2010
yılı sonunda dış ticaret hacminin 2008 yılı seviyesine ulaşması beklenmektedir.
Sayın Başbakanımızın 2009 Ekim ayındaki İran ziyaretinin sonrasında her iki tarafın da
gayretleriyle ekonomik ve ticari faaliyetlerde önemli bir ivmenin yakalandığı memnuniyetle
görülmektedir. Bu ziyaret sırasında ticaret hacminin önümüzdeki beş yıllık dönemde 30 milyar
Dolara çıkartılması hedefi açıklanmıştır.
İran Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı Rıza Rahimi‟nin 15-16 Eylül 2010 tarihlerinde ülkemize
gerçekleştirdiği ziyaret sırasında Kültür, Eğitim, Bilim, Gençlik ve Spor Değişim Programı,
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ve İran Ulusal Gençlik Teşkilatı Arasında Gençlik Alanında
Mutabakat Zaptı, Yüksek Öğretim Kurulu ile İran Bilim, Araştırma ve Teknoloji Bakanlığı
Arasında Yüksek Eğitim Alanında İşbirliğine Dair Mutabakat Zaptı, Başbakanlık Yatırım Destek
ve Tanıtma Ajansı ve İran Yatırım, Ekonomik ve Teknik Yardım Teşkilatı Arasında Mutabakat
Zaptı, Türkiye-İran Hududunda Yeni Kara Hudut Kapılarının Açılmasına Dair Mutabakat Zaptı
ve Ulaştırma ve İletişim, Gümrükler, Sanayi, Ticaret ve Ekonomi Alanlarında İşbirliği
Konusunda Çalışma Grubu Toplantılarının Tutanağı imzalanmıştır.
Öte yandan, İran‟ın nükleer programının uluslararası toplum bakımından endişe yarattığı
bilinmektedir. Bu konudaki tutumumuz açıktır. Barışçı ve sivil amaçlı nükleer teknolojinin
geliştirilmesi, ülkelerin egemenlik hakkıdır. Bu itibarla, komşumuz İran‟ın da nükleer enerjiden
barışçı amaçlarla yararlanma hakkı bulunmaktadır. Ancak bu hakkın kullanımının temel şartı,
Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması‟ndan kaynaklanan yükümlülüklere
tümüyle riayet edilmesi ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı‟yla (UAEA) tam bir işbirliğine
gidilmesidir.
Bilindiği üzere, BM Güvenlik Konseyi, 1696 (2006) sayılı Kararı uyarınca İran‟dan uranyum
zenginleştirme faaliyetlerini askıya almasını talep etmiştir. Bu talebin yerine getirilmemesi
üzerine, 1737, 1747 ve 1803 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararlarıyla, BM Şartı‟nın VII.
Bölümü kapsamında İran‟a karşı yaptırımlar uygulanmaya konulmuştur. BM Güvenlik Konseyi
1835 sayılı Kararıyla İran‟a yönelik taleplerini yinelemiştir. Sözkonusu kararlar, 2009 Eylül
39
ayında gerçekleştirilen BM Güvenlik Konseyi Zirvesi vesilesiyle kabul edilen 1887 sayılı
Kararla teyit edilmiştir. BM Güvenlik Konseyi‟nin 9 Haziran 2010 tarihinde kabul ettiği 1929
sayılı son Kararla İran‟a karşı ilave yaptırımlar öngörülmüştür. Bu kararı müteakip, ABD ve AB
tek taraflı ilave tedbirleri uygulamaya koymuştur.
2009 yılında ABD‟de göreve başlayan Başkan Obama nükleer programı konusunda İran‟la
koşulsuz diyalog başlatmayı teklif etmiş, ancak 2009 yılının Ekim ayında P5+1 ve İran‟ın önce
Cenevre‟de, daha sonra uzmanlar düzeyinde Viyana‟da bir araya geldikleri toplantılarda alınan
kararlar hakkında sonradan görüş ayrılığı doğmuştur. Bununla birlikte, Uluslararası Atom
Enerjisi Ajansı Genel Direktörü Muhammed El Baradei‟in talebi üzerine ve P5+1 ülkeleriyle
temas halinde, ülkemizin yoğun gayretleri sonucunda, İran‟ın 1200 kg LEU‟yu gerekli
düzenlemeler tamamlandıktan sonra bir ay içinde ve tek seferde ülke dışına çıkararak Türkiye‟de
muhafazasına mutabakatını ortaya koyan İran-Türkiye-Brezilya Ortak Bildirisi 17 Mayıs 2010
tarihinde Tahran‟da imzalanmıştır.
İran‟a ilişkin gelişmeler Türkiye‟yi doğrudan ilgilendirmektedir. İran komşumuzdur ve Orta
Doğu, Güney Asya ve Kafkasya bölgesi için önemli bir unsurdur. Türkiye, bölgesinde ihtilafın,
aşırılığın ve kitle imha silahlarının olmadığı bir vizyon ve hedef için çaba sarfetmektedir. İran‟ın
nükleer programına ilişkin anlaşmazlıkların çözümü, bu iyi niyetli vizyonun başarılmasına katkı
sağlayacaktır. İran‟ın nükleer dosyasına diplomatik yollarla bir çözüm bulunması, tek geçerli
seçeneği teşkil etmektedir. İran‟a uzatılan açık ve samimi el, diplomatik çözüm için tek ve en
önemli olumlu etkiyi oluşturmaya devam etmektedir.
Türkiye, sorunun çözümü için başlangıcından beri başta ABD ve İran olmak üzere tüm taraflarla
yakın temas ve istişare halinde yoğun gayret sarfetmiştir. Sayın Cumhurbaşkanımız, Sayın
Başbakanımız ve ben bu çerçevede sayısız temas gerçekleştirdik. Tahran Ortak Bildirisi,
diplomasinin ve angajmanın sonuç verdiğini göstermektedir. Bunun nedeni, sözkonusu takasın
hem bir güven arttırıcı önlem olması, hem de yaklaşık bir milyon hastanın teşhis ve tedavisi için
mevcut ihtiyaç çerçevesinde insani boyutunun bulunmasıdır. Ortak Bildiri, nükleer yakıt
takasının, olumlu ve yapıcı bir atmosfer yaratmayı amaçlayan ileriye dönük bir süreci başlatmak
için fırsat sağlayacağı yolundaki güçlü inancı da ortaya koymuştur. Bu bağlamda, nükleer yakıt
takası anlaşması, ihtiyaç duyulan güvenin tesisini sağlamak suretiyle tüm nükleer dosyanın ele
alınmasında yardımcı bir unsur teşkil edebilecektir. Ortak Bildiri‟nin İran‟ın nükleer programına
ilişkin dosyayı hiçbir şekilde kapatmadığı ortadadır. Bununla birlikte, müzakerelere şans
tanınması yolundaki çağrıya meşruiyet kazandıracak bir esas yaratmıştır.
Sorunun diplomasi yoluyla çözülmesi gerektiğini en başından beri savunan Türkiye, BM
Güvenlik Konseyi‟nin 1929 (2010) sayılı Kararına Brezilya ile birlikte karşı oy kullanmıştır.
Lübnan oylamada çekimser kalmıştır. Türkiye, İran‟ın nükleer programına ilişkin sorunun
barışçıl yollarla çözümü için Ortak Bildiri tarafından açılan fırsat penceresinin
zayıflatılmasından endişe etmiştir. Bu, İran‟ın nükleer programını şartsız desteklemek değil,
ilkeli ve daha uzun vadeli bir tutumdur. Türkiye‟nin oyunun maksadı Ortak Bildiri tarafından
yaratılan fırsatı muhafaza etmekti. Nitekim Türkiye‟nin diplomatik kulvarın canlandırılması
doğrultusundaki kolaylaştırıcı rol ve katkıları tüm taraflarca bilinmektedir. Öte yandan, BM
40
Şartı‟nın VII. Bölümü çerçevesinde kabul edilen bu Karar Türkiye dâhil tüm ülkeler bakımından
bağlayıcıdır.
Açık bırakılan diplomasi penceresinin de etkisiyle, P5+1 ile İran arasındaki görüşmeler bir yıl
aradan sonra Cenevre‟de 6-7 Aralık 2010 tarihlerinde yapılan toplantıyla tekrar başlamıştır.
Cenevre görüşmelerinde müteakip toplantının Ocak ayı sonunda İstanbul‟da yapılması
kararlaştırılmıştır. İstanbul görüşmesi sürecin geleceği açısından kritik öneme sahip olacaktır.
Ülkemiz bu kapsamda kolaylaştırıcı gayretlerini sürdürecektir.
ORTA DOĞU
Orta Doğu halklarıyla köklü tarihi, kültürel ve beşeri bağlarımız ve bölgedeki gelişmelerin
Türkiye‟ye doğrudan veya dolaylı etkileri, bizi bölge meselelerine odaklanmaya mecbur
kılmaktadır. Bölgedeki ihtilaflara doğrudan taraf olmayan Türkiye, bölgede kalıcı barış ve
istikrarın tesisi amacıyla elinden gelen her türlü katkıyı yapmaktadır. Türkiye‟nin son dönemde
öncülük ettiği girişimler bölgesel sahiplenme bilincinin bir sonucudur. Ülkemizin bölgede artan
görünürlüğü ve yapıcı katkıları, bölge ülkeleri tarafından da takdirle karşılanmaktadır. Türkiye,
geçmişte olduğu gibi, gelecekte de Orta Doğu bölgesinde barışın tesisine hizmet edecek her türlü
girişimde bulunmaya ve mevcut girişimleri desteklemeye devam edecektir.
İsrail‟in Gazze Şeridi‟ne gerçekleştirdiği askeri operasyon nedeniyle kesintiye uğrayan Orta
Doğu BarıĢ Süreci‟nin yeniden canlandırılması yönündeki uluslararası çabalar 2010 yılı
boyunca devam etmiştir. İsrail Hükümeti‟nin bünyesindeki aşırı sağ/radikal unsurların da
etkisiyle Doğu Kudüs dâhil Batı Şeria‟daki yerleşim faaliyetlerini sürdürmek konusunda ısrar
etmesi, kendi halkının güven ve desteğini kaybetmekten endişe eden Filistin Yönetimi‟nin ise
müzakere sürecine katılımını yerleşim faaliyetlerinin tamamen durdurulması koşuluna
bağlaması, Orta Doğu Barış Süreci‟nin canlandırılması yönündeki çabaların tıkanmasına yol
açmıştır.
İsrail‟in 25 Kasım 2009 tarihinde Doğu Kudüs‟ü kapsam dışında bırakmak suretiyle yerleşimler
konusunda 10 aylık moratoryum ilan etmesinin ardından, ABD Orta Doğu Özel Temsilcisi
George Mitchell‟in de yoğun uğraşları sonucunda 9 Mayıs 2010 tarihinde taraflar arasında
“dolaylı görüşmeler” (proximity talks) başlatılabilmiştir. Taraflar arasında toplam yedi tur
gerçekleştirilen dolaylı görüşmelerde kaydadeğer bir ilerleme sağlanamamış, ayrıca, bu süre
içerisinde yerleşim faaliyetleri kısmen de olsa devam etmiştir.
Başbakan Netanyahu‟nun, Temmuz 2010‟da Vaşington‟u ziyareti sırasında doğrudan
görüşmelere başlanması yönünde somut adımlar atma taahhüdü üzerine ABD ve AB, doğrudan
görüşmelere başlanması için Filistin tarafına baskı yapmaya başlamıştır. İsrail, görüşmelere
önkoşulsuz olarak başlanmasını isterken, Filistinliler İsrail‟in yerleşim faaliyetlerini durdurması
ve görüşmelere İsrail eski Başbakanı Olmert‟le kalındığı yerden devam edilmesi konularında
ısrarcı olmuşlardır. Arap Ligi İzleme Komitesi ve Ortadoğu Dörtlüsü‟nün (Quartet) çağrılarının
ardından doğrudan görüşmeler Başkan Obama, İsrail Başbakanı Netanyahu, Filistin Devlet
Başkanı Mahmud Abbas, Mısır Cumhurbaşkanı Mübarek ve Ürdün Kralı Abdullah‟ın katılımıyla
41
Vaşington‟da 2 Eylül günü başlatılmıştır. İkinci tur görüşmeler ABD Dışişleri Bakanı Clinton‟un
himayesinde 14 Eylül‟de Şarm El-Şeyh‟te ve 15 Eylül günü de Kudüs‟te yapılmıştır.
Doğrudan müzakereler, İsrail‟in 10 aylık moratoryum kararının 26 Eylül 2010 tarihinde sona
ermesi ve yerleşim faaliyetlerine başlaması üzerine kesintiye uğramıştır. ABD, Eylül – Aralık
2010 döneminde doğrudan görüşmelerin devamını sağlayabilecek uzlaşı formülleri üzerinde
çalışmaya devam etmiş, 8 Ekim 2010 tarihinde Libya‟da toplanan Arap Ligi Dışişleri Bakanları
da Abbas‟ın yerleşim faaliyetleri devam ettiği sürece görüşmeleri durdurma kararının ilke olarak
destek verirken ABD‟nin diplomatik girişimlerine fırsat tanınmasını kararlaştırmışlardır. ABD
yerleşimler üzerindeki moratoryumu Doğu Kudüs‟ü kapsamayacak şekilde 90 gün süreyle
uzatması ve Filistin Devleti‟nin nihai sınırları konusunda görüşmelere derhal başlamayı kabul
etmesi karşılığında İsrail‟e bir “teşvik paketi” önermiştir. Bununla birlikte, güvenlik garantileri,
İran‟a yaptırımlar uygulanması ve İsrail‟e BM kurumlarında destek verilmesi gibi unsurlar içeren
kapsamlı “teşvik paketine” ilişkin olarak ABD‟nin diplomatik girişimlerinden sonuç
alınamamıştır. ABD‟nin kendi arabuluculuğunda dolaylı görüşmeleri canlandırmak için çaba
göstereceği kamuoyuna da yansıyan son bilgiler arasındadır.
Filistin Başkanı Abbas, 5-7 Aralık 2010 tarihlerinde ülkemize gerçekleştirdiği ziyaret sırasında,
Filistin Yönetimi‟nin önümüzdeki dönemde ODBS bağlamında izlemeyi öngördüğü hareket tarzı
hakkında bilgi vermiştir.
Diğer yandan, İsrail‟in Kasım 2010‟da kabul ettiği, İsrail‟in Doğu Kudüs ve Golan‟dan geri
çekilmesini Knesset‟te nitelikli çoğunluğun kabulüne veya referanduma dayandıran yasanın
İsrail‟in barış süreci konusundaki samimiyetinin sorgulanmasına neden olduğu ve ulaşılabilecek
bir barış anlaşmasının uygulanmasını zorlaştırdığı yorumları yapılmaktadır. İsrail ayrıca, işgal
altında bulundurduğu Ghajar köyünün kuzeyinden her ne kadar geri çekileceğini açıklamış olsa
da, bu konuda somut bir tarih henüz belirlenmemiştir. Esasen BM Güvenlik Konseyi‟nin 1701
sayılı kararı uyarınca işgal altında bulundurduğu tüm Lübnan topraklarından geri çekilmesi
gereken İsrail, Ghajar köyünün kuzeyini boşaltmasını bir iyi niyet göstergesi olarak tanıtmaya
çalışmaktadır.
Barış Süreci‟nin önündeki diğer bir önemli engel olan Filistin tarafındaki iç bölünmüşlük de
halen giderilememiştir. Fatah ve Hamas arasında 2009 yılında Mısır'ın himayesinde
gerçekleştirilen müzakereler altı doğrudan görüşme turuna karşın hala sonuç vermemiştir. İsrail,
Gazze‟ye yardım konvoyuna saldırısından sonra karşılaştığı uluslararası baskılar sonucunda,
Gazze‟ye yönelik ablukasını hafifletici bazı önlemleri 20 Temmuz‟da uygulamaya koyduğunu
ileri sürmüştür. Bu bağlamda dar kapsamlı “girişine izin verilen maddeler” (beyaz liste) listesini
bir “girişi yasaklı listeler” listesine (siyah liste) dönüştürmüş, ayrıca Dökme Kurşun Operasyonu
sırasında hasar gören binaların inşasını teminen inşaat malzemelerinin (belli koşullarla)
Gazze‟ye girişine izin verdiğini açıklayarak üzerindeki baskıları hafifletmeye çalışmıştır.
Bununla birlikte, çeşitli uluslararası kuruluşların tespitlerine ilave olarak, UNRWA‟nın Gazze
Direktörü ve AB‟nin Ortak Güvenlik ve Dış Politikası‟ndan sorumlu Yüksek Temsilcisi Ashton
İsrail‟in arazide bu karar yönünde hareket etmediğini ve Gazze‟deki koşulların giderek
kötüleştiğini ifade etmiştir. Diğer yandan, Mısır‟ın da, insani zorunluluklar durumunda Rafah
sınır kapısını geçmişe kıyasla daha sık aralıklarla açmaya başladığı müşahede edilmiştir.
42
İsrail Hükümeti son olarak, 8 Aralık 2010 tarihinde Gazze Şeridi‟nden Batı Şeria‟ya, İsrail‟e ve
diğer ülkelere bazı ürünlerin ihracatına izin verdiğini duyurmuştur. Konuya ilişkin bazı batılı
ülkeler tarafından açıklamalarda, İsrail‟in sözkonusu kararı doğru yönde atılmış bir adım olarak
nitelendirilmiş; bununla birlikte, ablukanın tamamen kaldırılması gerektiği uyarısında
bulunulmuştur.
Hükümetimiz İsrail-Filistin ihtilafının çözümüne giden yolun diyalog ve müzakerelerden
geçtiğine ve bu çerçevede Orta Doğu Barış Süreci‟nin daha fazla vakit kaybedilmeksizin tüm
kanallarında canlandırılması gerektiğine inanmakta, bu yönde elinden gelen her türlü katkıyı
yapmaktadır. Hükümetimiz barış yönündeki her çabayı desteklediği gibi, bunun aksi
istikametteki her girişime de karşı durma ilkesinden hareket etmektedir. Bu çerçevede, İsrail‟in
Orta Doğu Barış Süreci bağlamındaki uzlaşmaz tutumuna, yerleşim faaliyetleri başta olmak
üzere Batı Şeria ve Gazze Şeridi‟ndeki uluslararası hukuka aykırı davranışlarına ve Gazze
Şeridi‟ne yönelik sürdürdüğü ablukaya karşı çıkmaya devam etmektedir.
Türkiye, siyasi plandaki çabalarına ve Hebron‟da (El Halil) 1997 yılından bu yana faaliyet
gösteren El-Halil Geçici Uluslararası Mevcudiyeti‟ne (TIPH) ve Lübnan‟daki uluslararası barış
gücü UNIFIL‟e katkılarına ilaveten, Filistin halkının yaşam koşullarının iyileştirilmesi ve
gelecekteki Filistin devletinin kurumsal yapılarının oluşturulması amacıyla ikili ve çok taraflı
yardım faaliyetlerini de sürdürmektedir.
Hükümetimiz, Filistinliler arasındaki mevcut bölünmüşlüğe çözüm bulunamamasının ve Gazze
ile Batı Şeria arasındaki fiziki, siyasi ve psikolojik ayrımın devam etmesinin gelecekteki Filistin
Devleti‟nin kurumlarını ve temellerini tahrip edeceği ve barış sürecini akamete uğratacağı
anlayışıyla, Filistinlilere sorunlarını diyalog yoluyla çözmeleri ve Filistin‟in geleceğini riske atan
hareketlerden kaçınmaları çağrısında bulunmaya devam etmektedir. Uluslararası topluma da bu
bağlamda bölünmeyi ve tecridi değil, ulusal uzlaşıyı esas alan yapıcı bir tutum izlenmesi
telkininde bulunulmaktadır.
İsrail‟in 2008 yılı sonunda Gazze‟ye yönelik askeri harekâtını izleyen dönemde gerilen Türkiyeİsrail ilişkilerinde, İsrail‟in 31 Mayıs 2010 tarihinde uluslararası sularda Gazze’ye Ġnsani
Yardım Konvoyuna karşı düzenlediği ve sekizi vatandaşımız olmak üzere dokuz kişinin
hayatını kaybettiği saldırı nedeniyle kriz yaşanmıştır. Saldırıya ilk tepki olarak Tel Aviv
Büyükelçimiz geri çağrılmış, bu ülkeyle planlanmış askeri tatbikatlar iptal edilmiş ve konu BM
Güvenlik Konseyinin gündemine taşınarak, olayı kınayan ve bağımsız uluslararası soruşturma
yapılması çağrısında bulunan bir Başkanlık Açıklaması yayınlanması sağlanmıştır. Türkiye,
savaş halinde olmadığı gibi, esasen dostane ilişkiler içinde bulunduğu İsrail‟in uluslararası
teamüller çerçevesinde resmen özür dilemesini ve tazminat ödemesini talep etmiş, İsrail bu
talepleri yerine getirdiği takdirde ilişkileri normalleştirmeye hazır olduğunu duyurmuştur.
Bununla birlikte, İsrail sözkonusu taleplerimizi bugüne kadar yerine getirmemiştir. Saldırının
araştırılması amacıyla BM Genel Sekreteri tarafından “Uluslararası Soruşturma Paneli”
oluşturulmuştur. Türkiye, ulusal raporunu 1 Eylül 2010 tarihinde Panel‟e sunmuştur. İsrail ise,
saldırının üzerinden altı ay geçmiş olmasına rağmen kendi raporunu henüz tevdi etmemiştir.
Diğer taraftan, BM İnsan Hakları Konseyi tarafından kurulan “Uluslararası Veri Toplama
43
Misyonu”nun raporunda, İsrail‟in konvoya “orantısız, gereksiz ve inanılması güç” bir düzeyde
şiddete başvurduğu tescil edilmiştir. İsrail‟in Veri Toplama Misyonu‟nun raporunun sonuçlar
bölümünde belirtilen hususları İHK‟nın 2011 yılı Mart ayında düzenlenecek toplantısına kadar
yerine getirmesi beklenmektedir.
Öte yandan Türkiye, İsrail‟de Hayfa yakınlarındaki Carmel Dağı‟nda 2 Aralık 2010 tarihinde
çıkan orman yangınına müdahale etmek amacıyla iki yangın söndürme uçağını bölgeye
göndermiştir. İsrail Başbakanı Netanyahu, ülkemizin yardımı için teşekkür etmek amacıyla
Sayın Başbakanımızla bir telefon görüşmesi gerçekleştirmiş; ayrıca, Türk uçaklarını ziyaret
etmiştir. Diğer yandan, Türk ve İsrailli üst düzey diplomatlar arasında iki ülke ilişkilerinin
normalleşmesi konusunda Cenevre‟de bir dizi görüşme gerçekleşmiştir. İsrail'deki orman
yangınıyla mücadeleye destek olmak amacıyla yaptığımız yardımın, herşeyden önce insani ve
vicdani sorumluluğumuzun bir gereği olduğunu vurgulayan ülkemiz, bununla birlikte bu
yardımımızın,
İsrail'den
beklentilerimizden
vazgeçtiğimiz
anlamına
gelmediğini,
beklentilerimizin halen geçerli olduğunu açık şekilde kayda geçirmiştir.
Türkiye, Filistin halkının yaşam koşullarının iyileştirilmesi maksadıyla insani yardım
faaliyetlerini sürdürmektedir. Son olarak, 2 Mart 2009 tarihinde Şarm El Şeyh‟te düzenlenen
“Gazze‟nin Yeniden İmarı İçin Filistin Ekonomisine Destek Uluslararası Konferansı”nda
ülkemizin Filistin‟e yönelik 150 milyon Dolarlık taahhüdüne ek olarak 50 milyon Dolarlık
yardım taahhüdünde bulunulmuştur. Ayrıca, Konferansta, vatandaşlarımız tarafından toplanan
yaklaşık 50 milyon Dolar tutarındaki yardımın da bu miktara eklenerek Gazze‟nin yeniden imarı
için kullanılacağı açıklanmıştır. Bu meblağ, ülkemizin herhangi bir ülkeye yönelik ikinci en
büyük yardım taahhüdüdür.
Sözkonusu yardım taahhüdümüzle Filistin‟de sağlık, eğitim ve güvenlik alanlarında
gerçekleştirilmesi planlanan ve aralarında diplomasi akademisi kurulması ile hastane ve okul
inşası da bulunan projelere ilişkin çalışmalarımız devam etmektedir.
Diğer yandan, Filistin makamlarının acil bütçe ihtiyaçları kapsamında kullanılmak üzere,
ülkemizce taahhüt edilen toplam 200 milyon Dolar tutarındaki proje yardımının 10 milyon
Dolarlık kısmı 2009 yılı Temmuz ayında doğrudan bütçe yardımı olarak FUY Hükümetine
aktarılmıştır.
2008 yılında Türkiye‟nin aracılığında başlatılan ancak Dökme Kurşun Operasyonu nedeniyle
akim kalan Ġsrail–Suriye aracılı görüĢmelerinde oynadığımız yapıcı rolü şartlar olgunlaştığı
takdirde sürdürmeye hazır olduğumuz uluslararası topluma duyurulmaya devam edilmiştir.
Suriye tarafının dolaylı görüşmelere ülkemizin aracılığında ve kalındığı yerden başlamaya hazır
olduğunu en üst düzeyde müteaddit defalar duyurmuş olmasına rağmen, İsrail‟in bu konuda net
bir tutum belirleyememiş olması nedeniyle, bu kanalda herhangi bir hareketlilik yaşanamamıştır.
İsrail‟in insani yardım konvoyuna saldırısı üzerine yaşanan gelişmeler ışığında önümüzdeki
dönemde bu alanda yeniden bir hareketlilik yaşanması muhtemel görünmemektedir.
44
Suriye köklü toplumsal, tarihi ve kültürel bağlara sahip olduğumuz en önemli
komşularımızdandır. Türkiye-Suriye ilişkileri 2010 yılında da gelişme seyrini sürdürmüştür.
Karşılıklı üst düzey ziyaretler ilişkilerin gelişiminde önemli rol oynamaya devam etmektedir.
Sayın Cumhurbaşkanımız, son olarak 15-17 Mayıs 2009 tarihlerinde Suriye'yi ziyaret etmiş;
Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad ise, bu yıl 8-9 Mayıs ve 7 Haziran 2010 tarihlerinde ülkemizi
ziyaret etmiştir. Sayın Başbakanımız 2009 yılında, Halep Üniversitesi tarafından fahri doktora
unvanı verilmesi ve YDSK toplantısı vesileleriyle Suriye'yi ziyaret etmiş, son olarak 11 Ekim
2010 tarihinde bölgesel gelişmeleri ele almak üzere bir günlük bir çalışma ziyaretinde
bulunmuştur.
Sayın Başbakanımızın 22 Temmuz 2009 tarihinde gerçekleştirdiği Halep ziyareti sırasında
Türkiye ile Suriye arasında "Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi” (YDSK) kurulması
konusunda mutabakata varılmış, YDSK‟nın kurulmasına ilişkin “Ortak Siyasi Bildirge” Suriye
Cumhurbaşkanı Esad‟ın 16 Eylül 2009 tarihinde ülkemize gerçekleştirdiği ziyaret sırasında
imzalanmıştır.
Bu, herhangi iki egemen ülkenin ulaşabileceği en üst işbirliği düzeyidir ve ilişkilerimiz
bakımından özgün bir gelişmeyi teşkil etmiştir. YDSK mekanizmasının işletilmesiyle, bölgenin
barış, güvenlik ve istikrarı ile sürdürülebilir ekonomik kalkınma sürecine katkıda bulunulması da
hedeflenmektedir. Türkiye-Suriye YDSK mekanizması uluslar arası arenada ilgiyle karşılanmış
olup gıpta ile takip edilmektedir.
İki ülke Başbakanlarının eş-başkanlık yaptıkları Konseyde iki ülkenin Dışişleri, İçişleri, Enerji,
Ticaret, Yatırımlar, Savunma, Eğitim, Çevre, Tarım, Turizm, Kültür, Su Kaynakları ve
Ulaştırmadan sorumlu Bakanları üyedir. Ele alınacak konulara göre diğer Bakanlar da Konseye
katılabilmektedir. Konseyin yılda bir kere dönüşümlü olarak Türkiye ve Suriye‟de toplanması,
Başbakanlar başkanlığındaki bu toplantıdan önce ilgili Bakanların da ayrıca yılda bir kere
toplanmaları öngörülmüştür. Konsey çalışmalarının eşgüdümünden Dışişleri Bakanları
sorumludur.
Konseyin 13 Ekim 2009 tarihinde Halep ve Gaziantep‟te gerçekleştirilen Bakanlar Birinci
Toplantısı‟na Türk tarafından 10, Suriye tarafından ise Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve 12 Bakan
katılmış, ayrıca çok sayıda üst düzey yetkili de hazır bulunmuştur. Toplantı sırasında, TürkiyeSuriye sınırında iki ülke arasında Vizenin Kaldırılmasına Dair Anlaşma da imzalanmıştır.
Konseyin Başbakanlar başkanlığındaki ilk toplantısı ise 23 Aralık 2009 tarihinde Şam‟da
gerçekleştirilmiştir. Toplantı sırasında dışişleri, içişleri, güvenlik, enerji, su, ticaret, ulaştırma,
konut yapımı ve tarım v.b. alanlarda toplam 51 ikili anlaşma imzalanmıştır.
Konseyin Bakanlar düzeyindeki ikinci toplantısı 2-3 Ekim 2010 tarihinde Lazkiye‟de
gerçekleştirilmiştir. Toplantıya ülkemizden 12 Bakan katılarak karşıtlarıyla ikili görüşmeler
yapmıştır. Konsey toplantısının genel oturumunda iki ülke arasında imzalanan anlaşmaların onay
ve uygulanma durumlarıyla yeni işbirliği alanları ele alınmıştır. Başbakanlar başkanlığındaki
45
ikinci konsey toplantısının ise 20-21 Aralık 2010 tarihlerinde ülkemizde gerçekleştirilmesi
öngörülmektedir.
Türkiye-Suriye YDSK mekanizması, yine tarafımızdan gerçekleştirilen girişimlerle oluşturulan
Yüksek Düzeyli Dörtlü İşbirliği mekanizmasının ilham kaynağı olmuş, ayrıca temelini
oluşturmuştur.
Bölgesel ve uluslararası ölçekte, Suriye‟nin bölge barış ve istikrarına katkı sağlamaya teşvik
edilmesi yönündeki çabalarımız 2010 yılında da sürmüştür. Bölgede kilit konumda bulunan
Suriye‟nin bölge sorunlarının çözümünde rol alması ve yapıcı katkılarda bulunması ülkemizi de
yakından ilgilendiren birçok meselenin kalıcı çözümüne yardımcı olacaktır.
2010 yılında Suriye-ABD ilişkilerinde yumuşama ve yakınlaşma eğilimi devam etmiş, Suriye ile
Batı arasındaki diplomatik trafik olumlu yönde artmıştır. ABD Yönetimi Şam‟a Büyükelçi atama
sürecini başlatmış, ancak bu süreç ABD iç siyasetinden kaynaklanan nedenlerle Kongre‟de
askıya alınmıştır.
Suriye‟nin 2008‟de Lübnan‟la diplomatik ilişki tesis etmesi iki ülke arasındaki ilişkiler
bakımından büyük önem taşımaktadır. Suriye, ayrıca, Lübnan‟da 2006 yılında başlayan ve silahlı
çatışmaya dönüşen krizi sonlandıran Doha Mutabakatı‟na destek vermiştir. Eski Başbakan Refik
Hariri suikastını araştıran Lübnan Özel Mahkemesi‟nin iddianamesi hakkındaki tartışmanın krize
dönüşmesinin engellenmesi bakımından da Suriye‟nin oynayabileceği rol önem taşımaktadır.
Suriye‟nin bölgenin en önemli aktörlerinden Suudi Arabistan‟la ilişkilerinde 2009 yılında
görülen yumuşama 2010 yılında da sürmüştür. Cumhurbaşkanı Esad ile Kral Abdullah‟ın 31
Temmuz 2010 tarihinde Şam‟da buluşmaları ve daha sonra birlikte Beyrut‟a geçerek Başbakan
Hariri‟yle üçlü zirve gerçekleştirmeleri Lübnan‟daki sıkıntıların aşılmasına katkıda bulunmuştur.
Bilindiği üzere, iki lider arasındaki yakınlaşmada Sayın Cumhurbaşkanımız ve Sayın
Başbakanımızın kişisel temasları etkili olmuştur.
Suriye ile ekonomik ve ticari ilişkilerimizin geliştirilmesi için ahdi çerçevenin tamamlanması
yolunda önemli adımlar atılmıştır. Serbest Ticaret Anlaşması‟nın 2007 yılında yürürlüğe girmesi
ile artış trendine giren iki ülke arasındaki ticaret hacminin kısa süre içerisinde 5 milyar Dolara
çıkması beklenmektedir.
2009 yılı Aralık ayında Sayın Başbakanımızın katılımıyla gerçekleştirilmiş olan Türkiye-Suriye
Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi 1. Toplantısında ticaret, sağlık, tarım ve ulaştırma
alanlarında 51 Mutabakat Zaptı ve Protokol imzalanmıştır. 2-3 Ekim 2010 tarihlerinde
Suriye‟nin Lazkiye şehrinde gerçekleştirilen Türkiye – Suriye Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği
Konseyi İkinci Bakanlar Toplantısı‟nda daha önce imzalanmış olan belgelerin onay ve uygulama
süreçlerinde gelinen aşamalar ve yeni işbirliği alanları ele alınmıştır.
10 Haziran 2010 tarihinde İstanbul‟da gerçekleştirilen Türk-Arap İşbirliği Forumu 3. Bakanlar
Toplantısı marjında Türkiye, Suriye, Ürdün ve Lübnan arasında Yüksek Düzeyli Dörtlü İşbirliği
Konseyi (YDDİK) oluşturulmasına hususunda mutabakata varılmıştır.
46
Bahsekonu mekanizmayla, dört ülke arasında mevcut işbirliğinin çokuluslu ve kurumsal bir
çerçevede güçlendirilmesi, uzun vadeli stratejik ortaklığın geliştirilmesi ve ekonomik
entegrasyona doğru ilerlenmesi amaçlanmaktadır. Yüksek düzeyli işbirliği mekanizması bütün
dost bölge ülkelerine açık olacaktır.
YDDİK‟nın, serbest ticaret ve vize muafiyeti alanlarındaki mevcut ikili anlaşmalar ve
uygulamalar temeli üzerinde yapılanması öngörülmektedir.
31 Temmuz 2010 tarihinde İstanbul‟da gerçekleştirilen Suriye Yatırım Konferansı sırasında
anılan ülkelerin ekonomi ve/veya ticaretten sorumlu Bakanlarının katılımıyla Yakın Komşular
Ekonomik ve Ticaret Konseyi (CNETAC) kurulması kararlaştırılmış, ticaret alanında işbirliği
süreci ülkemiz, enerji alanı Suriye, ulaştırma alanı Ürdün ve turizm alanı Lübnan‟ın
koordinasyonuna bırakılmıştır.
Dört ülke Dışişleri Bakanlarının Türk tarafının daveti üzerine 25 Eylül 2010 tarihinde Birleşmiş
Milletler Genel Kurulu marjında New York‟ta yaptığı toplantıda, ticaret, enerji, ulaştırma ve
turizm sektörleri YDDİK‟nın öncelikli alanları olarak belirlenmiştir. Buna göre, Konsey üyesi
Bakanlar karşıtları ile üç ayda bir kez dörtlü formatta toplanacak, görev alanlarına giren
konulardaki işbirliği projelerini ele alacak ve eylem planları geliştireceklerdir. Genel
koordinasyondan sorumlu Dışişleri Bakanları ise yılda iki kez bir araya geleceklerdir. Ayrıca,
Konsey‟in iki yılda bir Başbakanlar seviyesinde toplanması; katılımcı ülkelerin ev sahipliğini
dönüşümlü olarak üstlenmeleri kararlaştırılmıştır.
Dört ülkenin öncelikli alanlardan sorumlu Bakanları Aralık 2010-Ocak 2011 ayları içinde bir
araya gelerek somut işbirliği projelerini belirleyeceklerdir. Dışişleri Bakanları toplantısı 2011
yılının ilk aylarında gerçekleştirilecek, öncelikli alanlarda gerçekleştirilecek işbirliği hakkındaki
eylem planları ise bilahare ülkemizde gerçekleştirilecek olan YDDİK Zirvesi‟ne sunulacaktır.
Lübnan‟daki gelişmeler 2010 yılında da yakından takip ettiğimiz konular arasında yer almıştır.
Lübnan‟ın istikrarı bütün bölgenin barış ve istikrarı açısından büyük önem taşımaktadır.
Ülkemiz Lübnan‟da toplumun tüm kesimlerini kucaklayacak bir ulusal birlik hükümeti
kurulması sürecini başından itibaren desteklemiş, Lübnan‟daki tüm gruplara ve bölge ülkelerine
bu yönde pozitif telkinlerde bulunmuştur. Gelecek Hareketi Lideri Saad Hariri liderliğinde 2009
yılında kurulan ulusal birlik hükümeti Lübnan‟da istikrarın pekiştirilmesi, egemenliğin
güçlendirilmesi ve refahın ilerletilmesi açısından önemli bir başlangıç olmuştur. Ülkemiz,
Lübnan hükümetinin ülkenin birliğini korumak ve ekonomik gelişmesini sağlamak yolunda attığı
adımlara yardımcı olmaya çalışmaktadır.
Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman 21-22 Nisan 2009 tarihlerinde ülkemize resmi ziyarette
bulunmuştur. Bu, Cumhurbaşkanı düzeyinde iki ülke arasında 54 yıl aradan sonra gerçekleşen ilk
ziyarettir. Meclis Başkanı Nebih Berri‟nin ülkemizi 21-24 Mart 2010 tarihlerindeki ziyareti ve
Başbakan Saad Hariri‟nin değişik vesilelerle 10-12 Ocak, 22 Mayıs ve 9-10 Haziran 2010
tarihlerinde ülkemize yapmış olduğu ziyaretler ilişkilerimize ivme kazandırmıştır.
47
Sayın Başbakanımızın 24-25 Kasım 2010 tarihlerinde Lübnan‟ı ziyareti bu ülkenin birlik ve
istikrarına verdiğimiz önemi gösteren bir mahiyette gerçekleştirilmiştir. Ziyareti çerçevesinde
Cumhurbaşkanı Sleiman, Meclis Başkanı Berri ve Başbakan Hariri ile görüşmeler yapan Sayın
Başbakanımız, Lübnan‟ın bütün önde gelen siyasi partilerinin temsilcilerini de ayrı ayrı kabul
etmiştir. Sayın Başbakanımız, Lübnan‟ın kuzeyinde yaşayan Türkmen soydaşlarımızı da ziyaret
ederek düzenlenen açık hava toplantısında Başbakan Hariri ile birlikte sayıları on bini aşan
soydaşımıza hitapta bulunmuş, daha sonra Aydamun köyünde yaptırdığımız okulu hizmete
açmıştır.
Sayın Başbakanımız ziyareti sırasındaki tüm temas ve konuşmalarında Lübnan‟ın egemenliğine,
bağımsızlığına, ulusal birliğine, barış ve istikrarına verdiğimiz önemi vurgulamış, Lübnan‟daki
siyasi grupları her ne nedenle olursa olsun ülkede yeni bir hükümet krizine ve istikrarsızlığa
meydan vermemeleri konusunda teşvik etmiştir.
Sayın Başbakanımızın ziyareti sırasında, ülkemizle Lübnan arasında YDSK mekanizması
kurulmasına ilişkin Siyasi Bildirge ile Türkiye-Lübnan Serbest Ticaret Anlaşması da
imzalanmıştır. İki ülke arasında vize muafiyeti öngören anlaşma da Başbakan Hariri‟nin
ülkemizi ziyareti sırasında (Ocak 2010) daha önce imzalanmış bulunduğundan, ülkemizle
Suriye, Lübnan ve Ürdün arasında kurulan Yüksek Düzeyli Dörtlü İşbirliği Konseyi‟nin hukuki
altyapısının son halkası da tamamlanmıştır.
