t ü rktıyatro / ü - ŞEHİR e

advertisement
>t
T Ü R K T IY A T R O / Ü
0<Ç fl (M O) IE K öİL IE R :
Bir Müsabaka .
.
.
Bir adam yaratmâk .
Zahir Sıtkı |
10
Selâm i S e d e s ’ in konferansı
Bir adam yaratmak .
.
Sözün kısası .
• • i-1J
.
.
.
S ü r t ü k ...................
Per Günt...................
Tevziat
t»
• •
ft
Kuruş
i
c ild in iz i s e rtle ş tirip ça tla tır
M uhafaza etm ek için yüz ve e lle ri­
nizi sabah ve akşam m untazam an
ve sokağa çıkm adan evel iyice
KREM NIVEA
*
ile uvunuz. T e n i­
niz yum uşak ve
■sıhhatli kalır.
K Ö M Ü R
S O B A L A R I
G A LA TA
BONMARŞESI
KARAKÖY No. 5
5RTİE
EN BÜYÜK 6İYİM EVİ
DE
VERESİYE
Mevsim sonu münasibetile büyük
TENZİLÂTLI
Satış.
TÜRK Tİ YATROSU
TİYATR O
M E V S İM İN D E
Sahibi : Şehir Tiyatrosu
Yaz. İ. Müdürü: Neyire Ertuğrul |
HER
ON
BEŞ
Şubat 1938
Sene: 9 — No. 86
GÜNDE
BİR
Ç IK A R
Çevirme evi: T epebaş, Tiyatrosu
B i r
M ü s a b a k a
'
—
1
—
Bizde belediye tiyatrolarının gayesi şu
cümlelerle tesbit edilebilir :
“Halkın tiyatro kültürünü yükseltmek,
millî ve beynelmilel tiyatro şaheserlerini ta­
nıtmak, tiyatro sevgisini yaymak, halkı eğ­
lendirmek, bu suretle güzel sanatlara karşı
sevgi uyandırmak ve memlekette seyirci ta­
bakasını genişletmek.,,
Bu gayeye varmak maksadıyla, ekonomi
bakımından, tiyatroyu her keseye uygun ola­
cak derecede ucuzlatmak lâzımdı. O da ya­
pıldı ve halk ta tiyatroya akınlarıyla buna
mukabelede gecikmedi. Yalnız bir çok taraftan
bir takım itirazlara yol açacak hadiselerle
karşılaştık.
2
—
-
Meselâ bir seyircimiz dedi ki :
" Dün akşam tiyatrodaydım, karımın ya­
nma, üstü başı yağ kokan bir kasap veya
pastırmacı çırağı düşmüştü, koltukta yanındakini iz’âç edercesine bir tarafa yaslanarak
oturan bu adam, ilk defa tiyatroya geldiği
için, bir türlü rahat edemiyor, etrafındakileri
de rahatsız ediyordu. Elhasıl öyle bir temsil
seyrettik ki burnumuzdan geldi, geldiğimize
geleceğimize pişman olduk. ”
Seyircimizin hakkı vardır. Bunun önüne
geçmek için tedbir arayınca şunlar hatıra
geliyor :
Kontrol memurunun yanına burnu kuv­
vetli, av köpeği gibi hassas bir adamı koku
rakibi olarak koymak lâzım. Şüpheli seyircile­
ri bir koku muayenesinden geçirsin, kokanları
içeri sokmasın, ayrıca bir de kapı önünde
“tecrübe koltuğu,, bulundurmalı, tiyatroya ilk
gelenleri bu dar koltuk üzerinde oturtarak
kısa bir stajdan geçirmeli, doğru oturmayı
öğretmeli, ondan sonra içeriye salıvermeli.
Fakat bunlar için bütün bir murakabe
heyetine, bir imtihan salonuna, bir muayene
koridoruna ihtiyaç var, ne yazık ki kadromuz­
da da bunlar yok.
-
3 -
Diğer bir seyircimiz diyor k i:
2
“ Siz ; tiyatroya hiç gelmiyenlerî alıştırır­
ken, gelmeye alışanları da tiyatrodan soğut­
maya başladınız.. Çünkü bu tiyatroya yeni
gelenlerle bir arada tiyatro seyretmek bir
azap oluyor, ağlanacak yerde gülüyorlar,
gülünecek yerde ağlıyorlar.”
Bu seyircimizin de hakkı var. Buna karşı
tedbir de şöyle olabilir :
Sahnenin iki yanma beyaz levhalar yap­
tırılır, biri gülmeye, diğeri ağlamaya işaret
olarak kullanılır,
icabında meselâ birine
“piyesin burasında gülünüz” veya ötekine
“piyesin burası hazindir, arzu buyurulduğu
takidrde müteessir olabilirsiniz” yahutta “yanı­
nızda mendil varsa şimdi ağlamakta bir mah­
zur yoktur” gibi yazılar ışıkla aksettirilebilir.
Şaka bir tarafa, bunun önüne nasıl geçi­
lir diye düşünmek çok acı. Çünkü bu iş sahi­
den işaretle halledilir mes’elelerden değil.
Bir piyesin neresinde bağıra bağıra gülünür,
neresinde hıçkıra hıçkıra ağlanır, bunu öğret­
mek te, anlatmak ta güç. Her şeyin acemisi
olacağını insan tahmin eder de tiyatro seyir­
cisinin acemisi olacağını hatırından bile ge­
çirmez.
