Din Dünya

advertisement
ÜniversiteYayın No: 4777
Fakülte Yayın No: 04
ISBN No: 978- 975- 404- 821 - 6
Din
ve
Dünya
Barışı
Uluslararast Sempozyum
INTERNATIONAL SYMPOSIUM ON RELIGION AND THE WORLD PEACE
(Tebliğler)
, .. •
26-28 Nisan 2007
istanbul Ü~iversitesi Rektörlük Binası, Beyazıt, istanbul
İstanbul2008
F-1
Sempozyum Başkanı
Prof. Dr: Fahıi KAYADİBİ
İ. Ü. ilahiyat Fakültesi Dekanı
Düzenleme Kurulu
Başkan
Prof. Dr. Şinasi GÜNDÜZ
Üyeler
Prof. Dr. Cafer S. YARAN
Doç. Dr. Ömer M. ALPER
Yrd. Doç. Dr. Necmettin GÖKKIR
Yrd. Doç. Dr. Recep ALPYAÖIL
Yrd. Doç. Dr. Ahmet H. FURAT
Yayma Hazırlayanlar
Yrd. Doç. Dr. Necmettin GÖKKIR
Yrd. Doç. Dr. Recep ALPYAÖIL
Copyright © 2007
Tüm hakları saklıdır. Bu yayının hiçbir bölümü İstanbul Üniversitesi ilahiyat Fakültesinin yazılı izni
olmadan fotokopi yoluyla veya elektronik, mekanik vs. suretlerle kısmen veya tamamen
çoğaltılamaz, dağıtılamaz, kayda alınamaz. Bu dergide yayımlanan yazılarda ileri sürülen görüşler
yazariara aittir. Fakülte söz konusu görüşlerden dolayı sorumluluk kabul etmez.
Yazılada İlgili HukukiSorumluluk Yazaflara Aittir
istanbul Üniversitesi
ve Yayınevi Müdürlüğü
iSTANBUL- 2008
Basım
Tel: 631 35 04- 440 00 00/26500
393
"Tasavvufta İnsan Sevgisinin Kaynağı:" İbnü'l-Arabi'nin Düşüncesinde
İnsan İle İlgili Kavramlar/ The Origins of the Love in Tasavvuf: The Basic
Terms About Human Being in the Metaphysical Thinking of lbnu'l-Arabi
Yrd. Doç. Dr. Ekrem Demirli, İstanbul Üniversitesi, İstanbul
Abstract
The mystical theory of İbnu'l-Arabf depends on two basic topic. Which of them
we choice to analyze, neccasary, we will arrive to other subject. These are God and
human being as a metaphysical problems. Another words, if we accept as the main
subject of metaphysical tasavvuf human being or God, we will arrive the other subject.
Because, there are necessary relations between God and human being. When İbnu'l­
Arabf wants_ to define these relations on the level of epistemolojy, he depends his theory
on the saying 'Who knows himself, konws his God.' When he prefers to define it on the
ontolojical level, he uses double terms -such creator-cereated- which define twofold
appearences ofExictence. So, for the İbnu'l-Arabf, human-being and God must be basic
theme of metaphysical tasavvuf. Humanbein~ can find it's meaning in such world and
the aim of creation will be arrive it's goal by the creation 'of humanbeing. Fort his
reason, İbnu'I-Arabl is the thinker who focıised on the topic of humanbeing .and
eleborated a lot of terms about humanbeing. We accept him as thinker whose thought
depends on lo ve of God. and humanbeing.
.:·:- ...
ı'
"Allah, ruh, beden ve nefs bakurundan yetkin olan insanı, kendi suretine
göre yarattı. Bundan dolayı bu yapının düzenini, O'ndan başkası bozma hakkına
sahip değildir. Allah ise, ya eliyle -ki ancak bu olabilir- ya da emriyle bunu
yapar. Allah'ın emri olmaksızın insanın yaratılış düzenini bozan kimse,
zulmetmiş ve insan hakkında Allah'ın [belirlediği] haddini aşmış, Allah'ın imar
edilmesini emrettiği şeyin tahribi uğrunda çalışmış demektir. Allah'ın ku1lanna
şefkat, Allah yolunda gayretkeş olmaktan daha çok gözetilmesi gerekli bir iştir.