Ülkemiz, Lübnan‟ın yeniden inşası ve ekonomik kalkınma sürecine de katkıda bulunmaktadır.
Türkiye şu ana kadar Lübnan‟a 50 milyon Doları aşkın mali yardımda bulunmuş, hastaneler,
okullar inşa ettirmiştir. Lübnan‟ın Sayda şehrinde ülkemizce yaptırılan tam teşekküllü hastanenin
inşaatı ve teçhizat temin çalışmaları tamamlanmış, hastane Sayın Başbakanımızın ziyareti
çerçevesinde, 25 Kasım 2010 tarihinde hizmete alınmıştır.
Hükümetimiz, uluslararası toplumun Lübnan‟ın acil insani ihtiyaçlarının giderilmesi ve yeniden
inşasına yönelik çalışmalarına katkıda bulunmayı sürdürmektedir. Acil yardım faaliyetleri
bağlamında ve bilahare Stockholm ve Paris Konferanslarında açıklanan yardım miktarlarıyla
birlikte Lübnan‟a yardımlarımız 50 milyon Dolara ulaşmıştır.
Taahhütlerimiz çerçevesinde Lübnan‟ın çeşitli bölgelerinde halkın ihtiyaç duyduğu okullar ve
sağlık merkezleri inşa edilmektedir. Bugüne kadar Lübnan‟da toplam 55 prefabrik okul ile 2 adet
sağlık merkezi tamamlanmıştır.
Öte yandan, 1701 sayılı BMGK kararıyla güçlendirilen BM Gücü UNIFIL‟e yaptığımız askeri
katkı ve Lübnan‟ın yeniden imarı yönündeki çalışmalarımız 2010 yılında da sürmüş, UNIFIL‟de
görevli Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının görev süresi Yüce Meclisimizce 5 Eylül 2010
tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmıştır.
Diğer taraftan, Orta Doğu bölgesinde özel bir konuma sahip olan Mısır ile ilişkilerimizin her
alanda güçlendirilmesine ve bu ülkeyle bölgesel konularda istişare ve eşgüdüm içinde
bulunmaya önem vermekteyiz. Dışişleri Bakanlıkları arasında tesis edilen stratejik diyalog
48
mekanizması çerçevesinde, ikili ve bölgesel hususlar hakkında Mısır ile düzenli istişarelerde
bulunmaktayız. İki ülke arasında gerçekleştirilen üst düzey ziyaretler de ilişkilerimizin
güçlendirilmesine katkıda bulunmaktadır. Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek 15-16 Aralık
2009 tarihlerinde ülkemizi, Sayın Cumhurbaşkanımız da 20-21 Temmuz 2010 tarihlerinde
Mısır‟ı ziyaret etmiştir.
Siyasi düzeyde kaydedilen gelişmelere paralel olarak ticari, ekonomik, kültürel ve askeri
alanlarda da işbirliği içinde olduğumuz Mısır ile “Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi”
kurulması üzerinde çalışılmaktadır. Mısır Dışişleri Bakanı Ahmed Aboul Gheit‟in 21-22 Kasım
2010 tarihlerinde ülkemize gerçekleştirdiği ziyaret sırasında bir süredir müzakere edilmekte olan
YDSK‟nın tesisine ilişkin ortak siyasi deklarasyon metni üzerinde büyük ölçüde mutabakat
sağlanmıştır. Sözkonusu metnin Sayın Başbakanımızın önümüzdeki dönemde Mısır‟a
gerçekleştirmeyi öngördüğü ziyaret kapsamında imzalanması öngörülmektedir.
Bölgesel konulardaki yaklaşımlarımızın örtüştüğü YDDİK mekanizması içinde birlikte hareket
ettiğimiz Ürdün ile ilişkilerimiz karşılıklı temas ve ziyaretlerle desteklenmek suretiyle olumlu
bir seyir izlemektedir. Benim 9-10 Eylül 2009 tarihlerinde Ürdün‟e yaptığım ziyaretin ardından,
Ürdün Dışişleri Bakanı Nasser Judeh de 10 Haziran 2010 tarihinde ülkemizi ziyaret etmiştir.
Sayın Cumhurbaşkanımızın 1-3 Aralık 2009 tarihlerinde Ürdün‟ü ziyaretlerinde, Türkiye ve
Ürdün arasında serbest ticaret anlaşması ile vize muafiyeti mutabakat zaptı imzalanmış, ayrıca
“Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi” kurulması kararlaştırılmıştır.
Son yıllarda Türkiye ile Arap ülkeleri arasında kaydedilen önemli ilerlemelerin bir diğer somut
yansımasını, Türkiye ve Arap Ligi arasındaki ilişkilerde yakalanan ivme teşkil etmektedir. 22
Eylül 2004 tarihinde New York‟ta dönemin Dışişleri Bakanı Sayın Abdullah Gül ve Arap Ligi
Genel Sekreteri (ALGS) Amr Mousa tarafından imzalanan Mutabakat Muhtırasıyla başlayan
süreç, 2 Kasım 2007 tarihinde İstanbul‟da akdedilen “Türk-Arap ĠĢbirliği Forumu (TAF)
Çerçeve AnlaĢması’’ ile devam etmiştir. Sözkonusu anlaşma hükümleri uyarınca TAF her yıl
Dışişleri Bakanları düzeyinde toplanmaktadır. Bu çerçevede, 9-10 Haziran 2010 tarihleri
arasında İstanbul‟da gerçekleştirilen TAF 3. Bakanlar Toplantısına 22 Arap Ligi ülkesinden 16
Dışişleri Bakanı‟nın yanısıra AL Genel Sekreteri Mousa katılmıştır. Ayrıca, Dışişleri Bakanları
Toplantısının Sayın Başbakanımızın ve Lübnan Başbakanı Hariri‟nin katıldığı Türk-Arap
Ekonomik Forumu ile eşzamanlı olarak gerçekleştirilmesi de bu etkinliğe çok boyutlu bir nitelik
kazandırmıştır. Forum marjında Türkiye, Suriye, Lübnan ve Ürdün arasında Dörtlü İşbirliği
Konseyi‟nin tesis edileceğine dair bildirinin açıklanması ise toplantının anlamını pekiştiren ilave
bir gelişme teşkil etmiştir.
Bugün, geniş finansal ve enerji kaynaklarıyla dünyanın ilgi odağında yer alan Körfez ĠĢbirliği
Konseyi üyesi ülkeler ile ilişkilerimiz, yıl içinde gerçekleştirilen karşılıklı üst düzey ziyaretler ve
çok taraflı platformlardaki temaslarımızla gelişmeye devam etmektedir. Bu bağlamda, Sayın
Cumhurbaşkanımızın Oman‟a gerçekleştirdikleri ziyaret, Katar Emiri‟nin Mayıs, Haziran, Eylül
ayında ülkemizi ziyaretleri, Sayın TBMM Başkanımızın Bahreyn‟i ziyareti, Sayın
Başbakanımızın Katar, Suudi Arabistan ve BAE‟ni ziyaretleri ve Katar Veliaht Prensi‟nin ve
49
Başbakanının ülkemizi ziyareti ile Bakanlar düzeyinde çok sayıda ziyaret 2010 yılı içinde bölge
ülkeleriyle ilişkilerimizin geliştirilmesine katkı sağlamıştır.
Bölgeyle ikili ilişkilerde yakalanan ivme, Körfez İşbirliği Konseyi‟yle (KİK) 2008 yılında tesis
ettiğimiz Stratejik Diyalog‟un ilerletilmesiyle çok taraflı düzeyde de pekiştirilmektedir. Siyasi ve
ekonomik işbirliğinin yanısıra, bölgesel ve uluslararası konularda düzenli danışmalara da imkân
sağlayan bu mekanizma, Türkiye‟nin Körfez bölgesinin güvenlik ve istikrarına atfettiği önemi
göstermesi ve KİK‟in bir ülkeyle sahip olduğu ilk düzenli istişare aracı olması bakımından ayrı
önem taşımaktadır. Bu çerçevede, 17 Ekim 2010 tarihinde KİK Dönem Başkanı Kuveyt‟in
evsahipliğinde düzenlenen Dışişleri Bakanları Toplantısı‟nda KİK ülkeleriyle işbirliğimizi
geliştirmek üzere, ticaret ve yatırım, tarım ve gıda güvenliği, ulaştırma ve iletişim, enerji, çevre,
turizm, sağlık, kültür ve eğitim alanlarında Ortak Çalışma Grupları oluşturulması
kararlaştırılmıştır.
KİK üyesi ülkelerle gerçekleştirdiğimiz ticaret hacmi 2002-2008 yılları arasında sekiz kat artarak
16,6 milyar Dolar seviyesine ulaşmıştır. Bununla birlikte 2009 yılında, küresel kriz nedeniyle
Körfez ülkelerindeki inşaat sektöründe yaşanan yavaşlamaya bağlı olarak demir çelik talebinin
azalmasının da etkisiyle daralan ticaret hacmimiz 2010 yılının ilk on ayında toparlanma sürecine
girmiştir. Ayrıca, gerek Körfez ülkelerinin ülkemizde yatırım taleplerinde, gerekse Türk
firmalarının bu ülkelerde özellikle müteahhitlik alanındaki girişimlerinde son dönemde artış
görülmüştür. Nitekim bu bölgede müteahhitlerimizce 2009 yılında 3,7 milyar Dolar tutarında
proje üstlenmişlerdir. Böylece, müteahhitlik firmalarımızın şimdiye kadar Körfez ülkelerinde
üstlendikleri projelerin toplam değeri 24 milyar Doları aşmıştır. KİK üyesi ülkelerle ortak bir
Serbest Ticaret Anlaşması (STA) imzalanması amacıyla KİK Sekretaryası‟yla müzakereler
sürmektedir.
Türkiye‟nin, Ġslam Konferansı Örgütü‟ndeki (İKÖ) aktif rolü sürmektedir. Genel Sekreter
Prof. İhsanoğlu‟nun 2013 yılı sonuna kadar Örgüt‟ün başında bulunacak olması ve 2014 yılında
düzenlenecek İKÖ Zirvesi‟nin evsahipliğine adaylığımızı açıklamış bulunmamızın ışığında,
ülkemizin Örgüt içindeki etkinliğinin devam ettirilmesi öngörülmektedir. Ülkemiz İKÖ‟nün
uluslararası platformdaki görünürlüğünün ve etkinliğinin artmasına ve örgütün reform sürecini
sürdürmesine güçlü destek vermektedir.
Yemen‟in istikrarının, birlik ve bütünlüğünün korunmasına büyük önem atfediyoruz. Yemen‟de
2009 yılında Hükümet ile isyancı Houthi aşireti arasında 2009 yılının Ağustos ayında çatışmaya
dönüşen ihtilafa ilişkin gelişmeleri yakından takip ettik. Yemen‟de 2010 yılı Şubat ayında
ateşkes ilan edilmiş olmasını memnuniyetle karşıladık. Yemen‟in istikrarı bütün Körfez bölgesi
bakımından önem arzetmektedir. Bu nedenle, Yemen‟e karşı karşıya bulunduğu sınamalarla
mücadelesinde yardımcı olmamız gerekmektedir. Türkiye olarak, bu yöndeki uluslararası
çabalara katkı sağlıyoruz. 2010 yılı içerisinde uluslararası camia tarafından oluşturulan
“Yemen‟in Dostları Grubu”nun çalışmalarına aktif olarak katılmayı sürdürüyoruz.
Tarihsel ve kültürel bağlarımız bulunan Mağrip ülkeleriyle ilişkilerimizin geliştirilmesine önem
verilmektedir. Bütüncül bir perspektiften bakıldığında Orta Doğu‟nun parçası olan Mağrip
bölgesiyle tarihsel derinliği bulunan ilişkilerimizin - bölge ülkelerinin mevcut enerji kaynakları
50
ve altyapı projeleri üstlenen firmalarımız için önemli pazarların başında geldiği de dikkate
alındığında - özellikle ekonomik ve ticari alanda geliştirilmesi ve bu bağlamda uygun siyasi
zeminin hazırlanmasının çıkarlarımız açısından gerekli olduğu değerlendirilmektedir. Son
dönemde Mağrip ülkeleriyle ilişkilerimizde siyasi, ekonomik, kültürel alanlarda önemli
ilerlemeler sağlanmış, karşılıklı ziyaretler hız kazanmıştır. Mağrip ülkeleriyle ilişkilerimizin
sadece ikili boyutla sınırlandırılmayıp, özellikle Sahraaltı Afrika‟da ortak projeler geliştirilmesi
ve uluslararası örgütler ile bölgesel forumlar nezdinde işbirliği yapılması yönünde
ilerletilmesinin de yarar sağlayacağı düşünülmektedir.
Arzumuz Orta Doğu‟da refah ve işbirliğinin hüküm sürmesidir. Çok boyutlu, ön alıcı, yapıcı ve
geleceğe dönük politikalarla hem yakın bölgemizde hem de daha geniş çevresinde kalıcı
güvenlik ve istikrar ortamının tesisine, ayrıca bölge refahının artışına katkı sağlamak için çaba
göstermekteyiz. Ortak risk ve tehditlerden ziyade karşılıklı çıkar ve yarara dayalı işbirliği
zeminlerine odaklanmak, böylece bölgeyi çatışma ve buhranların kısır döngüsünden çıkarıp,
istikrar ve refah alanına dönüştürmek ve tüm bölge ülkelerini bu yönde teşvik etmek temel
hedeflerimizdir.
RUSYA FEDERASYONU
Rusya Federasyonu’yla ilişkilerimiz ve işbirliğimiz 1990‟lı yılların başından bu yana artan bir
ivmeyle gelişmektedir. İki ülke arasında son yıllarda sıklıkla gerçekleştirilen üst düzey ziyaretler
Türk-Rus ilişkilerinde yeni bir dönemi başlatmıştır.
Rusya‟yla ikili ilişkilerimizde, bölgesel ve uluslararası tüm alanlarda samimi ve açık bir diyalog
mevcuttur. RF‟yle işbirliği çok boyutlu dış politikamızın en önemli unsurlarından biridir.
Türkiye ile Rusya Federasyonu arasındaki olumlu ilişkilerin tüm bölgenin barış, istikrar ve
refahına katkıda bulunacağı değerlendirmesi, her iki ülke tarafından da paylaşılmaktadır.
Sayın Cumhurbaşkanımızın 12-15 Şubat 2009 tarihlerinde RF‟ye gerçekleştirdiği devlet ziyareti
sırasında imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu Arasındaki İlişkilerin Yeni bir
Aşamaya Doğru İlerlemesi ve Dostluğun ve Çok Boyutlu Ortaklığın Daha da Derinleştirilmesine
İlişkin Ortak Deklarasyon”la ilişkilerimiz çok boyutlu ortaklık seviyesine yükselmiş, RF Devlet
Başkanı Medvedev‟in 11-12 Mayıs 2010 tarihlerinde ülkemize gerçekleştirdiği ziyaretle de daha
üst boyuta taşınmıştır.
Devlet Başkanı Medvedev‟in ziyareti, Türkiye ve Rusya arasında Üst Düzey İşbirliği Konseyi
kurulması ve Konseyin ilk toplantısının gerçekleştirilmesi bakımından tarihi önemdedir.
Sözkonusu ziyaret, Sayın Cumhurbaşkanımızın RF‟ye gerçekleştirdiği devlet ziyaretinin
ardından bir yıl içinde en üst düzeyde yapılan ikinci ziyaret olması bakımından da ayrı bir öneme
sahiptir.
Üst Düzey İşbirliği Konseyi‟nin ilk toplantısı ikili konuların çok kapsamlı bir şekilde
değerlendirilmesini sağlamıştır. Konsey‟in her yıl toplanarak, önemli siyasi, ticari ve ekonomik
projelerin yanı sıra, kültürel ve insani işbirliği projelerinin uygulanmasını koordine etmesi
51
öngörülmektedir. Konseyin işbirliğimizin geliştirilmesi bakımından yeni imkânlar doğuracağı
düşünülmektedir.
2010 yılında RF ile güvenliğin çeşitli alanlarına yönelik olarak siyasi-askeri istişarelere devam
edilmiştir. Bu çerçevede, 7 Eylül tarihinde Ankara‟da iki ülkenin Dışişleri Bakanlıkları
Uluslararası Güvenlik İşlerinden sorumlu Genel Müdürleri arasındaki görüşmede, Karadeniz‟de
güvenlik, füze savunması, Nükleer Tedarikçiler Grubu, İran‟ın nükleer programı ve
konvansiyonel silahsızlanma (Avrupa‟da Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Antlaşması)
konularında kapsamlı görüş alış verişinde bulunulmuştur.
Rusya Federasyonu ülkemizin önemli ticari ortaklarından biridir. Rusya ile 2002‟den bu yana
artan ikili ticaret hacmimiz, 2008 yılında 38 milyar Dolara ulaşmıştır. İkili ticaret hacmimiz 2009
yılında küresel krize de bağlı olarak düşmüş ve 23 milyar Dolar olarak kaydedilmiştir. Ticari
ilişkilerimiz 2010 yılının ilk aylarından itibaren toparlanma sürecine girmişse de, 2010 OcakAğustos döneminde ikili ticaret hacmi 16,4 milyar Dolar ile sınırlı kalmıştır. Ticaret hacmimizde
önümüzdeki beş yıl içerisinde 100 milyar Dolara ulaşılması karşılıklı olarak hedeflenmektedir.
Rusya ile ticaretimizin daha dengeli bir yapıya kavuşturulması ile ticaretimizin ürün bazında
çeşitlendirilmesine yönelik olarak Türkiye-Rusya Federasyonu Karma Ekonomik Komisyonu
bünyesinde ortak çalışmalar yürütülmektedir. Aynı çerçevede, ikili ticaretin ulusal para birimleri
üzerinden yapılmasına yönelik çalışmalar da devam etmektedir.
Türk iş çevrelerinin Rusya genelindeki yatırımlarının tutarı 7 milyar Dolara yaklaşmaktadır.
Türk müteahhitleri Rusya‟da bugüne kadar 32 milyar Dolar değerinde proje üstlenmişlerdir.
2002-2009 yılları arasında Türkiye‟ye gelen Rus yatırımlarının 5,6 milyar Dolara yaklaştığı
tahmin edilmektedir. Rus özel sektörünün son yıllarda Türkiye‟deki özelleştirme ihalelerine olan
ilgisi artmaktadır.
Rusya'dan yurt dışına yapılan turistik seyahatlerde Türkiye tercih edilen ilk ülke konumundadır.
2009 yılında turizm amacıyla Türkiye‟ye gelen Rus sayısı küresel ekonomik krize rağmen 2,7
milyon kişiye ulaşmıştır.
Enerji kaynakları bakımından dünyanın en zengin ülkeleri arasında yeralan RF‟yle bu alandaki
işbirliğimiz ekonomik ve ticari ilişkilerimizin önemli boyutlarından birini oluşturmaktadır. 2009
yılında Ocak - Kasım dönemi içerisinde, 7,2 milyar m3‟ü (bcm) Batı Hattından ve 8,6 milyar
m3‟ü Mavi Akım‟dan olmak üzere, RF‟den toplam 15,8 bcm doğal gaz ithal edilmiştir. Bu rakam
aynı dönemdeki toplam doğal gaz ithalatımızın (30,1 bcm) yaklaşık % 52,4‟üne tekabül
etmektedir.
Mavi Akım doğal gaz boru hattı projesiyle stratejik bir seviyeye ulaşan enerji işbirliğimizin,
önümüzdeki dönemde faaliyete geçmesi için üzerinde çalışılan Samsun-Ceyhan petrol boru hattı
ve Akkuyu nükleer santrali projeleriyle daha da gelişmesi öngörülmektedir.
52
Ulaştırma imkânlarının çeşitlendirilmesi iki ülke arasındaki önceliklerden biridir. Bu çerçevede
Samsun-Kavkaz Tren-Feribot Anlaşması, RF Devlet Başkanı Dimitri Medvedev‟in 11-12 Mayıs
2010 Mayıs ülkemizi ziyareti sırasında imzalanmıştır.
Ayrıca ülkemiz tarafından, Güney Rusya‟da RF‟nin Karadeniz ile Akdeniz bölgelerine ve bu
bölgelerden Rusya‟ya yönelik sevkiyatlar açısından önemli bir depolama, gümrükleme ve
dağıtım merkezi işlevi görecek, tercihen Novorossisk ile Soçi limanları arasında bir Türk-Rus
Lojistik Merkezi‟nin kurulmasına yönelik çalışmalar devam etmektedir.
DOĞU AVRUPA ÜLKELERĠ
Ukrayna, bölgemizin istikrarı açısından önem verdiğimiz ve ikili ilişkileri her alanda
ilerletmeye gayret ettiğimiz bir ülkedir. Bölgemizin ve Avrupa‟nın güvenlik ve istikrarı
açısından önem taşıyan bir ülke olduğu gibi, ticari ve ekonomik işbirliği alanında da geniş
imkânlar sunmaktadır. Bu itibarla, 2003 yılında Hükümetimizin aldığı kararla “ilişkilerimizin
geliştirilmesinde öncelikli ülke” olarak seçilmiştir.
Ukrayna‟yla siyasi ilişkilerimiz olumlu bir mecrada ilerlemektedir. 2010 yılı içerisinde ben de bu
ülkeyi iki kez ziyaret ettim. Şubat ayında Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç‟in yemin törenine
katıldım ve temaslarda bulundum. Ayrıca, 5-6 Mayıs tarihlerinde Kiev ve Kırım‟ı kapsayan bir
resmi ziyaret gerçekleştirdim. Bu ziyaret sırasında Türkiye ile Ukrayna arasında “Yüksek
Düzeyli Stratejik Konsey” kurulmasına ilişkin Ortak Açıklamayı Ukrayna Dışişleri Bakanı‟yla
parafe ettik. Bu belgenin Sayın Başbakanımızın önümüzdeki dönemde Ukrayna‟ya yapması
planlanan ziyaret sırasında imzalanması öngörülmektedir. Sayın Başbakanımızın ziyareti
vesilesiyle bu ülke ile vize muafiyeti ve serbest ticaret anlaşması konularında da ilerleme
kaydedilmesi beklenmektedir. Önümüzdeki Ocak ayında Ukrayna Parlamentosu Başkanı‟nın
Sayın TBMM Başkanımızın davetine icabetle ülkemizi ziyaret etmesi öngörülmektedir.
Ukrayna‟yla KEİ, BLACKSEAFOR ve Karadeniz Uyumu Harekâtı gibi bölgesel örgütler
kapsamında çok taraflı işbirliğimiz de sürmektedir.
Ukrayna‟yla ikili ticaret hacmimiz 2008 yılında 8 milyar Doları aşmış, ancak küresel mali krizin
de etkisiyle 2009 yılında 4,1 milyar Dolar seviyesine gerilemiştir. 2010 Ocak-Ağustos 2010
döneminde ise bu ülkeyle ikili ticaret hacmimiz 3,3 milyar Dolar olarak gerçekleşmiştir.
Ağırlıklı olarak KOBİ‟ler şeklinde faaliyet gösteren Ukrayna‟daki Türk şirketlerinin doğrudan
yatırımlarının 1 milyar Doları aştığı tahmin edilmektedir. Türk müteahhitlerinin Ukrayna‟da
2008 yılı sonuna kadar üstlendikleri projelerin toplam değeri ise 2,4 milyar Doları bulmuştur.
Ukrayna‟da yaşayan Kırım Tatarları, bu ülkeyle ilişkilerimizi zenginleştiren ve işbirliğinin
önemini arttıran bir unsurdur. Ukrayna ile ülkemiz arasında dostluk köprüsü olarak gördüğümüz
Kırım Tatarlarına yönelik temel politikamız, bu halkın Ukrayna‟nın bütünlüğü içinde ve
Ukrayna‟nın sadık vatandaşları olarak temel hak ve özgürlüklerinden yararlanması yönündedir.
Sürgünden dönen Kırım Tatarlarına yardım politikamız da sürdürülmekte, bu çerçevede bölgeye
yönelik konut, çeşitli altyapı ve benzeri projelere mali destek sağlanmaktadır. TİKA tarafından
53
yürütülen ve toplam maliyeti 5 milyon Dolar olan 1000 konut projesi 2006 sonu itibariyle
tamamlanmıştır. TİKA‟nın Kırım‟a toplam yardımı 20 milyon Dolara ulaşmıştır. Kırım
Tatarlarına yardım politikamız Ukrayna‟yla ilişkilerimizde olumlu bir unsur olmaya devam
etmektedir.
Moldova ile sorunsuz siyasi ilişkilere sahip bulunmaktayız. Moldova‟nın halen içinde
bulunduğu geçiş döneminin getirdiği zorlukları aşma, ülkede demokrasi ve serbest piyasa
ekonomisini yerleştirme, siyasi, ekonomik ve sosyal sorunları çözüme kavuşturma yönündeki
çabalarını desteklemekteyiz.
Soydaşlarımız Gökoğuzların mevcudiyeti, Moldova‟yla ilişkilerimizin önemini artıran bir unsuru
teşkil etmektedir. Zor ekonomik koşulları nedeniyle, ülkemiz Gökoğuz Yeri‟ne çeşitli alanlarda
yardım sağlamaya devam etmektedir. Bu çerçevede, 1992 yılından bu yana altyapı, eğitim,
sağlık, teknik işbirliği gibi geniş bir yelpazeye yayılan 100‟ü aşkın proje hayata geçirilerek
bölgenin gelişimine önemli katkılarda bulunulmuştur. Son olarak, Gökoğuz Yeri‟nin içme ve
sulama suyu ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla yürütülen proje tamamlanma aşamasına
girmiştir. Gökoğuz Yeri‟nin sahip olduğu ve Moldova Anayasası‟yla güvence altına alınan
özerklik statüsünün aşındırılmadan sürdürülmesi, ülkemizin önem ve öncelik atfettiği bir
husustur.
Transdinyester sorunu Moldova‟nın gelişmesinin önündeki başlıca engellerden birini teşkil
etmektedir. Bu sorunun, Moldova‟nın toprak bütünlüğü ve siyasi birliğine saygı çerçevesinde
müzakereler yoluyla barışçı bir çözüme kavuşturulmasını desteklemekteyiz. Bu bağlamda,
sorunun çözümü için tek meşru zemin olarak kabul edilen “5+2” formatındaki görüşmelerin
gayrıresmi nitelikte olsa da tekrar başlatılmasından memnuniyet duymaktayız.
Belarus‟la ilişkilerimiz olumlu bir mecrada ilerlemektedir. Bu ülkenin demokratik ve insan
haklarına saygı esasına dayalı bir yapıya kavuşturulmak suretiyle Batı kurumlarıyla işbirliği
içinde olması tarafımızdan desteklenmektedir. Özellikle, son dönemde Belarus ile Batı dünyası
arasındaki ilişkilerde gözlemlenen yakınlaşmadan memnuniyet duyuyoruz. Bu bağlamda,
Belarus tarafından 19 Aralık 2010 tarihinde düzenlenen Cumhurbaşkanlığı seçimlerini izlemek
üzere AGİT ve BDT‟ye gözlemci gönderilmesi hususunda yapılan çağrıyı olumlu karşılıyoruz.
Önümüzdeki dönemde, Türkiye-Belarus ilişkilerinin karşılıklı üst düzey ziyaretlerle
geliştirilmesi öngörülmektedir. Bu bağlamda, Belarus Cumhurbaşkanı Aleksandr Lukaşenka‟nın
2-7 Ekim 2010 tarihlerinde ülkemize gerçekleştirdiği özel ziyaret kapsamında yaptığı temasların
ilişkilerimizin gözden geçirilmesi ve ilerletilmesi açısından yararlı olduğunu düşünüyoruz.
GÜNEY KAFKASYA
Güney Kafkasya politikamızın temel unsurlarını bağımsız, siyasi ve ekonomik istikrara sahip,
kendi aralarında barış ve işbirliği içinde yaşayan, çağdaş ve evrensel değerleri benimsemiş
ülkelerin varlığı ve bu doğrultuda desteklenmeleri oluşturmaktadır. Tarihi ve kültürel
bağlarımızın mevcut olduğu bu bölge, ülkemizi Orta Asya‟ya bağlayan bir köprü vazifesi
görmesi bakımından da önem taşımaktadır.
54
Bu çerçevede bölgedeki sorunların barışçı yollardan çözüme kavuşturulmasının temini ile
bölgede istikrar ve işbirliği ortamının yaratılması ve korunması, ülkemizin Güney Kafkasya
politikasının temel hedefini oluşturmaktadır.
Bu bölgede ortak bir refah alanı yaratılması amacına yönelik olarak ikili işbirliği projelerinin
yanısıra, Bakü-Tiflis-Ceyhan ham petrol boru hattı ve Bakü-Tiflis-Erzurum doğalgaz boru hattı
gibi bölgesel işbirliği ve kalkınma projeleri geliştirmeye önem atfediyoruz. Bu çerçevede BaküTiflis-Kars demiryolu hattı projesinin en kısa sürede tamamlanmasını ve hattın faaliyete
geçmesini arzu ediyoruz.
Bölgesel çatışmaların çözümü için oluşturulan uluslararası mekanizmalara da imkânlar
ölçüsünde katkı sağlayan Türkiye, bölge ülkelerinin üyesi oldukları AGİT, AK ve KEİ gibi
uluslararası ve bölgesel örgütlerdeki konumlarını güçlendirmelerine, bölge ülkelerinin NATO ve
AB‟yle ilişkilerini geliştirmelerine önem vermektedir.
Öte yandan bu bölgedeki ihtilafların devamının, bölge istikrarını ve dolayısıyla tüm Avrasya
coğrafyasında istikrarı tehdit ettiği açıkça ortadadır. Bu nedenle, sözkonusu sorunların
çözümsüz kalması, ülkemizin yanıbaşında bulunan bir coğrafyada her an yeni krizlerle
karşılaşma olasılığının mevcudiyeti anlamını taşımaktadır. Dolayısıyla, Türkiye bu sorunlara
kalıcı çözümler bulunması amacıyla inisiyatif almaya ve bölgesel dinamikleri devreye sokmaya
çalışmaktadır.
Türkiye, 2008 Ağustos‟unda Gürcistan ile RF arasında yaşanan çatışmaların ardından, bölge
ülkeleri arasında mevcut güven eksikliğinin giderilmesi ve bu ülkelerin bölgeye ait bir siyasi
platform etrafında diyaloga teşvik edilmesi düşüncesinden hareketle, Kafkasya İstikrar ve
İşbirliği Platformu (KİİP) kurulması önerisini gündeme getirmiştir. Aralarında ciddi siyasi
ihtilaflar bulunan beş ülkenin, benzer ilke ve amaçlar doğrultusunda bir masa etrafında
toplanmalarının kolay bir hedef olmadığı takdir edilecektir. Katılımcı ülkeler şimdiye kadar
düzenlenen 3 hazırlık toplantısına iştirak etmiş olup, KİİP‟in hayata geçmesi yönündeki
kararlılığımız tamdır.
Yakın insani, kültürel ve tarihi bağlarla bağlı bulunduğumuz Azerbaycan, ülkemiz dış
politikasındaki öncelikli yerini geçmişte olduğu gibi bugün de muhafaza etmektedir.
Azerbaycan‟la ilişkilerimizi, egemen eşitlik ve içişlerine karışmama ilkeleri çerçevesinde
yürütmekteyiz. Ülkelerimiz arasındaki özel ilişkilerin ve stratejik işbirliğinin bir sonucu olarak,
Azerbaycan‟la her düzeyde ve her konuda dayanışma ortamının yaratılmasına büyük gayret
gösteriyoruz.
Bu çerçevede, Ermenistan‟la başlattığımız ilişkilerin normalleşmesine yönelik çabalarımızın
Azerbaycan için hassasiyet arzettiğinin bilinci içinde, sürecin her aşamasında Azerbaycan üst
düzey yönetimine gerekli bilgilendirmede bulunmaya devam etmekteyiz. İki ülke arasındaki
ilişkilerin özel niteliğinin bir sonucu olarak Türkiye, Azerbaycan‟la her düzeyde ve konuda
dayanışma ortamının yaratılmasına ve karşılıklı yardımlaşma ile ortak çıkarların korunmasına
çalışmaktadır. Bu kapsamda, Türkiye ile Azerbaycan Arasında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği
55
Konseyi (YDSİK) Kurulmasına İlişkin Ortak Açıklama, 15-16 Eylül 2010 tarihlerinde
İstanbul‟da gerçekleştirilen Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları 10. Zirvesi marjında
Sayın Başbakanımız ile Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev tarafından yapılmıştır.
Konsey kısa süre içinde işlerlik kazandığında iki ülke arasındaki kapsamlı ve çok yönlü
işbirliğinin çerçevesini oluşturacaktır.
İki ülke arasında karşılıklı üst düzey temaslar yoğun biçimde devam etmektedir. Son olarak
Sayın Cumhurbaşkanımızın 16-17 Ağustos 2010 tarihlerinde Azerbaycan‟a gerçekleştirdiği
resmi ziyaret son derece faydalı geçmiş ve iki ülke arasında “Türkiye ile Azerbaycan Arasında
Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Anlaşması” imzalanmıştır. Sayın Başbakanımız 17 Mayıs
2010 tarihinde Bakü‟yü ziyaret etmiştir. Bu ziyaretlerinde Sayın Başbakanımıza ben de eşlik
ettim. Bundan önce 19 Nisan 2010 tarihinde Bakü‟yü ziyaret ettim. Azerbaycan Devlet Başkanı
İlham Aliyev hem Haziran ayında gerçekleştirilen CICA Zirvesi hem Eylül ayında
gerçekleştirilen Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi vesilesiyle
ülkemizi ziyaret etmiştir. Bunun dışında gerek Bakan düzeyinde gerek parlamenter düzeyde
2010 yılı içinde karşılıklı oldukça yoğun bir ziyaret trafiği yaşanmış, bu çerçevede Nahçıvan
Özerk Cumhuriyeti Ali Meclis Başkanı Vasif Talibov 26-28 Nisan 2010 tarihlerinde ülkemizi
ziyaret etmiştir.
Milli Savunma Bakanımızın 2-4 Kasım 2010 tarihlerindeki ziyareti de ülkelerimiz arasında
savunma sanayi alanında yapılabilecek işbirliğinin somut bir şekilde ortaya konulmasına imkân
sağlamıştır.
Diğer taraftan, Devlet Bakanımız Zafer Çağlayan beraberinde 150 kişiye yakın bir ticari heyetle
26-27 Ekim 2010 tarihlerinde Nahçıvan‟a bir ziyaret gerçekleştirmiş ve Türkiye-Azerbaycan İş
Forumuna katılmıştır.
Öte yandan Gence Başkonsolosluğumuzun faaliyete geçmesi ülkelerimiz ve halklarımız
arasındaki ilişkilerin derinleşmesine katkıda bulunacaktır. Tüm bu temas ve ziyaretler,
Azerbaycan kamuoyunda, Ermenistan ile devam eden normalleşme süreci hakkında ortaya çıkan
soru işaretlerinin giderilmesi ve iki ülke arasındaki karşılıklı anlayış ve güvenin teyidi
bakımından da faydalı olmaktadır.
Azerbaycan‟la stratejik bir nitelik taşıyan ilişkilerimiz ve işbirliğimiz, sadece siyasi düzlemde
değil, ekonomik boyutuyla da gelişmekte ve çeşitlenmektedir. Bugün Türkiye, Azerbaycan‟ın
enerji dışındaki sektörlerine en fazla yatırım yapan ülke konumunu sürdürmektedir. Yarısı petrol
dışındaki sektörler olmak üzere Azerbaycan‟da 600 civarında Türk şirketi tarafından
gerçekleştirilen yatırımların değeri yaklaşık 3 milyar Dolardır. Enerji sektörü dâhil edildiğinde
Türk yatırımları yaklaşık 6 milyar Dolara çıkmaktadır. Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı‟nın
Azerbaycan‟a yaptığı 2,4 milyar Dolar tutarındaki yatırım bir Türk şirketinin yurtdışında yaptığı
en büyük yatırımı teşkil etmektedir. Öte yandan, Azeri iş çevrelerinin Azerbaycan dışındaki
toplam 3 milyar Dolar tutarındaki yatırımlarının 2,5 milyar Doları Türkiye‟dedir. Türkiye ise
Azerbaycan‟a yapılan doğrudan yatırımlarda birinci sıradadır.
56
Ülkede yaklaşık 50 bin kişiye iş imkânı sunan 1267 Türk şirketinin yatırımları ağırlıklı olarak
telekomünikasyon, bankacılık/sigorta, ulaştırma, gıda ticareti, tekstil, eğitim, mobilya ve inşaat
malzemeleri sektörlerine yönelmektedir.
Buna ilaveten, Azerbaycan‟da önemli projeler üstlenen Müteahhitlerimiz, Bakü ile Nahçıvan
havalimanları, Sangaçal enerji terminali ve ülkedeki birçok petrol boru hattı gibi önemli altyapı
projelerinde yer almışlardır. Türk müteahhitlerinin Azerbaycan‟da üstlendikleri projelerin hacmi
5,5 milyar Doları geçmiştir.
Azerbaycan ile ticaret hacmimiz 2005 yılından itibaren artış göstermeye başlamıştır. 2008
yılında 2,6 milyar Dolara ulaşan ikili ticaret hacmimiz 2009 yılında küresel ekonomik krizin
etkisiyle 2,2 milyar Dolara gerilemiştir. 2010 yılının ilk 7 ayında toplam dış ticaret hacmimiz 1,3
milyar Dolar olmuştur.
Gürcistan’la ilişkilerimizdeki istikrarlı gelişme devam etmektedir. Gürcistan‟ın, Avrasya ulaşım
ve enerji nakil hatları üzerinde, BTC petrol ve BTE doğalgaz boru hatları ile BTK demiryolu
projesi güzergâhı üzerinde bulunması, ilişkilerimize ayrı bir boyut kazandırmaktadır. İki ülke
arasındaki temaslar da yoğun bir şekilde devam etmektedir. Bu çerçevede, Gürcistan Dışişleri
Bakanı Grigol Vaşadze 26-27 Nisan 2010 tarihlerinde ülkemizi ziyaret etmiştir. Bu ziyaret
sırasında adıgeçen beni resmi ziyaret için Gürcistan‟a davet etmiş olup, önümüzdeki dönemde bu
ziyareti gerçekleştirmeyi planlamaktayım. Bunun dışında Gürcistan Parlamentosu Dışişleri
Komisyonu Başkanı ve beraberindeki heyet 5-9 Nisan 2010 tarihlerinde ülkemizi ziyaret
etmiştir. 17 Mayıs 2010 tarihinde Batum‟u ziyaret eden Sayın Başbakanımız Gürcistan Devlet
Başkanı Saakaşvili ile görüşmüştür. Gürcistan Başbakanı Nika Gilauri ise 29 Eylül 2010
tarihinde İstanbul‟da düzenlenen “Atlantic Council-Black Sea Energy and Economic Forum
2010” toplantısına katılmış ve bu vesileyle Sayın Başbakanımız ile bir araya gelmiştir.
Diğer taraftan, “Gül Devrimi”nin ardından Gürcistan‟da yaşanan ekonomik iyileşme ve yabancı
yatırım ortamının iyileştirilmesi sonucunda ekonomik ve ticari ilişkilerimizde yaşanan gelişme
devam etmektedir. Türkiye, Rusya‟nın siyasi nedenlerle bu ülkeye bazı ticari kısıtlamalar
getirmesini müteakip, 2007 yılı ortalarından itibaren Gürcistan‟ın en büyük ticari ortağı
konumuna yükselmiştir. Halen Gürcistan‟ın birinci ticaret ortağı olan Türkiye, ayrıca en büyük
dördüncü yatırımcı ülke konumundadır. Öte yandan, Batum Havalimanı‟nın Türkiye ve
Gürcistan tarafından ortaklaşa işletilmesi, vatandaşlarımızın karşılıklı ziyaretlerinde 90 güne
kadar vize muafiyeti bulunması, Serbest Ticaret Anlaşması‟nın yürürlüğe girmesi ve Sarp Sınır
Kapısı‟nın “tek-pencere” modelinde işletilmesine yönelik çalışmalar, ikili ilişkilerimizin geldiği
aşamayı göstermesi yönünden dikkat çekicidir.
