islam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy.14, 2009, s. 97-110. 18. VE 19. YÜZVILLARDA icTiHAD VE TAKLiD* IDJTIHAD AND TAQLiD IN 181H AND 191H CENTURY ISLAM Rudolph PETERS Çev. Dr. Özgür KAVAK** 19. yüzyılın sonlarına doğru vücut bulduğu şeldiyle İslam reformizmi, İslam dünyasında artan batı etkisinin meydan okumasına bir cevap teş­ ldl etmekteydi. Mamafıh, bu reformizmin kendisini ifade etme şekli büyük ölçüde gelenek tarafından belirleniyordu. Özellilde, bununlar ilgili olan bütün mevzular, İslam mirasının şiddetli tartışmalara konu olmuş bir kısmı ve parçasıydı. Bu meselelerden biri ve aynı zamanda günümüz reformizminin de can alıcı meselelerinden birisi, ictihad-taldid tartışmasıdır.' Reformcular, Kur'an ve sünneti dört mezheb falahierinin yaygın[lık kazanmış] görüşlerin­ den bağımsız olaral< yorumlama haldarının olduğunu iddia ettiler. Onların bu iddialarına, uzun süredir hiç ldmsenin kaynaldan kendi başına yorumlayacak bir niteliğe sahip olmadığı ve bütün müslümanların artık mezhep alimlerinin hükümlerine riayet etmek zorunda olduğu görüşünü benimseyen mezheb mukallidleri tarafından karşı çıkıldı. Bu tartışma yeni [ortaya çıkmış] değildir. İslam tarihi boyunca taklidin bir zorunluluk olduğu yönündeld yaygın kanaate karşı çıkan alimler var olagelmişlerdi. Genelde onlar İslam'ın fundamantalist geleneğine men* 10. Congres de !'Union Europeenne des Arabisants et Islamisants (Edinburgh, September 1980)'da tebliğ olarak sunulmuştur. [Çeviriye esas olarak, Die IYelt des Islam, adlı dergide "Idjtilıad and Taqlid in JSıh and J9ıh Century Islam" (XX/3-4,1980, s. 131-145) adıyla yayımlanan metin alınmıştır. Metin içindeki mütercim müdahaleleri köşeli parantez içerisinde yahut (çev.) notuyla belirtilmiştir. Kaynak bilgilerde Arapça isiınierin okunuşu dışındaki bilgiler aynen aktanlmıştır]. ** İslam Hukuku. Bu tartışma günümüzde de devam etmektedir. Son zamanlarda yapılmış bir çalışma için bkz. S. Wild, "Muslim und Madhab. Ein Brief von Toki o nach Mekka und seine Folgen in Damaskus", Die islamisclıe Welt zwisclıen Mittelalter und Neuzeit. Festsclırififiir H R. Roemer zum 65. Gebw1stagiçinde. (Beyrut 1979), s. 674--89. 1 98 Rudolph PETERS- Çev. Dr. Özgür KAVAK suptular. Burada ictihad kavramının yapısal olarak fundamantalizmle iliş­ kilendirilmesi tesadüfi değildir. John Voll, fundamantalizm terimini, İslam düşüncesindeld, Tanrı'nın içkinliğine karşılık aşkınlığını, ayrılığa karşılık koyan eğilimler için kullanmal<tadır. 2 Bana göre [bunlara] bir diğer özellik daha eklenmelidir: Bütün inananların zaruri eşitliğine olan vurgu. birliği ve açıldık karşısına sıhhati İctihad ve sıhhat arasınciald bağlantı oldukça açıl<tır. Fundamanta- listlere göre ictihad, Allah'ın emirlerini, Peygamberine vahyettiği şeldiyle, yani mümkün olduğunca kesin bir biçimde belirleyebilmek için İslam'ın kaynaldarına doğrudan müracaat etme anlamına gelmel<tedir. Bir mezhebin görüşüne zorunlu bağlılık, hata yapmalda malul olan insan muhal<emesini temel kabul etmel<tedir. Bundan dolayı bu durum, sahih hükümleri, yani sadece Peygamberden alınabilir [özellil<teld] bilgiyi arayan mü'min için bir engel teşldl eder. Dahası bu mezhepler, İslam'ın üçüncü yüzyılına kadar teşekkül etmemişlerdi ve bu sebepten ötürü ashab ve tabiin dönemlerine ait saf İslam'ın bir bölümünü oluşturmamal<tadırlar. Ayrıca bu mezhebler, Müslümanları farldı görüşlere tabi olmak zorunda bırakmak suretiyle, bizzat onlar arasınciald ayrılık sebeplerinden biri olmuşlardır. Son kertede, fundamantalistlerin Allah'ın aşlonlığı ve ictihad üzerindelci vurguları daha bir karmaşıl<tır. Aşlonlık, buradald bağlamında Allah'ın tamamıyla yarattıldarından ayrı ve bağımsız olması anlamına gelmektedir. İnsanoğlu Allah'ın emirlerini ancak O'nun peygamberlere olan vahyi vası­ tasıyla bilebilir. Bu sebeple peygamberlik, yaratıcı ve yarattıldarı arasınciald yegane iletişim yoludur. Bir müslüman, yalnızca [Hz.] Muhammed'e itaat edip ona tabi olmal< suretiyle doğru bir mü'min olabilir. Fundamantlistler, Allah ile insanlık arasınciald bu ayrı oluş anlayışına uygun olarak peygamberlerden başka hiçbir kimsenin, tasavvufi ilham yoluyla dahi olsa, Allah ile iletişim kurmasının mümkün olmadığını ileri sürerler. Sonuç olarak onlar, mezheb kurucularının birer ermiş olaral< ilahi bilgiden doğrudan faydalanclıldan ve bu sebeple yanılmaz (ma'sum) olduldarı yönündeld görüşü -ld mesela ı6. yüzyıl alimi Şa'rani'nin çalışmalarında bu anlayış belirgindir3- kati bir şekilde reddetmel<tedirler. Halbuld bu durum taldid taraftariarına göre, kendilerinin konumlarının en önemli gerekçelerinden biridir. Bu son nol<ta, aynı şeldlde fundamantalistlerin bütün inananların zorunlu eşitliğine olan vurgularıyla da çok yalandan ilişkilidir. Onların kabul ettiği tek [İnananlar arası] üstünlük şeldi tal<Va ve ilim gibi ldşinin şahsi çabasıyla elde edebileceği nitelildere dayalı olan üstünlül<tür. Bu sebeple, en radikal fundamantalistler, her Müslümanın dil<katli ve devamlı bir çalışma ile müctehid[lik] derecesini elde edebileceğini iddia ederler. John Voll, "The Sudanese Mahdi, frontier fundamentalist'', /JMES 10 (1979), s. 147-8. 3 Abdu1vehhab eş-Şa'rani, el-Miztin (Kabire, Matbaatu'l-Ezher, 1351/1932), c. I, s. 40. 1 1 18. ve 19. Yüzyıllarda ictihad ve Taklid 99 Bu tebliğde, ı8. ve ıg. yüzyıllarda yaşamış dört fundamantalist müellifin ictihad vetaldide ilişkin·görüşlerini tahlil edeceğim. 