Davud, Beyt-i Makdis'i [mukaddes evi] yapmak istemiş, onu defalarca yaptığı
halde tamamlar tarnamlamaz her defasında ev yıkılmış. Bu durumu Allah'a
·26
394
şikayet etmiş,
Allah ise, kendisine 'Benim evim kan döken bir insanın eliyle
payidar olmaz' diye bildirmiştir. Davud Peygamber 'Rabbim! O kanlar senin
yolunda dökülmedi mi?' diye sorunca Allah şöyle cevap vermiş: 'Evet! Fakat
onlar benim kullarım değil miydi?' Bunun üzerine Davud şöyle demiş:
'Allah'ım! Onun yapımını benim soyumdan birisinin eliyle gerçekleştir.' Allah
da, kendisine 'oğlun Süleyman onu yapacak' diye bildirdi. Bu öykünün amacı,
insanın varlığını gözetmek ve onu korumanın yok etmekten üstün olduğuna
dikkat çekmektir. Allah düşmanianna bakınız! Allah, canlarını korumak için,
onlar hakkında cizye vermeyi ve onlarla barış yapmayı farz kılmış ve şöyle
demiştir: 'Barışa yanaşırlarsa, sen de onlara kanatlarını aç ve Allah'a tevekkül
et.'
İbnü'l-Arabi, Fususu'l-Hikem'de insanın önemini böyle anlatır.
İnsan bütün dönemlerde felsefi ve dini düşüncenin ana konusu olmuştur.
.'
}
Bazen insan epistemolojik imkanları yönüyle konu edinilmiş, bazen varlıktaki
yeri tartışılmış, en nihayetinde insan ile ilgili bir tanıma varmak felsefe
eyleminin anlamı ve hedefi sayılmıştır. "İnsan düşünen canlıdır" tanımı, insanın
düşünen, düşündüğünü düşünen ve bunu kavram ve kelimelere dökerek
hemcinsleriyle paylaşahilen yegane varlık olduğuna gönderme yapar. Bu özellik
ve ayrıcalık ise, insanı bir toplum içinde yaşamak, toplum ile etkileşim içinde
olmak anlamı taşıyan Aristoteles'in 'toplumsal canlı' tanımını kendinde
barındırır. Başka bir ifadeyle insanın düşünen bir canlı olması, aynı zamanda,
onun toplumsal canlı olduğu şeklindeki ikinci bir tanıma da ulaşmamıza imkan
.
verır.
İbnü'l-Arabl'nin_ tasavvuf anlayışı, birbirine ulaşan iki ana fikre dayanır.
Böylelikle de insan hakkında teori oluşturan ve insanı anlamaya ve onun
varlıktaki yerini açıklamaya çalışan gelenekler içindeki yerini alır. Bu iki ana
fikir ya da tema, Tanrı'nın veya insanın metafizik araştırmanın ana konusu
seçilmesi şeklinde dile getirilebilir. Bu ikisinden hangisini öncelersek
önceleyelim, zorunlu olarak diğerine ulaşınz. Başka bir ifadeyle İbnü'l-Arabi
metafiziğinin ana konusunu Tanrı olarak belirlediğirnizde, mutl~ka insanı ele
almak zorunda kalacağımız gibi insanı konu edindiğimizde yine zorunlu olarak
Tanrı'ya ulaşırız. Bunun anlamı, İbnü'l-Arabl'nin düşüncesinde insanın
anlamını ve hakikatini ancak Tanrı sayesinde bulabiieceği demektir. Aynı
zamanda bu durum, Tanrı'nın bilinmesinin de insan sayesinde mümkün
olabileceğini gösterir. Bunun nedeni, insan ile Tanrı arasındaki zorunlu bağ ve
395
ilişkilerdir. İbnü'l-Arabi bu zorunluluğu epistemolojik bir zeminde ve içerikte
açıklamak istediğinde
'Kendini bilen Rabbini bilir' şeklindeki bir ifadeyi
düşüncenin ana fikri haline getirir. Bu ilke, sufıler tarafından bir hadis sayılsa
bile, gerçekte Sokrates'ten itibaren felsefi düşüncede bir şekilde kullanılmış ve
farklı şekillerde yorumlanınış 'kendini bil' ilkesinin yeni bir yorumuydu.
