ASRIN İSLAM TOPLUMU VE DİN ALGISI İLK ASRINDAN SON ASRINA MÜSLÜMANLAR İslam’ın ilk asrı bu dinin en güzel şekilde yaşandığı ve güzel örneklerinin yaşam sürdüğü bir asırdır. Bilindiği gibi İslam tarihinde bu asra asr-ı saadet denir. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) en hayırlı asrın kendisinin asrı olduğunu ve ardından gelecek olan her asrın ise bir sonraki asra göre daha az hayırlı olacağını şöyle bildiriyor. "İnsanların en hayırlıları benim asrımda yaşayanlardır. Sonra bunları takip edenlerdir, sonra da bunları takip edenlerdir." [İmrân (Radıyallahu Anh) dedi ki: "Kendi asrını zikrettikten sonra iki asır mı, üç asır mı zikretti bilemiyorum."] "Bu sonuncuları takiben öyle insanlar gelir ki, kendilerinden şahitlik istenmediği halde şahitlikte bulunurlar, onlar ihanet içindedirler, itimat olunmazlar. Nezirlerde (adakta) bulunurlar, ancak yerine getirmezler. Aralarında şişmanlık zuhur eder." Bir rivayette şu ziyade vardır: "Kendilerinden yemin talep edilmeden yemin ederler."1 Asırlarca bir süreç olarak devam eden bozulma, geçen her zaman diliminde daha vahim bir hal almış ve almaya da devam etmektedir. Biz bu asrımızda yoğun olarak görülen bir takım yanlış algılama ve uygulamalardan örnekler vererek durumu ele almaya gayret edeceğiz. Şunu da hatırda bulundurmalıyız ki yukarıda geçen nebevi haber insanlık âlemi için bir mecburiyetin neticesi değil ancak bir vakıanın tespitidir. KUR’ANI ANLAMAMAK İÇİN OKUYORUZ Asrımızda birçok Müslüman genel olarak Kur’an-ı Kerimi okumayı öğrenir, onu ezberler ancak onu anlamayı ve hayatına tatbik etmeyi asla düşünmez. Maalesef birçok Müslüman Kur’an-ı Kerimi bir rehber olarak algılayamamıştır. Müslümanların çoğu Kur’an’ın vermiş olduğu o çok önemli mesajlar karşında duygulanıp o önemli haberler karşısında ürperti duyacağı yerde onu okuyan hafızın ahenkli ve etkili sesiyle hislenmeyi tercih etmektedir. Onu okuyan hafızlar da Kur’an’ın manasını anlamak veya başkalarının iyice o manayı anlamasını sağlamak ve okuyuşlarıyla hisli, ürpertili bir mesaj vermek niyetiyle bu işi yapmıyorlar. Daha çok ses ahengi ile ilgilenip müziksel açıdan daha hoş bir sunum yapma gayretine giriyorlar. Örneğin bir nefesle ne kadar uzun okuyabildiklerini gösterebilmek için çok derin nefes alıp yüzleri kızarıncaya kadar nefeslerini zorluyor ve büyük bir tekellüf ile manadan kopup işin dışa yansıyan kısmını yani ses ahengini düşünür hale geliyorlar. Dünyada Kur’an’ın mesajını iyi anlama yarışmaları değil de onu en ahenkli okuma yarışmaları veya onu iyi ezberleme yarışmaları düzenleniyor. Bütün bu yarışmalar olmasın demiyorum. Ancak öncelikli olarak ele alınması gerekenler bir tarafa itilip sadece ses ve eda 1 Buharî, Şehâdât 9, Fezâilu'l-Ashâb 1, Rikak 7, Eymân 27; Müslim, Fezâilu's-Sahâbe, 214, (2535); Tirmizî, Fiten 45, (2222), Şehâdât 4, (2303); Ebu Dâvud, Sünnet 10, (4657); Nesâî, Eymân 29, (7, 17, 18). işlerine önem vermek Kur’an’ı iniş gayesinden uzaklaşmak başka bir ifade ile meyvenin kabuğunu yeme ile yetinmektir. Kur’an-ı Kerim öğretmeye yönelik hizmet veren eğitim kurumları programlarını Kur’anın iniş gayesiyle bağdaşacak şekilde yeniden düzenlemelidir. Bu gün maalesef bu kurumlarda verilen eğitim sadece okumayı veya ezberlemeyi hedefleyen bir anlayışla verilmektedir. Kur’an kurslarında verilen Kur’an eğitimi daha çok onun mesajını algılama ve algılatmaya odaklanmış olsaydı bu gün etrafımızda diğer insanlardan hiçbir farkı olmayan hafızlarla değil yaşayan Kur’anlar haline gelmiş münevver hafızlarla karşılaşmış olacaktık. KUR’ANI NİÇİN ÖĞRENİYORUZ VE ÖĞRETİYORUZ? Öte yandan son asırlarda Kuran-ı Kerim sadece önemli gecelerde, münasebetlerde ve mezarlıklarda okunan bir kitap haline getirildi. Hâlbuki o, elimizden düşmemesi gereken iki cihan rehberi ve dünya ve ahiret saadetimizin yegâne rehberi olmalıydı. O, her şeyden önemlisi Allah’ın sevdiği ve razı olduğu bir kul olabilmenin tek vesilesi olmalıydı. Şimdi bu konuyla ilgili olarak şu hadis-i şerifi buraya aktaralım: “Kıyamet günü aleyhinde ilk önce hüküm verilecek olanlar şunlardır: Bir adam şehid olmuş olarak biliniyor. Huzura getirilir. Allah ona nimetlerini hatırlatır. O da ulaştığı nimetleri tanır ve kabul eder. Allah ona: ‘Bu nimetlere karşı ne amel işledin?’ diye sorar. Kul: ‘Senin yolunda cihad ettim. Nihâyet şehid edildim’ der. Allah (cc): ‘Yalan söyledin! Bilâkis sen cesâretlidir, kahramandır denilmek için savaştın ve nitekim hakkında da öyle söylenmiştir’ buyurur. Sonra emir verilir de bu kimse cehenneme atılır. Diğer bir adam daha getirilir ki, ilim öğrenmiş, öğrendiğini başkasına öğretmiş ve Kur’ân okumuştur. Allah ona nimetlerini hatırlatır. Bu da nimetleri tanır ve itiraf eder. Sonra Allah: ‘Bu nimetlere karşı ne âmel işledin?’ der. O da: ‘Senin rızân için ilim öğrendim. Başkalarına ilim öğrettim. Kur’ân okudum’ der. Allah: ‘Yalan söyledin! Sen âlim denilmek için ilim öğrendin. Ne güzel okuyor desinler diye Kur’ân okudun! Gerçekten sana bunlar da söylendi’ buyurur. Emir verilir ve adam cehenneme atılır. Bir başkası daha getirilir. Allah’ın kendisine bol nimetler verdiği ve her çeşit maldan bolca ihsan ettiği bu adama Allah nimetlerini hatırlatır. O da bu nimetleri hatırlar ve itiraf eder. Cenâb-ı Allah: ‘Ne amel işledin?’ buyurur. Adam: ‘Senin verilmesini istediğin tüm yerlere Senin rızan için (mal) verdim yâ Rabbi’ der. Allah (cc): ‘Yalan söyledin. Bilâkis sen cömert bir kimsedir desinler diye verdin. Nitekim senin için bu da söylenmiştir’ buyurur. Sonra emir verilir, adam cehenneme atılır. Sonra Resûlullah (asm) Ebû Hüreyre’nin dizine vurup: ‘Ey Ebû Hüreyre! Bu üç kimse, Kıyamet günü, cehennemin, aleyhlerinde kabaracağı Allah’ın ilk üç mahlûkudur!’ buyurdu.2 2 Müslim, İmâret 152, (1905); Tirmizi, Zühd 48, (2383); Nesâi, Cihâd 22, (6, 23, 24). KUR’AN ÖLÜLER KİTABI MI? Kur’an’ın genellikle mezarlıklarda ölülere okunan bir kitap olarak algılanması -ki bu sünnette yeri olmayan bir algılama ve anlayıştır- onu ölüler kitabı haline getirmiştir. Bu yanlış çok yeni olmayıp yıllar öncesine dayanmaktadır. Bu durumdan şikâyetçi olan Mehmet Akif Ersoy’un şu dizelerini hatırlatmakta fayda görüyorum: İbret olmaz bize her gün okuruz ezberde Yoksa hiç mana aranmaz mı bu ayetlerde Lafz-ı muhkem yalnız anlaşılan Kur’an’ın Çünkü kaydında değil hiç birimiz mananın Ya açar nazm-ı celilin bakarız yaprağına Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına İnmemiştir hele Kur’an şunu hakkıyla bilin Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için. Kur’an’ı dinleyen hayat sahibi insanların genellikle ölüler gibi tepkisiz kalmaları bu algılamanın bir neticesi olarak çok manidar bir durumdur. Elbette bu ve benzeri anlayış ve haleti ruhiyeler ile okunan ve dinlenilen Kur’an’ın kalplerde meydana gelen hastalık ve boşluklara şifa olması beklenemez. Ümmet olarak Kur’an-ı Kerimi duvarlara asarız ancak okumayız. “Kur’an çarpsın” diye yemin ibareleri uydurup onun çarpıcı, tılsımlı ve tehlikeli bir kitap olduğu algısını oluştururuz. Yine bazılarının gözünde bu kitap sihir, büyü, kehanet yapmak için kullanılan tılsımlı bir metin veya sadece cin değmesi, sara ve sebebi bilinmeyen hastalıklarda tedavi etmeye yarayan bir şifa metni olarak algılanır. Yetişen nice hafızların sesleri ve edaları son derece güzeldir. Ancak Kur’an ahlakının onlara yansıması son derece cılızdır. Bu söz konusu okuyucular Kur’an’ı ücretle okumak için insanlarla pazarlık bile yaparlar. Yani bu şekilde onu bir ticaret metaı haline getirirler. Kuran-ı Kerimi okutmak veya onu dinlemek isteyenlerden bazıları onun mesajına kulak vermek niyetiyle değil hafızın kulağa hoş gelen güzel ve ahenkli sesinden beşeri olarak lezzet alma düşüncesiyle bu işi yapmaktadırlar. Bu amaca yönelik olarak uzak memleketlerden yüksek masraflarla okuyucu hafızlar getirilmektedir. Maalesef bazıları da bu işi insanları toplayıp kendisini veya ait olduğu cemiyeti reklam etmek veya daha fazla bağış toplayabilmek için yaparlar. Hal bu ki maksat Kur’an’ın mesajını anlayabilmektir ve bunun için nefesi güçlü okuyuculara da gerek yoktur. KUR’AN-I NASIL ANLIYORUZ? Ümmetin hadisleri anlama ve hayata tatbik etme konusunda da eksikleri vardır. Asrımızda birçok hadis sadece hastalıkları iyileştiren tılsımlı bir metin olarak algılanır ve bu niyetlerle okunur. Yine asrımızda birçok Müslüman hadislerin ibarelerini okur, ancak onunla amel etme yerine, yanlış mı doğru mu olduğunu hiç düşünmeden tabi olduğu dini önderlerin görüşleri doğrultusunda amel ederler. Yani Allah’ın Resulünün sünnetine uymak yerine bir takım insanların sünnetine uyarlar. Bu durum da sünnetin yerini uydurulan bazı bid’atlerin alması sonucunu doğurmuştur. Bu yüzden ümmetin fertlerinin hayatına sünnetin hâkim olması gerekirken daha çok bid’atler ve hurafeler hâkim olmuştur. Âlim olduklarını iddia eden bazı insanlar ilimsizce fetvalar vererek insanları hem kendilerini, hem de diğer insanları saptırmaktadırlar. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu konuya ilişkin olarak şöyle buyurur: ‘Şüphesiz Allah, ilmi insanlardan söküp almaz! Fakat âlimlerin ruhunu kabzederek ilmi kaldırır. Nihayet hiçbir âlim kalmayınca halk, cahil insanları reis edinirler! Onlara birtakım sorular sorulur da (onlar da bilgisizce cevap vererek) hem kendileri sapıklığa düşerler hem de insanları sapıklığa düşürürler!’ buyurdu.”3 HOCALARIMIZ İHLAS DERSİNDEN SINIFTA KALDILAR İlmiyle amil olamayan birtakım hocalar dinde samimi olmanın gerekliliği testinden geçememektedirler. Öyle hocalarımız var ki lojmanları caminin dibinde olmasına rağmen haftalık izinlerini kullandıkları bahanesiyle camiye gitmezler. Bazı bayan hocalarımızın tesettüründe ihtişam yoktur. Çok uzaklardan hissedilen etkileyici deodorantları ve makyajları ile caddelerde endam ederler. Bazı erkek hocalar bayanlarla tokalaşmaktan imtina etmedikleri gibi bunu caiz olarak görürler. Erkek hocalar bayan hocalara veya bayanlar erkek hocalara din eğitimi adı altında musiki dersi veya ney üfleme dersleri verirler. KARMA KOROLARLA İLAHİ OKUMAK İSLAMIN NERESİNDE Dini faaliyetler adı altında öğretilen tasavvuf musikisi bayanlar ve erkeklerden oluşan karma korolarla icra edilir. Karma yaşam alanlarında icra edilen bu faaliyetler şüphesiz ki kadın ve erkek arasındaki münasebetlerde belli bir samimiyeti oluşturabilmekte ve ardından meydana gelen dostluklar çoğunlukla kazayla sonuçlanmakta ve böylece bir taraftan bazı yuvalar yıkılırken diğer taraftan toplumun dine ve din adamına olan güveni zedelenmektedir. Bu şekilde ahiretin kaybedilmesi de en büyük tehlike olarak karşımızda durmaktadır. 3 Buhari, İlim, 34. ALLAH’TAN GAYRI İLAHLAR EDİNMİŞİZ Eksiklerimiz ve hatalarımız her alanda kendini gösteriyor. Örneğin şifayı Allah’tan değil de kabir ehlinden bekleyen insanlarımız var. Başı sıkıştığında “Yetiş Allah’ım!” diyeceği yerde “Yetiş Ey Şeyhim!” diye imdat bekleyen binlerce insanımız var. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Allah’tan gayrısından (olmak üzere) yalvardıklarınız sizler gibi kullardır. Şayet bu davranışınızda sadıksanız onlara yalvarın da size cevap versinler (bakalım).” 4 Allah’ın murakabesi unutup şeyhinin murakabesinden dolayı günah işlemekten korkanlarımız bulunmaktadır. Hal bu ki bir beşer olan şeyhler kaybı bilemedikleri gibi insanları murakabe (kontrol) altında bulundurmaları da onların gücü dâhilinde bir şey değildir. “Allah isterse olur” şeklinde getirilen deliller getirenlerin delilleri geçersizdir. Zira Allah kendine ait olan fiillere yarattığı kulları ortak etmez. Peygamberlere verilen bazı mucizeler sadece ihtiyaç halinde Allah’ın vuku buldurduğu sürekliliği olmayan bir olaydır. Allah’ın bazı salih kullarına ikram ettiği bazı kerametler de sürekliliği olmayan ve sadece Allah’ın isteğiyle olan geçici bir takım harikulade olaylardır. Allah’ın isteği üzerine kullarının elinde yaratmış olduğu bu tür olaylar asla yaratılmışlar için sürekli bir sıfat haline gelemez. Oysaki keramet ehlinden olduğunu ima edenler zındıklardır. Şüphesiz ki sadece Allah (c.c.)’a ait olan bu gibi işlerin kullarda da olabileceğini düşünmek yaratılmışları onları yaratan Allah’a ortak koşmaktır. “Allah dilerse olur” diyenlere şunu demek isterim ki; Allah hiçbir kimseyi kendisine ortak etmeyi istemez ve bundan asla razı olmaz. Eğer Allah buna izin vermiş olsaydı ona ortak koşulduğu zaman buna gazaplanmaması gerekirdi. Kulların da “Allah’ın sen kullarına bu yetkileri verdin bizde inandık, bizin suçumuz yok” deme hakları olurdu ki Allah Teâlâ böyle bir şirki düşüncenin veya inancın oluşmasına asla zemin hazırlamaz. Kalbini Allah’a bağlayacağı O’nunla bağını kuvvetlendireceği yerde rabıta adı altında şeyhi ile manevi bir bağ kurmayı ibadet sanan yüz binlerce Müslüman’la karşı karşıyayız bu gün. Şeyhinin kaybî bilgileri bildiğine inanan, onun ölümsüz olduğuna, öldükten sonra bile tasarruf sahibi olduğuna inanan binlerce müslüman var. Hayrın ve