4 Bunlar Hindistanlı meşhur alim Şah Veliyyullah ed-Dihlevi (1703-1762) 5; Vehha.bi alim ve kadı Hamd b. Nasır b. Muanımer (v. ı8ıo) 6 -ki Muhanımed b. Abdulvehhab'ın öğrencisi ve ilk Suudi devletinin sadık bir hizmetkarıdır ve bu sebeple bu hareketin kurucusu tarafından kaleme alınmış konuyla ilgili önemli sayıla­ bilecek herhangi bir çalışmanın olıııayışı sebebiyle7 Vehhabi düşüncesinin temsilcisi olaral< değerlendirilebilir-; Yemenli alim Muhmmed b. Ali eş-Şev- Bu çalışmada Sudanlı [alim] Mehdi'nin ictihad vetaklide ilişkin fikirlerine temas etmeyeceğim. Her ne kadar bu fikirler geniş fundamantalist çerçeveyle örtüşüyor olsa da, kurulu doktrinden radikal bir biçimde aynlmaktadır. Mehdi taklidi reddetmiş ve mezhepleri geçersiz addetmiştir. Tıpkı diğer fundamantalistler gibi o da, kendi hükümlerini özellikle Kur'an ve sünnete dayandırmak istemiştir. Peygamber Muhammed'le doğrudan ilişki içinde alına iddiasına rağmen, onun ictihad anlayışı yerleşik anlayıştan farklıdır. Ona göre, kendisinin hükümleri doğrudan şeriatın kaynağı [Hz.] Peygamberden elde edilıniştir ve bu sebeple normal ictihadla elde edilmiş hükümlerden üstündür. Nihayette o, muanzlannın ictihad etmek için yeterli niteliklere sahip olmadığı yönündeki argümanlarını, bizzat peygamberin kendisiyle irtibata geçtiğini ileri sürerek reddetmekteydi. krş. elHasan b. Sa'd el-Abbiidi, el-Envdııı's-seniyye li-zalemi'l-miinldrin ala'l-hazreti'l-mehdiyye (Omdurman, 1305 [1888]), s. 230-4 L Şah Veliyyullah hakkında genel bilgi için bkz. Saiyid Athar Abbas Rizvi, Slıalı Wali-Allah and His Times (Canberra, Ma'ri«t Publishing House, 1980). Onun konuyla ilgili iki çalışması vardır: 'Ikdu'l-cidfi ahkdmi'lictilıad ve ~-tak/id (Kahire, el-Mektebetü's-Selefiyye, 1398 [1978], 56 sayfa) (bundan sonraki atıfiarda: Şah Veliyyullah-Ikd ve el-İnsaffi beyrini sebebi '1-ilıtilaffi '1-alıkdmi '1-jıkhiyye (Kahire, el-Mektebrtü's-Selefiyye, 1385 [1965], 48 sayfa). İlk risale M. D. Rabbar tarafindan kısmi olarak [İngilizce'ye] çevrilmiştir. .MW 45 (1955), s. 346-358. Hamd b. Nilsır b. Osman b. Muammer en-Necdi et-Temimi Uyeyne'de doğdu. Di'riyye'de Muhammed b. Abdulvehhiib, onun kardeşi Süleyman b. Abdulvehhiib ve İbn Ganniim'dan ders okudu. Daha sonra kendisi müderris oldu. 1211 (1796-7) yılında Vehbiibi yönetici Alıdulaziz onu Mekke şerifi Giilib b. Musaid'in teşvikleriyle Mekke'de düzenlenen ve Mekkeli iiiimierin katıldığı tartışma toplantılarına Vehbiibi do1:trinini müdafaa etmesi için gönderdi. Onun Vehhiibiliği müdafaası daha sonra el-Hiddyetii 's-siinniyye ve ~-llllıfetu­ '1-velılıdbiyyefll 'n-necdiyye adıyla basılınıştır. (der. Süleyman b. Sehmiin, ed. Muhmmed Reşid Rıza, 2. bsm. Kahire, Matbaatu'l-Meniir, 1344 [1925-26]), s. 52-88. Hicaz'ın Vehhiibilerin eline geçmesinin ardından Mekke yargı işleri sonunluluğuna atandı. (miişrifala alıkdmı kudritı Mekketi'l-Mükerreme). 1225/1811 yılında vefat etti. bkz.: Abdurrahman b. Abdullatif Ali eş-Şeyh, Meşdlıiru U/em di N ecd ve Gayrihim (2. bs m. Ri ya d, Diiru '1Yemiime, 1394 [1974]), s. 202-Q, ve Abdullah b. Abdurrahman b. Salih el-Bessam, Ulemdu Necd lı i/d! silteti lmııln (Mekke, Mektebetu'n-Nahdati'l-Hadise, 1397 [1978]), c. I, s~ 239-43. Onun Risdletu '1-ictilıad vd-tak/id (Bundan sonraki atıfiarda: İbn Muammer-Risd/e) adlı çalışması Mer:muatu 'r-resdil ve '!-mesai/i 'n-Necdiyye (Kahire, Matbaatu'l-Menar, 1346-9 [1928-31]), c. II, bölüm 3, s. 2-30, içinde basılmıştır. Muhammed b. Abdulvehhiib'ın çalışmalannda ictihad-taklid meselesi ile ilgili olarak bulabildiğim tek pasaj onun "Sittetuusüli azime miifide celile" (Mecmuafll ~-tevlıidi 'n-Necdiyye içinde: basılmıştır. Kahire, Matbaatu'lMenar, 1345 [1926]) adlı eserinde yer alan oldukça özlü şu ifadelerdit: Altıncı ilke: Kur'an ve sürıneti bütünüyle terk etmeyi ve farklı düşünce ve eğilimiere tabi alınamayı öngören Şeytani uygulamayı reddetmektir. Bu, yani Şeytani uygulama, Kur'an ve sürınetin sadece mutlak müctehid tarafindan bilinebileceği ve mutlak müctehidin tam anlamıyla belki Ebu Bekir ve Ömer'de dahi bulunmayacak çok sayıda niteliklere sahip biri olduğu ön kabulünden kaynaklanmaktadır. Eğer birisi bu özelliklere sahip değilse, [bu görüşe göre] onlardan [Kur'an ve sürınet] kati ve sarili bir farzia emredilmişçesine uzak durmalıdır, ve o yine de oniara başvurursa, ya sapıtımştır ya da onların [anlaşılmasının] zorluğundan ötürü ahmak [konumunda]dır. Bu kısa pasaj, konuyla ilgili pek çok fiındamantalist müellife ait yazılarda bulunabilecek bir takım temel unsurların imasının [da yardımıyla belirtirsek] şunlan içermektedir: Taklidin bir zonınluluk olduğu olgusu inananlan Allah'ın vahyinden uzaklaştırmakta ve Müslümanlar arasında aynlık sebebi olmaktadır; hıllihazırda ictihad edilebilir ve bu, taklid bağlılannın öngördüğü kadar zor değildir. 100 Rudolph PETERS- Çev. Dr. Özgür KAVAK karu (1760-1832) 8 ; ve son olara!< da Senusiyye tarikatının kurucusu Kuzey Afrikalı Muhmmed b. Ali es-Senusi (1787-1859). 9 Bu şahısların her biri mezkur konuya ilişkin risaleler kaleme almışlardır. Öte yandan onların muarızları­ nın çalışmalarına da değinide bulunacağım. 10 Istılahi sözlüiderdeve usUl-i fıkıh üzerineyazılmış muhtasarlarda bir takım tali farldılıldarla yer aldığı şeldiyle ictihad, "kişinin, hukuki bir lruralla ilgili görüşü, hukuk kaynaldarından (edille) çıkarmak amacıyla çaba gösterMuhammed b. Ali eş-Şevkii.ni (1760-1832). [Doğrusu ı760-ı834, (çev.)]