Gürcistan‟ın toprak bütünlüğünün korunması ve Abhazya ile Güney Osetya ihtilaflarına
Gürcistan‟ın uluslararası tanınmış sınırları içerisinde çözüm bulunmasına yönelik politikamız
kararlılıkla sürdürülmektedir. Ancak Ağustos 2008‟de Gürcistan ve RF arasında yaşanan ihtilafı
takiben RF‟nun anılan bölgelerin bağımsızlıklarını tanıması; bu karara, aradan geçen iki yılı
aşkın süre zarfında sadece Nikaragua, Nauru ve Venezuela‟nın katılmış olmalarına rağmen,
ihtilafların çözümünü daha da güçleştirmiştir. Böyle kritik bir dönemde, Gürcistan‟da görev
yapan BM ve AGİT gözlem misyonlarının görev yönergelerinin sona ermesi, olumsuz bir
57
gelişme olmuştur. Bu çerçevede, bölgesel güvenlik ve istikrarın kalıcı bir şekilde temininde bir
tehdit olarak gördüğümüz bu ihtilafların Gürcistan‟ın toprak bütünlüğü temelinde çözümü
yönünde uluslararası toplum tarafından sürdürülen girişimleri destekliyor, ayrıca bu amaçla
önalıcı girişimlerde bulunmaya önem veriyoruz.
Geçtiğimiz dönemde Gürcistan‟la ilişkilerimizde sıkıntı yaratan bir konu, başka ülke bandıralı
olmakla birlikte Türk şirketlerine ait beş gemiye Gürcistan tarafından, ihtilaflı Abhazya
bölgesine yük taşıdıkları gerekçesiyle uluslararası sularda el konulması olmuştur. Gürcistan‟la
mevcut iyi komşuluk ilişkilerimizle bağdaşmayan bu uygulama, uluslararası hukukun da açık bir
ihlalini teşkil etmiştir. Bu sorunun çözüme kavuşturulması ve bu tür olayların ileride
tekerrürünün önlenmesi amacıyla iki ülke arasında bir çalışma grubu oluşturulmuş olup, bu grup
bugüne kadar üç toplantı yapmıştır. Grubun çalışmaları devam etmektedir. Grubun
çalışmalarının bir sonucu olarak, bahsekonu beş gemimizden dördünün sahiplerine iade
edilmekte olması memnuniyet verici bir gelişme olmuştur.
Gürcistan‟ın Abhazya‟ya yönelik olarak 1995‟ten bu yana uyguladığı ambargo ile Ağustos 2008
olaylarını takiben Gürcistan Parlamentosunca kabul edilen “İşgal Altındaki Topraklara Dair
Kanun” hükümlerine dayandırdığı sözkonusu uygulaması, Türkiye ve Gürcistan ikili ilişkilerinin
yanısıra, RF ve Gürcistan arasında süregelen ihtilaf çerçevesinde Karadeniz güvenliği
bağlamında da önem taşımaktadır. Bu konunun önümüzdeki dönemde çözüme kavuşturulacağını
umuyoruz.
Diğer taraftan, Ahıska Türklerinin Gürcistan‟daki ata topraklarına dönüşleri konusu Gürcü
makamlarıyla temaslarımızda gündeme getirilen önemli bir konu olmaya devam etmektedir. Geri
dönecek Ahıska Türklerinin kesin sayısının belirlenmesini takiben, dönüş sonrasında gerek
Gürcistan‟a dönecek Ahıska Türklerinin, gerek dönecekleri bölgede hâlihazırda yaşayan halkın
istifade edebileceği kapsamlı projeler geliştirilmesine yönelik gayret gösterilmektedir.
Ermenistan‟la ülkemiz arasında, iyi komşuluk ilkesi çerçevesinde normal ilişkilerin tesisi
amacıyla başlattığımız süreci de, bu bölgede kriz odağı olan sorunların çözümüne yönelik
anlayışımız doğrultusunda değerlendirmekteyiz. Sözkonusu süreç, sadece aynı coğrafyayı
paylaştığımız bir komşu ülkeyle mevcut sorunlarımızı ortadan kaldırmayı değil, aynı zamanda
Güney Kafkasya‟da sürdürülebilir bir barış ortamının yaratılmasını kolaylaştırmayı da
amaçlamaktadır.
10 Ekim 2009 günü Zürih‟te imzalanan Protokoller, onay için Hükümetimizce Yüce Meclisimize
iletilmiştir. Ermenistan‟da ise Protokoller, anayasaya uygunluğu açısından incelenmek üzere
Anayasa Mahkemesine iletilmiş, Anayasa Mahkemesi 12 Ocak 2010 günü, Protokollerin
Ermenistan anayasasına uygun bulunduğunu açıklamıştır. Ermenistan Anayasa Mahkemesinin
gerekçeli kararı ise 18 Ocak 2010 günü açıklanmıştır. Anılan karar hakkında Bakanlığımca
yapılan açıklamada, sözkonusu kararın Protokollerin lafzına ve ruhuna aykırı önkoşullar ve
kısıtlayıcı hükümler içerdiği belirtilmiş, kararın bu haliyle Protokollerin müzakere gerekçesini ve
Protokollerle hedeflenen temel amacı sakatladığı ifade edilmiş ve ülkemizin Protokollerin asli
hükümlerine bağlılığını sürdürdüğü ve aynı sadakatin Ermenistan Hükümetinden de beklendiği
vurgulanmıştır. 12 Şubat 2010 tarihinde onay için Ermenistan Milli Meclisine sevk edilen
58
Protokoller, Meclisin Dış İlişkiler Komitesi bünyesinde oluşturulan bir çalışma grubu tarafından
incelenmeye başlanmış; ancak Cumhurbaşkanının 22 Nisan 2010 tarihli kararnamesi uyarınca,
Ermenistan Protokollerin onay sürecini durdurmuştur. Her hal ve karda sözkonusu Protokollere
ilişkin nihai karar Yüce Meclisimiz tarafından alınacaktır.
Bütün bu gelişmelere rağmen gelinen bu aşamada Türkiye, normalleşme sürecinin ileriye
taşınması yönündeki siyasi iradesini korumakla birlikte, bunun aynı zamanda Güney
Kafkasya‟da kapsamlı barışa yönelik somut adımlar atılması halinde kalıcı ve sürdürülebilir
olacağı yönündeki inancını kaybetmemiştir.
Bölgemizin kalıcı bir barış ve istikrara kavuşması için Türkiye-Ermenistan ilişkilerindeki
normalleşmenin yeterli olmayacağı ve bu çabalara paralel olarak Azerbaycan ile Ermenistan
arasında devam eden Yukarı Karabağ sorununun çözümü için de somut adımların atılmasının
gerekliliği, Ermenistan‟la başlatılan sürecin başından beri Sayın Başbakanımız başta olmak üzere
tüm üst düzey yetkililerimizce vurgulanan bir husus olmuştur. Diğer taraftan, TürkiyeErmenistan ilişkilerinde yaşanacak olumlu yöndeki gelişmelerin, Azerbaycan ve Ermenistan
arasında Yukarı Karabağ sorununun çözümü amacıyla yürütülen müzakerelere de olumlu etki
edeceği düşüncesindeyiz. Nitekim Türkiye-Ermenistan normalleşme sürecine paralel olarak son
dönemde Azerbaycan-Ermenistan Devlet Başkanları arasındaki görüşmeler sürecinin de hız
kazandığı, iki Devlet Başkanının sadece 2009 yılının başından bu yana on defa görüştükleri de
dikkate alındığında, açıkça görülmektedir. Ülkemiz son dönemde, Azerbaycan topraklarının
haksız işgalinin sona ermesi ve Yukarı Karabağ sorununun çözümü yönünde ivedilikle somut
adımlar atılabilmesi için çözüm müzakerelerinin yürütüldüğü AGİT Minsk Grubunun daha etkin
hale getirilmesi yönündeki diplomatik çabalarına hız vermiştir. Bu amaçla, özellikle
Eşbaşkanlığı yürüten ABD, Fransa ve RF nezdinde üst düzeyli girişimlerimiz sürmektedir.
1915 OLAYLARI
Ermeni çevreleri, Birinci Dünya Savaşı şartlarında 1915 yılında meydana gelmiş olayların
“soykırım” olarak tanınmasını sağlamak amacıyla dünyanın birçok ülkesinde Türkiye‟ye karşı
hiçbir tarihi ve hukuki zemine dayanmayan maksatlı bir karalama kampanyası yürütmektedirler.
10 Ekim 2009 tarihinde Zürih‟te imzalanan Türkiye-Ermenistan Protokollerinin ardından bu
çabaların yoğunlaştığı görülmüştür.
Türkiye ise, tarihi gerçeklerin ortaya çıkarılması yönünde yapıcı açılımlar ve çağrılar yapmıştır.
10 Nisan 2005 tarihinde Sayın Başbakanımız tarafından dönemin Ermenistan Cumhurbaşkanına
gönderilen mektupta, Türk-Ermeni ortak tarihinin acılı döneminin tarihçiler ve uzmanlardan
oluşan bir Ortak Tarih Komisyonu tarafından bilimsel bir incelemeye tabi tutulması, tüm
arşivlerin araştırılması ve bulguların uluslararası kamuoyuna açıklanması önerilmişti. Türkiye
Büyük Millet Meclisi oybirliği ile 13 Nisan 2005 günü kabul ettiği bir deklarasyonla bu öneriyi
desteklemişti. "Türkiye Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti Arasında İlişkilerin
Geliştirilmesine Dair Protokol"de, iki halk arasında karşılıklı güvenin yeniden tesis edilmesi
amacıyla, mevcut sorunların tanımlanmasına ve tavsiyelerde bulunulmasına yönelik olarak,
tarihsel kaynak ve arşivlerin tarafsız bilimsel incelenmesini de içerecek şekilde bir diyalogun
59
uygulamaya konulması için, Türk, Ermeni ve aynı zamanda İsviçreli ve diğer uluslararası
uzmanların da yer alacakları tarihsel boyuta ilişkin bir alt komisyonun da kurulması hükmü yer
almaktadır. Bu hususlar, TBMM‟nin deklarasyonunda önerilen mekanizmaya benzer niteliktedir.
Böylelikle, Türk ve Ermeni milletlerinin ortak tarihlerinin acı bir döneminde yaşanan olaylara
ilişkin gerçeklerin gün ışığına çıkartılması öngörülmektedir.
Ermeni tarafının tarihte yaşananlar hakkında kendi yorumlarını tek gerçekmiş gibi kabul ettirme
çabalarına maruz kalan üçüncü ülkelerin konuya, dar iç siyaset hesapları değil, bilgi temelinde
yaklaşmalarını bekliyoruz. Türk ve Ermeni halklarının Birinci Dünya Savaşı sırasında çektiği
acılar, her iki toplumda farklı tarihsel hafızalar yaratmıştır. Bizim bildiklerimiz ve
hatırladıklarımız, Ermeni iddialarından çok farklı bir gerçeğe işaret etmektedir. Ulusal
hafızaların çeliştiği ortamlarda, güvenilir ve ortak bilimsel araştırmalar yapılması ihtiyacı daha
da önem kazanmaktadır. Ermeni çevreler bu tür çalışmaların yapılmasına izin vermezken,
iddialarının yabancı Parlamentolarca desteklenmesi, bu iddiaların doğruluğuna işaret etmez.
Bilakis, bilim ve tarihe siyasetin müdahalesini oluşturur. Sözkonusu adımlar, bu ülkelerle
ilişkilerimizi bozabilir, dostluklarımıza gölge düşürebilir.
Dostlarımızın, bu konudaki
hassasiyetimizi gereksiz bir alınganlık olarak yorumlama hatasına düşmeyeceğini ümit ediyoruz.
Türklerin acılarını göz ardı eden bir seçicilikle ortaya konan, ulusal kimliğimizi ve tarihimizi tek
taraflı ve yanlış yorumlarla karalayan bu girişimlerle mücadeleye devam edeceğiz. Bu iddia
sahiplerini de, tüm arşivlerini açarak tarihle tam olarak yüzleşmeye davet etmeyi sürdüreceğiz.
ORTA ASYA
Orta Asya Cumhuriyetleri, tarihi ve soy yakınlığımız ile kültür ve dil bağlarımızın yanısıra,
ülkemizin Avrasya coğrafyasına yönelik dış politikası bakımından önem taşımaktadır. Anılan
Cumhuriyetlerin bir yandan bağımsız, müreffeh, siyasi ve ekonomik istikrara sahip ülkeler
olarak kendi aralarında ve komşularıyla işbirliği içinde varlıklarını sürdürmelerini, diğer yandan
uluslararası toplumla bütünleşmelerini ve evrensel demokratik değerleri benimsemelerini
desteklemek, Orta Asya bölgesine yönelik politikamızın esasını oluşturmaktadır.
Bağımsızlıklarını kazanmalarının ardından kardeş Cumhuriyetlerle pek çok alanda yakın ilişki ve
işbirliği tesis edilmiştir. İşbirliği alanlarının başında özellikle ticari-ekonomik boyut gelmektedir.
Çeşitli sorunlar ve tehditlerle karşı karşıya bulunan ülkelerin yer aldığı Orta Asya bölgesinde
kalıcı istikrar ve güvenliğin sağlanmasında, bölgenin başta enerji olmak üzere ekonomik
kaynaklarının en iyi şekilde değerlendirilerek toplumsal refaha dönüştürülmesi önem
taşımaktadır. İnsan hakları ve demokrasi alanlarında kaydedilecek ilerlemeler, bölgenin dünyayla
bütünleşme sürecini daha da hızlandıracaktır. Türkiye, Orta Asya ülkelerine elinden gelen
desteği vermeye devam edecektir.
Ülkemiz, bölgedeki gelişmeleri yakından takip etmekte ve bu ülkelerdeki kazanımlarımızın
korunması ve ilişkilerimizin güçlendirilmesi için çaba harcamaktadır. Son bir yıl zarfında
yapılan karşılıklı üst düzey ziyaretlerle ilişkilerimize önemli ölçüde ivme kazandırılmıştır.
60
Öte yandan Türkiye, Orta Asya bölgesi ve Azerbaycan ile aramızdaki dostluk, kardeşlik
ilişkilerini ve dayanışmayı güçlendirmesi bakımından Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet
Başkanları Zirveler Sürecine özel önem atfetmektedir. Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve
Türkiye tarafından 3 Ekim 2009 tarihinde imzalanan Nahçıvan Anlaşması‟yla kurulması
kararlaştırılan, sekretaryası İstanbul‟da yerleşik olacak Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği
Konseyi, 15-16 Eylül 2010 tarihinde İstanbul‟da düzenlenen 10. Türk Dili Konuşan Ülkeler
Devlet Başkanları Zirvesi‟yle hayata geçirilmiştir. Konsey Genel Sekreterliğine emekli
Büyükelçi Sayın Halil Akıncı getirilmiştir. Konseyin ilk Devlet Başkanları Zirvesi 2011 yılında
Kazakistan‟da, müteakip ikinci zirve ise 2012 yılında Kırgızistan‟da olacaktır.
Buna paralel olarak, 2008 Kasım ayı sonunda Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan
tarafından imzalanan İstanbul Anlaşması ile kurulan ve ilk Genel Kurul toplantısı 2009 Eylül
ayında Bakü‟de gerçekleştirilen Türk Dili Konuşan Ülkeler Parlamenter Asamblesi‟nin (TÜRKPA) ikinci toplantısının 2011 yılında Kazakistan‟da yapılması öngörülmektedir. Nahçıvan
Anlaşması neticesinde kurulan Türk İşbirliği Konseyi‟yle yakın bir işbirliği içinde olması
beklenen TÜRK-PA, zirveler sürecinin kurumsallaştırılmasıyla birlikte kardeş halkların
temsilcileri olan parlamenterler arasında doğrudan temas ve işbirliğinin tesisi istikametinde
atılmış önemli bir adımdır.
Kazakistan, Nursultan Nazarbayev‟in liderliğinde çok yönlü diplomasisi ve zengin hidrokarbon
kaynaklarıyla desteklenen hızlı büyümesi sayesinde Orta Asya‟da lider ülke konumuna
erişmiştir. Kazakistan'ın içinde bulunduğumuz yıl AGİT Dönem Başkanlığını yürütmesi, 1999
yılında düzenlenen İstanbul Zirvesi‟nden on bir yıl sonra, ilk AGİT Devlet ve Hükümet
Başkanları Zirvesi‟ni 1-2 Aralık 2010 tarihlerinde Astana‟da düzenlemesi, 2011 yılında İKÖ
Dönem Başkanlığını üstlenecek olması çok yönlü politikalarının ve bölgesel sorunları
sahiplenme iradesinin bir göstergesidir.
Kazakistan, Türkiye'nin Orta Asya'daki en önemli siyasi ve ekonomik ortağıdır. İkili ilişkilerimiz
karşılıklı güçlü siyasi irade doğrultusunda istikrarlı bir seyir içinde gelişmektedir. Sayın
Cumhurbaşkanımız ile Cumhurbaşkanı Nazarbayev‟in sadece 2010 yılında toplam sekiz defa bir
araya gelmeleri, 2009 yılında imzalanan anlaşmayla stratejik ortaklık seviyesine çıkarılan
ilişkilerimizin somut sembollerinden birisini teşkil etmiştir. Kazakistan Cumhurbaşkanı Sayın
Nursultan Nazarbayev‟in 21-24 Ekim 2009 tarihlerinde ülkemizi resmi ziyareti vesilesiyle
karşılıklı ticaret hacminin 2012 yılına kadar 15 milyar Dolara çıkartılması hedefi açıklanmıştır.
Diğer yandan, iki ülke arasında uluslararası örgütlerde karşılıklı destek tatmin edici düzeydedir.
Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları Zirveler sürecinin devamlılığına ve
kurumsallaşmasına en büyük katkıyı Kazakistan sağlamaktadır.
Türkmenistan‟ın, Gurbangulı Berdimuhamedov‟un liderliğinde bölgesel ve uluslararası planda
dışa açılım politikasını ve reform çabalarını olumlu karşılamaktayız. Son dönemde üst düzey
ziyaret ve toplantılar sonucu Türkmenistan‟la ilişkilerimizde açılım sağlanmış olması
memnuniyet vericidir. Mevcut potansiyelimizin bu ilişkilerimizin daha ileri düzeylere
taşınabilmesine imkân verdiğine inanmaktayız. Başta NABUCCO projesi olmak üzere,
Türkmenistan‟la enerji alanındaki işbirliği önem taşımaktadır. Türk Dili Konuşan Ülkeler
İşbirliği Konseyi‟ne katılmayan Türkmenistan, yine de 15-16 Eylül 2010 tarihinde İstanbul‟da
61
düzenlenen Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları
katılmıştır. Son olarak Sayın Cumhurbaşkanımızın
Türkmenistan‟a gerçekleştirdiği ziyaret vesilesiyle, ikili
ülkeyi ilgilendiren bölgesel ve küresel konular ayrıntılı
anlaşmaları imzalanmıştır.
Zirvesi‟ne Cumhurbaşkanı düzeyinde
10-12 Kasım 2010 tarihlerinde
ilişkilerimizin tüm veçheleri ile iki
şekilde ele alınmış ve ikili işbirliği
Özbekistan, coğrafi konumu, doğal kaynakları, nüfus ve yetişmiş insan gücüyle Orta Asya‟da
önemli bir konuma sahiptir. Özbekistan‟la ilişkilerimiz arzu edilen seviyede değildir. Bu ülkeyle
ilişkilerimize önem atfediyor, yeni bir dönemin açılmasını samimiyetle diliyoruz. Birbirimizi
daha iyi anlayabilmek için her seviyede diyalogun sağlanması, üst düzey ziyaretlerin
gerçekleştirilmesi gerektiğine inanıyor ve bu yönde çaba harcıyoruz. Özbekistan Dışişleri Bakanı
Norov‟la çeşitli vesilelerle biraraya geldiğimde kendisini ülkemize davet etmekteyim. Böylece
ikili ilişkilerimizde yeni bir döneme girilmesini arzu etmekteyiz.
Kırgızistan‟la ilişki ve işbirliğimiz kardeşlik bağlarımıza yakışır şekilde olumlu bir seyir
izlemektedir. Uluslararası örgütlerde karşılıklı destek tatmin edici düzeydedir. Türkiye,
Kırgızistan‟ın demokratik reformlarla beraber ekonomik kalkınmasını da sürdürmesini arzu
etmekte ve Kırgızistan‟ı imkânları nispetinde desteklemektedir.
Kırgızistan‟da geçtiğimiz Nisan ayında baş gösteren olaylar sonucunda halk hareketiyle
hükümetin devrilmesi ve ardından Haziran ayında bu ülkede ortaya çıkan etnik temelli sokak
çatışmalarının neden olduğu istikrarsızlıklar yakından takip edilmiştir. Bakanlığımca kısa vadeli
bir eylem planı hazırlanmış ve bu çerçevede, bu zor döneminde kardeş Kırgızistan‟a siyasi,
ekonomik ve diplomatik alanlarda gereken destek verilmiştir. Eylem Planımız kapsamında
Kırgızistan‟a 10 milyon Doları nakdi, 11 milyon Doları proje bazında olmak üzere toplam 21
milyon Dolarlık maddi destek sağlanmış, Ramazan ayında etnik çatışmaların yaşandığı Oş ve
Celalabad‟da iftarlar düzenlenmiş, bu dönemde resmi makamlar ve siyasi partiler arasındaki
temasların arttırılması sağlanmış, Diyanet İşleri Başkanlığınca Türkiye‟deki camilerde bir
yardım kampanyası gerçekleştirilmiş, Türk Kızılayı harekete geçirilerek Oş ve Celalabad‟a
gönderilen insani yardımların yanısıra rehabilitasyon projelerinin de üstlenilmesine karar
verilmiş, ayrıca Ekim ayında, Issık Göl‟de her kesimden yüz elliden fazla Kırgız temsilcinin
hazır bulunduğu bir uzlaştırma konferansı gerçekleştirilmiştir.
Bu ülkede, 10 Ekim 2010 tarihinde gerçekleştirilen parlamento seçimlerinin olaysız ve şeffaf bir
şekilde cereyan etmesi memnuniyetle karşılanmış olup, yeni hükümetin kurulması
beklenmektedir. Kırgızistan‟a olan desteğimiz sürecektir.
Tacikistan‟la ilişkilerimizin seviyesi memnuniyet vericidir. Türk Cumhuriyetleri ailesi içinde
yer almamakla birlikte Türkiye‟ye yakınlık duyan Tacikistan, Türkiye ile siyasi ilişkilerin
geliştirilmesine önem atfetmekte ve Türk yatırımlarını Tacikistan‟a çekmeye gayret etmektedir.
Afganistan menşeli terör odakları ve narkotik kaçakçılık gibi tehditlere de maruz kalan bu dost
ülkenin istikrar ve refah arayışlarına katkıda bulunmayı sürdüreceğiz.
Moğolistan toprakları tarihte ilk Türk Devletlerine ev sahipliği yapmıştır. Türk ve Moğol
ulusları arasında kökünü ortak tarih ve kültürel değerlerimizden alan kardeşlik bağları mevcuttur.
62
Moğolistan‟la coğrafi uzaklığımıza rağmen ilişki ve işbirliğimizin geliştirilmesi Hükümetimizin
hedefleri arasında yer almaktadır. Moğolistan‟la tarihi mirasımıza sahip çıkma ve ekonomik
ortaklığımızın ilerletilmesi yönünde çalışmalar yürütülmektedir. Moğolistan Cumhurbaşkanı
Elbegdorj‟un CICA Zirvesi vesilesiyle Haziran ayındaki İstanbul ziyareti, Sayın TBMM
Başkanımızın Temmuz ayında Moğolistan‟a gerçekleştirdiği ziyaret, Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Sayın Arınç‟ın Karma Ekonomik Komisyon toplantısı vesilesiyle Ekim ayında
Moğolistan‟a yaptığı ziyaret ve son olarak Sayın Milli Savunma Bakanımızın 9-12 Kasım 2010
tarihlerindeki Moğolistan ziyareti, ikili ilişkilerimizi ve işbirliğimizi geliştirme gayretlerimize
önemli katkıda bulunmuştur.
GÜNEY ASYA
Köklü siyasi, ekonomik ve kültürel bağlarımız bulunan Afganistan‟da kalıcı barış ve istikrarın
tesisine yönelik gayretlerin desteklenmesi dış politika gündemimizin üst sıralarında yer
almaktadır. Afganistan‟a yönelik hedefimiz, bu ülkenin bağımsızlığının, egemenliğinin, toprak
bütünlüğünün ve ulusal birliğinin korunmasını sağlamak, ülkenin köktendinci akımlar ile
terörizmin üssü haline dönüşmemesini ve uyuşturucu merkezi olmaktan çıkarılmasını temin
etmek, aynı zamanda komşularıyla işbirliğini ön plana çıkaran barışçıl bir bölgesel ortama
kavuşturulması çabalarına katkı sağlamaktır.
ISAF Harekâtına geçmişte iki kez komuta eden ve ayrıca Kabil Bölge Komutanlığını NisanAralık 2007 döneminde başarıyla yürüten ülkemiz, bu görevi 1 Kasım 2009 tarihinde ikinci defa
üstlenmiş ve vaki talepler üzerine görev süresini 1 Kasım 2010 tarihinden itibaren 1 yıl daha
uzatmıştır. Afgan Ulusal Ordusu ile Polis Gücü‟nün eğitimine desteğimiz de artarak sürmektedir.
Kabil‟de Türk Silahlı Kuvvetleri‟nin, Afgan Ulusal Ordusu‟nun, Kabil Bölge Komutanlığı‟nın
ve ISAF‟ın katkılarıyla Şubat 2010 başında açılan Gazi Asker Eğitim Merkezi‟nde 1000 Afgan
Ulusal Ordusu askeri ve 400 astsubayı eğitilmiştir. Hâlihazırda 400 astsubayın eğitimi devam
etmektedir. Öte yandan, Afgan Ulusal Ordusu bölüklerine Ekim 2009‟dan bu yana Türkiye‟de
eğitim verilmektedir. Böylelikle, bugüne kadar 1100‟ün üzerinde Afgan askeri ülkemizde
eğitilmiştir. Sözkonusu eğitim programı 2011 yılında da devam edecektir.
Vardak İl İmar Ekibimiz bünyesindeki Polis Eğitim Ekibi tarafından şimdiye kadar 730‟un
üzerinde Afgan polisi eğitilmiştir. Hâlihazırda 50 Afgan polisinin eğitimi devam etmektedir. Öte
yandan 500 kişilik Afgan Ulusal Polisi gruplarına ülkemizde altışar aylık dönemlerle eğitim
verilmesine ilişkin, NATO Afganistan Eğitim Misyonu ile Japonya Hükümeti‟nin de destek
sağlayacağı proje 2011‟in bahar aylarında uygulamaya geçirilecektir. Kapasite oluşumunu
desteklemeye yönelik bu gayretlerimiz, Afganistan‟daki çabalara getirdiği katma değerin ve
ülkemizin görünürlüğüne yaptığı katkının ötesinde, Afganistan‟la aramızdaki bağların daha da
güçlenmesi sonucunu doğurmaktadır.
Afganistan‟da güvenlik ve istikrarın sağlanmasına ISAF Harekâtının başından bu yana ve
kesintisiz şekilde yapmakta olduğumuz katkılara ilave olarak, ülkenin yeniden imarına, sosyoekonomik kalkınmasına, bilhassa başta kız çocukları için olmak üzere eğitimin ve sağlık
hizmetlerinin yaygınlaştırılmasına, iyi yönetişimin desteklenmesine büyük önem atfediyor, bu
63
gayretlerin Afganistan‟da kalıcı barış ve istikrarın tesisinde belirleyici rol oynayacağını
değerlendiriyoruz. Bu temelde Türkiye, Afganistan‟da, tarihindeki en kapsamlı kalkınma
yardımı faaliyetlerinden birini yürütmektedir. TİKA tarafından Afganistan‟daki 34 vilayetin
27‟sinde çeşitli projeler gerçekleştirilmiştir. 17 hastane ve sağlık kliniği onarılmış veya inşa
edilmiş olup, hâlihazırda iki hastane ve dört klinik ülkemizce işletilmektedir. Şu ana kadar
yaklaşık bir milyon Afgan bu tesislerden yararlanmıştır. Tarafımızdan inşa ve tamir edilen 68
ilköğretim okulunda yaklaşık 65.000 Afgan öğrenci eğitim görmektedir.
Kasım 2006‟da Kabil‟e mücavir Vardak vilayetinde kurulan İl İmar Ekibimiz 2010 yılı sonu
itibariyle yaklaşık 37 milyon Dolar tutarında kalkınma projesi gerçekleştirmiş ve yerel
ekonomiye 6 milyon Dolar katkı sağlamış olacaktır. İl İmar Ekibimiz, vilayetinin dokuz ilçesinin
her birinde Türkiye‟nin kalıcı katkısını ortaya koyan en az iki proje gerçekleştirmiştir. İl İmar
Ekibimizce Meydan Vardak‟ta yetişkin kadınlara ve kız çocuklara yönelik olarak başlatılan
kurslar kapsamında şimdiye dek binlerce kişiye okuma-yazma öğretilmiştir.
Türkiye‟nin Afganistan‟daki projelerini daha da kapsamlı kılmak ve dost Afgan halkına erişimini
geliştirmek amacıyla Afganistan‟ın kuzeyinde Cevizcan vilayetinde ikinci bir İl İmar Ekibi 21
Temmuz 2010 tarihinde hizmete açılmış ve faaliyetlerine başlamıştır. İl İmar Ekibi aynı zamanda
Sarıpul vilayetinde de projeler gerçekleştirecektir. Gelecek yıl içinde İl İmar Ekibinin tam
harekât kabiliyetine ulaşmasıyla, kalkınma yardımına büyük ihtiyaç duyulan ve yoğunlukla
Türksoylu nüfusun bulunduğu Cevizcan ve Sarıpul vilayetlerindeki yeniden imar, kalkınma ve
kapasite oluşumu çalışmalarının kapsamı da artacaktır.
Afganistan‟daki askeri ve sivil gayretlerin yanı sıra, Afganistan odaklı bölgesel işbirliğinin
güçlendirilmesi için de yoğun gayret içindeyiz. Ülkemizin, Afganistan ve Pakistan nezdinde
sahip olduğu özel konumdan istifadeyle, bu iki ülke arasında güven ve ortak çalışma ortamının
güçlendirilmesine yönelik Üçlü Zirve sürecini Nisan 2007‟de başlattık. Şu ana kadar yapılan
Üçlü Zirvelerden her biri, güçlendirilmiş işbirliğine anlamlı katkılar yapmış, genişletilmiş
ekonomik işbirliğine imkân sağlamış, güvenlik ile istihbarat alanında işbirliğinin gelişeceği bir
şemsiye oluşturmuştur. Süreç kapsamındaki dördüncü Üçlü Zirve, 25 Ocak 2010 tarihinde
İstanbul‟da gerçekleştirilmiştir. Zirve‟de eğitim alanında işbirliği konusu da bir gündem başlığını
teşkil etmiş, Zirve öncesinde üç ülkenin Eğitim Bakanları da bir araya gelmişlerdir. Beşinci Üçlü
Zirve, yine evsahipliğimizde 24 Aralık 2010 tarihinde İstanbul‟da yapılacaktır.
Ankara‟da 1 Nisan 2009 tarihinde düzenlenen üçüncü Üçlü Zirve toplantısında alınan karar
uyarınca, Afganistan, komşuları ve gözlemci olarak başlıca ülke ve uluslararası örgütlerin
katılımıyla 26 Ocak 2010 tarihinde “Asya‟nın Kalbi”nde Dostluk ve İşbirliği için İstanbul
Zirvesi gerçekleştirilmiştir. Afganistan‟a bölge ülkeleri tarafından verilen desteğin vurgulanması
açısından önemli bir platform teşkil eden Zirve‟de, Afganistan ve komşularının, salt bölge
ülkelerini etkileyen ortak sınamalara karşı değil, aynı zamanda enerji ve ulaştırma koridorları ile
özel sektörün desteklenmesi gibi bütün bölgeye yarar sağlayacak projelerde de işbirliği
yapmasının önemi hususunda genel bir anlayış sağlanmıştır. Zirvenin sonunda Afganistan,
komşuları ve Türkiye tarafından İstanbul Beyanı kabul edilmiştir. İstanbul Beyanına Londra
Konferansının bildirisinde, BMGK‟nın 1917 sayılı kararında, Mayıs ayında Duşanbe‟de yapılan
İKÖ Dışişleri Bakanları Konseyi 37. Oturumunda alınan kararlarda, AİGK/CICA Zirvesi Sonuç
64
Bildirisinde ve Kabil Konferansı Bildirisinde atıfta bulunulmaktadır. Bölgesel işbirliğinin teşviki
için İstanbul Zirvesi kararları çerçevesinde, 3 Kasım 2010 tarihinde, Afganistan Hakkında
Bölgesel Ekonomik İşbirliği Dördüncü Konferansı (RECCA) evsahipliğimizde yapılmıştır. 2
Kasım günü ise, RECCA marjında, bölgesel işbirliği odaklı Afganistan için Akademik Platform
toplantısı düzenlenmiştir. Anılan toplantılar, dış politikamızın artık neredeyse ayrılmaz bir
parçası olan bölgesel sorunların çözümü ve bölgesel süreçlere katkı amaçlarıyla kolaylaştırıcı rol
oynama işlev ve kabiliyetimizi kültürel ve tarihsel bakımdan iç içe olduğumuz Güney Asya
coğrafyasında da etkin şekilde sergilemeye başladığımızın açık birer göstergesidir.
Öte yandan, 1 Ocak 2010 tarihinden bu yana BM Güvenlik Konseyinde Afganistan konusunda
koordinatör ülke olan Türkiye, bu sorumluluğunu 2010 yılı sonunda, BMGK geçici üyeliğimizin
sona ermesiyle tamamlayacaktır.
Dost ve kardeş Pakistan‟la, köklerini tarihten alan ilişkilerimiz mükemmel bir düzeyde
sürmektedir. Sayın Başbakanımızın 25-26 Ekim 2009 tarihleri arasında bu ülkeye
gerçekleştirdiği resmi ziyaret sırasında iki ülke Başbakanlarının eşbaşkanlığını yapacağı Yüksek
Düzeyli İşbirliği Konseyi kurulmuştur. Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi, siyasi, diplomatik,
ekonomik, ticari, enerji, güvenlik, askeri ve kültür alanlarındaki işbirliğinin ileri götürülmesini
sağlayacak bir denetim ve yönlendirme mekanizması teşkil edecektir. Sayın
Cumhurbaşkanımızın 30 Mart – 2 Nisan 2010 tarihleri arasında Pakistan‟a gerçekleştirdikleri
ziyaret ise, her açıdan olumlu ve yararlı geçmiştir.
Türkiye, bölgesinde barış ve istikrarın korunması konusunda önemli bir rol oynayan Pakistan‟ın
demokratik dönüşüm sürecini, terör ve aşırı akımlara karşı mücadelesini ve kalkınma gayretlerini
sürdürmesine önem atfetmektedir. Pakistan‟ın güven ve istikrar içinde olması, bölgenin istikrarı
bakımından büyük önemi haizdir. Pakistan‟da meydana gelen ve 1.700‟ü aşkın Pakistanlının
ölümüne, yaklaşık 20 milyonunun ise evsiz kalmasına yol açan sel felaketinin, Pakistan‟ın içinde
bulunduğu kritik dönüşüm sürecini engellememesine büyük önem veriyoruz. Sel felaketinin
akabinde Pakistan‟ın acil ihtiyaçlarının karşılanması için ülkemizce 15 milyon TL nakdi
yardımda bulunulmuş, 61 milyon TL değerinde ayni yardım yapılmış, ayrıca Başbakanlık,
Diyanet İşleri Başkanlığı ve TRT‟nin açtığı kampanyalarla 201 milyon TL toplanmıştır. Toplam
yardımlarımız 30 Kasım 2010 tarihi itibariyle 277 milyon TL‟ye baliğ olmuştur.
Pakistan‟la dayanışmamızı ortaya koymak için Sayın Başbakanımızın refikaları Sayın Emine
Erdoğan 1-3 Eylül, Sayın Başbakanımız ise 12-13 Ekim 2010 tarihlerinde Pakistan‟ı ziyaret
etmişlerdir. Öte yandan ikili düzeydeki yardımlarımızın yanısıra, uluslararası platformlar ve
mekanizmalar aracılığıyla da Pakistan ile uluslararası toplum arasındaki dayanışmayı
güçlendirmek için gayret göstermekteyiz.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantıları sırasında Eylül 2008‟de oluşturulan Demokratik
Pakistan‟ın Dostları Grubu (DPDG) bu bağlamdaki temel zemini oluşturmaktadır. Anılan
Grubun çalışmalarına ülkemiz de katılmakta olup, Yüksek Düzeyli Uzmanlar toplantısı Ağustos
2009‟da ülkemizin evsahipliğinde yapılmıştır. Tokyo‟da 16 Nisan 2009 tarihinde gerçekleştirilen
DPDG Bakanlar Toplantısı vesilesiyle yapılan Bağışçılar Konferansında Türkiye, 100 milyon
Dolar yardım taahhüdünde bulunmuştur. Bu meblağın 10 milyon Dolar tutarındaki kısmı
65
doğrudan Pakistan merkezi bütçesine aktarılmıştır. 5 milyon Doları ise gerekli Bakanlar Kurulu
Kararının istihsalinin ardından DPDG bünyesindeki Emanet Fonuna aktarılacaktır. Bakiye 85
milyon Dolar, TİKA eşgüdümünde Pakistan‟da çeşitli projelerin hayata geçirilmesinde
kullanılacaktır.
Öte yandan, Büyükelçi Engin Soysal, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri‟nin Pakistan‟a
yardımlardan sorumlu Özel Temsilcisi olarak atandığı görevine Ekim 2010‟da başlamıştır.
Brüksel‟de 15 Ekim 2010 tarihinde gerçekleştirilen DPDG Bakanlar Toplantısında, Pakistan ile
Dostları arasında dayanışmanın kısa, orta ve uzun vadeyi içeren bir perspektifle güçlendirilmesi
konusundaki ortak siyasi irade teyid edilmiştir. 14-15 Kasım 2010 tarihlerinde İslamabad‟da
gerçekleştirilen Pakistan Kalkınma Forumu toplantısı, bu iradenin eyleme dönüştürülmesi
bağlamında önemli bir eşik teşkil etmiştir. Toplantıda, Pakistan‟da yaşanan sel felaketinin
ardından acil ihtiyaçların karşılanması, orta ve uzun vadede Pakistan‟ın yeniden imarının,
kalkınmasının ve kurumsal kapasite oluşumunun desteklenmesine yönelik olarak ülkemizce de
taahhütlerde bulunulmuştur.
Pakistan Başbakanı Yusuf Rıza Gilani 6-9 Aralık 2010 tarihlerinde ülkemize resmi bir ziyaret
gerçekleştirmiştir. Ziyaret sırasında, Sayın Başbakanlar başkanlığında, iki ülkeden Bakanların
katılımıyla Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi‟nin ilk toplantısı yapılmış, bu vesileyle iki ülke
arasında geri kabul anlaşması dâhil 18 anlaşma/mutabakat muhtırası imzalanmıştır.
Diğer taraftan, dünyada kilit önemde bir jeopolitik ve jeostratejik ağırlık merkezi haline gelen
Hint Okyanusu bölgesinin temel aktörlerinden olan Hindistan‟la ilişkilerimiz, ülkemizin
sergilediği aktif dış politika anlayışına da paralel olarak, hızla gelişmektedir. Hindistan‟la siyasi
ilişkilerimizin yanısıra, ikili ve bölgesel düzeyde ticaret, enerji ve bilim-teknoloji gibi alanlarda
işbirliği imkânı sağlayabilecek büyük bir potansiyel bulunmaktadır. Sözkonusu potansiyeli etkin
bir biçimde yaşama geçirmek için karşılıklı siyasi irade mevcuttur. Nitekim Sayın
Başbakanımızın 2008 Kasım ayındaki ziyaretinin ardından, Sayın Cumhurbaşkanımızın
geçtiğimiz Şubat ayında Hindistan‟ı ziyareti, bu iradeyi en üst düzeyde ortaya koymuştur.