şerrin Allah’ın yanı sıra kendisinden geldiğine inanılan insanlar var. Allah ile konuştuğunu, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile sürekli görüştüğünü, yeryüzünde meydana gelen fırtınaların kendinin kızmasının bir tezahürü olduğunu iddia eden dini liderler var. Kâinatın yönetimi ellerine teslim etmiş olduğumuz yaratılmışlardan edindiğimiz sözde ölümsüz ilahlar var. İslam dünyası bu kadar büyük şirki ve küfri tezahürler daha önce hiç görmemiştir. Peki, bütün bunlara sebep olan şey nedir. Elbette birçok sebep var. Ancak bu şarlatan ve yalancı ilahların doğmaları, kendilerini ilahi bir takım sıfatlara büründürmeleri ve kendilerini bu şekilde pazarlamaları ilmin kaybolması ve cehaletin hâkim olması nedeniyledir. 4 Araf:194. Maalesef insanlar gençlik dönemlerinde dünyalık menfaatlerin ve heva ve heveslerinin peşinde koşuyorlar ve dini gerçek kaynaklarından öğrenmeye önem vermiyorlar. İlerleyen yaşlarda tevbe etmek istediklerinde kendilerini bu yalancı ilahların kucağında buluveriyorlar. Zira gerçek dini takdim edenler son derece azalmıştır. Bu inanç kurbanları öyle bir taassup içinde yetiştiriliyor ki gerçek tevhid ehlini sapık olarak niteliyor ve kendi batıllarını hak sanarak bununla övünüyorlar. İlahlık makamına konanlar elde ettikleri bu makamla dünyalık kazanımlarını en güzel şekilde elde ederken onların kandırdıkları zavallı insanlar da onların şefaati ile cennete girecekleri umuduyla onların hizmetinde olmayı yeğliyorlar. Anlayacağınız karşılıklı çıkar ilişkisine dayana bir ilişki söz konusu. Ancak bu ticaret kazançlı olmadığı gibi onların başına bela olacak bir ticarettir. TE’VİL KAPISINI TAHRİF KAPISI HALİNE GETİRDİK Asrın Müslüman’ı birçok çıkmazı barındırır inancında. Birçok insan Kur’an ve Sünnetin emrettiği inanç ve ibadete uyacak yerde Kur’an ve sünneti kendi heva ve hevesine göre te’vil eder olmuştur. Şifayı Allah’tan değil kabir ehlinden bekleyenler, eğitiminde ve sınavlarında başarılı olmayı Allah’tan değil türbelerden bekleyenler, üniversite imtihanları önce türbe kapılarının deliklerine anahtar sokanlar, balıklı gölün balıklarına kalem uzatan gençler... Ve daha niceleri… Maalesef bu tür batıl inançları İslam ile alakalı sanan birçok insan bu yanlışıyla birlikte bu dini akıl ve mantık dışı bir dogma olarak görmeye başlamışlardır. Etrafımızda Allah’tan değil O’nun kullarından imdat bekleyen, rabıtasını (bağını) Allah ile kuracağı yerde aciz yaratılanlarla kuran ve kurmuş olduğu bu bağı ibadet sanan insanlar görmekteyiz. İBADETİ UYDURDUĞUMUZ BAZI GÜNLERE HAPSETMİŞİZ Bazı Müslümanlar kulluk yapmayı sadece belli bazı gün ve gecelere hapsetmişlerdir. Bu insanlar sadece Ramazan aylarında, kadir gecelerinde camiyle tanışırlar. Birde aslı olamayan bir takım kandil geceleri5 ve anma haftaları ihdas edilmiştir ki bu gün ve gecelerin Allah’ın tayin ettiği kutsal zaman dilimleri olduğuna inanılmaya başlanmış, üstüne üslük bir takım din adamları da bu durumu yaymak için gayret etmektedirler. Bu gecelerde düzenlenen bir takım programlar kadınlı erkekli salonlarda çalgı aletleri eşliğinde söylenen bir takım ezgiler sanki bir ibadetmiş gibi sunulmaktadır. Bilinen müzisyenlerin çalması haram görülen çalgı aletlerinin hacının, hocanın veya muhafazakârların elinde bir ibadet enstrümanı haline gelebiliyor. 5 Kadire gecesi bunlardan hariçtir. İBADET VE EĞLENCE BİR ARADA Başı bağrı açık olarak şarkı söyleyen bir bayanın bu hareketi günah sayılırken aynı kıyafetler ve çalgı aletleri ile ilahi okuduğunda bu ibadet olarak algılanmaya başlanıyor. Daha önce bu bayanın seyredilmesi veya onun müzik söyleyen sesinin dinlenilmesi caiz görülmezken ilahi okuduğunda bu durum caiz olarak düşünülüyor. Maalesef kadının vücut hatlarını, endamını temaşa edip onun çekici sesinden ve endamından zevk alınmasıyla salgılanan cinsel hormonların verdiği zevk ibadet huşusundan kaynaklanan imani bir lezzet olarak düşünülüyor. Şüphesiz bu çarpık anlayış çok büyük bir yanılgının ürünüdür. Bu durumlar dini oyun ve eğlenceye almanın acı bir tezahürleridir. Allah (c.c.) şöyle buyurur: “Onlar dinlerini oyun ve eğlence edinmişler ve dünya hayatı da kendilerini aldatmıştı. İşte onlar bu günlerine kavuşacaklarını nasıl unuttular ve âyetlerimizi nasıl inkâr edip durdularsa, biz de onları bugün öyle unuturuz.”6 Dini