. Yemen San'a'da öğrenim gördü, müderrislik yaptı ve fetvalar verdi. Aslen Zeydiyye mezhebine mensuptu fakat otuzlu yaşianna gelmeden taklidin reddedilmesi gerektiği kanaatine vardı. Bu sebeple mezheplerden bağımsız olarak ictihad faaliyetinde bulunmaya başladı. ı 795 yılında Yemen İmaını el-Mansur Billah tarafından baş kadı olarak atandı ve ölünceye kadar bu görevde kaldı. Sık sık İmam'ın sekreterliğinide yaptı ve bu esnada ı807 ve ı813 yıllan arasında ilk Suudi devletinin liderleriyle mektup laştı. Otobiyografisi için bkz. el-Bedru ~-tali' bi-melıasini men ba 'de '1-karni's-sabi' (Kahire, Matbatu's-Sa'ade, ı348 [ı930]), c. II, s. 2ı4-25 ve daha fazla bilgi için c. II, s. 6-8 ve c. I, s. 464; Muhammed b. Muhammed b. Yahya Zebareh, Neylu'l-evtar min lerdeimi ricd/i'!-Yemen fi '1-karni 's-sdlis aşar, (Kahire, el-Matbaatu's-Selefiyye, 1350 [193 ı -2]), c. II, s. 297-302; bir başka biyografi kendisine ait Neylu '1-evtar şer/w miinteka 'l-ah bar min elıddisi seyyidi '1-ahyar adlı eserinin giriş kısmında bulunabilir. (Kahire, Mustafa el-Bii.bi el-Halebi, t.y.), c. I, s. 3-8. İctihad ve taklidle ile ilgili görüşlerini aşağıdaki çalışmalardan elde ettim: e!-Kavlu'l-miiftdfi ediileti '1-ictihad ve ~-tak/id (ed. Muhammed Münir, 2. basım, Kahire İdare tu 't-Tıbaa­ ti'l-Müniriyye, t.y, [ca. ı 925], 48 sayfa) (Bundan sonraki atıfiarda: Şevkani-Kav/) ve İrşddu 'l·:fuhzil ila tahA.ild '!hak min ilmi'l-uszil (Kahire, İdaretu't-Tıbaati'l-Müniriyye, 1348 [ı929], 252 sayfa). (Bundan sonraki atıfiarda: Şevkii.ni-İrşad), özellikle s. 220-40. Başlıklanndan anlaşıldığı kadanyla konuyla ilgili olan şu çalışmalan ise görmedim: TeşA.ik ale 't-teflik, Muhammed Sıddık Han tarafından el-Ik/id li ediileti '1-ictihad ve 't-taklid adıyla ihtisar edilmiştir. (İstanbul ı295), Cevdbu'l-muvahhidinfi dej'i'ş-şiibeh ani'l-miictehidin, (her ikisi de GAL'de yer almaktadır, S II, s. 8 l 8-9) ve Risdletii buğyeti '1-miistefid fi 'r-red ala men enkere '1-ictihad min e/ıli 't-taklid (Ney/ii '1-evtdnn biyografik girişinde yer almaktadır, s. 8). Senfısi ile ilgili genel bir bilgi için bkz.: Ahmed Sıdkı ed-Deccii.ni, el-Hareketu 's-SemisZvye. N eş 'etulıa ve Niimiivvuhafi'l-karni't-tasi' aşar (Beyrut, Dii.ru Lübnan, ı967). Helmut Klopher, AspeA.1e der Bewegung des Muhammed b. Ali a!-Samisi (Wiesbaden!Cairo [1967] ve Nicola Ziadeh, Swdy ofRevivalist Mavement in Islam (Leiden, E. J. Brill, ı958). Bu makalede Senfısi'nin şu çalışmalanndan istifade ettim: İkdzu'l-vesndnfi'l-amel bi '!-hadis ve '!-Kur 'an (Beyrut, Daru'I-Kütübi'l-Lübnii.ni, 1388-1968, ı43 sayfa). (Bundan sonraki atıflarda: Senfısi-İkaz) ve Kitdbu'l-mesdili '1-aşari '1-miisemma Buğyetu'l-mekasıd fi hulaseti '1-merasid (Beyrut, Daru'lKütübi'l-Lübnii.ni, 1388-1968, 297 sayfa, bundan sonraki atıfiarda: Senfısi-Buğye). Brokelmann ve Decciini konuyla alakah diğer çalışmalan da zikrederler: Buğyetu '1-usıil fi '1-ictilıad ve '1-amel bi-hadisi rasıil (GAL, S: II, s. 883; Deccii.ni a.g.e., s. 136), Tevdinu '1-esinne fi ta 'ini 's-Siimıe, Risaletiin şamilefi m es 'eleteyi '1-kabz ve~­ tak/id, İzahatu '1-ekinne fi '1-amel bi '1-Kitab ve 's-Siinne, Fehmu'l-ekbad fi mevdddi '1-ictihad ve el-Usıil(vye fi '1amel bi'l-Kitab ve's-Siimıe (Deccii.ni, a.g.e., s. 135-6). Bu çalışmalar henüz hasılınadı ve ben yazma nüshalann yerini tespit edemedim. Şu materyallerden istifade ettim: a) Mısırlı iki maliki müftü Mustafa el-Bulii.ki (1800-47) ve Muhammed 'Uieys (1802-83) tarafından Senfısiyye aleyhinde verilen ve Muhammed 'Uieys'in Fethu'l-Ali e!-Malikfi'lfetva ala mezhebi '!-İmam Malik (Kahire, Matbaatu 't-Tekddümi '1-İlmiyye, 132 ı [ı 903]) I, s. 51 -98) adlı .eseri içerisinde basılan Fetvalar; b) Davud b. Süleyman el-Bağdiidi en-Nakşibendi el-Halid! (1816-1882), Eşed­ du '1-cilıad bi-ibtali da 'va '1-ictilıad (İstanbul, el-Mektebetu Işık {aynen alınmıştır}, ı 978, 44 sayfa, Bombay 1305 [ !887] baskısının fotografik yeniden basımıdır. ı 876 yılında yazılan bu ri sa le müctehid olduklannı ve mezhebierden [her hangi] birini takip etınek zorunda olmadıklannı ileri süren Hindistanh bazı müslümaniann görüşlerine reddiye olarak kaleme alınmıştır. Muhtemelen İbn Abdulvehhii.b ve Şevkani'nin manevi varisieri olan ehl-i hadis kastedilmektedir. c) İbrahim es-Semerınfıdi el-Mansfıri, Saadetu 'd-ddreyn fi 'r-reddi ale 'f.jırka­ teyn e/-Velılıdbiyye ve muklliddti'z-zdlıiriyye (2 cilt, Matbaatu Cerideti'l-İslii.m, 1319 [1901-2]). 1895 yılında tamamlanan bu muhalled çalışma Vehhiibiyye ve Senfısiyye'nin görüşlerini reddetınektedir. İctihad ve taklid problemi ikinci cildin 206-309. sayfalan arasında ele alınmaktadır. Yazar bu bölümde temelde Davud b. Süleyman'ın Eşeddu'l-cilıad adlı çalışmasıyla Bulili ve 'Uleys'in fetvaianna dayanmaktadır. Ancak esas ciilib-i dikkat olan durum müellifin kendi görüşünü desteklemek amacıyla Şah Veliyyullah-Ikd ve Şah VeliyyullahİilSajtan (238-49. sayfalarda özetlediği) alıntılar yapmasıdır. Tabi ki o, Şah Veliyyullah'ın geleneksel teoriden aynidığı can alıcı pasajlan aktarmarnaktadır. 