Untitled

advertisement
İSLAM'DA AZlNLlKLAR*
Nasmıddin
ei-ESED
Çeviri: Arş.Gör.Talip TÜRCA!V*
İslam' da azınlıklar konusu, İslam ve müslümanlar aleyhine bir
çok kınama ve eleştirilerin yöneltildiği geniş bir kapıdır. Bu tenkitler
konuyu, taassub, geri kalma ve insan haklarını çiğneme biçiminde
ortaya koymaktadır. Söz konusu bu eleştiri ve kınamaların bir kısmı,
saiki cehalet veya asabiyet olan iftiralardan ibarettir. Bir kısmı ise
doğru olup,
İslam'ın ruhuna aykırı tatbikattan doğan hatalara
dönücüdür. Bunlar, bazı İslam hukukçulannın -o şekilde İslam'ın
şanını yücelttiklerini ve onu koruduklarını zannederek- öngördükleri
hükümlerde düştükleri hatalardır. Daha sonraları müslümanların
geneli,şu modem asrımız da dahil olmak üzere,muhtelif asırlar
boyunca o hükümlerin uygulanması hususunda mübalağa
göstermişlerdir.
Bu nedenle Allah'ın (cc.) Kitabı'nda ve Rasulü'nün (s.a.v.)
sünnetinde olduğu gibi, yani bütün zamanlara ve rnekanlara
uygun,sabit ili:lh:i şeriatın ortaya koyduğu biçimde hak:ikatin
açıklanması müslümanların görevleri arasındadır. Bu ise,şahısların
değişikliği, yorumlama ve anlamadaki yeteneklerinin ayrıhğı, ictihad
ve hüküm istinbatındaki metodlarının farklılığı sebebiyle değişen -ki
zira bu yüzden çeşitli görüşler ve muhtelif mezhepler oluşmuştur­
beşeri bir gayret demek olan fıkıhdan başka bir şeydir. Hatta Hicaz'da
bir fıkhı olan İmam eş-Şafii gibi tek bir fakihin fıkhımn değişmesi bile
vakidir. eş-Şafii Irak'a göçüp,oranm alim ve fakibierinin arasına
karışmış ve daha sonra Mısır'a geçmiştir. Her iki yerde de önüne yeni
ufuklar açıldı. O zaman eş-Şafii: fıkhında değişiklikler yaptı. Öyle ki
eş-Şafıi'nin,fıkh-ı kadim ve fıkh-ı ced:id biçiminde iki fıkhının olduğu
söylendi.
Bu
çalışma, Nasıruddin
el-Esed'in, el-Akildimiyye Dergisi'nde
(Sayı:IO, Yıl:l993,
Sayfa:63-73) yayımlanan "el-Eqalliyat fı'l-İslam" başlıklı makalesinin çevirisidir.
Süleyman Demirel Üniversitesi ilahiyat Fakültesi İslam Hukuku Anabilim Dalı
Araştırma
Görevlisi
Biz
"Azınlıklar"
kelimesini
gönlümüz
razı
olmaksızın
kullanıyoruz. Zira o ,İslam' dan ve onun ruhundan uzak bir terimdir.
Ayrıca müslümanlardan hiçbir kimse de onu kullanmamıştır. Yahudi
ve hristiyanları gösteren yegane tabir, Kur'an'da olduğu üzere
"Ehlu'l-Kitab" ve Nebevi Hadis'deki biçimiyle "Ehlu'z-Zimme"dir.
Bu terim müslümanlar arasında ve onların literatüründe yaygınlık
kazanmış,fıkıh kitaplarında onunla ilgili hükümler ve düzenlemeler
yer almıştır. İnançlan her ne olursa olsun, müslümanlar, bütün gayr-i
müslimleri bu terimin kapsamına dahil etmişlerdir. 1 Biz,batılı
"Azınlıklar" terimini benimsernek zorundayız. Ancak belirtmemiz
gerekir Id bu ve "Ehlu'z-Zimme" terimi örtüşmemektedir. 2 Zira
İslam,biraz sonra izah edeceğimiz üzere "çoğunluk" ve "azınlık"ın
mevcudiyeti demek olan bu batılı nizarnı -ruhunda ve özündebarındırmaz. Batılı anlamında "ırkf" (etnik) azınlıklan ifade etmek
için İslam'da özel bir terim yoktur. Ayrıca bireyleri müslüman kaldığı
. rnüddetçe,söz konusu azınlıkları başkalanndan ayırt edecek toplumsal
düzenlerneler de mevcut değildir. Selman (el-Farisi), Suheyb (erRumi), Bilal (el-Habeşi) ve Zeyd b. Harise (Arap esir),hepsi de
müslümandır ve onlarla her hangi bir Başimi Kureşi Arap arasında
hiçbir fark yoktur.
"Dini Azınlıklar "a gelince, onları ifade eden İslami terim,
"Ehlu'z-Zimme"dir. Allah Rasulü (s.a.v.) yazışrnalannda ve ernan
anlaşmalarında söz konusu terimi kullanmıştır. Şu onlardan bir
örnektir: "Bu Allah ve Allah 'ın Rasulü Nebf Muhammed'den Yuhanne
b. Ravbe ve Eyle halkı için bir emandzr... Onlar için Allah 'ın zimmeti
ve Allah Rasulü Muhammed'in zimmeti vardır... "3 Bu tabiri Hz.