Bölgenin diğer ülkeleri olan BangladeĢ, Sri Lanka, Maldivler, Nepal ve Butan‟la
ilişkilerimizde son dönemde memnuniyet verici düzeyde ilerleme kaydedilmiştir.
Kardeş ülke Bangladeş‟le ilişkilerin her alanda daha da geliştirilmesi yönünde karşılıklı siyasi
irade mevcuttur. Bangladeş Cumhurbaşkanı Zillur Rahman İSEDAK Zirvesi vesilesiyle 2009
yılında İstanbul‟u ziyaret etmiştir. Sayın Cumhurbaşkanımız ise geçtiğimiz Şubat ayında
Bangladeş‟e gitmiştir. Sayın Başbakanımızın Bangladeş‟e Kasım ayında gerçekleştirdiği ziyaret
bu ülkeyle ilişkilerimizin daha da geliştirilmesinde önemli bir merhale olmuştur.
Sri Lanka Cumhurbaşkanı Mahinda Rajapaksa‟nın 2008‟de ülkemizi ziyareti ülkelerimiz
arasında bu düzeydeki ilk ziyaret olması bakımından büyük önem taşımış ve ilişkilerimize ivme
kazandırmıştır.
66
Maldivler‟le özellikle ekonomi, eğitim ve savunma sanayi alanlarında işbirliği imkânlarının
arttırılması yönündeki çalışmalarımız sürmektedir.
2008 yılında Cumhuriyet ilan eden ve tarihi bir dönüşümden geçmekte olan Nepal‟le
ilişkilerimiz, ülkemizin insani nedenlerle anılan ülkeye yapmış olduğu mütevazı katkılarla
güçlenmiştir. Benzer şekilde, geçtiğimiz yıl yaşanan doğal afet nedeniyle Butan'a
Hükümetimizce yapılan nakdi insani yardımın, diplomatik ilişkilerin en kısa sürede kurulmasını
arzu ettiğimiz Butan‟la ilişkilerimize olumlu yansımaları olmuştur.
ASYA-PASĠFĠK
Dünya ekonomisinin üçüncü ağırlık merkezi olan ve uluslararası alanda etkinliğini hızla arttıran
Doğu Asya ve Pasifik bölgesi ülkeleri ile ilişkilerimizin geliştirilmesi, dış politikamızın öncelikli
hedefleri arasında yer almaktadır.
Siyasi ve ekonomik açılardan etkinliği hızla artmakta olan Çin Halk Cumhuriyeti ile
işbirliğimizin her alanda geliştirilmesi Hükümetimizin öncelikli dış politika hedeflerinden olup,
bu doğrultuda gayretlerimiz sürdürülmektedir. Bu çerçevede, Sayın Cumhurbaşkanımızın
Haziran 2009‟da ÇHC‟yi ziyaretinin ardından bu ülkeyle üst düzey ziyaretlerde yakalanan
ivmenin önümüzdeki dönemde de devam ettirilmesi hedeflenmektedir. Nitekim Ocak ayında
ÇHC Dışişleri Bakanı Yang Jiechi, Mart ayında Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi
Politbüro Daimi Üyesi Li Changchun, Ekim ayında ÇHC Başbakanı Wen Jiabao ülkemizi ziyaret
etmiştir. Ben de 28 Ekim-2 Kasım 2010 tarihleri arasında bu ülkeye, Sincan Uygur Özerk
Bölgesini de içeren resmi bir ziyaret gerçekleştirdim.
Çin bugün Uzakdoğu‟daki en büyük ticaret ortağımızdır. 2009 yılında 14,3 milyar Dolar olarak
gerçekleşen ticaret hacmi, 2010 yılının ilk yedi ayında 10 milyar Doları aşmıştır. Siyasi
ilişkilerin her düzeyde geliştirilmesinin yanı sıra, ikili ticarette Türkiye aleyhine yaşanan
dengesizliğin giderilmesi de temel bir önceliktir. Nitekim bu doğrultuda Türk inşaat sektörünün
Çin‟deki altyapı ihalelerinden pay almasının sağlanması, Çinli yatırımcıların ülkemizde
doğrudan yatırım yapmaya yöneltilmesi ve Türkiye‟ye “Resmi Turist Güzergâhı” statüsü tanımış
olan Çin‟den ülkemize turist akışının artırılması hedeflenmektedir.
ÇHC‟nin, “Batı Asya ve Kuzey Afrika Bölgesel Büyükelçiler Toplantısı”nı ÇHC Dışişleri Bakan
Yardımcısı başkanlığında 16-21 Aralık 2010 tarihleri arasında İstanbul‟da düzenlemiş olması, bu
ülkeyle gelişmekte olan ilişkilerimizin ulaştığı boyutu göstermektedir.
Japonya ile esasen çok iyi düzeyde seyreden köklü ilişkilerimiz, 2003 yılının Japonya‟da Türk
Yılı olarak kutlanmasının ardından, 2010 yılının bu defa “Türkiye‟de Japon Yılı” olması
vesilesiyle daha da pekişmiştir. Bu çerçevede, Japonya Dışişleri Bakanı Ocak ayında “Japonya
Yılı”nın açılışını yapmış, Altes Prens Tomohito Mikasa ise Sayın Cumhurbaşkanımızın davetine
icabetle ülkemizi iki kez ziyaret etmiştir. Ayrıca Temsilciler Meclisi Başkanı Takahiro
Yokomichi Temmuz ayında ülkemizi, TBMM Başkanı Sayın Mehmet Ali Şahin ise Ekim ayında
Japonya‟yı ziyaret etmişlerdir. “2010 Türkiye‟de Japonya Yılı”, 25 Kasım 2010 tarihinde
İstanbul‟da düzenlenen kapanış töreniyle sona ermiştir.
67
2010‟da Japonya‟ya küresel krizin etkisiyle dış ticaret hacmimizde görece daralma yaşanmışsa
da bunun telafisi için gerekli adımlar atılmaktadır.
Güney Kore ile aramızda mevcut tarihi dostluk, ikili ilişkilerimizin her alanda geliştirilmesine
olanak sağlamaktadır. 2010 yılında Kore Savaşı‟nın başlangıcının 60. yıldönümü Güney Kore‟de
çeşitli etkinliklerle anılmaktadır. Bu vesileyle, aralarında Kore Savaşı Gazilerimizin de
bulunduğu birçok heyet anma etkinlikleri için Güney Kore‟ye gitmiştir. Güney Kore, ülkemizde
yeni yatırımlar gerçekleştirme yolunda çeşitli girişimlerde bulunmakta, ayrıca savunma sanayi
alanındaki ilişkilerimizi daha da geliştirmek için çaba sarfetmektedir. AB ile Ekim ayında bir
Serbest Ticaret Anlaşması (STA) imzalayan Güney Kore ile ülkemiz arasında en kısa zamanda
bir STA imzalanmasına ilişkin görüşmeler devam etmektedir. Öte yandan Sinop‟ta bir nükleer
santral inşa edilmesine ilişkin müzakereler sonucunda bazı temel konular üzerinde bu aşamada
anlaşmaya varılamamıştır.
Bu ülkeye yönelik ekonomik politikamızın temel hedefi ihracatımızın arttırılması ve Kore
yatırımlarının ülkemize cezbedilmesi suretiyle aleyhimize gelişen ticaret açığının
dengelenmesidir.
Son olarak Kuzey Kore‟nin 23 Kasım 2010 tarihinde Güney Kore‟nin Yeonpyeong Adası‟na
topçu ateşi açması, bölge barışının kırılgan olduğunu ve hassas dengeler üzerinde yürütülmeye
çalışıldığını bir kez daha ortaya koymuştur.
Avustralya ve Yeni Zelanda ile Çanakkale Savaşları sonrasında oluşan derin dostluk
çerçevesinde sürdürülen yakın ilişkilerimiz, her yıl düzenlenen Çanakkale Kara Savaşlarını
Anma Törenleriyle perçinlenmekte, törenlere sözkonusu iki ülkeden üst düzeyde katılım
olmaktadır. Bu yıl düzenlenen törenlere Avustralya Genel Valisi Quentin Bryce ve Yeni Zelanda
Başbakanı John Key iştirak etmişler ve ziyaretleri sırasında Sayın Cumhurbaşkanımız ve Sayın
Başbakanımız ile görüşmüşlerdir. Avustralya ve Yeni Zelanda‟yla ekonomik ve ticari
ilişkilerimiz de gelişmektedir.
ASEAN ülkeleri Endonezya, Filipinler, Malezya, Singapur, Tayland, Brunei, Vietnam,
Laos, Myanmar ve Kamboçya ile ikili planda iyi ilişkiler sürdürülmektedir. Bu bağlamda,
Endonezya Cumhurbaşkanı Haziran ayında ve Filipinler Dışişleri Bakanı Mart ayında ülkemize
resmi ziyaretler gerçekleştirmişlerdir. Kamboçya Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hor
Namhong ile Tayland Dışişleri Bakanı Kasit Piromya da Haziran ayında İstanbul‟da
gerçekleştirilen AİGK/CICA Zirvesi‟ne katılmak üzere ülkemizi ziyaret etmişlerdir. Ben de
Temmuz ayı sonunda ASEAN 43. Dışişleri Bakanları Toplantısı‟na katılmak ve ASEAN
Dostluk ve İşbirliği Andlaşması‟na (TAC) taraf olmamızı sağlayacak belgeleri imzalamak üzere
Vietnam‟ı ziyaret ettim.
ASEAN‟a üye ülkeler, 2015 yılı itibariyle ASEAN Topluluğu‟nu kurarak bölgede Avrupa
Birliği‟ne benzer bir yapı oluşturmayı hedeflemektedir. Bu çerçevede, gerek ASEAN ile
kurumsal gerek üye ülkelerle ikili ilişkilerimizin her alanda güçlendirilmesi için çalışmalar
sürdürülmektedir.
68
AFRĠKA
Hükümetimiz, çok boyutlu dış politikasının bir gereği olarak, Afrika ülkeleriyle siyasi,
ekonomik, ticari ve kültürel alanlardaki ilişkilerimizin ve işbirliğimizin gelişmesine önem
vermektedir. Bu çerçevede, 1998 yılında uygulanmaya başlayan Afrika‟ya Açılım Politikası ile
ilgili çalışmalara son dönemde ivme kazandırılmıştır.
Afrika ülkeleriyle siyasi, ekonomik, ticari ve kültürel ilişkilerimizin yasal çerçevesini
tamamlayarak ikili ilişkilerimizi daha da geliştirmeyi; Türkiye‟nin teknik bilgi birikiminin
Afrika ülkeleriyle paylaşılmasını ve sürdürülebilir işbirliğini amaçlayan çabalar 18-21 Ağustos
2008 tarihlerinde gerçekleştirilen “Türkiye-Afrika ĠĢbirliği Zirvesi” ile önemli bir aşamaya
ulaşmıştır.
Bu çerçevede, toplantılar sonunda oybirliği ile kabul edilen „„Türkiye-Afrika İşbirliği İstanbul
Deklarasyonu: Ortak Bir Gelecek İçin İşbirliği ve Dayanışma‟‟ ve „„Türkiye-Afrika Ortaklığı
İçin İşbirliği Çerçevesi‟‟ başlıklı belgeler 1998 yılında başlatılan Afrika‟ya açılım politikamızı
somut bir noktaya ulaştırmış ve Türkiye-Afrika işbirliğini sürdürülebilir bir yapıya
kavuşturmuştur. Zirve marjında gerçekleştirilen çok sayıda üst düzey ikili görüşmeler de,
Afrikalı lider ve yöneticilere Afrika‟ya açılım politikamız ve işbirliği anlayışımızın kapsamlı bir
şekilde anlatılabilmesine imkân sağlamıştır.
Bu kapsamda vurgulanması gereken bir husus, Afrika Birliği‟nin Temmuz 2006‟da almış
olduğu, Afrika kıtası ile üçüncü bir ülke arasında yapılan Zirve toplantılarında Kıta‟nın belirli
sayıda (14) Afrika ülkesi tarafından temsil edilmesini öngören Banjoul Kararı‟na rağmen,
İstanbul Zirvesi‟ne, altısı Devlet Başkanı, beşi Cumhurbaşkanı Yardımcısı, yedisi Başbakan, biri
Başbakan Yardımcısı, 14‟ü Dışişleri Bakanı, 12‟si Bakan başkanlığında olmak üzere, 49 Afrika
ülkesinden toplam 52 Bakanın yer aldığı heyetlerin, Afrika Birliği Komisyonu Başkanı Jean Ping
başkanlığında geniş bir AfB heyetinin ve 11 uluslararası ve bölgesel örgüt temsilcisinin katılmış
olmasıdır. Bu kadar geniş bir katılımın gerçekleşmesi Afrika‟ya Açılım Politikamızın
isabetliliğini ve bu politikanın Afrika ülkeleri tarafından da benimsendiğini göstermiştir.
Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi‟nde kabul edilen belgelere de yansıdığı üzere, Afrika ülkeleriyle
ilişkilerimizde, hükümetlerarası işbirliği, ticaret ve yatırım, tarım, kırsal kalkınma, su kaynakları
yönetimi, küçük ve orta büyüklükteki işletmeler (KOBİ‟ler), sağlık, barış ve güvenlik, enerji,
ulaşım ve telekomünikasyon, kültür ve eğitim, medya ve iletişim, karşılıklı olarak öncelik verilen
işbirliği alanlarıdır.
Birinci Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi vesilesiyle Afrika ülkelerinde oluşan beklentilerin
karşılanabilmesi amacıyla yapılacak çalışmaları Türkiye açısından belirleyerek yürütecek ve aynı
zamanda “Bakanlıklararası Eşgüdüm Komitesi” işlevini de görecek bir “Görev Gücü”nün
Bakanlığımın eşgüdümünde kurulmasını da öngören ve Afrika‟ya yönelik strateji/politikamızın
esaslarını içeren, ilgili kurum ve kuruluşlarımızın görüş ve önerileri de alınarak oluşturulan bir
“Strateji Belgesi” taslağı 17 Kasım 2009 tarihinde Başbakanlığın yüksek onaylarına sunulmuş ve
69
bu çerçevede Afrika Stratejisi konulu 2010/7 sayılı Başbakanlık Genelgesi 26 Mart 2010 tarih ve
27533 sayılı Resmi Gazete‟de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Sözkonusu Strateji Belgesi
çerçevesinde, Bakanlığım koordinasyonunda oluşturulan ve ilk toplantısını 19 Nisan 2010
tarihinde yapan “Afrika Stratejisi Eşgüdüm Komitesi” her üç ayda bir toplanmaktadır.
Diğer taraftan, 2010-2014 Türkiye-Afrika İşbirliği Ortak Uygulama Planı‟nın kabul edilmesine
ilişkin çalışmalar devam etmektedir. Sözkonusu belgenin 2010 yılı Aralık ayı içinde TürkiyeAfB İşbirliği Ortak Görev Gücü toplantısında ele alınması ve hemen ardından gerçekleştirilmesi
öngörülen Kıdemli Memurlar Toplantısı sırasında kabul edilmesi planlanmaktadır.
Bilindiği üzere, Afrika‟ya açılım politikamızın araçlarından birisi de karşılıklı üst düzey
ziyaretlerin gerçekleştirilmesidir. 2008 yılındaki “Türkiye – Afrika İşbirliği Zirvesi” sonrasında
karşılıklı ziyaretlerde ve ikili ilişkilerde son yıllarda sağlanan ivme devam etmektedir.
Bu çerçevede, 2010 yılı içerisinde:
 Sayın Cumhurbaşkanımız Kongo Demokratik Cumhuriyeti (14-16 Mart 2010),
Kamerun (16-17 Mart 2010) ve Nijerya‟ya (7-9 Temmuz 2010) birer resmi ziyaret
gerçekleştirmişler;
 Tanzanya Cumhurbaşkanı Jakaya Mrisho Kikwete (17-21 Şubat 2010), Uganda
Cumhurbaşkanı Yoweri Kaguta Museweni (4-6 Mayıs 2010), Güney Afrika
Cumhuriyeti Devlet Başkan Yardımcısı Kgalema Motlanthe (24-26 Mayıs 2010) ve
Zambiya Cumhurbaşkanı Rupiah Bwezani Banda (11-15 Temmuz 2010) ülkemizi
ziyaret etmişler;
 Somali Geçici Federal Parlamentosu Başkanı Sheikh Aden Mohamed Nur (16-22 Mart
2010) ve Tanzanya Parlamento Başkanı Samuel Sitta (10-14 Mayıs 2010) ülkemizde
ağırlanmışlar ve bir dizi karşılıklı parlamento heyeti ziyaretleri gerçekleştirilmiş;
 Senegal Dışişleri Bakanı Madicke Niang (13-15 Haziran 2010), Gambiya Dışişleri
Bakanı Mamadou Tangara (3-5 Ekim 2010) ve Sudan Dışişleri Bakanı Ali Ahmed Karti
(12-14 Ekim 2010) ziyaretleri başta olmak üzere, Bakan seviyesinde çok sayıda karşılıklı
ikili ziyaret gerçekleştirilmiş;
 Ülkemiz ve Mısır‟ın eşbaşkanlığında 21 Mart 2010 tarihinde Kahire‟de “Darfur‟un
Yeniden İnşaası ve Kalkınması için Uluslararası Donörler Konferansı” tertiplenmiş ve
sözkonusu konferansta ülkemiz Darfur‟a 2010-2015 yılları için 70 milyon Dolar
civarında ağırlıklı olarak sağlık, tarım ve eğitim alanlarını kapsayan bir yardımda
bulunacağını açıklamış;
 21-23 Mayıs 2010 tarihinde BM çerçevesinde Somali‟de barış, istikrar ve refahın
sağlanmasına yönelik İstanbul‟da düzenlenen Somali Konferansı‟na evsahipliği yapılmış;
70
 THY‟nın 2006-2009 yılları arasında başlattığı Hartum, Addis Ababa, Lagos
Johannesburg, Nairobi ve Dakar seferlerine 2010 yılında Darüsselam (14 Haziran 2010),
Entebbe (14 Haziran 2010) ve Akra (15 Temmuz 2010) seferleri eklenmiş;
 Sahra‟nın Güneyindeki Afrika ülkeleriyle ilişkilerimizin güçlendirilmesi amacıyla bu
ülkelerdeki mevcut temsilciliklerimizin sayısının artırılması kararı çerçevesinde, 2010
yılı içinde açılanlarla birlikte Afrika‟daki Büyükelçilik sayımız 20‟ye, SAGA‟da ise 15‟e
ulaşmıştır.
Tüm bu gelişmelerin sonucunda, Türkiye, SAGA ülkeleriyle sürdürülebilir bir işbirliği için
gerekli zemine kavuşmuş ve bölge ülkeleriyle ilgili gelişmelerde görüşü ve desteği aranan bir
ülke konumuna gelmiştir.
Ayrıca, ülkemizde bulunan Mısır, Libya, Cezayir, Fas, Tunus, Sudan, Nijerya, Güney Afrika
Cumhuriyeti Büyükelçiliklerine ek olarak 2006 yılında Etyopya ve Senegal Büyükelçilikleri,
2008 yılında Somali Büyükelçiliği, 2010 yılında ise Gambiya Büyükelçiliği açılmıştır. Kongo
Demokratik Cumhuriyeti, Kenya, Gine, Uganda ve Kamerun‟un da Ankara‟da Büyükelçilik
açma çalışmaları sürmektedir.
Diğer taraftan, ülkemiz Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) vasıtasıyla da
Afrika ülkelerinin kalkınmasına ve ilişkilerimizin geliştirilmesine katkıda bulunmaktadır. TIKA
tarafından Afrika‟daki ilk Bölge Koordinasyon Ofisi 2 Mart 2005 tarihinde Etyopya‟nın başkenti
Addis Ababa‟da açılmıştır. 2006‟da Hartum ve 2007‟de de Dakar‟da açılan bölge koordinasyon
ofisleri ile toplam 37 Afrika ülkesinde, özellikle sağlık, tarım ve eğitim alanlarında hizmet
verilmektedir.
Afrika ülkeleriyle ekonomik ilişkilerimiz ve ticaret hacmimiz de son yıllarda önemli gelişme
göstermiştir. 2010 yılının ilk yedi ayında SAGA ülkeleriyle ticaret hacmimiz 2,4 milyar, bütün
Afrika ülkeleriyle ticaret hacmimiz ise 9,3 milyar Dolar olmuştur.
2003 yılından bu yana Afrika ülkeleriyle ahdi zeminin güçlendirilmesi amacıyla Ticaret ve
Ekonomik İşbirliği Anlaşmaları akdedilmiş olup, ayrıca birçok Afrika ülkesiyle ÇVÖ, YKTK ve
Serbest Ticaret anlaşmalarının imzalanmasına yönelik çalışmalar devam etmektedir.
Öte yandan, Afrika‟da mevcut toplam sekiz barışı koruma operasyonundan altısında varlığımız
Kıta‟daki görünürlüğümüze önemli katkıda bulunmaktadır.
LATĠN AMERĠKA VE
KARAYĠPLER
Ülkemizin çok boyutlu dış politika vizyonu ve küreselleşen dünya düzeni, yakınımızdaki
bölgelerin dışında kalan Latin Amerika ve Karayipler ülkeleriyle ilişkilerimizin de her alanda
geliştirilmesini gerekli kılmaktadır. Zira LAK bölgesi 580 milyon nüfusu, 4 trilyon Doları aşan
71
GSYİH‟sı ve 1,76 trilyon Dolarlık dış ticaret hacmi ile bir çekim merkezi oluşturmakta ve
yükselen bir grafik çizmektedir.
On yılı aşkın süredir yapılan çalışmalara yeni bir ivme verilmesi amacıyla, 2006 yılı ülkemizde
„Latin Amerika Yılı‟ ilan edilmiş ve Latin Amerika ve Karayipler‟e açılım stratejimiz gözden
geçirilerek yeni hedefler belirlenmiştir.
Stratejimiz, siyasi ve ekonomik ilişkilerin güçlendirilmesini, mevcut ahdi durumun sağlam bir
temele oturtulması amacıyla ticari, ekonomik, askeri, kültürel, teknik işbirliği anlaşmaları
imzalanmasını, ticaretin artırılması amacıyla iş konseyleri kurulmasını, fuarlara katılım ve
tanıtım faaliyetleri düzenlenmesinin teşvikini, diplomatik temsilimizin ve kültürel etkileşimin
artırılmasını ve bölgede bulunan örgütlerle kurumsal ilişki tesisini hedeflemektedir.
Bu çerçevede, öndegelen bölge ülkeleriyle siyasi istişare mekanizmaları kurulmuştur.
İlişkilerimizin yoğunluk kazandığı Brezilya ile Sayın Başbakanımızın anılan ülkeye 25-29
Mayıs 2010 tarihleri arasında gerçekleştirdiği ziyaret vesilesiyle, bir “Stratejik Ortaklık Eylem
Planı” imzalanmıştır. TBMM bünyesinde bölge ülkelerinin çoğunluğuyla Dostluk Grupları
oluşturulmuştur.
Diplomatik temsilciliklerimizin artırılması çalışmaları çerçevesinde, Bogota ve Lima‟daki
Büyükelçiliklerimizin 2010 yılında faaliyete geçmesiyle bölgedeki Büyükelçiliklerimizin sayısı
sekize ulaşmıştır. Brezilya‟nın Sao Paolo kentindeki Başkonsolosluğumuz, bölgedeki ilk ve tek
Başkonsolosluğumuz olarak Kasım 2009‟da faaliyete geçmiştir. Peru ve Ekvator da ülkemizde
Büyükelçilik açmışlardır.
Bölge ülkeleriyle 1999 yılında 830 milyon Dolar olan dış ticaret hacmimiz, 2008 yılında 6
milyar Dolar seviyesine yaklaşmıştır. Küresel ekonomik krizin 2009 rakamlarını olumsuz
etkilemiş olmasına rağmen, ilişkilerde yakalanan ve STA‟ların da kazandıracağı ivmeyle, ticaret
hacmimizin 2015 yılında 15 milyar Doları aşması hedeflenmektedir.
Ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi hedefi doğrultusunda, belli başlı bölge ülkeleriyle
Karma Ekonomik Komisyon (KEK) mekanizmaları tesis edilmiştir.
THY‟nin 2009 yılı içerisinde Latin Amerika‟nın ticaret merkezi olarak nitelendirilen Sao
Paolo‟ya başlatmış olduğu doğrudan seferler, sadece Brezilya ile değil tüm Güney Amerika
ülkeleriyle olan ekonomik ilişkilerimize olumlu katkı sağlayacaktır.
Bölgedeki belli başlı ülkeler ile ilişkilerimizin hukuki altyapısının oluşturulması sürecinde son
yıllarda, siyasi danışma mekanizmalarının tesisi, ticari ve ekonomik işbirliği, yatırımların
karşılıklı teşviki ve korunması, çifte vergilendirmenin önlenmesi, sağlık, denizcilik, havacılık,
tarım, turizm, bilim ve teknoloji alanlarında işbirliği, konsolosluk, uyuşturucu madde ile
mücadele gibi çeşitli konularda ikili anlaşmalar imzalanmıştır. ġili ile 2009 Temmuz ayında
imzaladığımız Serbest Ticaret Anlaşması (STA), bölge ülkeleriyle ilk örneği oluşturması
bakımından da öne çıkmaktadır.
72
Brezilya, Arjantin, Uruguay ve Paraguay‟ın üye olduğu Güney Ortak Pazarı (MERCOSUR) ile
STA müzakereleri ise devam etmektedir. Aynı zamanda, Meksika, Kolombiya, Peru, Ekvator
gibi ülkeler ve Karayipler Topluluğu (CARICOM) ülkeleriyle de STA imzalanması amacıyla
müzakerelere başlanması hedeflenmektedir.
Ülkemiz ayrıca, Latin Amerika ve Karayipler‟deki çok taraflı bölgesel kuruluşlarda da aktif bir
konum kazanmak için faaliyetlerini sürdürmektedir. Gözlemci üye statüsünü haiz olduğumuz
Amerika Devletleri Örgütü (OAS) ile Karayip Devletleri Birliği‟nin (ACS) çalışmalarına
katkıda bulunmaktayız.
Güney Ortak Pazarı MERCOSUR ile bir siyasi danışma mekanizmasının tesis edilmesine ilişkin
Mutabakat Zaptı 16 Aralık 2010 tarihinde Brezilya‟da yapılan zirve sırasında imzalanmıştır.
Bölgenin önemli bir diğer çok taraflı örgütü olan Karayipler Topluluğu (CARICOM) ile ülkemiz
arasında kurumsal işbirliği tesisi de amaçlanmaktadır.
2010 yılında, bazı bölge ülkelerinin bağımsızlıklarının 200. yıldönümünün kutlanması vesilesiyle
ülkemizce de çeşitli etkinlik ve faaliyetler düzenlenmiştir. Ülkemizin Latin Amerika ve
Karayipler ülkeleriyle siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilerinin genişletilmesine yönelik bu
çalışmalar önümüzdeki dönemde de etkin şekilde devam edecektir.
BĠRLEġMĠġ MĠLLETLER
Uluslararası sistemde meydana gelen köklü değişikliklere, artan sorun ve tehditlere rağmen,
Birleşmiş Milletler uluslararası barış, istikrar ve güvenliğin sağlanmasında hayati ve vazgeçilmez
bir rol oynamayı sürdürmektedir.
Küresel ölçekli sorunların küresel ölçekte işbirliği ile çözülmesinin mümkün olduğu günümüzde
Birleşmiş Milletler bu işbirliğinin en geniş katılımla ve en sağlam meşruiyet zemininde
gerçekleştirildiği yegâne evrensel forumdur.
Birleşmiş Milletler, çatışmaların önlenmesi, barışın tesisi ve korunması, terörizmle mücadele,
silahsızlanma, kitle imha silahlarının yayılmasının önlenmesi, yoksulluğun azaltılması,
sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması ve iklim değişikliğiyle mücadele gibi son derece geniş bir
yelpazede önemli görevler üstlenmektedir.
Uluslararası gelişmelerin yönü ve niteliği, etkinlik ve görünürlüğümüzü her geçen gün daha da
artırırken, uluslararası barış ve güvenliğin temini bakımından ülkemize yönelik beklentileri de
yükseltmektedir. Birleşmiş Milletlerin kurucu üyeleri arasında yer alan, Örgütün amaç ve
ilkelerini içtenlikle benimseyerek bunları korumak ve yüceltmek için çaba sarf eden Türkiye,
Örgütün barış güçlerinden insani yardıma, en az gelişmiş ülkelerin kalkınmasına destek
sağlanmasından medeniyetlerin buluşturulmasına kadar uzanan çeşitli faaliyetlerine aktif
biçimde katılarak elinden gelen azami katkıyı sağlamaya çalışmaktadır.
73
Nitekim özellikle son yıllarda izlediği aktif ve yapıcı tutumu ile uluslararası toplumun çok geniş
bir kesiminde takdir toplayan ülkemiz, 17 Ekim 2008 tarihinde BM Genel Kurulunda yapılan
seçimlerde 2009-2010 dönemi için BM Güvenlik Konseyi üyeliğine seçilmiştir. Konseye 192
ülkeden 151‟inin oyunu alarak, 48 yıllık bir aradan sonra yeniden seçilmemiz, uluslararası
politikada artan görünürlüğümüzün bir sonucu ve uluslararası toplumun ülkemize duyduğu
güvenin bir göstergesidir. Türkiye, BM‟nin icra organı konumunda olan Güvenlik Konseyinde
2010 yılı sonunda tamamlanacak olan geçici üyeliği sırasında, uluslararası barış ve güvenliğin
güçlendirilmesine; terörizm, uyuşturucu kaçakçılığı ve organize suçlarla mücadeleye;
kalkınmaya ilişkin konulara uluslararası toplum tarafından daha geniş yer verilmesine;
uluslararası hukuk temelinde şekillenecek bir uluslararası düzene ulaşılmasına ve kültürlerarası
diyaloga katkıda bulunmuş olup, BM içerisinde bu katkılarını 2011 yılında da sağlamaya devam
edecektir.
BM Güvenlik Konseyi içindeki görev dağılımına göre 2009 yılında Kuzey Kore Yaptırım
Komitesi ile Kongo Demokratik Cumhuriyeti Yaptırım Komitesinin Başkanlıkları ve Liberya ve
Fildişi Sahili Yaptırım Komitelerinin Başkan Yardımcılıklarını yürüten ülkemiz, 2010 yılında
Terörizmle Mücadele Komitesi ve Gayriresmi Çalışma Grubu Başkanlığını, Kuzey Kore
Yaptırım Komitesi Başkanlığını, Afganistan konusunun koordinatörlüğünü ve kitle imha
silahlarının yayılmasının engellenmesi amacına yönelik 1540 sayılı karar uyarınca kurulan
Komite ile Liberya Yaptırımlar Komitesi Başkan Yardımcılıklarını üstlenmiştir.
Diğer taraftan, Birleşmiş Milletler 65‟nci Genel Kurul çalışmalarına en üst siyasi düzeyde çok
sayıda faaliyetle katılmakla kalmayıp, değişik konularda çok sayıda etkinliğe öncülük veya ev
sahipliği yaptık. Bu kapsamda 23 Eylül 2010 tarihinde Sayın Cumhurbaşkanımızın
başkanlığında “Barışı Koruma-Barışı İnşa” konulu bir Zirve toplantısı düzenledik. Birleşmiş
Milletler Güvenlik Konseyi dönem başkanlığımız münasebetiyle ise 27 Eylül‟de Dışişleri
Bakanları düzeyinde tertiplenen terörizmle mücadele konulu tematik oturuma başkanlık ettim.
Son Genel Kurul oturumunda en etkin ülkelerden biri olarak, uyuşmazlıkların barışçı yollardan
çözümüne katkıda bulunmak, bölgesel meselelerde kolaylaştırıcı rolü üstlenmek, terörizm gibi
küresel tehditlerle mücadele yöntemi konusunda ortak bir anlayışa ulaşılmasına çalışmak,
kalkınmayla ilgili hedeflere ulaşma çabalarına destek vermek, farklı kültürler ile dinler
arasındaki diyalogu güçlendirmek amacıyla yoğun çabalarımız oldu. Bu gayretlerimizi
önümüzdeki dönemde de sürdüreceğiz.
Devletlerin Birleşmiş Milletler‟e uluslararası sistemdeki ağırlıklarıyla orantılı zorunlu ve gönüllü
katkı sağladıkları bir ortamda, ülkemiz Birleşmiş Milletler‟e uluslararası ağırlığıyla mütenasip
bir şekilde maddi katkı sunmaktadır. Türkiye, Birleşmiş Milletler‟in değişen dünya koşullarına
ayak uydurabilmesi amacıyla devam eden reform çalışmalarını da yakından izlemekte,
desteklemekte ve sürece katkıda bulunmaktadır.
Dış politikamızın esas unsurlarından biri olan, bölgemizde ve dünyada barış ve istikrarın tesis
edilmesine ve güçlendirilmesine katkıda bulunma hedefi doğrultusunda ülkemiz BM
koruma/destekleme harekâtlarına güçlü bir şekilde iştirak etmektedir. Barışı
koruma/destekleme harekâtlarına katılımımıza dair ilkeler, Sayın Başbakanımız tarafından 15
Mart 2005 tarihinde onaylanan “Türkiye‟nin Barışı Destekleme ve Koruma Harekâtlarına
74
Katılım Konsepti”yle düzenlenmiştir. 31 Ekim 2010 itibariyle dünyanın çeşitli yerlerine
konuşlandırılmış 10 BM barış operasyonuna ülkemiz 497 askeri personel ve 156 sivil polis ile
katkıda bulunmaktadır. Türkiye, toplam katkı açısından 192 ülke arasında 32. sivil polis katkısı
bakımından ise 20. sırada yer almaktadır.
Türkiye ve İspanya‟nın ortak sunuculuğunda başlatılan ve Batı ile İslam dünyası arasında
görülen kutuplaşma ve diyalog eksikliğinin ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmayı amaçlayan
Medeniyetler Ġttifakı, uluslararası toplumdan büyük ilgi görmüş ve bir BM girişimi haline
gelmiştir. İttifak, kültürler arasında karşılıklı saygı ve anlayışı güçlendirmeye yönelik
gayretleriyle artan bir görünüm kazanmış ve bu alanda öndegelen girişim olma özelliğini
kazanmıştır.
BM çatısı altında kurulan Medeniyetler İttifakı Dostlar Grubu hâlihazırda 102 ülke ve 20
uluslararası örgütü bünyesinde barındırmaktadır. Dostlar Grubu üyeleri, İttifakın ilke ve
hedeflerinin hayata geçirilmesine yönelik birer plan hazırlamaya ve uygulamaya koymaya teşvik
edilmektedirler. Bu meyanda ülkemizce hazırlanan Ulusal Stratejimiz, Prof. Dr. Mehmet
Aydın‟a bağlı Devlet Bakanlığımızın gözetimi altında çeşitli kurum ve kuruluşlarımızın
yapmakta oldukları katkılar çerçevesinde uygulanmaktadır.
İttifakın 6-7 Nisan 2009 tarihlerinde İstanbul‟da düzenlenen İkinci Forumunda ilerideki
dönemde bölgesel stratejiler oluşturulmasına ağırlık vermesi kararlaştırılmıştır. Bu çerçevede
hazırlanan Güneydoğu Avrupa‟da kültürlerarası diyalogun güçlendirilmesine yönelik bölgesel
strateji 14 Aralık 2009 tarihinde Saraybosna‟da kabul edilmiştir.
Medeniyetler İttifakının Üçüncü Forumu 28-29 Mayıs 2010 tarihlerinde Brezilya‟nın Rio de
Janeiro şehrinde düzenlenmiştir. Sayın Başbakanımız ve Devlet Bakanı Sayın Mehmet Aydın‟la
birlikte benim de iştirak ettiğim toplantı, İttifak‟ın çalışmalarına özellikle Amerika kıtasında
ivme verilmesine katkı sağlamış, 122 üyeli Dostlar Grubu ile temsil kabiliyeti bakımından
BM‟den sonra en kapsamlı örgüt haline gelen Medeniyetler İttifakının küresel konumunu
pekiştirmiştir. Bir sonraki Forum 2011 yılında Katar‟da düzenlenecektir.
Güneydoğu Avrupa Medeniyetler İttifakı Bölgesel Stratejisinin bir benzerinin Akdeniz Bölgesi
için teşkil edilmesi çalışmaları da devam etmektedir. 15-16 Temmuz 2010 tarihlerinde
İskenderiye‟de düzenlenen teknik nitelikli hazırlık toplantısında Akdeniz Bölgesel Stratejisinin
taslak metni üzerinde uzlaşıya varılmıştır. Sözkonusu Strateji Kasım 2010‟da Malta‟da
tertiplenen Dışişleri Bakanları Toplantısında kabul edilmiştir. Toplantıya ülkemizi temsilen
Devlet Bakanı Sayın Prof. Dr. Mehmet Aydın katılmıştır.
Türkiye, tarihsel temellere dayanan uluslararası sorumluluğunun da bilinciyle, İttifakın karşılıklı
anlayış ve saygı ortamını güçlendirme çabalarına katkıda bulunmayı sürdürecektir.
NATO
75
Ülkemizin 1952 yılında üye olduğu NATO, güvenlik ve savunma politikamızın temel taşı olma
özelliğini sürdürmektedir. İttifakın 58 yıldır önde gelen Müttefiklerinden olan ülkemiz,
uluslararası barışın sağlanması ve korunmasına verdiği önem muvacehesinde, NATO‟nun gerek
askeri gerek siyasi etkinliğinin muhafazası için her türlü çabayı sarfetmektedir. Avrupa-Atlantik
bölgesi ve ötesinde istikrar ve barışın temini amacıyla üç kıtada misyon ve operasyonlar yürüten
İttifak, ayrıca, Kafkaslar, Orta Asya, Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Akdeniz bölgelerinde kurduğu
ortaklık ilişkileri vasıtasıyla da uluslararası güvenlik ve istikrara önemli katkılarda
bulunmaktadır.
NATO‟nun geleceğine yön verecek yeni Stratejik Konsept belgesi 19-20 Kasım 2010
tarihlerinde Lizbon‟da gerçekleştirilen NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesinde kabul
edilmiştir. Belge, İttifakın müşterek savunma olan temel amaç ve görevini teyit etmekte, bununla
birlikte değişen güvenlik koşulları ışığında NATO‟nun kendini ne şekilde adapte etmesi
gerektiğini de ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, belge, herhangi bir saldırıya karşı müttefiklerin
birbirini savunma konusundaki bağlılıklarını yeniden vurgulamakta, İttifakın krizleri önleme,
idare etme ve istikrara kavuşturma konularındaki aktif rolünü bir kez daha ortaya koymakta,
NATO‟da devam eden reform çalışmalarına ivme katmakta, Ortaklarıyla daha yakın bir işbirliği
çağrısında bulunmakta, NATO‟nun nükleer silahlardan arınmış bir dünya arzusunu paylaştığını,
bununla birlikte bu silahlar dünyada mevcut olduğu sürece nükleer bir İttifak olmayı
sürdüreceğini kaydetmekte ve nihayet NATO‟nun kapısının bütün Avrupa demokrasilerine açık
olmaya devam edeceğini belirtmektedir. Ülkemiz bu belge üzerinde yapılan çalışmalara aktif
katkıda bulunmuştur. Alınan kararlar ışığında Zirvenin gerek ulusal çıkarlarımız gerek İttifak
dayanışması açısından olumlu şekilde sonuçlandığı değerlendirilmektedir.
