Çalışma Raporu - Sosyal-İş

advertisement
SOSYAL-İŞ
TİCARET, BÜRO, EĞİTİM ve GÜZEL SANATLAR İŞÇİLERİ
SENDİKASI
7. DÖNEM
Merkez Genel Kurulu
ÇALIŞMA RAPORU
11-12 NİSAN 1992
GENEL KURUL TOPLANTI ADRESİ:
Ankara serbest Muhasebeciler ve Mali Müşavirler
Toplantı Salonu
Konur Sokak No. 32/9 Kızılay/ ANKARA
GÜNDEM
11 Nisan 1992
I. gün, 10.00 – 18.00
1. Yoklama, açılış
2. Başkanlık Kurulu seçimi
3. Genel Başkanın Açış Konuşması
4. Konukların Konuşması
5. Komisyonların Seçimi
a) Tüzük Tadil Komisyonu
b) Hesap Tetkik ve Tahmini Bütçe komisyonu
c) Kararlar komisyonu
6. Raporların Görüşülmesi
7. Organların Aklanması (İbra)
8. Komisyon Raporlarının Görüşülmesi ve Karara Bağlanması
12 Nisan 1992
II. Gün, 10.00 – 17.00
1. Zorunlu Organ Seçimleri
Genel Yönetim kurulu (Genel Başkan, Genel Sekreter ve Üç Yönetim kurulu Üyesi)
Genel Disiplin kurulu, Genel Denetleme Asil ve Yedek Üyelerinin Seçimi
2. kapanış.
GENEL YÖNETİM KURULU
Özcan KESGEÇ
Genel Başkan
H.Bedri DOĞANAY
Genel Sekreter
Ersin ATLI
Genel Yönetim Kurulu Üyesi
Mehmet YAVUZ
“
“
“
“
Seyfettin BİÇER
“
“
“
“
Ekrem EDİŞ
“
“
“
“
Mücahit İZKUT
“
“
“
“
Mustafa TÜRK
“
“
“
“
Mehmet GÜNDOĞDU
“
“
“
“
Bülent ÖZGÖRGEM
“
“
“
“
Remzi UYUĞ
“
“
“
“
Ersin UNANER
“
“
“
“
Mehmet ATAY
“
“
“
“
Yılmaz ALTINDAĞ
“
“
“
“
Saim YÜKSEL
“
“
“
“
Ünal TOMBAK
“
“
“
“
Mehmet ERTENLİ
“
“
“
“
Yüksel SUCU
“
“
“
“
İrfan ADA
“
“
“
“
Fahri KALAYCI
“
“
“
“
Mithat DURSUN
“
“
“
“
Süleyman ATASAYAN
“
“
“
“
Tamer ATIŞ
“
“
“
“
GENEL DENETLEME KURULU
Muammer ÖZKAN
Nurhan KOYAŞ (Kavuzlu)
Gülden SEVGİLİ
GENEL DİSİPLİN KURULU
Çetin TARIOĞLU
Ali ÜNAL
Mehmet İPEKÇİ
Aynur ERTUNÇ
Fahrettin ÖZAYAZ
DELEGELER
Atilla ÇALIM
Sabiha ÇELİK
Kemal KAHRAMAN
Rafet ÖZGİZEP
Fikret YALÇINKAYA
Şemsettin KUTSAL
Halil BAĞATUR
Cahit POLAT
Hakan ŞENER
Semih ÇELİK
Ali YILDIRIM
Mehmet YAZICI
Mehmet Ali GARZAN
Mustafa GÜMÜŞER
Ercüment ERDEM
Cabbar PEHLİVAN
Ercüment KORHAN
Hasan Faik EMİRALP
Alaattin ÖTER
Nail TEM
Talat YILDIRTAN
Halil ÇALIŞKAN
Sadiye KOYAŞ
Can ERTAN
Ali CANCI
Nejat BİLECEN
Sami SERTER
Mustafa KUŞKAN
Mehmet Ali EFE
İbrahim KOCAİRİ
Ahmet AYTAÇ
İsmail AKBULUT
Alaybey SUNGUR
Oktay EDİS
Mahmut GEMİCİOĞLU
SUNUŞ
Sendikamızın 6. Olağan Genel Kurulu 18 Haziran 1980 tarihinde toplanmıştı. Bu, 12 Eylül
öncesi yapılan son genel kurulumuzdu.
Bugün 12 yıl aradan sonra toplanan 7. Olağan Genel Kurulumuzda “12 Eylül”e inat yeniden
birlikte olmanın heyecan ve mutluluğunu yaşıyoruz.
DİSK ve bağlı sendikaların yeniden yapılanmalarının gündeme geldiği ve yaklaşık bir yıl
öncesinden başlayıp, her türlü engel ve olanaksızlığa karşın yürütülen çalışmalarımız böylece
sonuçlanmış oluyor.
Yönetim olarak biz, bu konuyu, yalnızca, Sosyal-İş Sendikası’nın tüzel kişiliğini tekrar
kazanması yada bu yapıyı yürürlükteki yasaya uygun hale getirmesi olarak görmedik, bununla
yetinmedik.
Elbette bunlar yapılacak, sendikamız bu alanda verilen mücadelede yerini alacaktı.
Asıl önemli olan, DİSK ve bağlı sendikaların bu arada sendikamızın da ne yapacağı yada ne
yapması gerektiği, daha açık bir deyişle neden varolacağı idi. Bu konuda diyeceklerimiz
olmalıydı, vardı da…
Sunulan rapor böyle bir anlayış ve arayışın sonucunda hazırlandı.
İşçi ve sendikal hareketin ve işkolumuzun içinde bulunduğu bugünkü somut durum nedir?
Bu somuttan kalkarak önümüzde duran görevler nelerdir?
Değişen dünya ve ülke koşullarına koşut olarak gelişip, çeşitlenen sendikal etkinliğin kapsam
ve öncelikli hedefleri neler olmalıdır?
Bütün bunları bu genel kurulumuzda birlikte tartışacak, katkılarımızla belirleyip
zenginleştireceğiz.
26. yılını bitirmek üzere olan SOSYAL-İŞ’in geçmişine bu rapor ve bu genel kurulumuzun
onurlu bir sayfa ekleyeceği kuşkusuzdur. Bu onur, sizlerin ve Sosyal-İş’i bugüne getiren
herkesindir.
Kuruluşundan bu yana SOSYAL-İŞ’e omuz vermiş ve güç katmış, bugün aramızda olmayan
tüm arkadaşlarımızı saygıyla anıyoruz.
SOSYAL-İŞ SENDİKASI
GENEL YÖNETİM KURULU
7. Dönem
Merkez Genel Kurulu
Çalışma Raporu
ÜLKEMİZ İŞÇİ ve SENDİKACILIK HAREKETİNE
GENEL BAKIŞ : GELİŞMELER
Dünyadaki gelişme ve yeni oluşumlar, bilimsel teknolojik gelişmenin ortaya çıkardığı
çok köklü değişimler, tüm alanlarda birebir olmasa da, ülkemizde de önemli değişimleri
gündeme getirmiş bulunmaktadır.
Bu olgu karşısında, ülkemiz işçi ve sendikal hareketin durumunu ana başlıkları ile
incelemek, önümüzdeki görev ve hedeflerimizi belirleyebilmemiz açısından gereklidir.
12 Eylül 1980’le başlayan, işçi ve emekçi sınıflara ağır baskı ve zulüm getiren dönemin
niteliklerini yinelemeksizin konuya eğilmeye çalışacağız.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, günümüzde, Türkiye işçi ve sendikacılık hareketi,
olanak ve tehlikelerin birlikte büyüdüğü yeni bir dönemin eşiğinde bulunuyor.
1987 yılından itibaren 12 Eylül rejiminin yarattığı korku ve çekingenliği üstünden
atmaya başlayan Türkiye işçi sınıfı ve sendikal hareketi bundan sonraki yıllarda giderek
yükselen bir mücadele içinde olmuştur.
Bugün sendikacılık hareketi, 1989 Bahar Eylemlerinin 1990 grev ve grev dışı
eylemlerinin, 3 Ocak Genel direnişinin, 1991 Yaz Eylemlerinin, Zonguldak Maden İşçilerinin
yürüyüşünün, toplu işten çıkarmalara karşı verilen mücadelelerin deneyimini yaşıyor.
Türkiye işçi hareketi, az gelişmiş ülkelerin çoğunda olduğu gibi, 1980’lerin ikinci
yarısında, sermayenin yaygın ve sistemli saldırılarına karşı atağa geçmiştir; bu mücadele
içinde, sınıf bilincini geliştirmiş, 12 Eylül sonrasında fiilen sağlanmış sendikal birliği
pekiştirmiş, mücadele araç ve biçimlerini zenginleştirmiştir.
1980’lerde sendikacılık hareketinin bütün dünyada karşılaştığı sistemli saldırının
nedeni, dünya ekonomisinin içine düştüğü ekonomik bunalımdır. Bunalımdan bir yapı
değişikliğiyle çıkılmaya çalışılıyordu. Öngörülen ve oluşturulmak istenen yapı, ucuz iş gücü
ve kısıtlı sendikal haklara dayanıyordu.
1930 büyük bunalımından çıkışta kullanılan Keynesçi politikalar, sendikal özgürlüklerin
genişletilmesini, sendikaların güçlerini arttırmasını sağlamış, en azından güçlenmelerini
kolaylaştırmıştır.
1957-1958 bunalımıyla başlayan, enflasyon ve durgunluğun birlikte yaşanması,
1970’lerden itibaren günümüz bunalımının belirleyici özelliği haline geldi. Enflasyonun
dizginlenebilmesi için, temel neden olarak görülen sosyal refah harcamalarının kısılması,
devletin küçülmesi ön plana çıktı.
Az gelişmiş ülkelere dayatılan bu Fredman’cı model sosyal devlet harcamalarının ve
kamu işyerlerinde istihdamın olabildiğince azaltılmasını, çalışma koşullarının
kötüleştirilmesini ve ücretlerin düşürülmesini gerektiriyordu. Böyle bir model, olabiliyorsa
sendikaların yok edilmesi, bu yapılamıyorsa güçlerinin kırılması anlamına geliyordu.
24 Ocak 1980 kararları, Türkiye’nin ihracata yönelik sanayileşmeye geçme, uluslar
arası iş bölümündeki yeni yerini böylece alma kararlarıydı. Kararların uygulanması, 12 Eylül
askeri darbesiyle güvenceye alındı.
1961-1980 arasında ciddi bir engelle karşılaşmayan sendikacılık ve işçi hareketi,
sistemli ve çok yönlü saldırıyla karşı karşıya kaldı.
Sadece el konulan ücret kaybının boyutunu açıklamak bakımından, bu dönemde kar faiz
ve rattan oluşan sermaye gelirlerinin toplam milli gelir içindeki payının ikiye katlandığını,
emek geliri payının ise yarı yarıya azalmış olduğunu belirtmek yeterlidir.
Öte yandan verilen mücadelelerle kazanılmış ne kadar demokratik hak ve kalıcı
kazanımlar var ise bunlar yine bu dönemde tümüyle budanmış, toplu iş sözleşmelerinden
ayıklanmıştır.
1989 yılından itibaren Türkiye işçi sınıfı 12 Eylül’le birlikte baskı ve enflasyon yoluyla
uğratıldığı satın alma gücü kayıplarını önemli ölçüde geri almaya başlamıştır.
Türkiye işçi sınıfı, elde ettiği bu başarılarının verdiği moral güç ve bilinçle diğer
alanlardaki kayıplarını da elde etmeye yönelmiştir.
Bu mücadele içinde ilk kez TÜRK-İŞ ve bağlı sendikaların üyeleri, koşulların da
dayatmasıyla politize olmaya başlamış, 1987 ve sonrasında yapılan referandumlarda siyasal
iktidara açıkça tavır almış, 1989 Yerel ve 1991 Erken Genel Seçimlerinde bu tavrını
sürdürmüştür.
Sendikacılık hareketinin gelecekteki yönelimini ve profilini etkileyecek önemli bir
gelişme de, işçi sınıfının memur statüsünde çalışan kesimlerinin sendikalaşmaya başlamasıdır.
Memurların sendikalaşmasını yasaklan bir yasal düzenlemenin olmadığı, aksine onaylanan
uluslar arası sözleşmelerle sendikalaşmalarının bir hak olduğu, 1985 yılından itibaren
tartışılmaya başlanmış, ilk memur sendikası Eğitim-iş 1990 yılında kurulmuştur. Bu yöndeki
çabalar hızla yaygınlaşmış, bugüne kadar 15 memur sendikası kurulmuştur.
Bu kesimdeki sendikalaşma girişimleri sivil toplum örgütlenmesi açısından olumlu
olmakla birlikte, toplu iş sözleşmesi yapma ve grev hakkına sahip olma yönünde mutlaka
geliştirilmelidir. Ancak, bu sorunu, memur sendikaları için ayrı bir yasal düzenleme yapmak
biçiminde alan görüş ve yaklaşımlara karşı dikkatli olmak gerekir.
Ayrıca bu, olması gereken de değildir. Çözümü geciktireceği, belki de bu gecikmeye
gerekçe oluşturabileceği gibi, işçi sınıfının sendikal birliği anlayışına da uygun düşmez.
Bugün varolan yasaların demokratikleştirilmesi ILO sözleşmelerine ve uluslar arası
normlara ulaştırılması için verilen mücadele saklı tutulmak kaydıyla, 2821 sayılı sendikalar ve
2822 sayılı grev ve lokavt yasalarındaki İŞÇİ yada ÜYE kapsamını MEMUR’u da içine
alacak biçimde değiştirilip genişletmek, izlenmesi gereken pratik, gerçekçi ve doğru tutum
olacaktır.
Böylece memurlar, çalıştıkları işkollarında varolan güçlü sendikalara hemen üye
olabilecekleri gibi, işçi ve memur sendikalarının tekleşmesini de olanaklı kılacak ve memurlar
sendikal hareketteki yerlerini almış olacaklardır.
Halkın 12 Eylül rejimine ve ANAP iktidarına karşı giderek yaygınlaşan tepkisi, 1991
Erken Seçimleriyle önemli bir sonuca ulaşmıştır. Türkiye halkı, rejimin ve toplumsal yaşamın
demokratikleştirilmesi yönündeki iradesini ve seçimlerle ortaya koymuştur.
Seçimler sonrası oluşan koalisyon hükümetinin demokratikleşme yönündeki vaatleri,
özellikle demokratik, çağdaş bir anayasa vaadiyle, çalışma yaşamını düzenleyen yasaların
ILO ve Avrupa standartlarında yeniden düzenleneceği vaatleri sendikacılık hareketinde
iyimserliğe yol açmıştır.
Konunun ısrarla izlenmesi ve sonuçlandırılması gerekir. Zira çalışma yaşamıyla ilgili
ILO sözleşmeleri ve uluslar arası normlar uyulması gerekli asgari ölçü ve düzenlemelerdir.
Bunlar gelecekte sendikacılık hareketinin olanaklarından bazılarıdır.
Bu olanakların yanı sıra, sendikacılık hareketinin geleceğini yakından etkileyecek kimi
tehlikelerde bulunmaktadır.
Türkiye sendikacılık hareketi 1987 yılından bu yana sürdürdüğü mücadeleyle elde
edebileceklerinin sınırına ulaşmıştır. Satın alma gücü kayıbı dışındaki kayıplarını geri
alabilmeleri, sermayenin sistemli saldırılarını savuşturabilmeleri, ülkenin demokratikleşmesi
ile demokrasinin korunması ve geliştirilmesine katkıda bulunabilmeleri için, sendikal
hareketin mutlaka politikleşmesi, top yekun siyaset yapması gerekmektedir.
Sendikacılık hareketinin siyasetin içinde olması, bugünkü koşullarda sendikal birliğin
sürdürülmesinin garantilerinden biri olan, ‘partilerden bağımsızlığa’ gölge düşürmez.
Partilerden bağımsız olmak, bir anlamda işçi sınıfının politik tercihlerinin siyasi partiler
ile aynı noktada buluşmadığı zamanlarda özel olarak gereklidir. Bu, sendikal birliğin
korunması ve geliştirilmesinin de önkoşullarındandır.
Partilerden bağımsız olmak, apolitik olmak, politika dışı olmak değildir. Tersine işçi
sınıfının orta ve uzun vadeli çıkarlarını korumak için olduğu kadar, kısa vadeli çıkarları dahi
politik olmayı zorlamaktır. Geçmişte partiler üstü siyaset izlendiğini söyleyen Türk-İş,
gerçekte iktidara yaranmaya, üyelerini politika dışı tutmaya çalışmıştır.
DİSK’in 1975-1980 döneminde yaptıkları da bugün tek başına Türk-İş’in partiler üstü
politikasının alternatifi değildir.
Hayatın, işçi ve sendikacılık hareketini politikleşmeye zorladığı günümüzde sendikalar,
ortak sınıf çıkarları doğrultusunda politik gündemi belirlemeye, politik kararların alınışını
etkilemeye yönelik olarak, örgütsel yapılarında ve ilişkilerinde, anlayışlarında önemli
değişiklikler yapmak zorundadırlar. Sendikacılığın, toplu iş sözleşmeleri yapmanın ötesine
ulaşması, sivil toplum örgütü olarak toplumsal sorunların çözümüne ilişkin sınıf çıkarları
doğrultusunda politikalar oluşturması, yenilenmesi gerekmektedir. Günübirlik tavır alışların
yerini, uzun dönemli perspektifler almalıdır.
12 Eylül ve ANAP iktidarları dönemlerinden arta kalan, anti-demokratik yasaların
değiştirilmesi, Avrupa standartlarında bir çalışma mevzuatının oluşturulması, işyeri ve
işletmelerin yönetimine, parlamento çalışmalarına katılımın sağlanması, partilerden bağımsız
ve bilgiye dayalı, politize bir mücadeleyi gerektirir.
Sendikalar, çalışma alanlarını da çeşitlendirmelidirler.
Kısıtlı yasa düzenlemeleri sonucu, sendikalar, üyelerine hizmet (eğitim, kültür, spor,
sosyal güvenlik vb. alanlarda) sunmada sınırlı kalmaktadırlar. Gündelik yaşamın her alanında
üyeleriyle kucaklaşmasını sağlayacak hizmet sunumu üzerinde yaratıcı düşünceler
geliştirilmelidir. Böylesi bir çalışma, sermayenin ideolojik egemenliğinin kırılmasına da
katkıda bulunacaktır. Avrupa sendikacılık hareketinin bu konudaki zengin deyimlerinden
yararlanılmalıdır.
Sendikal hareketin politize mücadelesinin başarılı olabilmesinin bazı önkoşulları vardır:
Bunların başında sendikal hareketin birliğinin sistemli saldırıların sürdüğü koşullarda daha da
geliştirilmesi gelmektedir. Genel olarak sendikal hareket mücadele içinde, teslimiyetten
mücadeleye doğru bir değişim geçirmiştir. Söz konusu değişim sürmektedir. Varolan sendikal
merkezler arasında kısa dönemde bir birleşme gerçekleştirilemezse bile, ortak sınıf çıkarları
doğrultusunda eylem birliği sağlayacak kurumların oluşturulması yönünde çalışmalar
yapılmalıdır. Sendikacılık hareketinin karşılaştığı sistemli saldırılar bunu dayatmaktadır.
Siyasi partilerden bağımsızlık ve gelişkin bir sendika içi bir demokrasi temelinde
sendikal birliğin sağlanması, dünya sendikacılık hareketinin bugünkü temel yönelimidir.
Sendikal hareketin birliğine yönelik kimi gelişmeler ortaya çıkmıştır. Bunlardan birisi
milliyetçiliktir.
Nesnel konumları dolayısıyla emek sermaye çelişkisinde taraf olan ve tüm ücretlilerden
oluşan Türkiye işçi sınıfının, hak ve özgürlüklerini kazanma ve geliştirmeye yönelik
mücadelesinde birlikteliğini sağlamak için çalışmak ve bu birlikteliği siyasal görüş, mezhep,
etnik köken vb. farklılıklar gözeterek parçalama girişimlerine karşı açıkça tutum almak görev
olmalıdır.
İşsizliğin ulaştığı boyut, çalışma mevzuatının sendikalaşmayı zorlaştıran
düzenlemelerinin yanı sıra sendikalaşmayı engelleyen en önemli olgudur. Ayrıca işsizlerin
sayısındaki olağanüstü artışın, işçi sınıfının mücadele gücünde zayıflattığı bilinen bir
gerçektir. Bugün sendikalı işçilerle, işsiz arasında düşmanlık sokulmaktadır. Bunu önlemek
üzere işçi sınıfını işsiz kesimlerinin sorunlarına eğilmek, sendikaların önde gelen görevleri
arasında sayılmalıdır.
Atipik çalışma (part-time çalışma, taşeron, eve iş verme vb.) biçimleri ile çalışan
işçilerin örgütlenmesi konusunda Türkiye sendikacılık hareketi deneyimsizdir. Bu alanda da
yeni politikalara ve uygulamalara ihtiyaç vardır.
Ülkemizde bu türden çalışma biçimleri giderek yaygınlaşmaktadır. Hizmetler
sektörünün artışı, bütün dünya da sendikal hareketin önemli bir sorunu durumundadır.
Ülkemiz sendikal hareketinin bundan ayrı kalması düşünülemez. Sendikalarımızın bu
gelişmeye uygun politikaları ne yazık ki yoktur.
Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de hizmetler sektörünün giderek büyümesi
ağırlıklı olarak imalat sanayinde örgütlenme alışkanlığına sahip sendikalarımız için önemli bir
sorundur.
Gerek işsizliğin artışı, gerek geliştirilen ve yaygınlaştırılan atipik çalışma biçimleri
sendikasızlaştırma çabalarının güçlenmesinde etkili araç olarak kullanılmaktadır.
Bugün gelişmekte olan ülke sendikacılığını derinden etkileyen olgu, yeni uluslar arası iş
bölümünü bu ülkelere dayatmak amacıyla uygulamaya konulan IMF ve Dünya Bankası
patentli yapısal uyum ve istikrar önlemlerinin önemli bir parçasını oluşturan özelleştirmedir.
Bu ülkelerde ve Türkiye’de sendikacılık hareketinin tabanını oluşturan kamu kuruluşlarının
özelleştirmesinin ilk sonucu yaygın işten çıkartmalardır. Ülkemizde de siyasal iktidarların
amaçları arasında özelleştirme önde gelmektedir. Gerekli önemler alınamaz ve özelleştirmeye
karşı gerekli toplumsal muhalefet yaratılamazsa, sendikacılık hareketi ciddi bir kan ve güç
kaybına uğrayacaktır.
Sendikacıların yukarıda sıraladığımız olanakları iyi değerlendirebilmeleri ve tehlikeleri
savuşturabilmeleri, örgütsel yapılarında kimi değişiklikler yapmalarını gerektirmektedir.
1983’de çıkartılan 2821 sayılı yasa, güçlü merkezi sendikal yapılar ortaya çıkartmış, şubeler
düzeyinde yerel insiyatifi boğabilecek düzenlemeler getirmiştir. Sendika içi demokrasi
anlayışının gelişmediği sendikalarda güçlü merkez yönetimlerine bağlı, kişiliksiz alt örgütler
ortaya çıkmıştır. Kanun, yönetim organlarının seçiminde getirdiği demokratik kurallar da
durumu değiştirmeye yetmemiştir. İş kolu sendikaları dışındaki sendika örgütlenmelerinin
(işyeri sendikaları, il birlikleri) yasaklanması bu eğilimi daha da güçlendirmiştir. Bugün
sendika şubelerinin altında, işyerlerinde sendikal örgütlenme yoktur. İşyeri sendika
temsilciliği, sendikal mücadelenin bugünkü gereklerini yerine getirmekten uzaktır. 1989
yılından başlayarak işçilerin mücadele içinde geliştirdikleri işyeri örgütlenmeleri sendikal
yapının bir parçası haline getirilmelidir.
1989 Bahar Eylemleri, sendika şubeleri arasında yeni örgütlenme biçimleri ortaya
çıkarmıştır. İl birlikleri türünden bu örgütlenmeler, sendikal mücadelenin gücünü arttıracağı
gibi, sendikacılık hareketinin siyasete ağırlığını koymasının yerel organları olarak da etkili
olabilecektir.
Kısacası, önümüzdeki günlerde sendikacılık hareketi, bir yandan merkezileşme, diğer
yandan işyeri, il, bölge insiyatiflerini geliştirme gibi iki ters, ama uyumlaştırılması gereken
etkinin altındadır.
İŞ KOLUMUZ ve SENDİKAL ÖRGÜTLENME
Bilindiği gibi, 12 Eylül 1980’e kadar Banka Sigorta işkolu, Büro-Eğitim- Ticaret ve
Kooperatif işkolu işçileri aynı sendikada örgütlenebiliyordu.
Bugün bu iki işkolundan BANKA ve SİGORTA 11 nolu, TİCARET, BÜRO, EĞİTİM
ve GÜZEL SANATLAR 17 nolu işkolları olmak üzere iki ayrı işkoluna ayrılmış
bulunmaktadır.
Sendikamız 17 nolu işkolundadır.
11 nolu BANKA VE SİGORTA işkolunda 1475 sayılı iş yasasına göre işçi sayılan ve
sigortalı bulunan, 2821 sayılı sendikalar yasasının ön gördüğü Çalışma Bakanlığı yıllık
istatistiklerine göre, 1992 / OCAK ayı itibariyle 80.546 işçi çalışmaktadır. Bunun 11.068’i
(%13.72) TÜK-İŞ üyesi BASS, 35.427’si (%43.92), Türk-İş üyesi BASİSEN ve 10.385’i
(%12.87) Bağımsız BANKSİS, 9.424’ü (%11.68) de Bağımsız BANK-Sİ-SEN sendikasına
üye bulunmaktadır. Toplam olarak işçilerin %82.19’u sendikalı olup, üyesi bulundukları 4
sendikada %10 barajını aşmış bulunmaktadır.
Kurulu bulunduğumuz 17 nolu işkolunda ise yukarıdaki ölçütlere göre durum şöyledir:
İşkolunda 349.435 sigortalı işçi bulunmaktadır. Bu işçilerden;
KOOP-İŞ’in
35.647 (%10.20)
TEZ KOOP-İŞ’in 36.787 (%10.52) üyesi bulunmakta olup, her iki sendikada TÜRKİŞ üyesidirler. 364 işçi ise (0.10) BİL-İŞ adına bağımsız bir sendikanın üyesidir.
349.435 işçiden 72.998’i yani %20.82’si sendikalıdır. 276.434 işçi, yani %79.18’i
sendikasız durumdadır.
İşkolumuzda sendikalılaşmamış 276.434 işçi bulunmakta olup, bunların sigortalı
işçilere oranı ise %79.18’dir.
Bu vahim bir durumdur. İşkolumuzun sendikal sefaletini göstermektedir. Bu sayıya
işkolumuzda çalışıp sigortalı olmayanlarda ilave edilecek olursa, örgütlülük durumunun
“fecaati” daha da iyi anlaşılacaktır.
Sendikamızın örgütlenmesi ve işkolumuzun sendikal örgütlülüğü açısından, önümüzde
bu yapının çok ciddi bir araştırma çözümlenmesinin yapılması sorununun olduğu açıktır. Bu
görev yerine getirilmelidir.
Diğer yandan ülkemizde “memur” sendikalaşması özellikle de işkolumuza giren eğitim
emekçilerinin sendikalaşması da dikkate alınmalı ve aynı işkolunda örgütlülük
gerçekleştirilmelidir.
Şu anda örgütlü sendikaların %10 barajını kıl payı aştıkları dikkate alınırsa, %10
barajının devamı halinde tüm işkolumuzun toplu-iş sözleşmesiz kalma tehlikesinin de gözden
ırak tutulmaması sorumluluk gereğidir.
Zor, sorumlu ve onurla sonuçlandırılması gerekli bir süreç önümüzde durmaktadır.
(17 Ocak 1992 tarih 21114 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı, Ocak 1992 istatistiği )
12 EYLÜL SONRASI
ASKERİ MAHKEMELERDE
SOSYAL-İŞ
Sendikamızın 12 Eylül 1980 sonrası, mücadelesi, polis ve savcılık sorgularında, askeri
mahkemelerin sorgu ve savunmalarında sürdü. 1980 öncesi savunduğumuz, sınıfımızın
çıkarlarını, demokrasi mücadelesini, ülkemizin kalkınması için öngördüklerimizi bu
platformlarda da savunmayı sürdürdük.
Bu savunmamızın belgelenmesi ve yarınlara kalması için, Genel Başkanımız Özcan
Kesgeç’in DİSK ve SOSYAL-İŞ davalarındaki sorgu ve savunmalarını, polis ve askeri
savcılık ifadelerini, olduğu gibi, ifade ve mahkeme sorgu tutanaklarını tutulduğu biçimde ve
buna ek olarak Genel sekreterimiz H. Bedri Doğanay’ın sendikamıza temsil olanağı
tanınmayan SOSYAL-İŞ davasının ilk aşamasında yapmış olduğu yazılı sorgusunu da aynen
yayınlıyoruz.
Bunların SOSYAL-İŞ’in tarihindeki yerlerini almaları gerektiğine inanıyoruz.
Türkiye sendikal hareketinin bu kesitini incelemek isteyen tarihçi ve araştırmacılara bir
belge aktarıyoruz.
Ülkemiz demokrasi gelişiminde bu belgenin egemen görüşün neleri suçlamaya kalktığı
konusunda bir ibret tablosu oluşturacağı kanısındayız.
POLİSTE (Gayrettepe’de) ALINAN İFADE
2.4.1981
SANIK ÖZCAN KESGEÇ:
Aslen Isparta ili merkez nüfusuna kayıtlı olup Veli oğlu, 1945 (Bindokuzyüzkırkbeş)
doğumlu olup halen Ankara Küçükesat Başak Sok. No.11 de ikamet eder, 1969 tarihinde
Sosyal-İş Sendikasının genel sekreterliğine, 1972 senesinde yapılan genel kurul toplantısında
sendikanın genel başkanlığına, DİSK’in 1980 Haziran ayında yapılan genel kurulda DİSK
yönetim kurulu üyeliğine getirilen Evli 2 çocuklu, İstanbul üniversitesi Edebiyat Fakültesi
mezunu bulunan, ayrıca 1975 yılında yeniden kurulan (TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİ) kurucu
üyelerinden yine aynı partinin 1977 tarihinde yapılan genel kurulunda parti yönetim kurulu
üyeliğine getirilen Özcan KESGEÇ’in sanık olarak alınan ifadesinde
SORULDU:
Ben ilkokulu Konya İli’nin Sarayönü ilçesinde bitirdim. 1959-1960 öğrenim yılında
kuleli Askeri Lisesi’ne girdim, Kuleli Askeri Lisesi’nden 1962-1963 öğrenim yılında bu
okuldan mezun oldum ve Kara Harp Okuluna girdim. 21 Mayıs 1963 yılında Harp okulunda
meydana gelen olaylar nedeniyle ben de okuldan atıldım. 1964-1965 yılında İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesine kaydımı yaptırarak bu Üniversitede öğrenime başladım.