— 4 —
Dram Tiyatrosunun kapısındaki kontrol
memurumuz,. bir temsil sonunda tiyatrodan
çıkan iki kişinin şöyle bir konuşmasına şahit
olmuş, bize anlattı :
“ Küçük Rızanın dayısı Selim geçen gün
bu oyunu görmüş, içinde papazlar varmış,
kadı manastıra geliyormuş, kavga ediyorlar­
mış, gülmeden katılmış. Bugün o papazlar
filan çıkmadı, sonra o kadar çok gülmedik de.„
Bilmem tahmin ettiniz mi . . arkadaşı
komedi tiyatrosunda “Aynaroz kadısı”nı gör­
müş, onlara methetmiş, onlar da dram kıs­
mında “Per Günt”e gelmişler, Per güntü
Aynaroz kadısı diye seyretmişler, yalnız pek
o kadar gülmemişler. Buna ne buyurulur ?
Böyle gülmek ümidile Dram tiyatrosuna,
ağlamak hülyasıyla komedi tiyatrosuna girip
yanılanlara karşı aceba kapıda bir tellâl mı
bağırtmak ?
— 5 Tiyatroyu
temizliyenlerden biri şöyle
dedi :
Türk
Tiyatrosu
“ Geçen senelerde, yâni tiyatro hatlarının
bu kadar ucuzlamadığı yıllarda, temsilden
sonra ortalığı süpürdüğümüz zaman çukulata
yaldızları, bonbon kutuları, portakal kabuğu
süprüntünün ekseriyetini teşkil ederdi. Şimdi
bu sene süprüntünün çoğunu fındık, fıstık,
kabak çekirdeği, ceviz, kestane kabukları kü­
mesi tutuyor. Bazan öyle oluyor ki bir koltu­
ğun önündeki kabuk, yalnız kabuk, mübalağa
olmasın ama, 500 gram ağırlık çeker.,,
Bunun önüne geçmek için tedbir alın di­
yeceksiniz değil mi ?
Bu tedbiri biz on senedir bulmadık. Buna
mani olmak için bir çare teklif etmek üzere
seyirciler arasında bir müsabaka açmalı. En
kısa zamanda en makul usulle tiyatrolarımız­
dan fındık, fıstık, kabak çekirdeğini kaldırmak
çaresini teklif edene mükâfat olarak on gece­
lik temsil abonesile on kilo kabak çekirdeği
hediye vermeli.
Perdeci
VOLPONE
Yazan : Ben Johnson
T ürkçesi: Bedrettin Tuncel
ŞEYTAN
Yazan : Molnar Ferenç
Türkçesi : Seniha Göknil
OTHELLO
Yazan : W. Shakespeare
Türkçesi : Ertuğrul Muhsin
Tirk
Tiyatrosu
5
ım n
K
o
n
f
e
r
a
n
Selâmı İzzet Sedes 20-1-038 perşembe günü
saat 17.30 da Eminönü Halkevinde değerli bir
konferans vermiş, tiyatromuzun nasıl ve ne saf­
halar geçirdikten sonra bugünkü olgun haline
geldiğini muvaffakiyetle anlatmıştır.
Değerli muharrir sözüne şöyle başlıyor:
Be n kendi hesabım a, tiyatrom uzdan söz açı­
lınca, çok uzak değil, biraz uzak çağlara gidem i­
yorum. Çünkü yol bulam ıyorum .
Allah rahm et eylesin, Küçük K em al’in bir
iki m akalesile, Refik A hm ed’in «Yakın çağlarda
Türk Tiyatrosu» eserleri olmasaydı, elli sene
evvelki İstanbul tiyatrolarında da dolaşmam
çok güç olacaktı. O yazılar sayesinde kolayca
dolaştım ve şu neticeye vardım .
Y arım asır evvelki evvelki tiyatrom uz­
dan
uzun boylu konuşm ak değmez. Mecid
padişah
zam anında erm eni
ailelerin yalı larda, m eketblerdeki oyunlarını; erm eni ak­
törlerin erm enice tem sillerini Türk tiyatrosu­
nun başlangıcı saym akta m azurum ; ancak Mecid'in İstanbul’da tiyatro m erakını uyandırdığı­
nı kabul ediyorum ; nasıl ki, bu güzel m eraka
kapılan «hademei hassai şahane» m uzikaları
tiyatro oynamağa başlam ışlar. Demek Türkler
de tiyatro san’atm a heveslenm işler. Acaba ontiyatro oynamağa başlam ışlar. Demek (Türkler
de) tiyatro san’atm a heveslenm işler. Acaba on­
ların bu hevesleri alkışlanm ış mı? Buna evet
diye cevab verm enin büyük faydası yok, çünkü
Aziz padişah devrinde T ürkleri sahneden kov­
m uşlar; sadrâzam Âli paşanın him m eti ile bir
ferm an çıkmış, sahnede suflörle oyun oynamak
im tiyazı Agob V artovyan efendiye verilmiş. Ti­
yatro bahislerinde göklere çıkarılan Güllü Agob
-A ktris Gül hanım ın kocası- Güllü, Aziz padi­
şahın ferm an verdiği Agob V artovyandır.
Bundan sonra Namık Kemal’in o zamanki
ermeni aktörlerinin şiveleri için söylediği sözle­
ri tekrarlıyarak bu oyunlarda fevkalâdelik bu-
s
ı
lunmadmığı ileri sürüyor ve tiyatronun sadece
bir eğlence olmadığını tebarüz ettiriyor.
Bundan sonra Mmakya.na geçiyor, o devir­
lerde batıdaki tiyatro cereyanlarını anlatıp pek
az örnek aldığımızı söylüyor ve kendi kendine
soruyor: Tiyatronun bugünkü mefhumunu kav rıyabilmek için ne yaptık!
Sonra kendi kendine cevab veriyor:
«Ertuğrul M uhsin’in gelmesini bekledik.»
