Kâğıt, Hokka ve Kalem Mektuplaşmanın bugünlerde pek de popüler bir iletişim yöntemi olmadığı aşikar fakat bir an için geçmişe dönelim. Kimlere mektup yazardık? Mektuplarımızda neler anlatırdık? Sevdiğimiz bir kişiye yazdığımız mektuba nasıl başlardık? Proust bunlar gibi bir yığın soruyu kendime sormama sebep oldu. Sorularımın cevaplarına baktığımda şunu düşündüm: Belki de biz mektuplaşmayı hiç öğrenmedik. Bana göre Proust’un zarif ama aynı zamanda güçlü iltifatları, hissettiklerini, düşüncelerini, belki de aslında onlardan hiç bahsetmeden anlatabilmesi yazarlığının ve daha öznel olarak mektup ile iletişim kurma konusundaki yetkinliğinin bir göstergesi. Bu konudaki yetkinlik artık çok nadir bulunan bir şey. İnsanlar artık neyi anlattığının yanında nasıl anlattığıyla ilgilenmez yani anlatım biçimlerini önemsemez oldu. Herhangi bir şeyin nasıl anlatıldığının iletişim kurulan kişinin algısındaki etkisi çok açıkken insanlar neden artık ‘‘nasıl’’ anlattıklarını önemsemez, buna dikkat etmez oldu? Buna —belki de biraz pesimist bir bakış açısıyla— cevabım, insanların artık aktarılması gereken karşı tarafa aktarıldığı sürece, karşılarındakilerinin hislerini ‘‘o kadar da’’ önemsememeleri… Değer verilen bir kişiye mektup yazarken ise her bir kelime özenle seçilir, yanlış anlaşılmaları önlemek için yanlış anlaşılabileceğinden şüphe edilen kelimeler daha ‘‘güvenli’’ olanlarıyla değiştirilir ve eğer şüphe ortadan kalkmadıysa cümle yeniden kurulurdu. Yıllar süren, zaman zaman sorunlarla karşılaşılan ama her yönüyle bugün gördüğümüz, yaşadığımız birçok ilişkiden daha güçlü ve ‘‘sürdürülebilir’’ olan ilişkilerin sırrı belki de tarafların iletişiminde gizliydi. İki tarafın da birbirini kıracak, incitecek bir sözden kaçınmakta gösterdiği çabadaydı… Belki de bozulan insan ilişkilerinin düzelmesi insanların yeniden karşılarındakilerin nasıl hissettiklerini önemsemesiyle mümkün olacaktır. İnsanların yeniden sadece neyi söylediğini değil aynı zamanda nasıl söylediğini de önemsemeye başlamasıyla… Herkesin bir anda bu şekilde iletişim kurmaya başlayacağını düşünmek en hafif tabirle fazlaca iyimser olurdu fakat iki kişinin arasındaki iletişimde bir tarafın bu şekilde iletişim kurmaya başlaması diğer kişiyi de mutlaka etkileyecektir. ‘‘Yapmak zorunda olmak’’ değil bu tabii ki fakat insanlara bu şekilde yaklaşmak, onlarda da iletişim kurma biçimleriyle ilgili bir değişikliğe gitme ihtiyacı oluşturacaktır. Proust’a göre mektuplaşmak bir bakımdan da yalnızlığı paylaşmaktır, ‘‘çok değerli hanımefendi’’ ile yalnızlığı paylaşır. Sadece yalnızlık mı? Tabii ki hayır. Mutsuzlukları, mutlulukları, sadece ‘’yaşanmışlıkları’’ değil bir de ‘‘yaşanamamışları’’ paylaşır. Temennileri paylaşır, çoğu zaman temennileri açık bir şekilde söylemez ama hissettirir. Bazen de temennisi açıktır: ‘‘Umarım mektubunuzu okumaktan aldığım hazzın aynısını kitabım da size vermiştir.’’ Mektuplarda yazılan temenniler gerçek birer temenni midir? Yoksa istek midir? Temenni bir dilemedir, istekten bu yönüyle ayrılır ancak temenni etmeyeceğini düşündüğümüz, ‘‘isteyeceğini’’ düşündüğümüz birçok insan ısrarla temenni sözcüğünü kullanır. Belki de bunun sebebi zarif bir şekilde istekte bulunmaya çalışılmasıdır… Proust’un dilekleri öyle anlıyorum ki bir oranda gerçekleşmişti, en azından mektuplaşma sürecinde. Üst Kat Komşusuna Mektuplar iletişimin sadece tek tarafını içermesi yönüyle insana düşünmek, tahmin etmeye çalışmak için çok geniş bir alan bırakıyor: İki kişi arasında geçen iletişimi sadece tek tarafın paylaşımları üzerinden değerlendirmek zorunda kaldığınız bir eser. Madam Williams’ın mektupları kitapta yer almasa da, evlilik hayatı (veya hayatları?) ve Proust’la iletişim içinde olmadıkları dönemde intihar etmesi bize tahmin yürütmek adına bazı ipuçları veriyor. Bu ipuçlarından yola çıkarak yapacağımız tahminlerin doğruluğu, Madam Williams’ın mektuplarının ortaya çıkmasıyla belli olacak… Kaynakça: Proust, Marcel. Üst Kat Komşusuna Mektuplar. Çev. Elif Gökteke. İstanbul: Yapı Kredi, 2015. Resim(1): http://imagenesdeamores.info/wp-content/uploads/2016/02/ Resim(2): http://www.miltonclass.it/wp-content/uploads/2014/04/