Zirvenin diğer bir başlıca konusunu NATO‟nun füze savunması yeteneği geliştirmesi yönünde
alınan ilke kararı teşkil etmiştir. NATO‟nun füze savunması mimarisinin kurulmasındaki amaç,
balistik füze yayılmasının beraberinde getirdiği risk ve tehlikelerin bertaraf edilmesi ve her bir
müttefikin güvenliğinin ve savunmasının sağlanması olmuştur. Ülkemiz de, güvenliğin
bölünmezliği ve İttifak dayanışması ilkelerine uygun olarak füze savunması yeteneğinin tüm
Müttefiklere “tam koruma” sağlayacak şekilde ve risk ve külfetlerin hakça paylaşımı prensibi
temelinde teşkil edilmesi beklentisini gerek Lizbon Zirvesine giden süreçte gerek Zirve sırasında
kuvvetli bir şekilde dile getirmiştir.
Esasen savunma nitelikli bu sistemin sadece NATO ülkeleri bakımından değil, genelde küresel
ve bölgesel güvenliğin artırılması açısından da katkı sağlamaya yönelik olması gerektiği
tarafımızdan vurgulanmıştır. Bu görüşümüz çerçevesinde, İttifak‟ın füze savunma mimarisinin
tek tek ülkelerden kaynaklanan olası tehditten ziyade, küresel düzeyde mevcut balistik füze
yeteneklerini göz önünde bulundurması ve belli bir ülkeyi hedef almaması gereğine dikkat
çekilerek, tehdit algılaması bağlamında ülkelerin ismen zikredilmemesini arzu ettiğimiz dile
getirilmiştir. Alınan karar bu görüşümüze uygun şekillenmiştir. Füze savunması yeteneği
unsurlarının hangi ülkelerde konuşlandırılacağı ve komuta kontrol düzenlemelerinin nasıl
olacağına ilişkin olarak Zirvede herhangi bir karar alınmamıştır. Bu konular önümüzdeki
dönemde yapılacak çalışmalarda ele alınacaktır.
76
NATO-AB işbirliği konusu da Zirvede gündeme gelen önemli konular arasında yer almıştır.
Zirve öncesindeki müzakereler sırasında haklı görüş ve beklentilerimizin yüksek muhataplarına
izahı amacıyla Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından NATO Genel Sekreterine ve NATO Devlet
ve Hükümet Başkanlarına mektuplar gönderilmiştir.
Uzun ve zorlu müzakereler neticesinde iki örgüt arasındaki işbirliği konusunda gerek Stratejik
Konsept‟te gerek Zirve bildirisinde hassasiyetlerimizi dikkate alan yazımlar üzerinde anlaşmaya
varılabilmiştir. Stratejik Konsept belgesinde yer verilen “iki örgüt arasındaki stratejik ortaklık
için Türkiye gibi AB üyesi olmayan NATO ülkelerinin AB‟nin Ortak Güvenlik ve Savunma
Politikasına tam katılımının gerekli olduğu” ifadesi şimdiye kadar bu tür üst düzey NATO
belgelerinde kabul edilen en güçlü yazımı teşkil etmiştir.
Türkiye, İttifakın genişlemesinin Avrupa-Atlantik alanının bütününde güvenlik ve istikrarın daha
da pekişmesine katkıda bulunduğuna inanmaktadır. Yeni üyelerin İttifaka katılımlarının, aynı
zamanda özgür ve birleşik bir Avrupa‟nın oluşturulması amacına hizmet edeceği anlayışıyla
ülkemiz NATO‟nun “açık kapı” politikasını başından beri desteklemiştir. 60. Yıl Zirvesinde,
İttifak‟a Katılım Protokollerine ilişkin onay süreçleri tamamlanan Arnavutluk ve Hırvatistan
NATO‟ya resmen üye olmuşlardır. Gerekli yükümlülükleri yerine getirdiği Bükreş Zirvesinde
teyit edilmiş olan Makedonya‟nın da, Yunanistan‟la arasındaki ikili sorunu bir an önce
çözümleyerek en kısa zamanda NATO‟ya üye olması, Balkanlar‟da barış ve istikrarın kalıcı
şekilde tesisi bakımından önem taşımaktadır. 22-23 Nisan 2010 tarihlerinde Tallin‟de yapılan
NATO Dışişleri Bakanları Gayrıresmi Toplantısında Bosna-Hersek‟in (B-H) Üyelik Eylem
Planına (MAP) davet edilmesi yönünde alınan kararda Türkiye bölge ülkeleriyle birlikte aktif rol
oynamıştır. Ancak, bilindiği üzere, B-H‟in MAP sürecinin fiilen başlatılması bütün savunma
taşınmazı mülkiyetinin B-H Savunma Bakanlığının kullanımı için Devlet adına tescili koşuluna
bağlanmıştır. Bu koşulun B-H tarafından bir an önce yerine getirilmesi ve bu ülkenin NATO
üyeliği sürecinde önemli bir adım olan MAP sürecine başlaması konusunda ülkemiz gerek ikili
düzeyde gerek NATO çerçevesinde her türlü gayreti göstermeye devam etmektedir. Bu
bağlamda, Saraybosna Büyükelçiliğimizin 2011-12 dönemi için B-H‟de NATO Temas Noktası
Büyükelçiliği görevini üstlenecek olmasının ülkemizin bu konudaki çabalarının
yoğunlaştırılmasına imkân sağlayacağı düşünülmektedir. Öte yandan, 19-20 Kasım 2010
tarihlerinde düzenlenen NATO Lizbon Zirvesi Bildirisi‟nde, B-H açısından Tallin toplantısı
sonuçları teyit edilmiş, bu ülkedeki reform çabalarına teknik destek verilmeye devam edileceği
ve bu çerçevede MAP sürecinin başlaması için gerekli yardımda bulunulacağı kaydedilmiş, yeni
Stratejik Konsept‟te ise, Batı Balkanlar‟ın Avrupa-Atlantik entegrasyonunun sağlanması amacı
bir kez daha yinelenmiştir.
Ülkemizin AB‟nin Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası’na (OGSP) katılımı, gerek Avrupalı
bir NATO Müttefiki, gerek AB‟ne katılım sürecinde olan aday ülke olma sıfatımızla ulusal
güvenlik siyasamızın bir gereği olarak görülmekte olup, OGSP misyonlarına katkımızın
artırılarak sürdürülmesi öngörülmektedir. Türkiye, hâlihazırda Bosna Hersek‟teki Althea
operasyonuna 276 personelle en fazla katkı sağlayan ülkeler arasında ikinci, AB üyesi olmayan
ülkeler arasında ise birinci sıradadır. Kosova‟daki EULEX Misyonuna 62 (sözkonusu sayının
150‟ye çıkarılması öngörülmektedir), Bosna Hersek‟teki polis misyonuna da (EUPM) 4
personelle katılmaktadır. Filistin‟deki AB Polis Misyonu EUPOL COPPS‟a da tarafımızdan
77
katkı sağlanmasına yönelik hazırlıklar sürdürülmektedir. OGSP‟ye katkı konusunu sadece
personel katkısı olarak görmemek gerekmektedir. Bu bağlamda, ülkemizin özellikle yakın
coğrafyasındaki gelişmelere ilişkin olarak OGSP‟ye verdiği siyasal desteğin de büyük önem
taşıdığı düşünülmektedir.
Rusya‟nın NATO‟yla ilişkileri Avrupa-Atlantik bölgesinin güvenliği açısından özel önem
arzetmektedir. 1997 yılında tesis olunan ilişkiler, 2000 yılından itibaren terörizmle mücadele
işbirliği boyutu da dâhil olmak üzere çok yönlü olarak artarak gelişmiş ve 2002 yılında
imzalanan Roma Bildirgesiyle oluşturulan NATO-Rusya Konseyi (NRC) vasıtasıyla en nitelikli
düzeyine ulaşmıştır. NATO ile RF arasında hem siyasi diyalog, hem de pratik işbirliği
boyutlarını içeren NRC, RF‟nin İttifak ve Batı‟yla işbirliği ve etkileşiminin sürdürülmesi
bağlamında önemli bir araç vazifesi görmektedir. Ülkemiz, ikili temelde son derece iyi ilişkiler
yürütmekte olduğu Rusya‟yla, NATO kapsamında da diyalogun sürdürülmesinin karşılıklı
güvenlik çıkarlarımızın gereği olduğunu ve bu çerçevede özellikle terörizm, uyuşturucuyla
mücadele, kitle imha silahlarının yayılmasının önlenmesi ve harekâtlar gibi alanlarda işbirliğinin
devamının yarar sağlayacağını savunmaktadır. 2008 Ağustos ayında RF ile Gürcistan arasında
yaşanan kriz sonrasında NATO-RF siyasi diyalogunun kesintiye uğradığı ve pratik işbirliğinin
son derece kısıtlı bir çerçevede yürütüldüğü bir dönemin ardından, 2009 Aralık ayında
Brüksel‟de düzenlenen NRC Dışişleri Bakanları Toplantısında kabul edilen kararlarla diyalog ve
işbirliği yeniden tesis edilmiştir. Son olarak 20 Kasım 2010 tarihinde Lizbon‟da Devlet ve
Hükümet Başkanları düzeyinde düzenlenen NRC Zirvesi‟nde kabul edilen belgeler ve alınan
kararlar, İttifak ile RF arasındaki ilişkilerde yeni bir dönemin başladığını açıkça ortaya
koymuştur. NRC Zirvesi sırasında, “NRC Ortak Bildirisi”, “21. Yüzyıldaki Müşterek Güvenlik
Sorunlarına İlişkin NATO-Rusya Ortak Değerlendirmesi” belgeleri kabul edilmiş; ayrıca, NRC
Uyuşturucuyla Mücadele Eğitimi Projesi ile Afganistan‟a Transit Nakliye Düzenlemelerinin
genişletilmesi, 2011 yılında helikopter bakım/onarımı için NRC Emanet Fonu kurulması,
Harekât Alanı Füze Savunması (TMD) işbirliğinin sürdürülmesi ve gelecek füze savunması
işbirliğinin çerçevesini oluşturmak amacıyla kapsamlı Ortak Değerlendirme hazırlamak üzere
NRC‟nin görevlendirilmesi kararlaştırılmıştır. İttifak ile Rusya arasında karşılıklı güvene
dayanan pratik işbirliğinin geliştirilmesinin gerek Avrupa-Atlantik bölgesinin gerekse
uluslararası güvenliğin güçlendirilmesine önemli katkı sağlayacağı düşünülmektedir.. Diğer
taraftan, 19-20 Kasım 2010 tarihinde düzenlenen NATO Lizbon Zirvesi‟nde kabul edilen yeni
Stratejik Konsept ve Zirve Bildirisinde NATO-RF ilişkileri hakkında yapıcı ve olumlu ifadelere
yer verilmiştir.
KARADENĠZ’DE DENĠZ
GÜVENLĠĞĠ
Karadeniz‟in stratejik önemi, işbirliği yoluyla bölgesel istikrarın güçlendirilmesini zorunlu
kılmaktadır. Bu bağlamda, son yıllarda sahildar ülkelerin denizde güvenlik işbirliğini geliştirme
arayışları ikili ve bölgesel girişimlerde ön plana çıkan hususlar arasında yer almaktadır.
Ülkemizin öncülüğünde oluşturulan Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu (BLACKSEAFOR)
aradan geçen 10 yıl zarfında tüm sahildar ülkelerin deniz kuvvetleri arasında çok taraflı
78
işbirliğinin geliştirilmesinde etkin rol oynamıştır. Şüpheli gemilerin izlenmesi amacıyla yine
ülkemiz tarafından yaşama geçirilen “Karadeniz Uyumu Harekâtı”nın uygulama alanının Rusya
Federasyonu, Ukrayna ve son olarak geçtiğimiz yıl Romanya ile ikili düzeyde akdedilen
Anlaşmalarla geliştirilmiştir. Ayrıca, tüm kıyıdaş ülkelerin katılımıyla Sahil Güvenlik
Komutanlıkları arasında düzenli toplantılar yapılmaktadır.
Ülkemiz, Karadeniz‟de deniz güvenliğinin güçlendirilmesi amacıyla, yukarıda değinilen işbirliği
mekanizmalarından etkin biçimde istifade edilmesi yönündeki gayretlerini sürdürmektedir.
AVRUPA KONSEYĠ VE ĠNSAN
HAKLARI
Uluslararası toplumun saygın üyelerinden olan ülkemizde, insan haklarının korunması ve daha
da geliştirilmesi devlet politikamızın öncelikli hedefleri arasında yer almaktadır. Anayasamızın
değiştirilemez hükümlerinden olan insan haklarına saygı ilkesi temelindeki reform sürecimizde,
devletimiz, vatandaşlarının bu alandaki demokratik talep ve beklentilerine en etkin biçimde yanıt
vermeye yönelik çalışmalarını sürdürmektedir.
Temel hak ve özgürlüklerin korunup geliştirilmesi, demokrasi ve hukukun üstünlüğüne saygının
ileriye götürülmesi ve yargının işleyişinin güçlendirilmesine odaklanan ve kararlılıkla uygulanan
reform süreci üç koldan sürdürülmektedir: Ulusal mevzuatımızda gerekli değişiklikler
yapılmakta, bunların gerektiği gibi uygulamaya konulması için çaba harcanmakta ve bu
alanlarda mevcut uluslararası sözleşme ve mekanizmalara taraf olunması için çalışmalar
yürütülmektedir.
İnsan hakları, dış politikamızın da öncelikli alanları arasında yer almaktadır. Günümüzde
uluslararası toplumun saygın üyeleri arasında yer almanın temel ölçütlerinden biri, demokrasi,
insan hakları ve hukukun üstünlüğü alanlarında çağdaş standartlara uyum düzeyidir. Üyesi
olduğumuz uluslararası örgütler ve mekanizmalar insan hakları alanında kararlılıkla
sürdürdüğümüz reform sürecine de önemli katkı sağlamaktadır.
Reform sürecinin devamına ilişkin kararlılığımız Reform İzleme Grubu bünyesinde almakta
olduğumuz kararlarla pekiştirilerek sürdürülmektedir. 2006‟da açıklanan 9. pakette yer alan
konuların büyük çoğunluğu hayata geçirilmiş olup, iyileştirme çalışmalarımız devam etmektedir.
Vatandaşlarımızın insan hakları alanındaki istek ve beklentilerinin temel yönlendirici rol
oynadığı reformlarda, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) hükümleri, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi‟nin (AİHM) içtihadı ile Avrupa Birliği (AB) Katılım Ortaklığı Belgesi ve
Ulusal Program ışığında Kopenhag kriterlerine uyum boyutu da göz önünde tutulmaktadır.
Ayrıca, Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Konseyi (AK) ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği
Teşkilatı (AGİT) gibi uluslararası örgütler ile saygın yerel ve uluslararası sivil toplum
kuruluşlarının gözlem ve raporları da dikkate alınmaktadır.
79
Reform sürecimiz bağlamında, insan hakları alanındaki uluslararası sözleşmelere taraf olunmaya
devam edilmektedir. Ülkemiz BM‟nin temel insan hakları sözleşmelerine ve Avrupa Konseyi
kapsamında da insan hakları ile ilgili sözleşme ve protokollerin önemli bölümüne taraftır.
Uluslararası alanda insan hakları konusunda izlediğimiz kararlı ve yapıcı politikamızın bir diğer
yansıması olarak, uluslararası sözleşme ve sözleşme dışı mekanizmalarla işbirliğimiz artarak
sürdürülmektedir. Bu çerçevede, ülkemiz 2001 yılında BM bünyesindeki sözleşme dışı özel
mekanizmalara açık davette bulunmuştur. İlgili çalışma grupları ve raportörler ülkemizi ziyaret
etmektedirler. İki yüze yakın BM üyesi arasında açık davette bulunan 66 ülkeden biri olmamız,
insan hakları alanında vatandaşlarımızın yararına daha fazla ilerleme sağlama ve bunu
uluslararası işbirliği içinde gerçekleştirme yönündeki kararlılığımızın ve bu konuda uluslararası
toplumdan saklayacağımız bir hususun olmadığının göstergesidir.
Bu durumun en belirgin yansıması, Hükümetimizin kararlılıkla sürdürdüğü işkence ve kötü
muameleye karşı “sıfır hoşgörü” politikamızın, AK bünyesindeki Avrupa İşkencenin Önlenmesi
Komitesi (AİÖK) tarafından da tescil ve takdir edilmesidir.
Vatandaşlarımızın temel hak ve özgürlüklerden, kökenlerine bakılmaksızın, bireysel olarak
kanun önünde eşit ve serbest şekilde yararlanmaları, temel devlet politikamızdır. Her türlü
ayırımcılık Anayasa ve ilgili yasalarımızla yasaklanmıştır.
Bu çerçevede Hrant Dink davasına da değinmek istiyorum. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi,
Devletimiz aleyhine 2007 ve 2008 yıllarında yapılan beş başvurunun birleştirilmesinden oluşan
Dink başvurusuna ilişkin kararını 14 Eylül 2010 tarihinde açıklamış ve diğer bazı hususların
yanında, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi‟nin (AİHS) yaşam hakkına ilişkin 2. maddesinin ihlal
edildiği yargısına varmıştır.
Sözkonusu kararın gereği yerine getirilecektir. Bu bağlamda, gelecekte benzer ihlallerin
tekrarının önlenmesi için mümkün olan her önlemin alınacağının da altını çizmek isterim.
Ayırımcılığa karşı yürüttüğümüz kararlı politika, küresel düzeyde BM, bölgesel düzeyde ise AK
ve AGİT nezdinde taraf olduğumuz uluslararası sözleşme ve denetim mekanizmalarıyla
sürdürmekte olduğumuz yapıcı işbirliğiyle teyit edilmektedir.
AK bünyesinde, kültürlerarası diyalog faaliyetlerinde izlenecek kapsamlı ve uzun dönemli
stratejinin belirlenmesi amacıyla hazırlanmasına 2006 yılında başlanan “Kültürlerarası Diyalog
Beyaz Kitabı”, gerekli çalışmaların tamamlanmasının ardından Mayıs 2008‟de düzenlenen AK
Bakanlar Komitesi 118. toplantısından itibaren uygulamaya konmuştur. Beyaz Kitabın
müzakereleri sonucunda, ülkemizin gayretleriyle, karşılıklı saygı ve anlayışın güçlendirilmesi,
hoşgörünün yaygınlaştırılması, nefret söyleminin ifade özgürlüğü kapsamında görülmemesi
anlayışının yerleştirilmesi, İslamofobi ile mücadele, göçmenlerin eşit muamele görmeleri,
göçmenlere yönelik entegrasyon politikalarının AK insan hakları standartlarına uygun olması,
Medeniyetler İttifakı ile AK arasında işbirliğinin geliştirilmesi gibi hususlar metne dahil
edilmiştir.
80
Tüm BM üyelerinin insan hakları durumunun İnsan Hakları Konseyi bünyesinde gözden
geçirildiği Evrensel Periyodik İnceleme Mekanizması (EPİM) kapsamında „Türkiye İncelemesi‟
10 Mayıs 2010 tarihinde Cenevre'de yapılmıştır. İnceleme kapsamında, ülkemize toplam 152
tavsiye yapılmış, bunlardan 87‟si tarafımızdan desteklenmiş, 9‟u desteklenmemiş, 39‟una ise 22
Eylül 2010 tarihinde yapılan İnsan Hakları Konseyi toplantısında yanıt verilmiştir. Tarafımızdan
desteklenmeyen tavsiyelerin Ermenistan, Bulgaristan, Yunanistan ve GKRY tarafından yapılan,
insan hakları hukukunun çerçevesini aşan, siyasi nitelikli ve azınlık tanımımızın değiştirilmesine
yönelik tavsiyeler olduğu görülmüştür.
Yukarıda özetlendiği üzere, şeffaflık ve kararlılıkla uygulanan reform sürecimiz sayesinde,
öncelikle vatandaşlarımızın temel hak ve özgürlüklerinin daha ileriye götürülmesi mümkün
kılınırken, ülkemizin uluslararası alandaki saygınlığı ve konumunun güçlendirilmesine katkıda
bulunulmuştur. Bu olumlu süreç 2010 yılında da hızlanarak devam etmiştir.
Diğer taraftan, ülkemiz, kurulduğu 1949 yılından beri üye olduğu Avrupa Konseyi‟nin (AK)
icra organı olan Bakanlar Komitesi‟nin Dönem Başkanlığı‟nı 10 Kasım 2010 tarihinde
Strazburg‟da gerçekleştirilen devir-teslim töreniyle Makedonya‟dan devralmış olup, başkanlığını
11 Mayıs 2011 tarihine kadar altı ay süreyle yürütecektir. Ben de 11 Mayıs tarihine kadar
Dönem Başkanı sıfatıyla AK Bakanlar Komitesi‟ne başkanlık edeceğim. AKPM Başkanlığını
Antalya milletvekili Sayın Çavuşoğlu‟nun yürüttüğü düşünüldüğünde, Avrupa Konseyi‟nin
yürütme ve yasama faaliyetlerine ülkemizin katkısının azami olabileceği bir dönem yaşanacaktır.
Ülkemiz daha önce 1952, 1958, 1965, 1972, 1987 ve 1992 yıllarında toplam altı kez AK Dönem
Başkanlığını üstlenmiş olup, ülkemize sıra yeniden, üye ülke sayısının 47‟ye ulaşmış olması
nedeniyle, 20 yıldan fazla bir süre sonra gelecektir.
Dönem Başkanlığımız sırasında yürütülecek program, AK Sekreteryası ile bilistişare belirlenen
öncelikler ve bu öncelikler ışığında Türkiye‟de gerçekleştirilmesi planlanan etkinliklerden
oluşmaktadır.
Dönem Başkanlığımızın ana önceliği Avrupa‟nın en eski örgütü AK‟nın uluslararası alanda
siyasi rolü, görünürlüğü ve etkinliğinin arttırılmasıdır. Ana başlık altında ise beş ayrı öncelik yer
almaktadır:

Avrupa Konseyi Genel Sekreteri‟nin reform çalışmalarına destek verilmesi: AK Genel
Sekreteri Jagland‟ın 1 Ekim 2009 tarihinde göreve başlamasının ardından birkaç ay içinde
açıkladığı reform paketine destek çerçevesinde, örgütün yönetişim, işleyiş ve yapısal alanda
etkinliğinin sağlanabilmesi için atılacak adımlarda eşgüdümün sağlanması.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi‟nin (AİHM) reformuna ilişkin İsviçre dönem başkanlığı
sırasında başlatılan çalışmaların sürdürülmesi: 18-19 Şubat 2010 tarihlerinde İsviçre dönem
başkanlığı sırasında başlatılan ve AİHM‟in uzun dönemde etkinliğinin sürdürülebilir
kılınması için Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi‟ne (AİHS) değişiklikler getirmek de dâhil
olmak üzere çeşitli önlemler alınmasına ilişkin sürecin devam ettirilmesi.
81

Avrupa Konseyi‟nin denetim mekanizmalarının rolünün ön plana çıkartılması: AK‟yi özel
kılan, sadece AİHS ve ek Protokolleri ile diğer Avrupa Sözleşmelerinin yarattığı ortak ilke
ve standartlar değil, üye ülkelerin bu standartlara ne derece uyum sağlayıp sağlamadıklarının
AİHM dışında da bağımsız denetim mekanizmaları aracılığıyla tespit ediliyor olmasıdır.
Sözkonusu denetim mekanizmaları hakkında kamuoyunun bilinçlendirilmesi ve bunların
insanların gündelik yaşamları üzerinde yarattıkları farklılıklar ve olumlu etkilere dikkat
çekilmesi amacıyla etkinlikler düzenlenmesi ve bazı denetim mekanizmalarına gönüllü
katkıda bulunulması.

AB‟nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi‟ne (AİHS) taraf olması sürecininin desteklenmesi:
1 Aralık 2009 tarihinde yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması uyarınca AB‟nin AİHS‟e taraf
olması öngörülmekte olup, bu şekilde oluşacak Avrupa ortak hukuk alanı içerisinde AB‟nin
ayrı bir tüzel kişilik olarak denetime tabi tutulabilmesi için AB‟nin AİHS‟e katılım
modalitelerinin belirlenmesi ve bu yönde teknik çalışmaların sürdürülmesi.

Çok-kültürlü Avrupa toplumunda ortaya çıkan hoşgörüsüzlük, çeşitliliğin inkarı, ayrımcılık,
dışlama ve aşırıcılık gibi akımlarla mücadele: Bu amaçla AK‟nın ileriye yönelik bir strateji
belirleyebilmesi için Seçkin Kişiler Grubu oluşturulması ve bu grubun çalışmalarını 11
Mayıs 2011 tarihinde İstanbul‟da gerçekleştirilecek Bakanlar Komitesi toplantısı öncesinde
sonuçlandırarak rapor sunması.
Yukarıda kaydedilen öncelikler ışığında, altı aylık süre zarfında Türkiye‟de AK ile ortaklaşa 11
ayrı toplantı (konferans, seminer, çalıştay…vb) düzenlenmesi öngörülmektedir.
AGĠT, SĠLAHSIZLANMA VE
SĠLAHLARIN KONTROLÜ
Avrupa Güvenlik ve ĠĢbirliği TeĢkilatı (AGİT) Orta Asya ve Kafkasya dâhil olmak üzere 56
katılımcı ülkeyi kapsayan geniş üyelik yapısıyla ve güvenliğin siyasi-askeri, ekonomik ve insani
boyutlarını bütünsel bir yaklaşımla dikkate alan “kapsamlı güvenlik” anlayışıyla, Avrupa
güvenlik yapılanmaları içindeki önemini korumaktadır. Türkiye, kapsamlı güvenlik anlayışının
tüm boyutlarına eşit önem verilmesi ve boyutlardan birinin diğerinin önüne geçmemesi görüşünü
AGİT içinde ısrarla savunan ülkelerin başında gelmektedir. Bu konudaki görüşlerimizin AGİT‟te
yürütülmekte olan çalışmalarda giderek artan bir oranda benimsenmesi memnuniyet vericidir.
Öte yandan, RF ve Batı arasında, AGİT coğrafyasındaki belli başlı güvenlik meselelerine ilişkin
yaklaşım farklılıkları son yıllarda giderek artmış ve Örgütü kilitlenme noktasına getirmiştir.
Bununla beraber, Örgütün genişletilmiş bir Avrupa güvenlik diyalogu forumu olarak mevcut
Avrupa güvenlik mimarisi içindeki yerini koruyacağı ve “artı değer” sağlamaya devam edeceği
değerlendirilmektedir. Bu anlayıştan hareketle, 1-2 Aralık 2010 tarihlerinde Astana‟da
düzenlenen ve ülkemizin Sayın Cumhurbaşkanımızın başkanlığında bir heyetle temsil edildiği
Zirve toplantısında, AGİT bağlamındaki önceliklerimizin takipçisi olunurken, Örgüt içindeki
mevcut anlaşmazlıkların da mümkün olduğunca aşılmasına yönelik uzlaştırmacı bir tutum
sergilenmiştir.
82
1999 AGİT İstanbul Zirvesi‟nden sonra düzenlenen ilk AGİT Zirvesi olan Astana toplantısının
önceliklerinin başında, son onbir yılda Avrupa güvenlik ortamında AGİT faaliyetlerinin
değerlendirilmesi, bundan sonrası için bir Eylem Planı hazırlanması, Korfu Süreci olarak
adlandırılan Avrupa güvenliği diyalogunun ilerletilmesi, AGİT icra yapılarının erken uyarı, kriz
yönetimi, ihtilafların çözümü ve ihtilaf sonrası rehabilitasyon alanlarındaki analitik ve
operasyonel kabiliyetlerinin güçlendirilmesi hususları yer almıştır. Toplantı sonunda AGİT temel
ilke ve değerlerini teyit eden bir bildiri yayınlanmıştır.
Türkiye, Avrupa güvenliğine dair tüm konuların görüşülebileceği başlıca forumun AGİT
olduğunu değerlendirmektedir. Ülkemiz, AGİT çerçevesinde Korfu Süreci adıyla yürütülen
Avrupa güvenliğinin geleceğine ilişkin diyaloga önem atfetmekte ve bu görüşmelerde, yapıcı
katkılarda bulunmaktadır.
AGİT‟in değişen güvenlik ortamında daha etkin ve işlevsel kılınması ülkemizin ve Avrupa‟nın
güvenliği için önem taşımaktadır. Bu bağlamda AGİT icra yapılarının kabiliyetlerinin
güçlendirilmesi konusundaki müzakerelere ülkemiz açık fikirlilikle ve yapıcı bir anlayışla katkı
sağlamaktadır. Bu konuda, AGİT‟in temel özelliği olan ve AGİT kararlarının siyasi ağırlığının
özünü teşkil eden oydaşma kuralının aşındırılmaması gerektiğini savunuyoruz. AGİT‟in, NATO
ve AB genişleme süreçlerinin dışında olan Orta Asya ve Kafkasya bölgelerinde istikrar ve
güvenliğin tesisine yönelik rolünün artarak devam etmesini temenni ediyoruz. Bunun sağlanması
için AGİT‟in bu bölgelere yönelik faaliyetlerine destek ve katkılarımızı sürdürmeye kararlıyız.
Oydaşma kuralının muhafaza edilmesi, bu bölgelerdeki ülkelerin AGİT faaliyetlerine katılımı ve
Örgüt‟ü sahiplenmeleri bakımından da önem taşımaktadır.
AGİT forumlarında muhtelif konulardaki müzakerelerde sürdüregeldiğimiz ilkeli ve yapıcı
tutumun yanısıra, Örgüt‟teki üst düzey görevlere talip olmak suretiyle de Avrupa güvenliğine
katkıda bulunma irademizi göstermekteyiz. Bu çerçevede Sayın Cumhurbaşkanımızın Avrupa
Güvenliği Özel Temsilcisi Büyükelçi Ersin Erçin‟i AGĠT Genel Sekreterliği‟ne aday göstermiş
bulunmaktayız. Sayın Cumhurbaşkanımızın önderliğinde, Bakanlığımız ve ilgili tüm dış
temsilciliklerimizin gayretleriyle kararlılıkla yürüttüğümüz adaylık kampanyamızda, bu erken
aşamada cesaret verici sonuçlar almış olmaktan memnuniyet duyuyoruz. Genel Sekreter
seçiminin 2011 yılında yapılması beklenmesine rağmen birçok ülke adayımız hakkında olumlu
görüş beyan etmiş, bir kısmı AB üyesi olan bazı ülkeler daha şimdiden adayımıza desteklerini
belirtmişlerdir.
AGİT‟in bir diyalog ve güvenlik forumu olarak dünyanın diğer bölgelerine de örnek oluşturduğu
görülmektedir. Bu durumun en güzel örneğini, Kazakistan tarafından başlatılan Asya’da
ĠĢbirliği ve Güven Arttırıcı Önlemler Konferansı süreci (CICA-Conference on Interaction and
Confidence Building in Asia) oluşturmaktadır. CICA Asya‟da RF ve ÇHC, Hindistan ve
Pakistan ile Orta Doğu‟da İsrail, İran, Mısır ve Filistin, Kafkasya‟da Azerbaycan gibi ülkeleri bir
araya getiren, ABD ile Japonya‟nın da gözlemci olduğu BM dışındaki yegâne uluslararası örgüt
durumundadır. Başlangıcından beri üye ülke sayısının artması ve kurumsal yapısının
geliştirilmesiyle örgüte ivme ve içerik kazandırılmıştır.
83
Ülkemiz, bu yıl Haziran ayında İstanbul‟da düzenlenen 3. CICA Zirvesi ile Örgüt‟ün Dönem
Başkanlığı‟nı iki yıl süreyle üstlenmiştir. Dönem Başkanlığımızda düzenli bir diyalog süreci
başlatılarak CICA coğrafyasında yer alan ülkeler arasında, küresel barış ve istikrara katkı
sağlayacak şekilde bir Güven Arttırıcı Önlemler Kültürü‟nün yerleşmesini hedeflemekteyiz.
ULUSLARARASI VE BÖLGESEL
EKONOMĠK ÖRGÜTLER
Kuruluşundan bu yana G-20‟nin etkin bir üyesi olan Türkiye, küresel ekonomik ve mali krize
başlıca çözüm arayışları bağlamında en sonuç alınabilecek platform olarak değerlendirdiği bu
oluşumun çalışmalarına aktif katkı sağlamaktadır. Nitekim bugüne kadar gerçekleştirilen G-20
Liderler Zirvelerinin tümüne Sayın Başbakanımız başkanlığındaki üst düzey heyetlerle iştirak
edilmiştir.
2010 yılının ilk G-20 Liderler Zirvesi 26-27 Haziran tarihlerinde Toronto‟da gerçekleştirilmiştir.
Zirve‟de önümüzdeki dönemde uluslararası ekonomide güçlü, sürdürülebilir ve dengeli
büyümenin gerçekleştirilmesi için alınması gereken önlemler, finansal sektörün reformu,
uluslararası finans kuruluşları, kalkınma, korumacılıkla mücadele, ticaret, yatırımların
desteklenmesi, yolsuzluk, iklim değişikliği ve enerji gibi konular üzerinde durulmuştur.
Türkiye, kalkınma ve en az gelişmiş ülkeler konularının G-20 gündemine alınmasında aktif bir
rol oynamıştır. Bu bağlamda, Toronto Zirvesi‟nde kalkınma konusunun G-20 çerçevesinde
münferit bir başlık olarak ele alınması kabul edilmiş, ülkemizin girişimiyle, en az gelişmiş
ülkelerin küresel ekonomik sistemin aktif katılımcıları haline getirilmeleri ve bundan fayda
sağlamaları için sözkonusu ülkelerle birlikte çalışılmasının önem arzettiğine işaret edilmiş ve
ülkemize 2011 yılında “Birleşmiş Milletler En Az Gelişmiş Ülkeler 4. Konferansı”na ev
sahipliği yapma kararından dolayı teşekkür edilmiştir.
2010 yılındaki ikinci Liderler Zirvesi, 11-12 Kasım 2010 tarihlerinde Seul‟de yapılmış, bu
Zirveye de Sayın Başbakanımız başkanlığındaki bir heyetle iştirak edilmiştir. Sözkonusu
zirvenin ardından G-20 dönem başkanlığını Fransa devralmıştır.
Ülkemiz Ekonomik ĠĢbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) çalışmalarını da yakından takip
etmekte ve eğitimden ekonomik kalkınmaya kadar Örgütün birçok alanda sürdürdüğü
faaliyetlere aktif olarak katılmaktadır.
OECD Rüşvetle Mücadele Çalışma Grubu Toplantısı 16-19 Mart 2010 tarihlerinde Paris‟te
gerçekleştirilmiştir. Sözkonusu toplantıya Adalet Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve Başbakanlık
Dış Ticaret Müsteşarlığı temsilcilerinden oluşan bir heyetle iştirak edilmiştir. Toplantıda Çalışma
84
Grubu tarafından, ülkemizin OECD Rüşvetle Mücadele Sözleşmesi‟nin uygulanması
çerçevesindeki gayretlerinin memnuniyetle karşılandığı belirtilmiştir.
OECD Bakanlar Konseyi Toplantısı 27-28 Mayıs 2010 tarihlerinde Paris'te gerçekleştirilmiştir.
Toplantıya Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan başkanlığındaki heyetle
iştirak edilmiştir. İtalya'nın Başkanlığı, Norveç ve Avustralya'nın Başkan Yardımcılığı altında,
"Ekonomik İyileşmeden Sürdürülebilir Büyümeye” temasıyla düzenlenen sözkonusu toplantıya
OECD üyeliğini kazanmış olan Şili, 10 Mayıs tarihli Konsey toplantısında üyeliğe davet edilmiş
olan Estonya, İsrail ve Slovenya, OECD ile üyelik müzakereleri henüz devam etmekte olan
Rusya Federasyonu ile derinleştirilmiş işbirliği programında yer alan Brezilya, ÇHC, Endonezya,
Güney Afrika ve Hindistan da katılmışlardır.
OECD Genel Sekreteri Angel Gurria, 2010 Türkiye Ekonomik İncelemesi‟nin basına tanıtımı
vesilesiyle 14-15 Eylül 2010 tarihlerinde ülkemize bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Genel Sekreter
sözkonusu ziyaret çerçevesinde, Sayın TBMM Başkanımız ve Sayın Başbakanımız tarafından
kabul edilmiş, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan, Maliye Bakanı Sayın
Mehmet Şimşek ve TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu ile biraraya gelmiştir.
İstanbul‟da bulunan OECD Özel Sektörü Geliştirme Merkezi, OECD‟nin yakın bölgemizdeki
ülkelere yönelik çalışmalarında kullanılmakta; ayrıca, Ankara‟da yerleşik OECD Vergi Eğitim
Merkezi de bölgemizde bulunan ülkelerin uzmanlarına bu alanda eğitim vermektedir.
OECD bünyesinde başlatılan Ortadoğu ve Kuzey Afrika (MENA) girişimini başından bu yana
destekleyen Türkiye, çeşitli MENA toplantılarına evsahipliği yapmaktadır.
Türkiye, kalkınma alanındaki uluslararası çabalara, BM çatısı altında da güçlü destek vermeye
devam etmektedir. Ülkemiz, BM Binyıl Kalkınma Hedefleri (BKH)‟nin ilk beş yıllık
uygulamasının başarısına ilişkin bir yarı yol değerlendirmesi sayılan 2005 Yılı Raporunu 14–16
Eylül 2005 tarihleri arasında New York'ta yapılan Zirve‟de sunmuştur. 2010 Yılı Raporumuz ise
BM Kalkınma Programı (UNDP) ve BM Avrupa Ekonomik Komisyonu (BM-AEK)
ortaklığında, 2010 Haziran ayında İstanbul‟da düzenlenen Binyıl Kalkınma Hedefleri +10
başlıklı Konferansa sunulmuştur.
BKH‟nin gerçekleştirilmesi için belirlenen tarih olan 2015 yılına 5 yıl kalması dolayısıyla,
sözkonusu hedeflere ulaşma sürecini hızlandırmak amacıyla, 20-22 Eylül 2010 tarihlerinde
65.BM Genel Kurulu öncesinde bir Zirve gerçekleştirilmiştir. BM Genel Kurulu tarafından
düzenlenen Zirve‟ye 150‟ye yakın Devlet veya Hükümet Başkanı iştirak etmiştir.
Zirve‟ye ülkemizi temsilen Sayın Cumhurbaşkanımız başkanlığında bir heyet katılmıştır. Sayın
Cumhurbaşkanımıza, Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Sayın Ali Babacan, Çevre ve
Orman Bakanı Sayın Veysel Eroğlu‟yla birlikte ben de refakat ettim. Heyette, Bakanlığım ve
diğer ilgili kurumlardan da üst düzey yetkililer yer almıştır.
Zirve‟de kabul edilen ve 81 madde ile 31 sayfadan oluşan Sonuç Belgesi, üye ülkelerce önceden
müzakere edilmiş ve 13 Eylül 2010 tarihli Genel Kurul oturumunda kabul edilmiştir.
85
Ülkemiz, birçok yönden BKH‟de yer alan hedeflere ulaşma yolundadır. Türkiye 2005-2010
yılları arasında özellikle anne ve çocuk sağlığı alanında önemli ilerlemeler kaydetmiş, bebek
ölüm hızı, 5 yaş altı ölüm hızı ve anne ölüm hızı oranlarını önemli düzeyde düşürebilmiştir.
Türkiye‟nin bu alanlarda 2015 yılı itibariyle hedeflere rahatlıkla ulaşması beklenmektedir.
Türkiye‟nin dikkat çekici düzeyde ilerleme gösterdiği bir diğer alan, gelişmekte olan ülkelere
yönelik Resmi Kalkınma Yardımlarıdır. Türkiye‟nin sözkonusu yardım miktarı bazı AB
ülkelerinin ve OECD-DAC üyesi ülkelerin üzerindedir.
BirleĢmiĢ Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) Doğu Avrupa ve Orta Asya Bölgesel Ofisi
(EECARO) Temmuz 2008‟de oluşturulmuş ve New York‟taki Genel Merkez‟de faaliyete
geçmiştir.