Değerli muharrir sözüne şöyle devam edi­
yor;
— B unun için elli sene evvelki tiyatrodan
kısaca şöyle bahsedeceğiz: 1869 da Nam ık K e­
mal, Ekrem, Ebüzziya Tevfik, Şem seddin Sami
bir T ürk tiyatrosu kurm ak istediler. Padişah ra ­
hat bırakm adı Tiyatro bir türlü Türkleşem edi,
gelişmedi, erm eniler elinde, B atının ortaçağ ti­
yatrolarına çok benzer bir şekilde tâ M eşruti­
yete kadar süründü durdu.
T ürk tiyatrosu ancak M eşrutiyetten sonra
kendine bir saha buldu, bu saha o zaman tem iz­
lendi, tem el kazıldı, ve ancak C um huriyette a tıl­
dı. Türk san’atk ârlar M eşrutiyette sahneyi be­
nim sediler fakat sahne Türk kadın san’atkârı
benimsiyemedi. Nasıl kadınsız hayat, tam hayat
sayılmazsa, kadınsız sahne de sahne sayılmaz...
1876 da sahneye çıkıp kendini gösteren ilk Türk
erkeği Ahmed Fehim le 1920 de sahnede görü­
nen ilk Türk kadını Afifenin adını saygıyla andikten sonra Türk tiyatrosuna C um huriyette
kavuştuğum uzu söyliyeceğim.
Baha: Tiyatrom uz kaç yaşında? Diye sora­
cak olursanız hiç çekinmeden: Otuz yaşındadır!
cevabını veririm ; amm a bu cevab hiç düşünm e­
den verdiğim cevab olur. Düşünecek olursam:
Bizde tiyatro 1914 de başladı, derim.
Evvelâ düşünm eden verdiğim cevab ü stü n ­
de durayım . Türk tiyatrosu M eşrutiyetle bera­
ber başladı. Bay Muazzez, bugün Şehzadebaşındaki Millî Sinem anın bulunduğu yerde, ama-
6
türlerden m ürekkeb bir kum panya yaptı. Adım
«Sahnei heves» koydu. Bu hevesliler arasında
san’atk âr Büyük Behzadla Naşid vardı. Temsil
ettikleri ilk eser, bugün hâlâ halk sahnelerinde
tem sil edilm ekte olan «Beyimin tiyatroya m e­
rakı» dır. Bu ilk tem silin üstünden tam otuz se­
ne geçti. Hiç düşünm eden tiyatrom uz otuz ya­
şındadır dem ekte haklıyım değil mi?.. Amma
tek ra r edeyim, düşünürsem Türk tiyatrosunu
gene 1914 de başlatırım ... Çünki:
1908 de tem sil edilen «Beyimin tiyatroya
m erakı» Ahm ed M idhat efendinin himayesinde,
«Beykoz ittihad ve teavün» cemiyeti m enfaatine
oynandı. Bu kom edi o gün bugündür belki bin
tek rar edilm iştir. H er halde içimizde görenler
vardır: Evin beyi tiyatroya m eraklıdır, yazdığı
eseri, ev halkına, kız kardeşine, aşçıya, bahçı­
vana, arabacıya, hizm etçiye prova ettirir. Ti­
Türk
Tiyatrosu
yatronun T sini bilm iyen bu kadın erkek ne ya­
pacaklarını, ne söyliyecelilerini şaşırırlar.
Perde kapanır kapanm az Ahmed M ithat
efendi sahneye koşuyor, Sakalı titriy e titriy e
Bay Ressam Muazzeze çıkışıyor:
«A oğlum, beni rezil ettiniz!.. Hiç insan ro­
lünü ezberlem eden, prova etm eden sahneye çı­
kar mı?.. Yerin dibine geçtim!..»
M ithat efendiye izahat verm işler, iüna e t­
m işler, M ithat efendi de perde önüne gelerek
halka bu yolda konferans verm iş, işin iç yüzü­
nü anlatmış. Halk ta bundan sonra komediye gülm üş...
Şimdi düşünecek olursak Türk tiyatrosu­
nun 1914 de başladığına k arar veririz. Fakat bir
an düşünm iyelim de, otuz sene evvelden biraz
daha konuşalım. «Sahnei heves» in öm rü uzun
sürm edi, dağıldı. Büyük Behzad «Sanayii Nefise
Türk Tiyatrosu
Tiyatro Heyeti» ni kurdu. Bir tek tem sil verdi­
ler, Behzad’m sahneyi döşemek için evinden ge­
tirdiği eşyalar da tiyatroda rehin kaldı. Bu ara ­
da toplanan bir heyet, Tepebaşı yazlık tiy atro ­
sunda, bugünkü Asrı Sinem ada Namık K em al’in
«Vatan» piyesini tem sil e tti ve Raşid Rıza ilk
defa sahneye çıktı. M uvahhid, Şadi, Müfid Ratib ve daha bir kaç arkadaşı da Şehzadebaşm da
Ferah tiyatrosunun karşısındaki binada «Nasıl
oldu'» isimli bir komedi oynadılar. B üyük Behzad Romaya elektrik tahsiline gitti, iki sene
sonra geldi, «Mürebbîi hissiyat» tiyatrosunu
kurdu. Bir tarafta Fehim efendi, bir tara fta H ü­
seyin Kâmi, bir tarafta Burhaneddin, bir tara f­
ta am atörler, m antar gibi tiyatro kum panyaları
bitiyor, sabun köpüğü gibi dağılıp gidiyorlardı.
O zam anlar gerek İstanbul’da, gerek taşrada ti­
yatro değil, bir tiyatro hercüm erci vardı.