Aynı Fakülteyi 1969 yılının Ağustos ayında bitirdim. Ben fakülteye devam ettiğim
dönemlerde çeşitli yerlerde işçi olarak da çalıştım. 1967 senesinde Sosyal Sigortalar Kurumu
Eminönü Şube müdürlüğüne fiş memuru olarak işe girdim. Benim işe girdiğim zaman
işyerinde bağımsız (SOSYAL-İŞ SENDİKASI) vardı, bende işyerinde bulunan diğer
arkadaşlar gibi bu sendikaya üye oldum, aynı sene içinde yapılan sendikanın genel kurulunda
sendikanın genel sekreterliğine getirildim. Genel sekreterlik görevine getirilince profesyonel
sendikacı olarak çalışmaya başladım, profesyonel sendikacı olduktan sonra işyerinden
ayrılarak sendikamızın genel merkezi bulunan Ankara’ya yerleştim, yine sendikamızın 1972
yılında yapılan yönetim kurulu toplantısında atama ile sendikanın genel başkanlığına
getirildim.
SORULDU:
Sosyal-İş sendikasının genel başkanı bulunduğum 1974 senesinde Sosyal-İş
sendikasının 4. genel kurul toplantısında DİSK’e katılma kararı genel kurulda oy birliği ile
kabul edildi. DİSK’e üyeliğimiz konusunu genel kuruldan önce DİSK yöneticileri ile
görüştük. DİSK’e üye olacağımızı belirttik, onlar da bize bu hususu genel kurulunuzda
görüşün genel kurulunuzda üyelik kararı aldığınız taktirde biz DİSK olarak sizi üye kabul
ederiz dediler bizde genel kurulumuzun kararı ile belirttiğim gibi 4. Genel kurulda DİSK’e
üye olma kararı aldık. Sosyal-İş Sendikası olarak DİSK’e katılmamızın sebebi ise, o
dönemlerde bağımsız olarak bir sendikanın çalışmasının zor olacağı, örgütlenme
çalışmalarının da zor olacağını düşünerek bir konfederasyona üye olmamız gereğini duyduk.
O günlerde işçi sınıfına hizmet eden iki büyük konfederasyon olan (TÜRK-İŞ) ve (DİSK)
bulunuyordu, fakat işçi sınıfının ve çalışanların haklarını en iyi şekilde arayan, ayrıca
konfederasyon olarak savunduğu ilkeleri, savunduğu demokratik haklar açısından DİSK’i
Türk-İş’den daha uygun gördüğümüzden DİSK’e üye olmaya karar verdik, yapılan 4 genel
kurul toplantısında DİSK’e üye olmak için genel kurula benimde aralarında bulunduğum
yürütme kurulunun bazı arkadaşlar ile bir önerge vermiştik, vermiş olduğumuz DİSK üyeliği
hakkındaki önergemiz genel kurulda görüşülerek oy birliği ile kabul edildi. DİSK’e
üyeliğimizde gerçekleşmiş oldu.
SORULDU:
Ben Sosyal-İş sendikasının yönetim ve genel başkanlığını yaptığım dönemlerde, 274
sayılı sendikalar yasasının gereği de olan mal bildirme beyanında bulundum,
SORULDU:
Ben, demokratik kitle örgütlerinden hiç birine üye değilim sadece, 1975 yılında yeniden
kurulan (TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİ)’nin kurucu üyelerindenim, aynı partinin 1977 senesinde
yapılan genel kurul toplantısında partinin yönetim kuruluna seçildim, 1977 senesinde yapılan
genel seçimlerde (TİP) de İzmir adayı olarak seçimlere katıldım, seçim döneminde, aday da
olmam nedeni ile partimizin İzmir ilinde yapmış olduğu açık hava toplantısı mitinglerine
katıldım ve partinin tüzüğü, amacı doğrultusunda gerekli çalışmalarda bulundum. Yine (TİP)
in 1979 senesi genel seçimlerinde parti adına Samsun, Ordu illerinde, partinin tüzüğü amacı
ve ilkeleri doğrultusunda yapılan açık hava toplantılarında konuşmalar yaptım. Türkiye İşçi
Partisi, (SOYALİST) bir partidir, partimizin sosyalist felsefesi (MARKSİST) teoriden
kaynaklanır, partimizin amaç maddesinin 1. paragrafında da belirtildiği gibi Sosyalist bir
idarenin yasal yollardan ülkenin yönetimini ele almasını amaçlar, bunun için partimizin en üst
düzeyinden en alt kademesine kadar görev alan kişiler bu doğrultuda gücünün yettiği kadar
parti disiplini içinde çalışmalarda bulunur. Partimizin programında da öngörüldüğü gibi yer
altı ve yer üstü kaynaklarının, dış ticaretinin, bankacılığın ve ağır sanayinin
devletleştirilmesini kısacası ekonomik faaliyetlerin emekçi ve tüm çalışanların yararına
düzenlenmesini ön görür. Partimiz, bloksuz bağlantısız bir dış politikanın uygulanması
yanındadır. Sovyetlere ait böyle bir nitelememiz olmamıştır. Sovyetler Birliğini sömürüye
karşı bir ülke ve güç olarak görürüz. Partimiz 141 ve 142 nci maddelere genelde karşıdır,
çünkü; 141 ve 142’nci maddelerin yanında düşünme özgürlüğüne kısıtlama koyan şiddete
dayanmaksızın her türlü fikrin örgütlenmesini engelleyen düzenlemelere de karşıdır. Türkiye
İşçi Partisinin 2. genel kurul toplantısında aldığımız bir karar ile (TÜRKİYE KOMÜNİST
PARTİSİ)nin de yasal olan diğer partiler gibi kurulup faaliyet göstermesi için yasal
imkanların sağlanmasını, ayrıca bu konuda bir karar da alarak bu talebimizi de basın yoluyla
kamu oyuna açıklamıştık.
SORULDU:
Partimizin, çalışmaları doğrultusunda filmler gösterilir, ayrıca bu konular ile ilgili,
slaytlarda vardır, filmleri partinin kendi imkanları ile çekeriz, fakat slaytların hangi kanallar
ile sağlandığını bilemem, bunu partinin üst düzeyindeki yetkilileri ve eğitim dairesinde
çalışanların bilmesi gerekir. Partinin gelirleri üye aidatları ile partiye sempatisi bulunan
sempatizanlarının verdiği bağışlar ile sağlanır.
SORULDU:
Benim yurt dışı gezisi olarak 1978 yılında DİSK’in Sovyetler Birliği Sendikalar Birliği
ile yaptığı, karşılıklı heyetler gönderme antlaşması gereği 35 kişilik bir kafile ile Sovyetler
Birliğine gittim, bu kafilenin başkanlığını ben yapıyordum, yaptığımız gezi (29) gün kadar
sürdü, gezi esnasında bizleri, Moskova, Leningrad, Bakü ve Taşkent yörelerini gezdirdiler.
Buralarda genellikle fabrikaları, müzeleri ayrıca bu gezdiğimiz yerlerde Sovyetler Birliğinin
sendika okullarını gezdik, akşamları ise sirk ve balelere gidiyorduk, bunun yanında
işkolumuza giren sendikaların merkezlerini de gezerek oradaki işçilerin çalışma koşullarını
sendikaların çalışmaları hakkında bizlere bilgi verdiler. Gezimizin sonunda Sovyet sendikalar
Birliği tarafından heyette bulunanlara hediye olarak çeşitli rozetler saat, sendikaların çeşitli
flamaları hediye edildi. Gezi sonunda benim şahsımda bu ülkenin gelişmiş her sorununu
gidermiş, işçi ve çalışanların bir sorunlarının olmadığı imajını bıraktı.
SORULDU:
Ben 31 Ocak 1980 tarihinde yapılan ören toplantısına katıldım. 11-12-13-14 ocak 1980
tarihinde İstanbul’da toplanan DİSK, yürütme yönetim, denetim ve onur kurulu ile başkanlar
konseyi ve Bölge temsilcilerin ortak toplantısında Dünyanın ve Türkiye’nin içinde bulunduğu
koşulları tartışarak, Burjuvazinin daha fazla sömürü yolunda giriştiği geniş çaplı saldırıları
yanında boyutlarını da genişleterek bu yolda mücadele kararı alan DİSK 31 Ocak 1980
tarihinde yine konfederasyonumuzun üyesi bulunan, Genel-İş Sendikasının ören Artemiz
Tesislerinde yapılan ortak toplantısına bildiğim kadarı ile DİSK’in yönetim, yürütme, onur ve
denetim kurulları ile DİSK üyesi sendikaların yürütme kurulları katılmıştır.
SORUMDU:
Belirtilen tarihte yapılan toplantı, 31 Ocak 1980 günü saat 10.00 sıralarında DİSK
(Türkiye Devrimci İşçi sendikaları Konfederasyonu) nun genel başkanı Abdullah
BAŞTÜRK’ün açış konuşması ile açıldı, DİSK genel başkanı açış konuşmasında özetle;
Bugün ülkemizde tüm çalışan işçi sınıfına başta Emperyalistler, büyük sermaye kesimi,
egemen sömürücüler ile onların siyasi temsilcileri, görülmedik yoğunlukta ekonomik, politik
ve ideolojik saldırılara geçtiklerini dile getirmiştir. Bunun yanında Türkiye’nin emperyalizme
daha da bağlılığını ülke ekonomisinin resmen büyük sermaye kesiminin eline teslim edilmek
istendiğini, bununla kalmayarak emekçi örgütlere yönelik baskıların arttığını, toplantıya
katılanlara anlattı. Ayrıca ülkenin enkaz haline getirildiği, fakat bu enkazın altında işçi
sınıfının ve tüm emekçilerin kararlı mücadelesi sonunda enkaz altında bu ülkeyi enkaz haline
getirenlerin kalacağını, ülkemizin hızla Güney Amerika’daki askeri diktatörlüğe benzer bir
yapıya itilmek istendiğini, konuşmasına burada önümüzdeki mücadeleli dönemin ilkelerini,
saptayacağız, önümüzdeki bu mücadeleyi kesinlikle işçi sınıfının kazanacağına olan inancım
ile tüm toplantıya katılanlara çalışmalarında başarılar diliyorum diyerek konuşmasına son
verdi.
SORULDU:
Konfederasyonumuzun genel başkanı Abdullah BAŞTÜRK’ün konuşmasından sonra
DİSK yürütme kurulunun hazırlamış olduğu (TÜRKİYE’deki EKONOMİK SİYASAL
TOPLUMSAL GELİŞMELERE İLİŞKİN DURUM SAPTAMASI) konulu bir rapor sunuldu,
hazırlanan raporda genellikle; Ülkenin OECD ve İMF nin dayatmalarına teslim edildiği,
bölgeler arasında eşitsizlik, yine bölgeler arasında ırkçılık, şoven politikaların bu eşitsizliği
körüklediği, memurların maaşlarının yerinde saydığını, tarım ürünlerine uygulanan taban
fiyatlarının köylüyü perişan ettiği, gelir dağılımının işçi, memur ve küçük köylüler aleyhine
giderek bozulduğu, kısacası Türkiye ekonomisi gerçek bir enkaz ve bir facia haline getirildiği,
işçilerin grev haklarının kısıtlandığı, sendika seçmeleri işçilerin referandum ile kısıtlandığı,
Emperyalistler tarafından Türkiye’nin daha etkin bir saldırı karakolu haline getirilmek
istendiği, fakat bununda gerçekleşmesi için Türkiye’deki istikrarın ve huzurun sağlanması
gerekli olduğu, onlara göre bununda yolu ülkedeki halk muhalefetini ezmektir. Türkiye halkı
için tehdit, felaket kaynakları bulunan Amerikan üsleri, pekiştirilen savunma işbirliği
anlaşması belgesi ile emperyalizme teslim olunmuştur. Fakat egemen sömürücü sınıfların
saldırıları karşısında DİSK mücadelesini yeni koşulların gerektirdiği kapsamda sürdürme
kararı almıştır. Mücadeleyi yine işçi sınıfının sendikal örgütü DİSK kazanacaktır, şeklinde idi.
SORULDU:
31 Ocak 1 Şubat 1980 tarihinde yapılan, DİSK, yönetim, yürütme, denetim, onur
kurulları ve bölge temsilcileri ile DİSK’e üye sendikaların ortak toplantısında hatırladığım
kadarı ile şu kararlar alınmıştı: genel olarak, DİSK’in yönetim kurulu kararlarının ışığında,
sömürücü sınıfların işçi ve emekçilere yöneltilen saldırıları DİSK tarafından kitlesel biçimde
göğüslenmesine karar alındı. Yöneltilen bu ekonomik ve politik saldırılar, baskılar karşısında
Türkiye çapında (GENEL GREV) yapılmasına, Bölgesel olarak görevlere gidilmesine, yine;
kitlesel miting ve yürüyüşlerin düzenlenmesine, sendikalar tarafından dayanışma ve sempati
grevlerinin gerçekleştirilmesine, ülkede uygulanan anti demokratik uygulamalara karşı
dayanışma ve eylem komitelerinin kurulmasına, konfederasyonumuzun ana tüzüğünde de var
olan (DAYANIŞM FONU) nun daha güçlendirilmesine bugünkü koşullara cevap verecek
duruma getirilmesine karar verilmiştir.
SORULDU: Ören toplantısında alınan bu kararlara bende Sosyal-İş Sendikası genel
başkanı olarak katılıyordum, ayrıca şahsım olarak da bugün ülkemizin bağlı olduğu (NATO,
AET, İMF) den çıkması, askeri antlaşmaların fesh edilmesi görüşündeyim, çünkü bu askeri
paktlarca harcanan insanların mutluluğu için harcanmış olsa idi, bugün yer yüzünde aç insan
kalmaz tüm insanlar mutlu olurdu.
SORULDU:
Sosyal-İş Sendikası olarak diğer üye sendikalar gibi bizde DİSK’in üye sendikalarına
sunduğu tek tip tüzüğü genel kurulda görüşerek kabul ettik. Fakat; Sosyal-İş Sendikasının bu
tek tip demokratik tüzüğü kabul etmeden, önceki tüzüğü incelenirse de görüleceği gibi
demokratik tek tip tüzüğün paralelinde idi, DİSK’in üye sendikalarına bu tek tip demokratik
tüzüğü önermesinin sebebi, üye sendikaların tüzükleri farklı idi, buda demokratik işleyişi
etkiliyordu, tam bir demokratik sistemi getiren bir düzenleme görülüyordu, bunun için bu tek
tip demokratik tüzük üye sendikalarca kabul edilerek uygulamaya konuldu.
SORULDU:
Tek tip tüzüğün amaç maddesinde hatırladığım kadarı ile; işçi sınıfı ve işçi sınıfı
bilimine dayanan genel eğitimi yaygınlaştırmayı, bunun yanında emek halkımız ülkenin
yönetimini ele almasını sağlayacak sosyal, ekonomik ve siyasal bilinci geliştirecek
çalışmalarda bulunur, uluslar arası işçi kuruluşları ile uyumlu çalışmalarda bulunmayı,
amaçlayan sosyalist bir düzenin hayata geçirilmesine ilişkin çalışmalarda bulunmayı amaç
sayar, DİSK tarafından üye sendikalara önerilen ve kabul edilen tek tip tüzüğün amacı özetle
bu doğrultudadır. Tek tip demokratik tüzüğün amaç maddesinde (sosyalist bir düzenin hayata
geçirilmesi) ancak; sendikalar dünya ve yurt sorunları ile ilişkin görüşlerini açıklamalı, bu
alanda çeşitli araştırmalar yapmalı ve bu araştırmalarını yayınlamalı ve kamu oyunun
oluşmasında ve yönlenmesindeki çalışmaları da bir etken olabilir, yine sosyalist bir düzeni
hayata geçirmek için, işçi ve emekçiler çıkarlarını korumak için siyasi partilerde örgütlenmeli
bu partilerin yönetimine gelerek seçilip meclislere girmesiyle yönetimde söz sahibi olup,
kendi partilerini kurabilirler. Tip Türkiye İşçi Partisinde işçi emekçilerin haklarını
koruyabilecek onların yararları için çalışacak sosyalist bir partidir. Tek tip tüzüğü genel kurul
toplantısında kabul eden DİSK üyesi sendika yöneticilerin bu amaç doğrultusunda çalışmaları,
sosyalist bir anlayışı, sosyalist bir düzeni en başta üyelerimize anlatmak, daha sonra bu
hususları kamuoyuna da açıklayarak görüşlerimizi belirtmeliyiz, en önemli faktörde
kamuoyunun oluşmasını sağlamaktır. Kamuoyunun oluşması ise etkin bir şekilde ancak
benim kanaatime göre, Radyo, Televizyon ve basın yolu ile sağlanır. Kamuoyunun
oluşmasında sendikalar yardımcı faktörlerdir.
SORULDU:
Genel başkanı bulunduğum Sosyal-İş Sendikasının, menkul ve gayrimenkul olarak,
Osmanlı Bankası Ankara Anıttepe Şubesinde (vadeli 10 milyon) TL’sı, Ankara Yenişehir
Ziraat Bankası şubesinde kesin hatırlamamakla beraber (iki buçuk milyon) lira kadar parası
vardır. Sendikanın gayrimenkul olarak, genel merkezin bulunduğu Ankara’da bir dairemiz
vardır. Bu bina 1973 yılında (290 bin) liraya alınmış, bu dairenin de bugün piyasa değeri (4-5)
milyon lira civarındadır. Sendikanın ayrıca 3 adet Ford marka, bir adet reno marka otosu
vardır.
Arabalarımızdan 2 Fordu genel merkezi Brüksel’de bulunan (İCEF) Uluslar arası Kamu
Hizmetleri Sendikası sendikamıza hibe etmiştir. Yine tarihini kesin olarak hatırlamamakla
beraber 1978 yılı olabilir. Sosyal-İş Sendikasının son olarak üye sayısı 7500-8000 bin
civarında olabilir, biz üye işçilerimizden aidat olarak da, grev yasağı yani greve gitme olanağı
olmayan işyerlerinde işçilerden aidat olarak asgari ücretin 30 da biri, grev yasağı olmayan
yerlerde çıplak net ücretin yine 30 da biri aidat olarak alınır.
SORULDU:
Sendikamız Sosyal-İş Sendikası adına (SOSYAL-İŞ) adı altında bir mevkute
çıkartmakta idik, bu derginin sahipliğini sendika başkanı olmam nedeni ile ben yapıyordum,
çıkarılan bu dergi ile tüzüğümüzün amacı doğrultusunda üyelerimize hizmet etmek, onların
bu konuda bilinçlenmelerine yardımcı olacak yazı türleri çıkar. Hatırladığım kadarı ile bir
yanlışlığa meydan vermemek için söylüyorum, Ören toplantısında aldığımız kararları
üyelerimize yine neşrettiğimiz bu yayın organı vasıtası ile duyurduk.
SORULDU:
Benim genel başkanı ve daha önceleri genel sekreterlik görevinde bulunduğum sıralarda
Sosyal-İş Sendikasına yurt içinden ve yurt dışından hiçbir maddi yardım yapılmamıştır.
Sosyal-İş Sendikasında son olarak 44-49 kişi arasında yöneticiler ile birlikte maaşlı personel
çalışmaktadır. Bu ücretli personele ne kadar ayda net para ödendiğini kesin
söyleyemeyeceğim. DİSK’in almış olduğu karar gereği bizim üyesi bulunduğumuz
işyerlerinde çalışan işçilerin bazılarından dayanışma aidatı olarak (1000) er lira para kesildi,
biz Sosyal-İş sendikası olarak bu parayı, DİSK’in bize bir yazı ile bildirdiği bir hesaba
yatırdık.
SORULDU:
Bugün DİSK olsun genel başkanı bulunduğum Sosyal-İş Sendikası ve şahsım olsun
Türk Ceza Kanunun 141 ve 142 maddelerine karşıyım nedeni ise; birinci neden, insanlar
düşüncelerinden dolayı suçlanmamalıdır, bugün paylaştığımız görüşleri yasaklayarak değil de
onun yasaklanmasını anlatarak izah ederek anlatmalıyız. Bunun yanında işçi ve emekçi
sınıfının partisinin kurulmasını bu iki madde engellediğinden DİSK ve Sosyal-İş ve şahsım
olarak bu düşünce özgürlüğünü sınırlayan maddelere karşıyım.
SORULDU:
Benim siyasi görüşüm, ben sosyalistim, bu fikri ve düşünceyi benimsediğimden bu fikri
savunan “TİP” Türkiye İşçi Partisi ve yine bu fikri savunan Sosyal-iş Sendikasının da icra
kurullarında görevli bulunan arkadaşlarımda benim gibi birer sosyalisttirler.
SORULDU:
Ben 12 Eylül harekatını müteakip, Ankara’daki evimden alınarak 30 gün kadar gözetim
altında kaldım, daha sonra serbest bırakıldım. Bilahare Isparta’da annemlerin yanında
bulunduğum sırada benim yurt dışında bulunduğumu, gelip Sıkıyönetim ve Güvenlik
kuvvetlerine teslim olmam çağrısı yapıldığını basın ve televizyondan duydum bunun üzerine
kalkarak, 2 Mart günü İstanbul’a gelerek Davutpaşa’ya teslim oldum. Dedi alınan ifadesinin
doğruluğunu imzası ile okuyarak tasdik etti ve edildi. 2 Nisan 1981
İfadeyi alan
İfadeyi Yazan
Sanık
Özcan KESGEÇ
29.4.1981 İSTANBUL SIKIYÖNETİM ASKERİ SAVCILIĞINDA ALINAN İFADE
HAZIRLIK SORUŞTURMASI İFADE TUTANAĞI
29.4.1981
İfadeyi alan savcı
A.Gani ATAMAN
İfadeyi Yazan
S.M.Rukiye Altındal
İfade yeri ve tarihi
66. Tüm.K. lığı Savcılık Sorgu Odası 29.4.1981
SANIK ; ÖZCAN KESGEÇ: Veli oğlu 17.09.1945’de
Fatma’dan doğma evli 2 çocuklu Isparta merkez ilçe
Turan mahallesi kütük 112/106 cilt 032/02 sayfa 8 de
nüfusa kayıtlı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
mezunu profesyonel sendikacı Ankara Küçükesat
Başak Sok. 44/11 no da oturur. Sosyal-İş Sendikası
genel başkanı olmakla soruldu:
Ben 1967 yıllarında S.S. Kurumu Eminönü şube müdürlüğünde çalışmakta iken bu
işyerinde o tarihte ve o tarihten evvel toplu sözleşme hakkını elde etmiş bulunan Sosyal-İş
Sendikasına üye oldum ve 1969 yılında sendikanın Ankara’da akdedilen genel kongresine
İstanbul Şubesi delegesi olarak gitmiştim bu kongrede sendikanın genel sekreterliğine
seçildim ve aynı zamanda sendikanın yürütme kurul üyesi oldum. 1972 yılında sendikamız
genel başkanı Muammer Eronat’ın bakanlıkta memur statüsünde bir göreve atanması ile
boşalan genel başkanlığa sendika yönetim kurulunun kararı ile başkanlığa getirildim o tarihten
bu yana Sosyal-İş Sendikasının genel başkanlığını yapmaktayım. Sendikamız DİSK’e 1974
yılında yapılan genel kurul toplantısı kararı ile üye oldu ve o tarihten buyana DİSK’in
üyesiyiz ancak bu arada 1976 yılında DİSK’in her işkolunda tek sendika prensibi dolayısıyla
bizim sendikamızın Bank-Sen, Teknik-iş sendikalarıyla birleşmemiz önerildi. DİSK’in bu
önerisi Sosyal-iş’in banka iş kolundaki üyelerin bank-sene büro işkolundaki üyelerin teknikişe bağlanması biçiminde idi. Ve bu durum da Sosyal-İş’in fes edilmesi icap ediliyordu. Biz
Sosyal-iş olarak yani sendikanın yetkili genel kurulu DİSK’in bu kararını kabul etmedik, aynı
zamanda bu husustaki kararı DİSK’e iade edildi bunun üzerine DİSK yürütme kurulu
sendikamızın konfederasyon üyeliğinden düşürdü bu kararı karşısında sendikamız Bakırköy iş
mahkemesine müracaatta bulunarak DİSK üyeliğinden düşürülmemiz hususundaki DİSK’in
kararları kanuni olmadığı iddia etti neticede mahkeme Sosyal-İş’in DİSK’e üyeliğinden
düşürülmesi hususundaki kararın ihtiyati tedbir kararı ile durdurdu mahkemenin bu husustaki
kararı DİSK tarafından uzun müddet uygulanmadı ve DİSK’le aramızdaki münasebetler
askıda kaldı. Bu durum 1978 yılına kadar ki bu yılın ikici yarısı yani 8-9 aylarına kadar
devam etti DİSK’in o tarihteki yürütme kurulu bizim durumumuzu haklı buldu ve tekrar
konfederasyonla normal üyelik ilişkilerimiz başladı ve bu suretle DİSK’in üyeliği devam etti.
Ben ayrı yeten Türkiye İşçi Partisi’nin Çankaya ilçesi üyesiyim bu partinin yönetim
kurulunda da görev aldım bilahare partimiz kapandı halihazırda herhangi bir partinin üyesi
değilim bundan başka herhangi derneğe üye değilim ben 1978 yılının onbirinci ayında
DİSK’in 35 kişilik bir heyetiyle sendikacı olarak Sovyetler Birliğine seyahatte bulundum ilk
ve tek yurt dışına çıkışım bu seyahatimdir bundan başka yurt dışına çıkmış değilim.
Ben gerek DİSK’in ve gerekse sendikamızın eğitimlerine daha evvelce tabii tutulmadım
ancak sendikamızın iş yerlerinde düzenlediği ve toplu sözleşme uygulamaları eğitimine
zaman zaman eğitimci olarak katıldım. Bizim sendikamıza bundan başka A.B.C tipi seminer
verilmemiştir.
Bizim sendikamız 1974 yılına kadar mali bakımdan güçlü bir sendika olmadığından
uzman kadrolarımızda yoktu. Ancak DİSK’e üye olduktan sonra sendika mali durumdan biraz
kendine geldi ve uzman kadrolar oluşturmaya başladı bu cümleden olarak şunu söyleyebilirim
ki biz sendikanın yöneticilerini ve üyelerini iş kolumuz müsait olduğu için uzman olarak,
bunlardan istifade ettik. Eğitim uzmanımız Siyasal Fakültesi veyahut ta Ortadoğu Teknik
üniversitesi mezunu ücretli personel Nergis Aksu isimli bir bayandı bundan başka bir üst
eğitim uzmanımız yoktu. Sendikamızın minasıran eğitim malzemesi yoktu eğitim konularını
sendikanın genel yönetim kurulu tayin ve tespit ederdi ve bunun uygulamasını da genel
yürütme kurulu yapardı.
DİSK’in 1978 yılında Ören’de tertip ettiği toplantılara katılmak zira o tarihte
üyeliğimiz hususu ihtilaflı idi ve biz çağrılmadık. 31 ocak – 1 Şubat 1980 tarihinde Ören’de
yapılan ikinci Ören toplantısına ben ve yürütme kurulu arkadaşlarım DİSK’in çağrısı üzerine
katıldık bu toplantıda herhangi bir karar alınmadı bu toplantı karar alınacak durumda değildi.
Bu toplantıda grevler dayanışma aidatı konusu sendikaların DİSK’le olan ilişkileri görüşüldü,
benim hatırlayabildiğim kadar orada konuşulan konular bunlar idi başkasını hatırlamıyorum,
DİSK tarafından 1976 yılı sonlarında ve 1977 yılının başlarında ortaya atılan U.D. Cephe
oluşturması hususunda basına akseden haberler kadar bilgim vardı zira biz o tarihlerde
konfederasyonla ilişki içinde değildik bu itibarla böyle bir çalışmadan haberdar değildik
bundan başka demokratik platformun oluşması hususunda DİSK mecmuasındaki ve DİSK’in
7. genel kongre çalışma raporunda serde dilen bilgilerden başka bir bilgimiz yoktur, böyle bir
çalışma içerisinde de değildik bundan başka herhangi bir dernek veya siyasi parti ile de ilgim
yoktur dedi.
Sendikamız, DİSK’in önerdiği Tek-Tip demokratik tüzüğü 1979 yılı Temmuz ayında
yaptığı olağanüstü genel kurulunda kabul etti bu hususta daha evvelce yönetim kurulu genel
kurulu toplantıya çağırma kararı aldı bunun üzerine genel kurul toplandı ve genel kurulda
tüzük maddeleri tek tek okundu ve bu tüzüğün değiştirilmesi ön görülen (DİSK tarafından
önerilmiş olan) maddeleri üzerinde görüşme yapıldı oylamaya sunuldu ve oylama neticesinde
bu tüzük kabul edildi tüzüğün amaç ve ilkelerini gösteren üçüncü maddesi okundu. İşçi sınıfı
biliminin ne olduğu sorulduğunda ben işçi sınıfı bilimini Marksizim olarak görmüyorum,
Sosyalist bir düzenin hayata geçirilmesi hususundaki ilkesi de benim anladığım kadarıyla
sosyalist bir partinin desteklememek iktidar yapılması manasında anlıyorum yoksa bir
sendikanın yada konfederasyonun kendisinin iktidar olması ve düzen değişmesi mümkün
değildir, her genel kongreden evvel sendika bir çalışma raporu hazırlar ve bu çalışma raporu
yönetim kurulunun tespitinden geçer ve ondan sonra baskıya gidilir, genel kurula getirilir ve
yürütme kurulunda bu raporu raportörlüğünü yapar ve eşgüdüm dairesi sendikalar arasındaki
sendikanın daireleri arasındaki iş birliğini sağlar.