Sufiler, insan ile Tanrı arasındaki antolajik ilişkiden hareketle, 'kendini bil'
ifadesini Tanrı'yı bilmek ile irtibatlandırdıklarında ifadenin ikinci kısmı ortaya
çıkmıştır. Bu durumda insanın kendini bilmesi Tanrı'yı bilmesinin bir aracıyken
Tanrı'yı bilmek de zorunlu olarak insanı kendini bilmesini de içerir. .İbnü'l­
Arabi, insan ile Tanrı arasındaki ilişkiyi antolajik bir zeminde ele almak
istediğinde ise, yaratan-yaratılan, rahmet eden-rahmet edilen, bilen-bilinen gibi
terim çiftleriyle varlığın bu göreli ve birbirine bağlı yönlerini dile getirmeyi
yeğler. İbnü'l-Arabi'nin varlığın iki kutbunu bir tür görelilik bağintısıyla
birbirine bağlaması, bilhassa. yoktan yaratma fikrinin içinde düştüğü anlam ve
nedensellik sorununu aşmayı hedefler. Çünkü görelilik bağıntısı, büyük fılozof
İbn Sina'nın. dediği gibi, iki tarafı hem varlık hem de değer bakımından
birbirine bağlar. İbnü'l-Arabi de bu görüştedir ve insanın ve daha genel olarak
da alemin değerini ve önemini, bizzat Tanrı'nın değeriyle irtibatlandırarak
açıklar.
İbnü'l-Arabi'ye göre insan ile Tanrı aynı anda metafizik düşüncenin
konusu sayılmalıdır. İnsan ancak böyle bir anlam .dünyasında hakikatini
bulabiieceği gibi alemin yaratılış amacı da insan sayesinde gerçekleşir. Bu
nokta, İbnü'l-Arabi'nin insan hakkındaki· pek çok kavramı ürettiği ve dile
getirdiği bağlamdır. Bu yönüyle İbnü'l-Arabi, felsefe, kelam ve tasavvufuyla
İslam düşünce gelene]derini dikkate aldığımızda insan üzerinde en çok duran ve
onunla ilgili en geniŞ' terrninolojiyi oluşturan düşünür sayılabilir. Gerçekte
İbnü'l-Arabi, özünü Tanrı ve insan sevgisinin teşkil ettiği bir "insan düşünürü" ·
kabul edilebilir. Onun insan hakkında geliştirdiği düşünce ve terimler, bir
yandan insanın alemdeki yerini ve konumunu, insanın biricikliğini göz önüne
sererken aynı zamand~ farklı düşünce geleneklerinin insan tasavvurlarının da bir
sentezini temsil eder. Bu yönüyle semavi dinlerden Grek felsefesine kadar,
Akdeniz bölgesinin zengin ve çok yönlü kültürel birikimi, İbnü'l-Arabi'nin
entelektüel perspektifiyle harmanlanarak derinlikli bir boyut kazanır ve hep
birlikte yeni bir insan anlayışını inşa eder. Bu anlayış, tarihsel bağlamını dikkate
aldığımızda dini düşüncenin ana sorununu teşkil eden 'nasıl bir Tanrı
tasavvuruna sahip olmalıyız?' şeklindeki kadim soruna 'nasıl bir insan
396
veya 'insan kimdir?' sorusunu eklemek esasında
teşekkül etmiştir. İbnü'l-Arabl'ye göre, insan hakkında doğru bir tanıma ve
tasavvura ulaşmaksızın, sağlıklı bir evren ve buna bağlı olarak bir çevre veya
toplum, hepsinden önemlisi ise bir Tann tasavvuruna ulaşmamız mümkün
değildir. Bu nedenle İbnü'l-Arabl'nin düşüncesi insan üzerinde oluşturduğu
terirnlerle birbirine bağlanır ve evreni ve Tanrı'yı yorumlayan bir düşüneeye
dönüşür. Üstelik bu terimler, günümüzde de anlamını ve önemini korumayı
sürdürür. Çağımızda İbnü'l-Arabl'ye yönelen yoğun ilgi, bu güncelliğin ve
geçerliliğin bir kanıtı sayılabilir. Bu bakımdan insanın değerini ve ~Uemdeki
yerini anlayabileceğimiz en önemli kanıtlar, İbnü'l-Arabl'nin entelektüel
tasavvuruna sahip
olmalıyız'
dünyasında bulunmaktadır.
