T.B.M.M. B : 38 20.12.1999 O:2 gisinden hem de klasik mezhepçilik anlayışından kurtarılması, İslam dininin de, çağdaşlığın da bir gereğidir. Evrensel değerlerle temayüz etmiş ve insanları din, dil, ırk, renk, coğrafya farkı gözetmeksi­ zin muhatap alan yüce İslam dini, muazzez Peygamber ve seçkin halifelerinden sonra, maalesef, Arap kültürüyle bütünleştirilmek, âdeta Araplaştınlmak istenmiş ve siyasal iktidarlar için bir zırh olarak kullanılmıştır. Üzülerek belirtmeliyim ki, bu anlayış zamanla Arap olmayan milletlere de hâkim olmuş ve İslam dinine her millet kendi millî kimliğini yüklemeye çalışmıştır. Böylece, ev­ rensel İslam dini millîleştirilmek istenmiştir. İşte, bu anlayış, Müslüman toplumların İslam dininin özüyle, Kur'an'la temasını engellemiş ve bütünleşmesini önlemiştir. Bu sayede evrensel kimliğiyle değil, millî kimliklerle ifade edilen din, sadece devletlerin, yönetimlerin, iktidarların tehdidi olarak kalmamış; toplumsal gerilimlere, ku­ tuplaşmalara, tarih içerisinde zaman zaman, onbinlercc insanın birbirini boğazlamasına sebep ol­ muştur. Şunu iyi bilmek gerekir ki, tarihi istismarı sadece gruplar, şahıslar veya siyasî partiler yap­ mamış, bizatihi, devletlerin, iç ve dışpolitikalarında başvurdukları bir strateji olmuştur. Ülkemizde buna örnek olarak, 12 Eylül askerî yönetiminin Allah'ın ayetlerini nasıl istismar ettiklerine hepimiz şahit olduk. Bu anlayış ve yaklaşımlar, toplumumuzun yüce İslam dininden uzaklaşmasına sebep olmakla kalmamış, ahlakî dejenerasyonun hızlandırılmasını da kolaylaştırmıştır. Ancak, istismar­ cılar da ve din düşmanları da iyi bilmeliler ki, îslamı ve Kur'an'ı ortadan kaldırmaya veya millîleş­ tirmeye asla imkân yoktur; çünkü, dinin sahibi Allah'tır, onu koruyacak da yalnız ve yalnız Al­ lah'tır. Bu bakımdan, Kur'an-ı Kerim'in de, muhafızlara asla ihtiyacı yoktur. Başta devlet olmak üzere, Diyanet İşleri Başkanlığı da dahil, hiçbir kurum, kuruluş veya şahısların İslam dinini sahip­ lenmeye veya temsil etmeye hakkı ve yetkisi yoktur; böyle bir iddiaya yeltenenler, olsa olsa -affe­ dersiniz- haddini aşanlardır. Diyanet İşleri Başkanlığı yönetici ve mensuplarının dikkatlerini bir noktaya çekmek istiyo­ rum. Günümüzde yükselen en önemli değer, insan haklarının korunmasıdır. 2000'li yıllar, insan haklarının öne geçeceği yıllar olarak değerlendirilmektedir; bu da, insanlık adına, elbette sevindi­ ricidir. Halbuki, 1 400 yıl önce, Cenabı Allah, kul hakkını, kendisine şirk koşmayla birlikte affe­ dilmez büyük bir günah saymış, insan hakları ihlalleriyle kendisine dönülmesini büyük bir günah olarak sunmuş ve bu konuda insanoğlunu uyarmıştır. Buna rağmen, maalesef, insan haklan ihlal­ lerinin dünyada en yoğun bir biçimde yaşandığı coğrafyalardan biri Müslüman dünyasıdır. Ülke­ mizde de bu konuda özellikle son yıllarda hak ihlalleri sıkça ve yoğun bir biçimde yaşanmaktadır. Bir tarafta Avrupa Birliğine aday ülke olmanın önkoşulu olarak yasal değişiklikleri süratle ya­ parken, diğer taraftan da toplumumuzu bu konuda eğitmeye önem vermeliyiz. Bunun için de en başta Diyanet İşleri Başkanlığının bu konuda toplumu eğitmede öncülük yapması gerektiğine ina­ nıyorum. Değerli milletvekilleri, kuruluş amacı, toplumu din konusunda aydınlatma olan Diyanet İşleri Başkanlığı, İslamın özünü; yani evrensel temel ilkelerini esas alarak gerekli yapısal değişikliği ken­ di içinde mutlaka gerçekleştirmelidir. Etnik, mezhep, hatta din farkı gözetilmeksizin vatandaşları­ mızın inançlarını yaşamalarına seküler bir yapıda imkân sağlamak hem demokrasinin hem de hu­ kuk devleti olmanın vazgeçilmez koşuludur. Dinî inançlarından dolayı hak ihlalleriyle karşılaşan insanlarımızın mağduriyeti, 2000 yılına girerken, maalesef, ülkemizin bir ayıbı olarak devam etmektedir. Bu ayıbın büyük onuru ve şerefi kısa adıyla YÖK olarak bilinen Yüksek Öğretim Kurumuna aittir. Hem bu ayıbın ortadan kaldırıl­ ması, hem de bütçenin ülkemize, Başkanlığa ve diyanet camiasına hayırlı olmasını diliyor, hepini­ ze saygılar sunuyorum. (Alkışlar) . . - 80 - '