Onursuzluğun Rehaveti

advertisement
Işıl Özgentürk
Onursuzluğun Rehaveti
Babakale açıklarında batan teknenin yolcuları arasında
kemanına sarılmış biri vardı; Barış Yazgı. Tek derdi, tek isteği bir
keman virtüözü olmaktı. Ama yoksul doğmuştu, yaşadığı ülkede
bir zamanlar yoksul ama yetenekli çocukları istedikleri işleri
yapmaya, başarmaya yönelten bir sistem vardı. Örneğin, Gürer
Aykal böyle bir sistemin elinden tutmasıyla bugün dünya
çapında bir şef olabilmişti. Ama artık bu sistem, iç ve dış
düşmanlar tarafından hunharca yok edildi. Ve onlar, o genç
insanlar
meydanlarda,
sokaklarda,
dağlarda,
mülteci
teknelerinde ölümün soğuk yüzüyle karşılaşıyor. Ve bize sadece
utanmak kalıyor.
Şimdi düşünüyorum, uzağa gitmeye gerek yok, Barış, Küba’da
yaşasaydı başına neler gelirdi. Hiç kuşkunuz olmasın onu
Küba’nın ünlü caz piyanisti Ruben gibi dünyanın her yerinde
verdiği konserlerle tanırdık. Ama Barış sadece konser vermekle
kalmazdı tıpkı Ruben gibi ülkesine borcunu ödemek için,
haftada iki gün küçük balerinlere kemanıyla eşlik ederdi. Nasıl
mutlu bir insan olurdu, nasıl!
Bazen bir şeyleri zorlamak gerekir. Eğer işçi sendikaları bırakın
yüz bini, on bin işçi getirmeyi göze alabilselerdi, disiplini
sağlayabilselerdi, işler farklı olurdu. Keşke on bin işçi ve işten
atılmış binlerce akademisyen, işten atılmış gazeteci, öğretmen
orada kapatılmış Taksim Meydanı’nın yanı başında dimdik
durabilsek!
Her şeyi evet, her şeyi usul usul kabullendiğimizden işler bizim
istediğimiz gibi yürümüyor. Ama şimdi size müthiş
umutlandırıcı, hikâyesi gerçek bir İngiliz filminden söz edeceğim.
Thatcher zamanı, Galler’deki madenler kapatılacak ve on
binlerce işçi işsiz kalacak. Sendika genel grev kararı alıyor, ancak
sendikanın uzun süren grevi karşılayacak parası yok. İşte o
sırada LGBT üyesi sadece yedi kişi Londra sokaklarında plastik
kovalar ellerinde para toplamaya başlıyorlar. Sonra Galler’deki
bir madenci kasabası onları davet ediyor ama maden işçisi
erkekler, karılarının çağırdığı bu gruba cüzamlı gibi
davranıyorlar. Ama iyi ki, kadınlar var, bir süre sonra
madencilerle LGBT üyeleri dost oluyorlar ama sendika
gazetelere çıkan bu dostluğu kabul etmiyor.
Şimdi soğuk bir denizde, kemanına sarılmış ölü bir beden!
Ve yarın 1 Mayıs. Benimle yaşıt olanların 1 Mayıs’la ilgili
hikâyeleri epeyce çoktur. Kimini coşkuyla anımsarız, kimini
derin, geçmeyen bir kederle. Şimdi gene keder gelip beni
buluyor. Çünkü işçi sendikaları ve güvendiğimiz odalar bizleri
Bakırköy Halk Pazarı’na çağırıyor. Taksim ve orada yaşanan 1
Mayısları bilmesek hani gönül rahatlığıyla halk pazarına
gidebiliriz ama ne yazık ki, Taksim eskimeyen derin bir yara gibi
kanıyor. Ve bu yara izi, Barış’ın ölümüne uzanan çizgisiyle
birleşiyor. Evet, yaralıyım ve bu yara Bakırköy Halk Pazarı’nda
geçmeyecek. Tam tersi bana yitirdiğimiz pek çok güzelliği, pek
çok kazanımı anımsatacak!
Sonuç LGBT’liler madenci kasabasından kovuluyorlar. Ama onlar
gene para toplamaya, grevci işçiler için konserler vermeye
devam ediyorlar. Hatta polisin yaktığı grev otobüsünün
aynından alıp madencilere yolluyorlar.
Sonuçta madenciler bir yıl sonra kazanıyorlar. O günlerde bir
Onur Yürüyüşü oluyor, LGBT üyeleri ne görsünler, sendika
hatasını anlamış ve her bölgeden bir otobüs dolusu madenci
LGBT Onur Yürüyüşü’ne katılıyor. Ve o yıl daha önce sürekli
reddedilen Eşcinsel Hakları Yasası madencilerin desteğiyle
parlamentodan geçiyor. Filmin adı:
ONUR
Yıllar önce Taksim yasaklanmıştı, ben sıradan bir turist gibi
Taksim’de dolaşıyordum:
Kazancı Yokuşu’nda durmuş, o kanlı 1 Mayıs’taki ölen insanları
düşünürken birden çok yaşlı bir adamın kaldırıma oturup
ağladığını görmüştüm. Telaşla yanına gittim ve o bana kızının
Kazancı Yokuşu’nda ezilerek öldüğünü, her yıl 1 Mayıs’ta
yokuşun başına gelerek kızıyla konuştuğunu söyledi. Karısı acıya
daha fazla dayanamayıp kanserden ölmüştü.
Kazancı Yokuşu’nda ezilerek ölen kızı tek çocuklarıydı.
Şimdi ben Bakırköy Halk Pazarı’na gidip, “Günlerin bugün
getirdiği baskı, zulüm ve kandır, ancak bu böyle gitmez sömürü
devam etmez” diyerek nasıl marş söyleyebilirim?
Kendime
bunu
yapamam!
Şimdi
birçok
gerekçenin
sıralanacağını biliyorum. “İzin verilmedi”, “Taksim kapatıldı” vs.
http://www.mgkmedya.com
Pazartesi, Mayıs 1, 2017 - Sayfa 1 / 1
Download