Altıncı dönem merkez genel kurul çalışma raporunun 45. ci sayfasında eşgüdüm dairesi
raporu başlığını taşıyan bölümde demokratik tektip tüzüğe geçmiş ilk sendika olmanın
onurunu taşıdığını bildiren yazı bizim yazımızdır. Burada kasdedilen husus sendikanın
organlarının demokratik usullerle yeni tüzüklerle şube kongrelerini yaparak süresi gelmemiş
olanla da bu kongreleri yaparak organların seçimle ve demokratik usullerle teşekkülünü
sağlamaktı raporda bahsedilen onur duyma konusu buna aittir saniye aynı çalışma raporunun
77 sahifesindeki eğitimle ilgili yazılarımız bizim siyasi görüşümüzü yani sosyalizmi
aksettirmektedir bu bizim görüşümüz olduğu için bunun bu şekilde buraya aksettirilmesi
tabidir, netice olarak bu rapordaki yazılar bizlere aittir ve DİSK’in örgütlenmesini ve DİSK
okulunun oluşturulması DİSK’in sendika yöneticileri dahil çağdaş gelişmeleri teknolojik
gelişmeleri ülkemiz ve dünya sorunlarını öğreteceği bir çalışma okulu oluşturulması ve
DİSK’in eğitim çalışmalarını böyle anlaması gerektiğini öneriyoruz. 26-17 Ocak 1980
tarihinde barış derneği Marmara Etap otelinde bir toplantı düzenlemiş bu toplantıya ismen
bende davet edildim. Toplantıda benim gibi davet edilen Türk-İş’e ait sendika adamları bilim
adamları, gazeteciler, sendikacılar ve sanatkarlar da vardı ben orada toplantıyı izledim ve
ayrıldım orada bir karar alındığını bilmiyorum. 16.7.1980 tarihinde eğitim dairesi başkanı
Zeki KILIÇ ile birlikte açıklamalı 4 sayfalık bir genelge yayınladığımı hatırlamıyorum.
1978 senesinin 10 veya 11 ayında Sovyetler Birliğine DİSK’in Sovyetler Birliğindeki
konfederasyonla karşılıklı heyetlerin gidip gelmesi cümlesinden olmak üzere gittik ve orada
bir iki fabrikayı şimdi hatırladığıma göre üç fabrikayı gezdik tiyatroya sirklere gittik müzeleri
ve bazı şehirleri gezdik ve sendikaları ziyaret ettik ve bu gezimin 29-30 gün kadar sürdü biz
oradayken açılan Türk Sanayi sergisini de gezdik ondan sonra memlekete döndük. Benim
bildiğime göre Sovyetlere giden üçüncü heyet olduğumuzu sanıyorum. Soruldu: Oradaki
sendikalarla görüşme yaptık onların toplu sözleşmelerini gördük fakat orada herhangi bir grev
yapıldığını işitmedim dedi. Sanığın 2.4.1981 tarihinde Emniyetçe alınan ifadesi okundu
ifademin üçüncü sahifesindeki ilk satırındaki Sovyetlere ait böyle bir nitelememiz olmamıştır
cümlesi Sovyetlere ait herhangi bir nitelememiz olmamıştır şeklinde olması lazımdır ve ondan
sonraki cümlede bana ait değildir yani Sovyetler Birliğinin sömürüye karşı bir ülke ve güç
olarak görürüz cümlesi de bana ait değildir ifademin 4. cü sayfasındaki Abdullah Baştürk’ün
burada yazılan biçimiyle hatırlayabilmem imkansızdır onları ben söylemedim ve
söylenmesine de imkan yoktur. Çünkü hafıza buna müsait değildir, yalnız Abdullah Baştürk
bunları söylemiştir veya söylememiştir demiyorum o şekilde diyorum yine aynı sayfada
Abdullah Baştürk’ün konuşmasından sonra DİSK yürütme kurulunun hazırlamış olduğu bir
raporu sunulduğuna dair beyanda benim değildir esasen ben o olayı hatırlamıyorum 31 Ocak1 Şubat 1980 tarihlerinde yapılan Ören toplantısında görüşülen ve alınan kararlara ilgili
beyanımı size aynen söyledim, zabıta ifademde genel grevle ilgili beyanlarımda orada
yazıldığı gibi değildir. 7.ci sayfasında TSK.nun 141/142 maddeleri ile ilgili görüşünü
bildirdikten sonra bunun yanında işçi ve emekçi sınıfının partisinin kurulmasını diye başlayan
cümle de bana ait değildir, Sosyal-İş Gazetesi hakkında gazetenin ağırlıklı olarak toplu
sözleşmeler örgütlenmeler yani sendika haberlerini ihtiva ettiğine dair beyanımda zabıta
geçmemiştir, oradaki ifademin diğer kısımları doğrudur ve bana aittir. Dedi ilaveten ben
DİSK bünyesinde yani konfederasyon organlarında bugüne kadar görev yapmadım beni 12
Eylül günü Ankara’da evimden aldılar bir ay gözaltında tutuldum ve bırakılacağım 11 Ekim
günü İstanbul SYNT komutanlığına istenip istenmediğimi sorulacağını bildirerek sorulduğunu
ve istenmediğimi belirterek serbest bıraktılar o tarihte yurt dışında olduğumu ilan edildiği
tarihe kadar Ankara’da ki ikametgahımda bulunuyordum duyuru üzerine Davutpaşaya gelerek
teslim oldum benim başka diyeceğim yoktur dedi ifadesini okudu imzası ile tastik etti.
29.4.1981
SYNT. Yard. Savcısı
A.Gani ATAMAN
S.Memur
R.ALTINDAL
Sanık
Özcan KESGEÇ
DİSK DAVASINDAKİ MAHKEME SORGUSU
10.12.1982
Duruşmanın bırakıldığı muayyen saatte mahkeme heyeti, iddia makamı ve tutanakta bir
değişiklik vaki olmaksızın mahsus salonda aleni olarak toplanıldı.
Yoklama yapıldı. 69 tutuklu sanığın yerlerinde olduğu görüldü.
Bir kısım sanıklar vekilleri Avukatlar Erşen Şansal, Necati Siyahkan, Ercüment
Tahiroğlu ve Ahmet Güryüz Ketenci hazır,. Duruşmaya devam edildi.
SANIK ÖZCAN KESGEÇ SORGUSUNDA ; 1697 yılında sosyal sigortalar Kurumu
Eminönü Şube Müdürlüğünde göreve başladım, o tarihte bu işyerinin bağlı olduğu sosyal-iş
Sendikasına üye oldum, 1969 yılında bu sendikanın Ankara’da akdedilen genel kurulunda
genel sekreterliğe getirildim, 1972 yılında sendika genel başkanının başka göreve atanması
sebebiyle boşalan yerine sendika yönetim kurulunun kararı ile genel başkan sıfatıyla
getirildim, o tarihten buyana Sosyal-İş Sendikası genel başkanlık görevim devam etmektedir,
1974 Nisan ayında 23 sayılı yasa gereğince Sosyal Sigortalar Kurulu Müdürler kurulu
üyeliğine iki yıl süre ile seçildim. Sosyal İş Sendikası 1974 Mayıs alında yapılan genel kurul
kararı ile DİSK’e üye oldu, 1974 Temmuz veya Ağustos aylarında DİSK karar organlarında
görev almaksızın Ankara’da DİSK Sosyal İşler irtibat ünitesinde genel başkan vekilliği
sıfatını ihraz ettim, bu görevim DİSK 5. genel kuruluna kadar devam etti, 1975 Ağustos
ayından 1976 Şubat ayına kadar DİSK’den geçici olarak ihraç edildim, 1976 Mart ayı
sonunda sendikamız DİSK üyeliğinden düşürüldü, 1978 Ağustos ayı sonu itibariyle yeniden
sendikamız DİSK üyeliğine kabul edildi. 1975 ila 1978 Ağustos ayı sonuna kadar olan
dönemde benim ve genel başkanlığını yaptığım Sosyal-iş Sendikasının DİSK’le herhangi bir
irtibatı olmamıştır. DİSK 7. genel kurulunda genel yönetim kurulu üyeliğine seçildim, 1975
yılında Kocaeli’nde bağımsız bir sendikanın genel kurulunda divan başkanlığı görevini ifa
ettiğim sırada DİSK yürütme kurulu üyesine söz vermediğim için DİSK onur kurulu kararı ile
DİSK’den ihracım öngörülmüştü. DİSK yürütme kurulunun Sosyal-iş Sendikası ile diğer bazı
sendikaların birleştirilmesi yönündeki kararına sendika genel kurulu katılmadığı için Sosyal-iş
Sendikası geçici olarak DİSK üyeliğinden yanlış oldu, geçici olarak değil de kesin DİSK
üyeliğinden düşürüldük, iddianame karşısında diyeceklerimi söylemeden evvel gözetim
tarihleri yönünden iddianamede yer almayan tarihi belirtmek istiyorum, 12 Eylül 1980
tarihinde serbest bırakıldıktan sonra, yanlış oldu, bu tarihte gözetime alınıp bir ay sonra
serbest bırakılmamı müteakip yurt dışına çıkmış kimseler arasında gösterilmem üzerine
Komutanlığa gelip teslim olarak 2.3.1981 tarihinde Metris’te gözetime alındım, bu tarih
iddianamede yoktur. DİSK organlarında ilk defa 7. kongre de görev aldım, bu tarihten evvelki
DİSK’in icraatları yönünden hiçbir hukuki sorumluluğum olamaz. DİSK’e bağlı 500.000’e
yakın üyenin konumu ne ise o tarihe kadar benim durumumda odur, iddianamenin şahsım
yönünden ne gibi bir suçlama getirdiğini anlayabilmiş değilim, iddianamede DİSK’in
kuruluşundan beri illegal bir örgüt olduğu ve benimle bu illegaldeki konumunu bile bile
DİSK’e katıldığımdan bahisle suçlandığım kanaatine vardım, evvel emirde DİSK’in
kuruluşunda illegal bir durum ortaya koyduğunu kabul etmiyorum, DİSK kuruluşuna
tekaddüm eden zamanlarda alehde ve lehde bir takım güçler sepk etmiştir, bazı bilim çevreleri
bu kuruluşu sosyal gelişme ve demokratikleşme yönünde atılmış bir adım sayarken sermaye
çevreleri iddianamenin getirdiği suçlamalar gibi suçlayıcı görüşler ileri sürmüşlerdir, kurucu
genel başkanlığını yapmış olan Kemal Türkler’in o tarihte yaptığı açıklamada bu
kuruluşlardan devrimcilik sıfatının Kemalizm doğrultusunda inkılapçılık olduğunu açıklamış
ve böylece kuruluş esprisini ortaya koymuştur. İddianamedeki suçlamaların bir nebze
doğruluğunu kabul etsek bile, konfederasyona şahıslar üye olamayacaklarından ve fakat
sendikalar üye olacaklarından sorumluluğunda hükmü şahsiyet arz eden sendikalara razı
olması icap eder, Sosyal-İş Sendikası ve genel başkanı olarak ben DİSK’in kuruluşundan
itibaren süregelen tüzüklerini, amaç ve ilkelerini benimseyerek ve kabul ederek DİSK’e üye
olmuşuzdur. DİSK’in tüzüklerinde, amaç ve ilkelerinde yasa dışı olan herhangi bir husus
yoktur, iddianame yöneticisi ve üyesi bulunduğumuz DİSK’in marifetimizle anayasal rejime
karşı mücadele veren bir örgüt mesabesinde olduğunu ileri sürmektedir, ne benim nede üyesi
bulunduğumuz konfederasyonun rejime yönelik herhangi bir tahripkar mücadele yönetimi
yoktur. İddianamede değerlendirmeye alınan veri olarak kabul edilmiş anayasal düzeni 1961
anayasasının öngördüğü düzen değildir, anayasamız tek ve mecburi bir düzen anlayışı
getirmemiştir, bu bizatihi anayasanın ruhunda mündemiç bir keyfiyet olup siyasi partilerin
iktidar olmalarında yapacakları uygulamalarla değişken, mer’i anayasal çerçevede bir düzen
ortaya koyacakları esası kabul edilmiştir, DİSK’in mevcut Türkiye düzenini kapitalist
ekonomi düzeni olarak tanımlayan herhangi bir kararına rastlamadım. Daha doğrusu mevcut
anayasal düzenin kapitalizmin eşikliği olduğu yönünde DİSK’in herhangi bir beyanına,
değerlendirmesine rastlamam mümkün değildir. DİSK değişken siyasal iktidarların uyguladığı
kapitalist düzene karşı çıkmıştır, dolayısıyla DİSK’in anayasal rejime karşı olduğu yolundaki
iddiaları iktidarı değiştirmeye çalışmak ve siyasal iktidara gelmek demektir, hiç şüphe yok ki.
Bu eylemler ülkenin içinde bulunduğu demokratik koşullarda ceryan eder, bu üç tür
mücadeleyi verecek olan kuruluşlar siyasi partilerdir, diğer bir anlatımla siyasi partiler dışında
hiçbir kuruluş siyasal iktidara gelme mücadelesi vermezler, DİSK siyasal iktidarlara etki
yapmak, değişikliği intaç edecek doğrultuda kamuoyu oluşturmak şeklinde yani siyaseti
vasıtada kullanmak durumunda kalmıştır. Amaç için siyaset yapmamıştır. DİSK bu siyasi
faaliyetini yasalar çerçevesinde sürdürmüştür, kendisini bir siyasi parti yerine koymak veya
direkt iktidar olmak amacını gütmemiştir. DİSK bu konularda görüşlerini bildirmiş ve
bilimsel çalışmalar yapmıştır. Sendikalar ekonomik mücadele örgütleri olarak üyesi işçilerin
ekonomik, sosyal ve kültürel kitle sendikacılığı anlayışı olarak ikilik vardır, her ikisi de
yasaldır, ancak görüşleri ayrıdır. Uzlaşmacı sendikacılık sırf toplu iş sözleşmeleri ve grevlere
meşgul olup bu metotla işçilerin hak ve menfaatlerini korunabileceğini iddia eden işçilerin
siyasetle uğraşmalarına karşı çıkan sendikacılık anlayışıdır, sınıf ve kitle sendikacılığı ise işçi
sınıfının politik mücadelesini zaruri gören ve onun öz partisinin iktidara gelmesini sağlayıcı
girişimlerde bulunmasını işçilere empoze eden sendikacılık anlayışıdır, iddianamenin 41.
sayfasında aynen işçi sınıfının yasal olarak tanınan ekonomik mücadelesi dışında bir
mücadeleye yönelmemelerinin gerekliliği vurgulanmıştır, iddianamede işçi sınıfı DİSK’le
özdeş kılınmıştır, yani her iki kavram eşitlenmiştir, halbuki DİSK işçi sınıfının içindeki
ekonomik örgütlerden birisidir, DİSK’in siyasetle uğraşması yukarıda izah ettiğim gibi yasal
çerçevede olmuştur, iddianamenin iddia ettiği şekilde DİSK ideolojik bir örgüt değildir,
bunun fiilen olmasına imkan yoktur, bir örgütün ideolojik yapıya sahip olabilmesi o örgütü
meydana getirenlerin aynı ideolojiyi gütmeleri ile kabildir, işçi sınıfının ideolojisi
sosyalizmdir, bende işçiyim benimde ideolojim sosyalizdir, bu anlamda iddianamenin ileri
sürdüğü ideolojik yapıya DİSK sahip değildir. DİSK genel kurulları hiçbir zaman doğrudan
iktidarı amaçlayacak bir karar ve telkinde bulunmamış aksine siyasal iktidar mücadelesinin
siyasal partilerin işi olduğunu sarahaten belirtmişlerdir, DİSK’in Türkiye ekonomisini felce
uğratacak ekonomik savaşım stratejisini uyguladığına yönelik bu husus grevlerle ilgili
suçlamalara katılmıyorum, reddediyorum, bizler ekonominin baltalanmasına hiçbir zaman göz
yummadığımız gibi iddianamenin ileri sürdüğü gibi ekonomik dar boğazlarda avuçlarımızı
ovuşturmadık, DİSK’e mal edilen yani onun kışkırtıcılığı ile ortaya koyduğu iddia edilen
grevler somut olarak iddianamede gösterilmemiştir, böylece iddia bu yönden hayli mücerret
kalmaktadır, ben DİSK’in almış olduğu herhangi bir grev kararı bilmiyorum, 20 Mart 1978
faşizm eylemi ülkenin içinde bulunduğu anarşi ortamında teröre karşı meydana getirilmiş bir
protesto uygulamasıdır, bu konuda iddianame çelişkilidir, özgür sendikaları değerlendirirken
genel grev uygulaması yapabileceklerini vurgulamış DİSK’i ise bu konuda devlet yıkıcılığı ile
suçlamıştır, bireysel teröre karşı kamuoyu oluşturmak ve kitlesel eylemler ortaya koymak,
ekonomik mücadele örgütü olan sendikaların ve üst kuruluşlarının görevidir, DİSK’in ortaya
koyduğu bireysel terörü önleyici kitlesel eylemleri gerek diğer üst kuruluşlar ve gerekse
işverenler ve gerekse işverenler tasvip etmiş ve desteklemiştir, DİSK kitlesel eylemleri ortaya
koyarken kendisini ikinci bir devlet saymadığı gibi devlete karşı da görmemiştir, devletin
yardımcısı olarak yani kendisini devlete yardımcı güç olarak addeden faşist tırmanışa karşı
mücadele vermiştir. DİSK’in görüş belirtmekten ve görüşlerini açıklamaktan öteye herhangi
bir silahı olmamıştır. Sosyal-İş Sendikası olarak 1. Ören toplantısına çağrılmadığımız için
katılmadık, iddianamede katıldığımız şeklinde belirtilmiş kabul etmem. Ant-birlik eylemi ile
ilgili şahsıma yöneltilen suçlamayı kabul etmem, aksine biz bir günlük işçilerin halkı olarak
yaptıkları protesto gösterisini ortadan kaldırmak ve tarafları yatıştırmak çabasına düştük,
iddianamedeki direnişin başlangıcı ve bitişi de hatalı saptanmıştır. Bu itibarla bu konudaki
suçlamaları tamamen redderim, iddianame hukukumuzda bulunmayan kolektif bir suçlama
getirmektedir, delillerden uzaktır, bu nedenle tümü ile iddianamenin getirdiği suçlamaları
kabul etmiyorum dedi.
Sanığın 2.4.1981 tarihli polis ifadesi okundu. Bu ifadeye nazaran soruldu: Bu ifade
insan haklarına aykırı biçimde alınmıştır, kabul etmiyorum dedi.
Sanığın 29.4.1981 tarihli As. Savcılık ifadesi okundu. Bu ifadeye nazaran soruldu. Bu
ifade bana aittir, kabul ederim, emniyet ifademi bazı kısımları itibariyle kabul ettiğim
anlamına gelen zabıt kısmına itiraz ediyorum, huzurda da beyan ettiğim gibi polis ifadelerini
tümüyle reddediyorum, savcılık ifadem doğrudur, aynen tekrar ederim dedi.
Sanığın 30.4.1981 tarihli tutuklama mahkemesindeki ifadesi okundu. As. Savcılık
ifadesine atıfta bulunduğu anlaşıldı. Sanık doğruladı.
Sanığın sorgusuna karşı As. Savcının ve diğer sanıkların bir diyeceği yok.
Sanık Özcan Kesgeç vekili Av. Erşen Şansal söz alarak; müvekkilim 2.4.1981 tarihli
polis ifadesi sorguyu yapan görevlilerin imzasını taşımamaktadır, sadece müvekkilin imzası
vardır, değerlendirmede bu durumun dikkati nazara alınması yönünden tebaruz ettiririz dedi.
Vaktin geçmiş olduğu görüldü.
Söz alan Sanık Yalçın Talaka: uzun zamandır tutuklu bulunmaktayım, tutukluluk
cezaya dönüşmüştür, haksızlığında göz önünde tutularak tutukluluk halimin kaldırılıp
tahliyeme karar verilmesini talep ederim dedi.
Sanık Özcan Kesgeç herhangi bir talebim yoktur dedi.
Sanık Özcan Kesgeç vekili Av. Erşen Şansal söz alarak; Müvekkil Özcan Kesgeç’in
tahliyesine ilişkin dilekçemiz vardır dedi, okundu, izah etti, vekil avukatın okuyup ibraz ettiği
10.12.1982 tarihli bir buçuk sayfadan ibaret dilekçe müvekkilinin salıverilmesine mütedair
olduğu anlaşılıp dosyaya konuldu.
Sanıklar Yalçın Talaka, Akçin Koç ve Özcan Kesgeç’in tahliyelerine ilişkin talipler
yönünden söz verilen As. Savcı sebebleri zail olmadığından sanıklar Yalçın Talaka, Özcan
Kesgeç ve Akçin Koç’un tahliyelerine ilişkin taleplerin reddi mütalaasındayız dedi.
Konu heyetçe tezekkür edildi.
G.D. Müsnet suçun vasıf ve mahiyetine ve duruşma safahatına nazaran tutukluluktan
beklenen gaye hasıl olmadığı cihetle sanıklar Yalçın Talaka, Akçin Koç ve Özcan Kesgeç’in
tahliyelerine ilişkin taleplerin reddi ile tüm sanıkların tutukluluk hallerinin devamına
müteakip celse getirilmeleri için ilgili Cezaevi Müdürlüklerine müzekkere yazılmasına,
Sorgulara devam edilmek üzürü duruşmanın 15.12.1982 günü saat 10.30’a tehirine
oybirliği ile karar verildi. 10.12.1982
BAŞKAN
D. HAKİMİ
ÜYE
T.K.
SOSYAL-İŞ DAVASINDAKİ SORGU
Askeri savcılıkça sanıklar Seyfettin Biçer ve Ünal Tombak’ın 23.2.1983 tarihinde
metris askeri cezaevinden tahliye edildiklerinin bildirilmiş olduğu görülmekle okunup hazır
bulunan sanık Ünal Tombak’tan soruldu: Geçen celsede dediğim gibi biz fiilen 25.2.1983
günü saat 11.00’de tahliye edildik dedi ve bu hususu belirtir metris özel ceza ve tutuk evi
müdürlüğünce kendisine verilmiş 25.2.1983 tarih ve infaz kısmı 7200-1254-83 sayılı yazıyı
ibraz etti.
Görülmekle kendine iade edildi.
Sanıkların sorgularına devam edileceği üzere saatin 12.00’ye yaklaştığı anlaşıldı.
GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ: Talep veçhile – sanıkların sorgularına devam olunmak üzere
duruşmanın bugün saat 13.15’e tehirine oybirliğiyle karar verildi.
20.4.1983
BAŞKAN
DURUŞMA HAKİMİ
ÜYE HAKİM
KATİBE
20.4.1983
BAŞKAN
: Ziya Dönmez – Dz.Kd.Alb. 1950/400
DURUŞMA HAKİMİ : OSMAN AKYILDIZ – Sivil Hakim 18476
OSMAN BEYKAL Hak.Yzb. 1977/Yd.16
İDDİA MAKAMI
: NURİ KARTAL 15692
KATİBE
: HANDAN DEĞİŞMEZ 30 oldukları halde duruşmaya mahsus
salonda belli gün ve saatte mahsus salonda celse açıldı. Başka bir suçtan dolayı tutuklu olarak
bulunmakta olan Özcan Kesgeç yeniden getirildi. Bağlı olmayarak yerine alındı sanıklardan
Hasan Bedri Doğanay, Ünal Tombak, Mehmet atay, Çetin Tarıoğlu, Yılmaz Altındağ ile
Metin Özboz’da geldiler keza bir takım sanıklar müdafileri Av. Erşen Şensal ve Av. İnci önek
de geldiler diğer sanıklar ve sanık maksut müdafii gelmediler açık olarak duruşmaya devam
olundu.
Heyetteki değişiklik nedeniyle eski zabıtlar okundu.