10 1 1· 18. ve 19. Yüzyıllarda ietihad ve Taklid ı oı mesidir:'ıı Bunun karşıtı olan taldid kavramından ise, "delilini bilmeksizin hukuki bir hükmü kabul etmek"12 anlaşılır. Yaldaşık 10. yüzyıldan itibaren müstakil ictihadın artık kabul edilmeyeceği ve avam olsun-alim olsun, bütün Müslümanların mezhep kurucularının görüşlerini kabul etmek zorunda olduğu fikri halcim olmaya başladı. Bu görüş, zamanın ilerlemesiyle birlikte haldki bilginin kaybalacağını vurgulayan birkaç hadisle de desteldendi. Bu hadislerden biri, yani ictihad ve taldid tartışmalarında sıldılda kullanılanı şudur: ''Allah bilgiyi insanların içinden kaldırmak suretiyle almaz. O, daha ziyade onu [bilgi], alimleri aralarından almal< suretiyle ortadan kaldırır. Böylece gerçek alimler kalmayınca, insanlar cahilleri önder edinirler ve bunlar bilgisizce fetva verirler. Netice itibariyle hem kendileri saparlar ve hem de insanları saptırırlar."'3 İşte bu noktada alimler geriye dönerek, ictihad kapı­ sının kapanma sürecini (insidô.dü bô.b el-ictihad), ictihad sahasını kademe kademe kısıtlamalda nitelenen bir süreç olaral< tasvir etmeye başladılar. Bunun bir sonucu olaral< da ictihadı farldı farldı derecelere ayırdılar: Mezheb kurucuları mutlal< müctehiddiler. Onlardan sonra mezhebte müctehid, onları taldben fetvada müctehid ve son olarak da tam mukallidier gelmekteydi. Terminolojide ve derece sayılarında bazı farldılıldar olsa da genel fıldr belirgindir.'4 Mamafih, taldidin zorunlu olduğu fikri hiçbir zaman genel kabul görmedi. Ona İbn Hazm [gibi mezheb müntesibi olmayan bir alim] tarafından, fakat aynı zamanda, Ebu Ömer Yusuf b. Abdilber (978-1070), Sind b. İnan el-Ezdi (v. 1146) ve İzzüddin b. Abdüsselam (1181-1262) gibi mezheb müntesibi ldşiler tarafından da karşı çılalmıştı. 16. yüzyıla kadar kendilerini müctehid olarak gören veya diğer ulema tarafından müctehid olaral< kabul edilen alimler var olagelmişlerdi.'S Yine Hanbeliler ve bir lasım Şafi'iler tarafından kabul edilen şöyle bir doktrin de varlık bulmuştu; tarihin hiçbir devresi müctehidden, genel olaral< anlaşıldığı üzere mutlal< müctehidden, 11 bkz. Ali b. Muhammed el-Cürciini, Kittibu ~-Ta 'riftit (Kahire, el-Matbaatu'l-Hamidiyyetu'l-Mısnyye, 1321 [ 1903]), s. 5; Muhammed A 'la b. Ali et-Tehiinevi, Kittibu keşştifi ıstıltilıtiti '1-fımzin (ed. Muhammed Vecih e. a., Kalküta, The Asiatic Society ofBengal, 1862), c. I, s. 198-9. " bkz. el-Cürciini, a.g.e., s. 44; et-Talıiinevi, a.g.e., c. II, s. 1178. 13 Wensick, Concordance, c. IV, s. 320. 14 EP, c. III, s. 1026, Idjtilıad; Nicolas P. Aghnides, Malıammedan tlıeories offinance, witlı an introduction to Malıammedan law and bibliograplıy (2 Lahore, Premier Book Hause, 1961), s. 116-7; Abdul Ralıim, The Principles of Malıammadan jurisp111dence according to the Hanfi {aynen alınmıştır}, Malild, Slıafi 'i and Hanbeli sclıools (Lahore, Indus Publishers, t.y.), s. 182-3; Muhammed Ebu Zehre, Tarihu'l-meztilıibi'I-İsltimiyye (Kahire, Diiru'l-fikri'l-Arabi, t.y.), c. II, s. 112-22; a.mlf., Uszilu '1-fikh, (Kahire, Matbaatu Mübeyrnir, t.y.), s. 374-85. 15 16. yüzyıla kadar müctehid olduğunu iddia eden bu kişilerin listesi için bkz.: Şevkiini, İrşad, s. 224, Şah Veliyyullah, İnsaj, s. 31-2 ve Senfısl, İkaz, s. 72. Senfısi, Abm ed Biibii (v. 1672)'nın Kifayetu '1-mulıtac li-ma'rifeti menleysefi 'd-dibtic (GAL II, 467, S II, 716) ve Ebu Bekir el-Arabl el-Hadremi'nin Nilıtiyetu s-Szil (GAL'de yer almamaktadır) kitabından alıntı yapmaktadır. 102 Rudolph PETERS- Çev. Dr. Özgür KAVAK yoksun olmayacaktı.' 6 13. yüzyılda Şafı'i mezhebinde Nevevi (1233-77) ve diğer bazı alimler tarafından bir takını uzlaştırıcı çalışmalar yapılmıştı. Onların bu [uzlaştırma faaliyeti] mutlak müstal<il müctehid ve mutlak müntesib müctehid arasında ayrım yap mal< şeldinde belirmişti. İlk kategoride yer alan müctehidler -ki mezheb kurucuları idiler- temel hukuk kaynaldarından hüküm çıl<armakta tam bir serbestliğe sahip il<en, ildnci kategoride yer alan müctehidler, genel anlamda mezheb kurucusu imamlar tarafından belirlenen prensipleri beııimsemelde yükümlüydüler. Belirli noktalarda elde edilen hükümler, sıldılda imarnlara ait görüşlerle örtüşebilirdi. Ancal< bu durum taldid olarak değerlendirilmemeliydi; zira müntesib müctehid, onun [hüküm] kaynak ve argümanlarının tam olaral< anlaşılması hususunda imarnın kuralını kabul etmekteydi. Bu teoriye göre mezhebierin teşeldrulünden sonra mutlak müctehid olduğunu iddia edenler, ikinci kategoride yer alan mutlal< müctehid olmaktadırlar; çünlru ilk kategori[ de yer alan müctehidlerin varlığı] ıo. yüzyıldan sonra son bulmuştu. Ancal< bu teori, mezheb kurucularının üstünlüğünü benimserneden de mutlal< müctehidlerin var olabilme imkanını tanımalctaydı.'7 Tekrar fundamantalist müelliflerimize dönersek, biz onlardan ildsinin, Şah Veliyyullah ve Senusi'nin yukarıda zikredilen teoriyi bütünüyle benimsedilderini görürüz. Aşikar bir onaylama ile onlar, yukarıda anılan Şa­ fı'i müelliflerden alıntılaryapınaltta ve mutlak müctehidlik derecesine halihazırda ulaşılabileceğini kati bir şeldlde ifade etmelctedirler. Dalaylı olarak onlar, bu dereceyi kendileri için iddia ediyor gibiler.'8 Esas itibariyle Hanbeli müellifleri mesned alan İbn Muanımer ise onlarla termiııolojide farklılaş­ malctadır. O, mutlal< veya müstal<il müctehidi bir tarafta, [mezheb] imamlarının görüşlerine bağlı müctehidi (el-müctehidu'l-mukayyed bi-mezahibi'leimmeti) diğer bir tarafta [değerlendirmek suretiyle] bir ayrıma gider. İldnci [kategorideld]ııin ictihadının taldidle karıştığını söyler. O [müctehid], farldı imamların hülrumlerini vermek suretiyle en doğru görüşleri aramalıdır. İbn Muammer, bu ictihad şeldinin halihazırda uygulanmaltta olduğunu ileri sü16 Abdullah b. Alıdulmuhsin et-Türld, Usıilii mezhebi '/-İmam Alımed b. Hanbel, Dirasetiin Usıiliyyetiin Mukarane (Kahire, Matbaatu Camiatı Ayn Şems, 1394 [1974]), s. 635-7; Muhammed Ebu Zehre, Alımed b. Hanbel hayatu/w ve asrulıu ve asaruhu vejiklıulıu (Kahire, Diiru'1-Fikri'1-Arabi, t.y.), s. 369; W. Montgomery Watt, "The closing of the door ofİğtilıad', Orientalia Hispanica, I içinde (ed. J. M. Barra1, Leiden, E. J. Brill, 1974), s. 675-8. Watt'ın, sayfa 223'te Şafi'i iilim ez-Zerkeşi'nin sözlerini alıntıladığı kısım Şevkiini, İrşad adlı esere dayalıdır. Şafi'i el-Birmevi (v. 1427) ve Suyfiti (v. 1505)'den alıntilann yapıldığı Senı1si, İkaz sayfa 81-3'te de benzer bir metin bulunabilir. İkincinin, konuyla ilgili er-Red ala men alı/ede ila '/-ard ve ce/ı ile en e '1-ictilıadfarz (GAL'de yer almamaktadır) başlığıyla müstakil bir inceleme olarak kaleme alındığı anlaşılmaktadır. [Suyuti'ye ait olan bu eser matbudur: er-Red ala men alı/ede ila '/-ard ve cehile e mı e '1-ictilıadefi kül/i asrm farz, (nşr. Halil Muhyiddin Meys), Diirü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1983. (çev.)] 17 Şah Ve1iyyullah, !kd, s. 7-8, 26-8; Şah Veliyyullah, İnsaj, 31-2; Senı1si, İkaz, s. 62-3; Senı1si, Buğye, s. 83-6. 18 Ibid. 18. ve 19. Yüzyıllarda ictihad ve Taklid 103 · rer.'9 Her üç müellif de, pek çok insanın bu ayrımın farkında olmamasından ve dolayısıyla da hataya düşerek mutlak müstakil müctehidin yolduğunda sadece taldidin olabileceğini düşünüyor olmalarından yalunmalctadır. Şev­ kani ise bu dört müellifın en radil<al alanıdır. O, ictihadın farklı derecelerini[ n olabileceğini] ileri süren teoriyi reddeder. Ona göre, gereldi bilgiyi elde eden herkes tarafından uygulanabilecek sadece bir çeşit ictihad vardır. İcti­ had kapısının kapanmış olduğunu ve sadece dört mezheb imamının Kur'an ve sünneti doğru bir şekilde anlayabileceğini ifade edenler: Allah halduncia yalan söylemelde ve O'nu, kendi hükmünü ve kendisine nasıl ibadet etmeleri gereldiğini aniayabilecek insanlar yaratınaletan aciz olmalda itharn etmelctedirler. Onlar adeta şunu ifade ediyor gibidirler: O'nun kendileri için, Kitap ve Peygamberi vasıtasıyla çıkardığı hüküm, mutlal< değil de geçici bir hükümdür ve mezheplerin doğuşundan öneelci dönemle sınırlıdır. Mezheplerin teşeldrulünden sonra artık Kitap ve sünnet [bu insanların inanışına göre] yolctu, fal<at yeni hül<Üm çıkaran ve kendi toplumları için başka bir din icat eden ve kendilerinden önce var olan Kitap ve sünnetin yerine, kendi şahsi görüş ve fıldrlerini ikame eden ldşiler zuhur ettUo Geleneğe bağlı ulemanın taldidin zorunlu oluşuna yönelik serdettilderi argümanlardan biri, Kur'an ve sünnetten hül<Üm çıkarmanın zor ve karmaşık olmasıdır. Sadece dört mezheb imaını gibi yüksek bir mevlde sahip ldşiler bunu yapabilir; çünkü onlar en hayırlı nesle, saf bilginin hala aralarında yaygın olaral< bulunduğu nesle mensupturlar. Dahası bu imamlar doğaüstü yetenelderle desteldenmişlerdir. Bu sebeple zamanın da kötüye doğru gitmesi nedeniyle mezheb imamlarının bilgi ve yetenelcierine sahip insanlar artık kalmamıştır. 2 ' Fundamantalistler tarafından ileri sürülen kendilerinin sadece Kur'an ve sünnete dç.yandıldarı, buna mukabil geleneğe bağlı alimierin kendi görüşlerini mezhep imamlarının görüşlerine dayandırdıldarı yönündeld temel argümanları, [taldid taraftarı] ldşilere göre yanlıştır. Geleneğe bağlı alimlerin, mezheb imamlarının sözlerini naldetmeleri, onların bu görüşleri, üstün bilgili imamlar tarafindan yorumlandığı şeldi ile Kur'an ve sünnete dayalı olduğunu kabul ediyor olmaları sebebiyledir. Fundamantalist[ler], kendilerinin münhasıran Kur'an ve sünneti esas aldıldarını iddia etseler de, yine de yoruma başvurmalctadırlar. Fakat dönem itibarıyla sonrald nesle ait olmaları dolayısıyla onların yorum kurallarını anlamaları mezheb imamlarının standartlarının çok altındadır. Bundan dolayı onların 19 İbn Muaınmer, Risôle, s. 5, 26--7. 20 Şevkiini, Kavl, s. 27; Şevkiini, İrşad, s. 224. 21 'Uleys, a.g.e, s. 80-7; Bağdadi, a.g.e, çeşitli yerlerde, özellilde II, s. 282-93. Her biri eserinden uzun pasajlar alıntılamaktadırlar. (krş. 3 numaralı dipnot). adlı Şa'rani'nin Mizôn 104 Rudolph PETERS- Çev. Dr. Özgür KAVAK bir mukayeseye dayanmaktadır ve geçerli değildir. 22 Bu itiraza karşılık olarak fundamantalist müellifler, ictihadın gerçekte daha kolay olduğunu kabul etmektedirler. Onlara göre ilk nesillerin hadisleri toplama!< için aylar süren yolcululdar yapmalarına karşın, şimdi her şey kolayIılda ulaşılabilir dururnciald ldtaplarda derlenmiş haldedir. Netice itibarıyla, ictihad için ihtiyaç duyulan araçları elde etmek artık zor değildir. Şevkani, ictihad edebilmek için gereldi olan beş disiplinin her birine ait tek bir muhtasarın öğrenilmesinin müctehid olmal< için yeterli olacağım öne sürecek kadar ileri gider. 23 argümanları hatalı Geleneksel doktrinin köşe taşlarından biri de taldidin meşru olması ve zamanla müctehidlerin yolduğuna bağlı olarak bir zorunluluk halini almasıdır. Geleneğe bağlı alimler bu son nokta üzerinde icmaın vald olduğunu söylemektedirler. "Gerçekte", derler, "taldid zamrat-ı diniyyeden sayılmalıdır."24 Onlar bu vesile ile dalaylı olarak muhaliflerini dini prensipleri terk etmelde itharn etmektedirler. Taldidin meşruiyeti[ni ispat etmek] için şu ayetleri delil gösterirler: "Eğer bilmiyorsanız zildr ehline sorun." (ı6:43; 21:7). "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygambere ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin:' (4:59). Bu [ayetlerden] başka şu hadisleri de kullanmaktadırlar: "Ashabım yıldızlar gibidir. Hangisine tabi olursanız olun, doğru yol üzerinde olursunuz:' Ve "Kişi ne yapacağını bilmiyorsa, sormaktan başka çözüm yolu yoktur." s 2 Şevkani ve SenCısi'nin görüşleri bu doktrinin tamamıyla karşısında­ Onlar, İbn Hazm'ın yolundan giderek taldidin bidat ve haram olduğu­ nu söylerler. Bu konuda icmaın vald olduğu yönündeld iddiayı reddederler. Şevkani, yaşadığı devirde neredeyse bütün alimierin bu konu üzerinde mutabal<ata vardıklarım, ancak bu mutabal<atın icma ile ilgisinin olmadığım söylemektedir; zira hukuki açıdan yaptırım gücü elde etmiş geçerli bir icma için sadece müctehidlerin görüşleri dild<ate alımr; oysald devrin alimleri kendilerini mutlal< mukallid olarak kabul etmektedirler. Burada, taldidi ya- dır.26 Semennfıdl, .,., 'Uieys, a.g.e. s. 88; 13 İbn Muammer. Risale. s. 10.23: Şevkiini. Kavl. s. 29: Senfısi. ikaz. s. 68: Senfısi. Buğye, s. 89-90,92. a.g.e, II, s. 302-3, 'Uleys'ten naklen. 