İdare Kurulunun sahaya daha yakın olma ilkesine uygun olarak bu ofisin 2011 yılı sonuna kadar
New York‟ta kalması ve 2011 itibariyle de belirlenecek başka bir yere taşınması kararı
alınmıştır.
Bölgesel Ofise evsahipliği için ülkemizin yanı sıra Danimarka, İsviçre ve Avusturya da
adaylıklarını açıklamışlardır. Ofise ülkemizin evsahipliği yapacağı Mayıs-2010‟da
UNDP/UNFPA Ortak Yönetim Kurulu üyeleriyle yapılan istişareler neticesinde belirlenmiş ve
21 Haziran-2 Temmuz 2010 tarihlerinde Cenevre‟de yapılan UNDP/UNFPA Yönetim Kurulu
toplantısında ilan edilmiştir.
UNFPA, Kafkasya, Orta Asya ve Doğu Avrupa ülkelerine yönelik faaliyetlerini İstanbul‟daki
yeni ofisinden yürütecektir.
Birleşmiş Milletler ile ülkemiz arasında anılan Ofisin kuruluşuna ilişkin Evsahibi Ülke
Anlaşması 1 Temmuz 2010 tarihinde imzalanmış ve sözkonusu Anlaşmanın onaylanmasının
uygun bulunduğuna dair Kanun TBMM tarafından kabul edilmiştir.
Birleşmiş Milletler‟in 64. Genel Kurul çalışmaları kapsamında, Türkiye‟nin 2011 yılında IV. En
Az GeliĢmiĢ Ülkeler (EAGÜ) Konferansı‟na evsahipliği yapması önerisini de içeren bir Karar
İkinci Komite tarafından 1 Aralık 2009 tarihinde kabul edilmiş ve BM Genel Kurulu‟nda karara
bağlanmıştır.
Mayıs 2011‟de Devlet-Hükümet Başkanları düzeyinde İstanbul‟da gerçekleştirilecek olan
Konferansa EAGÜ ülkeleri ile BM üyesi diğer ülkelerin Devlet ve Hükümet Başkanları,
parlamenterler, hükümet-dışı kuruluşlar ile özel sektör temsilcilerinden oluşacak yaklaşık 6000
kişilik üst düzey bir katılım beklenmektedir. Konferansın sonunda 2011-2020 dönemini
kapsayacak ve EAGÜ‟lerin ekonomik ve sosyal durumlarının iyileştirilmesine yönelik ilke ve
tavsiyeleri içerecek bir Eylem Planı oluşturulacaktır.
Önem verdiğimiz bir başka uluslararası etkinlik de Ekonomik ĠĢbirliği TeĢkilatı‟nın (EĠT), 2023 Aralık 2010 tarihleri arasında İstanbul‟da gerçekleştirilecek 11. Zirvesidir. Zirve öncesinde
86
19. Bakanlar Konseyi (22 Aralık) ve Yüksek Düzeyli Memurlar Toplantısı (20-21 Aralık)
yapılacaktır.
7 milyon kilometrekarelik bir alanı kapsayan ve günümüzde üzerinde 400 milyon insanın
yaşadığı EİT bölgesi içinde ticaretin geliştirilmesi, denize çıkışı olmayan Orta Asya ülkelerinin
dünya ticaret merkezlerine açılımlarını sağlayacak ulaştırma hatlarının geliştirilmesi ve eksik
hatların tamamlanması ülkemizin öncelikli hedefleri arasında yer almaktadır.
Diğer taraftan Türkiye, kendi girişimi ile 1992 yılında kurulan Karadeniz Ekonomik ĠĢbirliği
Örgütü‟nü (KEĠ) de güçlü biçimde desteklemeye devam etmektedir.
20 milyon kilometrekarelik alanı ve 330 milyon civarında nüfusuyla Karadeniz Bölgesi, geniş
ekonomik imkânlar sunmaktadır. Stratejik ulaştırma ve ticaret yolları ile enerji koridorları
üzerindeki konumu, ekonomik potansiyeli ve doğal kaynakları nedeniyle uluslararası toplumun
bölgeye ilgisi giderek artmaktadır.
Bu bağlamda KEİ, uluslararası toplum tarafından da bölgede işbirliğinin temel platformu olarak
görülmektedir. Nitekim son yıllarda gözlemci üyelik başvurularında kayda değer bir artış
gözlemlenmektedir.
KEİ önemli bir bölgesel ortak olabilmek adına gereken tüm imkânları ve tecrübeyi haizdir. Bu
çerçevede ülkemiz KEİ ile AB arasında düzenli bir diyalogun tesisini de desteklemektedir. AB
Komisyonu, Türkiye‟nin Dönem Başkanlığı sırasında 25 Haziran 2007 tarihinde KEİ‟de
gözlemcilik statüsü kazanmıştır. KEİ ile AB arasındaki kurumsal ilişkilerin eşit düzeyde daha da
gelişmesinin, her iki tarafın da çıkarlarına hizmet edeceğine inanıyoruz. KEİ, AB‟nin bölge ile
etkileşimi açısından sağlam bir kurumsal çerçeve sunabilecek, AB de KEİ‟ye temel projelerini
uygulama konusunda yardımcı olabilecektir.
KEİ 22. Dışişleri Bakanları Konseyi Toplantısı 28 Mayıs 2010 tarihinde KEİ Dönem Başkanı
Bulgaristan'ın ev sahipliğinde, Sofya‟da düzenlenmiştir. Toplantıya, ülkemizi temsilen Sanayi ve
Ticaret Bakanı Sayın Nihat Ergün başkanlığında bir heyetle katılınmıştır. Toplantıda, KEİ'nin
mali işbirliği aracı olan KEİ Proje Geliştirme Fonu, KEİ çalışma gruplarına ülke koordinatörleri
atanması, KEİ gözlemci ve sektörel diyalog ortaklarının statülerinin yenilenmesi gibi çeşitli
konularda kararlar kabul edilmiştir. Toplantı sonunda KEİ Dönem Başkanlığı‟nı Yunanistan
devralmıştır.
Başkanlığını Sayın Cumhurbaşkanımızın yaptığı Ġslam Konferansı Örgütü Ekonomik ve
Ticari ĠĢbirliği Daimi Komitesi (ĠSEDAK) kuruluşundan bu yana İslam Konferansı Örgütü üye
ülkelerinin ilgi ve desteğiyle çalışmalarını kesintisiz sürdürmüştür. Bu çerçevede İSEDAK, İKÖ
üyesi ülkeler arasında ekonomi ve ticaret alanlarındaki ilişkilerin geliştirilmesi ve dünyadaki
ekonomik gelişmelerin değerlendirilmesi açısından önemli bir uluslararası forum niteliği
kazanmıştır.
87
İSEDAK gündeminde bulunan ve devam eden bazı projeler arasında, özellikle İKÖ içi ticaretin
arttırılmasına ve 2015 yılı itibariyle %20'ye yükseltilmesi hedefine yönelik olarak hazırlanan
İKÖ Tercihli Ticaret Sistemi (TPS-OIC) önem arzetmektedir.
2002 yılında TPS-OIC Çerçeve Anlaşması‟nın 10 İKÖ üyesi ülke tarafından onaylanmasının
ardından Anlaşma kapsamında tercihli ticaret düzenlemesi için çalışmalar başlatılmış, bu
çerçevede, Tercihli Tarifeler Protokolü (PRETAS) ve TPS-OIC Menşe Kuralları Anlaşması
hazırlanmıştır. PRETAS 5 Şubat 2010‟da yürürlüğe girmiştir. Türkiye, her iki Anlaşmayı da
imzalamış ve onaylamıştır.
İSEDAK‟ın 26. Toplantısı 5-8 Ekim 2010‟da İstanbul‟da yapılmıştır. Toplantıya, 45 üye ülke, 5
gözlemci ülke ve 1 misafir ülkenin yanısıra İKÖ‟ye bağlı kuruluşlar ile uluslararası
kuruluşlardan katılım olmuştur.
26. İSEDAK Toplantısı‟nın Bakanlar Oturumu başkanlığı Devlet Bakanı Sayın Cevdet Yılmaz
tarafından yapılmıştır. Bu yılki görüş alışverişi oturumunun teması olan "Tarım ve Kırsal
Kalkınma" başlığı altındaki görüşmelere Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Mehdi Eker katılmış
ve 28-29 Eylül 2010 tarihlerinde Menemen'de yapılan Gıda Güvenliği konusundaki Yüksek
Düzeyli Memurlar toplantısı sonuçları çerçevesinde katkıda bulunmuştur.
Öte yandan, üyesi olduğumuz GeliĢen Sekiz Ülke (D-8) oluşumunu da, Güney-Güney
diyaloguna ve işbirliğine önemli katkılar sağlama potansiyeline sahip bir platform olarak
görüyoruz.
D-8‟in son Zirvesi 8 Temmuz 2010 tarihinde Nijerya‟nın başkenti Abuja‟da gerçekleştirilmiştir.
Zirve çerçevesinde, 4-5 Temmuz 2010 tarihlerinde 28. Komisyon Toplantısı, 6 Temmuz 2010
tarihinde ise 13. D-8 Bakanlar Konseyi Toplantısı düzenlenmiştir.
Türkiye, Zirve‟ye Sayın Cumhurbaşkanımız başkanlığında bir heyetle katılmıştır. Zirve‟de,
küresel ekonomik kriz karşısında D-8 ve genel olarak gelişmekte ülkeler arasındaki işbirliğinin
önemi, D-8 ülkeleri arasındaki ticaretin arttırılması ve D-8 işbirliği anlaşmalarının bir an önce
yürürlüğe girmesinin yararları gibi konulara değinilmiştir.
D-8 13. Bakanlar Konseyi Toplantısına ise Devlet Bakanı Sayın Cevdet Yılmaz başkanlığında
bir heyet katılmıştır. Toplantı‟da ticaret, tarım, gıda güvenliği, ulaştırma, sanayi, enerji gibi
öncelikli alanlardaki faaliyet takvimi belirlenmiştir.
ENERJĠ KORĠDORLARI
Ülkemizin çok boyutlu enerji stratejisinin başlıca unsurlarını, kaynak ve güzergâh
çeşitlendirilmesi, nükleer ve yenilenebilir enerjinin de dâhil edilmesi suretiyle enerji sepetinin
genişletilmesi, Doğu-Batı ile Kuzey-Güney eksenlerindeki rolümüzün güçlendirilmesi,
ülkemizin bir enerji merkezine dönüştürülmesi ve gerek ülkemizin gerek Avrupa‟nın enerji
güvenliğine katkıda bulunulması olarak sıralamak mümkündür.
88
Doğu-Batı Enerji Koridorunun en önemli bileşenini oluşturan Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC)Ana
İhraç Ham Petrol Boru Hattı, Azeri-Çırak-Güneşli (AÇG) sahasından başlayarak, Azerbaycan ve
Gürcistan üzerinden, çevresel açıdan hassas Karadeniz ve Boğazları by-pass ederek, Türkiye‟nin
Akdeniz kıyısındaki Ceyhan‟da bulunan terminale ulaşmaktadır. Günde 1 milyon varil (yaklaşık
olarak dünya petrol arzının % 1,5‟i) petrol ihraç kapasitesine sahip boru hattı, 1760 km ile en
uzun ikinci boru hattı özelliğini taşımaktadır. Ayrıca, Kazakistan Azerbaycan‟la 16 Haziran 2006
tarihinde imzaladığı anlaşma ile BTC petrol boru hattına resmen katılmış, Kasım 2008 tarihi
itibariyle Kazak petrolü de bu hattan akmaya başlamıştır. BTC boru hattından ilk petrol 4
Haziran 2006 tarihinde Ceyhan‟da tankere yüklenmiştir. BTC boru hattının resmi açılış töreni
Türkiye‟de 13 Temmuz 2006 tarihinde gerçekleştirilmiş olup, 17 Ekim 2010 tarihi itibariyle
BTC boru hattında 1312. tankere petrol yüklemesi yapılmış, toplam ihraç hacmi 1 milyar varili
geçmiştir.
Doğu-Batı Enerji Koridoru‟nun ikinci bileşeni olan Bakü-Tiflis-Erzurum (BTE) Doğal Gaz Boru
Hattı, 3 Temmuz 2007 itibariyle faaliyete geçmiştir. Hazar Denizi‟nin Azerbaycan‟a ait
kesiminde yer alan Şahdeniz sahasında üretilen doğal gazı Gürcistan üzerinden GürcistanTürkiye sınırına ulaştıran boru hattından yılda 6,6 milyar metreküp doğal gaz ithal edilmesi
öngörülmektedir. BTE Boru Hattı aynı zamanda, Türkmenistan ve Kazakistan‟da yer alan büyük
doğal gaz rezervlerine erişecek bir hat olarak değerlendirilmektedir.
“Güney Avrupa Doğal Gaz Ringi” olarak da bilinen Türkiye-Yunanistan-İtalya doğal gaz
enterkonektörünün Türkiye ile Yunanistan arasındaki bölümünün açılış töreni 18 Kasım 2007
tarihinde iki ülke Başbakanlarının katılımlarıyla gerçekleştirilmiş olup, bu hat üzerinden
Yunanistan‟a doğal gaz ihraç edilmektedir.
Diğer taraftan, doğal gazın Türkiye-Bulgaristan-Romanya ve Macaristan üzerinden
Avusturya‟ya taşınmasını öngören Nabucco Boru Hattı Projesinin 13 Temmuz 2009 tarihinde
Ankara‟da gerçekleştirilen bir törenle imzalanan Hükümetlerarası Anlaşması (IGA) 1 Ağustos
2010 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Projenin yapımına ilişkin teknik ve hukuki çalışmalar devam
etmektedir.
Öte yandan, Mısır doğal gazını Ürdün ve Suriye üzerinden Türkiye‟ye ulaştıracak olan Arap
Doğal Gaz Boru Hattı‟nın 2010 yılında tamamlanması ve işler hale getirilmesi planlanmaktadır.
Ayrıca ülkemiz, Irak doğal gaz rezervlerinin geliştirilmesine de ilgi duymaktadır. Irak doğal
gazının Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı‟nın altyapısından yararlanılarak ona paralel
biçimde inşa edilecek bir boru hattıyla Türk ulusal şebekesine bağlanması kolaylıkla
mümkündür. Bu kapsamda, Sayın Başbakanımızın 15 Ekim 2009 tarihinde Bağdat‟a
gerçekleştirdikleri resmi ziyaret sırasında Türkiye ile Irak arasında bir doğal gaz koridorunun
geliştirilmesini öngören bir Mutabakat Muhtırası imzalanmış olup, bu konudaki çalışma ve
girişimlerimiz devam etmektedir.
Ülkemiz, Doğu-Batı Enerji Koridoru‟nun yanısıra Kuzey-Güney ekseninde de koridorun
güçlendirilmesine önem vermektedir.
89
Kuzey-Güney ekseninde gerçekleştirmeyi öngördüğümüz projelerden biri olan ve 24 Nisan 2007
tarihinde temeli atılan Samsun-Ceyhan ham petrol by-pass boru hattı projesine uluslararası petrol
şirketlerinin ilgisi artmaktadır. Bu projenin geliştirilmesindeki temel nedenlerden biri, Türk
Boğazlarının adeta bir petrol boru hattına dönüştürülmesinin tarafımızdan kabulünün mümkün
olmamasıdır. Bu çerçevede, Türk Boğazlarının güvenliğinin arttırılması, özellikle tanker ve
tehlikeli madde geçişinin, by-pass petrol boru hattı projelerinin gerçekleştirilmesi suretiyle,
İstanbul‟u ve deniz çevresini tehdit etmeyecek şekilde makul bir düzeye indirilmesi
öngörülmektedir. RF Başbakanı Putin‟in 6 Ağustos 2009 tarihinde ülkemizi ziyareti sırasında
varılan mutabakat neticesinde Rusya da Samsun-Ceyhan projesine katılım kararı almıştır.
Samsun-Ceyhan projesine yönelik bir Hükümetlerarası Anlaşma‟nın (IGA) imzalanması için RF
tarafı ile 24 Eylül 2010 tarihinde Moskova‟da müzakerelere başlanmıştır. Ayrıca, Kazakistan da
ahiren sözkonusu boru hattına petrol sağlayabileceğini dile getirmiştir.
Bu projelerin hayata geçirilmesiyle, ülkemiz Avrupa‟nın doğal gaz tedarikinde RF, Cezayir ve
Norveç‟ten sonra dördüncü arter konumuna gelecek, ayrıca dünya petrol arzının yaklaşık % 10‟u
da Türkiye üzerinden dünya piyasalarına sevk edilecektir. Türkiye‟nin enerji konusundaki bu
stratejik konumu AB ile ilişkilerimize de ilave bir boyut kazandırmaktadır.
Enerji alanında mümkün mertebe bağımsızlığın giderek önem kazandığı günümüzde nükleer
enerjiye duyulan ilgi artmıştır. Buna paralel bir şekilde Türkiye, ulusal enerji bileşenine nükleer
enerjinin eklenmesi için hazırlıklarını sürdürmektedir. Türkiye‟de 2030 yılına kadar elektrik
enerjisinin %10‟unun nükleer enerjiden karşılanması hedeflenmektedir. Bu çerçevede, ilk
nükleer santralin Mersin-Akkuyu, ikincisinin ise Sinop‟ta inşaası planlanmaktadır. Bu bağlamda,
12 Mayıs 2010 tarihinde RF ile Akkuyu‟da bir nükleer güç santrali tesisine yönelik bir
Hükümetlerarası Anlaşma imzalanmış olup, bununla ilgili çalışmalar sürdürülmektedir.
SU VE ÇEVRE
İklim değişikliği, günümüzde karmaşık bir nitelik göstermekte ve çoğunlukla sosyo-ekonomik
konularla bağlantılı olarak karşımıza global bir tehdit olarak çıkmaktadır. İklim değişikliğinin
neden olduğu olumsuzlukların boyutları küresel düzeyde işbirliğini gerekli kılmaktadır.
İklim değişikliği, çölleşme, kuraklık, su kıtlığı, biyoçeşitliliğin yok olması, buzulların erimesi,
ozon tabakasının delinmesi, asit yağmurları gibi sorunları beraberinde getirmekte, insanlığın
geleceğine ilişkin soru işaretleri yaratmaktadır. Bu nedenle iklim değişikliği başta BM olmak
üzere, AB, OECD, AGİT, NATO gibi pek çok bölgesel ve uluslararası işbirliği kuruluşunun
gündemlerinin ön sıralarına oturmuştur. Bu özelliğiyle, iklim değişikliği, artık, dış ilişkilerde bir
unsur olarak ele alınmaktadır.
Ülkemiz, günümüzde, uluslararası toplumun önemli gündem maddelerinden biri haline gelen
iklim değişikliği sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak amacıyla, ulusal çıkarlarını ve sosyoekonomik konumunu da gözönünde bulundurmak suretiyle, gerek BM düzeyinde, gerek bölgesel
düzeyde pek çok uluslararası sözleşmeye taraf olmuştur.
90
Ülkemiz, uluslararası ve bölgesel anlaşmalardan doğan sorumluluklarını yerine getirme
konusunda kararlıdır. Türkiye, BM kapsamındaki müzakerelerde ve uluslararası alanda, “ortak
fakat farklılaştırılmış sorumluluklar” ile “hakkaniyet” ilkelerine ve ülkelerin ulusal kapasitelerine
uygun bir yaklaşım benimsenmesinden yanadır.
Öncelikli ve acil sorunlarından biri haline gelen iklim değişikliği ile küresel mücadeleye tüm BM
ülkelerinin katkı yapmaları gerekmektedir. Kurucu üyelerinden olduğu BM‟nin saygın bir ülkesi
olarak Türkiye, insanlığın karşı karşıya kaldığı en büyük sorunlardan biri olan iklim değişikliği
ile mücadele konusunda üzerine düşeni yapmaya hazırdır.
Bu anlayışla, ülkemiz, 2004 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi‟ne
ve 2009 yılında Kyoto Protokolü‟ne taraf olmuştur.
Ülkemiz, 2012 sonrasına ilişkin yeni iklim değişikliği rejiminde, ulusal kapasitesine ve sosyoekonomik gelişmişlik seviyesine uygun düşecek bir konumda yerini alarak, küresel çabalara
katkıda bulunmayı arzu etmektedir.
Türkiye bu amaçla uluslararası müzakerelere aktif ve etkin katılım sağlamaktadır. Ülkemiz,
geçtiğimiz yıl Kopenhag‟da düzenlenen Taraflar Konferansı‟nın başarısızlıkla sonuçlanması
neticesinde oluşan güvensizlik ortamında, yapıcı bir tutum sergilemeye özen göstermektedir.
Ülkemiz geçtiğimiz Ağustos ayında Bonn‟da gerçekleştirilen müzakerelerde 1992‟de BM İklim
Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi hazırlanırken yapılan EK-I ve Ek-dışı sınıflandırmasının
işlevselliğini yitirdiğini ifade etmiş ve yeni bir sınıflandırmanın yapılmasını önermiştir.
Ülkemiz, özgün koşullarına işlerlik kazandırabilmek ve Sözleşme‟nin sağladığı finansman ve
teknoloji transferi gibi imkânlardan yararlanabilmek için, 29 Kasım-10 Aralık 2010 tarihlerinde
Cancun/Meksika‟da yapılacak 16. Taraflar Konferansı‟na sunulmak üzere bir karar tasarısı
hazırlanmıştır. Karar tasarısı Sözleşme‟nin Sekretaryası‟na sunulmuş ve Taraf devletlere
dağıtılmış olup, tasarının Cancun‟da ele alınması beklenmektedir.
Ülkemiz ayrıca 2009 yılı Aralık ayında AB ile Çevre faslının müzakerelerine başlamıştır. Bu
çerçevede yasalarımız, AB Direktifleri ve düzenlemeleri ile uyumlaştırılmaya başlanmıştır. Bu
kapsamda AB ve AB‟ye taraf ülkelerle birçok proje yürütülmektedir.
Su kaynakları politikamız, suyun ülkemizin ekonomik ve sosyal kalkınmasındaki yeri, su ve gıda
güvenliği hususlarındaki önceliklerimizin yanı sıra, AB ile tam üyelik müzakereleri ile küresel
ve bölgesel gelişmeler göz önünde bulundurularak tespit edilmektedir.
Türkiye su potansiyelimizin %33‟ünü oluşturan sınıraşan nehirlerini, kıyıdaş ülkeler arasında bir
işbirliği unsuru olarak görmektedir. Bu düşünceden hareketle, tek havzadan oluşan Fırat ve Dicle
nehirlerinin sularının hakça, akılcı ve makul şekilde kullanılmasından yanayız. Bu çerçevede
ikili ve üçlü düzeydeki temaslarımız verimli bir şekilde sürdürülmektedir.
TERÖRĠZMLE ULUSLARARASI
91
MÜCADELE
Türkiye, insanlığa karşı suç olarak gördüğü terörizmle uluslararası mücadelede en ön saflarda
yer almaya devam etmektedir. Türkiye, bu alandaki ilkeli ve tutarlı tutumunu 2010 yılında da
sürdürmüş, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi olarak Terörle Mücadele Komitesi
başkanlığını üstlenmiştir.
Ayrıca bu konuyu uluslararası kuruluşların gündeminde tutmuş ve terör örgütü PKK‟nın izole
edilmesi yönünde de önemli kazanımlar sağlamıştır.
AB Konseyi bünyesinde Ocak ayı içinde kurulan “İç Güvenlik alanında Operasyonel İşbirliği
Daimi Komitesi” (COSI) tarafından 19 Mart 2010 tarihinde “PKK ile Avrupa‟da Mücadele”
konulu taslak Eylem Belgesi kabul edilmiştir. Sözkonusu belgede, terör örgütü ile mücadelede
“maliye ve gümrük” alanlarında alınması öngörülen önlemlere yer verilmekte ve COSI‟de temsil
edilen ulusal güvenlik makamlarından, anılan tedbirlerin uygulanması istenmektedir.
Öte yandan, 9-10 Temmuz 2010 tarihlerinde ülkemizi ziyaret eden AB Terörle Mücadele
Koordinatörü Gilles De Kerchove‟a, Adalet Bakanlığı, EGM ve Bakanlığım yetkililerinin
yanısıra, Sayın MİT Müsteşarı ve Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı tarafından da terör
örgütü ile mücadele alanındaki beklentilerimiz iletilmiştir.
13 Temmuz 2010 tarihinde gerçekleştirilen Türkiye-AB Siyasi Diyalog Toplantısında terörle
mücadele konusu da ele alınmış, toplantı sonunda AB tarafınca basına yapılan açıklamada, De
Kerchove‟un ülkemizdeki temaslarına değinilerek AB‟nin PKK‟yla mücadele konusunda
ülkemizle işbirliğini güçlendirme yönündeki taahhüdü vurgulanmıştır.
9 Kasım 2010 tarihinde Bakanlığımın ev sahipliğinde EUROPOL temsilcileriyle PKK ile
mücadele konusunda bir toplantı yapılmıştır. Toplantıda, PKK‟yla mücadele alanında işbirliği
olanakları ele alınmış ve bilgi paylaşımında bulunulmuştur.
2010 yılında Fransa, İtalya ve Belçika‟da PKK terör örgütü ve mensuplarına karşı yürütülen
operasyonlar, bu konudaki çabalarımızın karşılık bulması bakımından önemli bir gelişme
olmuştur.
Terör örgütüyle mücadele alanında yıl içinde kaydedilen bir diğer önemli gelişme ise, yıllardır
devam eden ısrarlı girişimlerimiz sonucunda, Danimarka‟dan aldığı lisansla bu örgütün yayın
organı olarak faaliyette bulunan ROJ TV ve bu kanalın ana şirketine karşı Kopenhag Bölge
Başsavcılığı tarafından Ağustos ayı içinde dava açılması olmuştur.
Türkiye, BM Güvenlik Konseyi üyesi sıfatıyla terörizmle mücadele konusunda BM çatısı altında
da etkin bir tutum izlemiştir. 2010 yılında Güvenlik Konseyi Terörle Mücadele Komitesi
Başkanlığını üstlenen Türkiye, Konsey üyesi ülkelerin terörle mücadele koordinatörlerini ve
ilgili BM birimlerinin başkanlarını 17-18 Haziran 2010 tarihlerinde Ankara ve İstanbul‟da
92
biraraya getirmiştir. Ülkemiz Başkanlığında 27 Eylül 2010 tarihinde Bakanlar düzeyinde
düzenlenen Terörizmle Mücadele konulu BM Güvenlik Konseyi Toplantısının sonunda, taslağı
tarafımızdan hazırlanan ve PKK ve DHKP-C terör örgütleri ile mücadele hususunda
görüşlerimizi de yansıtan Başkanlık Açıklaması kabul edilmiştir.
Öte yandan, Belçika ile Dışişleri, Adalet ve İçişleri Bakanları düzeyinde terörle mücadele
alanında ikili işbirliği konularını ele almak üzere, ilki 31 Ekim 2008 tarihinde İstanbul‟da
düzenlenen üçlü Bakanlar Toplantısının ikincisinin, 2011 yılı başında gerçekleştirilmesi
öngörülmektedir. Bu çerçevede 27 Ekim 2010 tarihinde Brüksel‟de, üst düzey makamların
katılımıyla bir hazırlık toplantısı düzenlenmiş, toplantıda terörle mücadelede işbirliği olanakları
incelenmiş, ayrıca Türkiye aleyhinde faaliyet gösteren terör örgütleriyle mücadele alanında
atılması gereken adımlar değerlendirilmiştir.
PKK‟nın Kuzey Irak‟taki varlığının tasfiyesi amacıyla Türkiye, Irak ve ABD‟nin katılımıyla
2008 yılının Kasım ayında oluşturulan Üçlü Mekanizma kapsamında şu ana kadar Bakanlar
Düzeyinde 5 Ana Komite Toplantısı ve 41 Alt Komite Toplantısı düzenlenmiştir.
11 Nisan 2010 tarihinde İstanbul‟da gerçekleştirilen son Ana Komite Toplantısında, PKK‟nın
Irak‟ın kuzeyindeki faaliyetlerinin engellenmesi ve lider kadrosunun etkisiz hale getirilmesi
amacıyla hazırlanan Üçlü Eylem Planı üzerinde mutabakata varılmış ve IKBY‟nin Mayıs ayında,
anılan eylem planı uyarınca gerekli adımları atmak üzere bir “Tedbirler Paketi”ni uygulamaya
koyduğu öğrenilmiştir.
Üçlü Mekanizma çerçevesinde ayrıca, Erbil‟de bir İstihbarat İrtibat Ofisi (EİİO) açılmıştır. 19
Ekim tarihinde Ankara‟da gerçekleştirilen Geniş Katılımlı Alt Komite toplantısında, Üçlü Eylem
Planının uygulanması, EİİO‟nun daha etkin hale getirilmesi ve iki ülke arasındaki sınır
işbirliğinin pekiştirilmesi üzerinde durulmuştur.
Ayrıca Suriye ile Terör ve Terör Örgütlerine Karşı Ortak İşbirliği Antlaşmasını imzalıyoruz.
Terörizmle mücadele alanında ABD ile de yakın işbirliğimiz sürmektedir. 30 Kasım 2010
tarihinde, ilgili kurumlarımızın katılımıyla Bakanlığımda ABD ile Terörizmle Mücadele
İstişareleri düzenlenmiştir. İstişarelerde, terörizmin tüm boyutlarının yanısıra PKK ve diğer terör
örgütleriyle mücadelede Türkiye ve ABD arasındaki işbirliğinin geliştirilmesine yönelik
konularında görüş alışverişinde bulunulmuştur.
KÜLTÜR VE TANITMA
FAALĠYETLERĠ
Yurtdışı tanıtım stratejimizin esasını, ülkemizin sahip olduğu zengin tarihi ve kültürel değerler
ile bunların diğer uluslarla ilişkilerin geliştirilmesine sağlayabileceği katkıların dünya
kamuoyunun dikkatine sunulması ve bu doğrultuda kamu diplomasisinden azami faydalanılarak
uluslararası fuar, sergi, sanat ve spor etkinliklerinden istifade olunması teşkil etmektedir.
93
Diğer taraftan, toplumumuzun ve kültürümüzün geleneksel hoşgörü anlayışı ulusal kimliğimizin
ayrılmaz bir parçası olup, farklı kimlik ve kültürlere karşı anlayış, hoşgörü ve saygı ile
kültürlerarası diyalog her zaman Türk Dış Politikasının önemli, öncelikli ve geleneksel
ilkelerinden biri olagelmiştir. Bu bağlamda, Türkiye, uluslararası ilişkilerde kültürlerarası
diyalog düşüncesinin öncülüğünü ve savunuculuğunu yapan ağırlıklı ve saygın bir ülke
konumunda bulunmakta, bu konudaki girişimlerin içinde yer almakta ve bahis konusu amaca
yönelik projeleri desteklemektedir.
Ayrıca, ülkemiz bir yandan kendi girişimiyle büyük ölçekli tanıtım projelerini yürütürken,
kültürel işbirliğinin sağlam bir hukukî zemine dayandırılması yönündeki çalışmalarına da devam
etmektedir. Bu meyanda, yürürlükte bulunan Kültürel Değişim Programları ve Kültürel İşbirliği
Protokollerinin yenilenmesi ve bu tür metinlerin daha fazla ülke ile imzalanması için gayret
sarfedilmektedir.
Türkiye‟yi, kültürümüzü ve Türkçe‟yi yurt dışında tanıtmak ve öğretmek üzere 5653 sayılı
Yunus Emre Vakfı Kanunu temelinde ihdas edilen ve 2009‟da faal hale gelen Yunus Emre
Vakfı, Bakanlığımla işbirliği halinde sırasıyla Saraybosna, Tirana, Kahire, Üsküp, Astana ve
Londra olmak üzere bu güne kadar 6 Yunus Emre Türk Kültür Merkezi açmıştır. 2011
içerisinde ise Yunus Emre Türk Kültür Merkezleri‟nin Belgrad, Berlin, Brüksel, Moskova ve
Paris‟te açılması planlanmaktadır. Yunus Emre Türk Kültür Merkezleri projesinin uzun vadede
hedefi ise küresel ölçekte bir kültür merkezleri ağı oluşturularak Türkiye‟nin kültürel sahada
küresel etkinliğinin artırılmasıdır.
Türkiye ile Fransa arasında imzalanan Niyet Mektubu ile 2009 yılı, “Fransa’da Türkiye
Mevsimi” ilan edilmiştir. 1 Temmuz 2009-31 Mart 2010 tarihleri arasında gerçekleştirilen
Fransa‟da Türkiye Mevsimi faaliyetleri çerçevesinde, 600 civarında kültürel, sosyal, siyasi,
ekonomik ve bilimsel etkinlik düzenlenmiştir. Mevsim, AB ülkelerinde yürütülmekte olan
tanıtım faaliyetleri çerçevesinde şimdiye kadar yurtdışında gerçekleştirilen en büyük, en
kapsamlı ve en uzun soluklu etkinlikler dizisi ve tanıtım faaliyetini oluşturmuş, düzenlenen
sergiler yaklaşık 1,5 milyon kişi tarafından ziyaret edilmiştir.
İstanbul‟da Türkçe ve Almanca tedrisatlı eğitim vermek üzere Türkiye ile Almanya arasında
2008‟de imzalanan bir anlaşma temelinde kuruluş çalışmaları başlatılan Türk-Alman
Üniversitesi‟nin “İlk Taşı” Almanya Federal Cumhurbaşkanı Christian Wullf‟un Ekim 2010‟da
ülkemizi resmi ziyareti sırasında Sayın Cumhurbaşkanımız ile Almanya Federal
Cumhurbaşkanı‟nın iştirak ettikleri bir törenle yerleştirilmiştir. Türk-Alman Üniversitesi‟nin
Almanya ile ilişkilerimizi eğitim, bilim, ekonomi ve kültür gibi birçok alanda daha da ileriye
götüreceği gibi, gençlerimizin Almanca bilgisi gerektiren iş sahalarında istihdamını
sağlayacaktır. 2011-2012 eğitim-öğretim yılından itibaren öğrenci kabul etmesi hedeflenen TürkAlman Üniversitesi‟nin Avrupa Birliği‟ne katılımımız yolunda da önemli bir araç haline
gelebileceği değerlendirilmektedir.
Benzer şekilde, Türkiye ile İtalya arasındaki ekonomik ilişkilerin bugün ulaştığı yüksek seviye
İtalyancaya vakıf üniversite mezunlarının yetiştirilmesi ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Bu ihtiyacın
karşılanması ve Türkiye ile İtalya arasındaki ekonomik, bilimsel ve kültürel ilişkilerin daha da
94
ileriye götürülmesi hedefiyle 2008‟de imzalanan Türk-Ġtalyan Üniversitesi‟nin kurulmasına
dair Anlaşma tarafımızca onaylanmıştır.
Haziran 2009'da devraldığımız Güneydoğu Avrupa Ülkeleri İşbirliği Süreci (GDAÜ) Dönem
Başkanlığımızın son faaliyeti olan GDAÜ Devlet Başkanları Kültürel Koridorlar Zirve Forumu
Sekizinci Toplantısı "Güneydoğu Avrupa‟da Kültürel Diyalogun Metaforu Olarak Müzik"
temasıyla 23 Haziran 2010 tarihinde İstanbul Çırağan Sarayı‟nda gerçekleştirilmiş ve anılan
Zirve Forumu sonunda “Güneydoğu Avrupa‟da Kültürel Diyalog Metaforu Olarak Müzik”
temalı “İstanbul Bildirisi” kabul edilmiştir.
Selanik Başkonsolosluğumuz yerleşkesi içerisinde yer alan Atatürk Evi‟nin Restorasyonunun
süratle ve diplomatik yerleşkenin gerektirdiği tüm güvenlik veçhelerini kapsayacak şekilde
hayata geçirilebilmesi için başlatılan çalışmalarda, Kültür ve Turizm Bakanlığıyla eşgüdüm
halinde ilerleme kaydedilmiş olup, sözkonusu restorasyona ilişkin proje, tamamlayıcı
unsurlarının hazırlanmasının ardından hayata geçirilecektir.
Balkanlar, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri başta olmak üzere geniş coğrafyaya yayılmış olan
yurtdışındaki tarihi eserlerimizin onarım ve yenileme çalışmaları Bakanlığımın öncelikleri
arasındadır. Bu itibarla yurtdışındaki tarihi eserlerimizin gelecek kuşaklara intikali sağlanmakta
ve eserlerimizin bulunduğu ülkelerle dostluk ilişkilerimizin güçlenmesi amaçlanmaktadır.
Ülkemiz son olarak, Meksika‟da yaşayan Osmanlı vatandaşlarının 1910 yılında, ülkenin 100.
bağımsızlık yıldönümü dolayısıyla başkent Meksika Şehri‟ne armağan ettikleri “Osmanlı Saati”
adıyla bilinen tarihi saat kulesinin onarım projesine katkıda bulunmuş ve kule 200. bağımsızlık
yıldönümü kutlamaları kapsamında 9 Eylül 2010 tarihinde törenle açılmıştır.
Bakanlığım, Türk kökenli ve Türk Dili konuşan ülkeler arasında ortak anlayışın
güçlendirilmesini ve Türk kültür ve sanatlarının geliştirilmesini amaçlayan uluslararası bir
kuruluş olan merkezi Ankara‟daki Uluslararası Türk Kültürü TeĢkilatının (TÜRKSOY)
çalışmalarına önemli katkılarını sürdürmektedir. TÜRKSOY ile çalışanlarının ülkemizde
görevleri sırasında yararlanacakları ayrıcalıklar ile bağışıklıkları belirleyen "Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı (TÜRKSOY) Arasında Evsahibi
Ülke Anlaşması” 4 Şubat 2010'da Ankara'da imzalanmıştır.
Münhasıran ülkemizi tanıtmaya yönelik geniş kapsamlı projeler de gerçekleştirilmektedir. Bu
çerçevede dünyanın eğitim, bilim ve kültür olimpiyatı sayılan ve 2010 yılında düzenlenen EXPO
ġanghay Dünya Sergisi’ne katılım sağlanmıştır. 2.000 m2‟lik bir sergi alanına sahip Türk
pavyonu için “Türkiye-Medeniyetlerin Beşiği, Anadolu-Daha İyi Şehirler, Daha İyi Yaşamlar
Alanı, İstanbul-İki Kıta, Bir Şehir” teması belirlenmiştir. Pavyonumuz 7,5 milyonun üzerinde
ziyaretçi tarafından gezilmiştir. Türk Pavyonu, “tema geliştirme” kategorisinde gümüş madalya
kazanmıştır.
Bakanlığım, Türkiye‟nin geniş kapsamlı tanıtımı amacıyla, resmi ve özel kurumların yanı sıra,
sivil toplumla da işbirliği halinde, Türk Haftaları/Günleri/Yılları/Mevsimleri adı altında
düzenlenen birçok etkinliğe katkıda bulunmaktadır.
95
BirleĢmiĢ Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür TeĢkilatı (UNESCO) kapsamında yürütülen
çalışma ve etkinliklere katılımımız dış kültür, eğitim, bilim ilişkilerimiz ve işbirliğimiz
bağlamında önemli bir yer tutmaktadır. UNESCO düzlemindeki çalışmalarımız çok taraflı
diplomasinin ötesinde Birleşmiş Milletler sistemine verdiğimiz önemin kamuoyuna en iyi
şekilde açıklanmasına da imkân sağlamaktadır. Ülkemiz, UNESCO çevrelerinde ağırlıklı bir
konuma sahiptir.
Ülkemizin hâlihazırda UNESCO Dünya Kültürel ve Doğal Mirası Listesi'nde kayıtlı toplam 9
alanı bulunmaktadır (İstanbul‟un Tarihî Alanları, Kapadokya, Divriği Camii ve Hastanesi,
Hattuşaş, Nemrut Dağı, Xanthos-Letoon, Pamukkale, Safranbolu, Truva). Öte yandan, Dünya
Miras Listesi‟ne kaydedilmek üzere UNESCO Dünya Miras Merkezi‟ne yakın zamanda
sunduğumuz “Alanya Eski Kent Dokusu ve Surları ile Selçuklu Tersanesi” ve “Edirne Selimiye
Camii ve Külliyesi” adaylık dosyalarımız UNESCO tarafından yeterli bulunmuş ve
değerlendirme sürecine alınmıştır.