SANIK ÖZCAN KESGEÇ SORGUSUNDA : 1967 yılında Sosyal-İş sendikasına üye
oldum ve 16.9.69 Mayıs ayında yapılan kongrede de genel sekreterliğe seçildim ve 1972
yılında sendika genel başkanı Muammer Eronat’ın ayrılması üzerine sendika yönetim
kurulunca genel başkanlığa getirildim ve o tarihten sonra yapılan bütün kongrelerde yine bu
göreve seçildim ve bu görevim halen dahi devam etmektedir ve 1974 yılında 23 sayılı yasa
uyarınca Sosyal Sigortalar Kurumu Müdürler Kurulu üyeliğine seçildim 2.7.1980 tarihinde af
edilen DİSK 7.’nci genel kurulunca ilk defa DİSK yönetim kurulu üyeliğine seçildim sendikal
geçmişim bu şekildedir ve sendikamız 1974 nisan ayında yapılan kongresinde aldığı kararla
DİSK’e üye oldu ve 1976 Mart ayından 24.8.1978 tarihine kadar olan sürede sendikamız
DİSK üyeliğinden düşürülmüştür yani DİSK yürütme kurulunun kararı ile düşürülmüştür
iddianamede sendikamızın işten ihraç edildiği belirtilmekte ise de bu doğru değildir dediğim
gibi sadece DİSK üyeliğinden düşürülmüştür ve bu konuda iddianamenin içerdiği bilgiler
yanlış ve eksiktir ve sendikamız 21-22 nolu iş kolunda DİSK’e bağlı tek sendika iken aynı
işkolunda kurulu Tek-Bank-İş adlı işyeri sendikası da DİSK’e üye olmuştur ve 1975 yılında
DİSK tüzüğü uyarınca bir komisyon oluşturulmuş ve u komisyon yaptığı çalışmasında TekBank-İş sendikasının genel kurulu toplanarak Sosyal-İş Sendikası ile birleşme kararı almasını
karar altına almıştır ve fakat adı geçen sendikanın komisyonca belirlenen zannederim 6 aylık
süre içerisinde genel kurulu toplayıp bu konuda karar alamadığı için DİSK yürütme kurulu
gerek o sendikanın ve gerekse sendikamızın DİSK üyeliğinden düşürülmesine Mart 1976
tarihinde karar vermiştir bunun üzerine sendikamız DİSK yürütme kuruluna bizim sendikanın
yapabilecek hiçbir şey olmadığını alınan karar göre Tekbank-iş sendikasının üzerine düşenini
yapmadığını beyanla bu karara itiraz etmiş fakat sonuç alamayınca Bakırköy iş Mahkemesine
müracaat etmiş ve mahkemece ihtiyati tedbir yoluyla DİSK yürütme kurulunun sendikamız
aleyhindeki bu kararı durdurulmuştur. Bunun üzerine DİSK yürütme kurulu tekrar bir
komisyon oluşturmuş ve bu komisyonun Tekbank-iş sendikasının DİSK üyeliğinden
düşürülmüş olması karşısında Sosyal-iş Sendikası Bank-Sen ve Teknik-iş sendikalarının
birleştirilmeleri konusundaki aldığı kararı benimsemiştir ve sendikamıza tebliğ edilen bu
karara göre sendikamızın banka ve sigorta iş kollarında çalışan üyeleri Bank-Sen sendikasına
devredilecek ve eğitim büro iş kolunda çalışan üyeleri de teknik-iş sendikasına devir edilecek
ve göre genel kurulun toplamı kendisini fes ederek Teknik-İş Sendikasına katılma kararı
alacaktır fakat genel kurulumuz DİSK’in bu kararının gerek DİSK tüzüğüne ve gerekse iş
kollarındaki birleşmeye değil parçalamaya yönelik bulunması sebebiyle ve mevzuata da aykırı
olduğundan kabul etmeyerek red etmiştir bunun üzerine yine DİSK Yürütme Kurulu
sendikamızın DİSK üyeliğinden düşürülmesine 1977 Temmuz sonlarında karar verilip
sendikamıza bildirmiştir. Ve bunun üzerine sendikamız tekrar Bakırköy iş mahkemesine
müracaat ile itirazda bulunmuş ve dava devam ederken24.8.1978 tarihinde DİSK yürütme
kurulu yeniden sendikamızın DİSK’teki üyeliğine karar verilmesini istemiş ve dolayısıyla
iddianamede T.C.K.nun 141.’nci maddesini ihlal ettiğimizi belirtir mahiyette olup ihraç
meselesi bu şekildedir. Yoksa iddianamede belirtildiği gibi değildir ve iddianameden
suçlamaya dayanak olarak hiçbir hukuki delil ileri sürülmemiştir ve mevzuatımıza aykırı
neticeler doğuracak mahiyette iddia ileri sürülmüştür ve iddianamede delil olarak
sendikamızın tüzüğü ve bundaki değişiklikler ve amaç maddeleri gösterilmektedir oysa ki
sendikaların ana tüzüklerini yapan ve değiştiren organ genel kurullardır ve sendikamızda da
böyle olmuştur ve bu tüzük ve değişiklikleri devletin yetkili organlarına gönderilmiş ve
sendikalar kanunda belirtildiği şekilde bu güne kadar herhangi bir kanuna aykırı yönünden
değiştirilmesi iade edilmemiş ve yönden sendikamız veya yöneticileri hakkında bir dava da
açılmamıştır ve zaman zaman çalışma Bakanlığınca tüzüklerin bazı maddeleri ki bunlar
temsilcilerin seçimi ve sürelerinin gösterilmemesi gibi maddelerdir özellikle amaç maddeleri
yönünden herhangi bir değişiklik sistemi gelmemiş ve her defasında bakanlığın istekleri
doğrultusunda genel kurullarımızca istenen değişiklikler yapılmıştır ve iddianamede
sendikamız tüzüklerinin bazı maddeler ima yolu ile suçlamayı esas alınması oysaki ima yolu
ile böyle bir suçlama mümkün değildir ve tüzüklerin iddianamede belirtilen gayeye hiçbir
zaman amaçlamamış ve sadece üyelerimizin çağın icaplarına uygun ekonomik sosyal ve
kültürel menfaatlerini genişletilmeyi amaçlamıştır başka bir amacı yoktur ve olamaz ve
iddianamenin ceza hukukumuzda yasak olan kıyas yolu ile vaki suçlamalarını red ediyorum
esasen kendi iddianame kendi içerisinde dahi çelişkili ve tutarsızdır esasen iddianame
sendikaların siyasi iktidara yönelik bir örgüt olarak görülmektedir ki buda yanlış ve oysa ki
iddianamede suçlanan ve sendikamızın 4. genel kurulunda kabul edilen tüzük değişikliğine
göre şekillenen amaç maddesi sendikaların siyasi parti görevi yapamayacağını açıkça
belirtmiştir. Oysa ki iddianamede 4. genel kurula bu şekilde kabul edilen amaç maddesi delil
olarak kabul edilmektedir ve tüzüklerimizin hiçbir amaç maddesi sendikamıza sosyalist bir
düzen kurma amacı verememiştir özel amacı da yoktur ve bu maddelerde çeşitli sendika
konularına ilişkin soyut görüşler belirtilmiştir ve sendikanın sosyalist bir düzeni benimsemesi
bu sosyalist düzeni sendikamızın kuracağı anlamına gelmez, ve 1961 anayasası sosyalizme
açtığı anayasadır ve sosyalizm yasaklanmamıştır ve tüzük de işte bu çerçevede görüş
belirtmekten başka yapılan bir şey yoktur, ve anayasamıza göre gerçek kişilere tanılan haklar
aynen tüzel kişilere de tanınmış durumdadır ve sendikalar kanunun 14. maddesi de bunu
doğrulamaktadır buna göre sendikalarda gerçek kişiler gibi her konuda ve bu arada siyasi
konularda da baskı unsuru olarak işlem yapabilirler, ve benim anladığıma göre siyasi
mücadele; siyasi iktidarı alma, değiştirme ve etkileme olarak üç fonksiyonda toplanabilir ve
sendikalar bunlardan siyasi iktidarı alma çalışması içersinde bulunamazlar ancak kamuoyu
oluşturmak sebebiyle siyasi iktidarı değiştirme ve etkilemeyi gerçekleştirmek ve keza bir
siyasi partiyi destekleyerek siyasi bir partiyi değiştirme yönünde faaliyette bulunabilir ve
siyasi iktidarı alma sendikalara kanunen yasaklandığı gibi esasen bir kitle örgütü olan
sendikaların normal fonksiyonlarına da aykırıdır ve 274. sayılı kanunun 16. maddesi de
siyaset yasağı konusunda sendikalara getirilen yasağı belirtmiştir. İddianamede suçlandığımız
eylemlere gelince 15 ila 16 Haziran 1970 olaylarında sendikamız bir bağımsız sendikaydı ve
bu olaylara iştirak etmiş değildir ve o tarihte 274 sayılı yasada yapılmak istenen değişiklik
sendikamızca da antidemokratik ve anayasaya aykırı ve 42 sendika yani bağımsız sendika
üniversite öğrenim üyeleri ile birlikte Ankara’da bu konuyla ilişkin bir sempozyum
düzenlenmiştir ve sempozyumda kabullenen görüşler içlerinde benimde bulunduğum seçilen
5 kişilik bir sendikacılık kurulu tarafından devrin cumhurbaşkanına verilmiştir 274 sayılı
yasada değişiklik yapan 1317 sayılı yasa tasarısına karşı sendikamızın davranışı bundan ibaret
kalmıştır ve ben Türk-İş’e dahil sendika üyeleri ile birlikte işçi kesiminin bu yasa tasarısına
karşı çıkışını anayasasına sahip çıkma anlamı olarak kabul ediyorum ve benim şahsi
görüşümde budur ve iddianamede 15 ila 16 Haziran 1970 olayları ile ilgili olarak sendikamız
gazetesinde yayınlanan bazı yazılar ileri sürülerek sendikamız suçlanmaktadır oysaki bu
gazetemizde yayınlanan sendikamız kurullarının kararlarından başka şahsi yazılar
sendikamızı bağlamaz ve bunlar için sendikamız suçlanamaz kaldı ki gazetemizde 15 ila 16
Haziran olayları için yer alan yazılar içeriği itibariyle az önce belirttiğim zamanda olabilir
yani bu yazılar şayet sendikamız yöneticilerinden birisinin imzasını taşıyorsa içeriği ancak bu
şekilde olabilir ve sendikamız 1975 yılında yapılan demokratik mitinglerine DİSK kararı
doğrultusunda katılmıştır ve bunlar yasal mitinglerdir ve bu tür mitinglerle müesses iktisadi
ve sosyal temel nizamlarının yıkılması mümkün değildir esasen böyle bir gayesi de söz
konusu olamaz. Ve 20 Mart 1978 faşizme ihtar eylemi diye isimlendirilen eylem tarihinde
sendikamız esasen DİSK üyeliğinden düşürülmüş durumda idi ve bu konuya ilişkin herhangi
bir yazı veya talimat sendikamıza gelmemiştir ve biz sendika olarak DİSK’in faşizme ihtar
olarak yarım saat işi bırakma eylemine balı işyerlerinde katılılması bir karar almadık ancak
bazı iş yerlerindeki üyelerin kendiliklerinden buna katılmışlardır ve fakat ben şahsen DİSK’in
bu konusundaki çağrısını demokrasi adına olumlu karşıladım ve halende kanaatim budur ve
bu konu ile ilgili olarak DİSK yöneticileri o zaman yargılanmışlar ve 275 sayılı kanuna
muhalefet suçundan mahkum olmuşlardır ve dolayısıyla bu eylemin davası o zaman görülüp
yargı organınca tavzih edilerek sonuçlandırılmıştır ve kesinleşmiş hükme konu olmuş
olayların tekrar yargılama sonucu yapılmış olması da iddianamenin hukuki dayanaktan
yoksun olduğu göstermektedir ve sendikamız Kahramanmaraş olaylarını protesto için
DİSK’in çağrısı doğrultusunda 5.1.1979 tarihinde yapılan işyerlerinde 5 dakikalık işi bırakma
eylemine katılmış ve konuda yürütme kurulunun karar almış ve bağlı işyerlerinde bunun
uygulamasına geçilmesine çaba sarf edilmiştir ve bu eylem feci katliamı protesto etmek ve
yetkilileri uyarmak için yapılmıştır ve yerinde bir davranıştır ve bu davranışımızın T.C.K.nun
141. maddesi kapsamına giren bir olay olduğunu kabul edebilmek için Kahramanmaraş
olaylarının anayasal devlet nizamının korumaya yönelik bir hareket olarak kabulü gerekir ve
iddianamede ileri sürülen Tariş olayları ile sendikamızın hiçbir ilgisi yoktur ve bu işyerlerinde
üyesi de yoktur. Ve iddianamede yer alan Antbirlik direnişi olayı yönünden DİSK davasında
bu direnişi başlatan kişi olarak suçlanarak T.C.K.nun 146. maddesine muhalefetten
yargılanmaktayım oysa bu direniş ne sendikamız nede üyelerimiz tarafından başlatılmış bir
direniş değildir ve 1 Şubat 1980 tarihine takaddüm eden bir hafta içerisinde Antalya’daki
sendikamıza bağlı işyerlerimizde bazı üye işçilerin öldürülmüş ve Antbirlik genel
müdürlüğüne bazı silahlı zorbalar girmiştir ve bu genel müdürlükte çalışanların bir çoğu
bayandır ve saldırı olayı üzerine bu işyerinde çalışan işçiler işyerinden ayrılmaksızın işi
bırakarak yanlış oldu esasen öğleden sonra tatil idi bu sebeple işçilerin işyerlerinden
ayrılmamak suretiyle ve protesto mahiyetiyle bu işyerini tutmuşlardı ve durum şube
yöneticilerince genel merkeze iletilince ertesi gün bende genel sekreter arkadaşım Hasan
Bedri Doğanay derhal mahaline gittik ve vali ve vilayet jandarma komutanı da hazır olduğu
halde bizim gayretimizle işçiler işyerinden ayrılıp evlerine gitmişlerdir ve işveren tarafından
gazetelere ilan verilerek 7 Şubat tarihine kadar işçilere işbaşı yaptırılmamıştır ve üyelerimiz
ve sendikamız sadece iş başı yapabilmek maksadıyla miting yapmışlardır ve işverenin ne
maksatla 7 Şubat tarihine kadar işçilere işbaşı yaptırmadığını bilemiyorum bunun cevabını
işveren verebilir bu konuda somut bilgim yoktur ve fakat bir yorum yapabilirim ve bence
işverenin bu şekilde davranmasının sebebi bu işçileri işten atıp yerine yeni işçiler almak ve bu
olay ile ilgili olarak 176 kişi hakkındaki bunların içinde sendika yöneticilerinden hiç kimse
yoktur mahalli yöneticilerinden dahi kimse yoktur sadece bazı üyelerimiz vardır Antalya
Asliye Ceza Mahkemesinde ceza davası açılmış neticesi ne oldu bilemiyorum ve işçilerimizin
yaptıkları az önce bahisi ettiğim bu mitingler DİSK tarafından düzenlenmiş mitinglerdir ve
bizde sendika olarak bu mitinglere katıldık ve iddianamede 1 Mayıs kutlamaları da
suçlanmaktadır oysaki 1 Mayıs kutlamalarını düzen ile bizimle bir ilgisi yoktur ve bütün
dünyada ve batı ülkelerde dahi kutlanmaktadır ve bizim sendikamız DİSK tarafından 1976,
1977 ve 1978 organizasyonlarına alınmadık ancak sendika olarak biz kendiliğimizden bu
bahsini ettiğim 1 Mayıs kutlamalarına katıldık ve taşıdığımız pankartlar sendikamızın iş kolu
ile ilgili pankartlardır şu anda tam mahiyetlerini hatırlamıyorum ben şahsen hastalığım
sebebiyle 1976 ila 1977 1 Mayıs kutlamalarına katılamadım ve 1 Mayıs kutlamaları işçilerin
ekonomik ve demokratik haklarını dile getirdikleri kutlamalardır ve bu 1 Mayıs kutlamaları
yasaldır ve gerçek güvenlik önlemlerinin alınması ve 1977 1 Mayıs kutlaması gibi vuku bulan
olayların faillerinin yakalanıp bağımsız yargı önüne çıkarılması güvenlik kuvvetlerinin
grevidir ve bunların faillerinin yakalanmalarını bizde istiyoruz ve 1979 1 Mayıs kutlaması
sıkıyönetim komutanlığınca İstanbul’da yasaklanınca DİSK yürütme kurulu üyeleri gözetim
altına alındığı için işleri yürütmekle görevlendirilmiş olmamız nedeniyle üç sendika genel
başkanı olarak ben ve tekstil genel başkanı Rıdvan Budak ve gıda iş genel başkanı Demirhan
Tuncay bu kararı protesto mahiyetinde bir bildiri yayınladık ve bildiriyi demokratik hak ve
özgürlükleri gereği gibi sağlamak düşüncesiyle getirilmiş bulunan sıkıyönetimin tamamen
kısıtlamış olması yani 1 Mayıs kutlamasının yasaklamış olması sebebiyle bu bildiriyi
yayınlamış ve bu bildiriyi yayınladığımızdan ötürü gözetim altına alındık ve açılan dava
sonucu İstanbul sıkıyönetim komutanlığı 1 no’lu askeri mahkemesince kimliğimizin tespiti
sırasında belirttiğim gibi 16 gün hapis cezasına mahkum edildim ve T.C.K.nun 311.
maddesine muhalefetten bu şekilde mahkum edilmiştim ve cezamda infaz edilmişti oysa
şimdi aynı olay tekrar dava sonucu yapılmaktadır ve o sıralar 1979 yılı 1 Mayıs kutlamasını
İzmir’de kutlayan sendikalar İstanbul sıkıyönetim komutanlığının 22 nolu bildirisi ile
kutlanmıştır ve dolayısıyla 1 mayıs kutlamaları sıkıyönetim komutanlığınca suçlanmamış
aksine övülmüştür ve yasal 1 Mayıs kutlamalarına katıldık diye T.C.K.nun 141. maddesine
muhalefet suçundan nasıl yargılanabiliriz yüce heyetinizin takdirine bırakıyorum ve
iddianamede yine 1 Mayıs kutlamaları konusu ile ilgili mevcut slayt ve film gösterme
iddiaları da varid değildir esasen sendikamızın bu tür araçları yoktur.
Bu sırada başkanın talebi ile sanıktan soruldu : iddianamede 16 adet bahis edilmektedir
hiçbirinin ödünç dahi başka sendikalardan alınması mümkün değildir ve alınmamıştır ve biz
1977 ve 1978 1 Mayıs kutlamalarına ilişkin ve film ve slaytın gösterilmesi konusunda
şubelerimize dahi herhangi bir yazı göndermedik dedi.
Devamla iddianamede 30 Nisan 1980 direnişinden bahis edilmektedir oysaki bu konuda
ne DİSK’in nede sendikamızın bir kararı mevcut olmadığı gibi hiçbir sendikamız üyesi bu
direnişe katılmış değildir ve DGM direnişi diye bir direniş kararı DİSK tarafından alınmış
değildir ben bilmiyorum ve sendikamızın da bu konuda bir kararı yoktur ve böyle bir direnişe
sendikamız tarafından iştirak edilmiş değildir ve iddianamede sendikamızın bir takım yurt içi
ve yurt dışı kuruluşlar ile ilişkisinden sanki kuşku verecek bir şey varmışçasına bahis
edilmekte ve fakat bu ilişkinin mahiyeti açıklanmamaktadır ve bu bakımdan bu iddiaya karşı
somut bir cevap vermek durumunda değilim ancak şunu söyleyebilirim ki Töbder ve TMOB
ile sendikamızın sadece işveren sendika ilişkileri olmuştur çünkü bu kuruluşlarda çalışan
işçiler sendikamız üyesidirler, ve keza Türk-İş ‘e bağlı Petrol-İş, Tezbüro-İş Sendikaları ile
TÜTET, TÜMDER, SÜSTER, Sigorta Müfettişleri Derneği ve Türk Tabipler Birliği ile 23
sayılı yasa uyarınca Sosyal Sigortalar Kurumu müdürler kurulu üyeliği seçimi için iş birliği
yapmıştır ve sendikalar yasal dernekler ile üyelerini ilgilendiren konularda ve meslek odaları
ile dahi ilişkiler kurarlar bunun yasaya aykırı bir tarafı yoktur ve ülkemizde işverenler bu
anlamda yasadışı sayılabilecek bir örgütlenmeye de girmişlerdir örneğin Türkiye işveren
Sendika Konfederasyonu, Türkiye Sanayi ve İşadamları Derneği, Türkiye Ziraat Odaları
Birliği, Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu bir araya gelerek tüm teşebbüs konseyi
adı altında bir kurumu oluşturmuşlar ve bir başkan seçerek yasa dışı bir örgütlenme modeli de
göstermişler ve ben bunu suçlamıyorum ve demokratiklerde olması gereken bir durumdur ve
aynı şey sendikalar içinde normal görünmesi gerektiği halde iddianamede suçlama konusu
yazılmaktadır ve iddianamede yine kanıt olarak özel okul öğretmenlerini üye kaydetmemiz
gösterilmektedir ve bu bir zuhul değilse yasaları tanımama veya bilmeme ve özel okul
öğretmenleri 275 sayılı yasa kapsamına giren işçidirler ve sendikamız 1979 yılına kadar özel
okul öğretmenlerini üye olarak kabul etmiş ve onlar adına toplu sözleşme de yapılmıştır ve
halen özel okul öğretmenlerinin bir çoğu Türk-İş’e bağlı olarak faaliyetini sürdüren Tez büroİş sendikasının üyesidirler ve iddianamede bahis edilen ve Töbder tarafından düzenlendiği
ifade edilen ve Kürtlerin varlığından bahis edildiği beyan edilen demokratik eğitim kurultayı
ile sendikamızın hiçbir ilgisi yoktur ve böyle bir kurultaya ne çağırılıp nede katıldık, ve yine
iddianamede sendikamızın ant birlik işyerlerinde örgütlenmesi sebebiyle Kurtuluş örgütü ile
işbirliği yaptığını iddia etmektedir oysaki bu iddia varit değildir ve bu işyerlerinde ant
sendikası bulunmaktaydı ve yöneticileri genel müdürlük düzeyindeki yöneticilerdir ve 1974
yılında bu sendika genel kurulu sendikamızda birleşme kararı almış ve bu şekilde sendikamız
bu işyerlerinde örgütlenme çalışmalarına başlamıştır ve iddianamede benim Barış derneği
toplantılarına katıldığım iddia edilerek bu da delil olarak ileri sürülmektedir. Barış derneği
yasal bir dernektir ve ben barış derneğinin üyesi değilim ve sadece 1979 yılında İstanbul’da
Etap otelinde yapılan bir toplantısına davet üzerine katıldım. Türk-İş’e bağlı sendika
yöneticileri ve üniversite öğretim üyeleri dahi çağrılmıştı bunun dışında barış derneğinin
hiçbir toplantısına katılmadım ve barış derneği zannederim yine 1979 veya 1980 yılında
İstanbul Spor ve Sergi Sarayında bir konferans düzenledi ve sendikalar ve meslek
kuruluşlarının ve üyelerin davet edildiği sendikamıza bildirilmiş ve yapılacak konferans
masraflarını karşılamak için bir katkıda bulunup bulunmayacağımız sorulmuştu ve bizde
katılacağımızı ve masraflara da 5.000,- liralık bir katkıda bulunabileceğimizi bildirmiştik ve
bu parayı zannederim gönderdik ve fakat bilahare bu konferans zannederim sıkıyönetim
komutanlığının iznini geri alması sebebiyle olacak yapılamadı yoksa barış derneğine
sendikamızca herhangi bir yardım yapılmış değildir esasen yasal bir derneğe yardım yapmak
suç değildir ve keza iddianamede bazı toplu sözleşmelerin 1 Mayıs’ın işçi bayramı olduğu
hükmünün
sendikamızca
koydurulduğu
ifade
edilerek
bu
T.C.
K.nun 141 nci maddesinde belirtilen suçun delili olarak gösterilmektedir. Oysaki Türk-İş dahi
bazı toplu sözleşmelerinin örneğin 24 Temmuz İşçi Bayramı olduğu konusunda hüküm
koydurulmuştu hatta Türk-İş’e bağlı bazı sendikalar tarafından yapılan toplu iş
sözleşmelerinde dahi 1 Mayıs İşçi Bayramı olduğu hükmü yer almaktadır, kaldı ki şayet toplu
iş sözleşmeleri 1 Mayıs’ın işçi bayramı olduğu şeklinde hüküm koyulması T.C.K.nun 141 nci
maddesine muhalefet teşkil ediyor ise aynı sözleşmeyi taraf olarak imzalayan Osmanlı
Bankası yöneticilerinin de aynı suçu işledikleri kabulü gerekir ve iddianamede sendikamızda
yapılan aramada Tip gençlik teşkilatına ait çok sayıda doküman bulunduğu iddia edilmektedir
oysa Tip’in esasen gençlik teşkilatı yoktur ve bildiğim kadarı ile ne benim nede diğer yönetici
arkadaşlarımın katıldığı bir arama sendikamız genel merkezinde yapılmamıştır bu
dokümandan ne kasıt edildiğini bilemiyorum mahiyeti nedir oda anlaşılmıyor esasen dediğim
gibi Tip’in gençlik teşkilatı yoktur ve keza iddianamede sendikamızın ICF’den çıkarak dünya
sendikalar federasyonuna bağlı kamu hizmetleri işçileri uluslar arası sendika federasyonuna
üye olmamız suçlanmaktadır sendikamız gerçekten bu federasyona üye olmuştur ancak
yasalarımıza göre uluslar arası sendikal kuruluşlara üye olmak izne tabi değildir ve sendikalar
yasası sendikaları sadece üyesi olduğu uluslar arası sendika kuruluşuna ait tüzüğü 3 ay içinde
bakanlığa vermekle hükümlü tutmuştur ve sendikamız 1979 yılında bu üyelik kararını almış
ve hem orijinal metnini ve hem de tercümesini yani tüzüğü bu şekilde süresi içinde çalışma
bakanlığına vermiştir yasal bir hakkımızın kullanılmasından ötürü suçlanmamız mümkün
değildir, aksi takdirde iddia hukuki olmaktan çıkıp politik nedenlere dayanır ve iddianamede
benim ve eski genel sekreterimin A.Baki Son’un Sovyetler Birliği ve Fransa’ya görgü
eğitimine gittiğimiz iddia edilmektedir. Görgü eğitimine görgü eğitiminden kasıt nedir
anlayamadım durum şudur; Sovyetler Birliği sendikalar birliği ile DİSK arasında karşılıklı
heyet mubayenesi konusundaki anlaşmaya istinaden 1979 yılında ben Sovyetler Birliğine
giden DİSK heyeti içerisinde sendikam temsilcisi olarak bulundum 35 kişi idik. Ankara
valiliğinden pasaportumu aldım ve Sovyetler birliği sendikalar birliğinin davetlisi olarak
Sovyetler Birliğine gittik ve orada oradaki sendikaları ziyaret ettik ve eğlence yerlerini gezdik
ve aynı zamanda bu heyetin başkanı idim ve biz orada iken Moskova’da Türk Sanayi sergisi
açıldı ve hatta o zamanın Ticaret Bakanı Teoman Köprülüler Moskova’ya gelmişti ve o
sergiyi ziyaret ettik ve Sovyet Sendikalarını da bu sergiyi ziyaretlerine vesile olduk ayrıca
tarihi ve kültürel yerlerini gezdik seminer veya konferans gibi çalışmalar olmadı sadece
onların heyetleri Türkiye’ye geldiği zaman olduğu gibi sendikal çalışmalar ve işyerleri
konusunda ve kendi problemleri konusunda o sendikalar bizi bilgi vermişlerdir ve Fransa
gezisi ki buna genel sekreterimiz gitmişti o da bu kapsamda bir gezi olmuştu ve Sovyetler
Birliğine bu şekilde ziyarette bulunmak T.C.K.nun 141. maddesine muhalefet teşkil ediyor ise
Türk-iş’e bağlı sendika yöneticilerinin ve işveren teşekkülleri temsilcilerinin de aynı şekilde
suçlanması gerekir çünkü onlarda Sovyetler Birliği’ne bu mahiyette gezilere gitmişlerdir dedi.
Başkanın talebi ile sanıktan soruldu : Heyet mübadelesi tabiri ile hasit etmek şudur bir
çok memleketlerde bulunan sendikaların ve federasyon ve konfederasyonların karşılıklı olarak
birbirlerine davetli olarak heyetlerin gidip gelmeleri konusunda anlaşmaları ve buna istinaden
bu şekilde gezilerin yapılması yoksa devletler arası eğitim ve kültür anlaşması mahiyetinde
değildir esasen benim bu konularda yeterli bilgim yoktur dedi.
Devamla: DİSK’in 5. genel kurulundan sonraki kongre öncesinde yaptığım bir konuşma
iddianamede suçlanmaktadır ve bu konuşmayı nerede ve ne zaman yaptığımı ve tamamen
bana aiut olup olmadığını ancak iddianamede gösterildiği şekli ile dahi içeriğinde herhangi bir
unsuru bulunmadığı kanaatindeyim ve iddianamenin 18. sahifesindeki son kısmında
sendikamız yönetim kurulunun 5. genel kurula bir karar tasarısında bulunduğu
belirtilmektedir gerçektende yönetim kurulu olarak bu karar tasarısı genel kurula sunulmuştur
ve bunun yanı sıra diğer bazı karar tasarıları dahi sunulmuştur ve bahis edilen karar tasarısı
genel kurulumuzca tamamen ve aynen mi bilemiyorum ancak muhteva itibariyle aynen kabul
edilmiştir ve bu karar tasarısında iddianamede ileri sürülen hüküm hususları çürütür şekilde
sendikaların particilik yapamayacakları hususu yer almıştır ve iddianamede sendikamızın
DİSK’in ulusal demokratik cephe çağrısına katılmadığı belirtilmektedir oysa aynı savcı
tarafından hazırlanan DİSK iddianamesinde ulusal demokratik cephe DİSK tarafından siyasal
iktidarı alma yönünden bir cepheleşme hareketi olarak belirtilmektedir ve gerçekten de
sendikamız UDC’ye karşıdır ve UDC tartışmasının DİSK’te yapıldığı sıralarda sendikamız
DİSK üyeliğinden düşürülmüş olduğu için bu konuda yeterli bilgiye sahip değildir ve
basından öğrendiğim bu tartışma nedeniyle DİSK iki başlı ve bölünür bir hale gelmiş ve
elbette böyle bir durumu tasvip etmemiz doğru değildir bu sebeple buna karşı yoksa
iddianamede belirtildiği gibi bir düşünce ile bunu kabul etmemiş değiliz iddianamede gayet
bunu tip ileri sürse idi kabul ederdik TKP ileri sürmüştür bu sebeple kabul etmiyoruz gibi bir
iddia yer almaktadır ve tamamen kanaate dayanmaktadır hukuki değildir şayet UDC yasadışı
ise esasen yasal partinin böyle bir girişimi olamaz, ve iddianamede eski genel sekreterinin
A.Baki Son’un istifasından ve istifa dilekçesinden bahis ile sendikamızın tip ile organik bir
bağ içerisinde olduğu iddia edilmektedir, ben 1971 yılından 1979 yılında yapılan kongreye
kadar A. Baki Son ile birlikte çalıştım ve 1979 yılı kongresinde oda genel başkanlığa aday
olmuştu ve seçimi kayıp edince bu şekilde ayrılmıştı ve yoksa istifa etmiş değildir ve seçimi
kayıp ettikten sonra aynı iş kolunda yeni bir sendika kurulmuştur, ve iddianamede belirtilen
bu mektup bilhare yeni sendika kurulduktan sonra yayınladığı bir bildiri veya kongremizdeki
seçim öncesi delegelere gönderdiği bir yazı olabilir ve iddianamenin bir sendikada bir muhalif
kuruluna dayanılarak suçlamada bulunulması hukuki değildir ve Sosyal-İş Sendikasının
Türkiye İşçi Partisi dahil hiçbir kuruluş ile organik bağı yoktur ve bu sadece yasalarımızca
yasaklandığı için değil sendikamızın bu alandaki görüşünü bu şekilde olması yüzündendir ve
sendikalar kitle örgütleri her düşünceden insan bulunabilir ve bu düşüncelerinden ötürü ne
kınanabilir nede övünülebilir ve bu aynı zamanda yasaların emridir ve iddianamede DİSK’in
7. genel kurulunda yaptığım konuşmanın özeti yen almıştır ancak bu metin doğrumudur ve
tamamen bana mı aittir bilemiyorum ve DİSK iddianamesini ve aynı genel kurul toplantısında
yaptığım konuşmamın özeti yer almış olup bununla tamamen farklıdır ve DİSK 7. genel
kurulunda gerçekten bir konuşma yaptım ancak bu konuşmayı yazılı olarak hazırlamamıştım
ve DİSK çalışma raporu konusunda bir konuşma yapmıştım ancak iddianamede belirtilen
şekli ile bu konuşmama o şekilde olmamıştır ve iddianamede yer alan metin bana ait değildir
ve iddianamede sendikaların eğitim yapması sanki suçlanmaktadır oysa sendikalar yasası
bunu amirdir ve aslında sendikamız yeterince seminer ve eğitim çalışması yapmamıştır yani
seminer anlamında eğitim çalışması yapmamıştır ve sendikamızın eğitim çalışmaları üç
grupta toplanabilir işyerlerinde yapılan eğitimler, seminer şeklinde yapılan eğitimler ve
şubelerimizce kendi imkanları çerçevesinde yapılan mesleki eğitimlerdir ve sendikamızda
bunların ağırlığını işyerlerinde yapılan eğitimler oluşturmuş ve toplu sözleşmelere işyerinin
durumuna göre yılda 4 veya ayda bir kere yarım gün eğitim yapma hükmü getirilmiştir ve bu
yarım günlük çalışmalarda toplu iş sözleşmesi konularında üye işçilerimize bilgi verilmiştir.
Haklarımız ve vecibelerimiz anlatılmıştır ve ihtilafların sendika yöneticilerine nasıl iletileceği
anlatılmıştır, seminer çalışmalarında ise genel olarak iş mevzuatı ve ekonomik politika
konularında ve bir başka deyişle sosyal siyaset kapsamı çerçevesinde bilgi verilmeye
çalışılmıştır ve bu seminerlerde üniversite öğretim üyelerinden ve Türk-İş’e bağlı sendika
eğitim uzmanlarından istifade edilmiştir ve sendika kayıtlarında bu seminerlere katılanların
adları kimlikleri ve adresleri bellidir, ve bunlar ikişer günlük seminerlerdir ve bu seminerlerde
proterya diktatörlüğünü kurmaya yönelik hiçbir eğitim yapılmamıştır ve seminere katılanların
tamamı bu konuda tanığımızdırlar ve esasen iddianamenin bu kısmında yer alan bazı hususlar
dahil bu müdafaamızı kabul etmektedir ve gerçektende sendikamız siyasi partilerin faaliyet
sahasına giren hiçbir hususu mevzu dahi etmemiştir ve tüm nedenlerden dolayı tamamen
kıyas ve benzetme yöntemine dayalı iddianamede ileri sürülen suçlamayı ve sendikanın
T.C.K.’nun 141. maddesine kapsamına giren illegal bir örgüt haline dönüştüğü iddiasını ve
gerek şahsım ve gerekse genel başkanı olduğum Sosyal-İş Sendikası adına red ediyorum ve
suçlamayı kabul etmiyorum dedi.
Soruldu: ben 1. Ören toplantısına katılmış değilim, sadece 31 Ocak 2 Şubat 1980
tarihleri arasında yapılan 2. Ören toplantısına sendikam adına sendika olarak ve yürütme
kurulu olarak katıldım benden başka genel sekreter Hasan Bedri Doğanay, Ersin Atlı,
Seyfettin Biçer ve Mehmet Yavuz isimli yürütme kurulu üyesi arkadaşlarımda vardı ve ben
bir konuşma yaptım fakat sendika adına konuşma yapılmıyordu esasen istişai bir toplantı idi
ve grevler, grev iddiaları, dayanışma iddiaları işverenlerin lokavt uygulamaları karşısında
dayanışma aidatının arttırılması ve toplanması ki her üyeden geçmiş aidatlar ile birlikte 1.000
liranın alınması şeklinde bir konu idi esasen bu DİSK’in tüzüğünün bir gereğidir ancak üç
seneden beri bu madde işletilemiyordu yani DİSK işletemiyordu ancak bu toplantıda
demokratik eylem merkez komitesinin kurulması, genel grev gibi konularda istişari bir
mahiyette dahi bir karar alınmadı ve bu konuların görüşüldüğünde hatırlamıyorum ve DİSK
tarafından sendikalara bazılarında seçimle ve seçilmeye yönelik hükümler yönünden antidemokratik hükümler bulunması sebebiyle bunları düzenlemek ve uyum sağlamak maksadıyla
bir tüzük taslağı hazırlanmış ve bağlı sendikalara kabulü önerilmiştir ve DİSK tarafından
bağlı sendikalara gönderilen bu konudaki yazıda zannederim 30 Nisan 1980 tarihine kadar
tüzükte bu şeklinde değişiklik yapılmadığı takdirde sendikanın DİSK ten ihraç edileceği
şeklinde bir husus yer almakta idi. Daha doğrusu ihraç hususu yer alıyor mu idi farkında
değilim ve bağlı sendikalardan genel kurullarını toplayıp bu tüzüğü kendi işkollarının ve
özelliklerine göre gerekli bazı değişiklikleri yaptıktan sonra kabul ettiler bizim sendikamızda
7.7.1979 tarihli olağan üstü genel kurul toplantısında bu tüzüğü kabul etti ve bu tüzük genel
kuruldan önce yürütme kurulunda incelendi fakat genel kurulda kabulünün desteklenmesi
veya buna benzer mahiyette bir karar alınmadı ancak genel kurulda tüzük tadil komisyonu
kurulmuş ve bu komisyon inceleme yapmıştır ve genel kurulda tüzüğün maddeleri okundu ve
maddeler konusunda zaman zaman delegelerden konuşma yapanlar oldu ve neticede oylandı
ve tümü zannederim oy birliği ile kabul edildi ancak bazı maddeler en az 3/2 oy çokluğu ile
kabul edilmiş olabilir ve bu tüzüğün amaç maddesi iddianamelerde farklı bir şekilde
yorumlanmıştır ve kıyas bir benzetmeye dayanmaktadır ve bu madde ile sosyalist bir düzen
sendikamız tarafından ve maksist ve lelinist bir eylem sonucu kurulması amaçlanmış değildir
ve literatürde işçi sınıfı bilimi tabiri diye bir tabir mevcut değildir bu DİSK’in kullandığı bir
ifadedir ve amaç maddesinde yer alan işçi sınıfı bilimi işçilere yurt ve dünya olaylarına bakış
açısından ve menfaatlerine koruyabilmeleri açısından gerekli bilgileri verilip öğretilmesi kasıt
edilmektedir ve buna dayalı genel eğitim yaygınlaştırılmak tabirinden de sendikamız
üyelerine bu bilgileri götürülmesi ve öğretilmesi kasıt edilmektedir ve bağımsız olmasına
rağmen tüzüğünde aynı şekilde işçi sınıfı bilimi tabiri yer alan bir sendika yöneticileri
hakkında mahkemenizde T.C.K.nun 141/1. maddesine muhalefet suçundan dolayı açılan dava
beraat ile neticelenmiştir ve bunun fotokopisini de ileride ibraz edeceğiz ve ülkenin
yönetimini emekçi halkımızın ele almasını sağlamaya yönelik ekonomik ve sosyal ve siyasal
bilinci geliştirecek çalışmalarda bulunmak tabiri de asla işçilerin maksizm ve lelinizme uygun
bir şekilde ihtilal yolu ile iktidarı ele geçirilmesi anlamında kullanılmış değildir sadece
işçilerin ağırlıklarını kamu oyununda hissettirilmelerini ve ağırlıklarını koyabilmeleri
amaçlanmıştır ve aynı amaç maddesinde yer alan sosyalist düzen tabiride anayasa
çerçevesinde bir siyasi partinin iktidara geldiği zaman kuracağı bir düzendir yoksa işçilerin
ihtilali yolu ile sosyalist bir düzenin kurulması diye bir şey söz konusu değildir ve bu
konudaki iddia bu tüzüğe oy vermenin aklımın köşesinden dahi geçmeyen bir benzetmedir ve
ben Sosyal-İş Sendikası ile ilgili olarak tutuklanmadığım gibi gözetim altına alınmadım ancak
12.9.1980 tarihinde Ankara’da güvenlik kuvvetlerince evimden alındım ve bilahare bir ay
kadar gözetim altında kaldıktan sonra ve bilahare genel kurmay başkanlığının yurt dışında
olduğum konusundaki ve teslim olmamı belirten bildirisini öğrenince kendiliğimden
İstanbul’da Davutpaşaya gidip teslim oldum ve 2 Mart 1981 tarihinde Metriste gözetim altına
alındım 30.4.1981 tarihinde DİSK davası nedeniyle tutuklandım ve o tarihten beri sadece
DİSK davası nedeniyle metris askeri ceza evinde tutuklu olarak bulunmaktayım dedi.
