Ehlisünnet-Şia Kavramı

advertisement
Rıza Heybetoğlu
Ehlisünnet-Şia Kavramı
Ülkemiz aydınının az bildiği bir kavram olan ehlisünnet kavramı,
genelde peygambere uyanlar, onun hal, tavır ve sözlerini
hayatına rehber edinenler şeklinde anlaşılır. Yani Sünniler,
peygamberin sünnetine uyanlar anlamı taşır çoğunluğun
zihninde.
Peki, Sünni olmayanlar peygambere ve onun sünnetine
uymuyorlar mı? Yani Sünni olmayan Şia veya Aleviler sünneti
inkâr mı ediyorlar?
Öncelikle bilinmelidir ki İslam öncesi Araplarının Araplık şuuru
yoktu. Bireyin aidiyeti ulusuna değil kabilesine idi. Arapların
kabile asabiyesi (biz olma duygusu) anlaşılamadan İslam
tarihine bakıldığında ne İslam, ne de yaşanan hiçbir tarihi olay
anlaşılamaz. Bir kitabın konusu olabilecek bu girift mevzua
girecek değiliz. Ancak bu günlerde üzerinde çok fazla konuşulan
Ehlisünnet-Şia kavramın nerden çıktığını anlatmakta yarar var.
Halife Ömer, kendisinden sonra istikrarın sağlana bilmesi için
altı kişilik bir şûranın halifenin kim olacağına karar vermesini
vasiyet eder. Bu altı kişi, Ali, Osman, Talha, Zübeyr, Saad b.
Vakkas ve Abdurrahman b. Avf idi. Oğluna şöyle der;“bu altı
kişiyi bir odaya koy. Aralarından birini halife seçmeleri
konusunda uyar. Sen de kılıç elinde kapıda bekle. Eğer bir isim
üzerinde anlaşarak çıkarlarsa o kişiye biat et. Yok, anlaşamadan
çıkarlarsa hepsini öldür.” Bu isimlere dikkat edilecek olursa o
dönemde insanların aidiyet duygusuyla bağlı oldukları kişilerdir.
Şûra toplanır, ancak Talha ve Zübeyir gelemez. Abdurrahman b.
Avf önce Ali’ye sorar;” Allah’a Resulüne ve imameyn’in sünnetine
uyacağına söz ver sana biat edeyim. İmameyn’den kasıt ilk iki
halife olan Ebubekir ve Ömer’dir. Ali, “Allah’a ve Resulüne
uyarım ama imameyn’in sünnetine uymak konusunda söz
vermem” der. Abdurrahman b. Avf, Osman’a dönerek aynı
soruyu sorar ve Osman kabul eder. Ali orayı terk eder. Şûra’dan
anlaşmadan ayrılırlar. Tabi kapıdakiler çıkanları öldüremez.
Sonrasında Ali ve Aliye bağlı olanlara Ali Şia’sı (Ali taraftarı),
Ebubekir ve Ömer’in sünnetine uyanlara ise Ehlisünnet dendi.
Ancak Ali yanlıları da en az diğerleri kadar peygamber sünnetine
bağlıydılar. Buradaki sünnetten kasıt peygamberin değil ilk iki
halifenin sünnetidir.
Sonraki yıllar karanlık yıllardır. Kan, işkence, zulüm kol gezer.
Peygamberin oğulcuğum dediği Hüseyin katledilir. Çocukları
esir edilir. Kız kardeşi Zeynep Şam’da köle pazarında satılmak
istenir. Ali soyu için acıklı yıllardır.
İşte tüm bu olaylar üzerinde ehlisünnet konuşmaz. “O insanlar
sahabe idi, ihtilaflı olan iki grup da haklıdır, haklı olanlar iki
sevap, haksız olanlar ise bir sevap aldı”, derler. Ali yanlıları ise,
“Hüseyin katledilirken ve Zeynep köle pazarında satılırken sessiz
http://www.mgkmedya.com
kalan ulemanın hiçbir sözüne güvenmeyiz” derler.
Devam ede gelen yıllarda ehlisünnet adeta İslam toplumlarının
sağ’ı, Aliciler ise sol’u olmuşlardır. Yani ehlisünnet İslam
toplumlarında orta yolun adıdır. Alicilik ise muhalefetin
sığınağıdır. Bu gün ehlisünnet diye bilinen birçok isim aslında
ehlisünnet değildir o dönemde. Mesela en bilineni Ebuhanife
yaşadığı dönemde ehlisünnet değildir ama nedense yüzde
yirmisi bile Ebu Hanife’ye ait olmayan görüşler Hanefilik
mezhebini oluşturmuş ve Ebu Hanife bu mezhebin imamı
oluvermiştir…
İktidar, varlığının teminatı olacak hadisleri uydurur. Peygamberi
gören herkes “gökteki yıldızlar” gibi telakki edilir. Kurandaki
yüzlerce münafıklardan bahseden ayet bir günah keçisine
atfedilir. İbn-i Selûl ve arkadaşları. Peki, kimlerdir bu arkadaşlar?