Bu kargaşalığı ayıklayıp- sıraya koymağa
kalkarsam gece yarısını buluruz. Bunu yapamıyacağım. Ancak tiyatro tarihim izin kaydetm e­
den geçemiyeceği küçük bir hâdiseyi sövliyeceğim: 1909 da aktör B urhaneddinin idaresindeki
«Şark D ram Kumpanyası» ağustosun 2 inci gü­
nü Erenköyünde «Şarlok Holmes» piyesini oynıyacaktı. Eserde «Bob» adlı bir şahıs var. Bu ro­
lü Büyük Behzad’a verm işler. O gün Behzad’m
işi var, role çıkamıyacak. Çok genç, çok mahcub,
ince uzun boylu, sarışın bir ahbabı var: Rolü­
mü sen oyna diyor. M ahcub genç ık m ıkdan son­
ra teklifi kabul ediyor ve o gün m atinede Bob
rolünü oynuyor. Bu sarışın, ince uzun boylu,
m ahcub genç E rtuğrul M uhsin’di.
Bu hâdiseyi kaydettikten sonra, 1908 de îstanbulda bir Millî Tiyatro tesisini düşünenlerin
m üsbet hiç bir şey yapm adıklarını anlatm adan
geçeceğim, Dopanma Cem iyeti reisi Ziya Beyin
topladığı Osmanlı Donanma Cemiyeti T iyatro­
sunun da M m akyanm bir isttihalesinden başka
bir şey olmadığını söyleyip 1914 de karar kıla­
cağım.
1914 beni düşündüren tarihtir. Şimdi soru­
nuz: «Tiyatromuz kaç yaşında?» deyiniz Bu se­
fer birdenbire çekinm eden cevab verm em ; dü­
şünürüm , düşündükten sonra da 23 yaşında, de­
rim.
1914 de operatör Cemil Paşaya, m em lekette
bir tiyatro yapm anın zaruretini kabul ettird i­
ler ve bir tiyatro yapılm asına k arar verildi. Bu
7
karara iştirak ettirilen bütün m ünevverler, baş­
ta Cemil Paşa olmak üzere, ellerini şakaklarına
dayadılar ve düşündüler:'
— Tiyatro elzemdir, bir Türk tiyatrosu k u r­
mamız şarttır, kuracağız. İyi amma tiyatro ne­
dir, ne dem ektir?
Evet, biribirlerine sordular:
— Tiyatro nedir?
Ye biribirlerinin yüzüne bakakaldılar.
Selâmı Sedes bundan sonra tiyatro müte­
hassısı olarak getirilen Antuan’m getirilmesine
aid kıymetli bir vesika vererek devam ediyor:
Bu sıralarda E rtuğrul M uhsin bir kaç arkadaşile Fransız m uharrirlerinden B rieux’nün «rSimon» B ernstein «La Griffe» eserlerini tem sil
sil ediyordu.
Antoine bir gece «La Griffe» in temsilini
seyretti. Tem silden sonra M uhsin’i buldu:
— Kaç yaşındasm ız? Dedi.
M uhsin kulaklarına kadar kızardı:
— Yirmi yaşındayım.
A ntuan M uhsin’in iki elini sıktı:
— Bu eser, benim için, ben oynıyayım
diye yazılmıştı. M üellif eserini bana okudu, ben
de alıp dolaba attım , senelerce orada kaldı. K en­
dimi ne bu rol kadar çirkin, ne de bu rol kadar
ih tiyar buluyordum : B unun iç in ‘senelerce oy­
namadım. Cesaretine, fedakârlığına, san’atine
hayranım , sen benden san’atkârsm , tebrik ede­
rim, dedi.
Bu görüşm enin ertesi günü E rtuğrul M uh­
sin -A ntoine’a değil, bizim idarecilere göre genç
olduğu için- yeni kurulm akta olan Türk tiy a t­
rosuna komedi, trajedi, m akyaj ve fiziyonomi
m uallim m uavini tayin edildi.
Çok geçmeden, 4 ağustos tarihli gazeteler­
de, D arülbedayi derslerinin tasnifi ve m ektebin
küşadı geri bırakılm ıştır diye ilânlar ç ık tı..
Umumî harb patlam ış, Antoine m em leketi­
ne dönm üştü, kalm ış olsaydı D arülbedayi evve­
lâ alm an m uharrirlerinden M ayer F örsterin «Es­
ki Heidelberg» eserini sahneye koyacaktı.
Antoine gittikten bir sene sonra yeniden
kurulan D arülbedayi 20 kânunusani 1916 da
«Çürük Temel» adlı adapte bir eserle perdesini
açtı... Bu yeni teşekkülde M uhsin uzun m üddet
duram adı. «Memaliki m üttehidenin kâffesinde
sanayii nefiseden ıııadud olan tiyatro sanatını
Türk
8
ZZ0
Tiyatrosu
TEPEBAŞI TİYATROSUNDA «
□
şaat 20,30 da
Bir Adam Yaratmak
DRAM 3 PERDE
Yazan ; Necip Fazıl Kısakürek
t
Husrev
■
.
.
.
.
.
Nevzat
.
.
.
.
Şeref
.
.
.
.
Hükümet doktoru
Muhsin Ertuğrul
İ. Galip Arcan
.
Mahmiıt Morali
Emin Belli
.
.
Talât Artemel
Mansur
.
.
.
.
Turgut
.
.
.
.
Osman
.
.
.
.
Ulviye
.
.
.
.
Neyire N. Ertuğrul
Zeyneb
.
.
.
.
Cahide Artemel
Selmâ
.
.
.
.
Sami Ayanoğlu
.
.
Zihni Rona
Nevin Akkaya
Dram Tiyatrosunda Pazartesi akşamları tem sil yoktur. Pazar günleri saat 15,30 Matine
D,
---------
—
-- -
- -
----------- ----------------------- --------------------------□
güzellik Reçetesi
& K R E M İ, PUDRASI, ALLIKLARI
9
Türk Tiyatrosu
D
M
KOMEDİ
TİYATROSUNDA
Saat 20,30 da
Kısası
KOMEDİ 4 PERDE
Yazan : Von SCHÖNTHAN
Türkçesi : S MORAY
O YNIYANLAR :
Hazim K ö r m ü k c ü
Osman Bikes Ağlar.
