Din ve sanat, ‘kim’ ve ‘ne’ adını alan tüm tecrübelerin doyumsuzluğunun görünümleridir. Görünüm, belirme değil, varlığa dışsal bir edimle getirerek varolmadır. Din, sanatı, sanat da dini önceler. Her ikisi de hem ruhanidir hem de getirerek varolma tavrıdır. Öykü de bu kavrayışla başlamaktadır. Türkiye’deki yapısı itibarıyla ilahiyat öğretimi sanat disiplini, sanat felsefesini ya da estetiği içine alan bir uygulama sunmaz. Az da olsa felsefe dersleri alan bir ilahiyatçı kendisini felsefe yapma tutumu içinde varedebilmek için çok sıkıntılı bir sürece gereksinim duyar. İlahiyat öğre-timinde sadece din felsefesi derslerinde din-sanat ilişkisi üzerine kısa bir okumanın dışında sanat felsefesiyle ilgili her hangi bir ders ya da bilgi alanı mevcut değildir. Din, sanat alanı var olmadan kendisini sözle tanımlar. Söz, bir başlangıç öyküsü olarak edim adını alsa da, uygulayımda kendisi olmanın yeterliliği sorununu hep yanında taşır. Riceour ile birlikte yürür-sek, “estetik ile dinsel arasında üst üste binen bir bölge vardır denilebi-lir.”