Peygamber'den sonra halifeler de kullanrnışlardır. Hz. Ömer'in
yaralandığı zaman söylediği şu sözünde olduğu gibi: "Benden sonraki
halifeye Allah 'dan korkmasını tavsiye ederim,muhacirlere de ... ve
Malik11er, terimin
kapsamasını caiz
kapsamını geniş tutmuş
ve zimmet akdinin bütün gayr-i müslimleri
Hanefiler ise Arap müşriklerini Ehlu'z-Zimme'nin
el-Mevsüatu'l-Fıkhiyye, Vezaratu'l-Evkaf ve'ş-Şuuni'l­
görmüşlerdir.
kapsamı dışında tutmuşlardır.
İslamiyye, VII, 122-123.
Hangi gayr-i müslimlerin, İslam hukukuna göre, devletin vatandaşı olabilecekleri ya da
zimmet akdine taraf olabilecekleri konusunda diğer İslam hukukuçularının
görüşleri,deliller ve kaynaklar için ayrıca bkz. Talip Türcan, İslam Hukukunda
Vatandaşlık (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi) Ankara 1995, 59-66 (Çeviren).
Bu konuda ayrıca bkz. Türcan, a.g.e., 87-88 (Çeviren).
İbn Sa'd, et-Tabakatü'l-Kübra, I, 289.
256
ayrıca
onlara karşı ahidlerinin gereğini yerine getirme,güçlerinden
yüklememe ve onlar için savaşma hususunda Allah ve O 'nun
Rasulü 'nün zimmetini (zimmetine bağlı kalmasını) vasiyet ederim. "4
Arap dilinden nasibi olan herkes,bu tabirin güzelliğini,
delaletinin yüksekliğini, Allah ve Rasulü'nün zirnınetine yapılan bu
nisbetin yüceliğini bilir. Ne var ki Arap ülkelerinde yaşayan
hristiyanlar bu tabirden nefret eder ve aşağılık hisseder oldular. Bu
itibarla biz de insanları sevmedikleri bir şeyle isimlendirmeme ya da
onlaralakap vermeme hususunda İslam'ın ruhuna uygun olarak onun
yerine "Gayru 'l-Muslimfn" tabirini kullanmaya başladık. Nitekim
"el-Mecmau'l-Melek1 li Buhusi'l-Hadarati'l-İslamiyye" (Muessesetu
Ali'l-Beyt) 1989 yılında, bölümlerini müslüman alimlerden bir
topluluğun
yazdığı
"Muameletu Gayri '1-Muslimin :fi'l-İslam­
(İslam' da Gayr-i Müslimlerle İlişkiler)" başlıklı iki ci lt kitap
fazlasını
çıkartmış tır.
İslam' da dini azınlıklar konusu birkaç temel ilkenin
ayrıntısıdır: İlki,insanlığın birliği ya da insan türünün birliğidir. Allah
"Ey insanlar,Biz sizi bir erkek ve bir dişiden
yarattık. Birbirinizi tanıyasınız diye milletZere ve kabileZere ayırdık.
Allah katında en üstününüz takvası en fazla olanınızdır. "5 Allah
Rasulü de şöyle buyurmuştur: "Ey insanlar,dikkat edin! Şüphesiz
Rabbiniz birdir ve şüphesiz babanız da birdir. Dikkat edin! Ne bir
arabın aceme,ne bir acemin araba,ne bir kızıl tenlinin siyaha,ne de bir
siyahın kızıl tenliye takvadan başka hiçbir üstünlüğü yoktur. "6
İkinci ilke, Nuh zamanından İbrahim'e, ondan Allah Rasulü
Muhammed b. Abdillah'a kadar dinin bir ve tek oluşudur. Allah
Teala şöyle buyurmuştur: "O size, dinden Nuh 'a tavsiye ettiğini,sana
vahyettiğimizi, İbrahim 'e, Musa ya ve İsa ya tavsiye ettiğimizi şeriat
yaptı. Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin. "7 Aslı ve hakikati
itibariyle bu peygamberlerin hepsinin dini tek bir dindir. Allah
Teala'nın şu sözü de bu husus la ilgilidir: "Allah' a,bize indirilene,
ve sıbt(torun kabile)lere
ihrahim 'e, ismail'e, ishak'a, Yakub 'a
indirilene, Musa ve isa 'ya veritene ve (diğer) peygamberlere Rableri
tarafından verilene inandık, onlar arsında bir ayırım yapmayız. Biz
Teala
şöyle buyurmuştur:
A.g.e., III, 339.
el-Hucurat, 13.
el-İmam Ahmed b. Hanbel, el-Musned, V, 411.
eş-Şura,
13.