olmayan gurupların yaptıkları müzik şölenleri ve konserleri ve bu konserlerde kadınlı erkekli dansları haram görülürken, din kisvesine bürünmüş cemaatlerin aynı türden yaptıkları şeyleri yapmak ibadet ve İslami etkinlik olarak algılanıyor. Üstelik bu programlar Allah rızası için verilmiş hayır paraları ile tertipleniyor. Allah rızası için genç kızları süsleyip onlara dans ettiriyorlar. On metreden algılanan etkili parfümler kullanan ve dar, şeffaf kıyafetleri tesettür sanan makyajlı kızlarımız gitmiş oldukları dini programların ezgileri ile ritim tutup dans etmeye başlıyorlar. Tabi ki onların dansları boşa gitmiyor. Zira ümmetin dindar erkekleri onların danslarını izliyor veya o dansa iştirak etmeyi önemli bir faaliyet olarak görüyorlar. Bütün bunları aslında Allah rızası için değil nefislerini tatmin etmek ve kâfirlere şirin görünmek için yapıyorlar. Bilgisiz ve saf insanların güzel düşüncelerle vermiş oldukları paraların böyle haram ve süfli işler için harcanmasını sorgulayan bile olmuyor. Bu gibi yanlışları sorgulayanlar için durum ve coğrafyaya göre değişiklik arz eden yaftalamalarımız ve onları sapıklık veya hainlik veya aşırılıkla itham edişlerimiz sıradan bir savunma mekanizması haline geldi. Ne gariptir ki dinde aşırı giden bu insanlar kendilerine nasihat edenleri hainlikle veya aşırılıkla itham edebiliyorlar. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) aramıza çıkıp gelse ve değiştirdiğimiz şeyleri yeniden aslına döndürmek istese işte ona ilk karşı çıkacak olanlar bu tip insanlar olacaklardır. 6 Araf:51. PEYGAMBER SEVGİSİYLE İLGİLİ İLAHİ OKUYANLAR ACABA PEYGAMBERİ SEVİYORLAR MI? Dinlerini heva ve heveslerine uyduran bu insanlar onları eleştirecek olan Peygamberimize bile karşı koyacaklar ve kesinlikle onu da değişik sapkınlıklarla yaftalayacaklar ve düşman ilan edip onu öldürmeye bile yeltenebileceklerdir. Zira peygamber öldürmekle meşhur Yahudiler hep böyle yapmışlardır. Heva heveslerine uymayan her gelişmeyi ve sahibini kökten kurutmak istemişlerdir. Bizim aramızda yaşayan aynı türden insanlardan geçmişte yaşamış ve peygamber öldürmüş insanlardan farklı bir şey yapmaları beklenemez. BATI İÇİN TEHLİKE ARZEDEN CİHADİ CEMAATLER MÜSLÜMAN DOĞU İÇİN DE TEHLİKE Mİ? Günümüzde batının düşman gördüğü her tevhidi ve cihadi cemaat doğunun İslam ülkelerinin de düşman olarak addettikleri cemaatler olarak kabul edilmiştir. Dinini, vatanını, malını, canını, ırzını korumak için harekete geçen her İslami toplum batının gözünde terörist listesine alınmıştır. Tıpkı ülkemizin işgal edildiği yıllarda Kuvay-ı Milliyeyi terörist bir örgütlenme olarak ilan ettikleri gibi. Neden onları bu şekilde yaftalıyorlar? Çünkü bu tür topluluklar batının işgal güçlerine ve onların İslam ülkeleri için tayin etmiş oldukları casus, hain ve zalim yöneticilere karşı mücadele vermektedirler. İslam ülkelerini fiziki veya kültürel olarak işgal etmiş olan bu ülkeler kendilerine karşı koyan yerli halklara karşı her alanda mücadele içinde olmuşlar ve sürekli olarak onları baskı ve zulüm altında inletmişlerdir. Onları bir sömürü aracı olarak görüp siyasi, iktisadi ve ekonomik özgürlüklerine kavuşmalarını sürekli olarak engellemişlerdir. İslam ülkelerinde İslam’a yabancı olan iktidarlar ise bu ülkelerin verdikleri siyasi ve askeri destekler ile ayakta kalabilmekte ve hep birlikte İslam vatanlarının öz evlatlarına karşı amansız ve zalimce bir mücadele sürdürmektedirler. Ülkemizde son yıllarda meydana gelen idaresel iyileşmeyle meydana gelen siyasi, ekonomik ve iktisadi gelişmelerin önüne geçmek için yapılmaya gayret edilen her türlü darbe girişimlerinin arkasında İslam düşmanı ülkeler bulunmaktadır. Maalesef bu düşmanlar kendilerine aramızdan ortaklar bulabilmektedirler. DİNİ LİDERLER DİN BARONLARI MI OLDULAR Günümüzde Müslümanlar rehberleri olan Kur’an ve Sünnetten koparılıp cemaat liderlerinin heva heveslerinden kaynaklanan batıl anlayışlara tabi olmuşlardır. Kur’anın mesajının insanlara ulaşmaması için insanların dikkatleri ve enerjileri Kur’an’ın daha güzel okunması, daha güzel yazılması, daha güzel ezberlenmesi çalışmalarına yoğunlaştırılmıştır. Elbette bu tür işlerde yapılmalıdır ancak sadece bu tür işlerle uğraşıp Kur’an’ın mesajının iyice kavranmasına yönelik çalışmaların yapılmaması ortada bu konuda planlı