Tekrar soruldu : Ben iddianamenin 20 nci sahifesinde yer alan ve DİSK’in 7. genel
kurulunda yaptığım iddia olunan konuşmada yer aldığı ifade edilen “bu anlamda da DİSK’in
bilimsel sosyalistlerle ilişkilerini güçlendirmesini önlemek, bunu istemek, DİSK’in birliğini
bölmenin ta kendisidir” sözlerini ben sarf ettim mi hatırlamıyorum yazının bütününü
görebilsem hatırlayabilirdim şayet yasa dışı bazı örgütler ile Türkiye’deki yasal partilerin
ayırma anlamında bir konuşma yaptım ise bu sözleri kullanmış olabilirim dedi.
Sanığın DİSK dosyası içersinde mevcut aslından fotokopisini çektirilmek suretiyle celp
edilen güvenlik kuvvetlerince alınmış 2.4.1981 tarihli hazırlık ifadesi ile askeri savcı
tarafından alınmış 29.4.1981 tarihli ifadeleri okunup soruldu: güvenlik kuvvetlerince alındığı
ifade edilen 2 Nisan 1981 tarihli ifade bana ait değildir kabul etmem zira gözlerim bağlı
olarak ifadem alındığı gibi okunmadan ve okutturulmadan imzalattırılmıştır yazılanların çoğu
benim söylediklerim değildir ve bu ifadenin önce askeri savcılıkta gördüm ve bana okundu ve
askeri savcılıktaki ifadem sırasında bu ifademin hangi kısımlarının yanlış olduğunu
belirtmiştim ancak belirtmediğim kısımlarda vardır fakat savcılıkta onlar önemli değildir
denilip ifademin diğer kısımları bana aittir şeklinde zapta geçirildi bu kısma ait savcılık
ifadem doğrudur dedi.
Sanığın celp edilmen nüfus ve sabıka kayıtları okundu.
Okunan kayıtlar bana aittir ve doğrudur ve ancak sabıka kaydıma ait ilamın tarihinin
23.1.1979 tarihli olması gerekir dedi.
Sanık müdafilerinden sanığın sorgusuna karşı diyecekleri soruldu:
Av. Erşen Şansal, müvekkilimin sorgulaması sırasında vaki bazı beyanları zapta eksik
geçmiştir önemli olanlar şunlardır müvekkilim 15 ila 16 Haziran olayları konusunda “15-16
Haziran 1970 olaylarını bir zabıta olayı olarak görüyorum” demiş ve bundan sonra bu
konudaki diyeceklerini ifade etmiştir ayrıca müvekkilim 20 Mart 1978 faşizme ihtar eylemi
konusunda sendikasının bir kararı olmadığını ancak sendikaya bağlı bazı işyerlerinde bazı
işçilerin kendiliklerinden bu direnişe katıldıklarını söylerken bunu DİSK genel başkanının
çağrısı üzerine bu direnişe katıldıklarını beyan ettiği halde zapta “DİSK’in çağrısı üzerine”
şeklinde geçti v e keza Antbirlik olayları sırasında vali ve vilayet jandarma komutanı da
olduğu halde ve DİSK bölge temsilcisi de hazır olduğu halde vaki görüşmeler sonucu olumlu
bir sonuca varıldığının beyan etmişti bu hususu da zapta eksik geçmiş dedi.
Sanıktan soruldu: Bu hususlar doğrudur hatırlıyorum dedi.
İddianamede maksizm de ne anlaşıldığı ve hangi ülkenin örnek olarak kabul edildiği
belirtilmemiştir ve kendilerinin ne anladığı ifade edilmiş değildir bu sebeple bu bakımdan
bunların sorgu çerçevesi içersinde nazara alınmamasını talep ediyoruz ve müvekkilimin
hazırlık ifadeleri de okunmuştur ancak güvenlik kuvvetlerince alınmış ifadesinin kimin
tarafından alındığı belli değildir ayrıca bu ifadeler DİSK davası içersindeki asıllarından
getirilmiştir yani bu dava sebebiyle alınmış bir hazırlık ifadesi yoktur ve bu davada hazırlık
soruşturması da yoktur bu bakımdan bu ifadeler bir ifade olarak değil ancak bir delil olarak
değerlendirilebilir ve ancak deliller safhasında bu konuda beyanda bulunacağız dedi.
Diğer sanık müdafii İnci Örnek söz alarak : Meslektaşımın beyanlarına aynen
katılıyorum ayrıca Antbirlik olayları sebebiyle Antalya birinci Asliye ceza mahkemesinde
1980/449 esas sayılı ve Antalya ikinci Asliye ceza mahkemesinde 1980/413 esas sayılı
davalar görüşülmüştür galiba neticelenmiş ve tespit edilebilirse karar numaralarında karar
örneklerinin celbini bildireceğiz dedi.
GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ : Talep veçhile
1) Saatin 17.00 ye gelmiş olması sebebiyle diğer sanıkların sorgularının bir dahaki celse
yapılmasına,
2) Sanık Mustafa Türk’ün adresinin tahkiki konusunda yazılan müzekkerenin tekidine
3) Sanık Ali Önay’ın celbi konusunda yazılan müzekkerenin de tekidine, ve
önümüzdeki celse hazır bulundurulmasının istenilmesine,
4) Sanık Remzi Uyuğ’un nüfusa yeniden kaydının yaptırılmasının ve buna göre nüfus
kayıt örneğinin gönderilmesinin temini konusunda askeri savcılığa yazılan müzekkerenin
tekidine,
5) Diyarbakır sıkıyönetim komutanlığı 2. nolu askeri mahkemesince 1983/45 esas nolu
tevhitli davanın sanığı Celal İpek’in ifadesi tek hakim tarafından alınmış olduğundan heyet
olarak talimat gereğinin ifadesi için talimat evrakının adı geçen mahkemeye iadesine ve
sanığın celp edilen nüfus kayıt örneğinin çıkartılacak sureti de eklenerek sanığa okunup
kendisine ait olup olmadığının ve baba adının Hacı Osman ve doğum tarihinin de 1335 olup
olmadığının da sorulmasının istenmesine,
6) Sanık Celal İpek’in celp edilen nüfus kayıt örneğine göre sabıka kaydının Ankara
adli sicil müdürlüğünden tekrar celbine,
7) Sanıklar Tamer Atış ve Salih Elver’in yetkisizlik iddialarının reddine karar verildiği
belirtilerek bu sanıkların duruşmadan vareste tutulmayı talep ettikleri takdirde sorgularının
yapılması için bu sanıklar hakkında talimat evrakının Ankara sıkıyönetim komutanlığı 2. nolu
askeri mahkemesine iadesine,
8) Sanıklar Seyfettin Biçer ve Ünal Tombak’ın fiilen 25.2.1983 tarihinde tahliye
edildiklerini beyan ettiklerinden ve sanık Ünal’ın bunu tevsik eden metris özel cezaevi
tutukevi müdürlüğünün 23.2.1983 tarihli yazının dahi ibraz ettiğinden ve bahis edilerek
cezaevi kayıtlarıda incelettirilmek suretiyle sanıkların fiilen hangi tarihte tahliye edildiklerinin
bildirilmesi için askeri savcılığa tekrar müzekkere yazılmasına,
9) 23.2.1983 tarihli oturum ara kararı 8. maddesinde belirtilen hususun sanıkların
sorgularının tamamlanmasından düşünülmesine,
10) Bir kısım sanıklar müdafilerinin eksik kalan vekaletnamelerinin ibraz etmelerine ve
avukat Erşen Şansal’ın ibraz ettiği sanık Seyfettin Biçer’e ait vekaletname fotokopisindeki
tashih harcının eksikliğinin ikmal etmesine,
11) Sanık Özcan Kesgeç’in mahkumiyet ilamından kesinleşme şerhinin bir suretinin
İstanbul sıkı yönetim komutanlığı 1 nolu askeri mahkemesinden istenilmesine ve hapis
cezasının şartla ve bi hakkın tahliye tarihlerinin de bildirilmesinin istenilmesine,
Duruşmanın da 13.5.1983 günü saat 13.00’e bırakılmasına oy birliğiyle karar verildi.
20.4.1983
BAŞKAN
DUŞMA HAKİMİ
ÜYE HAKİM
KATİBE
ANKARA 2 NOLU SIKIYÖNETİM MAHKEMESİ SAYIN BAŞKANLIĞINA
DOSYA NO : 1983/20 Tal.
KONUSU
: Sorgumdur.
14.2.1983
İfademin başında, Sosyal-İş Sendikasının kuruluşu ve 1980 yılına kadar ki gelişimi
konusunda açıklama yapmayı gerekli bulmaktayım. Zira, iddia makamının bu davada ve
iddianamede gerçek sanık olarak karşısına aldığı ve mahkum etmek istediği Sosyal-İş
Sendikasının kendisidir, Tüzel kişiliğidir. Her ne kadar Sosyal-İş, sanıklar listesinde
görünmüyor yada gösterilmiyorsa da iddia makamının görüş ve talebi iddianamedeki
ifadesiyle “Başlangıçta kendisine üye işçilerin yaşama şartlarını geliştirmek için kurulan bir
teşekkülün giderek Devletin Anayasal nizamını yıkmaya müteveccih değişiklik içerisine
girdiği” ve sonuçta “274 Sayılı Sendikalar Kanununun 30/4 maddesi gereğince
kapatılması”ndan ibarettir.
Bir başka anlatımla iddianamenin dayandığı mantık, 1966 yılındaki kuruluşuyla başlangıçta
üyesi işçilerin yaşama şartlarını geliştirme faaliyetleri içinde olan Sendikamızın 1974 yılında
DİSK üyesi olduğu bu tarihten itibaren ve böylece diğer DİSK sendikalarında olduğu gibi
yasal sınırlar dışına taştığı, İllegal hüviyet iktisap ederek işçi Sendikası olma niteliğinden
uzaklaştığı yolundadır. DİSK’e atfedilen eylemlere katılmıştır şu halde suç işlemiştir,
kapatılması gerekir. İddianameye hakim olan genel olarak DİSK ve DİSK’e bağlı sendikaların
özel olarak da Sendikamız Sosyal-İş’in kapatılmasını, mahkum edilmesini hedefleyen bu
davada gerçek kişi olarak bizleri bulmak mümkün değildir. İddianame, başlangıçta yer alan ve
Sosyal-İş’in tarihinde gelmiş geçmiş bir kısım (İşyeri temsilcileri dahil) üye ve yöneticileri de
kapsamına alacağı belirtilen listenin dışında bizleri unutmuş görünmekte, ancak buna rağmen
kişi olarak T.C. Kanunu Maddeleri gereğince cezalandırılmamızı talep edilmektedir.
Sosyal-İş Sendikası 1966 yılında Sosyal Sigortalar Kurumu çalışanları tarafından
kurulmuştur. Bu sendikanın 1972 yılında yaptığı Olağanüstü Genel Kuruluna kadar kurulu
bulunduğu işkolu açıkça Tüzüğünde yer almamış ve Sosyal-İş 1974 yılına kadar sadece
Sosyal Sigortalar Kurumunda (Sağlık Tesisleri Dahil) çalışanları üye kaydetmiş bir kurum
kuruluşu olarak kalmıştır.
1972 yılında yaptığı olağanüstü Genel Kurulunda işkolunu, bu konudaki Yönetmeliğin 21-22
nolu sırasında kayıtlı Eğitim-Büro-Ticaret-Banka ve Sigorta İşkolu olarak belirleyen Sosyalİş’in, kısa adı aynı kalmakla birlikte uzun adı bu işkoluna uygun biçimde değişikliğe uğramış
ve Sendika 1974 Mayıs’ında yapılan 4. Olağan Genel Kuruluyla DİSK’e (devrimci İşçi
Sendikaları Konfederasyonu) üye olmuştur. Öte yandan, 1966 yılında kurulmasına karşın
Sosyal-İş’in üyeleri Sosyal Sigortalar Kurumu çalışanları adına yaptığı ilk toplu iş sözleşmesi
27 aralık 1973 tarihinde imzalanmıştır. 1968 tarihinde toplu iş sözleşmesi niteliğinde olmayan
bir protokole atfen 2. dönem olarak sendikanın bu ilk sözleşmesinin yürürlük tarihi 1 Ocak
1974’tür. Bu durum, sendikanın Mayıs 1974 tarihinde Ankara’da toplanan Genel Kurul’a
sunduğu 4. dönem çalışma raporunun 187. sahifesinde “… 2. Dönem toplu iş sözleşmesi
27.12.1973 tarihinde anlaşmaya varılmış ve 36 ay süren görüşme ve tartışmalar neticesi
imzalanmıştır…” biçiminde yer almıştır.
Özetlenirse, 1966 yılında kurulan ve 1974 yılına gelinceye kadar Sosyal Sigortalar
Kurumunda çalışanlardan gayri üyesi olmayan Sosyal-İş Sendikası, ilk toplu iş sözleşmesine
1974 yılı başında kavuşabilmiştir. Bir başka deyişle üye işçiler ekonomik ve yaşam
koşullarını iyileştirebilmek için 6 yıla yakın bir süre sendikaya aidat ödeyerek beklemek
durumunda olmuştur ve Sosyal-İş, toplu iş sözleşmesi bulunmayan işçi sendikası olma
durumundan bu ilk sözleşmesiyle kurtulmuştur.
Görülüyor ki, iddianamenin aksine Sosyal-iş Sendikası, başlangıçta bir yardım ve dayanışma
kuruluşu olma hüviyetinden giderek üyesi işçilerin Ekonomik –Demokratik hak ve çıkarları
doğrultusunda faaliyette bulunan, işkolundaki işçileri bünyesinde toplamayı ve Tüzük
değimiyle bu işkolunda en büyük gövdeyi oluşturmayı görev olarak üslenen gerçek bir İşçi
Sendikası olma niteliğine 1975 yıllarında kavuşmuştur.
Bir başka anlatımla Sosyal-İş Sendikası, 274 Sayılı Sendikalar Yasasının İşçi Sendikalarına
tanıdığı hakları kullanmaya, yine bu yasanın özellikle 14. maddesinde sayılan faaliyetlerde
bulunmaya bu tarihlerde başlanmış ve 1975’lerden faaliyetin askıya alındığı 1980 yılına kadar
Sosyal Sigortalar, Eğitim, Büro, Ticaret, Banka ve Sigorta işkolunda onbinlerce işçiyi
bünyesinde toplamış, binlerce işyerinde toplu iş sözleşmesi yapabilmek yönünden yetkili
olmuş, bu işyerlerini kapsayan yüzlerce toplu iş sözleşmesi imzalamış, bir kısım işyerlerinde
aldığı grev kararlarını yine bu işyerlerinin bir kısmında uygulamaya koymuştur.
Buraya kadar belirtmeye çalıştığım Sendikamız Sosyal-İş’in 1966 yılındaki kuruluşundan
1975 yılına kadar hiçbir şey yapmadığı anlamına alınmamalıdır. Bu süre içerisinde Sosyal-iş
özellikle çalışma hayatımızda “İşçi-Memur” ayırımı diye bilinen sorunla uğraşmak zorunda
kalmış, Yasalara ve Yargı organları kararlarına rağmen, idari tasarruf ve uygulamalarla işçi
olmaktan gelen, Yasal hakları tanınmak istenmeyen ve toplu iş sözleşmesi yapma hakkından
yoksun bırakılmaya çalışılan üyelerinin bu hakkını teslim etme, alma yönünde yoğun ve
sürekli bir uğraşın içinde olmuştur. Bu sorunla ilgili hukuksal çalışma ve çabalar
kuruluşundan itibaren Sosyal-İş’in gündeminden hiç eksik olmamış ve sendikamız
1975’lerden sonra dahi binlerce üyesinin toplu iş sözleşmesi kapsamı dışına itilmek istendiği
idari ve keyfi kararlarla “Memur yapıldığı” durumlarla sıkça karşılaşılmıştır. Bu itibarla;
Sosyal-İş’in gelişimini inceler ve izlerken benim altını çizmeye çalıştığım husus sendikamızın
sadece adıyla değil, yaptıklarıyla da gerçek bir İşçi Sendikası niteliği kazanma ve 274 Sayılı
Yasanın öngördüğü etkinliklerde bulunan, bu anlamda işlevi olan bir mesleki kuruluş
hüviyetine gelme dönemini ve zamanını belirtmek içindir. Bir İşçi Sendikasının var oluş
nedeninin yada asli faaliyetinin başında üyesi işçilerin yaşam koşullarını iyileştirmek ve
geliştirmek yönünden toplu iş sözleşmesi akdetmek gelir ise ki öyledir. Sosyal-İş için bunun
1974 yılında ancak gerçekleşmiş olduğunu, bu tarihten sonra ve özellikle 1975 yılından
başlayarak bu anlamda faaliyetlerinin var olduğunu ve geliştiğini vurgulamak istedim.
Zira bu tarih ve dönem, iddia makamının, iddiasında Sosyal-İş’in “başlangıçta kendisine üye
işçilerin yaşama şartlarını geliştirmek” biçiminde ifade olunan kuruluş amacını yitirmeye ve
giderek “Devletin Anayasal Nizamını yıkmaya müteveccih değişiklik içerisine girmeye”
başladığını belirttiği tarihle çakışmaktadır. İddia makamı her ne kadar bu değişikliğe
sendikanın Genel Kurullarınca yapılan Tüzük değişiklikleriyle kanıtlamaya çalışıyor, teorik
bir takım tahlillere girerek kıyaslamalar ve yakıştırmalarla sendikamızı suçluyor görünüyor
ise de, daha sonraki bölümlerde sendikamızın, suç saydığı fiil ve çalışmalarını örneklerken
Yasal Sendikal faaliyetleri gösterebilmekte, en azından bu faaliyetlerin suç teşkil edip
etmediği hususunda titiz bir incelemeye dahi gerek görmemektedir.
Bütün bu hususlara ve iddianamede yer alan maddi hata ve suçlamalara elbetteki bu davanın
sonraki aşamalarında ayrıntılı biçimde girilecektir. Ancak, burada ben, bize yöneltilen, daha
doğru bir değişle sendikamızın kişiliğine yöneltilen suçlamalara ilişkin sorgu ifadem
çerçevesinde kalmaya çalışarak birkaç noktaya değinmek istiyorum. Görevim ve konumum
elvermemesine rağmen bu açıklamayı yapmayı bu davada sendikamızın temsiline olarak
verilmediği için zorunlu saymaktayım. Şayet Sn. Mahkemeniz uygun görürse bu yokluğun
giderilmesi yönünden ayrıca Sn. Kurulunuza arzım olacaktır.
Başta da değindiğim gibi Sosyal-iş Sendikası 1974-1975 yılından (DİSK’e üye olduğu 4.
Olağan Genel Kurulundan) başlayarak kurulu bulunduğu 21-22 nolu işkolundaki işyerlerinde
artan bir hızla örgütlenme çalışmalarında bulunmuş başta Sosyal sigortalar Kurumu’nun
bütün illere yayılmış yüzü aşkın büro işyerlerinde olmak üzere;
a) Göl Öğretmen Okulu, özel Gaziantep Koleji, Adana Özel Ata Lisesi, İstanbul Özel Kültür
Lisesi, Ankara ve İzmir Ziraat Fakültesi, Ankara Siyasal, İstanbul Kimya Fakültesi, orta Doğu
Teknik üniversitesi ve Ege Üniversitesi gibi Eğitim işyerlerinde,
b) TÖB-DER, Mimar ve Mühendis Odaları, Zonguldak Amele Birliği, Ormancılar Derneği,
Sendikalar, Ankara-İstanbul-İzmir Baroları ve Barolar Birliği, Çiftçi Mallarını Koruma
Dernekleri, P.T.T. Biriktirme Sandığı, Baro Yardımlaşma Sandıkları, İlk Okul Öğretmenleri
Yardımlaşma Sandığı, Ziraat Bankası Personeli Yardımlaşma Sandık ve Vakfı, Hava
Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı gibi mesleki kuruluş, Dernek, Sandık, Birlik ve Vakıflar ile
Noter iş yerlerinde,
c) TÜBİTAK, SİSAĞ, GEMAŞ, DOLSAR, SADA, BASIN İLAN KURUMU, TÜBA Ajansı,
Karadeniz Bakır İşletmeleri Genel Müdürlüğü, Kültür Merkezleri ve Türk Standartlar
Enstitüsü gibi Büro, Kurum ve Kuruluş işyerlerinde,
d) TARKO, ERKO, Kooperatifler Genel Müdürlükleri, ANTBİRLİK, ADAKO BİRLİK,
İÇKO BİRLİK, GÜL BİRLİK, KÖY KOOP, ORMEK, AYMEK, ÖYKOOP, KÖY
KALKINMA KOOPERATİFLERİ ve TİFTİK BİRLİK gibi Kooperatif ve Kooperatif
Birlikleri işyerlerinde,
e) HAŞET, ANKARA PAZARLARI, 19 MAYIS MAĞAZALARI, YENİ KARAMÜRSEL
MAĞAZALARI, ERDOĞANLAR, UFİ MAĞAZALARI Unvanlı Ticaret İşyerlerinde,
f) Osmanlı Bankası, Ziraat Bankası, İktisat Bankası, Koç Tuğ ve Şark Sigorta Unvanlı Banka
ve Sigorta işyerlerinde ve bunların yundun değişik yörelerine yayılmış birim ve şubelerinde
çalışan üyeleri adına yetkili sendika olarak toplu iş sözleşmesi yapmış, bir kısmında 2. ve 3.
dönem sözleşmeler gerçekleştirmiştir.
Bütün bu süre içinde Sendikamız Sosyal-İş, sınıf ve kitle sendikacılığı ilkeleri ışığında,
sendikanın bu niteliğine (değişik politik görüşteki ancak ekonomik çıkarların birlikteliği ve
ortaklığı temelinde ekonomik ve mesleki örgüt olma niteliği) sımsıkı bağlı kalarak, bu
niteliğini geliştirip titizlikle koruyarak sendikal etkinliklerde bulunmuş, Grevler uygulamış,
toplantı konferans ve paneller düzenlemiş, üyelerin genel kültür ve mesleki gelişmelerine
yönelik yayın faaliyetlerinde bulunmuş, kurulu bulunduğu işkolu ve konumu gereği çalışma
ve iş yaşamından doğan çeşitli konularda araştırma ve incelemeler yapmış, görüş ve öneriler
getirmiş, bunları kamuoyuna açıklamış, İşçi-İşveren ilişkilerinde ve iş hayatından doğan
hukuki ilişkilerde daima işçi temsilcisi olma durumunu ön planda tutmuş, üyelerinin
emeklilik, sigorta ve sözleşmelerden gelen haklarının savunulması doğrultusunda etkin
görevler üstlenmiştir.
O kadar ki, bu Sendikanın Genel Başkanı Sosyal sigortalar Kurumunun Müdürler Kurulunda
çalışanları temsilen seçimle gelen işçi ve personel temsilcisi olarak görev yapmıştır.
Öte yandan Sendikamız Sosyal-İş “İşçilerin ekonomik, Sosyal ve Kültürel yararlarını
korumak ve geliştirmek” yönündeki varoluş nedeninin ve toplu pazarlık sisteminin bunu
gerçekleştirme yönünden önemli bir araç olduğunun bilinciyle davranmış, yaptığı toplu iş
sözleşmeleriyle üyesi işçilerin sadece ücret ve parasal haklarının iyileştirmesini değil,
Demokratik Hak ve Menfaatlerinin de geliştirilmesini gözeten bir tutum izlemiştir. Bu
cümleden olarak yaptığı toplu iş sözleşmeleriyle ücret artırımları yanı sıra, iş sürelerinin
azaltılması, ücretli yıllık izin ve tatil sürelerinin arttırılması, iş güvencesinin sağlanmasına
yönelik düzenlemelere gidilmesi gibi, üye işçilerin yaşam koşullarını iyileştirici, Demokratik
ve kalıcı kazanımlara da yer vermeye çalışmıştır.
Bütün bunları sınıf ve kitle sendikacılığının temeli olan işçinin ve karar sahibi olma ilkesini
tüm sendikal yaşamda uygulayarak sağlamıştır. Olağan yada olağanüstü olmak üzere şube
kuruluşlarından başlayarak her yıl bir Genel merkez Genel kurulunun gerçekleştirilmiş olması
bu açıdan önem taşır. Yine Sosyal-İş belirttiğim dönemde yüzlerce ifade edebilecek üye sayısı
ve faaliyetini sürdürmek, kapısına kilit vurmamak için bağlı olduğu Konfederasyon DİSK’ten
borç isteyen bir sendika durumundan onbinlerce üyeli ve milyonlarca varlığı olan bir düzeye
ulaşmıştır.
Özetle, Sosyal-iş 274 Sayılı Sendikalar Yasasının başlangıç maddesindeki tanımına uygun
olarak yine bu yasanın sonraki maddelerinde düzenlenip işçi sendikalarınca yapılması
öngörülen faaliyetlerde bulunmuş, yasal gerekleri yerine getirmiş ve 275 Sayılı Yasa
çerçevesinde davranmıştır. Bu yasal faaliyetlerde bulunmayı ve gereklere uymayı işçi
sendikası olmanın görev ve sorumluluğu saymıştır. Bu açıdan, Sn. İddia Makamının Sosyaliş’in söz konusu bu faaliyetlerini ve gelişmesini suçlar görünmesini ve göstermesini
anlamakta güçlük çekiyorum. Hele, tüm kamuoyunun önünde idari ve yargı organlarının
gözetim ve denetiminde sürdürülen bu faaliyetlerle sendikanın legaliteden illegaliteye doğru
yöneldiğini söylemek mümkün değildir. Bu bakımdan iddianamede Sosyal-iş’e ve varsa
şahsıma yöneltilen tüm iddia ve suçlamaları reddediyorum.
Şayet, yasaların gereklerini yerine getirmek örneğin, 274 sayılı yasanın 14. maddesinde
“meslek teşekküllerin faaliyetleri” başlığı altında toplanan 1) a, b, c, d, e, f, g, h, i, j, k, l,
2,3,4.fıkralarında sayılan faaliyetlerde bulunmak, 10. maddesinde yer alan “Milletler arası
teşekküllere katılmak” 17. maddesinde yer alan “İşçi-İşveren münasebetleri” hükümlerine
uymak suç olmuyorsa, yada sonradan suç sayılmıyorsa Sosyal-İş’in suçlanması mümkün
değildir. Ancak, bu konuda bu iddianame karşısında kuşku duymamak güçtür. O kadar ki,
Makamı “Özel Okullarda Görevli Öğretmenlerin sendikalı işçi olarak üye kayıt edildiğinin”
suç belgesi olarak bulunduğunu belirtecek kadar ileri gidiyor. Bu suçlamaya söylenecek söz
yok, ama eklenecek var. Şöyle ki, sosyal-iş özel okullarda görevli öğretmenleri sadece
sendikaya üye kaydetmekle yetinmemiş bu okullarda çalışan diğer üyelerle birlikte öğretmen
üyeleri adına ve onları temsilen toplu iş sözleşmesi dahi yapıp imzalamıştır.
Bunun gibi, iddia makamı bir kısım işyerlerinde toplu sözleşmelerle ulaşılan Demokratik
kazanımları yasalara aykırı olarak görmekte, Sosyal-iş’in gerek DİSK’le gerekse Demokratik
Kitle Örgütleriyle olan ilişkilerine atıflar yaparak yanlış anlamalara neden olabilecek belirsiz
sonuçlara yönelmektedir.