257
Allah 'a teslim o/anlarız. "8 Kur'an-ı Kerim'in diğer ayetlerinde de
ilahi dinin birliği hususundaki bu anlamın te'kidi vardır. Şu ayet-i
kerime onlardandır: "Biz, Nuh' a ve ondan sonra gelen peygamberlere
vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. Nitekim ihrahim 'e, ismail 'e,
ishak'a, Yakub 'a, szbtlara, isa 'ya, Eyyub 'a, Yunus 'a, Harun'a,
Süleyman 'a da vahyetmiş ve Davud'a da Zebur'u vermiştik. "9 Allah
Tealll'nın yukanda geçen iki ayette kendilerine işaret buyurduğu
peygamberler çoktur;isimlerini zikrettikleri ile sınırlı değildir. Bu
nedenle Allah şöyle buyurmuştur: "Daha önce sana anlattığımız
elçilere ve sana anlatmadığımız elçilere de vahyetmiştik. " 10
Kur'an'ı,insan türünün birliği,insanlar arasındaki eşitlik,dinin
birliği ve birbirini takip eden dinlerin bir ve aynı oluşu hususunda bu
gibi manaları içeren bu din değil mi ki,müntesiplerinin kendileri ve
dinleri konusunda başkalarına ve diğer diniere karşı mutaassıp
olmalan caiz olsun? Şüphesiz Allah, müslümanlara, bütün
peygamberler ve bütün kutsal kitaplara iman etmelerini çeşitli
ayetlerde emretmiştir. Şu ayet-i ker!me onlardan biridir: "Rasul,
Rabbinden kendisine indirilene inanmıştır. Bütün mürninler de
Allah 'a,meleklerine,kitaplarzna ve peygamberleri arasında ayırım
yapmayız (diyerek) peygamberlerine iman etmişlerdir. " 11
Bu iki ilkeyi tamamlayan,tabii olarak ikisine dayanan ve zaturl
olarak ikisinden doğan üçüncü büyük ilke ise inanç hürriyetidir.
Allah Teala söz konusu ilkeyi çeşitli ayetlerde açık bir biçimde
tespit etmiştir. Öyle ki hiçbir kapalılık onu kanştıramaz. İnanç
hürriyeti konusundaki esas kaide Allah Telila'nın şu sözünde
gelmiştir: "Dinde zorlama yoktur. Doğruluk (rüşd), sapıklıktan açıkça
ayrılmıştır. " 12 Bu büyük kaidenin bir açıklaması da şu ayette
gelmiştir: "Rabbin dileseydi yeryüzündeki kimselerin tamamı iman
ederlerdi. Yoksa sen mü 'minler olsunlar diye insanları zorluyor
musun?" 13 Bu mana bir çok ayette tekrar edilmiştir. Mesela: "Yolun
gayesi Allah 'adır. Ondan sapmış olanı da vardır. Dileseydi sizin
ei-Bakara, 136.
en-Nisa, 163.
10
en-Nisa, 164.
ll
el-Bakara, 285.
12
el-Bakara, 256.
Yunus, 99.
13
258
hepinize hidayet ederdi. " 14 Bir di~er örnek de şu ayettir: "Allah
dileseydi sizi tek bir ümmet kılardı. "
Hal böyle olunca insanlardan hiçbir kimsenin kendisinde
başkasını hidayet etme ve ona tahakküm etme kudretinin bulunduğunu
zannetmesi caiz olmaz;Allah Rasfilü bile olsa. Bu nedenle Allah Teala
Rasfilü'ne hitap ederek şöyle demiştir: "Onların hidayeti sana bir
görev değildir. Fakat Allah dilediğine hidayet eder. " 16 Böylece
Peygamber'in işini tebliğ ve tezkir (hatırlatma) konusuyla sınırlı
kılmış ve onun insanlara tahakküm etmesini nefyetmiştir. Bu husus şu
ayet-i kerimede ifade edilmiştir: "Hatırlat,sen ancak hatırlatıcısın.
Onlar
üzerinde
tahakküm
sahibi
(zorlayıcı)
değilsin. " 17
Buradan,hükmün yalnızca Allah'a ait olduğu, ne Peygamber'in ve ne
de müslümanlardan bir başkasının böyle bir hakkının bulunmadığı
anlaşılıyor. Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Allah,iman
edenlerin, yahudflerin, sabiflerin, hristiyanların, mecusflerin ve
18
müşriklerin arasında kıyamet günü hükmedecektir. " Sonra Allah
bütün bunlardan Allah'a ve ahiret gününe inanıp salih amel işleyenleri
şu sözüyle ayırmıştır: "Şüphesiz mü 'min ler, yahudiler, hristiyanlar ve
sabiflerden Allah' a ve ahiret gününe iman edip salih am el iş leyenlerin
Rabbieri katında ecirleri vardır. Onlar için hiçbir korku yoktur ve
onlar üzülmeyeceklerdir. " 19 Bu ayetten, Allah Teala'nın, bir kısım din
müntesiplerinin cennetin yalnızca kendilerine ait olduğu yolundaki
iddialarını kabul etmediği ortaya çıkmaktadır: "Ancak yahudf veya
hristiyan olan kimse cennete girecek dediler. Bu onların
kuruntusudur. De ki,şayet doğrulardan iseniz delilinizi getirin. Evet,
kendisini ihsan sahibi olarak Allah'a teslim eden kimsenin ecri Rabbi
20
katındadır. Onlar için korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. " Bu
ayetler tek bir dinin müntesipleri olmadıkları halde Allah'a ve ahiret
gününe iman edip salih amel işledikleri ve muhsinler olarak
kendilerini Allah' a teslim ettikleri takdirde bütün insanlığa şamildir ve
mana birdir. Allah RasUlü Yemen halkıyla "Kim yahudfliği ya da
14
15
16
17
18
19
20
en-Nahl, 9.
eş-Şura, 8.
el-Bakara, 272.
el-Gaşiye, 21-22.
el-Hacc, 17.
el-Bakara, 62. Ayrıca bkz. el-Maide, 69.
e1-Bakara, 111-112.