ve maksatlı bir siyasetin güdüldüğünü gösteriyor. Ku’ranın hadimliğini yapan bu kurumlar eskiden zoraki olarak edindirildikleri bu alışkanlıklardan bir an önce kurtulup daha iyi bir program ile hizmet vermeye devam etmelidirler. İHAHİLERLE AĞLAYAN GÖZLER SAMİMİ Mİ Güzel ilahiler eşliğinde gözyaşı dökenler bununla kendilerini aldatmış olmasınlar. Çalgılar eşliğinde söylenen ilahilerle göz yaşı döken insanlar eğer namaz kılmıyor, zekat vermiyor, sadaka vermiyor, tesettüre bürünmüyor ve Allah için cihad etmek gibi bir düşünce taşımıyorlarsa bu akan göz yaşlarının Allah korkusundan olma ihtimali yok denecek kadar azdır. KURTARICI GECELERE GÜVENEN BİR TOPLUM OLUŞTUR MUŞUZ Asrın Müslümanının dini yaşamını hayatının bütün anlarına yayması gerekmesine rağmen bunu sadece kutsal gördüğü gün ve gecelerde sünnete uygun ibadetler yanında bir takım bid’ad ve hurafelerle yapmaya çalışması manidardır. Bu söz konusu kutsal zaman dilimlerine yenileri eklenmektedir. En son ilave edilen ve maalesef artık bazı çevrelerce kutsal zannedilmeye başlanan kutlu doğum haftası ihdas edilmiş ve bu haftada Allah’ın Resulünü anma adına birçok müzikli, karma koroların ağzından sunulan ezgiler ve daha birçok hatalı ve mahzurlu işler yapılmaktadır. Peygamberimizi Müslümanlara anlatmak için illaki belli günler veya haftalar ihdas etmek gerekli değildir. Fakir cemaatten din adına toplanan paralarla varlıklı insanlara yemekler verilmekte, kandil simitleri dağıtılmakta ve güller takdim edilmektedir. Bu törenlerde israf diz boyudur. Bu törenlerde Allah’ın Resulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kadınlı erkekli salonlarda sunulan sesler, teller ve ezgilerle anılmaktadır. Dini temsile soyunmuş insanlar ellerinde gitarlar, kemanlar, klarnetler, darbukalar, orglar ve mübarek sayılan ve hocaların değişmez enstrümanı olan neyler tutuşturulmuş ve ağızlarında inancımıza ters olan ve bir takım itikadi aşırılıklar içeren sözler eşliğinde ilahi veya ezgiler söylemektedirler. Düzenlenen programların salon girişlerinde çekimli kıyafetlere bürünmüş kızlarımız erkek bayan bütün davetlileri gülücüklerle karşılıyor, onların ellerine gül suyu döküyor, güller takdim ediyor ve çikolata ikramı yapıyorlar. Davetliler solanlarda karışık düzen oturuyorlar. Salonda sunulan çalgılı ilahi ve ezgilerle ritim tutuyorlar. Acaba Allah (Celle Celaluhu) bu yapılanlardan razı ve hoşnut mudur? O’nun Rasulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu yapılanlardan razı ve hoşnut mudur? Allah’ın Resulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i anmak ve onu Müslümanlara anlatmak için bu tür israflara ve mahzurlu işlere gerek var mıdır? Yıllardan beri yapılan bu etkinlikler ne kadar fayda sağlamıştır? Bu uyarıları yapanları aşırılıkla suçlayan popüler anlayış acaba kendisinin dini kuralları zorladığını düşünmeyi hiç denemeyecek mi? Müslümanların dinine yeni bir kutsal katmanın vebalini kim üslenecektir? Daha şimdiden “Mübarek kutlu doğum haftanızı kutlar sizler ve İslam âlemi için hayırlara vesile kılmasını dileriz” mesajları almaya başladık. Yani insanlar bu haftayı artık Allah’ın veya Resulünün kutsal olarak tanımladığı bir hafta olarak algılamaya başladı bile. Bu yapılan Allah’ın dinine yeni kutsallar katmak değil midir? İslam’ın gelişinden 600 yıl sonra kutlanmaya başlanan kandil gecelerinin Kur’an ve sünnetten ve sahabe söz ve fillerinden bir dayanağı var mıdır? Bu geceler ibadetlerin daha sevaplı görüldüğü kutsal zaman dilimleri olarak görülmeye nasıl başlandı? Hâlbuki dinimizin nass ile sabit gördüğü tek gece kadir gecesi değil midir? Mademki kadir gecesi hariç diğer geceler ve bu gecelerde yapılanlar dinimizde vardı neden Allah ve O’nun Resulü bunu bize bildirmedi? Bu din tamamlanmış ve en güzel şekliyle Allah’ın resulü tarafından bize gösterilmemiş miydi? Allah emretmediği, O’nun Resulünün tavsiye etmediği bir şeyi Müslümanlar hangi izin ve cüretle yapar olmuşlardır? Allah’ın resulü bize göstermediği bir uygulamanın ret edileceğini bize haber verdiği halde hangi izan ve insafla bizler bunu yaptık? "Kim bizim emrimize (şer'î hükümlerimize ve tatbiklerimize) dayalı olmayan bir iş yaparsa, o ret olunur."7 diyen bir Peygamberin ümmeti değil miyiz biz? Peygamberimizi anmak için düzenlenen israf ve ifrat dolu programlar