YIK(A)MAK 20 Mayıs 2007 Yalnızca dünya değil, hayatlarımız ve düşüncelerimiz de biteviye kirleniyor. Bu yalnızca artık zamanını doldurmuş çürümüş hayatlardan, kokuşmuş düzenlerden yükselen kir kokularından ibaret değil. Dünya ile birlikte insanlar da kirleniyor. En ağır kokular ise düşüncelerdeki, sloganlardaki ve eylem-lerdeki kirlenmeden yayılıyor. En güzel sözleri ele geçirenler onu kirli, evet kirli emelleri için kullanıyorlar. Anlamlar yamuluyor, düşünce ile eylem, söz ve amaç kırılıp bükülüyor. Ama en ağırı kirlilik. Hayat kir pas içinde kötü yola düşüyor. Herkes bir şekilde ve kendi durduğu yerin temelinden sarsıldığı kaygısıyla bir araya geliyor. Tehlike karşısında birbirlerine sokulanlar, neye ve neden olduklarını bilmeden ve ne anlama geldiğini sorgulamadan sadece korkularını haykırıyorlar. Korkuyla gerilenler hissettikleri yıkıcılık karşısında kendi yıkıcılıklarına sığınıyorlar. Bir halk "kötü yola" düşer mi? Korku ya zalim yapar insanı aklını eriterek ya da çaresiz bırakır, celebe boynunu uzatan koyun misali. Halk da öyle ya da halklar fark etmez, o da düşebilir bu korkunun kuyusuna. Korkutulmuş olmak, gerçekte korkulacak bir şeyin olup olmamasının önemi yoktur bu bahiste, aslolan korkudur. Korku insanı olduğunca halkı da yıkıcı bir zalimler yığınına dönüştürebilir. Akıl korkuda eriyince sözlerin ve sloganların anlamı önemini yitirir. Öyle ki bir yandan en güzel söz olan "bağımsızlığı" haykırırken, bir güce bağlanmak için tapınma ayinine dönüştürür eylemini. Kurtulmak değil kurtarılmak ister. Bir çeşit çocukluğa dönüşür bu hal, babanın koruyuculuğunu talep eden. Büyümekten vazgeçip, geriye, kendisini kurtaranda simge-leşene doğru gerilemeye başlar halklar. Despot, halkını çocuklaşmaya çağırır, sorumluluktan kaçma imkânını vaat eder. NE YAPMALI? Halk da kötü yola düşebilir evet. Ve en sevgilinin sevgilisi halkın aşıkları dayanılmaz bir çaresizlik içine düşerler. Kötü yola düşene ne yapmak gerekir? Yok sayıcı bir yıkıcılıkla ondan vazgeçmek mi, kötü yola düşmenin koşullarını görüp, yine de halktan yana olabilmek mi? Benim bilebildiğim ilkin Yılmaz Güney kullanmıştır bu eğretilemeyi. Baba filminde başkasının işlediği cinayeti üstlenerek girdiği mahpustan çıktığında, emanet ettiği kızının "randevuevine" düştüğünü öğrenir. Kızını oradan aldığında önünde iki seçenek vardır. Tamam kızının intikamını alacaktır elbet ama artık "kötü yola düşmüş", istemese de "kirlenmiş" kızını ne yapacaktır? Günümüzdeki töre/namus cinayetlerine inat Yılmaz Güney, 1971 yılında kızını "yıkar". Üzerine hayatın sıçrattığı kirleri temizlerken kızının ruhunun pırıltısından emindir. Çok sonraları hem Đbrahim Tatlıses, hem de Müslüm Gürses aynı eğretilemeyi oynadıkları filmlerde kullanmışlardır, çok kötü taklitler olarak. Yıkmak ile yıkamak arasında böylesi bir gerilim vardır. Mesele bu gerilimin arafında nerede durup, ne yapmak gerektiğine karar vermekten geçiyor. Evet, bu bakış da bir çeşit kaçınılmaz baba halidir. Bir bakıma halkların korku karşısında tıpkı insan gibi çoğunlukla çocuklaştığını kabullenmekle başlanabilir. Korku çocuklaştırır elbet, insanı da halkları da. Yine de yıkamaya çalışmak gerekiyor, yıkmaya çalışmadan. Durmadan, bıkmadan evet şefkatli bir baba gibi. Yaşlandıkça çocuklaşan babasına, babalık yapmaya başlayan dünün çocuğu gibi, kendisini bu halkın çocuğu olarak görenlerin, yıkmaktan değil, yıkamaktan yana olması gerekiyor. Başka yolu yok çünkü başka halk yok; başka yolu yok çünkü bizlerin de babası bu halktan başkası değil. Madem ki, henüz babasız olmayı becerebilecek bir dünyada yaşamıyoruz, öyle ise yıkamalıyız.