İbnü'l-Arabi'nin insan tasavvurunun bir yönü, toplum tasavvurunun insan
hakkındaki düşüncemize bağlı olması ilkesine dayanır. Bu yönüyle İbnü'l-Arabi,
insan için toplumun ve her bireyin anlamını aynntılı bir şekilde· tahlil eder.
Buradan hareketle ise, makro kosmos ve mikro kosmos, başka bir ifadeyle
büyük alem ve küçük alem arasında kurduğu ilişkilerle insanın toplumsal canlı
olduğu fikrini temellendirir. Ardından hukuk, ahlak, siyaset, din vb. gibi
bireysel ve toplumsal alanı düzenleyen kurum ve disiplinler hakkında insan
merkezli teoriler ve düşünceler geliştirir. Söz gelişi bütün hukuk sisteminin
insan hayatını koruma ve onu gözetme esasına dayanması gerektiğini söyler ve
buna kısas meselesini örnek göst(trir. Ahlak insanın fıtraten sahip olduğu
yetenekierin bilfiil hale getirilmesi demektir. Siyaset, toplumun birbirlerine
ayna görevi görecek şekilde karşılıklı dayanışma ve· birbirini kollama ilkesine
göre yaşamasını hedeflemelidir. Bütün bunlar, İbnü'l-Arabl'ye göre, insanı
kemale ulaştıracak ve. yetkinleştirecek şekilde ele alınmalıdır.
Bu noktada, İbnü'l-Arabl'nin her şeyin ölçüsü yaptığı insan hakkında
kullandığı başka bazı kavrarnlara eğilebiliriz. İbnü'l-Arabi'nin insan tasavvuru
çeşitli boyutlanyla ele alınabilir. Bu bağlamda İbnü'l-Arabi, insanı önce
antolajik yönüyle konu edinir, insanın yaratılmış evrendeki· yerini, Tann ile ve
diğer varlıklarla ilişkisini tahlil eder, İslam düşünce geleneğinin farklı
disiplinlerinde ortaya çıkan bazı terimleri bazen olduğu gibi bazen yeniden
yorumlayarak ele alır. Bu bağlamda İbnü'l-Arabi insanı "alemin yaratılış
sebebi" sayar. Bu düşünce, genel anlamda İslam'ın daha genel anlamda ise
semavi dinlerin insan görüşünü de kısmen yansıtır. Bununla birlikte İbnü'l­
Arabi, buradan daha çok kendine özgü olan fakat zamanla bilhassa geniş
Aı:ıadolu coğrafyasında teşekkül etmiş Türk düşüncesini olmak üzere, sonraki
397
belirleyen yeni kavrarnlar ve düşünceler üretir. Bu
düşünceler, alemde ve yaratılışta bir sebeplilik ve nizarn bulunduğu fikrini
temeliendirecek şekilde Tanrı'nın eylemindeki hikmet ve nedensellik ilkesine
dayanır. Tanrı, bütün İslami düşünce geleneklerinde olduğu gibi, alemi belirli
bir sebep ve gayeyle yaratmıştır. Bu gaye, farklı ifadelerle dile getirilse bile,
vahdet-i vücud öğretisinin teorisyeni İbnü'l-Arabi'ye göre, Tanrı'nın bilinme
arzusudur. Bu düşünce, Tanrı'yı bilinmek isteyen gizli bir hazine olarak alemin
kaynağı sayar. Bu durumda yaratılış süreciyle alemin ortaya çıkması, Tanrı'run
kemalinin tecelli etmesiyle aynı anlama gelir. İnsan ise, bu amacın
gerçekleşmesinin gerçek ve biricik aracıdır. Gayenin gerçekleşmesini sağlayan
şey ise gayeyle özdeşkştirilebilir. İnsanın evrenin yaratılışındaki gaye olduğu
düşüncesinin kaynağı bu akıl yürütmeye dayanır.