yerine belli biz zamana bağlı kalmadan daha nezih ortamlarda, daha faydalı bir içeriklere sahip daha fazla sayıda programlar yapılamaz mıydı? Bu tür programların her yıl belirlenmiş zaman dilimlerinde gerçekleştirilmesi yeni bidatlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamış olmuyor mu? Yüzyıllar öncesinde aynı gerekçelerle tertip edilen anma programları bu gün Müslümanların inancında kutsal kandil geceleri olarak geçmemiş midir? Âlimlerin bu durumun böyle olduğunu bilmelerine rağmen popüler anlayışla ters düşmemek adına bu gecelerle ilgili gerçek bilgileri vermekten çekindiğini bilmiyor değiliz. Yani toplumsal tepkiler yüzünden kendi elimizle oluşturduğumuz yeni kutsalların gerçek kimliklerini açıklamaktan korkar durumdayız. Bu geceler zaten zarf düşkünü hocaların işine geliyor. Öyle cami görevlileri var ki düğünden düğüne koşmakta ve gittiği düğünlerde okuduğu Kur’anı para karşılığı satmaktalar. Kur’anı okumak için utanmadan pazarlıklar yapmaktadırlar. Bu insanlar din tüccarları haline gelmişlerdir. Bu programlara katılmak için görevini aksatanlar ve rapor alarak görevine gelmeyenler mevcuttur. Böyle bir dönme dolabı durdurmak kimsenin devletin öncelikli sorumluluğudur. Dini ve dini duyguları kişisel çıkarlar için kullanmak suçtur. Bu yapılanların haram olduğu gayet açıktır. Sorumluluğu olan kişilerin artık bu yanlış gidişata dur deme zamanı gelmiştir. 7 Müslim. ASRIN DÜŞMAN PROJESİ İSLAMİZASYON VE KURBANLARI İslam toplumu birçok alanda değişik bozulmalar yaşamaktadır. Örneğin tesettür konusunda kabul edilemez bozulmalar meydana gelmiştir. Her alanda gerçekleştirilen islamizasyon çalışmaları gerçek dini hayat ve anlayışı tehdit etmektedir. Bacaklarında daracık bir kot pantolon ve başı açık bir bayan sadece başına biz bez sarmakla samimi Müslüman kimliğine büründüğü düşüncesi ne kadar gerçek dışı ve ne kadar saçmaysa; şarkı söyleyen açık kızlara başörtüsü takmakla onların yaptığı bu işlere İslam kılıfı geçirmek o kadar saçmadır. Maalesef önce tasavvuf musikisi adıyla revaç bulan çalgılı namelerin günümüzde her türlü enstrümanın kullanıldığı orkestralarla sunulmasına göz yumulmuş hatta bunun caiz olduğu dini otoritelerce dillendirilmiştir. İslam fıkhını güncelleme adı altında fıkhi cinayetler işlenmektedir. Bu söz konusu ezgiler bay ve bayanlardan oluşan karma korolarla bile icra edilmekten çekinilmemiş ve İslami hassasiyetler yerle bir edilmiştir. Diğer taraftan yüksek perdelerden dini temsil eden kişilerin bu tür konserlere organizatör sıfatıyla veya seyirci olarak katılmaları bu tür mahzurlu olaylara lisanı hal ile fetva vermeleri anlamına gelmektedir. Halkımız bu tür organizasyonların dini temsil yetisi olan insanlar tarafından düzenlenmesini cevaz yönünde bir fetva olarak algılıyor. Daha önceden haram olarak esas kaynaklarda yerini alan bu tür meselelerde sadece şarkıcının başına takılan bir başörtüsü ile olayı İslamileştirme eğiliminde olmak sadece bir aldanıştır ve aldatmacadır. Konserlere batılı tarzda kıyafeti ile gidip dans eden bayanların yanı sıra başörtüleri ile oralara gidip sevgililerin omuzlarına oturup dans eden dindar görünümlü sözde tsettürlü bayanların varlığı sadece fiziki olarak olayları İslamileştirme siyasetinin bir eseridir. Batılı popüler kültürün bir eseri olan bazı uygulamaların ve gelenek ve göreneklerin başına “İslami müzik v.s.” ibarelerinin konulması ve ardından olay üzerinde birkaç rötuş yapılmasıyla bu mahzurlu meselelerin İslami olacağına inanılması Müslüman’ın şahsiyeti ve özgün İslam kimliği açısından büyük bir hezimetin, çarpıklığın ve ezikliğin görüntüsüdür. Bence tesettürsüz bir kıyafetle konserlerde dans eden bayanlar sözde tesettürü ile erkeklerin tepelerine çıkıp dans eden bayanlardan daha tutarlı ve kişilikli bir görüntü sergiliyorlar. Bu tür olaylar başını örterek bu tür yerlere giden kızların içinde bulundukları kişilik buhranının hangi boyutlara vardığını gösteriyor. Bu durum izlenen “Görüntü İslam’ı” siyasetinin ve din ve dünyanın bir birinden tamamen ayrıldığı dinsiz dünya veya dünyasız din anlayışının acı semeresidir. Önceleri tasavvuf musikisi adıyla başlayan ve Allah’a kullukta ve özellikle zikirlerde müzik aletlerinin kullanılması caiz değildir. Bu uygulamanın dinimizde yeri yoktur. Bu tür ritüellere bezenmiş çalgılı