24 'Uleys, a.g.e. s. 79. Hadisin tam metni şu şekildedir: "Cabir'den rivayet olunmuştıir: 'Bir keresinde bir sefere çıkmıştık İçi­ mizden biri bir taş parçasıyla yaralandı ve kafatası çatladı. Daha sonra ilitilarn oldu ve arkadaşianna kendisinin teyemmüm alıp almaması konusunda ne düşündüklerini sordu. Onlar suyu olduğu halde teyemmüm almasının doğru olmayacağının söylediler. Bunun üzerine o, gusül aldı ve [bir süre sonra da ] vefat etti. Onlar Allah 'ın elçisinin huzuruna döndüklerinde olan biteni anlattılar. Bunun üzerine Rasülullah: 'Onu öldürmüşler, Allah cezalannı versin. Madem ne yapacaklarını bilmiyorlar, niye sormadılar. Kişi ne yapacağını bilrniyorsa, sormaktan başka çözüm yolu yoktur' dedi." (innenıa şifau '1-ıyyi es-suat)'" krş. Wensinck, Concordance, c. IV, s. 457. 25 Şevkiini, Kavl, s. 2-12, 14, 17, 34-5, 38; Şevkiini, İrşad, s. 236; Senfısi,İkaz, s. 94-5, 99, 102, 105, 118-20; Senfısi, Buğye, s. 95-103. Argümanlarının pek çoğu bazen harfi harfine, İbn Kayyim el-Cevziyye'den alınnuş­ tır. (İ'lanıu'l-nıuvakkı'in an Rabbi'l-alenıin, Kahire, İdaretu't-Tıbaati'I-Münire, t.y., özellikle c. II, s. 128-208). 26 18. ve 19. Yüzyıllarda ietihad ve Taklid ı os salciamak suretiyle bu müellifler, niteliidi herkesin müctehid olması gibi bir durumu ima etmemektedirler. Müslümanların çoğunluğu, kaynaldara [doğ­ rudan] müracaat edecek yeterli bilgiye sahip olmayan avamdan oluşmakta­ dır. Onlar bu sebeple, mütehassıs kişilere danışmak zorundadırlar. Ancak Müslümanlar, bu [mütehassıs] kişilerin görüşlerini körü körüne kabul etmemeli ve kendilerine verilen hüküınlerin kaynaldarını da sormalıdırlar. Ya da en azından, cevabın Allah'ın emrini mi yoksa sadece beşeri bir görüşü mü içerdiğini sorgulamak suretiyle bu hüküınlerin Kur'an ve sünnetle uyum içinde olduğundan emin olmalıdırlar. Eğer ilcinci durum söz konusu ise, meseleyi başka bir mütehassısa götürmelidirler. Bu uygulama, ittiba' [yani] Kur'an ve sünnete uyma, yahut bunları takip etme olarak adlandırılır. 27 Şev­ kani ve Senfısi'ye göre taldidin meşruiyeti için serdedilen argümanlar katiyet arz etmezler. "Eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun." (ı6:43; 2ı:7) ayeti genel bir emir içermemekte, bağlarnından da anlaşılacağı üzere sadece sınırlı bir anlam taşımaktadır. Bu ayet Meld<eli müşrilderi muhatap almakta ve onları [Hz.] Muhammed'in mesajını teyit et[tir]mek amacıyla Yahudi ve Hıristi­ yanlara sormaya teşvik etmektedir. Mamafıh, şayet mezkfır ayet genel bir emrin dışa vurumu olsa idi, Allah'ın emirlerinden haberdar edil[ebil]mek amacıyla mütehassıslara danışmal< zorunda olan avaını m uhatap almış olurdu ki, bu[ nun adı] ittiba'dır, taldid değil. Onlar müminlere, emir sahiplerine yani falahiere itaati emreden ayet (4:59) [vasıtasıyla serdedilen argümana] ise, burada zikredilen itaatin mutlak olmadığını söyleyerek yanıt verirler. Bu emirlere uyulması için, bunların Kur'an ve sünnetteyeraldığı ş eldiyle Allah'ın emirleriyle uyum içinde olması gerekir. Bu da taldidle değil ittiba' ile aynı kapıya çıkar. "Kişi ne yapacağım bilmiyorsa, sormaktan başka çözüm yolu yoktur" hadisine de aynı yorumu getirirler. Son kertede, "Ashabım yıldızlar gibidir. Hangisine tabi olursanız olun, doğru yol üzerinde olursunuz." hadisini de zayıf olarak kabul ederler. Taldidi menetmek için 'emir sahipleri'ne uymanın emredildiği ayetin (4:59) "Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah'a ve Resulüne götürün" anlamındal<İ ilcinci kısmına atıfta bulunurlar. Mezheb imamlarının nizaa düşmesi durumunda problemler Allah'a ve peygamberine, yani Kur'an ve sünnete götürülmelidir ve tald~d bu sebepten dolayı haramdır. İbn Muammer -ve açık bir şeldlde İbn Hazm'ın taldidin haram olduğu yönüncielci görüşünü reddeden- Şah Veliyyullah meseleye [bu anlatılanlardan] oldukça farldı yaldaşmal<tadırlar. 28 Onlara göre taldid, avam ve yeterli bilgisi olmayan alim için meşrudur; fakat hüküm kaynaldarını anlayıp değerlendirmesini yapabilecek ldmse için aynı durum geçerli değildir. Taklid ve ittiba' aynmı yeni değildir. İttiba' terimi daha önceden Ahmed b. Hanbel ve İbn Abdiiber tarafindan kullanılmıştı. (krş., İbn Kayyim el-Cevziyye, a.g.e., c. II, s. 131, 137, 139). İbn Dakiku'l-'id (v. 1302-3), ittiba'ı 'avarnın ictihadı' olarak isimlendirmiştir. (krz. Senı1si, ikaz, s. 94). 27 28 Şah Veliyyullah, !kd, s. 24-5, 42-3; İbn Muammer, Risiile, s. 6-7. 106 Rudolph PETERS- Çev. Dr. Özgür KAVAK Aynı şekilde söylediği Kur'an ve sünnete aykırı olsa bile masum kabul edildiideri için her şeyde sadece belli bir fakihi takip etmeyi aldına koyan kişi için de taldid meşru değildir. Gerçekte bütün tartışma "tercih edilecek olan nedir?" sorusuyla özetlenebilir: Kur'an ve hadisin açık nasları mı, yoksa bir mezhebin hükmü mü? Müelliflerimizin ortal< olduğu nokta her birinin, sanki kurucuları günahtan korunmuş ve peygambere benzemekteymiş gibi, bir mezhebe körü körüne bağlanınayı reddetmeleridir. 