Şunu tekrar belirtmek gerekir ki, Demokratik Kitle Örgütü niteliğindeki bir çok Oda, Dernek,
Baro ve diğer mesleki kuruluşlarla, bu işyerlerinde çalışan üyelerini temsilen Sosyal-İş’in
toplu iş sözleşmeleri vardır. Bu ilişkiler dışında Sosyal-İş işçileri ve üyelerini ilgilendiren
somut olay ve sorunlarda diğer sendikalar ve demokratik kitle örgütleriyle işbirliği
yapmaktan, ortak hareket etmekten ve dayanışma içinde olmaktan çekinmemiştir. Hatta, bunu
görevlerinden saymıştır. Buna en son ve çarpıcı örnek 1980 yılında Sosyal Sigortalar
Kurumunun Yönetim Kurulu için personel temsilcisi üye seçiminde görülmüştür. Sosyal
Sigortalar Kurumu Müdürler Kurulu üye seçimi için, Kurumla bağı ve üye ilişkisi olan 10
Kitle örgütü bir aday üzerinde anlaşmaya varmışlar, ve bu ortak adayın seçilmesi için
kampanya yürütüp başarılı olmuşlardır. DİSK üyesi Sosyal-iş’ten başka Sosyal Sigortalar
Kurumu ve teşkilatında şu yada bu ölçüde üyesi bulunan Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası,
Tüm Has-İş sendikası, Türk-İş Üyesi Tez-Büro-İş ve Petrol-İş Sendikalarıyla, teknik
elemanların örgütü TÜTED ile Memur Örgütü TÜM-DER ile Sağlık Personeli Örgütü TÜSDER ile Sigorta Müfettişlerinin örgütü SİM-DER ile ve nihayet Hekimlerin Örgütü Türk
Tabipler Birliği Merkez Konseyi ile birlikte Türk-iş üyesi Sağlık-İş Sendikasının adayına
karşı bu seçim kazanılmıştır.
İddianame Sosyal-İş’in DİSK üyeliğine ve DİSK üyeliğinden düşürüldüğüne ilişkin
değerlendirmeler yapılmakta, olayları birbirine karıştırmakta ve Sosyal-iş’in DİSK’e muhalif
bir politika izlediğini ileri sürmektedir.
Öncelikle Sosyal-İş’in DİSK üyeliğinden düştüğü, yada, düşürüldüğü konusunda Sendikanın
yayınlamış olduğu yargı organları kararlarını da içeren ve tüm belgeleri kapsayan “İlerici
Sendikal Birlik DİSK ilkeleriyle DİSK’te sağlanacaktır” adlı broşürü incelemenize
sunmaktayım. Ancak, bu belge Sosyal-İş’in üyelik haklarının kullandırılmadığı dönemin 1.
aşamasına ait olduğu ve iddianamede Sosyal-İş’in iki kez “DİSK üyeliğinden ihraç edildiğinin
anlaşıldığı” kaydedilmiş olduğu için konuya kısaca değinmek istiyorum.
Çok kısa olarak birleşme, üyelikten otomatikman düşme, yada düşürülme olayı şöyledir ;
1974 yılında bu işkolunda ilk sendika olarak Sosyal-İş’in DİSK’e üye oluşundan sonra iller
Bankası işyerlerinde örgütle bulunan Tek-Bank-iş Sendikası yaptığı genel kurulla bu
işkolundaki 2. DİSK sendikası durumuna geldi. DİSK tüzüğü gereğince aynı işkolundaki
sendikaların birleşmesi, yada birleştirilmesi gerekiyordu. Kaldı ki, her iki sendika arasında
birleşme konusunda bir uyumsuzluk yoktu. Nitekim, DİSK bu iki sendikanın hazırladığı
öneriyi benimseyerek bu doğrultuda bir bütünleşmeye gidilmesine ve genel kurulların
toplanmasına karar verdi. Sosyal-İş her iki sendikanın birlikte oluşturduğu bu karara
uyacağını DİSK’e bildirdi. Ancak, asıl birleşme ve Sosyal-İş’e katılmayı gerçekleştirecek
olan Tek Bank-İş Sendikasının genel kurulunu toplama zamanı konusunda bazı sorunları
vardı ve onların başında 1976 ilk baharında gündeme gelecek olan ililer bankası işyerinin
işkolu tespiti konusu geliyordu. Bu arada, Sosyal-iş’inde yardım ve katkısıyla DİSK’e aynı
işkolunda üçüncü bir sendika üye oldu. Tek iş bu durum karşısında sendikamız Sosyal-iş
şayet ısrar edilirse ve DİSK, önce iki sendikanın birleştirilmesi yönündeki tutumunda kesin
ise bu karar uyacağı yolundaki görünüşünü koruyarak birleşmenin 3 sendika arasında
gerçekleştirilmesi çalışmalarına da katıldı. İşte bu görüşme ve yazışmalar devam ederken
1976 yılı Mart sonunda Sosyal-iş ve Tek Bank-İş sendikaların DİSK tüzüğünün 14. maddesi
uyarınca DİSK üyeliğinden otomatikman düşmüş olduğu her iki sendikaya konfederasyonca
bildirilmiştir. Birleşme yada, birleştirme yönündeki karar uyulmaması nedeniyle varılan bu
değerlendirmeye karşı, en azından Sosyal-İş için böyle bir uymanın söz konusu
edilemeyeceği, bunun hukuk ve tüzük açısından mümkün olamayacağı Hukuksal gerçeğe
rağmen DİSK üyeliğimiz DİSK yönetimi tarafından tanınmamıştır. Bu yanlışlığın giderilmesi
umudu ile bekleyen Sosyal-iş nihayet 1976 yılı sonunda toplanacak DİSK’in olağanüstü
Genel Kuruluna çağrılmayınca DİSK’in otomatikman üyeliğinden düşürüldüğüne ilişkin
yazının Tüzük hükümlerine aykırı düştüğü gerekçesiyle iptali ve üyeliği devamı ile bu aykırı
uygulamanın durdurulması yönünden mahkemeye başvurmuş ve ilkin bu durdurma kararı
mahkemece verilmiştir.
Bakırköy 2. Asliye Hukuk Hakimliğinin E. 1976/291 19.10.1976 tarihli bu kararına rağmen
DİSK’in 24.10.1976 tarihindeki Olağanüstü Genel Kuruluna Sosyal-İş’in delegeleri
alınmamış ve 1977 yılı başında üyelik durumuyla ilgili mahkeme sonuçlanıncaya kadar
Sosyal-İş üyeliğinin askıya alınmış olduğu DİSK tarafından sendikaya bildirilmiştir. Söz
konusu edilen mahkeme esas hakkındaki kararını 9.3.1977 tarihinde vererek, DİSK, Sosyal-iş
Sendikasının otomatikman üyelikten düştüğü yolundaki yazısının geçersizliğini, bu suretle
“vaki muarazanın önlenmesini” ve Sosyal-İş’in üyeliğinin devam etmesini hüküm altına
almıştır.
Bundan sonraki aşamada ise Sosyal-iş DİSK üyeliğinin düşürülmesi ile ilgili işlemler çok
daha kısa sürmüş ve yukarıda sözü edilen Mahkeme kararından sonra 1977 yılı Haziran’ına
kadar bekleyen DİSK bu tarihlerde DİSK’e yeni üye olmuş bu işkolundaki Bank-Sen
Sendikasını da içine alan üç sendikanın birleştirilmesi adı altında bir karar vermiş ve bu
karara göre davranılmasını Sosyal-iş’ten istemiştir. Burada şunu ekleyelim ki başta da
değindiğim gibi İller Bankasının İşkolu Enerji İşkolu olarak saptanmış bulunduğundan TekBan-İş Sendikası fiilen ortadan kalkmıştı ve birleşecek olan sendikalar Sosyal-İş, Teknik-İş ve
DİSK’in bu işkolundaki yeni üye sendikası Bank-Sen’di.
Çok kısa sürede Sosyal-İş’in Genel Merkez Genel Kurulu toplayarak uyması istenen DİSK’in
birleştirilme kararı ise, şöyleydi; Bu Genel Kurulla Sosyal-İş banka işyerlerindeki (22 nolu
işkolu) üyelerin Bank-Sen’e devir edecek, geri kalan diğer Eğitim-Büro-Ticaret-Kooperatif
(21 nolu işkolu) işyerlerindeki üyeleri ve tüm varlığıyla Teknik-iş Sendikasına iltihak kararı
alacaktı. Sosyal-İş Genel Kurulunu toplayarak DİSK’in bu birleştirme yönündeki kararını
üyesi işçiye götüreceğini DİSK’e bildirdi. Nitekim, 7 Ağustos 1977 tarihinde toplanan Sosyalİş sendikasının Olağanüstü Genel Kurulu konuyu görüşerek bu kararın birleşme yada
birleştirme olamayacağını, Sınıf ve Kitle Sendikacılığı ilkelerine en başta da DİSK Tüzüğü
hükümlerine aykırı düştüğünü belirterek DİSK’e iade etti. Sosyal-iş sendikası Olağanüstü
Genel Kurulunun oy birliğiyle aldığı ve konfederasyona gönderilen bu karardan sonra
sendikanın DİSK üyeliğinden düştüğü 2. kez Sosyal-İş’e bildirildi.
Daha sonra, 1979 yılına doğru Sosyal-İş’in üyelik durumunu tekrar gözden geçiren ve
değerlendiren DİSK, Sendikamız DİSK üyeliğinin, düştü denilen tarihten itibaren devam
ettiğini teslim etmiş, ne var ki Sosyal-İş böylece üç yılı aşkın bir süre Konfederasyon üyeliği
haklarını kullanmaktan yoksun kalmıştır.
Bu itibarla, ve bu gerçekler karşısında;
1) İddianamede yazıldığı üzere Sosyal-İş’in “başlangıçtan beri DİSK’e muhalif bir sendika
olduğu veya muhalif bir politika izlediği” kesinlikle söylenemez. Şayet DİSK’e, DİSK
ilkelerine ve en başta DİSK Tüzüğüne karşı aykırı bir tutum izlenmiş olduğu söz konusu
ediliyor ise, böyle bir suçlama her halde Sosyal-İş’e yöneltilemez.
2) Başta da değindiğim gibi sendikamız Sosyal-İş, İşçi sınıfının Ekonomik-Demokratik
mücadele örgütleri olan sendikaların gerek yapı işlev ve işleyişi ve gerekse hedefleri
yönünden çok net tutarlı bir politika izleyip savunmuştur. Özetlenecek olursa. Sınıfsal
çıkarların, bir başka deyişle ekonomik hak ve menfaatlerin birlikteliği temelinde kitlesel bir
yapıya sahip olan işçi sendikalarında üyelerin ve yöneticilerin politik düşünce özgürlükleri
esastır. Bu esas üstünde sendika içi demokrasi ve işçinin söz ve karar sahibi olması ilkesi
hayata geçirilerek işverenlere karşı üyelerin hak ve menfaatleri korunup geliştirilmek
hedeflenir. Böylesine bir mücadele yürütülür.
Öte yandan işçiler, toplumun diğer sınıf ve katmanları gibi politik mücadelelerini partilerinde
verirler. İşte sınıf ve kitle sendikacılığı anlayışının bir başka deyişle DİSK ilkelerinin esası ve
temeli de budur. Kaldı ki, Sosyal-iş’in bu doğru ve tutarlı sendikal anlayışını, iddianamede ne
için yer aldığını ve nasıl değerlendirildiğini çıkaramadığım alttaki şu karar tasarısı çok güzel
ifade etmektedir. İddianamenin 18. sayfasının son paragrafında (diğer yandan Sosyal-İş
Sendikasın 5. genel kuruluna, sosyal-İş genel yönetim kurulu tarafından verilen karar
tasarısında özetle) denilerek aynen (işçi sınıfı sendikaları örgüt yapısı bakımından kitleseldir.
Amaçları bakımından da işçi sınıfının ekonomik çıkarlarını burjuvaziye karşı savunmak,
sömürü oranını azaltmak için kararlı mücadele vermekle yükümlüdür. İşçi sınıfı partisi ise,
örgütsel yapısı bakımından kitlesel değildir. Örgüt yapıları işçi sınıfı ve müttefiki emekçi
kitlelerin tüm demokrat küçük burjuva katmanlarının en bilinçli ve en öncü kişilerinden
oluşur. Parti ve toplumun tüm çelişkilerini çözme mücadelesi vermekten başka başta işçi sınıfı
müttefiki emekçi kitlelerle tüm halkın kurtuluşu demek olan iktidara geliş mücadelesi verir.
Başka bir deyişle işçi sınıfı partisi işçi sınıfının dar sınıfsal çıkarlarını değil tüm topluma
yönelik bir mücadeleyi amaçlar. Sosyal-İş sendikası 5. olağan genel kurulu özel olarak
sendikaları, genel olarak tüm demokratik kitle örgütlerini örgütsel yapıları ve amaçları
bakımından parti gibi görüp teorik düzeyde ne söylenirse söylensin bu anlamda bir çalışma
içerisinde olan kişi, grup ve grupçulukları sapma olarak niteler.)
3) Sosyal-İş’in bu doğru sendikal mücadele ve anlayışı konusunda ve bu açıklık karşısında
iddia makamı bu kez, kendi iddiası ile dahi çelişen, sendika üyelerinin politik görüş ve
düşüncelerinin farklılığını tanımayan ve bu farklılığı ülkemizin, geçmiş siyasal yaşamında yer
almış değişik siyasi partilere üye olmakla gösterenlerin bu en doğal Anayasal haklarını
kullanmalarını kınayan bir sonuca yöneliyor, genellemeye gidiyor. Öte yandan, sendika içi
demokrasinin kuralları çerçevesinde, sendikanın genel başkanlığına adaylığını koyup
seçilemeyen ve aynı işkolunda bir sendika kurma girişiminde bulunan, sendikanın 1979
Temmuz’una kadar genel sekreterliğini yapmış bir yöneticisinin beyanlarını, bir parti ile
organik bağ içinde bulunmuş olmanın en büyük işareti olarak gösterebiliyor. Şu kadar
belirteyim ki, söz konusu edilen dönemde Sosyal-İş’in en sade üyesinden genel başkanına
kadar tüm bireylerinin bu konudaki kanunlara göre kurulmuş herhangi bir siyasi partiye üye
olmaya yada olmama hakları, daha genel anlamıyla siyasal düşünce ve kanaat özgürlüğü var
idi. Ve bu özgürlüğe Sosyal-İş titizlikle saygılı olmaktan öte bu durumu demokratik kitle
örgütü olmanın gerek ve şartı sayardı. Ancak, aynı saygıyı bu iddianamede bulamadığını
üzülerek belirtmek isterim. O kadar ki, iddia makamı, bir sendikal örgüt olarak DİSK’in parti
kuracağı yolunda basında çıkan söylentilere karşı Sosyal-İş sendikası genel başkanı ve
sendikanın, bunun yanlışlığını ortaya koyan tutumunu dahi suçlar görmekte yada buradan
kalkarak gerçek dışı yorumlara varmaktadır.
4) sendikamız DİSK’in bir üyesi olarak ilerici sendikal birliğin DİSK’te sağlanabileceği
görüşü ile DİSK’in Anayasal ve yasal faaliyetleri ve bunların kaynağındaki ilkeler ile
konfederal çalışmalara katılma yolunda çaba harcamış, bu bilinç ve sorumlulukla
davranmıştır.
Sosyal-İş Sendikasının tüzüğünde yapılan değişiklikler de iddianamede suçlamaya konu
edilmektedir.
Yukarıdan beri açıkladığım gibi Sosyal-İş Sendikasının kurulmasından itibaren sürekli
gösterdiği gelişme, bu değişen durum ve koşullar karşısında sendikanın bir çok kuruluş ve
düzenleme alanlarında olduğu gibi, tüzüğünde de zaman zaman değişiklikler ve yeni
düzenlemeler yapılmasını gerekli kılmıştır. Bu nedenle sendikamız genel kurullarında bu tür
değişiklikler yapılmıştır.
İddianamede tüzüğe yönelik yapılan suçlamalar, iddianamenin tümünde görülen zorlamalarla
aynı doğrultuda, sendikanın legal bir yapıdan illegalliğe geçişinin kanıtı olarak ortaya
konulmaktadır.
Sosyal-iş sendikasının tüzük değişiklikleri, genel kurul kararlarıyla ve yasal yükümlülüklere
uyularak yapılmış, gene yasa gereği olarak yetkili mercilere sunulmuştur. Yetkili mercilerin
denetimlerinde de suçlamaya konu edilen noktalarda bir aykırılık görülmemiştir. Örneğin;
tüzükte yapılan değişikliklerde zaman zaman idari merciler düzeltme isteğinde bulunmuşsa
da, tüzüğün amaç maddesinde asla böyle bir şey olmamış ve idari mercilere önerilen düzeltme
istekleri de yerine getirilmiştir.
SONUÇ: Açıkladığım durum ve nedenler karşısında iddianamede şahsım ve Sosyal-İş
Sendikası tüzel kişiliğine yönelik geçerliliği ve dayanağı olmayan tüm suçlamaları
reddediyorum.
Beraatıma ve Sosyal-İş’in kapatılmasına ilişkin talebin reddi yoluna karar verilmesini arz
ederim. 14.2.1983
Sanık
Hasan Bedri Doğanay
DİSK VE SOSYAL-İŞ DAVALARINDAKİ YAZILI SAVUNMA
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 2 nolu Askeri Mahkeme Baykanlığına
Özü: DİSK ve SOSYAL-İŞ davasına ilişkin savunmamdır.
Sayın Başkan, Sayın Yargıçlar,
12 Eylül 1980 günü Ankara’da evimden alınarak, pek çok milletvekili, tabii senatör,
politikacı, dernek ve sendika yöneticisi ile birlikte, Ordu Dil ve İstihbarat Okulu’nda göz
altına alındım. Bir ay süre ile tutulduğum burada, ifademe başvurma gibi bir işlem dahi
yapılmadan 11.10.1980 günü serbest bırakıldım.
Serbest bırakıldıktan bir süre sonra, Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanlığı’nın TRT lie,
“yurtdışında olduğum ve yurda dönerek teslim olmam” yolundaki duyurusunu hayret ve bir o
kadar da üzüntü ile işittim. Ankara’da idim. Sıkıyönetimce 1 ay gözaltında tutulmuş ve
alındığım evimin adresine rapten yeni bırakılmıştım. Bu kez 2 Mart 1981 günü Davutpaşa’ya
teslim oldum ve Metris 26. Alay’da gözaltına alındım. 30.4.1982 tarihinde de tutuklandım.
Hakkımda askeri savcılığın 25.6.1981 tarih ve Esas 1980/3971, Karar 1981/1291 sayılı DİSK1 iddianamesi ile; 2.7.1980 tarihinde seçildiğim DİSK Yönetim Kurulu Üyesi sıfatımdan
dolayı TCK 146/1 maddesi ile cezalandırılmamı isteyen dava açıldı.
Genel Başkanı bulunduğum SOSYAL-İŞ ile ilgili olarak da, 10.12.1982 gün ve 1980/3971
Esas, 1982/2151 sayılı iddianame ile yine mahkemenizde dava açıldı. 1969/72 tarihleri
arasında genel sekreteri, 1972’den bu yana da genel başkanlığını yürüttüğüm sendikamız ile
ilgili açılan bu davada ben sanık değildim. İddianamede “aynı fiillerden dolayı ikinci bir
soruşturma ve kovuşturmanın imkansız bulunacağı” belirtilerek, DİSK davasında sanık
olduğumdan bu davaya dahil edilemeyeceğim belirtiliyordu.
DİSK’teki sorgum tamamlandıktan ve dava belli bir aşamaya geldikten sonra askeri savcılık
ilginçtir “aynı fiil” saptamasından vazgeçerek 8.2.1983 tarih ve 1980/3971 Esas 1983/112
karar sayılı iddianame ile Sosyal-İş davasında da TCK 141/1 maddesi ile cezalandırılmam
istemi ile dava açtı.
Yeni kanıtlar mı ortaya çıkmıştı? Sosyal- İş iddianamesinde DİSK-I iddianamesi ile ileriye
sürülmemiş bir düşünce veya eylem mi bulunmuştu? Hayır. Hiçbirisi. Amaç sadece suçlamak
ve DİSK’te yeni göreve seçildiğimin ortaya çıkması üzerine önlem almaktı. Esas hakkındaki
mütalaada, tekrar başa dönülerek “DİSK ve SOSYAL-İŞ’in illegal faaliyetlerini tanzim, sevk
ve idarecisi olduğu ve tüm eylemlerinin TEK BİR SUÇ teşkil ettiğinden” denilerek hakkımda
TCK 141/1-6 maddesinin uygulanması istenmektedir.
Buraya kadar olan aşamalar dahil hukukun temel ilkelerinin yok sayılması açısından
düşündürücüdür.
Sayın Mahkeme Heyeti,
Bu dava bir “hukuk” olayı da değildir, hukuki bir davada değildir. Bu dava kim ne derse desin
politik bir davadır. Bu davanın açıldığından bu yana ülkemizdeki tüm politik mihrakların
olumlu yada olumsuz tavır ve beyanları başkaca hiçbir kanıta gerek duyulmaksızın bunu
ortaya koyar niteliktedir.
Bu dava bir suçu ve suçlularını ortaya çıkarmak ve suçlularına ceza verilmesini sağlamak
amacıyla huzurunuza getirilmemiştir.
Bir dava olduğuna göre, elbetteki görüntüde böyle bir sistem vardır. Ancak bu dava ile asıl
amaçlanan ; zorlamalarda olsa geçmişi, 1961 Anayasasını, onun getirdiği temel hak ve
özgürlükleri, temel hak ve özgürlükler ön koşuluna bağlı olan sendikal hak ve özgürlükleri
suçlayarak, bugünü hazırlamak ve yarına ipotek koymayı sağlamaktır. Bu nitelikleri ile tercihi
belli yani sermaye sınıfının dünya görüşüne dayalı, siyasi amaçlı, iddianame ve EHM’nın çok
sevdiği bir ifade ile “ideolojik” bir davadır.
Burada şunu belirtmeliyim ki; iddianame ve EHM’yı hazırlayan sayın savcıların
düşüncelerini, bize yapıldığı gibi suçlama konusu yapmıyorum. Katılmadığım ve ömrüm
oldukça da katılmamakla övüneceğim bu düşüncelerin, Anayasal ve yasal hatta daha da
önemlisi hukuki düzenlemelerin kendisiymiş gibi gösterilmesini ne yasal nede hukuki
bulmadığımı belirtmek istiyorum.
Ayrıca unutulmamalıdır ki, yasayla konan kimi kısıtlamalar belki yasal ama herhalde
hukukun üstünlüğüne uygun değildir. Kaldı ki yasa ile konan her zaman yasal da değildir.
Bu belirttiğim noktalar, iddianame ve EHM’ da hiçbir açıklamaya gerek olmayacak kadar
açık belirtilmiştir.
Ben, özellikle sendikal hak ve özgürlükler konusunda, tekrar olmaması için; bu alanda
savunmasında karşılaştırmalı ve belgeli olarak geniş açıklamalarda bulunan DİSK genel
başkanı sayın Abdullah Baştürk’ün beyanlarına katıldığımı, tekrar ve teyit ettiğimi belirtmek
istiyorum.
Bunun için iddianame ve EHM’ da kişisel olarak bana yöneltilmiş görünen, aslında DİSK ve
genel başkanı bulunduğum Sosyal-İş’de soyutlanan kolektif bu suçlamalardan hareketle yanıt
vererek; davanın niteliğini ortaya koymaya çalışacağım;
öncelikle belirtmeliyim ki; iddianame ile EHM’ da cezalandırılmamız istenen TCK
maddesinin değişikliği dışında hiçbir farklılık bulunmamaktadır.
Gerek sorgu gerek yazılı belgelerin değerlendirilmesi ve diğer aşamalarda ortaya çıkan açık
doğrular dahil, EHM’ da sanki bunlar yokmuşçasına, iddianamedeki yanlışları ile aynen
tekrarlanmıştır.
Sosyal-İş Sendikası 1974 yılı Nisan ayında yaptığı genel kurulu ile DİSK’e katılma kararı
almıştır. Bu karar genel kurulu oluşturan delegelerin oy birliği ile alınmıştır.
Kurulduğu 1966 yılından 1974 yılına kadar hiçbir konfederasyona üye olmama anlamında
etkinliğini bağımsız olarak sürdüren Sosyal-iş Sendikası; işçi sınıfının ekonomik demokratik
mücadelesini en tutarlı ve en doğru olarak yürüten DİSK’e üye olmayı üyelerine hizmet
edebilmenin sorumluluğu olarak görmüştür.
EHM’ da DİSK adına yürüttüğü ve hiçbir örnek verilmeksizin suçlanan çalışmalara gelince;
bu görevim kapsamında; 1-Kıbrıs barış harekatı nedeniyle DİSK’in ilk elden topladığı parayı
muhtevi çeki zamanın başbakanı Bülent Ecevit’e DİSK adına verdim. 2-16-19 Aralık 1974
tarihinde Ankara’da toplanan Ulaştırma Bakanlığı Danışma Yüksek Kuruluna DİSK adına
katıldım. Bu çalışmaya ilişkin, Bakanlık koordinasyon idaresince birici Ekim 1974 tarihinde
yayın no 117-041, değeri Eylül 1975 tarihinde yayın no 179-066, olmak üzere yayınlanan iki
kitap mevcuttur. 3- TBMM Sosyal-İşler komisyonunun çağrısı üzerine, komisyonda 4792
sayılı Sosyal Sigortalar Kurumu kuruluş yasası değişiklik tasarısı ile 506 sayılı Sosyal
Sigortalar Yasası değişiklik tasarısı hakkında DİSK’in görüşlerini bildirdim. 4- bakanlığa
atanan sayın Prof.Dr. Sadi Irmak’ın DİSK adına, DİSK genel başkan vekili olarak Sosyal-iş
genel merkezinde yaptıkları ziyarete ki bu ziyaret Irmak hükümetinin güven oylamasından
önce yapılmıştı – kendilerine DİSK’in parlamentoda siyasal partilere dayanmayan oluşumları
demokratik parlamenter sistemin özü ile bağdaştırmadığına ilişkin görüşlerini ilettim.
İlk ve tek yurtdışı gezim olan 1978 yılı Kasım ayında 34 kişilik bir heyetle yaptığımız
Sovyetler Birliği gezisi sırasında heyetin başkanlığını yaptım Sosyal-iş davasında ki sorgum
sırasında bu gezi ile ilgili ayrıntılı ve belgeli açıklamalarda bulunduğumdan burada tekrar
olmaması için bu açıklama ile yetiniyorum.
Sosyal-İş Genel Başkanı olarak da kanıtlar klasörlerinde yer alan 4-5-6 Sosyal-İş genel
kurullarına sunulan faaliyet raporlarında açıklanan etkinliklerimle de sendikamı temsil ettim.
İşte bu çalışmalarımla EHM’ da “DİSK’i ve sendikalarını temsilen amaç doğrultusunda
yurtiçi ve yurtdışı kuruluşlarda temsil ettiği” ifadesi ile suçlanmaktadır. Bu çalışmalar “amaç”
doğrultusunda, yani TCK’nun 141. maddesini ihlal doğrultusunda çalışmalar sayılarak;
iddianame asıl amacını ortaya koymaktadır.
1975 yılı Ağustos ayında DİSK üyeliğinden 6 ay süre ile geçici olarak ihraç edildim. Divan
başkanlığını yaptığım bir sendika genel kurulunda, DİSK Yürütme Kurulu üyelerinden
birisine konuşma olanağı vermediğim gerekçesi ile.
1976 yılı Mart ayında Sosyal-İş, DİSK yürütme kurulunun aynı işkolundaki sendikaların
birleştirilmesine ilişkin kararına uymadığı gerekçesi ile üyelikten düşürüldü bu işlem
Bakırköy Asli Hukuk Mahkemesince tedbiren durduruldu. Buna ilişkin geniş açıklama
Sosyal-İş’in 500 nolu deliler klasörünün 65. dizisinde yer alan yayınında mevcuttur.
Yeniden üyeliğe kabulümüz ise 1978 yılı Ağustos ayı sonunda olmuştur. Özetle Ağustos
1975-24 Ağustos 1978 tarihleri arasında DİSK ile üyelik ilişkimiz kesilmiştir. Bizim böyle
kabul etmemize rağmen fiili durum böyle olmuştur.
DİSK Yürütme Kurulunca 24 Ağustos 1978 tarihinde üyeliğimiz, üyelikten düşürüldüğümüz
tarihten geçerli olarak iade edilmiştir. Hakkımız hukuken geriye giderek verilmiş, ancak
geçen zamanın iadesi elbetteki mümkün olamamıştır. Ama EHM geçen zamanın da geriye
döndürmüştür. Sendikamız üye sayılmadığı için çağrılmadığımız 22-28 Aralık 1977 tarihinde
yapılan 6. genel kurula askeri savcılık beni delege yapmıştır. 1-4 Ağustos 1978’de Ören’de
yapılan sendika yürütme kurulu toplantısına Sosyal-İş yürütme kurulu üyelerinin de
katıldığını belirtmiştir. Bu genel kurul ve toplantılara katıldığımız deliller klasöründeki
belgelerle sabit olmasına rağmen
Bu hususları bu toplantılara katılmanın suç olacağı gibi hukuk dışı bir iddianın varlığından
dolayı delil, niteliği belli suçlamaların dahi ne denli ciddi olduğunu belirtmek için örnek olsun
diye açıklıyorum.
Yine bir hususu daha belirtmek istiyorum. İddianame ve EHM’ye göre 1 Mayıs bayramı ve
kavramı kelimenin tam anlamı ile bir “umacı” dır. İşçi sınıfının ulusal ve uluslararası birlik ve
dayanışma ve mücadele günü olarak, tarihi ABD başlayan bugüne ilişkin açıklamaları tekrar
olmasın diye gerekli bulmuyorum. Buna ilişkin iddianın bir başka yönüne değineceğim
iddiaya göre DİSK’in 1 Mayıs kutlamaları, mitingleri, DİSK ve bağlı sendikalarının bilinçli
ihtilal provalarıdır. Ortak eylemleridir. Sosyal-İş; 1976-1977-1978 mitinglerine DİSK
tarafından, üyesi sendika gibi çağrılmamıştır. Çünkü o tarihlerde üye sayılmamaktadır.
Sosyal-İş bu mitinglere doğrudan kendisi katılmıştır. DİSK üyesi olmayan onca kitle örgütü
ve sendika da katılmıştır. Bir sendika için 1 Mayıs’ı kutlamak en doğal hak ve görevdir çünkü
Sosyal-İş’in 1 Mayıs’a ilişkin görüşleri Sosyal-İş yayını olan”1 Mayıs” broşüründe bellidir.
Bu da deliller klasöründe mevcuttur. 1 Mayıs kutlamalarının en temel sendikal hak olduğu
İLO’nun temel kurallarındandır. Ve iddianamenin beğendiği ICTU (Uluslar arası hür işçi
sendikaları konfederasyonu) nun da ısrarla savunduğu bir görevdir. Öte yandan Sosyal-İş
iddianamesinde “1 Mayıs İşçi Bayramı” ibaresinin toplu iş sözleşmelerinde yer alması da
TCK 141. in ihlali olarak suçlanmaktadır. Bilineceği gibi toplu-iş sözleşmeleri özel hukuk
kapsamına giren, iki tarafı olan bir akittir. Ve tarafların özgür iradeleri ile imzalanır. Bu husus
diğer akit taraf işveren için hiçbir suçun kanıtı sayılmadığına göre, bizim içinde sayılmaması
adaletin ve yasalar önünde eşitliğin gereği olmalıdır.