259
hristiyanlığı üzerinde ise, o kimse ondan döndürülmez ... "21 biçiminde;
Nceran halkıyla ise,onlar için "malları, canları, ırzları ve
dinleri...ellerinin altındaki az veya çok her şey hakkında Allah 'ın ahdi
ve Allah Rasulü N ebi Muhammed 'in zimmeti vardır. Hiçbir uskuf
uskujluğundan, hiçbir rahip ruhbaniyetinden ve hiçbir kahin de
kahinliğinden edilmez. "22 şeklinde sözleşme yapmıştır. Hz. Ömer de
Benu Tağlib hristiyanlarına "kendi dinleri dışında başka bir dine
zorlamayacakları" hususunda güvence vermiştir.Z 3 Hz. Ömer'in
Kudüs ehline vermiş olduğu ahd ise meşhurdur. 24
İslam başkasının inanç hürriyetini gözetmeyi üzerine
alınca,aynı şekilde (bunun bir sonucu olarak) bir başkasının ona
tecavüz etmesini ve onun inanç hürriyetine engel olmasım da kabul
etmez. Bu sebeple kıtaJ ve cihad ayetleri düşmanlığı reddetmek ve
iman hürriyetinin önündeki engelleri kaldırmak için nazil olmuştur.
Müslümanlara düşmanlık etmeyen gayr-i müslimlere gelince,onlar için
iyilik ve sevgi vardır,onlara taarruz caiz değildir. Allah Teala şöyle
buyurmuştur: "Allah,din hususunda sizinle savaşmayan ve sizi
yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara karşı
adil davranmanızz yasaklamaz. Şüphesiz Allah adil olanları sever.
Allah,ancak sizinle din uğrunda savaşanları,sizi yurtlarınızdan
çıkaranları ve çıkarılmamza yardım edenleri dost edinmenizi
yasaklar. Onları dost edinenler,işte onlar zalimlerdir. "25 Açık ve
seçik oluşları bakımından şu ayetler de bu iki ayete benzemektedir:
"Allah yolunda sizinle savaşanlarla savalın ve aşırı gitmeyin.
2
Kuşkusuz Allah aşırı gidenleri sevmez. " , "Fitne kalmayıp,din
Allah 'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse
dokunmayın. Zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur. "27 , "Kim size
saldmrsa,onun size saldırdığı kadar siz de ona saldırın. Allah 'dan
sakının ve bilin ki Allah muttakflerle beraberdir. "28
21
22
23
24
25
26
27
28
260
Ebu Ubeyd, Kitabu'l-Emval, 35. Ayrıca bkz. Muhammed Hamidullah, el-Vesaiku'sSiyasiyye, 209.
Ebu Yusuf, Kitabu'l-Harac, 72.
Ebu Ubeyd, Kitabu'l-Emvill, 36.
Ebu Ca'fer et-Taberi,Tarihu't-Taberi, III, 609.
el-Mümtehine, 8-9.
el-Bakara,l90.
el-Bakara, 193.
el-Bakara,194.
Bu ayetler,yüce anlamlan ile,düşmanlığa ilk başlayan taraf
olmama ve düşmanlığı sürdürmeme emirlerini açıklamaları
ile;saldırıyı,saldınnın
giderilmesine hasretmeleri ve tecavüzde
bulunmaksızın,düşmanlığın
giderilmesini ( defini) de saldırı
miktarınca
sınırlamaları
ile her hangi bir yoruma ihtiyaç
bırakmamaktadır.
Zira Allah adil olanları sever,zalimleri ve
mütecavizleri sevmez. O,muttakilerle beraberdir.
Bu zikredilen üç esası dördüncü ve büyük bir esas tamamlar ki
o da karşılıklı ilişkilerde adalet ilkesidir. Allah Teala şöyle
buyurmuştur: "Allah, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında
29
hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi size emreder. " Bu,muhkem
ve bellğ bir ifade olup,yalnızca müslümanlara özel olmaksızın bütün
insanları içine almaktadır. Sonra Allah Teala, Rasulü'ne hitaben sevk
ettiği sözünde,kendilerine yönelik bir hükümle Ehl-i Kitab'ı ayırmış
ve özel olarak zikretmiştir: "De ki;Allah 'ın indirdiği Ki tab 'a
inandım,aranızda adaletle hükmetmek/e emrolundum. Allah bizim de
Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize,sizin
işledikleriniz de kendinizedir. Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir
şey yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüş O'nadır. "30
İslam toplumu, İslam nizarnının bütünlüğü çerçevesinde,
İslami hayatm izin verdiği ve düzenlediği ölçüde çeşitli ırk,din,dil ve
kültürlerden oluşan bir toplumdur. İslam toplumu hürriyet ve
insanlığın yüceliği üzerine kaimdir. Nitekim Allah Teala şöyle
buyurmuştur: "And olsun ki Biz insanoğullarını şerefli kıldık,onların
kara ve denizde gezmelerini sağladzk, temiz şeylerle onları
rızzklandırdzk ve yarattıklarımızın pek çoğundan onları üstün
kıldık " 31 Her türlü noksanlıktan münezzeh olan Yüce Allah,meleklere
Adem'e secde etmelerini emretmiş 32 ve ona ruhundan üflemiştir. 33 Bu
yüceitme ve tafdil etme insan türü için,Ademoğulları içindir;yalnızca
müslümanlara özel değildir. Kuşkusuz ne kadar ırk ve dinleri farklı
olursa olsun müslümanların dışında kalanlan da kapsamaktadır. Bu
manalar müslümanların yaşamında açık bir biçimde gerçekleşmiş ve
onlardan bir kısmı gelecek nesillere meş'ale olsun diye tarih
kitaplarının kaydettiği nasihatler halini almıştır. Mısır Valisi 'Amr b.
