İnsan`a Kalan - Bilkent University

advertisement
İnsan’a Kalan Dünya padişahın, kayserin, hakanın olsun; Cehennem kötünün, cennet iyinin olsun; Tesbih meleklerin olsun, temizlik Rızvan'ın: Sevgili bizim olsun, canı canımız olsun. Rubailer; insanoğlunun hala anlayamadığı hayatı yaşayan dört satır. Doğan, büyüyen ama ölmekten hiç korkmayan o dörtlükler. Bir insanın hayatını nasıl değerli kılacağı her sayfada çarpıyor yüzüne. Bazen bitmez bu dünyanın tasası diyor; bazen de burada cenneti yaşıyor Hayyam. Peki ya biz? Şu dünyada hem cenneti hem cehennemi yaşayabilecek kadar cesur muyuz? Hem güncel olaylara tepki gösterip, hem keyfini sürüyor muyuz şu dünyanın? Hayır… Kimimizi her şeyin çok farkında olmanın mutsuzluğu sarmış, kimimiz de dünyanın güzelliğine öyle kaptırmışız ki kendimizi; nerdeyse, nasıl yaşadığımızın farkında değil… 68’ kuşağı mesela! Öylesine kapılmış ki bu ülkenin mazisine, gelecekten umutsuz. Geleceği gençlere bırakmayı seçmiş; “Bizim mazimiz bize yeter, fazlası ziyan” demiş. Milenyum kuşağı ya da. Tek bildiği yeni nesil cep telefonları, video oyunları, alışveriş merkezleri... Çoğu mahallede top oynamak ne demek bilmiyor bile. Bir tarafta çocukluğu adam olmak ile geçmiş bir nesil, diğer tarafta gününü gün eden, tek endişesi oynadığı oyunun bir sonraki bölümüne geçmek olan öteki nesil. Bütün buradaki problem ne mi ? Bu iki kuşağı birleştirmektense, ötekileştirmeyi seçmemiz. O neslin bilgisayarlarına gömüldüğü yaşlarda diğerlerinin nasıl dar ağacına gittiğini gösterememek onlara. Tarihi öngörebilecek insanları anlamak bu birleşmeyi tamamlamanın ilk adımı bana göre. Kuşakları birleştirebilmek için Mustafa Kemal olmak lazım, Mahatma Gandhi olmak lazım, Mevlana olmak lazım, belki en çokta Ömer Hayyam olmak lazım. Bütün bu kargaşanın ortasında dört satırlık bir rubai olmak lazım. O insanlar kendilerinin başardığı şeyi bütün insanlığın başarabileceğine inanmışlardı. Biz niye inanmayalım ki buna? İnsan olmayı anlamak bu kadar kolayken, neden reddediyoruz sürekli? Ha girmişsin kiliseye, ha çıkmışsın camiden. Ha yeşilini sevdin dünyanın, ha mavisini. Ha gözün mavi, ha kahverengi... Yıllar boyunca tek sorguladığımız bu oldu. Oysa sorgulama yetisi, insanı insan yapan şey değil mi? Bu yeti insanlık için tarih boyunca bir kurtuluş oldu. Fakat aynı zamanda diktatörlerin, makam, mevki sahiplerinin de sonuydu. Onlar bize doğduğumuz günden itibaren sorgulamamayı öğrettiler. Fakat biz buna karşı gelmeyi hiç öğrenemedik; zamanla ayrıldık birbirimizden. Bazımız hindi yedi, bazımız kurban kesti. Bazımız dizlerinin üzerine çöktü, bazımız secdeye vardı. Aynı soydan geldiğimiz insanlarla aramıza sınırlar koyduk. Birimiz ‘’benim bayrağım mavi’’ dedi, diğeri ‘’kırmızı’’. Bunların bir sonucu olarak, birileri sürekli bölüp yönetmeyi başardı bizi. Biz bütün bunları görebilecek bir nesiliz! Tek ihtiyacımız ise, biraz inanç. Biz inanırsak sorgulamayı, anlamayı, öğrenmeyi ve en önemlisi de sevmeyi başarabiliriz. Ömer Hayyam gibi sitem edip bütün bu dünyanın düzenine, kendimiz yazabiliriz geleceğimizi. Ama baştan farkında olmamız şart. Atatürk’ ün de bize anlatmaya çalıştığı gibi; ‘’ İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır.’’ Fakat unutmamalıyız ki; bu ahval ve şerait içinde dahi vazifemiz bize emanet edilmiş olan bu geleceği kurtarmaktır. Biz her şeyin farkında olan, sorgulayan ve sevmeyi bilen bir nesil olduğumuz sürece tek belirleyebileceğimiz kişisel geleceğimiz veya ülkemizin geleceği değil. Biz gençler inanırsak, biz gençler seversek, biz bütün bir insanlığın geleceğini değiştirebiliriz. Kendinizden hala şüphe duyuyorsanız, okuyun! Hayyam’ın Rubaileri’ni, Mustafa Kemal’in Söylevi’ni okuyun! Tarihe yön vermiş, geleceği görebilmiş insanları okuyun! Geçmişinizi öğrenin! Her şeyden de önemlisi, sorgulayın! Bunu insanlık boyunca yaşamış bütün insanlara, kendimize, hatta en çok da ‘’geleceğimize’’ borçluyuz. 
Download