Ehlisünnet gene susar. Sanki onca ayet tek kişi için gelmiş gibi.
Muaviye, hazret olur, Mekke fethinden sonra Müslüman
olmasına rağmen vahiy kâtibi yapılır, çocuklara “Bayezit” (yani,
yezidin babası- Muaviye) adı verilir, oğlu Yezit emir el müminin
olur…
Şia ise merkezi otoriteden uzak yerlere gitmek zorunda kalırlar.
Genelde Horasan bölgesine ki, o bölge yeni fethedilmiş
yerlerdir. Şam’ın gadrinden uzakta biraz daha rahat yaşamak
isterler. Ancak çöldeki bedevilere yenilmeyi sindiremeyen Pers
entelijansiyası’nın kucağına düştüklerinden habersizdirler. Pers
entelektüelleri ehlibeytin bu haklı davası ve mazlum kaderi
üzerine çöreklenir ve Alicileri biler… Alicilik adı altında Yeni
oluşan Arap medeniyetiyle örtülü bir savaşa girişirler.
Ehlisünnet İslam’ın ilk dönemlerindeki zulümlerin üzerine
sünger çekmekten vazgeçmelidir. Peygamber ailesine yapılanlar
zulümdür ve bu zulmü yapanlar bırakın Sahabe olmayı insan
dahi olamazlar. Şiiler ise Ali ve ailesine yapılanları kamuflaj
olarak kullanan kadim Pers derin aklının tortularını ehlibeyt
yolunun ışığından ayıklamalıdırlar. Aksi takdirde fitne sürekli
pusuda bekleyen bir düşman gibi zayıf anlarımızı kollayacak ve
fırsatını bulduğunda kan akıtacaktır.
Anadolu’nun hikmeti bu konuda rehber olabilir “çağdaş aydın”a.
Sadece bakmaları yeterlidir. Tabi, anlamadıkları batı
kavramlarını devşirmekten veya rüyalar, menkıbeler ve ön
kabullerle ilahi bilgiye sahip olduğuna inanılan cühelanın eteğini
öpmekten vazgeçe bilirlerse. Anadolu İslam anlayışının temelini
teşkil eden Fütüvvet ehlinin, sonraki dönemlerde Bektaşilerin
anladığı İslam, ne Şia, ne de Ehlisünnet değildir. Her ikisindeki
aşırılıkların törpülendiği, ilhamını hakikat ışığından alan bir Tanrı
tasavvuru ve o tasavvurun şekil verdiği dünya görüşü bin yıl bu
toprağın insanına erdem ve irfan sunmuştur… Ancak maalesef
ki günümüzde gerçek Bektaşilik ve Ehlibeyt yolunu anlatacak
Perşembe, Ocak 3, 2013 - Sayfa 1 / 2
Rıza Heybetoğlu
Ehlisünnet-Şia Kavramı
insanlar kalmadı. Bu yüzden “Fütüvvetname”lerin tozlu sayfaları
arasında birkaç on yıl boğuşmak gerekiyor. Sünnilik veya Şiilik
Anadolu insanına yabancı kavramlardır. Osmanlının ulemasını
anlayamayan Anadolu insanı Necef veya Kum ulemasının
öğretilerini de sindirememiştir. Ne Muaviye’ye Sahabe, Yezide
Emir-el müminin diyen yarımada bedevileri, nede Ömer’e lanet
okuyarak ibadet ettiklerini sanan İran mollaları reçete
sunamazlar ortadünya’nın kronik hastalıklarına. Anadolu’ya
dönmek zorundalar. Yunus’u, Hacı Bektaş’ı anlamak zorundalar.
Fütüvvet ehlini, ahileri tanımak zorundalar. Onları bu günkü
kısır fikirlerine şahit göstermekten vazgeçip, hikmetine ve
irfanına talip olmalılar. Bu günün insanına reçete olacak iktisadi,
siyasi ve ahlaki kavramların o bakılmayan tozlu raflarda olduğu
bir sır değildir artık.
http://www.mgkmedya.com
Perşembe, Ocak 3, 2013 - Sayfa 2 / 2
Download