29
en-Nisa, 58.
30
eş-Şura,
31
32
33
15.
el-İsra, 70.
Çeşitli ayetlerde geçmektedir. Mesela bkz. el-Bakara,34; el-İsra, 61; el-Hicr, 29-30.
el-Hicr, 29; es-Secde, 9.
261
el-As'ın oğlunun
öfkesine yenik düşüp Kıptllerden birisine vurması
hadisesi,onlardan bir örnektir. Bunun üzerine Kıpti,durumunu
Mü'minlerin Emiri Ömer b. el-Hattab'a şikayet etmiş,o da onları
çağırmış, Kıpti'den 'Amr'ın oğluna vurmak suretiyle öcünü almasını
istemiş ve şu meşhur sözünü söylemiştir: "Analarının hür doğurduğu
insanları ne zaman köleleştirdiniz! " 34
İşte bu hürriyet ve insanın yüceliği,İslam'ın azınlıklara bakış
açısının dayandığı ilkelerden beşinci büyük ilkedir. Bu beş temel
ilkeye müracaat ettiğimiz zaman,başta zikrettiğimiz İslam "çoğunluk
ve azınlık" (ekseriyet ve ekalliyet)'ın varlığına dayanan batılı nizarnı
benimsemez,ifadesinin anlamını idrak edebiliriz. Onların hepsi bir
"ümmet" içinde tek bir vücuttur ve onlardan her biri bu ümmet
içinde,ümmetin sahip olduğu haklara sahip ve yükümlü olduklarıyla
da yükümlü bir vatandaştır. Nitekim Allah Rasulü (s.a.v.) Medine-i
Münevvere'de onları zirnınetine dahil etmiştir. Aynı şekilde sahabenin
.önde gelenleri de bu kucaklayıcı İslami manayı kavramışlar ve
onlardan isteyen kimselerin, darulislama veya
Ehlu'z-Zimme'nin yaşadığı darnlemana saldıranlara karşı
müslümanlarla beraber savaşmalarına ya da kendi bölgelerinde kendi
başlarına savunma yapmalanna izin vermişlerdir.
Günümüzde hristiyanlar · ümmet içinde vatandaş olarak
bulunmakta, vatandaşlığın ve vatandaşlıktaki eşitliğin anlamını
gerçekleştirmek gayesiyle,
isteyerek ve gönüllü olarak vatan
savunması için orduya iştirak etmektedirler. Onlar müslümanlarla
birlikte devlete aynı tür (birleştirilmiş) vergiler ödemektediri er. Sırf
onlara ya da onların dışındakilere dinleri sebebiyle her hangi bir vergi
konulmamaktadır. Bundan ötürü ne İslam' a ve ne de şeriata her hangi
bir isyan (aykırı lık) söz konusu değildir. Aksine geçmişteki ve
günümüzdeki bir kısım uygulamalar İslam'a ve Allah'ın şeriatma
aykınlık teşkil etmektedir.
İşte bu ilahi ve ulv1 ortamda,sözü edilen beş büyük temel ilke
çerçevesinde muhtelif dinler,İslam'ın himayesinde müsamaha, güven
ve huzur içinde yaşamıştır. Gayr-i müslimler on üç asırdan ziyade bir
süreden beri müslümanlada birlikte inanç konuları dışında kalan
alanlarda "müslümanların sahip olduklarına sahip olma ve yükümlü
oldukları ile yükümlü olma" ilkesi dahilinde yaşamaktadırlar.
34
262
Bkz. İbnu'l-Cevzi, Menakıbu Emiri'l-Mü'minin Umer b. el-Hattab, 99.
Bu beş temel ilkenin uygulamasma baktığımızda,Allah Rasülü
(s.a.v.)'in önünden geçen bir yahudi cenazesi için durduğunu
görüyoruz. Bu davranışı kendisine sorulduğunda "O bir insan değil
mi?" buyurmuştur _3 5
Halid b. Velid, Ebu Bekr es-Sıddik'ın hilafeti döneminde IrakHıre'de bulunan zimmet ehline şu ahidnameyi yazmıştır: "Onlara şu
hakkı verdim:Her hangi bir yaşlı kimse çalışma gücünü kaybederse
veya başına bir felaket gelirse ya da zengin iken fakir düşerse ve
dindaşları da ona sadaka verir hale gelirse o kimsenin cizye
yükümlülüğü kaldırılır. Ayrıca Daru 'l-hicre ve Daru '!-İslam 'da
ikamet ettiği müddetçe müslümanların beytü/malinden kendisinin ve
ailesinin ihtiyaçları karşılanır. " 36 Yine Halife Ömer b. el-Hattab
dilenen yaşlı bir yahudiye beytülmalden maaş bağlamış ve şöyle
demiştir: "Allah 'a yemin olsun ki, onun gençfiğini tüketir,sonra da
yaşlılığında terk edersek ona karşı adaletli ve insajlı davranmış
olmayız. "37
Emevi halifesi Ömer b. Abdilaziz, Basra valisine şöyle
yazmıştır: " ... B ölgende bulunan zimmet ehlinden yaşlanıp güçten
düşmüş
ve kazanç kapıları kendilerine kapanmış kimseleri
araştır, onlara durumlarını düze/tecek miktarda hazineden maaş
~l
n38
baga.