tasavvufi
geleneğin gidişatını
İbnü'l-Arabi, buradan hareketle insanı eşref-i mahlukat, başka bir ifadeyle
yaratıkların en şerefiisi diye niteler. Eşref-i mahlukat fikri, İslam düşüncesinde
sürekli işlenmiş bir düşünce olduğu kadar aynı zamanda büyük alem ile küçük
alem arasındaki ilişkiler de bu düşünceyle irtibatlıdır. Söz konusu şeref ve
üstünlük, potansiyel ve kuvve olarak bütün insanlara ait iken fiilen bu hak ve
ayrıcalık sadece ahiakım yetkinleştiren ve kamil insan haline gelenler için
düşünülebilir .. Ahlak meselesi, hiç kuşkusuz, insan teorilerinin ana noktasını
teşkil ettiği gibi aynı zamanda İbnü'l-Arabi'nin insan ile ilgili en gerçekçi
değerlendirmelerini dile getirdiği alandır. Çünkü İbnü'l-Arabi, insam eşref-i
mahlukat veya varlığın gayesi sayarken insamn olumsuz yönlerini göz ardı
etmez. İnsan yaratıklann en şerefiisi olsa bile, iradeli bir varlık olarak alen;ıdeki
pek çok kötülüğün ve adaletsizliğin de ,sebebidir. Bu yönüyle insan, İbnü'l­
Arabi'ye göre aynı anda iyi ve kötü duyguların bir çatışma alanıdır. Gerçi
İbnü'l-Arabi, bu dl!§vncesini dile getirirken insam ve nefsi büsbütün kötülüğün
kaynağı sayan kadim karamsar düşüncelerden uzaklaşır ve qnlan şiddetle
eleştirir. Söz konusu düşünceler, özellikle züht dönemi tasavvufuna da bir
ölçüde etki etmiş, bedeni ve dünyeviliği büsbütün dışlayan riyazet ve mücahede
yöntemlerinin tasavvufa yerleşmesine zemin hazırlarnıştı. İbnü'l-Arabi ise,
İslam filozoflarından da bir ölçüde beslenen iyimser evren ve varlık teorisini
insanı merkezine alacak şekilde genişletir. İnsan ya da nefs ya da beden,
herhangi bir şekilde kötülük kaynağı değildir ve manevi terakki, ruh ile beden
arasında keskin bir çatışmayı zorunlu kılmaz. Bilakis bedenin ve nefsin
haklarının ve yükümlülüklerinin uyumlu ve karşılıklı bir şekilde gözetilmesi
gerekir. Bununla birlikte insan, bir ahlak mücadelesiyle yükümlüdür ve bu
398
sayede insanın insan olmasından söz edilir. İbnü'l-Arabi'ye göre bu ahlak
mücadelesini vermeyen ve behiınl duygulannın kontrolünden çıkmayan bir
insana sadece "sözde insan" denilebilir. Gerçekte o, eşref-i mahlukat sayılmaya
layık varlık değildir.