Aşır Okutur
.
.
.
.
Yakup
.
.
.
.
......................................
Şahamet .
.
R. Zodu
Sait Küknar
Muhteşem Kalhas
Doktor Nuri
Vasfi
.
.
.
Muammer R. Karaca
Reşit A . Gürzap
Reşit baran
İ f a k a t ......................................
Necla Onrân
Leylâ
.
.
.
.
.
Şevkiye May
Fecire
.
.
.
.
.
Halide Pişkin
Süheylâ
.
.
.
.
.
Perihan
Komedi Tiyatrosunda Salı akşamları temsil yoktur. Pazar günleri saat 15,30 da Matine
OTEL - L O K A N T A - B İ R A H A N E
Yunan opereti
Artistlerinden
tenor
BAKEA
ve Berlin Muganniye
AGNES BREE
ve sevimli tenor
YUNKA
NOVOTNİ
Beyoğlunun en kibar
muhitidir.
DAİRE, T E P E -B A Ş I
Bay KEMAL orkestrası
iştirakile her akşam
en modern şarkılarını
okuyorlar.
Taze Bira . emsalsiz
yem ekler ve dikkatli
servis.
10
Türk
Tiyatro»u
(*) için» kurulan D arülbedayi Fransızcadan
tuhaf tuhaf eserler oynarken o 1916 da M ayer
F örsterin «Eski Haydelberg» ni îbsenin «Hortiçin kurulan D arülbedayi, Fransızcadan alınmış
tuhaf tu h af eserler oynarken o 1916 da M ayr
Fösterin «Eski Haydelberg» nı İlişenin «Hort­
laklar» mı temsil ediyordu.
tam on sene halka kuru ekmek yedirdi ve sını­
fında döndü döndü alfabe okudu.
N ihayet öyle bir hal geldi ki, Namık K e­
m al’in G üllü efendi için söylediklerini biz tek­
rara başladık: «Yabancı diyardan gelen, değil
S a rab e rn a i âyarı san’atkârları, üçüncü derece
aktörlele ak tristleri işitm ek için göz kulak keSarah B ernard âyarı san’atkârları, 3 ncü derece
D arülbedayiin istikrarsızlığını anlatm ak ta
hayli güç ve havli uzun sürecek bir iştir. A nlat­ olamaz» [*] demeğe başladık.
«Hissei Şayia» dan sonra Şadi’ye yüksek
m akta fayda da voktur: Dağıldılar, birleştiler,
komedi
payesini veren «İki böcek bir çiçek gibi
toplandılar, ayrıldılar. Bu istikrarsızlık 1926 ya
kom edilere, Elizanm varlığile Raşid’in adını dil­
kadar sürüp gitti.
lere destan eden «Rakibe» gibi piyeslere artık
Bu on sene içinde D arülbedayi ne yaptı?
hasrettik. Reşad N uri’nin «Eski Rüya» sı «Taş
G üllü Agob’dan sonra M ınakyan, M makyanparçası» gibi dram lar arada bir sahnem izi can­
dan sonra Donanm a Cem iyeti ne yaptıysa, Da­ landırır gibi oluyor, sonra gene sönüyor, kaybo­
rülbedayi ve onun istihaleleri Yeni sahne, Millî luyor, tiyatrodan eser kalm ıyordu. Ram azan ay­
sahne, T ürk tiyatrosu ayni şeyi yaptılar. Esaslı larında bir iki teşekkül peyda oluyor, bayram
bir varlık gösterem ediler. Ancak D arülbedayi ertesi bu teşekküllerin yerinde yeller esiyordu.
-o da son zam anlarda- sahnem izi erm eni şive­ Eski sofular ram azana: On bir aym bir sultanı
sinden k u rta rır gibi oldu. Eliza Binem eciyan
derler. Yeni sofular: On bir aym sultanı çift­
-sahnede- Türk şivesini yadırgatm am ağa baş­ leşti: Biri ram azan, biri de tiyatro dediler... O r­
ladı; dekorda da, m akaralı perdeler yerine pa­ tada, 1914 den kalm a bir tahsisat paylaşılıyor,
nolar çakıldı. Antoine İstan b u l’da tiyatro hazır­ fakat yerine sarfedilm iyordu.
lığı yaptığı sıralarda, kapıların tahtadan yapıl­
N ihayet 1926 da M uhiddin Ü stündağ Büyük
ması lâzım geldiğini söylem işti; bunu tatbik e tti­
Behzad’ı, G alib’i, M uvahhid’i, Bediayı, Vasfi ile
ler ve A ntoine’in P a ris’te halkı güldürdüğü ka­
Hazım ’ı çağırdı: «Size kırkar lira maaş, bir de
dar bizi de güldürdüler: Bez dekorların ortasına
tiyatro vereceğim» dedi, ancak bir şartla: «İçti­
çakılan tah ta kapı açılıp kapanınca, bezler kaba­
maî piyesler oynıyacaksımz.»
rıyor, dalgalanıyor, Fransada olduğu gibi biz­
Bu teklifi yalnız B üyük Behzad kabul e t­
de de halk gülüyordu.
medi. M uhiddin Ü stündağ’a dedi ki:
Sahnem izden
bezi tam am ile
kaldıran,
— K urm ak istediğiniz tiyatroyu anlıyorum .
kontrplâğı getiren, plâstik dekor kuran E rtuğBöyle b it tiyatro yapabilm em iz için E rtuğrul
ru l M uhsin’dir.