Gayr-i müslimler için hür ve güvenli bir hayatın kapılan
arkasına kadar açılmış, onlardan vezirler, bürokratlar, şairler, alimler,
tabipler ve filozoflar yetişmiştir. Onların hepsi müslüman yönetimlerin
güvencesinde yaşamış,çalışmış ve sanatla uğraşmışlardır. Kendileri ve
ürettikleri de,İslam medeniyeti,tarihi ve mirasının bir parçası
olmuşlardır.
Allah Rasülü (s.a.v.) Mekke'den Medine'ye hicret ettiği zaman
Muhacirlerle Ensar'ı birbirine kardeş iHin etmiş ve yahudilerle de
sözleşme yapmıştır. Hz. Peygamber bu hususta yahudi kabilelerini tek
tek zikrettiği bir sözleşme metni yazmış ve onları "mü'minlerle
beraber bir ümmet (kılmış)tır; yahudflerin dinleri kendilerine,
35
36
37
38
Hadis sahih ve muttefakun aleyh'tir. Bkz. el-Buhari, Sahih, II, 158; Müslim, Sahih,VII,
29.
Ebu Yusuf, Kitabu'l-Harac, 144.
A.g.e, 126.
Ebu Ubeyd, Kitabu'l-Emval, 57.
263
müslümanların
dinleri kendilerine aittir... Ancak, zulmeden ve günah
··
eyen mustesna
... n39
Bunun anlamı şudur:İslam şeriatı adeti gereği genel çerçeveler
ve büyük ana ilkeler koymuş;onlann tafsilat ve teferruatını ise,söz
konusu genel çerçeveler dahilinde ve değişmeyen sabit ana ilkelere
göre zamanın gelişmesi ve şartların değişmesine paralel olarak
ilerleyen isim (terim) ve kavramlardan elde edilmeleri için
düzenlememiştiL Şayet İslam devletinde bulunan gayr-i müslimler
kendilerinin
"Ehlu 'z-Zimme"
biçiminde
isimlendirilmelerini
istemiyorlarsa, onların müslümanlada birlikte bir "ümmet" içinde var
olmaları,onları,çağımızın tabiriyle kamil manada vatandaşlık haklarına
sahip "vatandaşlar" kılar. İnanç, ibadet ve bunlarla ilgisi bulunan
alıval-i şahsiyye meseleleri hariç,gayr-i müslimler müslümanların
sahip olduğu haklara sahip, yükümlü bulunduklan ile de
yükümlüdürler.
Zekat, müslümanlara, dini bir farzdır. O, İslam'ın beş
rüknünden biridir ve İslam akidesinin özündendir. Dolayısıyla daha
önce değindiğimiz, İslam nizarnının temellerinden olan bir büyük ilke
gereği -ki o inanç hürriyeti ilkesidir- gayr-i müslimlerin de zekatla
yükümlü tutulmalan caiz olmaz. Ancak tıpkı müslüman vatandaşa farz
kılındığı gibi gayr-i müslim vatandaşa da bir vergi tarh edilmesi
gerekir ki,bu nedenle onun da cizye ödemesi öngörülmüştür. Cizye,
"ceza-" demektir. Lügat itibariyle cizye ıvaz, bedel ve karşılık
anlamlarına gelir. Terim olarak ise,zimmet ehlinden alınan şey
anlamındadır; "zira cizye onlardan bedeldir" 40 ya da "onunla (bir
başka şey) karşzlanmak istendiği için cizye diye isimlendirilmiştir. "41
Cizye, "gayr-i müslimlerden ancak yılda bir defa güvenliklerinin
sağlanması ve dinleri üzerinde bırakılmalarının karşılığı olarak alınır.
Onlar müslümanların ahd ve zimmetleri dahilinde güven içinde
tasarrufta bulunurlar. Onlar için düşmanları ile savaşılır ve
42
müslümanları ilzam eden hususlar onları ilzam etmez. "
Esas itibariyle erkeklerden gücü yetenler dışında hiç kimseye
cizye tarh edilmez. Kadınlara, baliğ olmayan çocuklara,
yaşlılara,ruhban ve kıssis gibi din adamlarına cizye konulmaz.
• [
ış
39
İbn Hişfun, es-Siretu'n-Nebeviyye, II, 149.
;,j.J:?. ) maddesi.
40
ez-Zemahşeri, Esiisu'l-Behiğa, C-Z-Y (
41
Murteda, ez-Zebidi, Tacu'l-ArCis, C-Z- Y (
42
İbn Rüşd'ün ifadesi. Bkz. el-Mukaddematu'l-!Vlumehhedat, 1, 282.
264
'.j..?.' ) maddesi.
Bazı durumlarda zimmi kimse cizye ödemekten muaf tutulur.