Burada 1 Mayıs 1977’yi kana bulayan canilerin bulunup adalet önüne çıkarılması için bütün
yetkili, ve görevli organları, görevlerinin gereğini yapmaya bir kez daha çağırıyorum.
DİSK 7. genel kurulunda hiçbir karar alınmamıştır. Alınmamış bir karar için görüş
belirtmenin olanaksızlığı ortadadır.
31 Ocak-1 Şubat 1980 tarihlerinde yapılan Ören toplantısına ilişkin ise sorgu beyanımı tekrar
ediyorum.
DİSK 5. genel kurulunda tüm karara nasıl oy kullandığımı bugün bilebilmem olanağı yok.
Ancak iddianamede özellikle suçlanan 5-6-33 nolu kararlara olumlu oy verdiğimi ifade
edebilirim. Zira bu konularda bugüne değin kişi olarak aynı görüşleri taşıyor ve savunuyorum.
Sosyal-İş’de aynı konularda defalarca aynı doğrultuda görüş belirlemiş olup, o konuda da
aynen suçlanmaktadır.
İddianame ve EHM ; genel grev, dayanışma grevi, uyarı grevi, süreli grev gibi grev türlerinin
“esasen yasalarca saklanmış” olduğunu belirtmektedir. Bu doğrudur ve bilinmeyen bir şey
değildir. 275 sayılı toplu iş sözleşmesi ve grev yasasına göre, birisi toplu iş sözleşmesi
bağıtlanması aşamasında çıkan uyuşmazlıklara bağlı olarak uygulanacak grev ile, yani
menfaat grevi ile, diğeri bağıtlanmış toplu iş sözleşmelerinin uygulanmamasından doğan
uyuşmazlıklar da uygulanacak grevi yani hak grevini yasal grev olarak tanımlamıştır.
Bunların dışında yapılan grevleri kanunsuz grev saymış ve 275 sayılı yasa içinde mütalaa
ederek yaptırımlara bağlamıştır. Yasalarımıza göre kanunsuz bir grevin TCK’nun 141.
maddesi içerisinde düşünülmesi olanağı yoktur. Uygulamada böyledir. Nitekim bu davada
suçlanan, DİSK’in 20 Mart “Faşizme ihtar” eyleminden dolayı mahkemelerce kimi
yöneticileri için 275 sayılı yasa hükümlerine göre hüküm tesis edilmiştir.
Bu açık yasal durum karşısında iddianame ve EHM’yı suçlamaktadır. Yani açıktır. Hak
istemek kısıtlanmaktadır, suçlanmaktadır. Genel Grev, dayanışma grevi gibi grevlerin yani
Grev hakkının toplu iş sözleşmesi olayından bağımsız kullanılması istemek lokavtın
yasaklanmasını istemek suç sayılmaktadır. Bir yasağın kaldırılmasını istemek, bir yasal
düzenlemenin değiştirilmesini istemek, bir başka ifade ile sermaye sınıfının hareket alanının
daraltacak bir istemde bulunmak, statükoyu benimsememek, işte suçlama budur.
Ne yazık ki iddiadaki bu istemler bugünün yasal düzenlemesini oluşturmuştur. Bugün genel
grev, dayanışma grevi anayasa ile yasaklar içine alınmış, LOKAVT bir anayasa kurul
olmuştur.
Bu istemlerin temel sendikal hakların vazgeçilmez öğelerinden oluşu karşısında; suçlamaların
kendi mantığından dahi ister istemez bir tutarlık bulunmaktadır.
Örneğin iddiaya göre grev istemek, Marksis-Leninist’liktir. İhtilalciliktir. Ülke ekonomisini
hercümerç etmektir. Bir başka ifade ile; ülke ekonomisini hercümerç etmek istemeyenler,
ihtilalci olmayanlar genel grev yapmak bir yana istemezler bile. Toplu iş sözleşmesi yapma
dışında bir işle uğraşmazlar. Somut durumların gerektirdiği davranışlarda bulunmazlar.
Oysa iddianamenin 20. sayfasında özgür sendikaların yani iddianın beğendiği ve yasal saydığı
sendikaların “… genel grev ancak ve pek nadiren hürriyetçi parlamenter sistemi iç ve dış
düşmanlara karşı savunmak veya HÜRCÜMERC olmuş ekonomilerde rejimin içinde kalarak
işçinin ekonomik menfaatlerini kollamak maksadı ile kullandırmaktadır…” anlayışı içersinde
GENEL GREV yaptığı ifade edilmektedir. Buna göre 1) Rejimi iç ve dış düşmanlara karşı
savunmak, 2) Ekonomiyi hercümerç etmek için değil ki ifadeden de anlaşılacağı üzere bu
olanaksızdır aksine ekonomi hercümerç olunca genel greve gitmek görevleri ile yükümlü
kılmaktadır sendikaları.
DİSK’in 5. Genel Kurulunda alınan 5 ve 6 nolu kararların suçlanmasını, bu çelişkiler
karşısında bugünü hazırlamanın zeminini oluşturmaya katkıdan başka nasıl izah edebiliriz.
Bugün bu özlemler yasal düzenlemelerin kendisi olmuş ve ülkemizde GREV bir hak
olmaktan adeta çıkarılmıştır.
Nitekim DİSK ve bağlı sendikalarına ilişkin bu iddianamelerle davaların açıldığı günden
günümüze değin, tüm dünya sendikal kuruluşlarının ve özellikle de iddiaca da beğenilen ve
yasal sendikal anlayışın temsilcisi olarak nitelenen ICTU’nun bizlerle olan maddi ve manevi
dayanışması, sanıyorum iddianame hazırlayıcılarını oldukça şaşırtmış ve üzmüş olmalıdır.
“… bunun yanında toplumun içinde bulunduğu şartlara, ülkenin yapısına, işçi hareketinin
ihtiyaçlarına göre şekillendirilebilecek veya başvurulabilecek araç olarak siyasal partileri
baskı grubu olarak etkilemek, bunlarla işbirliğine yada güç birliğine girmek ve diğer araçlar
arasında sayılabilir…”
Sayın Mahkeme Heyeti,
Bu görüşler iddianamenin 20. sayfasında ICTU’nun (Uluslar arası Hür İşçi Sendikaları
Konfederasyonu) görüşleri ve sendikal anlayışının bir ürünü olarak belirtilmektedir.
Bu anlayış gerçekten doğrudur. Dünya görüşleri ne olursa olsun tüm sendikalar için geçerli
olan evrensel bir anlayıştır. ILO kararları ile de uluslar arası hukuksal bir içerik kazanmıştır.
DİSK’in 5. Genel Kurulunda alınan 33 nolu kararın yukarıda belirtilen bu ilkelerin dışında
hiçbir yönü yoktur. Sosyal-İş yönetim organları da zaman zaman, ülkemiz somutuna göre
demokratik kitle örgütleri, sendikalar ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile,
faşizme karşı demokrasi için temel hak ve özgürlüklerin gelişip korunması için en temel ve en
genel alanlardaki ülkemiz çıkarları için iş ve güç birliğinin önemine ve bunun gerekliliğine
ilişkin kararlar almışlardır.
Kaldı ki 274 sayılı yasada bu alanlarda ve özellikle siyasal partiler ile ilişkilerde, daha özlü bir
anlatım ile siyaset yasağı konusunda var olan yasal düzenlemelerde son derece açıktır.
Kendi içindeki çelişkiler bir yana iddianamenin suçlaması yasal değildir. Yine bir özlemin
çerçevesini çizmedir. Bu özlem ki sermaye çevrelerince yıllardır yazılmış söylenmiştir.
Bugün sendikaların, siyasi partilerle işbirliği yada güç birliğine girebilmeleri, bir siyasi partiyi
o partiye oy vermeye çağırarak desteklemeleri, derneklerle meslek kuruluşları ile iş ve
güçbirliğine girmeleri yasaklanmıştır.
İşte iddia bugünkü yasal çerçeveyi 1961 Anayasası ve 274-275 sayılı yasal çerçevenin kendisi
imiş gibi sayarak suçlamalara yönelmektedir.
Şunu bir kez daha vurgulamak gerekmektedir. İddianame ve EHM’ nın dayanır göründüğü
Anayasal ve yasal çerçeve 12 Eylül 1980 öncesinin, yani 1961 Anayasası ile çalışma hayatına
ilişkin yasaların ortaya koyduğu yasal çerçeve kesinlikle değildir.
Bu alanda şimdiye kadar belirtmeye çalıştığım bu örneklerin dışında temel olarak gördüğüm
bazı noktalar ile, bu noktalar karşısındaki bazı suçlamalara somut olarak değinmek
gerekmektedir.
İddianame ve EHM’ ya göre 1961 Anayasası tek ve zorunlu bir düzen öngörmektedir. Bu da
kapitalizmdir. İddianın belirlediği bu kapitalizm de “çağdaş” dahi değildir. 18., 19, yüzyıl
kapitalist anlayışı ifade edilmektedir.
“Meri Anayasal düzen kapitalist düzendir”
“Devlet liberal kapitalist karma ekonomi düzenini benimsemiştir.”
“Anayasal Devlet düzeni kapitalist ekonomiye dayalıdır.”
“Sermaye ve mülkiyet esasına dayalı kapitalist sistemdir.”
“Kapitalist karma ekonomi sistemi benimsenmiştir.”
Bu ifadeler iddianamenin 99, 206, 298, 314, 815. sayfalarında yer almaktadır.
Bu tanımlamaların 1961 Anayasanın ortaya koyduğu düzen olmadığı, yasa gerekçeleri,
TBMM müzakere zabıtları ve yüksek yargı kararları ile ortadadır.
1961 anayasası elbette kapitalizmi yasaklanan bir sistem öngörmez. Ancak sosyalizmde
yasaklanmamıştır. Böyle olunca iddianın bir siyasal tercihi yansıttığı, sermaye sınıfının
ideolojisini esas aldığı ortaya çıkmaktadır.
Ve bu anlayışla sosyal bir sınıf olarak işçi sınıfının politik mücadele hakkı yoktur.
Sendikalara en genel anlamda siyaseti yasak sayan anlayış hızını alamamış işçi sınıfına
siyaseti yasak görmüştür. İddianamenin 41. sayfasında aynen “ …işçi sınıfının yasal olarak
tanınan ekonomik mücadelesi dışında bir mücadeleye yönelmeleri icap etmektedir...”
denilmektedir.
DİSK davasında sorgumda bu hususu belirtmiş ve bir sosyal sınıf olarak işçi sınıfına siyasal
mücadeleyi yasaklayan rejimlerin faşist rejimler olabileceğini, 1961 anayasasının öngördüğü
rejimde işçi sınıfının da diğer sosyal sınıflar gibi hem ekonomik hem de politik mücadele
hakkına yasak olarak sahip bulunduğunu belirtmiştim.
EHM’ nin 9. sayfasında yer alan “ işçi sınıfının yasal olarak tanınan ekonomik mücadelesi
dışında …” ifadesinin ısrarla tekrarı, bunu bir zühul olmadığını ortaya koymaktadır.
DİSK ve Sosyal-İş’in tüzüğü, görüşleri, karaları, istemleri; 1961 anayasası, çalışma hayatına
ilişkin yasalar ve evrensel sendikal hak ve özgürlüklerin kullanılması ilkeleri açısından değil,
yukarıda belirtmeye çalıştığım anti-demokratik, çağ dışı ideolojik yaklaşımla suçlanmaya
çalışılmaktadır.
Bu bakımdan, sendikal hak ve özgürlükler konusu ile ulusal yasal düzenlemelerimiz açısından
sendika-siyaset ilişkilerine kısaca değinmek zorunluluğu vardır.
Sendika özgürlüğü klasik insan hak ve özgürlüklerinden daha değişik ve geniş kapsamlı bir
içeriğe sahiptir. Tarihi gelişim içinde sendikalar başlangıcında varlık nedenleri olan üyelerinin
dar anlamda mesleki çıkarlarını korumak amacını aşmıştır. Buda sendikaların giderek artan
ölçüde önem kazanmalarına neden olmuştur. Başlangıçta özel hukuk tüzel kişiliği kapsamına
giren sendikalar, kamu oyu üzerindeki etkinlikleri, hükümetlerin politikasını yönlendirebilen
nitelikleriyle, adeta yarı kamu kurumu niteliği kazanmışlardır. Devlet bir çok konuda sahip
olduğu kudret ve yetkiyi kullanırken sendikalarında görüşlerini almak zorunluluğunu
duymaktadır. Yani bugün çağdaş demokrasilerde sendikaların konumu budur.
Bugün tek başına sendika özgürlüğünden söz etmek olanağı yoktur. Bir başka deyişle sendika
özgürlüğü bir takım klasik hak ve özgürlükleri var olması ön koşuluna bağlıdır. Toplantı
hürriyeti, düşünce ve ifade özgürlüğü ve onun ayrılmaz öğesi olan örgütlenme özgürlüğü,
sosyal güvenlik gibi hak ve özgürlükler sendika özgürlüğünün ön koşuludur.
Nitekim 1970 yılında yapılan Uluslar arası Çalışma Konferansında sendikal haklar ve kamu
özgürlükleri ilişkisinde bu hususlar karar altına alınmıştır. Bu yapılanma sendika
özgürlüğünün; bireysel özgürlük yanını ortaya koyduğu gibi kolektif bir hak olarak
özgürlüğün ele alınmasını, uygulama itibariyle toplumsal kavramlı sosyal hak ve özgürlük
oluşunu ortaya koymaktadır. İşte 1961 anayasası bu çağdaş anlayışı taşıyan bir düzenlemenin
ana kurallarını benimsemiştir. Özgür, güçlü, çoğulcu ve katılımcı bir sendikal anlayışı esas
almıştır. Anayasa kurallarına uygun olarak da 274 sayılı sendikalar yasası ile sendikal
özgürlüğün kolektif, toplumsal bir kamu hak ve özgürlüğü olarak vurgulandığı görülmektedir.
Bu genel açıklamaların ışığında ulusal yasal düzenlemelerimiz açısından özellikle
sendikaların konusuna girmeyen etkinlikleri, suçlamaların karşıtlığı somutunda belirtmeye
çalışmaya uğraşacağım. İddianame ve EHM sendikaları “demek” gibi değerlendirmeye
çalışmaktır. “ derneğe” bakış açısı dahi ne çağdaştır nede yasaldır. Konunun bu yanına fazla
girmeden sendikaların dernek olmadığını belirtmek istiyorum. 274 sayılı yasanın deyimi ile
sendikalar, işçilerin ve işverenlerin “müşterek iktisadı sosyal ve kültürel yararlarını korumak
ve geliştirmek için kurulan mesleki” teşekküllerdir. Yani özel amaçlı kuruluşlardır. Örneğin
salt sportif ve kültürel amaçlı sendika kurulamaz. Ancak sendikalar bu alanlarda da etkinlik
gösterebilirler. Sendikalar amaçları doğrultusunda etkinlik gösterirlerken yasanın 14.
maddesinde belirtildiği üzere:
1- Tüzel kişi olarak genel hükümlere göre sahip oldukları yetkileri kullanacaklardır. Açıktır ki
sendikalar anayasa ile gerçek kişilere tanınan tüm hak ve özgürlüklere sahip olacaklardır. Bu
husus yüksek yargı kararları ile saptanmıştır. Yani sendikalar, toplantı özgürlüğü düşünce ve
ifade özgürlüğü ile onun ayrılmaz öğesi örgütlenme özgürlüğü, yayın özgürlüğü gibi hak ve
özgürlüklere tüzel kişi olarak sahiptirler.
2- Bu genel yetkinin dışında yine yasanın 14. maddesinin değişik fıkralarında belirtildiği
üzere özel yetki ve görevleri vardır sendikaların. Örneğin ( i ) bendinde “üyelerin genel
kültürlerini genişletecek kurs ve konferanslar” tertiplemek; ı bendinde “üyelerin refah ve
mesleki menfaatlerini her hangi bir şekilde ilgilendirebilecek her konu hakkında inceleme ve
araştırmalar yapmak ve gaye ve fikirlerinin gerçekleştirilmesi için her türlü kanuni yollardan
faaliyet sarf etmek” gibi noktalar son derece önem kazanmaktadır.
İddianame ve EHM’ da bu hususlar yok sayılmakta, yasanın 1. maddesindeki tanım dar
anlamda tutularak, sendikalar dernek imiş gibi işlevsiz görülmektedir. Hemen belirtelim ki
2821 sayılı yeni sendikalar yasasında yukarıda belirtilen ve 274 sayılı yasanın 14. maddesini i
ve 1 bentlerinde yer verilmediği görülmektedir. Yani yeni düzenlemede sendikaların
üyelerinin genel kültürlerini genişletme, refah ve mesleki menfaatlerini her hangi bir şekilde
ilgilendirebilecek her konu hakkında inceleme ve araştırmalar yapma, gaye ve fikirlerini
gerçekleştirme gibi bir GÖREVLERİ artık yoktur.
İddianamede bugün yok olan durum, yasal çerçeve varsayılarak ve bu yaklaşım ideolojik
olarak savunularak sendikaların yayınları, eğitim çalışmaları, araştırmaları ve bunların
sonuçlarını kamu oyuna yansıtarak, üyelerinin genel kültürlerini geliştirmeleri ekonomik,
demokratik hak ve çıkarlarını korumak için bilinçlendirilmeleri kamu oyu oluşturmaya ve
destek sağlamaya uğraşmaları, siyasal karar mekanizmalarını etkilemeye çalışmaları, ülkenin,
ulusun ve emekçi halkın çıkarlarına ilişkin; bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm
konularındaki açık ve bilinen genel görüşleri suçlanmakta, susturulması istenmektedir.
Şimdi bu açık yapı karşısında Sosyal-İş’e ilişkin olarak çalışma raporlarımız ve eğitim
çalışmalarımıza ilişkin iddialara bakmak gerekmektedir.
Sendika genel kurullarına; yönetim kurullarınca geçirilen çalışma dönemine ilişkin olarak
faaliyet raporu sunulması yasal bir zorunluluktur. Bu zorunluluk denetleme ve onur kurulları
için de söz konusudur. Demek ki bu raporlar genel kurullara her şeyden önce yasanın bir
gereği olduğu için sunulmuştur. 274 sayılı yasanın 29. maddesi gereğince Çalışma
Bakanlığına da gönderilen bu raporlar denetimden geçmiş ve haklarında hiçbir suçlama
olmamıştır. Bu davada dahi Sosyal-İş’in çalışma raporlarına ilişkin açıkça bir suçlama yoktur.
Ancak kimi ifadeler ile kuşku yaratılmaya çalışılmıştır.
İncelendiğinde görüleceği gibi, yönetim kurullarınca sunulan çalışma raporları iki kısımdan
oluşmaktadır. Birinci kısımda dünya ve yurt sorunlarına ilişkin ve çeşitli sosyo ekonomik
olayları ilişkin tespit, yorum ve öneriler yer almaktadır. Bunların çoğu, başta TMBB
komisyonları olmak üzere çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarında dile getirilmişlerdir. Basımyayın organlarında yer almışlardır. TRT’den yansıtılmışlardır.
Yukarıda da ayrıntılı olarak değindiğim gibi, demokrasilerde sendikalar, siyasal partilerden
sonra ilgi alanları en geniş olan örgütlerdir. Bu nitelikleri ile diğer derneklerden ve meslek
kuruluşlarından ayırt edilirler. Demokratik baskı grubu olarak görev yaparlar.
Ayrıca şunu ifade etmekte özellikle yarar vardır. Raporlarımızda görüş belirttiğimiz hiçbir
alan konu yoktur ki; işveren sendikaları, odaları, dernekleri ve de hukuki statüsünü
belirtmekte güçlük çektiği büyük teşebbüs konseyi o konu ve alanlarda görüş belirtmemiş
olsun. Bugünde, hem de, tek olarak bu işlevlerini sürdürmektedirler.
Bu görüşlerimizi doğru bulup beğenenler olduğu gibi, eleştirenlerde olmuştur. Bugünde
olabilir. Ama suçlanamazlar. Bunların suçlanması, anayasanın suçlanması, yasaların ve ILO
kararlarının hiçe sayılması demektir. Kısacası demokrasi yatsımak demektir.
4,5,6 Sosyal-İş genel kurullarına sunulan çalışma raporlarındaki temel bakış açısına da
belirlemesi bakımından genel yönetim kurulunun raporda da yer alan sunuş yazısını aynen
tekrarlıyorum:
“Geride bıraktığım kararlık günleri aydınlığa dönüştüğü günlerdeyiz. Yepyeni umutlarla,
güzel yurdumuzda, halkımızın insanca yaşayacağı bir düzeni özlemine doğru kucak açmanın
ve bunun gerçekleşmesini demokratik mücadelesine doğru koşuyoruz bu açıdan baktığımız
zaman, işçi sınıfının demokratik devrimci mücadelesi için her şeyden önce savunulması
gerekenin özgürlükler olduğu ortadadır. Özgürlüklerin yok edildiği, fikirlerin ve düşüncelerin
söylenemediği, özellikle ekonomik gücü elinde bulunduran egemen çevrelerin çıkarına aykırı,
emeği savunan görüşlerin serbestçe söylenip tartışma olanağının bulunmadığı ortamlarda
demokratik mücadelenin olmayacağını biliyoruz.
Bu bilinçlerdir ki söz ve fikir hürriyetine sınır koymayı kabul etmiyoruz. Ve yine aynı
inançla, kim olunsa olsun fikirlerin başkasına, başkalarına zor kullanılarak kabul ettirilmeye
çalışılmasını da uygun bulmuyor, bu anlayışta onlarla mücadele etmeyi, işçi sınıfı yararı ve
demokratik ilkelere gerçekten bağlılığın bir gereği sayıyoruz. Çalışma raporumuzdaki her
görümüzün temel noktası işte bu prensiplerdir. Raporda demokratik özgürlüklere bağlı
olmanın anlayışı ile dünyadaki ve ülkemizdeki genel ekonomik, siyasal , sosyal ve kültürel
görüşlerimiz ile önerilerimizi belirledik.”
Raporlarımızın ikinci kısmında sendikamızın “bil fiil” yaptığı çalışmalar yer almaktadır.
Bunlar bilinen çalışmalarımızın toplu ve yazılı olarak üyelerimizin, kamu oyunun yargı ve
idari makamların önüne bir kez daha serilmesidir. En temel belgelerimizdir. Tüzel kişilik
olarak sendikamızın, kişiler olarak bizim bu raporlarda belirtilenlerin dışında hiçbir
çalışmamız olmamıştır. Bu çalışmalarınız suçlanan tüzük maddelerimizin özellikle amaç
maddelerinin somutlanışıdır. Bu çalışmalar Ağustos 1972 ile Haziran 1980 devresini
kapsamaktadır.
Gerek iddianame ve gerekse EHM’ da bu çalışmalarımızın hiç birisine somut bir suçlama
yöneltilmemiştir. 274 ve 275 kapsamında dahi suçlama yöneltilemeyen bu çalışmaların sahibi
yöneticilerin TCK’nun 141.b maddesini ihlal ve suçlana bilmelerinde tüzel kişiliğin
kapatılmasının istenebilmesinde hukuksal bir tutarlılık bulunabilir mi? Elbette bunun yanıtı
hayırdır.
İddianame ve EHM’ da yalnızca soyut olarak, zımnen, kıyas ve telkin yolu ile eğitim
çalışmalarımız suçlanmaya çalışılmakta ve sendikamıza ait olmayan, sendikamızda
bulunmayan, Sosyal-İş kanıtlar dosyasına nasıl ve nerden temin edilerek sokulduğu
meçhulümüz olan kimi belgelerle tutanak “Marksist-lelinist” eğitim yaptığımız iddia
edilmektedir. Bu iddiada bulunurken dahi Sosyal-İş’in eğitim çalışmalarında ısrarla
“sendikaların ekonomik örgüt olduğu, siyasi parti işlevi görülemeyeceği gerçeğini vurguladı”
belirtmek zorunda kalınmaktadır.
Sendikamızın, sendikal eğitim anlayışı raporlarında açıkça yazılıdır. Bunları tekrar etmeden,
bu çalışmaların somutlanışını raporlardan aynen dökmek gerekli açıklığı ve doğruluğu
getirecektir.
1- 4. dönem çalışma raporunun 210. sayfasında ifadesini bulan Ağustos 1972 – Mayıs 1974
tarihleri arasındaki eğitim çalışmalarımız.
- 7 şube yöneticisinin katıldığı 3 gün süreli, Ankara’da DİSK’in düzenlediği “işçi konutları ve
konut kooperatifçiliği” semineri
- 1 0şube başkan ve sekreterinin katıldığı ICF’in İstanbul’da düzenlediği “Çok uluslu
Şirketler” konulu seminer.
2- 5. Dönem Çalışma Raporunun 67. sayfasında ifadesini bulan Haziran 1974-Mayıs 1977
tarihleri arasındaki eğitim çalışmalarımız.
- Çeşitli zamanlar ve çeşitli yerlerde yapılan toplam 212 işyeri temsilcisinin katıldığı a)
işçilerin örgütlenmesinin gerekliliği b) örgüt yapısı, c) Görev, yetki ve sorumluluk açısından
örgütün işleyişi konulu seminer,
- 1975 Antbirlik’teki üye işçilere yönelik ve 96 işçinin katıldığı: a) sendika nedir, b) toplu
sözleşme yapmada etkinlik, c) Sendikal güçlülük, d) Sendika organları, e) iş güvenliği, f)
Ücret nedir, konulu seminer.,
- Ankara’da 57, İstanbul’da 45 üyenin katıldığı a) Ülkemizde toplu sözleşme düzeni, b) Kitle
örgütleri ve yapısı konulu seminer,
- SSK 3. dönem toplu iş sözleşmesi çalışmaları ile ilgili olarak işyerlerinde yapılan 1 saatlik
toplu iş sözleşmesi semineri,
- Grevde olan işyerlerinde, grev süresince yapılan benzer konulu seminerler.
3- 6. Dönem Çalışma Raporunun 78. sayfasında yer alan Haziran 1977-Haziran 1980 tarihleri
arasındaki çalışmalarımız.
- İşyerlerinde yarım işgünü yapılan a) İş yasasının uygulanması ile ilgili bilgiler, b) 274 ve
275 sayılı yasalar, c) Toplu sözleşme yetki prosedürü konulu seminer.
- SBF ve ODTÜ’den bazı öğretim üyeleri ile DPT uzmanlarının verdiği a) İşçi sınıfı eğitimi
ve sendikalar, b) Türkiye’de toplu iş sözleşmesi düzeni ve eleştirisi, c) sınıf uzlaşmacı
sendikacılık sınıf ve kitle sendikacılığı, d) İş Kanunu, işsizlik, vergiler, konut sorunu konulu
seminer.
-Şubelerimizce düzenlenen benzer konulu seminerler ile İstanbul ve Ankara şubelerimizce
düzenlenen mesleki kurslar,
- DİSK’in düzenlediği ve 50 civarında üyemizin katıldığı sendikacılık eğitim semineri,
Bu seminerler 2 veya 3 günlük olup, her defasında katılanlar farklı olmuş, sendikamızdan
ayrılanlar, emekli olanlar bulunmuş yeni üyeler katılmıştır.
1979 yılında kabul edilen anatüzüğümüzde yer alan genel eğitimi, işçi sınıfı bilimi
doğrultusunda yaygınlaştırma çalışmalarımız işte bu çalışmalarımızdır.
Sosyal-İş’e ait iddianameye ek 510 nolu deliller klasörünün ; 5-6-7-8-10-11-12-13-15-16-17
ve 36.dizilerinde yer alan ve bizim eğitimde kullandığımız iddia edilen notların ve belgelerin
hiç birisi sendikamıza ait değildir. Bunların hiç birisi ne genel merkezde nede şubelerimizde
bulunmamıştır.
Bunların nasıl bize mal edilmeye çalışıldığı ise daha önce de belirttiğim gibi meçhulümüzdür.
Bunların bize aidiyetine ilişkin hiçbir kanıt yoktur. Aksine bize ait olmadığına bizzat çalışma
raporlarımız kanıttır. Burada sözü edilen bu belgelerin içeriğini dahi bilemediğimiz,
varlıklarına bu dava bu dava nedeniyle vakıf olduğumuzu belirtmeliyim.
Yine Sosyal-İş’e ait iddianameye ek 513 nolu klasörde sendikamızın “Marksist-Leninist”
eğitime ilişkin “eğitim malzemelerinin” varlığından söz edilmektedir. Afiş, kart, davetiye,
rozet, yazı gibi iddiaca korkunç malzemeler olarak nitelenen malzemeleri, üzerinde söz
söylemeyi dahi abes bulduğum için bir yana bırakıyorum. Ancak dizinin 9-10-11. sıralarında
16 mm’lik 3 adet siyah beyaz “Rus yapımı” film izleme raporundan söz edilmektedir.
Sendikaların üyelerine eğitim çalışmaları kapsamında dahi film izlettirmeleri suç değildir.
Hele filmin yapımının milliyeti özel olarak bir suç oluşturmaz.
Hal böyle iken, sendikamızın film gösterme gibi bir eyleminin olmadığıdır. Sendikamızda ne
Sovyet yapımı nede herhangi başka ulus yapımı bir film gösterilmediği gibi, bu anlamda bir
film de yoktur.
Adı geçen filmler de sendikamıza ait değildir. İçerikleri hakkında da bir bilgi sahibi değilim.
Son olarak sendikaların eğitim çalışmaları konusunda ayrıca bir önemli noktayı da altını
çizerek belirtmek gerekiyor.
Bilindiği gibi 274 sayılı yasanın maddeleri işçi ve işveren sendikalarını kapsadığı halde 14.
maddenin 3. fıkrası bir istisna getirmekte ve yalnızca işçi sendikalarının gelirlerinin en az
%5’ini üyelerinin bilgi ve kültür seviyelerini yükseltmek için kullanmaları zorunluluğunu
getirmektedir.
Dünya ve yurt olaylarında; yasal düzenlemelerde bilgi sahibi olmuş, kültür düzeyini
yükseltmiş üyeler hak ve menfaatlerini koruyabilirler ve geliştirebilirler. Sınıf bilinci,
çıkarlarının, yaşanılan dünyanın ve ülkemizin yararlarının bilincine varmanın adıdır. Biz
çağdaş demokratik bir sendikal örgüt olarak, genelde işçi sınıfımızın ve emekçi halkımızın
yani ulusumuzun hak ve menfaatlerini, özelde üyelerimizin hak ve menfaatlerini korumayı ,
geliştirmeyi, yasal yollarla gerekli değişiklikleri gerçekleştirmelerini amaçlayan bir sendikal
eğitim yapmaya çalıştık. İddianame sendikaların en dar anlamda “mesleki eğitim” dışındaki
eğitimine karşıdır.