Bunun yanında, 1985 yılından beri bu listede yer alan “İstanbul‟un Tarihî Alanları”nın, Tehlike
Altındaki Dünya Mirası Listesine alınmasının gündeme gelmesi üzerine, geçtiğimiz aylarda
Brezilya‟da düzenlenen Dünya Miras Komitesi Toplantısında, Bakanlığım temsilcileri ile birlikte
Kültür ve Turizm Bakanlığı, UNESCO Türkiye Millî Komisyonu, İstanbul Valiliği ve İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanlığı yetkililerinden oluşan heyetimiz, ilgili UNESCO makamları
nezdinde girişimlerde bulunmuştur. Bakanlığım bu konuda yapılan çalışmaları Dünya Mirası
Komitesi üyelerine anlatmış ve Dünya Mirası Komitesinin tavsiyeleri doğrultusunda tertipler
almayı taahhüt etmiştir. Bu çerçevede, “İstanbul‟un Tarihî Alanları”nın Tehlike Altındaki Dünya
Mirası Listesi‟ne alınması konusu, gerekli raporların düzenlenmesinin ardından görüşülmek
üzere, 2011 yılında Bahreyn‟de düzenlenecek toplantıya değin gündemden çıkarılmıştır.
Tanıtım stratejimizin günümüz gereklerine uyarlanması yönündeki gayretlerimiz de sürmektedir.
Ülkemizin AB‟ye katılım sürecinde AB kamuoylarının artan önemine binaen, AB üyeliğimize
muhalif ülkelerin kamuoylarının lehimize yönlendirilmesine büyük önem verilmektedir. Bu
bağlamda, tanıtım faaliyetlerimizin hedef kitlesini ağırlıklı olarak Avrupa kamuoyu
oluşturmaktadır.
Ülkemiz dünya çapında etkili ve güçlü lobilerin karalama kampanyalarına hedef olmakta ve
geniş imkânlara sahip bu karşı çevrelerin ülkemiz aleyhindeki propaganda çalışmalarının
dengelenebilmesi için her türlü imkândan yararlanılmaktadır.
Belirtmek istediğim bir diğer husus da, ülkemizin uluslararası spor, kültür ve sanat etkinliklerine
artan oranda evsahipliği yapmasının, tanıtım faaliyetlerimiz bakımından büyük önem taşıdığı
gerçeğidir. Nitekim Ağustos-Eylül 2010 aylarında Ankara, İstanbul, İzmir ve Kayseri‟de
başarıyla düzenlediğimiz Dünya Basketbol Şampiyonası ülkemizin uluslararası alandaki itibarını
ve görünürlüğünü pekiştirmiştir. Aynı şekilde, 27 Ocak-6 Şubat 2011 tarihleri arasında
Erzurum‟da düzenlenecek olan 25. Dünya Üniversite Kış Oyunlarının da kış sporları alanında
ülkemizin tanıtımına önemli katkılar sağlayacağı düşünülmektedir.
96
Ülkemizin uzun vadeli tanıtım stratejisi çerçevesinde, uluslararası akademik alanlarda Türkiye
ile ilgili konularda nitelikli araştırmaların sayısının arttırılması, çağdaş Türkiye araştırmalarının
geliştirilmesi ve yabancı ülke kamuoylarında modern Türkiye hakkında bir tartışma platformu
oluşturulması için de çaba sarfedilmektedir.
Daha kapsamlı ve günümüz koşullarına uygun tanıtım stratejilerinin belirlenip uygulanabilmesi
için mali kaynak tahsisi büyük önem taşımaktadır.
Diğer taraftan, dış siyasetimizi öncelikle kendi halkımıza her türlü imkân ve araçtan yararlanarak
daha etkin biçimde tanıtmak, çeşitli katmanlarda daha geniş biçimde tartışılmasını sağlamak ve
izlenen politikalara kamuoyu desteğini artırmak amacıyla, halkla ilişkiler faaliyetlerimizin yurt
sathına yayılması amacıyla Bakanlığım mensuplarınca çeĢitli illerimize ziyaretler
gerçekleştirilmektedir.
Bu doğrultudaki ilk adımı, Bakanlığımın üst yönetimi ile yurtdışında görevli bir grup
Büyükelçimizden oluşan bir heyetle 9-10 Ocak tarihlerinde ziyaret ettiğim Mardin‟de atarak,
mülki ve askeri erkân, sanayi ve ticaret çevreleri, üniversite yetkilileri ve basın temsilcileriyle bir
araya geldim.
Müsteşar Yardımcısı veya Genel Müdür düzeyindeki bir Büyükelçimizin başkanlığındaki
heyetlerimiz bunu takiben Mart-Kasım döneminde benzer bir program kapsamında toplam 14
ilimizi ziyaret ettiler. Sözkonusu ziyaretler, belirli bir program çerçevesinde ve tüm illerimizi
kapsayacak şekilde önümüzdeki dönemde de sürdürülecektir.
YURTDIġINDA YAġAYAN
VATANDAġLARIMIZ
Yurtdışında 5 milyonu aşkın vatandaşımız yaşamaktadır. Bunların büyük bölümü 1960‟ları
takip eden dönemde çalışmak için başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerine giden
vatandaşlarımızdan ve onların ailelerinden oluşmaktadır. Ayrıca eğitim amacıyla ABD, Kanada
ve Avustralya gibi ülkelerde de vatandaşlarımız bulunmaktadır. Zaman içinde vatandaşlarımızın,
yaşadıkları ülkelerin başta ekonomik olmak üzere siyasi ve kültürel hayatına artan ölçüde
katılmaya başladıkları gözlenmektedir.
Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımıza ilişkin politikamız, bulundukları ülkelerin toplumsal
dokusuna, asimile olmadan etkin biçimde katılırken, anadilleri, anavatanları ve özkültürleri ile
bağlarını korumaları, yasalara saygılı, müreffeh ve başarılı bir hayat sürmeleri anlayışına
dayanmaktadır. Bu çerçevede, vatandaşlarımızın ülkemizle olan bağlarının güçlendirilmesi,
benliklerinin korunması, durumlarının iyileştirilmesi, uyumlarının kolaylaştırılması, eğitim,
kültür, din ve diğer alanlarda ihtiyaç duyulan hizmetlerin geliştirilmesi yönünde yoğun çaba
gösterilmektedir.
Bu hizmetler kapsamında halen yurtdışında Bakanlıklararası Ortak Kültür Komisyonu kararıyla
atanan 1.060 öğretmen ile 1.224 din görevlimiz bulunmaktadır.
97
Yurtdışındaki vatandaşlarımıza yönelik faaliyetlerin yürütülmesinde, ilgili ülke makamlarıyla
somut temellerde işbirliği içerisinde olmaya özel önem verilmektedir. Vatandaşlarımızın
bulundukları ülkelerdeki haklarının daha iyi korunması için her türlü çaba sarfedilmektedir. Bu
çerçevede, çalışan nüfusumuz ve aile fertlerinin sosyal haklarının korunmasına yönelik olarak
başta Avrupa ülkeleri olmak üzere 26 ülkeyle ikili sosyal güvenlik anlaşmaları imzalanmıştır.
Aramızda ahdi bir temel olmayan ülkelerdeki vatandaşlarımızın haklarının garanti altına
alınması için de girişimlerimiz sürdürülmektedir.
Yurtdışındaki temsilciliklerimizin vatandaşlarımıza sundukları geleneksel konsolosluk
hizmetlerinin yanı sıra vatandaşlarımıza, yerel makamlarla ilişkilerinde hukuki konularda
ihtiyaç duyabilecekleri bilgi ve yönlendirmenin sağlanması amacıyla, özellikle Batı Avrupa
ülkelerindeki temsilciliklerimizde, 2001 yılından itibaren Sözleşmeli Hukuk Danışmanlarının
hizmetlerinden yararlanılmaya başlanmıştır. Uyum sorunları, yabancı düşmanlığı, ırkçılık,
İslamofobi, ayrımcılık içerikli eylem ve uygulamalar yanında, göç ve entegrasyon yasaları gibi
mevzuat değişiklikleri ile giderek çeşitlenen sorunlar karşısında vatandaşlarımıza halihazırda,
Avrupa ülkelerindeki 34 Temsilciliğimizde toplam 36 hukuk danışmanı ile hizmet verilmektedir.
Vatandaşlarımız, kendi aralarındaki iletişim ağını genişletmeleri, dayanışmayı güçlendirmeleri
ve toplum hayatına daha etkili biçimde katılmaları için teşvik edilmektedirler. Bu bağlamda,
yurtdışında bulunan vatandaş derneklerimizle iletişim içinde olmaya, vatandaşlarımızın Sivil
Toplum Kuruluşları (STK) etrafında örgütlenmelerinin desteklenmesine, anadilimizin ve kültürel
değerlerimizin korunması ve yeni nesillere aktarılması çerçevesinde, yerel yabancı makamlarla
da işbirliği içinde, bütçe olanaklarımız dahilinde katkı sağlanmaya çalışılmaktadır.
Vatandaşlarımıza, mallarına, camilerine/ibadethanelerine yönelik yabancı düşmanlığı, ayrımcılık
ve ırkçılık içerikli saldırılar ile bu kapsamdaki söylem ve uygulamalarla etkin bir şekilde
mücadele edilmesi yönünde her düzeyde girişim gerçekleştirilmektedir. Bu bağlamda, konuya
ilişkin görüş ve beklentilerimiz ikili temaslarımızda muhataplarımıza iletilmekte ve uluslararası
platformlarda da konu yakından izlenmektedir.
Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın, bulundukları ülkelerle Türkiye arasında köprü
oluşturacağı ve yaşadıkları toplumlar ile ülkemiz arasındaki işbirliği alanlarını çeşitlendireceği
düşünülmektedir. İnsan odaklı bir politika anlayışı, kolektif bilgi ve tecrübeden yararlanmaya
dayalı bir tutumla, ilgili temsilciliklerimizce sık sık vatandaşlarımızın sorunlarını ve
beklentilerini irdelemeye ve çözüm yolları üretmeye yönelik toplantılar düzenlemektedir.
VĠZE VE DĠĞER KONSOLOSLUK
KONULARI
Ülkeler arasındaki ilişkiler, hızlı bir şekilde küreselleşen dünyada, yalnızca devletlerarasındaki
temaslardan ibaret olmaktan çıkmaktadır. Farklı ülkelerdeki bireyler ya da gruplar artan bir
şekilde birbiriyle irtibata geçmekte, ekonomik, ticari ve sosyal bakımdan ilişkiler kurmaktadır.
Bu ilişkiler sayesinde konsolosluk alanındaki faaliyetler de derinlik ve yoğunluk kazanmaktadır.
98
Bakanlığımın konsolosluk ilişkileri alanındaki görevleri, vatandaşlarımızın yurtdışı ilişkilerinin
ve temaslarının çoğalması, buna bağlı olarak daha fazla sayıda adli, hukuki, ticari ve vize
sorunlarıyla karşılaşmaları ve daha çok yabancının yatırım yapmak, çalışmak, öğrenim görmek,
turizm ya da muhtelif nedenlerle ülkemizi ziyaret etmesi ya da ülkemize yerleşmesi nedeniyle
her geçen yıl artmaktadır. Bakanlığım ve yurtdışı temsilciliklerimiz, Konsolosluk İlişkileri
Hakkında Viyana Sözleşmesi‟nin taraf ülkelere tanıdığı haklar ve karşılıklılık ilkesi
çerçevesinde, çeşitli vesilelerle yurtdışında bulunan ve/veya yurtdışına giden vatandaşlarımızın
hak ve çıkarlarının korunması için ilgili ülkelerin yerel makamları ve bu ülkelerin Türkiye‟deki
temsilcilikleriyle yoğun işbirliği içinde azami çaba sarfetmektedir.
Özellikle vatandaşlarımızın yoğun olarak bulunduğu ülkelerle her yıl konsolosluk görüşmeleri
yapılmakta, bu alandaki ilişkilerimizin en ileri seviyeye ulaşmasına çalışılmaktadır. 2010 yılında
Belçika, Avusturya, Fransa, İsviçre, Estonya, Çek Cumhuriyeti, KKTC, İran, Tunus,
Makedonya, Hırvatistan ve Gürcistan ile konsolosluk istişareleri gerçekleştirilmiştir. Ayrıca,
diğer ülkelerle de adli işbirliği anlaşmaları ve ikili konsolosluk sözleşmeleri akdedilerek,
konsolosluk alanındaki ilişkilerimizin yasal temeli oluşturulmaktadır.
Bunlara ilaveten, çoğu çeşitli Avrupa ülkelerinde bulunan terör örgütü mensupları dâhil olmak
üzere suçluların ülkemize iadesine yönelik çalışmalarımız bu yıl da devam etmiştir.
Hazırlıklarına 2005 yılında başlanan ve dış temsilciliklerimizde daha önceden kullanılan
konsolosluk otomasyonu programının ileri bir aşaması olan Konsolosluk.Net otomasyon
sistemine, hâlihazırda konsolosluk işlemi yapan toplam 135 temsilciliğimiz dâhil edilmiştir.
2011 yılı içinde bu sayının artırılması planlanmaktadır. Yurtdışında yaşayan 5 milyona yakın
vatandaşımızın %97‟sine bu program vasıtasıyla hizmet sunulmaktadır.
Konsolosluk.Net projesi gerek konsolosluklarımızın kendi arasında gerek Türkiye‟deki kamu
kurum ve kuruluşlarının bilgi işlem otomasyon sistemleriyle çevrimiçi bağlantı kurularak verilen
hizmetin yaygınlaştırılmasını ve kalitesinin arttırılmasını hedeflemektedir. Bu bağlamda, İçişleri
Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü ve Emniyet Genel Müdürlüğüyle
yapılan bilgi paylaşımı amaçlı entegrasyonla, yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın nüfus
bilgileriyle pasaport ve sürücü belgesi kayıtları gibi bilgilere en güncel haliyle ve en hızlı şekilde
ulaşılarak, vatandaşlarımıza mahallinde ve anında hizmet sunulması sağlanmış ve onların
mağduriyetine ve şikâyetlerine neden olan bekleme süreleri en aza indirilmiştir. Ayrıca bu
sayede, dış temsilciliklerimizle merkez ve diğer kurumlar arasındaki yazışma trafiği azaltılmış,
önemli ölçüde emek, zaman ve kaynak tasarrufu sağlanmıştır. Benzer bir entegrasyon Adalet
Bakanlığı ile sağlanmış olup, Milli Savunma Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığıyla ve Türkiye Noterler Birliğiyle de sağlanması yönünde çalışmalar devam
etmektedir.
Konsolosluk.Net projesinin bir ayağı olan “e-Konsolosluk” adlı internet sitesi vasıtasıyla,
yurtdışındaki vatandaşlarımız dış temsilciliklerimize şahsen başvurarak talep ettikleri hizmetlerin
önemli bir kısmı için başvurularını internet üzerinden yapabilmektedir. Hâlihazırda 56
temsilciliğimizde interaktif işlem uygulaması yapılmaktadır.
99
Konsolosluk işlemleriyle ilgili konularda telefonla yapılan bilgi taleplerini karşılamak amacıyla
kurulan Konsolosluk Çağrı Merkezi 2005 yılında Şikago Başkonsolosluğumuz bünyesinde
hizmet sunmaya başlamıştır. Avrupa ülkelerinde yaşayan vatandaşlarımızın da yararlanması
amacıyla ikinci Konsolosluk Çağrı Merkezi, sözü edilen vatandaşlarımıza hizmet verecek şekilde
Ankara‟da 2 Nisan 2007 tarihinde kurulmuştur. Her iki Çağrı Merkezi 25 Ağustos 2010 tarihinde
Ankara‟daki merkezde birleştirilmiştir. Konsolosluk mevzuatında eğitimli, yabancı dil bilen 20
uzman personel Türkçenin yanısıra beş dilde (İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca ve
Flemenkçe) vatandaşlarımızın sorularını 7 gün 24 saat esasına göre cevaplamaktadır. Bu hizmet
sayesinde vatandaşlarımızın talep ve sorunlarını ilgili mercilere ulaştıramama yönündeki
şikâyetleri de önemli ölçüde azalmıştır.
Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımıza daha kaliteli ve süratli konsolosluk hizmeti sunulması
amacıyla yeni temsilciliklerimiz açılmaktadır. Bu çerçevede 2010 yılı içinde açılan
Büyükelçiliklerimiz Konsolosluk Şubelerinin dışında, 3 muvazzaf Başkonsolosluk (Boston,
Erbil, Gence), 3 Fahri Başkonsolosluk ve 2 Fahri Konsolosluk hizmet vermeye başlamıştır.
Diğer taraftan, vatandaşlarımızın seyahat özgürlüklerinin önündeki engellerin başında gelen vize
uygulamasının kaldırılması veya kolaylaştırılması için yoğun çaba sarfedilmektedir. Özellikle,
Schengen vizesi temininde karşılaşılan zorlukların giderilmesi için AB ülkeleriyle yapılan her
temasta bu konudaki sıkıntılar gündeme getirilmekte ve vize muafiyetine ilişkin beklentilerimiz
aktarılmaktadır. Bizim temel hedefimiz vatandaşlarımızın tüm Avrupa‟da vizesiz seyahat
edebilmeleridir.
Yapılan görüşmelerde, AB üyeliği yolunda müzakereci ülke pozisyonumuzla ve 1996 yılında
AB ile Gümrük Birliğini gerçekleştirmiş ülke olarak Türk vatandaşları için vize yükümlülüğünün
kaldırılmasına yönelik bir karar beklediğimiz vurgulanmaktadır.
2010 yılında, bazı Avrupa ülkelerinin yanısıra, Orta Doğu ve Afrika ülkeleriyle umuma mahsus
ve/veya resmi pasaport hamilleri için karşılıklı vize muafiyeti anlaşmaları imzalanmış ve
Yunanistan‟ın hususi pasaport hamillerimize uyguladığı vizelerin kaldırılması sağlanmıştır. Son
olarak, 14 Temmuz 2010 tarihinde Portekiz ile hizmet ve hususi pasaport hamillerini karşılıklı
olarak vizeden muaf kılan bir anlaşma imzalanmıştır.
Ülkemize iş görüşmesi amacıyla gelmek isteyen Sahra‟nın Güneyindeki Afrika ülkeleri
işadamlarına kolaylıklar sağlanmaktadır. Keza, turizmi destekleyici mahiyette Batı ülkeleri ve
Körfez ülkelerinden gelecek şahıslara sınırda vize verilmesine matuf uygulama
sürdürülmektedir. Ayrıca, bazı Güney Asya (Hindistan, Pakistan ve Bangladeş gibi) ile Latin
Amerika (Meksika) ülkelerine de vize kolaylıkları tanınmaya başlanmıştır.
Diğer taraftan, küresel yoksulluk ve istikrarsızlıktan kaynaklanan göç olgusu, çağımızın öne
çıkan özellikleri arasındadır. Küreselleşmeyle birlikte giderek karmaşıklaşan uluslararası göç
hareketleri ve bunun yarattığı sorunlar, dünyanın hemen her yöresinde ülkelerin siyasi
gündeminde üst sıralardadır.
100
Bu çerçevede karşı karşıya bulunulan yasadıĢı göç sorunu endişe veren ve uluslararası
güvenliğini tehdit eden boyutlara ulaşmıştır. Çözümü tek başına herhangi bir ülkenin
olanaklarının ötesinde olan sorunun büyüklüğü karşısında, yasadışı göç akımının önlenmesinde
uluslararası sorumluluk ve dayanışma temelinde güç birliği yapılmalıdır.
Coğrafi konumu nedeniyle yasadışı göçten olumsuz etkilenen ülkemiz bu akınla kararlılık ve
ciddiyetle mücadele etmektedir. Küresel siyasi ve ekonomik istikrarsızlık ortamı, refah düzeyi
yüksek olan Avrupa ülkelerine ulaşmak amacıyla ülkemizi geçiş güzergâhı olarak kullanmak
isteyenlerin sayısının giderek artmasına yol açmaktadır.
Bu çerçevede, ülkemize yasadışı yollardan giren veya yasal yollardan girdikten sonra yasadışı
konuma düşen yabancıların, yurtlarına, mukimi bulundukları ülkelere veya geçtikleri ülkelere
geri gönderilmeleri ulusal güvenlik ve kamu düzeni açısından önem taşımaktadır.
Yasadışı göçmenlerin, hukuki zeminde, düzenli, hızlı, güvenli ve insan onuruna yaraşır şekilde
geri gönderilmelerine dair esas ve usulleri düzenleyen geri kabul anlaşmaları, yasadışı göç
üzerinde caydırıcı rol oynamaktadır.
Bu çerçevede, yasadışı göçün hedefindeki Avrupa Birliğinin yanı sıra göçe kaynak teşkil eden
yakın çevremizdeki ülkelerle işbirliği geliştirilmesine ve geri kabul anlaĢmaları imzalanmasına
yönelik girişimlerimiz de devam etmektedir.
Avrupa Birliği‟yle ülkemiz üzerinden giden yasadışı göçmenlerin geri kabulüne dair anlaşmanın
müzakereleri geçtiğimiz Mayıs ayında dengeli ve uygulanabilir bir metin üzerinde
sonuçlandırılmıştır.
Ülkemiz ve Yunanistan, bölgeye yönelik yasadışı göçten diğer Avrupa ülkelerinden daha fazla
olumsuz etkilenen iki ülkedir. Yasadışı göçle mücadelede Yunanistan ve Avrupa Birliğiyle
işbirliği halinde kararlı davranmadığımız takdirde artacak göç baskısından ülkemizin de zararlı
çıkacağı muhakkaktır. Bu nedenle gerek komşumuz Yunanistan gerek Avrupa Birliği‟yle yakın
işbirliği geliştirilmesini gerektiren temel konulardan biri yasadışı göç meselesidir.
Sayın Başbakanımız, Yunanistan Başbakanı Papandreu'ya muhatap 30 Ekim 2009 tarihli
mektubunda, yasadışı göç konusunu behemehâl ilgilenilmesi gereken meseleler arasında
zikretmiştir. Sayın Başbakanımızın Mayıs 2010 Atina ziyaretlerinde gerçekleştirilen Yüksek
Düzeyli İşbirliği Konseyi toplantısı vesilesiyle Sayın İçişleri Bakanımız ve Yunanistan Vatandaş
Himayesi Bakanı tarafından imzalanan Ortak Beyanatta, örgütlü suçların her şekliyle mücadele
için gösterilen çabanın kuvvetlendirileceği ve yasadışı göçle mücadele amacıyla, 8 Kasım 2001
tarihli Geri Kabul Protokolüne etkinlik sağlamak için gereken tüm tedbirlerin alınacağı
belirtilmiştir.
Sözkonusu Beyanat çerçevesinde Haziran ve Temmuz aylarında uzmanlar düzeyinde
gerçekleştirilen toplantılar sonucunda Protokolün daha etkin uygulanmasına yönelik olarak
yasadışı göçmenlerin geri kabulü için İzmir/Dikili Limanı belirlenmiş ve ülkemizin yılda bin
yasadışı göçmenin iadesini kabul etmesi üzerinde mutabakata varılmıştır.
101
Diğer taraftan, Türk Ceza Kanunu‟nun 79. maddesinde yapılan değişlikle, özellikle Ege
Denizinden yasadışı göçmen kaçakçılığına karşı caydırıcı bir adım atılmıştır.
İçişleri Bakanlığı "İltica ve Göç Sınır Yönetimi Mevzuatı ve İdari Kapasitesini Geliştirme ve
Uygulama Bürosu"nun eşgüdümünde çalışmalarını sürdüren Ġltica ve Göç ÇalıĢma Grubu ile
Görev Gücünün çalışmalarına, Bakanlığım ilgili birimleri etkin katılım sağlamaktadır. Keza,
İçişleri Bakanlığı "Sınır Yönetimi Mevzuatı ve İdari Kapasitesi Geliştirme ve Uygulama
Bürosu"nun çalışmalarına Bakanlığım ilgili birimleri katılmaktadır.
Ġnsan Ticareti Mücadele Ulusal Koordinatörü görevini yürüten Bakanlığım, bu alanda
sürdürülen faaliyetlerin etkinliğinin ve taraf olunan uluslararası antlaşmalara uygunluğunun
sağlanması amacıyla gerekli katkıda bulunmaktadır. Bu çerçevede suçun mağdurlarının
korunması ve desteklenmesine yönelik olarak sığınmaevleri ve 157 Yardım ve İhbar Hattının
işletmesine destek sağlamaktadır.
STRATEJĠK ARAġTIRMALAR
MERKEZĠ
Mayıs 1995‟de kurulan Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAM) akademik görüş, değerlendirme,
yorum ve seçenekleri karar vericilerin dikkatine sunmak amacıyla, Türk dış politikası,
uluslararası ilişkiler, siyasi-stratejik konular, bölgesel uyuşmazlıklar ve sorunlar ile bu sorunların
çözümleri üzerine araştırmalar yürütülmesini sağlamaktadır. Buna ek olarak, ülkemizden ve
çeşitli ülkelerden yabancı uzmanlar, akademisyenler ile seçkin kişilerin katıldığı seminerler,
konferanslar, yuvarlak masa ve beyin fırtınası toplantıları düzenlemektedir.
Bu çerçevede, SAM, Türkiye ile ilişkileri önem arzeden diğer ülkelerde bulunan karşıtlarıyla
işbirliği mekanizmaları kurmaktadır.
SAM, Mart 1996‟dan bu yana, her üç ayda bir, düzenli bir şekilde “Perceptions” adlı uluslararası
nitelikli İngilizce akademik bir dergi yayınlamaktadır. Türkiye‟nin tezlerinin ve mesajlarının,
bilimsel ve tarafsız biçimde, dünyadaki seçkin üniversitelere, araştırma kurumlarına,
akademisyenlere ve siyasetçiler başta olmak üzere geniş bir çevreye iletilmesini sağlayan dergi,
bu alandaki boşluğun doldurulmasında önemli bir rol oynamaktadır. “PERCEPTIONS,” PAIS ve
CSA adlı uluslararası akademik endeks sistemlerine dâhil edilmiş bulunmaktadır.
Merkez, ayrıca, çeşitli konularda bilimsel rapor ve araştırmalar ile ülkemizin tanıtımına ve dış
politikasının daha iyi anlaşılmasına yönelik kitap formatındaki çalışmaları da “SAM Kâğıtları”
serisi olarak yayınlamaktadır.
Son dönemlerde SAM, akademik ve bilimsel nitelikteki faaliyetlerine ilaveten, Türkiye‟nin
tanıtımı açısından prestij değeri yüksek “Forum” adı verilen toplantılar düzenlemeye başlamıştır.
Bu çerçevede İtalya ile her yıl dönüşümlü olarak “Forum” düzenlemekte, bu toplantılara her iki
taraftan yüksek düzeyde Bakanlar, parlamenterler, gazeteciler, akademisyenler ile kültür ve sanat
102
çevreleri temsilcileri katılmaktadır. Böylece, iki ülkenin birbirlerini daha iyi anlamalarına
katkıda bulunmak amacıyla ülkemizin tanıtımının yanı sıra her iki taraf arasında dostluk ve
işbirliği anlayışı güçlenmektedir.
SAM, ayrıca, Merkezin çalışmalarında ve araştırma faaliyetlerinde görev almak isteyenler için
kısa süreli gönüllü staj programları da düzenlemektedir.
DĠPLOMASĠ AKADEMĠSĠ
Akademi Başkanlığımız, 22 Ocak 1968 tarihinde Dışişleri Akademisi adıyla kurulmuş; 24
Haziran 1994 tarih ve 4009 sayılı “Dışişleri Bakanlığı‟nın Kuruluş ve Görevleri Hakkında
Kanun” ile “Dışişleri Eğitim Merkezi” adını almış ve son olarak 6004 sayılı yeni Teşkilat
Kanunu ile ismi “Diplomasi Akademisi Başkanlığı” olarak değişmiştir.
Dış politikamızın kapsamının genişlemesi ve bölgesel açılımlarla orantılı olarak personel ihtiyacı
da artmaktadır. Yeni Teşkilat Kanunuyla Eğitim Merkezimizin bir Diplomasi Akademisi haline
getirilmiş olması, günümüzün süratle değişen ve yenilenen bu uluslararası ortamında yerinde
değerlendirmeler yapıp etkili çözümler üretebilen, kararlaştırılan politikaları etkili şekilde
uygulayabilen, ileriye dönük politikalar üretebilecek kapasiteye sahip, diplomasi kültür ve
geleneğini bilen personel yetiştirilmesine verilen önemi göstermektedir. Nitekim bu hedefler
dikkate alınarak, 2011 yılında Akademimizde aday memurlara verilecek eğitim gerek süre gerek
içerik bakımından daha da geliştirilmektedir. Amacımız, önümüzdeki yıllarda gerekli hukuki ve
fiziki zemin oluşturularak Diplomasi Akademisinin yüksek lisans programları verebilecek bir
yapıya kavuşturulmasıdır.
Diplomasi Akademisinin faaliyetlerini Bakanlık mensuplarına, diğer kamu kurum ve
kuruluşlarına ve yabancı diplomatlara yönelik olmak üzere üç gruba ayırmak mümkündür.
Bakanlık mensuplarına yönelik faaliyetler çerçevesinde en önemli görevlerden biri, Bakanlığıma
yeni katılan tüm aday memurlarımızın eğitimidir. Aday memurlarımız, 657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu (55. Md) ve Devlet Personel Dairesi Başkanlığının 1983 tarihli Yönetmeliği
çerçevesinde oluşturulan bir hizmet içi eğitim sürecinden geçmektedir. Diplomasi Akademisinin
getirdiği yeniliklerden biri de, 2011 yılında Meslek Memurları ile Konsolosluk ve İhtisas
Memurlarına hemen hemen aynı hizmet içi eğitim programının uygulanmasının öngörülmesidir.
Hizmet içi eğitim sürecinin ilk bölümünü teşkil eden “Temel Eğitim”, diğer tüm kamu
kurumlarında olduğu gibi devlet memurlarının ortak vasıfları ile ilgili bilinmesi gereken asgari
bilgileri verecek şekilde hazırlanmaktadır.
Sürecin ikinci aşamasını teşkil eden “Hazırlayıcı Eğitim”de ise Bakanlığımın çalışma usul ve
esaslarının yanı sıra, dış politikamızın öncelikli konuları hakkında mesleki bilgiler interaktif bir
ortamda verilmektedir. Bu çerçevede Bakanlığım üst düzey yetkilileri, diğer Bakanlık ve
kuruluşlardan yetkililer, üniversitelerimizden ve yurtdışından öğretim görevlileri, Ankara‟da
mukim yabancı ülkelerin Büyükelçilik mensupları ve diğer tanınmış şahsiyetler tarafından
103
programda öngörülen konularda konferanslar verilmektedir. Başta Türkiye Büyük Millet Meclisi
olmak üzere önde gelen kamu kurum ve kuruluşları ziyaret edilmektedir.
Hizmeti içi eğitim sürecinin üçüncü ve son aşamasını ise, Bakanlık icra birimlerinde ve/veya
yurtdışındaki misyonlarımızda yapılan ikişer haftalık stajlar teşkil etmektedir. Hizmet içi eğitim
programı, aday memurlarımıza Bakanlığımın görev, sorumluluk, yetki ve geleneklerini
öğretmenin yanı sıra, uzun yıllar iç ve dış teşkilatta birlikte çalışacak personelimiz arasında bir
aidiyet hissi ve takım ruhunun oluşmasına imkân verecek şekilde tam gün esasına göre
uygulanmaktadır.
Diplomasi Akademisi ayrıca, merkez memurlarının ve sürekli görevle ilk defa yurtdışına atanan
mensuplarımızın eşleri için de ihtiyaçları dikkate alarak eğitim program ve kursları
düzenlemektedir.
Diğer kamu kurum ve kuruluşlarına yönelik faaliyetlerin başında, yurt dışına atanan diğer kamu
kuruluşlarının mensupları için yılda dört defa düzenlenen yönlendirme programları gelmektedir.
Ayrıca diğer kamu kurumlarında düzenlenen hizmet içi eğitim programları çerçevesinde
Bakanlığım mensuplarının uzmanlık alanlarında konferanslar vermesi istenmekte ve bu talepler
Diplomasi Akademisinin eşgüdümünde yerine getirilmektedir.
Yabancı diplomatlara yönelik faaliyetler, Diplomasi Akademisinin kamu diplomasisi açısından
yerine getirdiği önemli bir görevi teşkil etmektedir. 1992 yılında Sovyetler Birliği‟nin
dağılmasıyla bağımsızlığını kazanan ülkelerde Dışişleri bürokrasisini oluşturmak ve Dışişleri
Bakanlıklarında ülkemizi tanıyan ve yakınlık duyan kadroların gelişimine katkıda bulunmak
amacıyla başlatılan Yabancı Genç Diplomatlar Eğitim Programı, zamanla giderek bu coğrafya
dışına da yayılmıştır. Her yıl bir ay süreyle düzenlenen programa ülkemizin iyi ilişkiler içinde
bulunduğu gelişme yolundaki bölge ülkelerinden 50‟yi aşkın genç diplomat iştirak etmektedir.
2010 yılında 16.sı düzenlenen programa Kafkasya, Orta Asya, Balkanlar, Ortadoğu, Uzak Doğu,
Latin Amerika ve Afrika bölgelerindeki 53 ülkeden birer diplomat katılmıştır. Şimdiye kadar
690‟ı aşkın yabancı diplomatın eğitim aldığı bu programın, gerek Diplomasi Akademisinin gerek
ülkemizin görünürlüğü açısından özel önemi haiz olduğu düşünülmektedir.
Diplomasi Akademisi, ülkemizin bölgesinde izlediği genel politika çerçevesinde veya ilgili
ülkeden gelen talep doğrultusunda münhasıran bir ülkenin diplomatlarına da eğitim programı
düzenleyebilmektedir. Nitekim geçtiğimiz yıllarda KKTC, Irak, Afganistan ve Filistinlilere
yönelik bu tip eğitim programları gerçekleştirilmiştir. Önümüzdeki dönemde ise Sudanlı genç
diplomatlara yönelik bir eğitim programı düzenlenmesi planlanmaktadır. Diğer taraftan,
bölgesel politikalar açısından Türkiye‟nin özel ilişkiler içinde olduğu ülkelerle karşılıklı genç
diplomatların ziyaretlerde bulunmaları şeklinde uygulamalar da yapılmaktadır. Bu doğrultuda
önceki yıllarda Yunanistan ve İsrail ile karşılıklı ziyaret programları düzenlenmiştir.
Diplomasi Akademimiz şimdiye kadar 24 ülke ile diplomat eğitimi konusunda işbirliği
yapılmasını öngören Mutabakat Zaptı veya Protokol imzalamıştır. Yakın zamanda Yemen‟in
yanısıra diplomasi eğitiminde AB içinde özel bir yere sahip Malta ile birer Mutabakat Zaptı
imzalanması sözkonusudur.
104
Diplomasi Akademisi diğer işlevlerine ilaveten, her yıl Bakanlık tarihçesini hazırlamak suretiyle
kurumsal hafıza açısından da önemli bir işlevi yerine getirmektedir.
ENFORMASYON HĠZMETLERĠ
Ülkemizin uluslararası anlaşmazlıkların çözümü, terörle mücadele, bölgesel, hatta küresel barış
ve istikrarın tesis ve muhafazası, enerji güvenliği gibi konularda üstlendiği roller, ulusal
medyamızın dış politik gelişmeleri, uluslararası basının da ülkemizi daha yakından takip
etmesine neden olmaktadır.
Türkiye‟nin 2009-2010 dönemi için yürüttüğü Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici
üyeliği ise, ülkemizin çok daha geniş bir siyasi yelpazede, çok daha yakından izlenen bir
uluslararası aktör haline gelmesi ile sonuçlanmıştır.
Tüm bu gelişmeler muvacehesinde dış politikada ulusal çıkarımızın takibi, ilgili birimlerin
görevini layıkıyla yerine getirmesi kadar, dış politika icraatlarımızın doğru iletişim kanalları
üzerinden ulusal ve uluslararası kamuoyuna layıkıyla yansıtılabilmesine de bağlıdır. Bu görev,
ulusal ve yabancı basın imkânları da kullanılmak suretiyle etkin bir kamu diplomasisi
yürütülmesini, keza medya üzerinden gerçekleştirilen tanıtım ve imaja yönelik çalışmaların da,
ilgili birimlerle eşgüdüm halinde aktif bir şekilde hayata geçirilmesini zorunlu kılmaktadır.
Bu çerçevede, Bakanlığım bünyesinde “Kamu Diplomasisi” faaliyetlerini yapılandırmak ve
yürütmek üzere bir Müsteşar Yardımcılığı görevlendirilmiş ve sözkonusu faaliyetlerin
yürütülmesine ilişkin organizasyonel altyapının tesisine yönelik çalışmalar son aşamaya
gelmiştir. Yabancı kamuoyları kadar ülkemiz kamuoyunu da hedef alacak ve önemli bir ihtiyaca
cevap verecek olan sözkonusu yeni yapılanmanın, nihayetinde halkımızın en üst düzeyde temsil
edildiği kurum olan Türkiye Büyük Millet Meclisi ile de yakın işbirliği içinde çalışmasının ve bu
bağlamda Yüce Meclisimizin desteğini haiz olmasının önemi açıktır.
Doğru kaynaklardan medyaya bilgi akışının aksadığı ve kamuoyunda bilgi boşluğunun oluştuğu
durumlarda, basında yanıltıcı mahiyette, tek yanlı ve kasıtlı haber yer alma ihtimalinin
yükseldiği tespitinden hareketle, basın kaynaklarının doğru bilgi ile zamanlıca donatılması, bu
anlamda önalan bir politika izlenmesi, arzulanan iletişim hedeflerine erişilmesinde önemli rol
oynamaktadır.
Bu çerçevede Bakanlığım bünyesinde olağan basını bilgilendirme toplantıları düzenlenmekte,
güncel gelişmelere ilişkin düzenli basın açıklamaları yapılmakta, basın ve kamuoyunun ilgisini
çekebileceği düşünülen konulardaki özlü notlar e-posta aracılığıyla iletilmekte, basının takibinde
yarar görülen çeşitli uluslararası etkinlikler ve üst düzey ziyaretlere ilişkin koordinasyon vazifesi
105
yerine getirilmekte, medyanın bilgi, fotoğraf ve görüntü gereksinimleri karşılanmakta,
sözkonusu bilgiler eşgüdüm amacıyla Bakanlığım dış teşkilatıyla da paylaşılmaktadır.
Bunun yanısıra, güncel bilgilerin görsel olarak da dağıtımını sağlamak üzere “twitter” ve
“facebook” paylaşım sitelerinden yararlanılmaya başlanmıştır. Ayrıca gerektiği hallerde basın
mensuplarına süratle bilgi vermek amacıyla internet üzerinden “sanal” basın toplantıları
düzenlenmektedir.
Kamuoyumuz, Bakanlık internet sitesinde oluşturulan “Sorularla Dış Politika” başlıklı bir bölüm
aracılığıyla da temel dış politika konuları hakkında aydınlatılmaktadır. Bunlara ilaveten, yine
internet sitemizde geçtiğimiz yıl açılan “Dış Politika Kronolojisi” bölümüyle, kamuoyunun dış
politika gündemimizdeki önemli gelişmeleri düzenli olarak güncellenen aylık raporlardan
izlemesine olanak sağlanmıştır.
Diğer taraftan, görüş ve eylemlerimizin uluslararası basında objektif ve kapsamlı bir şekilde yer
bulmasını sağlamaya yönelik çalışmalar kapsamında, yabancı basın mensuplarının ülkemizi
ziyaret ederek üst düzey yetkililerimizle röportaj yapmaları sağlanmakta, yazılı mülakat
taleplerinin gereği yerine getirilmektedir.