O hallerden bir kısmı şunlardır:
a) Zimmi fakir olursa veya zengin iken yoksul
düşerse;geçimini sağlayacak işi yoksa veya olup da sonradan
kaybetmişse;yaşı ilerlemiş ve çalışmaktan aciz düşmüşse cizye
ödemez. Bunların bir çok örnekleri bulunmaktadır.
b) Devlet zirnıniyi himaye etme hususunda acze düşerse cizye
alınmaz. Halid b. Velid'in bazı zimmet ehlinden kimselere verdiği
emanname bunu destekleyici ve açıklayıcı hususlardandır:
" ... Sizi korursak (savunursak) cizye alma hakkımız vardır. Aksi
halde sizi koruyuncaya kadar yoktur. " 43 Nitekim Ebu Ubeyde
kendileriyle sulh yapılan şehirlerin bir kısmının halkına,alınan cizye
ve haracı geri vermiş ve o şehirlerde görevli valilerine şöyle
demelerini yazmıştır: "Mallarınızı geri veriyoruz. Zira bize karşı
ordular toplandığını haber aldık. Siz de,sizi korumamızı şart
koşuyorsıinuz. Halbuki bizim buna gücümüz yetmemektedir. " Bu
hususla ilgili örnekler de çeşitlidir.
c) Zimmllerden cizyenin sakıt olmasını ya da zirnıninin muaf
tutulmasını gerektiren hususlardan bir diğeri ise, zirnıninin İslam
ülkesinin savunmasına iştirak etmesidir. Ermenistan ve civar
bölgelerin erniri Suraka b. 'Amr,Ermenistaiı kralının, müslümanların
düşmanianna karşı kendisi ve yanındakilerin savaşmaları karşılığında
cizyenin kaldırılmasını talep etmesi üzerine, o bölgenin halkından
cizyeyi kaldırmıştır. Suraka b. 'Amr ona şöyle demiştir: "Bu
isteğini,savaşa devam ettikleri sürece seninle beraber olan kimseler
hakkında kabul ediyorum. Zira oturup,kalkmayan kimseden cizye
alınması gerekir. "44
yani, müslümanlada beraber onların
düşmanıanna karşı savaşmayan kimseden cizye alınır. Bunun
örnekleri de çoktur. 45
43
44
45
Ebu Ca'fer et-Taberl, Tarihu't-Taberl, III, 368; ayrıca bkz. Abdulkerim Zeydan,
Ahkamu'z-Zimmiyyin ve'l-Muste'minin, 145; Muhammed Hamidullah, el-Vesaiku'sSiyasiyye, 383.
Ebu Ca'fer et-Taberi, Tiirihu't-Taberl, IV, 156; ayrıca bkz. Abdulkerim Zeydan,
Ahkamu'z-Zimmiyyin ve'l-Muste'minin, 156.
Bkz. Ali es-Savva, "Mevkıfu'l-İslam min Gayri'l-Muslimin fı'l-Muctcmaı'l-İslami",
Muamelatu Gayri'l-Muslimin fi'l-İslam, I, 189.
265
Ayet-i kerimedeki 46 "Sağırün ( Lı. .t.ftL..a ) " ifadesi,Allah'ın
emrine ve İslam alıkamma boyun eğmek ve teslim olmaktan başka bir
anlama gelmez. Silahı bırakmak ve müslümanlada savaşmamak,boyun
eğmek ve teslim olmak anlamındadır. Bu anlam,isimleri Allah'a
boyun eğip teslim oluşlarına deHHet eden müslümanların bizzat
kendileri için de geçerlidir. Söz konusu ifadenin geçtiği ayet-i kerime
"Allah 'a ve ahiret gününe inanmayan,Allah 'zn va Rasulü 'nün haram
kıldığını haram saymayan ve hak dinini din edinmeyenlerle"
savaşmaya işaret etmektedir. Dolayısıyla,Allah'a,İslam alıkamma ve
İslam devletine "onların boyun eğip kendi elleri ile cizye vermeleri"
konusunda ve bunun müslümanlardan herhangi bir beşer için olmadığı
hususunda ayetin siyakı apaçıktır.
Bütün bu anlatılanlardan,bağlamları,
lügavi ve ıstılahi
karineleri ve ilk asırdaki uygulamaları çerçevesinde lafızların
kullanılışlarının, manaların en yücesine ve insan haklan derecelerinin
. en yükseğine delalet ettiği göz önüne alındığmda,insanlardan bir
kısmının lafızların lügavJ: delaletlerini nasıl ters yüz ettikleri;onlann
yorum ve tatbikinde sahih anlam,kavram ve içeriklerinden nasıl
uzaklaştıkları açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu itibarla, Kur'an
ayetlerinin ve Peygamber sünnetinin,kendi ruh ve yönteminin temsil
ettiği İslam'ın hakikatı ile,takip eden asırlar içinde müslümanlardan
bazılarının düştükleri anlayış ve yorum hatalan arasındaki fark
hususunda daima dikkatli olmak gerekmektedir. Bu hatalara,gayr-i
müslimleri İslam ülkesinde müslümanlada beraber bir "ümmet"
çerçevesinde vatandaş yapan İslam'a tamamen aykırı olarak uygulama
ve muamelede de başka hatalar eşlik etmiştir. İslam gayr-i müslimlerin
gözetilmelerini,himaye edilmelerini ve haklarına dokunulmamasını
öngörmüştür. Zira onların,-vatandaşlığın yanısıra- başka ilave bir
konumlan daha vardır ki o da onların "Allah ve Rasulü'nün
zimmetinde" oluşlarıdır. Bundan ötürü onlar her müslümanın
zimmetindedirler.