M uhsin’in vücudu ilk şarttır. Bu büyük iş onsuz
1921 sonuna kadar, D arülbedayiden ayrıyürüm ez.
lanlarla D arülbedayi firm ası altında toplanan­
M uhsin o zaman Rusyada film çeviri­
lar, Şadi, Raşid Rıza, Behzad, M uvahhid ancak
yordu. 1927 de yirm i üç gün izinle İstanbul’a
ve ancak taklidli oyunlar, hep Fransızcadan
gelmişti. M uhiddin Ü stündağ Büyük Behzad’m
adapte edilmiş komedi oynadılar. Tiyatrom uz
(*) Şehremini Cemil Paşanın
yazdığı tezkereden.
encümene
[ *] Beyoğlu müsamerelerinde Sarabernarı
işitmek için göz kulak kesilenler, Güllü Agob’a
götürmek mevzuu bahis değildir: Namık Kemal.
KÖROGLU
DESTAN
Yazan ; Ahmet Kutsi Tecer
Türk
11
Tiyatro*u
söylediğini unutm am ıştı. Öteki san’atk ârlar da
Behzad’m doğru söylediğine kanaat getirm iş­
lerdi. M uhsin İstanbul Şehir T iyatrosunun re ji­
sörlüğünü kabul etti.
★
M uhsin’in güttüğü gaye şu Oldu: T iyatroyu
yerleştirm ek, .yerlileştirm ek, yerli bir tiyatro
kurm ak. Bize lâzım olan buydu. Yerli tiyatro,
her tiyatro mevsimi, mevsim devam ettiği m üd­
det her gece m untazam an perdesini açan, her
gece tem sil veren tiyatro demekti.
İşi ele alan Muhsin bir sabah arkadaşlarını
topladı:
— Çocuklar dedi, bu haftadan itibaren, a r­
tık her gece ve cuma günleri de m atinede tem sil
vereceğiz.
A rkadaşları hayretten donakaldılar, kimi
omuz silkti, kimi dudak büktü, kimi de:
— M uhsin çıldırdı! dediler.
İtiraz etm ekte, böyle şey olamaz dem ekte
hakları vardı; onlar tatil günlerine tesadüf eden
perşem be gecelerde cuma gündüzleri tem sil
verdikleri halde fazla rağbet görm üyorlardı.
H aftanın her gecesi tiyatroya kim gelecekti?
Kim gelirdi?
M uhsin: H erkes gelir! Dedi.
H erkesi tiyatroya getirm enin çarelerini
düşündü: Halk gecesi, m uallim ve talebe gece­
si, zabitan gecesi yaptı... H aftada yedi tem sil
veren yerli bir tiyatroya kavuşm uştuk. Rejisör,
D arülbedavi sistem inde bir kaç tem silden sonra
«Cehennem» i sahneye koydu.
S trinderg bir
bomba tesiri yaptı. «Cehennem» M uhsin’in bu­
gün de «Baba» diye oynadığı eserdir. Geçen yaz
A nkara’da oynandığı zaman tiyatro tehacüm e
uğram ış, h a ttâ keöenkleri kırm ışlardı da, bü­
yüklerim izden biri o zaman:
— Bu m utlu bir k ü ltü r hâdisesidir. Bir lok­
ma ekmek için fırınlara üşüşenler çok görül­
m üştür amma, bir san’atkârı dinlem ek için ti­
yatroya hücum görülm em iştir, dedi.
Cehennem den sonra «Hamlet» oynandı. İki
hafta sıra ile tem sil edildi. 1480 lira hasılat yap­
tı. On sene evvel için bu çok büyük b ir m uvaf­
fakiyetti.
Şimdi, rejisörün nasıl çalıştığını bir fıkra
ile anlatayım :
Bir sabah saat sekiz buçukta, Şehir em ini
M uhiddin bey tiy atro y a uğradı. Sahnede, bir
m erdivene çıkmış, elektrik lâm balarının te n e ­
kelerini yaldızlıyan m avi am ele gömlekli bir
adam dan başka kim seler yoktu. M uhiddin Bey:
— Oğlum beylerden kimse yok m u? Dedi.
Mavi gömlekli cevab verdi:
— H ayır efendim ... B eyler öğleden sonra
provaya gelirler.
— Ya... Sen kimsin?
— Ben... E rtuğrul Muhsin.
— Ya... Hoş geldiniz!
Türk Tiyatrosuna istikrar veren bu tanış­
m adan beri geçen on yıl içinde, İstanbul Şehir
Tiyatrosunda 100 tane yabancı dillerden tercü ­
me eser, 36 tane telif piyes oynandı. O gün E r­
tuğrul M uhsin’in elile boyadığı lâm ba teneke­
leri H am let’in elektrikleriydi.
A rtık bizim sahnem izden de ram p, suflör de­
liği kalkm ıştı. A rtık kontrplâke kapı bez dekora
değil, tah ta duvarlara çakılıyordu. A rtık realist,
natüralst, rom antik eserler, kendi üslûblarm a
uygun bir mizansen üslûbile sahneye konuyor­
du.
Fransada, Alm anyada, Am erikada, İtalyada, Polonyada, Sovyet Rusyada, İskandinavya'­
da diye beynelm ilel sahnelerden bahsederken
1927-28 denberi... (Türkiyede de) eski tiyatro
tarzına cephe alınm ış diyebiliyoruz. 1927 den­
beri, İstanbul Şehir T iyatrosu rejisörünün takib ve tatbik ettiki metod, tiyatrom uzun adını
cihan tiyatroları arasına soktu.
A tm anın ta: : uş m uharrirlerinden Plas
Kaçekis; İstanbul'a gelip gittikten sonra şunları
yazdı: E rtuğrul M uhsin m ütefekkir ve nazik bir
insan. Biz kendisini ne kadar konuşturm ağa ça­
lışıyorsak o o kadar kısa cevab veriyor. M uhak-
BÜYÜK İH T İL Â L .
Yazan : Romain Rolland
Türkçesi : M. Kiper
12
kak ki M uhsin m üsbet bir iş görüyor... T ürk ti­
yatrosu ona bir çok şey borçludur ve borçlu ola­
caktır. Ondaki m eziyetler bizim rejisörlerde
yoktur.»