Türkiye‟yi ziyaret eden üst düzeyli yabancı zevata eşlik eden basın mensuplarının ülkemizdeki
çalışmaları da mümkün olan ölçüde kolaylaştırılmakta, keza yurtdışı seyahatlerde üst düzey
yetkililerimize refakat eden basın mensupları için de, görevlerini yerine getirebilecekleri
imkânların temini yönünde gayret gösterilmektedir.
4982 Sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu ve 3071 Sayılı Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair
Kanun çerçevesinde Bakanlığıma yöneltilen sorular da Enformasyon Genel Müdür Yardımcılığı
bünyesinde faaliyet gösteren “Bilgi Edinme Birimi” tarafından koordine edilmektedir. Anılan
Kanun çerçevesinde 2009 yılı başından 2010 yılı Ekim ayı sonuna kadar Bakanlığımca 13.757
bilgi talebi için işlem yapılmış olup, yılsonu itibariyle bu sayının 17.000‟leri bulması
beklenmektedir.
HABERLEġME
Ülkemizin dış dünyayla olan resmi haberleşmesi Bakanlığım tarafından yürütülmektedir. Bu
itibarla, Merkez ve Yurtdışı Teşkilatımızın haberleşme sistemlerinin bilişim ve iletişim
teknolojilerindeki hızlı gelişmelere paralel olarak güncellenmesi haberleşme güvenliği ve
sürekliliği açılarından gereklidir.
Bu amaçla, teknolojik gelişmeler takip edilmekte, haberleşme altyapımızın teknolojik gelişmeler
doğrultusunda güncellenmesi ve yenilenmesi yönündeki çalışmalarımız aralıksız sürmektedir.
Bu çerçevede, yurtiçi ve yurtdışı teşkilatımızdaki bilgisayar ve diğer elektronik aksam mümkün
olduğunca yenilenmekte, ihtiyaç duyulan yazılımlar da satın alma yoluyla ya da Bakanlığımın
özkaynaklarıyla geliştirilmektedir.
106
Haberleşme güvenliği için gerekli önlemlerin mümkün olan ölçüde milli olması gereğinden
hareketle, başta TÜBİTAK ve TÜRKSAT olmak üzere milli kuruluşlarla yakın işbirliği
yapılmakta, ortak projeler geliştirilmektedir.
Gelişen teknoloji ve mevzuat çerçevesinde yeniden hazırlanan belge ve arşiv yönetimi programı
BelgeArşiv.Net uygulamasında elektronik imza kullanımı için TÜBİTAK ile işbirliği yapılmakta
olup, Bakanlığımın imza yetkili personeline Nitelikli Elektronik Sertifika tahsisi yapılmaktadır.
Bu bağlamda, gerekli yazılım ve lisans çalışmaları son aşamaya gelmiştir. Elektronik imzaya
geçişle birlikte diğer kurum ve kuruluşlarla elektronik ortamda haberleşme mümkün olacaktır.
Vatandaşlarımızın daha hızlı ve güvenli seyahat edebilmeleri için uluslararası taahhütlerimiz
kapsamında, ICAO standartlarına uygun olarak hazırlanmış e-Pasaport uygulamasına İçişleri
Bakanlığımız ve Hazine Müsteşarlığımızla yapılan ortak çalışma çerçevesinde 1 Haziran 2010
tarihi itibariyle başlanmıştır.
Bakanlığımın Merkez ve Dış Temsilcilikleri arasında kurye hizmetleri, Dış Temsilciliklerimizde
görev alan Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı ve Milli Eğitim
Bakanlığı gibi diğer kurum ve kuruluşların ihtiyaçlarına da cevap verecek şekilde
yürütülmektedir. Ayrıca, verilen hizmet sadece kuryeyle sınırlı kalmayıp Bakanlığımın Merkez
Teşkilatı ve Temsilciliklerimiz arasındaki diplomatik kargo işlemini de kapsamaktadır.
BÜYÜKELÇĠLER KONFERANSI
Dış politikamızın oluşturulması sürecinde, mesleklerinde Büyükelçilerimizin engin
deneyimlerini kurumsal bir havuzda toplamak, bu birikimlerden azami surette yararlanmak,
ayrıca Türk diplomasisinin kurum içi istişare ve eşgüdüm kapasitesini geliştirmek için 2008
yılında ilk defa düzenlediğimiz Büyükelçiler Konferansın büyük yarar sağladığı görülmüştür.
Böylelikle, yurtdışında ve Merkezde görev yapan tüm Büyükelçilerimizin katılımlarıyla, bugün
ve geleceğe bakışımızı olgunlaştıracak kolektif bir çaba için bir forum oluşturulmuştur. Sağlanan
yararlar ışığında İkinci Büyükelçiler Konferansı‟nı 4-8 Ocak 2010 tarihlerinde, Ankara‟da
topladık. Ayrıca, 9-10 Ocak 2010 tarihlerinde, Mardin‟de, bir değerlendirme toplantısı icra ettik.
Her iki toplantı sonucunda elde edilen sonuçlar, konuya dair görüş ve tespitlerimizi teyit etmiştir.
Büyükelçilerimiz, Sayın Cumhurbaşkanımız ve Sayın Başbakanımız tarafından kabul edilmiş;
üst düzey yerli ve yabancı makamların katılımları konferanslarımızı zenginleştirmiştir. Bu
konferanslardan faydalanmayı sürdürmeye kararlıyız. Nitekim Üçüncü Büyükelçiler
Konferansını, 3-9 Ocak 2011 tarihleri arasında, Ankara ve Erzurum‟da yapacağız.
ĠNSAN KAYNAKLARI VE
PERSONEL
Bakanlığım, dış politikamızın vizyon ve hedefleri ile uluslararası ilişkilerin genişleyen
kapsamının bir sonucu olarak, çok çeşitli alanlarda ve coğrafyalarda yeni görev ve sorumluluklar
107
üstlenmeyi sürdürmektedir. Buna paralel olarak, Bakanlığımın kurumsal kapasitesinin
geliştirilmesi yolunda 2009‟da başlattığımız yeniden yapılanma sürecinde de önemli bir mesafe
kaydedilmiş bulunmaktadır.
Hatırlanacağı üzere, 6004 sayılı yeni Teşkilat Kanunu geçtiğimiz yasama yılı sonunda Yüce
Meclisimizce kabul edilmiş ve Ağustos ayında yürürlüğe girmiştir. Bu yeni kanunun, aktif dış
politikamızın daha sağlam bir zeminde icra edilmesi açısından büyük önem taşıdığına
inanıyoruz.
Yeni Teşkilat Kanununa ilişkin yasama sürecinin mümkün olan en kısa sürede tamamlanmış
olmasından ötürü Yüce Meclisimizin saygıdeğer üyelerine bu vesileyle bir kez daha teşekkür
etmek istiyorum.
Bakanlığımın yeniden yapılanma süreci, sahip bulunduğumuz insan kaynaklarının niteliği,
niceliği ve yönetimi, bütçe imkânları, personelimizin özlük hakları, hukuki, fiziki ve bilişimsel
altyapısı gibi birbirine sıkı sıkıya bağlı pek çok ana unsuru barındırmaktadır.
Bu itibarla, Yeni Teşkilat Kanunumuz, Bakanlığımın yeniden yapılanma sürecinin hukuki
zeminini oluşturmakla kalmamış, yurtdışı sürekli görevlerle ilgili olarak getirilen yeni haklardan
diğer kamu kurum ve kuruluşlarında görevli personelin de aynen yararlanmasına imkân
tanımıştır. Yeni Teşkilat Kanunumuz, böylece, dış ilişkilerimizde pay sahibi olan tüm kamu
kurumlarımızı da içine alacak şekilde, dış politikamızın uygulanmasına bütüncül bir katkı
sağlamıştır.
Bakanlığımın dış teşkilatı son 20 yıl içerisindeki en büyük genişleme sürecinden geçmektedir.
2009, 2010 ve 2011 yılları içerisinde faaliyete geçen veya geçecek olan 30‟u aşkın yeni
temsilcilikle birlikte, Bakanlığımın yurtdışı teşkilatını oluşturan toplam temsilcilik sayısı 203‟e
ulaşmış olacaktır. Bunlardan 114‟ü Büyükelçilik, 11‟i Daimi Temsilcilik ve 78‟i
Başkonsolosluktur. Sözkonusu temsilciliklerin hâlihazırda 188‟i aktif durumdadır. Açılmasına
karar verilecek ilave yeni temsilciliklerle birlikte, toplam temsilcilik sayısının yakın dönemde
210‟a ulaşması planlanmaktadır.
Bu kapsamda, 2009 yılında Darrüsselam (Tanzanya), Valetta (Malta), Abidjan (Fildişi Sahili)
Büyükelçilikleri ile Basra (Irak), Mumbai (Hindistan), Toronto (Kanada), Sao Paulo (Brezilya)
Başkonsoloslukları; 2010 yılında Akra (Gana), Antananarivo (Madagaskar), Yaounde
(Kamerun), Luanda (Angola), Bamako (Mali), Kampala (Uganda), Lima (Peru) ve Bogota
(Kolombiya) Büyükelçilikleri ile Erbil (Irak), Gence (Azerbaycan) ve Boston (ABD)
Başkonsoloslukları faaliyete geçmiş bulunmaktadır.
2011 yılında ise Konakri (Gine), Encemine (Çad), Lusaka (Zambiya), Maputo (Mozambik),
Nuakşot (Moritanya), Ugudugu (Burkino Faso), Niamey (Nijer) Büyükelçiliklerimiz ile Aktau
(Kazakistan), Juba (Sudan), Haydarabad (Hindistan), Chennai (Hindistan), Guangzhou (Çin) ve
Miami (ABD) Başkonsolosluklarımız faaliyete geçecektir.
108
Afrika‟da Zimbabve, Gabon, Namibya ve Gambiya ile orta Amerika ülkelerinden Ekvator‟da
dört yeni Büyükelçilik ile Fransa‟da iki ve ABD‟de bir yeni Başkonsolosluk açma kararına
ilişkin süreç de devam etmektedir.
Ülkemizin genişleyen dış politika gündemi ve dış teşkilatı, hâlihazırda mütevazı bir kadroyla
hizmet vermekte olan Bakanlığımın nitelikli personel ihtiyacını artırmaktadır. Merkez ve yurtdışı
teşkilatında hâlihazırda toplam 5413 personel görev yapmaktadır.
Yurtdışı temsilciliklerimizdeki personel sayısı 3996 olup, bunlardan 626‟sı Meslek Memuru,
26‟sı hukuk müşaviri, 11‟i danışman ve 16‟sı Uzman Müşavir, 325‟i İdari Ataşe, 87‟si
Haberleşme Teknik Personeli, 403‟i Güvenlik Görevlisi ve 2502‟si Sözleşmeli Personeldir.
Bakanlığımın insan kaynakları yönetimi tarafından son dönemde öncelik verilen hususların
başında, diplomatik statüde görev yapabilecek personel sayımızın artırılması gelmektedir.
Nitekim yeni Teşkilat Kanunumuz vasıtasıyla, genç diplomatlarımızı seçtiğimiz aday havuzu
genişletilmiş ve kariyer imkânları artırılmıştır. Böylece, nitelikli personel ihtiyacının
giderilmesinde önemli adımlar atılmış ve Bakanlığımın başarılı gençlerimiz tarafından daha fazla
tercih edilmesini sağlayacak koşullar oluşturulmuştur.
Ayrıca, hâlihazırda Bakanlık mensubu olan idari memurlarımıza ve haberleşme teknik
personeline, girecekleri yeterlilik sınavları sonrasında Bakanlık içinde daha üst kariyer
noktalarına ulaşmaları için imkân tanınmış ve mesleki gelişimleri ile hizmet motivasyonları
desteklenmiştir.
Diğer taraftan, Bakanlığımın toplam personel sayısının neredeyse yarısını (2500‟den fazla) dış
temsilciliklerimizde görevli sözleşmeli personelimiz oluşturmaktadır. Konsolosluk hizmetleri
başta olmak üzere, sözleşmeli personelimizin özverili hizmetleri takdire şayandır. Yurtdışı
teşkilatı kurmaya yetkili diğer kamu kurum ve kuruluşlarına bağlı olarak hizmet veren çok
sayıda sözleşmeli personel de mevcuttur. Dış temsilciliklerde istihdam edilen sözleşmeli
personelimizin özlük haklarının iyileştirilmesi amacıyla, ilgili tüm kurumlarımızın da katkı ve
katılım sağlayacağı yeni yasal düzenlemeler ile ücret ayarlamalarına ihtiyaç bulunmaktadır. Bu
bağlamda, Türkiye‟den görevlendirilen Türk uyruklu sözleşmeli personele ve aile üyelerine
sürekli yolluk ve harcırah ödenebilmesini mümkün kılacak yasal düzenlemeler yapılmasının
zaruri olduğunu düşünmekteyiz.
BÜTÇE TEKLĠFĠ
DıĢiĢleri Bakanlığı’nın Yatırım Harcamaları:
Yatırım harcamaları (sermaye giderleri) ödeneğimiz, dış politika önceliklerimize göre belirlenen
yıllık yatırım programımızdaki hedeflerin hayata geçirilmesi için kullanılmaktadır.
2010, dış politikamızda önemli gelişmelerin yaşandığı ve ülkemizin, özellikle Afrika, Kuzey ve
Güney Amerika ile Asya‟daki mevcudiyetinin arttırılmasına yönelik adımların ivme kazandığı
109
bir yıl olmuştur. Bu çerçevede, sözkonusu coğrafyalarda yeni temsilcilikler açılması ve bu
temsilciliklerin, süratle dış politika hedeflerimize hizmet edebilmek üzere gerekli fiziki koşul ve
imkânlara kavuşturulması çabalarına ağırlık verilmiştir. Takdir edileceği üzere, bu çalışmaların,
özellikle imkânların kısıtlı olduğu bölgelerde daha da yüksek bir maliyeti bulunmaktadır.
a) 2010 yılı yatırım harcamalarımız:
Yukarıda da vurgulandığı üzere, bütçemizde yatırım harcamaları için ayrılan ödeneğin önemli
bir kısmı, yeni açılan temsilciliklerimizin en kısa zamanda faaliyete geçmelerini teminen yapılan
çalışmalarda (onarım, inşaat, satın alma vb.) kullanılmaktadır. 2010 yılı içinde hizmete giren 11
yeni dış temsilciliğimiz [Lima (Peru), Bogota (Kolombiya), Bamako (Mali), Akra (Gana),
Antananarivo (Madagaskar), Yaounde (Kamerun), Luanda (Angola), Kampala (Uganda)
Büyükelçiliklerimiz ile Boston (ABD), Erbil (Irak) ve Gence (Azerbaycan)
Başkonsolosluklarımız] için yapılan harcamalar, yıllık yatırım harcamalarımızdaki en önemli
kalemi teşkil etmiştir.
İnşaat, onarım ve satın alma faaliyetleri kapsamında;
 İki temsilcilik binamızın (Üsküp Büyükelçiliğimiz ikametgâh binası ile Abu Dhabi
Büyükelçiliğimiz kançılarya, ikametgâh ve memur konutu binaları) inşaatı tamamlanmış,
üç temsilciliğimizin (Astana Büyükelçiliğimiz kançılarya ve ikametgâh binaları ile
memur konutu binaları, Saraybosna Büyükelçiliğimiz binaları, Bişkek Büyükelçiliğimiz
kançılarya binası) devam eden inşaatlarına ilişkin nakdi ödemeler yerine getirilmiştir. İki
temsilcilik binamızın (Berlin Büyükelçiliğimiz kançılarya binası temel çukuru kazılması
işi ile Doha Büyükelçiliğimiz kançılarya, ikametgâh ve memur konutu binaları inşaatı)
ihale edilmiş olup, iki temsilciliğimizin (Abuja Büyükelçiliğimiz ile Nahçıvan
Başkonsolosluğumuz binaları) yılsonundan önce yeni yerleşke inşaatlarının ihale
edilmesi öngörülmektedir. Dört temsilciliğimizin (Ulanbator Büyükelçiliği ikametgâh
binası, İslamabad Büyükelçiliği memur konutu binaları, Mainz Başkonsolosluğu
kançılarya ve ikametgâh binaları ile Karaçi Başkonsolosluğu kançılarya, ikametgah ve
memur konutu binaları) önceki yıllarda başlatılmış proje çalışmaları sürdürülmüş, beş
temsilciliğimizin ise (Bağdat, Sana, Kiev ve Nairobi Büyükelçilikleri ile Erbil
Başkonsolosluğu) yeni yerleşkelerine ilişkin proje çalışmaları başlatılmıştır.
 Üç temsilciliğimize bina satın alınmış olup (Abidjan Büyükelçiliğimiz ikametgâh binası
ile Düsseldorf ve Hamburg Başkonsolosluklarımız kançılarya binaları), altı
temsilciliğimiz için (Atina, Varşova ve Prag Büyükelçiliklerimiz ile Gence, Boston ve
New York Başkonsoloslukları kançılaryaları) bina ve sekiz temsilciliğimiz için (Madrid,
Şam, Tirana, Addisababa ve Podgorica Büyükelçiliklerimiz, AVKONS Daimi
Temsilciliğimiz ile Strazburg ve Münster Başkonsolosluklarımız) arsa satın alınması
amacıyla çalışmalar sürdürülmektedir.
 Yeni Delhi Büyükelçiliğimiz binaları, Aşkabat Büyükelçiliğimiz kançılarya binası ve
Essen Başkonsolosluğumuz kançılarya binası onarımları tamamlanmış olup, Melburn
Başkonsolosluğumuz ikametgâh binası onarımı devam etmektedir. Ayrıca, AVBİR
110
Daimi Temsilciliğimiz ve Toronto Başkonsolosluğumuz yeni kançılarya binaları, Bakü
Büyükelçiliğimiz yerleşkesi, Batum ve Frankfurt Başkonsolosluklarımız ikametgâh
binalarının onarım ihaleleri gerçekleştirilmiştir. St. Petersburg Başkonsolosluğumuzun
binasının onarım ihalesinin ise yıl bitmeden yapılması öngörülmektedir. Diğer taraftan,
Tahran ve Pekin Büyükelçiliklerimiz binaları, Moskova, Brüksel, Ulanbator, Sofya,
Belgrad ve Oslo Büyükelçiliklerimiz kançılarya binaları, Abidjan Büyükelçiliğimiz
ikametgâh binası ile Frankfurt ve Stuttgart Başkonsoloslukları kançılarya binalarının
onarım projesi çalışmaları devam etmektedir.
 2010 yılında ayrıca, Karakusunlar semtindeki arsamız üzerinde inşa edilecek Bakanlığım
yeni yerleşkesine ilişkin mimari proje yarışması düzenlenmiş olup, yılsonundan önce
proje çalışmalarına başlanması öngörülmektedir. Diğer taraftan, aynı arsada yapılmakta
olan Bakanlığım Arşiv binası inşaatı devam etmektedir.
b) 2011 yılı yatırım programı kapsamında gerçekleştirilmesi planlanan çalışmalar:
2011 Yılı Bütçemizde de yatırım harcamaları için ayrılan ödeneğin önemli bir kısmının, yeni
açılacak temsilciliklerimiz için kiralanacak binaların gerekli onarımlarının yapılması, satın
alınacak arsalarda uygun binaların inşa edilmesi ve bina ve arsa satın alınması için kullanılması
planlanmaktadır. Önümüzdeki dönemde, Afrika‟da 7 Büyükelçilik ve 1 Başkonsolosluk; Kuzey
Amerika‟da 2 Başkonsolosluk ve Asya‟da 4 Başkonsolosluk olmak üzere toplam 14 yeni dış
temsilciliğimizin faaliyete geçmesi planlanmıştır.
İnşaat, onarım ve satın alma faaliyetleri kapsamında;
 İhaleleri daha önceki yıllarda gerçekleştirilen 13 temsilciliğimizde (Melburn
Başkonsolosluğumuz ikametgah binası, Tahran ve Pekin Büyükelçiliklerimiz binaları,
Moskova, Brüksel, Ulanbator, Sofya, Belgrad, ve Oslo Büyükelçiliklerimiz kançılarya
binaları, Abidjan Büyükelçiliğimiz ikametgah binası ile St. Petersburg, Frankfurt ve
Stuttgart Başkonsoloslukları kançılarya binalarının onarım çalışmalarına devam edilecek
ve yıl içinde ortaya çıkacak ihtiyaçlar doğrultusunda da diğer temsilciliklerimizde zaruri
onarım işleri gerçekleştirilecektir.
 Diğer taraftan, altı temsilciliğimizde (Berlin Büyükelçiliğimiz kançılarya binası, Bişkek
Büyükelçiliğimiz kançılarya binası, Saraybosna Büyükelçiliğimiz binaları, Doha
Büyükelçiliğimiz
binaları,
Abuja
Büyükelçiliğimiz
binaları,
Nahçıvan
Başkonsolosluğumuz binaları) önceki yıllarda başlatılmış olan inşaatlara devam
edilecektir. Projelerinin tamamlanmasını müteakip, dokuz temsilciliğimizin (Ulanbator
Büyükelçiliği ikametgâh binası, İslamabad Büyükelçiliği memur konutu binaları, Mainz
Başkonsolosluğu kançılarya ve ikametgâh binaları, Karaçi Başkonsolosluğu kançılarya,
ikametgâh ve memur konutu binaları, Bağdat, Sana, Kiev ve Nairobi Büyükelçilikleri ile
Erbil Başkonsolosluğu yeni yerleşkeleri) inşaat ihalelerinin yapılması öngörülmektedir.
111
2011 yılı yatırım programımız kapsamında gerçekleştirilmesi planlanan çalışmalar için
kullanılması öngörülen ödenek miktarları aşağıda gösterilmiştir.
Yurtdışı onarım işleri
Yurtdışı inşaat işleri
Yurtdışı satın alma
Pasaport projesi
Yurt içi inşaat işleri (Arşiv Binası ve Yerleşke,
Memur Konutu Binaları Onarımı)
Taşıt alımı (yurtdışı- yurt içi)
Makine – teçhizat (yurtdışı)
Makine - teçhizat (yurt içi)
60.000.000 TL
57.000.000 TL
50.000.000 TL
5.000.000 TL
TOPLAM
200.600.000 TL
9.600.000 TL
9.000.000 TL
3.250.000 TL
6.750.000 TL
c) Dış temsilciliklerimizin fiziki güvenlik sistemleri ile ilgili çalışmalar:
Yatırım programımızdaki bir diğer zorunlu önceliği, geçmişte olduğu gibi günümüzde de farklı
mahreçli terör örgütlerinin tehdidine maruz kalan ve bazı durumlarda savaş şartlarında görev
yapan dış temsilciliklerimizin güvenlik ihtiyaçlarının karşılanması oluşturmaktadır.
Bu çerçevede, gerek bina, gerek personel güvenliğinin sağlanması amacıyla Dış
Temsilciliklerimizin güvenlik sistemlerinin düzenli bakım ve onarımı, mevcut sistemlerin ihtiyaç
hâsıl olduğu takdirde yenilenmesi ve fiziki altyapımızın güçlendirilmesi gerekmektedir.
2010 yılında dış temsilciliklerimizin fiziki güvenlik ihtiyaçlarının karşılanması çerçevesinde, 14
temsilciliğimizin güvenlik sistemleri (CCTV - kapalı devre gözetleme sistemi, alarm sistemi,
geçiş kontrol sistemi, dedektör, telsiz vb.) altyapılarıyla birlikte tamamen yenilenmiş; 19
temsilciliğimizin ise mevcut güvenlik sistemlerinde iyileştirilmeye gidilmiş; 3 temsilciliğimizin
mevcut binalarında bulunmayan “man-trap” sistemi yaptırılmış ve dış temsilciliklerimizin
güvenlik malzemesi ihtiyacı karşılanmıştır.
2011 yılı içerisinde, 26 temsilciliğimizin fiziki güvenlik sistemlerindeki CCTV, X- RAY cihazı,
detektör, alarm ve geçiş kontrol sistemi gibi mevcut altyapılardaki eksikliklerinin giderilmesi; 22
temsilciliğimizde hâlihazırda mevcut olmayan bahsekonu sistemin kurulması ve güvenlik
malzemesi ihtiyaçlarının giderilmesi öngörülmektedir.
d) Taşıt alımları:
112
Esasen dış temsilciliklerimizin ulaştırma ve temsil hizmetlerinde kullanılmakta olan taşıtlar
gerektiğinde yurtdışına gerçekleştirdikleri ziyaretleri sırasında yüksek düzeyli devlet erkânına da
tahsis edilmektedir. Özellikle güvenlik önlemli taşıtların büyük bir bölümünün ekonomik
ömrünü doldurmuş olması, onlarcası terör saldırılarında şehit düşmüş, çok sayıda ülkede terör
tehdidine maruz kalan ve çatışma bölgelerinde görev yapan mensuplarımız açısından güvenlik
zaafiyeti doğurmaktadır. Bu itibarla, bahsekonu taşıtların güvenlik ve temsilin gerekleri ile
devletimizin itibarına uygun nitelikte olmaları önem arzetmektedir.
Ancak, yurtdışı teşkilatımız taşıt parkında yer alan araçların yarısından fazlasının 10 yaş ve
üzerinde olması, diğer taraftan son dönemde birçok yeni temsilciliğin açılması, ihtiyaç duyulan
taşıt sayısını arttırmaktadır. 2010 yılı bütçesinden Bakanlığım dış teşkilatı için güvenlik önlemli
10 taşıt alınmıştır. 2011 yılında ise, yurtdışı teşkilatımızda kullanılmak üzere 13 adet taşıtın satın
alınması öngörülmektedir.
Diğer yandan, araçların yıpranmasına bağlı olarak her geçen yıl sözkonusu taşıtlar için yapılan
harcamalar da artmakta, eski model güvenlik önlemli taşıtlardan bazılarının senelik bakımonarım masrafları, yeni bir binek taşıtın satın alma bedeline ulaşabilmektedir. Bu durum,
Bakanlığım bütçesine ciddi bir mali yük getirmekte ve sözkonusu masrafların karşılanabilmesi
amacıyla ek ödenek talebinde bulunulmasını zorunlu kılmaktadır. Bu itibarla, on yaşın
üzerindeki taşıtların süratle elden çıkarılarak yerlerine yenilerinin satın alınması ve taşıt
parkımızın Bakanlığım ihtiyacına uygun niteliğe kavuşturulması, güvenlik mülahazalarının
yanısıra bahsekonu eski taşıtlar için yapılan bakım/onarım giderlerinden tasarruf sağlanması
açısından da elzem görülmektedir.
e) Haberleşme altyapısı:
Bakanlığımın işleyişi, merkez ve dış teşkilatımız arasındaki haberleşme ağının kesintisiz, sağlıklı
ve güvenilir şekilde çalışmasına bağlıdır. Haberleşme alt yapısının teknolojik gelişmeler dikkate
alınarak sürekli yenilenmesi ve güçlendirilmesi gerekmektedir. Bu çerçevede, çok sayıda
temsilciliğimiz, telefon santraliyle birlikte kurulumu yapılan “VoIP” sistemi sayesinde
Bakanlığım ve diğer “VoIP” kurulu temsilciliklerimizle ücretsiz haberleşme olanağına
kavuşturulmuştur. Sözkonusu sistem, özellikle haberleşme altyapısı yetersiz ülkelerde bulunan
temsilciliklerimizin telefon iletişiminde en önemli seçenek olmuştur. 2010 yılında, 18
temsilciliğimizin telefon santrali Bakanlığımca yenilenmiş ve “VoIP” sistemi kurulu temsilcilik
sayısı Ekim 2010 itibariyle 69‟a ulaşmıştır. 2011 yılında, hâlihazırda malzeme tedariki yapılmış
olan 30 dış temsilciliğimizin telefon santrallerinin yenilenmesi yapılarak Bakanlığım santraline
dâhil edilmesi planlanmaktadır.
Öte yandan, dış temsilciliklerimizin jeneratör, kesintisiz güç kaynağı, regülatör gibi elektrik
sistemi altyapısını oluşturan teçhizatın yenilenmesine yönelik çalışmalar da sürdürülmüştür.
Mal ve Hizmet Alımı Giderleri:
Dünyada ve bölgemizde meydana gelen gelişmeler çerçevesinde, dış politikamızın ilgi ve etki
alanının giderek genişlemesi ve çeşitlenmesinin doğal sonucu olarak, Bakanlığım son yıllarda
113
enerji, ulaştırma ve dış ticaret gibi alanlarda yürütülen ve teknik niteliği ağır basan çalışmalar ile
dış kalkınma yardımlarıyla ilgili hazırlık, eşgüdüm ve sonuçlandırma çalışmalarına daha etkin
biçimde katılmaktadır. İnsan kaçakçılığı, uyuşturucu ve organize suçla mücadele, iklim
değişikliği, çevre korunması gibi küresel gündemi meşgul eden konular da dış politika
gündemimizde daha fazla yer bulmaktadır. Belirtilen nedenlerle, bütçemizin temsil ve tanıtım
giderleri ile yolluklar harcama kalemlerindeki ödeneklerin, dış politika faaliyetlerimiz
kapsamında gerçekleştirilen karşılıklı ziyaretlerin ve diğer ülkelerde düzenlenen toplantılara
katılımın yoğunluğu, ülkemizde düzenlenen üst düzey toplantı, konferans ve zirvelerin
sayısındaki artış dikkate alınarak belirlenmesi gerekmektedir.
İzlemekte olduğumuz aktif dış politika, uluslararası örgütler ve bölgesel kuruluşlar nezdindeki
konumumuzu güçlendirmekte, üstlendiğimiz sorumlulukları da arttırmaktadır. Ülkemiz, son
dönemde BMGK Geçici Üyeliği, Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci (GDAÜ) Dönem
Başkanlığı ve G-20 üyeliği gibi görevleri dolayısıyla bölgesel ve küresel barış ve istikrara önemli
katkılarda bulunmuştur. Haziran ayında Kazakistan‟dan devralınan “Asya‟da İşbirliği ve Güven
Arttırıcı Önlemler Konferansı - CICA Dönem Başkanlığı” ile Kasım ayından itibaren
üstlenilecek olan “Avrupa Konseyi Dönem Başkanlığı” gibi görevlerin layıkıyla yerine
getirilmesi de, takdir edileceği üzere, gerek çıkarlarımızın korunması, gerek ülkemizin itibarı
açısından büyük önem arzetmektedir.
DıĢiĢleri Bakanlığı 2011 Yılı Bütçesi:
Bakanlığımın 2011 yılı için bütçe teklifi Maliye Bakanlığı‟na 1.515.497.900 TL olarak iletilmiş,
ancak Orta Vadeli Mali Planda 2011 yılı bütçemiz 1.171.014.700 TL olarak belirlenmiştir.
TBMM‟ye sunulan bütçe tasarısı, teklifimizin ancak yüzde 77’sini karşılamaktadır.
Önceki yıllara ilişkin fikir vermesi bakımından, 2008–2011 yıllarını kapsayan dönemdeki bütçe
tekliflerimiz, tahsis edilen bütçe ödenekleri ve bütçe teklifimizin karşılanma oranları Tablo-1‟de
gösterilmektedir.
Tablo-1
Yıl
Bütçe teklifimiz
(TL)
2008
2009
2010
2011
946.137.332
1.266.539.580
1.771.401.553
1.515.497.900
Tahsis edilen bütçe
ödenekleri
(TL)
707.973.000
802.318.300
920.137.000
1.171.014.700
Fark
(TL)
-238.164.332
-464.221.280
-851.264.553
-344.483.200
Bütçe teklifimizin
karĢılanma oranı
(%)
75
63
52
77
Yukarıdaki tablodan da görüleceği üzere, bütçe tekliflerimizin karşılanma oranı, 2010 yılı da
dâhil olmak üzere yıllar içinde önemli ölçüde azalma göstermiş, ancak 2011 yılında belirli bir
oranda artış sağlanabilmiştir. Buna rağmen bu artışın da yetersiz kalacağı tahmin edilmektedir.
DıĢiĢleri Bakanlığı Bütçesinin Konsolide Bütçe Ġçindeki Oranı:
114
Bakanlığım bütçesinin Konsolide Bütçe içindeki oranı 2011 yılı için binde 3,75 olarak bağlanmış
bulunmaktadır.
Tablo-2
2008-2011 yılları döneminde Konsolide bütçeler içindeki Bakanlığımın payı şöyledir:
Yıl
2008
2009
2010
2011
Konsolide bütçe
(TL)
233.956.370.463
276.088.760.474
301.656.587.292
311.717.642.330
Tahsis edilen bütçe
ödenekleri
(TL)
707.973.000
802.318.300
920.137.000
1.171.014.700
Bütçemizin
Konsolide bütçeye
oranı (binde)
3,0
2,9
3,1
3,75
DıĢiĢleri Bakanlığı 2011 Yılı Bütçesinin Ana Harcama Kalemleri Bakımından Dağılımı:
TBMM‟ye sunulan 1.171.014.700 TL tutarındaki bütçe ödeneğimizin ana harcama kalemlerine
tahsis edilmesi öngörülen miktarları Tablo-3 gösterilmektedir.
Tablo-3
Personel giderleri
Sosyal güvenlik kurumlarına devlet prim giderleri
Sermaye giderleri (Yatırım Ödeneği)
Mal ve hizmet alım giderleri
Cari transferler
Borç verme
Toplam
423.600.000 TL
34.836.000 TL
200.600.000 TL
175.502.700 TL
336.000.000 TL
476.000 TL
1.171.014.700 TL
DıĢiĢleri Bakanlığının 2009 Yılı Kesin Hesabı:
2009 mali yılında Dışişleri Bakanlığına toplam 868.850.742,44 TL ödenek tahsis edilmiştir. Söz
konusu ödenekten, 35.686.145,59 TL iptal edilmiş, 10.915.653,74 TL özel ödenek ise ertesi yıla
devretmiştir. Diğer taraftan 41.585.475,94 TL ödenek üstü gider olarak gerçekleşmiş ve netice
itibariyle 863.834.419,05 TL harcanmıştır.
2009 mali yılı bütçe ödeneğinin ana harcama kalemlerine dağılımına ilişkin bilgiler aşağıda
sunulmuştur.
1. Personel Giderlerine 316.276.000,00 TL ödenek tahsis edilmiş, 39.102.396,62 TL de
ödenek üstü harcama zorunluluğu çıkmıştır. Diğer taraftan 1.513.726,96 TL ödenek iptal
115
edilmiş, 177.707,95 TL özel ödenek ise ertesi yıla devretmiş ve sonuç olarak
353.686.961,71TL harcanmıştır.
2. Sosyal Güvenlik Kurumlarına Devlet Primi giderlerine konulan 25.732.000,00 TL‟lik
ödenek yetersiz kalmıştır. Bu çerçevede 2.483.079,32 TL ödenek üstü harcama
gerçekleşmiş, 429.737,72 TL‟lik ödenek ise iptal edilmiş olup sonuç olarak
27.785.341,60 TL harcanmıştır.
3. Mal ve Hizmet Alım Giderlerine tahsis edilen 183.127.743,44 TL ödeneğin
167.435.116,37 TL‟si harcanmış, 11.779.761,13 TL ödenek iptal edilmiş, 3.912.865,94
TL ise özel ödenek ise ertesi yıla devretmiştir.
4. Cari Transferlere tahsis edilen 206.272.649,00 TL ödeneğin, 202.258.881,13 TL‟si
harcanmış, 4.013.767,87 TL‟lik ödenek ise iptal edilmiştir.
5. Sermaye Giderlerine tahsis edilen 137.331.350,00 TL‟lik ödeneğin 112.639.454,40 TL‟si
harcanmış, 17.913.590,79 TL ödenek ise iptal edilmiştir. Mezkûr ödeneğin 6.778.304,81
TL‟lik özel ödenek kısmı ertesi yıla devretmiştir.
6. Borç Verme tertibine konulan 111.000,00 TL ödenekten 28.663,84 TL harcanmış,
35.561,12 TL‟si iptal edilmiş 46.775,04 TL özel ödenek ise ertesi yıla devretmiştir.
Yukarıda arz etmeye çalıştığım hususların, Bakanlığımın kurumsal kapasitesinin bir bütün olarak
yükseltilmesi ile ilintili olduğunu ve esasen bu bütüncül çaba içerisinde gerçek anlam ve hedefini
bulacağını vurgulamak isterim. Yüce Meclisimizin Bakanlığımın bu yöndeki çaba ve
faaliyetlerine şimdiye kadar verdiği desteği bundan sonra da esirgemeyeceğine inanıyor,
saygılarımı sunuyorum.
116
EK:
BAKANLIĞIMCA 01.01.2008-30.11.2010 TARĠHLERĠ ARASINDA DĠĞER ÜLKE
DIġĠġLERĠ BAKANLIKLARI ĠLE YAPILAN ĠSTĠġARELER
ĠSTĠġARE YERLERĠNĠN DAĞILIMI
01.01.2008-30.11.2010 tarihleri
arasında toplam 184 istişare
yapılmıştır. Bunların 113‟i
evsahipliğimizde, 71‟si ise yurt
dışında gerçekleştirilmiştir.
ĠSTĠġARE YAPILAN ÜLKELERĠN COĞRAFĠ DAĞILIMI
Avrupa Ülkeleri
Orta Doğu Ülkeleri
Asya Ülkeleri
Latin Amerika Ülk.
AB Komisyonu
Afrika Ülkeleri
Kuzey Amerika Ülk.
Okyanusya Ülkeleri
Birleşmiş Milletler
ĠSTĠġARELERĠN YILLARA GÖRE DAĞILIMI
117
: 89
: 20
: 19
: 14
: 13
: 13
: 13
:3
:1
2008 yılında 62, 2009 yılında
54, 2010 yılının ilk onbir
ayında ise 68 istişare
yapılmıştır. 2010 yılının
tamamı için tahmini istişare
sayısı 75‟tir.
ĠSTĠġARE YAPILAN ÜLKELERĠN COĞRAFĠ
DAĞILIMININ YILLARA GÖRE DURUMU
Avrupa Ülkeleri
Asya Ülkeleri
Orta Doğu Ülkeleri
AB Komisyonu
Afrika Ülkeleri
Kuzey Amerika Ülk.
Latin Amerika Ülk.
Okyanusya Ülkeleri
Birleşmiş Milletler
2008
2009
26
8
10
6
3
2
7
0
0
24
4
3
5
8
7
2
1
0
2010 Ġlk
Onbir Ay
38
7
7
2
2
4
5
2
1
2010
(Tahmini)
41
8
8
2
2
5
6
2
1
BATI ÜLKELERĠYLE YAPILAN ĠSTĠġARELERĠN TOPLAM ĠSTĠġARE SAYISI
ĠÇĠNDEKĠ DURUMU
118
Birleşmiş Milletler ile yapılan bir
görüşme dikkate alınmazsa,
toplam istişareler içinde siyasi
anlamda Batı ülkeleriyle
(Avrupa, Kuzey ve Latin
Amerika, Okyanusya) ve AB
Komisyonu ile yapılanların sayısı
131, diğer ülkelerle yapılan
toplam istişare sayısı ise 52‟dir
BATI ÜLKELERĠYLE YAPILAN ĠSTĠġARELERĠN TOPLAM ĠSTĠġARE SAYISI
ĠÇĠNDEKĠ DURUMU (YILLARA GÖRE)
2008
Batı Ülkeleri
Diğer Ülkeler
: 41
: 21
2009
Batı Ülkeleri
Diğer Ülkeler
: 39
: 15
2010 (Tahmini)
Batı Ülkeleri
Diğer Ülkeler
: 56(ilk11 ay 51)
: 18(ilk11 ay 16)
ĠSTĠġARE KONULARININ DAĞILIMI
İkili Siyasi İstişareler
Avrupa Birliği
Siyaset Planlama İst.
Afganistan/Pakistan
Akdeniz İçin Birlik
Afrika
BM Güvenlik Konseyi
Konsolosluk
Güney Kafkasya
Orta Doğu/G. Asya
Balkanlar
Genel
119
:122
: 33
:6
:6
:4
:4
:3
:2
:1
:1
:1
:1
Download