Cihad da İslami bir farz olup, müslümanlara saldıran,onların
inanç hürriyetlerine engel olan,aralarında fitne yayan,düzen ve
varlıklarını tehdit eden kimselerle savaşmak demektir. Bu konunun
tafsilatına tekrar dönmeye gerek bırakmayacak ölçüde önceden
değinmiş bulunuyoruz. İslam inanç ve fikirdir. Her ikisine de, Kur'an-ı
Kerim'in öngördüğü biçimde kanıt, mantık, hoş söz ve güzel nasihat
vasıtasıyla davette bulunmak gerekmektedir. Bu davetin,fakirlerin
46
266
et-Tevbe, 29.
fakirliğini, hastaların hastalığını ve cahillerin bilgisizliğini istismar
etmeksizin; dinlerini değiştirmeleri için rnal,yiyecek,barınak,ilaç ve
eğitim-öğretim ile kandırmak ya da çocuklarını almak ve eğitimlerini
ibadet rnekanlannda, kapalı medreselerde veya başka memleketlerde
yaptırmak suretiyle aldatrnaksızın; şiddet, katil, işkence ve teftiş
mahkemelerini kullanmaksızın yapılması icap etmektedir. Şayet
müslümanların akideleri ve dini hürriyetleri konusunda dahili' ve harici
güçlerin tehdidi ve onların inançlarını açıklama hakkından zorla
mahrum bırakılınalan olrnasaydı,silah harnletrnezler ve hiçbir kimse
ile de savaşrnazlardı. Zira onların buna ihtiyaçları yoktu. Esasen
savaşma izni onlara ancak eziyet ve işkenceterin şiddetini
artırmasından ve davetİn başlangıcından itibaren on üç sene
sabretrnelerinden sonra verilmiştir. Nitekim Medine'ye hicretten sonra
şu ayet nazil olmuştur: "Haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş
açılan kimselerin karşı koyup savaşmalarına izin verilmiştir. Allah
onlara yardım etmeye elbette kadirdir. Onlar 'Rabbimiz Allah 'dır'
dediler diye haksız yere yurtlarından çıkarılan kimselerdir. Allah
insanların bir kısmını diğer bir kısmı ile def'etmeseydi, muhakkak
surette içlerinde Allah 'ın ismi çokça anılan manastırlar, kiliseler,
havralar ve mescitler yıkılıp giderdi. And olsun ki, Allah, Kendisine
yardım edenlere mutlaka yardım eder. Doğrusu Allah güçlüdür,
üstündür. " 47
Cihadın, müslümanın inancına ilişkin dini bir farz olması
nedeniyle İslarn,gayr-i rnüslirnleri onunla sorumlu tutmamış ve
onları,inanrnadıklan bir şey hususunda icbar olmasın diye savaşa
katılmaktan muaf tutmuştur. Böylece savaşma görevi,hem kendilerini
ve hem de zirnrnetlerindeki kimseleri savunma maksadıyla yalnızca
müslümanlara hasredilmiştir. İşte zimmet ehlinden alınan cizye bunun
karşılığı ve bedelidir. Bu yüzden tıpkı müslümanların düşmanıanna
karşı savaşmayı taahhüdde bulunan zirnrnilerden cizye alınmadığı gibi,
müslümanların
himaye edernedikleri, mallarını ve bölgelerini
savunarnadıkları zimrni kimselerden de cizye yükümlülüğü kalkar ya
da onlardan savunma yapan kimselere cizye iade edilir. Bunların
herbiriyle ilgili daha önce örnekler verilmişti. O örnekler İslam tarihi
kitaplarının kaydettiği benzer bir çok hadise ve vakıa karşısında az
kalmaktadır.
Bunların dışında
tam bir özgürlükleri
47
zirnrnet ehlinin inanç meseleleri hususunda
Müslümanlara herhangi bir biçimde
vardır.
el-Hacc, 39-40.
267
hücum ve tecavüz olmamak koşuluyla, evlenme-boşanma gibi ahv~H-i
şahsiyye, kendi aralanndaki yargılama, ibadet ve eğitim-öğretim
konularındaki hürriyetler bu özgürlüklere örnektir.
Yukarıda anlatılanların her biri İslam'daki mükemmel insan
haklan manzumesinin bir parçasıdır. O, yüce değerleri ve hususiyetleri
olan bir düzenlemedir. Onun, insanlık medeniyeti yolunda başka
kültürlerle buluşan köklü bir kültüre sahip bir ümmete mensubiyeti
vardır. Ancak o, aynı zamanda ayıncı özellikleri ile de temayüz eder.
Nitekim İslam'da insan hakları konusu ile ilgili olarak birçokları
yazmış,kitaplar ve makaleler telif olunmuştur.
Şu halde meselelere bütün yönleriyle insaf,hak ve adalet
nazanyla bakmamız ve sağlıklı ilmi yargıya ulaşmayı sağlamayan
dağınık parçacı yaklaşımlarla yetinmememiz için henüz vakit gelmedi
mi? Bu gezegen üzerinde bizim hepimizin anlamaya,anlaşmaya ve
birlikte yaşamaya,olduğumuzdan daha çok ihtiyacımız var. Bunlar
bütün dinlerin kendilerine çağırdığı; İslam'ın da ortaya koyup
açıkladığı ve tamamladığı ilkelerdir.
268
Download