Bugünkü yasal durum böyledir. Sendikalar gelirlerinin belli bir oranını mutlaka eğitim
çalışmasına ayırmak zorunda değillerdir. Eğitim çalışması sendikalar için zorunluluk
olmaktan çıkmıştır. Çıkarılmıştır.
Sendika tüzüklerimize yönelik suçlamalar ise özünde savunduğumuz görüşlere yönelik
suçlamalardır.
Kapitalizmi tek ve zorunlu seçenek sayan, devletçiliğe, devletleştirme ve kamulaştırmaya
karşı olan, sanayileşmeyi öngören görüşlere karşı keme batı ülkelerinin tarımla kalkındığını
iddia edecek kadar karşı bulunan, sermayenin en geniş anlamda serbestisini savunurken,
siyasal liberalizme karşı çıkan kooperatifçiliği kolektivizme giden yolun kilometre taşları
sayan, ani-tekel, anti-emperyalist mücadeleyi anayasal düzene karşı gören çoğulculuğu ve
katılımcılığı reddeden, kitlelerin depolitizasyonunu savunan anlayış, sendikamız tüzüklerinde
bu görüşlere karşıt görüşlerin ileri sürülmesini, sosyalizmin öngörülmesini suçlamasının
doğaldır ki hukuksal bir niteliği yoktur. Olamaz da.
Nitekim iddianame ve EHM tüzüklerimiz nedeni ile bizi, ihtilalci yoldan sosyalizmi kurmayı
amaçlamakla veya TCK’nun 141. maddesi ile suçlamaya yönelirken, hukuksal bir dayanak
bulabilmek umuduyla, bizleri ve sendikalarımızı anarko sendikacılıkla suçlamaya
çalışmaktadır.
Gerçekten de bizlerin TCK’nun 141. maddesini ihlalle suçlanabilmesi, tüzüklerimizde
belirtilen görüşlerin, genel olarak sendikaların görüş belirtmekten öteye, doğrudan doğruya
siyasi iktidarı ele almaya yönelik eylemlerinin ifadesi olarak değerlendirilmesi ile olanaklı
olacaktır.
Nitekim iddianamede dünya sendikal hareketleri çok yanlış değerlendirirken, anarko
sendikalizmden suçlamalar için medet umulmaktadır. İddianamenin 20., 21. sayfalarında “Bu
sendikalizm anlayışının davamız yönünden önem arz edeni, devletle doğrudan mücadeleye
kalkacak kadar kuvvetli bir dokrin oluşturmuş bulunan ihtilalci sendikalizmdir. Bu tip
sendikalar komünizmi benimsemiş olmakla birlikte, komünist veya sosyalist partilere lüzum
kalmaksızın sendikal hareketlerle komünizme ulaşabileceği fikrini savunurlar” denilerek
istem ortaya konulmaktadır.
Gerek DİSK ve gerekse Sosyal-İş hiçbir zaman siyasi partilerin görevlerinin sendikalar eliyle
yürütüleceğini savunmamıştır. Tam aksine ısrarla aksini savunmuş, bu örgütlerin görev ve
fonksiyonlarının ayrı olduğunu vurgulamıştır.
Sendika olarak sosyalizmi öngörmüş, dünya ve yurt olaylarını, ulusal çıkarları, işçi ve emekçi
halkın mutluluğunu sosyalizmde gördüğünü belirtmiş ve en genel çizgileri ile bu açıdan
değerlendirmelerde bulunmuştur.
Böylesi bir siyasal iktidarın oluşmasının siyasal partilerin görevi olduğunu vurgulamış ve işçi
sınıfının, politika yapmasının gerekliliğini belirtmiş ve halkımıza oy verme çağrılarında
bulunmuştur. Sendikaların genel olarak siyaset yapmalarını da bu çerçevenin dışında
görmemiştir. Bizim için sendikaların siyasi faaliyetleri hiçbir zaman siyasi iktidarı ele
geçirmek kapsamında olmamıştır. Yasalarımızın da sendikalar yasakladığı siyasi faaliyet
budur. Bu konu yasal yasak olmaktan da öte, doğru sendikal anlayışın gereği olduğu için
önemlidir.
Bu husus çok açık olmasına rağmen iddianame DİSK’i ve sendikaları “Marksist-Leninist”
illegal bir siyasi parti olmakla suçlayabilmiştir.
Tarih, konfederal bir sendikal yapının “Marksist-Leninist” bir parti olduğunu, olabildiğini
bugüne değin yazmamıştır.
En ince ve temel ayrıntılarda ideolojik birliği gerektiren böyle bir yapılanma birbirini
mahkeme salonunda tanıyan insanlarla gerçekleştirebilir mi? Her hangi bir parti bile böylesine
bir yapıdan oluşabilir mi?
Örneğin ben; 1977 ve 1979 seçimlerinde TİP’nden aday olarak seçimlere katılırken, DİSK,
kamuoyuna CHP’ye oy verilmesi çağrısında bulunuyordu.
Yine ben, 1975 yılından, yasa ile siyasi partilerin kapatıldığı 12 Eylül sonrasına değin,
sosyalist bir parti olan TİP’nin kurucularından ve yöneticilerinden birisi idim.
Mahkemenizin 26.1.1984 tarih 1982/14 karar sayılı hükmü ile TCK’nun 141/1. maddesinin
ihlalden 8 yıla hüküm giydim ve bu cezam kesinleşti.
Bu kararı da doğru bulmuyorum. Elbette tarih gereken hükmünü verecektir. Bu konuda
ayrıntıya girmenin yeri bu dava değildir. Bu davada aynı “cürmi-kasıt” ile yeniden
suçlanmanın imkansızlığının yanı sıra, kurucusu ve yöneticisi olduğum bir parti varken,
sendikayı parti gibi görme, parti yerine görme, partileştirme, bu amaçla illegal faaliyette
bulunma suçlamasını, kişiliğime yönelik sayıyor ve şiddetle reddediyorum.
Ayrıca gerek iddianame ve gerekse EHM’ da Sosyal-iş’in bu anlamda TİP ile ilişkisi de
gerçek dışıdır. Sosyal-İş’in TİP ile de diğer her hangi parti ile iddia anlamında ilişkisi yoktur.
TİP ile ilişkisi olan benim. Organik ilişki içindeyim. Varsa diğer yönetici ve üye
arkadaşlarımın partili olarak ilişkisi vardır. Tüm siyasi partilerle olabileceği gibi.
İstanbul şubemizde şahıslara ait olan kimi TİP yayınlarını bunun dışında düşünmek mümkün
değildir.
Oysa 508 nolu deliller klasöründe yer alan; yayım yeri Ankara’da bulunan, bayiler vasıtasıyla
tüm ülkede satılan “Yürüyüş” dergilerinden, sosyal-İş yürüyüş gazetesi diye söz
edilebilmektedir. Bir tanesini açıp okumak, sahibine bakmak, bu derginin Sosyal-iş ile hiçbir
ilgisinin olmadığını anlamaya yetecektir.
Yine 507 nolu deliller klasöründe yer alan TİP’ne ait yayınlar ile TİP’(ne ait olmayıp, TİP’ne
ait olduğu ileri sürülen yayınların pek çoğu da piyasada satılan ve partilerde olan yayınlardır.
Bunların varlığı, sosyal-İş’in TİP ile organik bir ilişkisinin kanıtı olamayacağı gibi, bunu ileri
sürmenin hukukla ilgisi yoktur.
Sendika yöneticilerinin siyasi parti yönetimlerinde görev almaları 1961 Anayasası ve 274
sayılı sendikalar yasasının tanıdığı bir haktır. Bugün sendika yöneticilerinin, siyasi parti
yönetimlerinde görev almaları anayasa ve sendikalar yasası ile yasak kapsamına alınmıştır.
EHM’da sendikamızın kimi genel kurul kararları ile eylemleri suçlanırken yaklaşım yine
hukuksal değil ideolojiktir. Ana hatları ile bunun nedenlerini izaha çalıştım. Ama bazıları
üzerinde, anlatmaya çalıştıklarıma ve çelişkilere daha da açıklık getirmesi bakımından
değineceğim.
Genel kurul kararlarımızdan:
“Sendikaları, genel olarak tüm demokratik kitle örgütlerini, örgütsel yapıları ve amaçları
bakımından PARTİ gibi görüp, teorik düzeyde ne söylenirse söylensin bu anlamda bir çalışma
içersinde olan kişi, grup ve grupçukları sapma olarak niteler.”
“Politik hareketlerden kaynaklanan kişileri değerlendirirken, onların tutum, anlayış ve
önerileri ile sendikal alandaki her soruna çözüm önerileri getirmelerini esas alır.”
“ODTÜ’de şehit edilen üyemiz Feramuz Akgüne ailesinin oluru alınarak köyünde mezar
yaptırılması” gibi kararlarımız nasıl suçlanmakta ve TCK’nun ihlali olarak tavsif
edilmektedir. Aynı iddia değil midir bizi bu kararların aksine çalışma yapmakla suçlayan.
Çelişkiler yumağından s-bir demettir bu.
Demokrasi istememiz, hak ve özgürlüklerin genişletilmesini istememiz, iş yasalarının
demokratikleştirilmesini istememiz, barışı savunmamız, askeri paktlara, bağımlılık getiren
anlaşmalar karşı çıkmamız suçlanmaktadır. Bugün ortada kalmayan CENTO’ya karşı
oluşumuz dahi suçlanmaktadır.
TCK’nun 141 ve 142. maddelerinin kaldırılmasını istememiz ise, illegaliteye dönüşmemizin,
sınıf tahakkümü kurmak için eylemli kalkışma içinde oluşumuzun kanıtı olarak
gösterilmektedir.
Anayasaları bile, Anayasada gösterilen usul ve yollarla değişebilirliğinin esas olduğu
düşünülürse, yasaların değişmesini istemenin nasıl suç oluşturacağını anlamak olanağı
bulunabilir mi?
Yargı organları, savcılıklar, bilim adamları, sanatçılar, yazarlar, dernekler, meslek kuruluşları
dahil geniş bir kesim, 141 ve 142. maddelerin Anayasa ve demokratik ilkelere aykırı
olduğunu ileri sürmüş ve kaldırılmasını istemiştir.
CHP-MSP koalisyon hükümetinin koalisyon protokolünde TCK’nun 141, 142, 163.
maddelerinin değiştirilmesi yer almış ve bu konuda parlamentoda girişimler yapılmıştır.
Faşist İtalyan ceza yasasından alınan bu maddelerin, bugün İtalya’da dahi uygulama olanağı
kalmamıştır.
Bu maddeler, muğlak, hukuk açısından malul maddelerdir.
Solcuların, sosyalistlerin düşüncelerinden dolayı, yargılandıkları hapsedildikleri,
kovuşturuldukları maddeler hüviyetine bürünmektedir. Bugün huzurda biz bu hüviyetteyiz.
Emekçi kesimlerin örgütlenmesine engel işlevi görmektedir. Bu maddelere karşı çıkmak
komünist olup olmamakla ilgili değildir. Onun ölçütü de değildir. Yalnızca demokrat olmanın
ölçütüdür. Örgütlenme ve düşünce özgürlüğünden yana olmanın ölçütüdür.
Sendikamız genel kurullarını oluşturan delegeler bu gerçeklerden her hangi birisi nedeniyle
bu istemde bulunmuşlardır. Yani aynı istemi farklı gerekçelerle istemişledir. Örneğin ben tüm
düşüncelerin de örgütlenmesinin demokrasinin gereği olduğuna inandığım için bu istemde
bulundum. Bulunuyorum.
Kuyumcunun önünde iç geçiren kişiyi, bu nedenle hırsızlık yapacağı için suçlamak ile 141 ve
142. maddelerin kaldırılmasını istemeyi suçlamak arasında hiçbir fark yoktur. Her ikisi de
hukuki değildir.
Sayın Yargıçlar,
Sendikamız ayrıca, TMMOB, TÜTED, TÜM-DER, TÜS-DER, Barış Derneği, TÖB-DER
gibi kuruluşlarla ilişki içinde bulunduğu için suçlanmaktadır. Burada suçlanan salt ilişkidir.
İlişkinin niteliği dahi araştırılmamaktadır. Öncelikle belirtmek gerekir ki, 12 Eylül öncesi
yasalarımızda, sendikaların birbirleri ile, derneklerle ve meslek kuruluşları ile ilişkisini, iş ve
güç birliğini yasaklayan bir düzenleme mevcut değildir.
Bu anlamda bir yasaklama 1982 anayasası ve sendikalar yasası ile geliştirilmiş
bulunmaktadır.
TMMOB, kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşudur. Hakkında 12 Eylül sonrası dava
dahi açılmamış olup, faaliyetini sürdürmektedir. İşyerinde çalışanlar sendikamız üyesidir.
Yönetim ile bunun gerektirdiği ilişkilerimiz olmuştur.
Sosyal-İş’e ait 506 nolu klasörün 33. dizininde yer alan TMMOB’ce 1.3.1976 günlü yazı ile
13.3.1976 günü miting yapılacağını bildiren yazı.
36. dizide yer alan sendikamızın, çalışanlarının büyük çoğunluğunu mühendis ve mimarların
oluşturduğu GEMAŞ işyerinde uyguladığı GREV nedeniyle dayanışma gecesi düzenlemek
istediklerine ilişkin TMMOB yazısı.
İşte neyin suçlaması ise kanıtları bunlardır. TMMOB ile ilişkilerimizin.
EHM’ de TÜTED, TÜMDER ve TÜSDER ile olan ilişkilerimize ilişkin kanıt olarak da ileri
sürülen bu derneklerin genel kurullarına tarafımızdan gönderilen mesajlar ile onların bize
gönderdiği aynı mahiyetteki yazılardır.
TÜTED ve TÜMDER ile ilgili olarak açılan davalarda Ankara Sıkıyönetim mahkemelerince
verilmiş beraat kararları da ortadadır.
Bu yazışmalar “Sınıf tahakkümü kurmak”, müesser ekonomik nizamı değiştirmek”, “bir
sosyal sınıfı ortadan kaldırmak” olarak değerlendiriliyor ise söylenecek söz bulabilmenin
olanağı yoktur.
TÖB-DER ile ilişkilerimiz suçlaması ile oldukça ilginçtir.
Yine 506 nolu klasörün 1 ila 31. dizilerinde yer alan belgelerin 29. dizideki sendikamızın
toplu iş sözleşmelerini konu alan bildirisi ile, 30. dizide gazeteleri, İstanbul’da kurulu Özel
Kültür Lisesinde, sendikamızın bağıtlayacağı toplu iş sözleşmesinin imza törenine çağıran
İstanbul şubemizin çağrı yazısı dışındaki, belgelerin hiçbirisinin sendikamızla ilgisi yoktur,
bize ait olmadığı gibi bize de gönderilmemiştir. Bu belgelerin tümü TEB-DER tarafından
Ankara’da düzenlenen Demokratik Eğitim Kurultayı’nda (DEK) sunulduğu ileri sürülen
imzasız, eskir teksir kağıtlarıdır. DEK bildirileri bildiğim kadarı ile TÖB-DER tarafından
kitap olarak bastırılmıştır. Bununla ilgili açılan soruşturmada Ankara Cumhuriyet Savcılığı
kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Bu kurultayda sunulan bildiriler için böylesine
eksik ve sunanlarına ait olduğu kuşkulu olan bu belgeler yerine kitaba başvurulabilirdi.
Ayrıca belirtmek gerekir ki, bir toplantıda bildiri sunanlar, bildirideki görüşlerin sahibidirler.
DEK’na ne kişisel olarak ben, nede Sosyal-İş Sendikası çağrılı değildik. Dolayısı ile
katılmadık da. Kişi olarak ben çağrılsa idim, giderdim. Bildiri sunmam istense idi, severek
görüşlerimi açıklardım. Sendikamız çağrılsa idi, karar verecek yetkili organımızda oyum
katılınması yolunda olurdu.
İki nedenle böyle davranırdım. Birincisi bir kişi, bir yurttaş olarak eğitim konusunda
düşüncelerimi söylemeyi, diğer görüşleri bu arada bilmediklerimi öğrenmeyi görev sayardım.
Diğer neden ise sendikamızın etkinlikte bulunduğu 21-22 nolu işkolunun eğitim hizmetlerini
de kapsaması idi.
Özel Öğretim Kurumlarında çalışanlar, öğretmenler dahil işçi statüsünde idiler ve
sendikamızın bu alanda da üyeleri vardı. Toplu iş sözleşmeleri yapıyorduk. Yani öğretmen
üyelerimiz mevcuttu. Fakat ne yazık ki Sosyal-İş iddianamesinde “özel okul öğretmenlerini”
üye yapmakla suçlanıyorduk. Sanki özel okul öğretmenlerinin sendikaya üye olması yasaktı.
2821 sayılı sendikalar yasası bu yasağı getirdi. Ama bizim suçlandığımız dönemde 2821 sayılı
yasa değil 274 sayılı yasa yürürlükte idi.
İşte illegaliteye dönüşmemizin birisi de böyle gösteriliyordu.
İddianame ve EHM’da demokratik kitle örgütleri önce suçlu kabul edilmiş, yargısı verilmiş ve
bunlarla ilişkiler otomatik olarak suç kabul edilmiştir. Bu yaklaşımın en tipik örneğini Barış
Derneği için görmek olanaklıdır.
Sosyal-İş iddianamesine ek 506 nolu deliller dosyasının 48-56 dizilerinde yer alan belgeler,
Barış Derneğinin kendi yayınları olup bizimle bir ilgisi bulunmamaktadır. 57 ve 60 dizilerinde
yer alan belgeler ise Sosyal-İş Sendikası ile Barış Derneği arasındaki iki yazışmadır.
Barış Derneği 1980 yılında İstanbul Spor ve Sergi Sarayında “Sendikalar Barış Konferansı”
konulu bir toplantı düzenlemiştir. Sendikamızda bu toplantıya çağrılmıştır.
Barış yaşamsal ve evrensel bir konudur. Tüm dünyada sendikalar barışın gerçek
savunucusudurlar. Barış için mücadele etmek sendikaların en temel görevlerindendir. Bunun
için bu toplantıya katılmaya karar verilmiş ve toplantı masraflarına katılım olarak da 15 bin
lira gönderilmiştir. 57 dizide yer alan yazı bu paraya ilişkin yazı olup, iddianamede Barış
Derneğine parasal yardım yaptığımız suçlamasına neden olmuştur.
Bu toplantı ile ilgili olarak İstanbul sıkıyönetim komutanlığı daha önce verdiği izni iptal ettiği
içinde toplantı yapılamamıştır.
Yine barış Derneğinin 1979 yılında İstanbul’da Etap Oteli salonlarında yaptığı, gazeteci, bilim
adamı, öğretim üyeleri, sendikacılar gibi pek çok çağrılının bulunduğu toplantıya çağrılı
olarak ben de katıldım. Barış konusunun tüm boyutları ile tartışıldığı bu toplantı bir konferans
niteliğinde idi. Ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı Barış Derneği ile ilgili
olarak hakkında yaptığı kovuşturma sonucunda; 8.7.1985 tarih 1984/573 Esas, 1985/82 karar
nolu kararı ile kovuşturmaya yer olmadığı kararı verdi.
Bu arada her nedense iddianame ve EHM söz edilmeyen, sendika ve demokratik kuruluşlarla
olan bazı ilişkilerimizi, güç ve eylem birliği çalışmalarımızdan söz etmek istiyorum. Zira bu
çalışmalarımız, sendikalar ve kitle örgütleri ile ilişkilerimizin ve buna ilişkin anlayışımızın
somutlanışıdır.
Türk-İş’e bağlı ve aynı işkolunda kurulu bulunduğumuz Tez-Büro-İş ile Sosyal-İş ve BankSen olarak 1979 yılı sonlarında oluşturduğumuz güç birliği 6. Genel Kurula sunduğumuz
çalışma raporumuzun 52,53 ve 54. sayfalarında buna ilişkin açıklamalar ve 3 sendikanın ortak
deklarasyonu yer almaktadır.
Diğer bir ilişkiler çalışmamız ise SSK Müdürler Kurulu (Yönetim Kurulu) seçimlerine
ilişkindir.
4792 sayılı SSK Kuruluş Yasasına göre oluşan SSK Müdürler Kuruluna 23 sayılı yasa
uyarınca kurum çalışanlarının da bir temsilcisi seçimle belirlenir. Çalışanların tümünün oy
kullandığı bu seçimlerde memurlar ve kurumda etkinlik gösteren sendikalar aday gösterirler.
İlk kez 1974 yılında Danıştay kararı ile aday gösterdiğimiz bu seçime, Sosyal-İş adayı olarak
ben, Türk-İş’e bağlı Sağlık-İş Sendikası adayı olarak da Mustafa Başoğlu katılmış ve çeşitli
kuruluşlar ayrı ayrı desteklemişlerdi. Seçimi kazanarak Yönetim Kuruluna seçildim.
1979 yılı Aralık ayında yine aynı konuda Türk-İş’e bağlı Tez-Büro-İş, Petrol-İş Sendikaları
ile, Sosyal-İş, Devrimce Sağlık-iş, Tüm Has-iş, Tüm-Der, Tüted, TTB Merkez konseyi, TÜSDER, SSK Müfettişleri Derneği, güçbirliği yaparak, ortak adayımız SSK müfettişleri derneği
genel başkanı Sadık Uluşahin’i müdürler kurulu üyeliğine seçtirdik.
Buna ilişkin çalışmalarımızda 6. dönem genel kurula sunulan çalışma raporunun 50.
sayfasında ayrıntılı olarak yer almaktadır.
Bugün bu çalışmalar yapılamaz, yasaklanmıştır. Ama dün en doğru ve demokratik tavırdı.
Sayın Mahkeme Heyeti,
Suçlama konusu yapılan eylemlerimizden birisi de, iddianame ve EHM’nın deyimi ile “15-16
Haziran yıldönümü kutlama gecelerine” katılmak, daha doğrusu düzenlemektir. Buna kanıt
olarak da 504nolu deliller dosyasındaki yazışmalar gösterilmektedir.
Sosyal-iş Sendikasınca 15-16 Haziran’ın yıldönümlerinde kutlama geceleri diye bir gece
hiçbir zaman düzenlenmemiştir.
Bu dosyada sözü edilen yazılar okunduğu zaman anlaşılacağı üzere DİSK’in bölge temsilciler
toplantısına ilişkin sendikamıza yazdığı yazılardır.
DİK, Bölge Temsilciler Kurulu, DİSK anatüzüğünün öngördüğü danışma organlarından
birisidir. DİSK yetkili organlarının çağrısı ile toplanır. Bölgedeki sendikaların temsilcileri
katılır. İşte bu yazılar bu toplantılara çağrı yazılarıdır.
15-16 Haziran 1970 tarihinde sendikamız DİSK üyesi değildi.
Bu tarih ülkemizde işçi sınıfımızın, onun ekonomik örgütlerinden olan sendikalarımızın,
aydınlarımızın, kısaca tüm demokrasiden yana güçlerin, Anayasa’ya demokratik hak ve
özgürlüklere bilinçle sahip çıktıkları bir tarihtir.
Ülkemizde özgür ve çağdaş sendikal hareketi yok etme girişimi olan 274 sayılı yasayı
değiştiren 1317 sayılı yasaya karşı demokratik bir protesto hareketidir. Nitekim daha sonra bu
yasa Anayasa mahkemesince iptal edilmiştir.
Biz Sosyal-iş olarak 15-16 Haziran’ı böyle değerlendirdik. Böyle andık. 15-16 Haziran’ı bir
zabıta olayı olarak görmedik. Olayın zabıta ile ilgili yanı bizi hiç ilgilendirmedi. Bu husus
yayınlarımızda açıkça görülmektedir.
Sayın Yargıçlar,
Çağımızda demokrasinin gerçek savunucusu işçi sınıfı ve emekçi halktır. Demokrasi işçi
sınıfı için yaşamsal bir konudur. Onun için demokrasi mücadelesi daima sendikaların,
özellikle de ilerici sendikal hareketin temsilcileri olan demokratik sınıf ve kitle sendikal
hareketinin gündeminde birinci maddeyi oluşturur.
Faşizme, anarşizme, terörizme karşı mücadele, bu belirtmeye çalıştığım gerçekliğin ve
gerekliliğin doğal zorunluluğudur.
DİSK ve Sosyal-İş bu zorunluluğun hiçbir zaman unutmamış ve daima mücadele vermiştir.
Mücadelesi ise demokratik bir sendikal hareket olarak, onun gerekli kıldığı yöntemlerle
olmuştur. Miting düzenlemiş, kamuoyuna bildiriler yayınlamış, yetkili makamlara başvurmuş,
protesto gösterilerinde bulunmuştur.
Üyeleri, yöneticileri kurşunlanırken dahi bu yöntemin dışında bir yöntem düşünmemiştir.
Demek istiyorum ki; sendikaların ve biz sendikacıların düşüncelerimizden, demokratik
haklarımızdan başka silahımız yoktur. Ülkemizi bir iç savaşa ve kargaşa dönemine
sürükleyerek demokrasiyi yok etmek isteyen faşist tırmanışın göstergelerinden birisi olan
Kahramanmaraş katliamı karşısında susmamızı bizlerden hiç kimse bekleyemezdi.
İnsanlarımızın canice katledildiği bu olay karşısında tepkimizi, 5 dakikalık bir saygı duruşu ve
protesto hareketi ile gösterdik.
Öyle olaylar ve olgular vardır ki, bunlar karşısında susmak, ortaklık anlamına gelebilir.
DİSK’in aldığı 5 dakikalık protesto kararını Sosyal-İş Yürütme Kurulu olarak, doğru ve
yerinde bulup, biz de kararımızla buna iştirak ettik. 5 Ocak 1979 günü tüm üyelerimizi buna
iştirake çağıran yazıları şubelerimize gönderdik.
Eğer biz bu eylemimizle, sendikalarımızı illegaliteye dönüştürmüş, TCK 141. maddesini ihlal
ederek, sınıf tahakkümü kurmaya çalışmış isek, o zaman şu sorunun yanıtı verilmelidir.
Bu katliamı yapanlar, insanlarımı canice, alçakça öldürenler neyi savunmuş olmaktadırlar.
Cumhuriyeti mi, demokrasiyi mi? Bu sorunun yanıtını beklemek hakkımızdır.
Sendika genel başkanı olarak, sendika toplantılarında “ideolojik ve politik” konuşma yaptığım
gibi soyut bir suçlama yer almaktadır. Öncelikle ideolojik ve politik kelimeleri, iddiaca zaten
kelime olarak suçlu görülmektedir.
İdeolojik ve politik olmayan hiçbir konuşma yapılamaz bir toplantıda. Örneğin Kanarya
Sevenler Derneğinin genel kurulunda yapılan bir konuşma bile ideolojik ve politiktir.
Sendikalar ne bir dernektir, hele hele kanarya sevenler derneği hiç değildir.
Konuşmalarımda nasıl bir suç vardır. Ceza yasamızın hangi maddesini ihlal edici
bulunmaktadır. Halkı isyana mı teşvik etmişim? İnsanları birbirini öldürmeye mi
yöneltmişim, ne yapmışım da suç işlemişim? Yanıt açıktır. Hiçbirisi. Görüşlerim
suçlanmaktadır.
Sendikamızın yönetim kurulu toplantılarında, genel kurul toplantılarında açış konuşmaları
yaptım.
Dava dosyasında bulunan ve duruşma safahatı anında bana ait olduğunu kabul ettiğim, tüm
konuşmalarımın başta hukuki sorumluluğu olmak üzere tüm sorumluluğu bana aittir.
Bu konuşmalarım doğrudan doğruya benim hazırladığım, yani sendikanın her hangi bir
organının kararı olmayan, kişisel görüşlerimi ve önerilerimi yansıtan konuşmalardır.
Sendikanın başkanı olarak, dünya ve yurt sorunlarına değinmek, işkolumuzu ilgilendiren
sendikamızın sorunları ile ilgili ekonomik demokratik alanlarda görüşlerimi bildirmek benim
sendikacı olarak görevimdi. Bu görevimi yerine getirmeye çalışıyorum.
Burada bu vesile ile, Sosyal-İş dava dosyasında bulanan ve sendikamıza ait olan tüm yazılı
belgelerin bize yöneltilen TCK 141. maddesini ihlal suçunu işlemediğimizin kanıtları
olduğunu belirtiyor ve lehimize kanıtlar olarak değerlendirilmesini diliyorum.
Sayın Mahkeme Heyeti,
Bu dava olağandışı koşulların; hukuksal kaygı ve gereklerin değil, bir askeri müdahalenin
ortaya getirdiği bir davadır.
İhtilalci olduğumuz iddiası ile ortaya çıkılıp, sendikal mücadelemizden dolayı değil, anarşi ve
teröre katıldığımızdan yargılandığımızın yedi düvele ilan edildiği bir davadır. Bunların
hiçbirisinin varit olmadığı olamayacağı ortaya çıkmıştır.
Enflasyonun nedeninin işçi ücretleri olduğu, işçilerin “mutlu azınlık” haline geldiği 1961
Anayasasının lüks olduğu, grevlerin ülke ekonomisini çökerttiği gibi görüş ve iddiaların
ürünü olmuştur bu dava.
Bu dava aynı zamanda bu görüşlerin geçersizliğinin ortaya çıkmasının, geniş kitlelerce 6
yıldır yaşanarak öğrenilmesine de neden olmuştur. Bu yönü ile maliyeti işçi ve emekçi
halkımız açısından çok ağır da olsa olumluluk taşımaktadır.
Demokrasinin, demokratik hak ve özgürlüklerin kullanılmasının, daha çok demokrasi ve daha
çok hakkın, gelişmenin, onurlu bir kalkınmanın kısacası aydınlık yarınların engelleyicisi
değil, hazırlayıcısı olduğu ve olacağı da anlaşılmıştır.
Sözün kısacası olumsuzluk, olumluluğu da beraberinde içerisinde taşır.
Sayın Yargıçlar,
Bizler bu dava nedeni ile, güç koşullarda kaldık. Eziyet çektik. Düşündüklerimizi, gerçekleri,
anlatmaya çalıştık. Bize düşen görevi yerine getirmeye çalıştık.
En küçük bir suçluluk duygusu taşımıyorum.
Şimdi görev ve sorumluluk sizlerindir. Diliyorum ki, kararlarınız politik nitelikli bu davayı
hukuksal yörüngesine oturtursunuz.
Tarihte olağandışı koşulların ürünü davaları, hukuksal abide haline getirerek sonuçlandıran
ince örnekler vardır. Bu davanın da öyle olması içten dileğimdir.
Hakkımda beraat kararı verilmesini, genel başkanı bulunduğum Sosyal-İş Sendikası için
istenen kapatılma isteminin reddedilmesini talep ediyorum.
Saygılarımla.
Download