uygulamalardan oluşan din anlayışı bu günlerde yeni bir isme kavuşuyor. Oda; “dini müzik”, “camiimüziği” isimleridir. “Camiimüziği” adı altında korolar kurulmuş ve faaliyetlerini reklam ettikleri internet siteleri bile yapılmıştır. Camii hocaları ve diğer din görevlileri bu etkinliklerde yerlerini almışlar ve onların düzenlemiş oldukları çalgılı karma korolar din adına sunumlarına başlamıştır. Onların bu davranışlarını eleştirdiğinizde sizi bağnaz olmakla, dini anlamamakla ve emeğe saygılı olmamakla suçluyorlar. Açık saçık veya modern tesettür anlayışına uygun tarzlarda giyinmiş bayanlar ön sırada, arka sırada dini temsile soyunmuş sözüm ona hocalar ilahiler söylüyorlar ve maalesef yüksek perdelerden dini temsil eden kişiler de bu manzarayı alkışlamak suretiyle onları takdir ve tasdik ediyor ve o yapılan menhiyata alkış fetvası yağdırıyorlar. Bizler biliyoruz ki Yahudi ve Hıristiyanların ibadethanelerinde namazla Allah zikredilirken şimdilerde çalgılı veya çalgısız ilahi korolarıyla zikrediliyor. Ancak Müslümanlar onlardan daha ileri giderek her türlü enstrümanın kullanıldığı ilahilerle Allah’ın zikrini yerine getirmeye başladılar ve şimdi de camilerde bu şekilde Allah’ı zikretmeye doğru yol alıyorlar. Şüphesiz bu tür müziksel çalışmalarının adını “camiimüziği” olarak değiştirme bir algı operasyonuyla bilinçaltına bu işin esasen camilerde yapılmasının uygun olacağı düşüncesini yerleştirmektir. Bazı cemaatin müslüman kızlarımıza şarkılar eşliğinde dans ettirmesi İslami bir hareket görülüyor. Aynı hastalığı bazı yarı resmi dini kurumlar da göstermeye başladılar. Herkes benim yaptığım mübarek ve kutsaldır gözüyle olaya bakıyor. Dünyanın lezzetlerine ahretini satmış binlerce insan yanlış fetva ve sapkın görüşleri ile islamizasyon oyununun gönüllü aktörleri durumuna gelmişlerdir. FITRATI BOZULMAMIŞ VİCDANLARA SESLENİŞ Ben bu kişilerin vicdanına seslenmek istiyorum: Bu yaptıklarınızı Yüce Allah görüyor. Acaba sizler bu yaptıklarınızı Yüce Allah’a güzel bir amel olarak takdim edebileceğinizi düşünebiliyor musunuz? Allah (c.c.) bu yaptıklarınızdan razı olacak mıdır? Bu tür programlarınıza Allah’ın Resulünü de davet edebilir miydiniz? Gerçi bunu da yaptınız. Peygamberimizin arenada dans ettirdiğiniz kızları izlemeye geldiğini iddia edecek kadar ileri gittiniz. Onun ruhunu kendi kamyonunuza bindirerek millete mesaj verdiniz. Peygamberin kâfirlerin İslam âlemini yıkmak için kurdukları internet sitelerine üye olup mesajları ikiye katlamanızı emrettiğini bile iddia edecek kadar ileri gidenleriniz oldu. Peygamberimizin iffetine dil uzatacak kadar pervazsızlaşarak aptallaştınız. Bu tür toplantılarda güzel hanımların endamlarını seyretmek gerçekten imanınızı artırıyor mu? Yoksa nefsinizin ve şehvetinizin okşanmasını imanınızın artışı olarak anlayacak kadar gaflet ve dalalet içinde misiniz? Acaba dans eden bu kızları İslami faaliyet adına seyri endam ederken abdestlerinizi muhafaza edebiliyor musunuz? Neden size bu yanlışlarınızı hatırlatanları çeşitli İslam dışı yaftalamalara maruz bırakarak sizin hayrınızı isteyenleri düşman görüyorsunuz? Evet, bu tavizleri din olarak algılayanlara yeniden seslenmek istiyorum: Gittiğiniz yol her yönüyle bir aldanıştır. Elbette çok güzel amelleriniz de olabilir. Elbette sizler de tabanınız itibariyle Allah rızası için hareket etmek istiyor olabilirsiniz. Birçoğunuz Allah’ın azabından korkuyor ve onun rızasıyla cennetine girmeyi arzuluyordur. Bundan hiç şüphem yok. Ama bir düşünün bu yolu izleyerek hedeflerinize kavuşmanız mümkün mü? Allah’ın kitabı ve Resulünün sünnetiyle belirlenmiş İslam ile sizin anlayıp yaşamaya çalıştığınız İslam birbiriyle ne kadar uyuşuyor? Kardeşlerim “Bu akl-u fikrile Mevla bulunmaz” kurtuluş sünnetin hâkim olduğu, asr-ı saadette hâkim olan Müslüman kişiliğini yakalayabilmekte ve asrısaadetin hâkim olduğu İslam toplumunu yeniden inşa edebilmektedir. İtaatkâr ve itirazı olmayan vatandaş profiline hizmet etmesi için maalesef dinin ahlak kısmı kullanılırken muamelat kısmı toplumdan esirgenmiştir. Bütün Müslümanlar bilmelidirler ki İslam’ın Müslümanlardan istediği gerçek kulluk tatbik edilenden daha farklıdır. Her Müslüman gerçek İslam’ı asrısaadete bakarak öğrenmeli ve o İslam’ı yaşamaya gayret etmelidir. Abdullah Mollaoğlu [email protected] 16.05.2014