2 9 Onlar mezheb taassubunun bidat oluşunu ashab devrinde mezhebin olmayışma bağlarlar ve [mezhebi] müslümanlar arasındald düşmanlık ve ayrımcılığın esas sebeplerinden biri olarak değerlendirirler.3o Onlar ayrıca mezheb müntesiblerinin sadece kendi imamlarımn görüşleriyle uyum içinde olan hadisleri kabul ediyor olmaları­ m eleştirirler. Diğer hadisler anlatıldığında onlar, bu mezkur hadisin sahih olmadığım yahut başka bir hadisle nesh edildiğini ispatlama!< amacıyla her yola başvururlar. Şayet bir çıkış yolu bulamazlarsa sert bir şeldlde "sen hadisi bizim imamımızdan daha iyi mi bileceksin? Hiç kuşkusuz o, bu hadisin farkındaydı, fakat onu uygulamamak için bir gerekçe görmüş olmalı" derler.3' Böylesi bir taldid fanatizmine karşı fundamantalistler, Kur'an'ın pek çok yerde [insanları] şu şeldlde uyardığım belirtirler: "Onlar Allah'ı bırakıp bilginlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler." (9:31), "Biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk ve biz onların izlerine uyarzz." (43:23), "Onlar şöyle derler: Ey rabbimiz! Biz reisierimize ve büyük/erimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdı/ar." (33:67) Y Bunlardan başka, dört imama ait olan ve kendi görüşlerinin sahih hadislerle tearuz halinde olması durumunda terk edilmesi gerektiği yönündeld sözlerine de atıfta bulunurlar.33 Netice itibarıyla onlar daha önceleri Müzeni (v. 877-8) ve İbn Abdilber tarafından geliştirilmiş olan körü körüne taldidi red d etmeye yönelik bir talum mantık! argümanlar serdederler.34 İbn Muaınmer, Risiile, s. 23; Şah Veliyyullah, !kd, s. 18, 24; Senfisi, İkaz, s. 55, 58, ı ı 6; Senfisi, Buğye, s. 62, ın. SenCısi ve Şah Veliyyullah, Şafi'i alim İzzuddin b. Abdüsselam 'ı delil olarak getirmektedirler. 29 İbn Muaınmer, Risiile, s. 23; Şev kani, Kavl, s. ı 4, ı ı 7; Senfisi, İkaz, s. 106; Senfisi, Buğye, s. 73; (krz. İbn Kayyim el-Cevziyye, a.g.e., c. II, s. ı62-3, 204). 30 31 İbn Muaınmer, Risiile, s. 23; Şah Veliyyullah, !kd, s. ı8-24; Senfisi, İkaz, s. 43, 55, 58, ıo6, ı ı2-3; Senfisi, Buğye, s. 73. Şah Veliyyullah, !kd, s. 25; Şevkiini, Kavl, s. 29; Senfisi, İkaz, s. 92; Şevkani ve Senı1s1, İbn Kayyim elCevziyye, a.g.e., c. II, s. 134)'den naklen İbnAbdilber'den alıntı yapmaktadırlar. 32 İbn Muaınmer, Risiile, s. 3, 27; Şah Veliyyullah, !kd, s. 48; Şevkiini, Kavl, s. 2ı; Şevkaru, İrşad, s. 236; Senı1s1, İkaz, s. 23-6, 118, ı2ı (krş. İbn Kayyim el-Cevziyye, a.g.e., c. II, s. 139-40). 33 İbn Muammer, Risiile, s. 27-9; Şah Veliyyullah, !kd, s. 24; Şevkani, Kavl, s. 15, 24; Şevkaru, İrşad, s. 237; Senı1si, Buğye, s. 73; (krş. İbn Kayyim ei-Cevziyye, a.g.e., c. II, s. 136-8). 34 \ 18. ve 19. Yüzyıllarda ictihad ve Taklid 107 Mamafih, mezheb fanatizmini ortak bir şeldlde kınamalarının ötesinde incelediğimiz müelliflerin görüşleri birbiriyle farldılık arz etmektedir. Tekrar söylemek gereldrse en radikal tavır Şevkani ve Senusi tarafından takınılır. Oııların görüşleri oldukça açıktır: Her halükarda -hiçbir imarnın kendisine mesned almadığı naslarda bile- müslümaıılar Kur'an ve sünneti taldp etmelidirler. Bu bağlamda Şevkaru bir dizi müellife atıfta bulunur ve bütün bu [taldid lehindeld] görüşleri zikretmekten utandığını belirterek, etldli bir ifade ile "niçin müslümaıılar, Allah ve Resul'ünün sözlerinin alimler[in görüşlerin]e tercih edilmesi gerektiğine ilaıa edilmek için bir alimin sözüne ihtiyaç duyarlar?" diye sorar.3s Geleneksel doktrin doğrudan doğru­ ya hadisle amel etme konusuna hoş bakmamalctadır. Hadisle amel edebilmenin yegane yolu, şüpheden ari bir şeldlde bir muarızın, yani [o hadisi] nesheden başka bir hadisin olmadığının saptanmasına bağlıdır. Senusi bu itiraza, hadisin söz konusu olması halinde neshin nadiren vuku bulduğu­ nu ve en fazla on hadiste nesh etme gücü olduğunu söyleyerek karşı çıl<ar. Bu sebeple bir hadisle doğrudan doğruya amel etmek, yanılabilir nitelilcteld alimierin görüşlerine dayanınaletan daha az yanılma risld taşır.36 Teoride, en azından Şevkani ve Senusi'nin görüşleri mezhepleri toptan reddetmelde aynı kapıya çıkmalctadır. "Dört [mezheb] imamının görüşleri," der Senusi, "sadece hukuk kaynaldarını daha iyi anlama amaçlı kullanılmalıdır."37 Şah Veliyyullah ve İbn Muammer bu kadar ileriye gitmezler. Onlar dört mezhebi kabul ederler ve müslümaııların onları taldp etmek zorunda olduldarını belirtirler; zira [bu mezheplerden] başka bir doğru yoktur.38 Şah Veliyyullah, oııların varlıldarında büyük yarar olduğu görüşündedir. Tıpkı diğer ilim ve zanaat dallarında olduğu gibi fıkıhta da eslafınızın tecrübelerinden yararlanma!< faydalıdır. Dahası [Hz.] Peygamber inananlara, çoğuııluğa (sevad-z azam) uymayı öğütlemiştir. Şah Veliyyullah'a göre bütün mezhepler eşde­ ğerdedir. Mamafih, İbn Muammer, resınJ Vehhabi dolctriniyle uyum içinde olarak Hanbeli mezhebine öncelik tanır. "Çünkü," der o, 'hlmed b. Hanbel imam idi ve herkesten daha çok fıkıh kayrialdarına bağlıydı."39 Ancak bir mezheb müntesibi fıkha dair kati bir bilgisi varsa, kendi mezhebinin görüşüne muhalif bir hadisi, -şayet başka bir mezhebin ima~ daha önceden onunla amel etmişse- taldp edebilir. Genel olarak onlar, [mezheb] imamları35 Şevkani, Kavl, s. 25. Senı1si, Buğye, s. ı24-5; İbn Kayyim el-Cevziyye'den naklen. Senı1si, İkaz, s. ı ı6-7, Salih el-Fulliini (v. ı803; GAL S II, 523) ve Muhammed Hayates-Sindi (v. ı 750; GAL S II, 522)'den naklen. Fullani'nin İkazu '1lıimem adlı kitabı Senı1si'nin temel kaynaklanndan birisidir. Senı1si, İkaz, 98-128. sayfalan neredeyse sadece Fulliini'nin, İbn Kayyim el-Cevziyye'nin İ'lamu '1-muvakla 'in adlı eserine dayanan kitabından yapılan alıntılar­ 36 dan oluşmaktadır. 