İnsanın eşref-i mahlukat sayılması, başka bir kavramla daha dile
getirilebilir. Bu kavram, aynı zamanda insanın' alem ile ilişkisini açıklar. İbnü'l­
Arabt insan ile alemin ilişkisini, bir ayna ile aynanın parlaklığı ya cilası gibi
düşünür. Ayna parlatılmamışsa ondan beklenen amaç gerçekleşemez. Alemde
insanın var olması ve bulunması, aleinin varlık sebebinin gerçekleşmesi
demektir. Bunun başka bir yansıması ise, bu alemde insanın korunmasının
zorunluluğudur. Bunu alemin insan için yaşanabilir bir yer olarak korunması
şeklinde dile getirmek de mümkündür. Çünkü alemdeki her şey insan için
vardır. Her şeyin insanla ilişkisinde amaç ve vasıta olan şeylerin ayırt edilmesi
gerekir. Öte yandan insanı ve alemi anlatmak için kullanılan "ayna" simgesi,
gerçekte insanlar arası ilişkilerin ve iletişimin anlamını da dile getirir. Başka bir
ifadeyle ayna, görmek, görüşmek, iletişim kurmak anlamıyla değerlendirilebilir.
Bu durumda her insan bir ayna olur ve herkes diğer insanın kendini anlamasına
katkı sağlar. İbnü'l-Arabt, bu düşüncesini anlatırken 'Mümin müıniııin
aynasıdır' şeklindeki bir hadise dile getirir ve bir insanın kend~i ancak başka
bir. insan vasıtasıyla tanıyabileceğine dikkat eder. Bu ise, insanın toplumla
ilişkilerinin temeli olduğu kadar toplumun bir bireye karşı yükümlülüklerinin
genel çerçevesine işaret eder.
İbnü'l-Arabi'nin insan hakkında dile getirdiği düşüncelerden biri de, insan
teriminin etimotojik tahliliyle ilgilidir. Bu düşünceler de insan teorisinin çeşitli
yönlerini açıklamaktadır. İbnü'l-Arabt, insan kelimesillin iki farklı kökten
türetildiğini kabul eder. Birincisine göre insan kelimesi, unutmak (nisyan) ve
ünsiyet etmek gibi iki farklı ve zıt anlamdan türetilmiştir. Her iki anlam,
gerçekte Empedokles'in zıt kavramların ilişkisi hakkındaki teorisini hatırlatır bir
şekilde, bir şeyin iki yön~nü gösteren kavramlardır. Buradan İbnü'l-Arabt, insan
ile ilgili bir paradoksal yargıya ulaşır: Hiç kuşkusuz bir şeyin yüceltilmesinin en
kestirme yolu, onu bir paradoksallıkla tanımlamaktır. Söz gelişi Tann'nın
yüceliği ve büyüklüğü, O'nun zıt niteliklere sahip olmasıyla açıklanır. Tann,
aynı anda merhamet eden ve cezalandıran kimsedir. Bu paradoksallık, O'nun
tek bir tanıma ve kavrama indirgenemeyişi demektir. İbnü'l-Arabt, aynı şeyi
insan için düşünür. Ona göre insan paradoksal bir varlıktır. Bu paradoksallık,
insanın 'kevn-i cami', yani zıt özellikleri kendinde toplayan bir varlık olması
399
terimiyle ifade edilir. Kevn-i cami (toplayıcı varlık) terimi, İbnü'l-Arabl'nin
özellikle Fususu'l-Hikem'inin anahtar terimlerindendir ve zorunlu bir şekilde bu
düşünce eşref-i mahlukat fikriyle birleşir. İbnü'l-Arabi insan kelimesinin iki
kaynağını iki zıt anlam saymak yerine, birbirini tamamlayan ve bütünlük teşkil
eden iki ayrı yön diye görür. İnsanın unutkanlığı, onun içe dönüklüğünden -ki
sufiler bunu çağdaş felsefelerde de ayrıntılı bir şekilde işlenmiş olan
yabancılaşma ve vahşet terimiyle anlatır- ünsiyet etmek ise, insanın
toplurnsallığı ve yeni şeylere intibak ve uyum yeteneğiyle ilişkilidir. İbnü'l­
Arabi, bu terimierin anlarnlarım zenginleştirıneye büyük bir önem verir.
