~ r~ îılObt-f İSTANBUL KİTABİ, III (Mitologyalar) İLHAN BERK Cumhuriyet Lokantası Dünyada Balıkpazarı gibi güzel bir sokak daha var mıdır ? Ben bilmiyo­ rum, sizin de var diyeceğinizi sanmıyorum. Cumhuriyet Lokantasına işte bin yıldır çiçekçi, manav, balıkçı, turşucu, oyuncakçı, kuŞçu olan böyle bir so­ kaktan girilir. Girilir girilmez de bu sokağın (bu Yahudi, Rum, Ermeni Le­ vanten Cumhuriyetinin) burada da sürdüğünü anlayıverirsiniz. Hem yalnız sokak değil, gök de sizi bırakmamıştır (diyardaki gök) ; yalnız gök mü ? Balıklar, kuşlar, portakallar, sinekler, narlar, kediler, et, peynir, tarak, çi­ roz, yaralı bir fino, bir demet maydanoz, bir el ilam, tere de sizinle girmiş­ tir. Değil mi ki burası bağıran, susan, oturan, kalkan, küfreden, düşünen, içen, dolaşan, duran insanların bir yeraltı .inidir, öyleyse onlar niçin dışarda kalsınlar? Madem Fatih'le (gül koklayan Fatih), Safiye Ayla, Fevzi Çakmak (burdu ne işi var demeyin), Yavuz'un denize ilk indirilişi, Atatürk (M usta­ fa Kemal’ken), batık gemiler, Abdiilaziz çağı arabalar, sivil İnönüler, Fethi Beyler duvarlarda sizi ayakta karşılıyorlardır; yerlerde de izmaritler, karın­ ca ölüleri, zeytin, kürk, iğne, sarelsak, filkete, çinko, düğme, güherçire, Gıigoryan yüzük, havuç sizinle gelenlere yer açıyordur. Ya kaşları ağzına inmiş oğlanlar eski elbiseciler muhabbet tellalları kuşbazlar sevgili serseriler Paralı mezarcılar nıı? Onlar oturmuş bekliyorlardır. Bir cumhuriyet anlaya­ cağınız! Bir cumhuriyet de böyle bir şey değil midir hem? Bir para ini (dörtyol ağızlı ve altı kath). Ama ancak iki katını sabah akşam içen insanlar doldurabilmiştir işte. Öbür katlarsa çinlere, yarasalara, Pera yılanlarına, böceklerine, Afrika farelerine, puhulara, kedilere, çiyanlara verilmiştir; böylece de yeryüzünün bu sevgili canları hurda akşamlara kadar durup dinlenmeden — Çarşambadır çarşamba! diye hora teperler. Geceleri de yorgunluktan yataklara düştüklerinden, yalnız cinleri dolaşsın diye bırakmışlardır, onlar da ( askere alman, sevk gününü bekler gibi ayakta bekleyen) aşağı katın insanları arasında dönüp dururlar. Hem ayakta duranlar yalnız onlar mıdır? Rüzgârlar, gece ile gündüzler, sesler, kokular da oturmazlar, yalnız avuç kadar bir güneş, duvardaki bir deniz parçası, lodoslar, bir çatal, tuz, leblebi, havuç, rakı dolu bir bardak, bir şişe, tüy, masaların bir kıyısına gelip ilişnıişlerdir. Ya yukardakiler mi? Yukarısı bir Ortodoksluktur. Ortodoksluğun dalıcı sakal, daha bıyık bırakmadığı, daha papyon kıravat mı takmak, yoksa açık yaka mı dolaşmak daha iyidir diye karar veremediği ve yüksek sesle açık oya dayanan o ilk za­ manlarına benzer. Bir mumyalar müzesi. Yalnız hizmetliler ayaktadır ve si­ yah bir mum gibi ortada dururlar ve gözleriyle konuşurlar (bir Bizans gelene­ ği mi? Öyle ya hem burası böyle bir yer değil midir?). Şu Thedosius'u resimlerde olsun gördüğü için sağ yanma yaslanıp dur­ muyor mu? Şu da İstanbul Patriği Nestorios gibi saçlarım ensesine toplamamış mı ? Ya şu I.Leon gibi bırakmamış mı bıyıklarını ? Bunun için: Rakı, radika, fava! diye bir ses, radikayla favaya dönüşüp gelmemiş midir? Hem burada sesler kiınlik değiştirmez mi? Bu Ortodoks akşamına gelmişseniz, siz de değişmişsinizdir. Ama bütün bütün kendinizle kalmak istiyorsanız, bir öğle üstü ge­ lin buraya ve o büyük pencerelerden birinin önüne oturun (şimdi ben kulunu­ zun yaptığı gibi) ve önünüzden geçen Kalyoncukulluğu Sokağına dikin göz­ lerinizi, ya da Küçük Balık Sokağına, sonra da içinize, sevgili içinize dönün, büyük içedönüğümüz Sait Faik de buraya bunun için gelmez miydi? Burası için bulunmaz bir saattir bu, son Bizanslı Barba Mihal'm yüzüne şöyle bir bakıp bütün Bizans'ı (barbar, korsan, haydut, şehvet adamı, vahşi, ince duran Bizans'ı) düşleyebilirsiniz. Hem buraya ancak böyle bir diiş için gelinmeli. — Taha Toros Arşivi