Alm an m u harrirlerinden Doktor Duda da
bir yazısında diyor ki:
«İstanbul Şehir Tiyatrosu, sahneye koyma,
reji ve dekor itibarile A vrupa tiyatrolarına y a­
kışacak bir tarz almıştır.»
1927-28 mevsimi, Türk tiyatrosunun k u ru l­
duğunu ve pek kısa zam anda inkişaf edeceğini
m üjdeliyen güzel m evsimdir.
Perde, M eşhur Alm an m üellifi Erns Ottonun «Yasin hoca» piyesile açıldı. A rkadan P i­
randello, Ibsen, Molière, Andrief, Schiller, Molnar geldi.
Ibsen ile M olierë’i biraz biliyorduk, fakat
Pirandellonun, «Altı şahıs m uharririni arıyor»
A ndrief’in «Tokat yiyen soytarı» Schiller’in «Hi­
le ve sevgi» Macar, müellifi M olnarm «Şatoda bir
oyun > eserleri bize yabancıydı ve bu eserlerin
sahneye konuş üslûbları o zamana kadar gör­
mediğimiz, bilmediğimiz bir üslûbdu.
Türk
Tiyatrosu
1927 den 1937 ye kadar, on sene zarfında re ­
jisörün m etodunu incelem ek için, G raig’in, Oppianın, Stanislavskinin, R einhardt’m üslûblarm ı deşm ek lâzımdır. Bu da ayrı bir mevzu teş­
kil eder. B unu başka zamana bırakıp Şehir Ti­
yatrom uzun bize tanıttığı beynelm ilel şöhret­
leri sayacağım:
Belçikalı Grommeling, Tolstoi, Çekoslovak­
yalı K ari Çapek, Fransız Legouriadec, Şaşa Gitri, İngiliz Gals Vorti, Alm an Vilhelm Fonşolst,
Fransız Marcel Pagnol, Saint-Georges de Bouhelier, İtalyan Nikodemi, Karlo Gozi, Alman
Suderm an, İtalyan Pavetti, İngiliz Som ster
Mogham, Goethe Alman H auptm an, Eujen O’Neil, Ben Jonson, M acar Zilahi, Dostoyevski,
Balzac, Gogol...
İstanbul Şehir Tiyatrosu, on sene içinde bi­
ze, bizden başka bütün m edenî dünyanın tan ı­
dığı, takdir ettiği, eserlerini tek ra r tekrar sah­
neye koyduğu otuzdan fazla şöhret tanıttı.
Geçen on senenin çok m ühim telâkki e tti­
ğim beş hâdisesini de kaydedeceğim.
1 _ H am letin ikinci temsili. 1934 - 35 mev-
Türk
Tiyatrosu
sim inin en anlı, en şanlı gecesi oldu. Ham let,
göz kam aştırıcı bir m uvaffakiyetle tem sil edil­
di ve bu m uvaffakiyeti istisnasız herkes tastik
etti. H am let otuz yedi defa oynandı. 6,600 lira
hasılat yaptı.
37 gece dolup dolup boşalan Ham leti, tanı­
dığımız, tanınm ış sa n atk ârlarım ız değil, yeni
yetişenler, 1927 deki H am lette figüranlığa çı­
kanlar, M uhsin’in talebeleri oynadı.
2 — Cürüm ve Cezanın temsili. Üst üste 28
gece oynandı. 4,426 lira hasılat yaptı. H er türlü
asri sahne cihazından m ahrum , h er türlü yoksuzluğun mevcud bulunduğu bizim salaşda, dö­
ner sahneler için yapılm ış olan C ürüm ve Ceza­
nın 20 tablosu, iki buçuk saatte, dinliyenlere
ipin ucunu kaçırtm adan, gözlerin önüne serilen
serabı bozmadan, duyulan zevki, heyecanı kes­
meden tem sil edildi. Bu tiyatrom uz adına ifti­
har edilecek, öğünülecek bir hâdisedir.
28 gece dolup dolup boşalan Cürüm ve Ce­
zayı da M uhsin’in talebeleri başardı.
3 üncü ve 4 üncü hâdise: Yarasa ile Pergüntün temsili. Grig ve Yohan Ş traus... îlk
13
tem sil edildikleri gece, bu iki eseri de A vrupa
sahnelerinde seyretm iş olanlar, gözlerine ina­
nam ıyorlar: «-Acaba rüya mı görüyoruz!» diyor­
lardı.
5 incisi: M akbetin temsili. Bu tem sil de
başlı başına bir m izansen m uvaffakiyeti idi. Bu­
nu oynıyanlar aksatm adı. B aşaranlar da M uh­
sin’in talebeleriydi.
1927 de E rtu ğ ru l M uhsin 12 arkadaşile işe
başladı. Bugün İstanbul Şehir Tiyatrosunun
kadrosu 98 kişidir. B unların içinde, en ağır pi­
yeslerin yükünü om uzlarına alıp sendelemeden
taşıyan genç sa n atk ârlarım ız var. E rkekler
arasında: Talât, Avni, Sami, Necdet Mahfi, Müfid, Kâni, Reşid B aran...
K adınlar arasında: Cahide, Semiha, Samiye, Feriha, Perihan, Nevin.
On senede on iki san’atkâr yetiştirebilm ek
büyük m azhariyettir.