37 Senı1si, İkaz, s. ı20, Fullani'den naklen. 38 Şah Veliyyullah, !kd, s. 23, 36; İbn Muanırner, Risale, s. 2ı, 26-7. 39 İbn Muanırner, Risale, s. 22. 108 Rudolph PETERS- Çev. Dr. Özgür KAVAK mn çoğunluğunun ortak kanaatİ olan görüşlere tabi olmarnn tavsiyeye şayan olduğu görüşündedirler. Eğer [görüşler arasında] çoğunluk yoksa en güçlü argümanlara sahip olana tabi olunmalıdır. Buraya kadar zikredilenlerden anlaşılacağı üzere dört fundamantalist müellifimizin ictihad-taldid meselesi ile ilgili görüşleri özdeş değildir. Geleneksel doktrine en uzak olarn, farldı müctehid değerlendirmelerini kabul etmeyip az bir fikıh bilgisi olan ldmsenin müctehid olabileceğini iddia eden vetaldidi bütünüyle haram olaral< gören Şevkani'nin görüşleridir. İldn­ ci olarak mutlak ve müntesib müctehid ayrıınırn benimseyen ve bu sebeple dört mezheb imamının üstünlüğünü kabul eden ve fakat hadisin tercih edilmesi durumunda onlar tarafindan belirlenen sınırı aşma haldunın olduğu­ nu belirten Senusi gelmektedir. Onu taldben, Müslümanların dört mezhep imaınına ait görüşleri kabul etmek zorunda olduğu kanaatinde olan fakat her hangi bir rnezheb lehine meyil göstermeyen Şah Veliyyullah gelmektedir. Son olarak da Hanbeli mezhebine karşı güçlü bir eğiliminin olması dı­ şında Şah Veliyyullah'la ayrn görüşleri paylaşan İbn Muarnrner gelmektedir. Her birinin ortal< olduğu nokta, her halükarda bir mezhebe rnutaassıb bir şeldlde bağlanınayı eleştirrneleridir. Bu fundamantalist [ınüellif]lerin ictihad ve taldidle ilgili metinlerinin her yönüyle incelenmesi henüz tamarnlanrnaınıştır. Daha fazla araştır­ ma ile ilginç neticeler elde edilebilir. Bu metinler bu rnesele ile ilgili daha öneelci dönerne ait tartışınaları yansıtan zengin alıntıları havidir. Dolayısıyla bunlar bize, hala halduncia çok az şey bildiğimiz ictihad kapısının kapanmasının tarihi sürecini aydınlatacak ve daha fazla tahldk için sağlam başlangıç noktası sağlayabilecek bilgi hazineleridir. Bu metinlerde yer alan alıntıların sistematik olarak incelenmesi baş­ ka bir problemi de aydınlatabilir: Fundarnantalist geleneğin süreldiliği. ı8. ve 19. yüzyıllar fundarnantalizrnin hızlı ve ani yükselişine şahitlik etmişti. Bana göre bu yargı sadece lusrnen doğrudur. Bizim gerçekten gözlemlediğimiz ise fundarnantalist fildrlere dayalı bir ideolojiyi beraberinde bulunduran siyasidini yükseliştir. Bu fildrler, yaygın inanç ve kurumları eleştirdiideri ve bu sebeple değişime doğru yöneldilderinden, aktivist hareketlere uygun bir ideoloji sağlayabildiler. Mamafıh, bu fildrler rnezkur hareketlerin tezalıüründen çok önce varlık bulmuşlardı. Bu fildrlerin pek çoğunun aslı İbn Teymiyye (1263-1328) ve öğrencisi İbn Kayyım el-Cevziyye (1292-1350)'ye kadar götürülebilir olduğu gayet iyi bilinen bir olgudur. Bu durum aynı zamanda Şah Veliyyullah hariç, diğer bütün rnüelliflerin sıldılda bu aliıniere atıfta bulunınalarından da anlaşılmaktadır. Mamafih, birbiriyle benzeşen bazen de son derece belirsizleşen çok sayıda pasaj ve rnüellif bu metinlerde bulunabil- 18. ve 19. Yüzyıllarda ietihad ve Taklid ı 09 me.ktedir. Bu durum müelliflerimizin resmettiideri ortak bir geleneğin varlığının iyi bir kanıtı olabilir. Bu izlenim, onların ilmi şecerelerinin incelenmesi [sonucu elde edilecek veriler] ile teyit edilebilir. John Voll, Muhammed b. Abdulvehhab ve Şah Veliyyullah ilişldsine bir tarafta; Şah Veliyyullah ile Muhammed Hayates-Sindi (v. 1750) etrafında toplanmış bir grup Medineli alim ilişldsine diğer bir tarafta işaret etmektedir.4° Onların hepsi, İbrahim Hasan el-Kuraııi el-Kürdi (v. 169o)41 ve Ebu'l-Beka el-Hasan b. Ali el-Uceymi (ya da el-Acemi) (v. 1702)42 ile bağlantılıdır. Bugün Senusi'nin de bu alimlerle sadece entelektüel 'büyük babası' Muhammed Hayat es-Sin di vasıtasıyla değil, bağımsız alimler silsilesiyle de irtibatlı olduğu tespit edilebilir.43 Şevkani, İbrahim el-Kurani'ye tek bir alimler silsilesi ile bağlanmaktadır.44 Bana göre bu ilişidier daha fazla incelenmelidir. Alıntıların yapısının sistematik olarak incelenmesi, ulaşılabilen biyografık ve otobiyografık materyalin (fihristler ve icazetler gibi) kullanımı ile birleştirilirse fundamantalist geleneğin sürekliliğini daha iyi kavrayabilme şansını elde edebiliriz. 40 John Voll, "Muhammad Hayya al-Sindi and Muhammad ibn Abd al-Wahhilb: an analysis of an intellectual group in eighteenth-century Madina", BSOAS 38 (1975), s. 32-9. " GAL, II, s. 385, S II, s. 520. " GAL, II, s. 392, S II, s. 536. Sentisi'nin hocalanndan biri olan S indi'nin öğrencisi el-Bedr b. Amir el-Ma'deni, onu Kurani ve Hasan b. Ali el-Uceymi'ye bağlamaktadır. O, aynca bu şahıslarla, Mekkeli müftüler Abdü'l-Miilik ve Abdü'l-Kadir b. Ebi Bekir yoluyla ho cas ı Mekke müftü ve kadı sı Ebu Süleyman Abd u '1-Hafız b. Muhınıned el-Uceymi vasıta­ 43 sıyla bağlanmaktadır. "' Şevkani, Kurani'ye büyükbabası ve Kurani'nin öğrencisi olan hocası Yusuf b. Muhammed b. Aliiuddin yoluyla bağlanmaktadır. bkz.: Muhammed b. Ali eş-Şevkani, el-Bed111 i- Tali', c. I, s. 11-12.