Böylece insanın bu iki tamınından bir yandan insanı her şeyle ilişkilendirir, öte
yandan onu kendine dönük ve yalnız bir birey haline getirir. Bu tanımın pozitif
yönünden hareket edersek, İslam filozoflarının insanı toplumsal bir canlı diye
tanımlayışları, onun "ünsiyet eden" yönünün gereği sayılabilir. Öte yandan
çağdaş düşünce de yansımasını gördüğümüz şekilde insanın özü gereği
toplumsal bir canlı olmadığı iddiası da bu tammda kendine yer bulabilir. Bu da,
insan tanımının paradoksanığının bir sonucudur.
İbnü'l-Arabi, insanın bu ünsiyet ediciliğini onu evrendeki her şeyle ilişkili
ve her yeni duruma uyum gösterebilen bir varlık olması diye yorumlar.
Gerçekten de ünsiyet, insanın intibak ve uyum yeteneği şeklinde yorurnlanabilir.
Bu yönüyle ünsiyet, insanın yeni şartlara ve dururnlara uyması, onları algılarnası
ve benirnsernesidir. İnsan içinde bulunduğu halden ve koşullardan memnun
olmayan, gelecek zaman fikrine sahip olan ve bu uğurda koşullarını değiştirmek
isteyen bir varlıktır. İnsan bir yönüyle bu yeni şartları talep eder ve onlara uyum
sağlarken aynı zamanda onlardan uzaklaşmak ve içine kapanmak da ister. Başka
bir ifadeyle tutuculuk ve değişirncilik, aynı insan gerçeğinden beslenir. İbnü'l­
Arabl'ye göre her<~isi de insani bir duygudur ve insanın kendi kavramsal
tamınından gelen bif gerçekliğe sahiptir.
İnsan kelimesinin başka bir anlamı, insanü'l-ayn kelimesiyle ilişkilidir.
İnsanü'l-ayn, göz bebeği demektir. Gerçekte bu terimkadar insanın varlıktaki
müstesna konumunu anlatabilecek başka bir terim bulunarnazdı. İbnü'l­
Arabl'nin insanla ilgili bu nitelernesi, Edebiyatımızda 'dide-i ekvan' (varlıkların
gözü) şeklinde terimleştirilrniş ve insanın genel adı haline gelmiştir. İbnü'l­
Arabi, bu rneseleyi en temel kitabı sayabileceğimiz Fusus'unda aynntılı bir
şekilde ele almış ve insanın alemdeki yerini Tanrı için insanın anlamını bu
terimden hareketle dile getirmiştir.
400
İbnü'l-Arabi'nin insan hakkındaki en önemli tasavvurlanndan birisi, onun
Tanrı'nın
suretine göre yaratıldığı hakkındaki düşüncesidir. Bu düşünce,
gerçekte semavi dinlerin antropoformik Tann tasavvurlannın bir neticesi ve
devarnıdır. Sufıler, İslam filozoflan vasıtasıyla aşina olduklan felsefi
terminolojiyi kullanarak, bir yaratılış . teorisi geliştirmişlerdi. Meselenin
aynntısına girmezden söylemek istediğimiz husus, bu teorinin esas itibanyla
Tanrı alem ve insan arasındaki ilişkiyi temellendirdiğidir.
·
. Sonuç
İbnü'l-Arabi'nin insan düşüncesi, insanı bütün varlığın gayesi ve hedefi
saymak ilkesine dayanır. Bu özelliğiyle insanın varlık hakkının korunması, çok
istisnai koşullar dışında, her şeyden önemlidir ve hiçbir gerekçe bir insan
hayatını yok etmeyi meşru kılmarnalıdır. Günümüzde de toplumlar arası ilişkiler
ve sağlıklı bir toplumsal yapı, ancak böyle bir insan tasavvuruyla gerçekçi bir
zemine ulaşabilir.
•
Download