Sözüm bitti. Şimdi: Tiyatrom uz kaç yaşın­
da? Diye sorarsanız, çekinm eden cevab vere­
mem; çünkü düşündüm , çok düşündüm . Bütün
bunları söylerken, gözümün önüne Vedad Ne­
Türk Tiyatrosu
14
dim ’in «Kör»
«Köksüzler»
Nazım
H ikm et’in
«U nutulan Adam», M ahm ud Yesar.inm sSüı:tük» «Hamlet» «Makbet» «Katil» «Kral Lir»
«Güneş Batarken» «Cürüm ve Ceza» «Pergünt»
«Karamazoflar» «Size Öyle Geliyorsa» eserleri,
bu eserlerin aksesuarı, dekorları, ışıkları, sah­
neye konuş üslûbları geldi; G üllü Agob’u, Mınakyan’ı. Donanm a Cem iyeti T iyatrosunu gö­
rü r gibi oldum ve düşündüm , çok düşündüm :
Tiyatrom uz bu sene on bir yaşm a bastı!..
Selâmı SEDES
:>a
■■■
ERTUĞRUL
M U H S İ N ’ in
Türkçeye çevirdiği
C
A S
S
O
N
’ un
SÖ Z
Söylemek
San’atı
REMZİ
KİTAPEVİ
HAŞET
KARON ’ da SATILIR.
F
Yazan : H o r n
İ D
A
N
A
K
İ
Türkçesi : Fahri Kulin
Türk
15
Tiyatrosu
r-ı”
u .
TEPEBAŞI
TİYATROSUNDA
Saat 20,30 da
SÜRTÜK
Hayattan üç dilim
Yazan : MAHMUT YESARİ
O YNIYANLAR :
Evin erkeği
R. Kemal Arduman
Yaşlı komşu
İbrahim Delideniz
Genç komşu
Talât Artemel
Mağaza adamı
Sami Ayanoğlu
Taharri
Mahmut Morali
Yeni bahçıvan
Neşet Berküren
Sabıkalı
Kadri Ögelman
Bekçi
Muhib Arcüman
Bahçıvan
Zihni Rona
Sürtük
Neyire N. Ertuğrul
Genç kadın
.
Cahide Artemel
* Hizmetçi kız .
Samiye Güvener
Komşu hizmetçi
Necile Tezcan
Yaşlı kadın
Bedia von Ştatzer
Yeni hizmetçi
Muazzez Arçay
Manikürcü
Nevin Akkaya
Birinci perdeden sonra 15 dakika istirahrt
Dram Tiyatrosunda
Pazartesi akşamları temsil yoktur.
àUNT
PEF■RG
#•
D ram 5 Perde
Türkçesi : SENİHA BEDRİ GÖKNİL
Da nslar : CELAL MARAL
Yazan : HENRİK İBSEN
Müzikler : GRİEG
Per Günt
Bir Kadın
Güveyin Anası
Diğer bir Kadın
Beşinci Kız
Birinci erkek
Birinci cin
Birinci Kız
İkinci dağ kızı
Kari .
Demirci Aslak
Bir arkadaş .
Üçüncü cin .
,
A rtem el
Suavi Tedü
\
l
Perihan Yanal
Muazzez Arçay
Saadet Yaltak
i
Sait Köknar
Güvey
Baş cin
Gözcü
Güveyin babası
ikinci cin
ikinci gardian
Dümenci
Ahçı .
Cüverte zabiti
İkinci kız
Birinci dağ kızi
Üçüncü kız .
Dördüncü kız
Solvayg
Helga
Helganin annesi
Helganın babası
Münhani
Dördüncü gardigan .
Dökmeci
İkinci erkek .
Tayfa.
İngrit
Y eşilli kadın.
Kral .
Dördüncü cin
Yolcu
Beşinci cin .
Altıncı cin .
Kanbur
Birinci gardiyan .
Anitra
Bekriffenfeld
T elât
\
K
i
!
t
<
I
\
l
(
•
•
.
•
:
•
t
1
Mehdi Yeşildeniz
1
i
1
Müfit Kiper
i
i
1
Necdet M. Ayral
1
i
t
i
1
l
(
)
1
1
t
)
l
(
Reşit
Baran
Melâhat Korhan
Anna
Lola
Nevin Akkaya
Nevzat Okçuğil
Naciye Bölükbaşı
Kâni S. Kıbçak
N eşet Berküren
Cahide Artemel
Samiye Güvener
Mahmut R . Morali
Sami Ayanoğîu
Hadi Hün
Muhip Arcıman
.
Dört deli
•
Kaptan
•
l
1
)
Ferih Egemen
\
Şevkiye May
Emin Belli
Neşet Berküren, Hadi Hün
Suavi Tedü, Mehdi Yeşildeniz
Refik Arduman
■ i
ŞAFAK ÇAYI
S O U P L E X -P L A T I N E o.o8%
¿fi ¿ulurtmiyan
Avrupamn Bey­
nelmilel sergilerinde
fevkalâde
lir tekem
masharı
harikasıdır
takdir olup birincili­
ği kazanmıştır.
CHI®e3
[g a fc ö Ö D F .
ESANS °
LO SYO N
PUDRA
SABUN
llÉ $ ®
•T.PİVER İli ^/T lyü d ta f^a /'a li
hancın hırın- ca^ih&Ie/'j/u
a rlırır.f
L.T.P1VERparís
PARFÜMÖRİ L . T . R İ V E R İstanbul Şubesi«
^
r
Osman Bey, Ahmet Bey sokak No. 56 İSTANBUL
ÛLhc&Â, ^{4
PHILCO
RADYOSU
ğff
éu 'ía a c ie tí
ifade.4cU Si¿& ..
•
PHILCO
• R A D Y O L A R IN IN
TÜRKİYE U M U M MÜMESSİLLİĞ İ
H E LİO S H V E S IE S Â T I y
İ S T A N B U L - G A L A T A - VOYVODA C A D . 12^-126-128 ♦ tel
H E L IO S • TE LE FO N '. M t 6 l 6
REKLÂM BASIM EVİ — İstanbul Ankara Caddesi No. 80
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği
Taha Toros Arşivi
Download