tmmob makina mühendisleri odası ANKARA'DA KENTLEŞME VE YEREL YÖNETİMLER SEMPOZYUMU bildİRİlER kİTAbl Aralık 2001 / Ankara Yayın No E/2001/281 S tmmob makina mühendisleri odası Sümer Sok. 36/1-A 06440 Demirtepe / ANKARA Tel: (0312) 231 31 59 Faks: (0312) 231 31 65 e-posta: [email protected] http://www.mrno.org.tr Yayın No: E/2001/281 ISBN: 975-395-504-9 Bu yapıtın yayın hakkı Makina Mühendisleri Odası'na aittir. Kitabın hiçbir bölümü değiştirilemez. MMO'nın izni olmadan kitabın hiçbir bölümü elektronik, mekanik vb. yollarla kopya edilip kullanılamaz. Kaynak gösterilmek kaydı ile alıntı yapılabilir. Aralık 2001 / Ankara Baskı: Özkan Matbaacılık Ltd. Şti (0312) 229 59 74 TMMOB MAKİNA MÜHENDİSLERİ ODASI ANKARA ŞUBESİ ANKARA'DA KENTLEŞME ve YEREL YÖNETİMLER SEMPOZYUMU 22-23 Haziran 2001 V. OTURUM TARTIŞMALAR Serhat GİRGİN Muhsin EREN Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu MUHSİN EREN1 Senay Hökelek: "katılım, denetim, saydamlık" dedi, onun altını çizdim. Değerli muhtarımız Süleyman Demircan: "demokratik yönetim ve katılma" dedi, yurttaş girişimi, geri çağırma, referandum gibi yöntemlerden söz etti, onun altını çizdim. Ayten Alkan, daha önceden de bildirisini almıştım, toplumda, hane içerisinde kadınların yerinden, kadın emeğinden söz etti ve politik düzlemde de kadınların temsil edilememesi olgusunu vurguladı, onun altını çizdim. Avukat Hasan Tatar, o da gelseydi; onun da bildirisini almıştım, özürlülerin sorunlarından söz edecekti. Ben bu dört bildirinin de ortak paydasını katılım olarak ele alıyorum. Gerçekten kentli, kentin sorunlarına, öncelikle sorunları ortaya koyarak, sonra bu sorunlara ilişkin çözümler üreterek, daha sonra bu çözümleri ilgili, yerel yönetim birimlerine, yerel yönetimlere ileterek ve daha sonra da ilettiği yerlerde, bunların çözümü konusunda ne gibi şeyler yapılıyor ya da yapılmıyor, bunları izleyerek bir biçimde yönetime katılmak durumundadır. Bunun için yerel yönetimler bu katılımın en kolay sağlanabileceği yerlerdir; bu nedenle, yerel yönetimlere "demokrasinin beşiği" veya "demokrasi okulu" deniliyor. Gerçekten kentli, bir biçimde katılımını yapmalıdır; ama, ne kadar küçük ölçekte olursa olsun, katılmalıdır. Artık günümüzde doğrudan demokrasiyi sağlamak olanaklı olmadığına göre, bir biçimde giderek temsil esasına dönülecektir, yerel meclisler söz konusu olacaktır. Halkın katılımı bu yerel meclisleri denetleme biçiminde, yerel meclislere ağırlık koymak biçiminde olmak durumundadır; bu da ne yazık ki, günümüzde gerçekleşmemektedir. Bir belediye meclis üyesi olarak, kadınlarla sadece eşlerine iş isteyen ya da çocuklarına iş isteyen, yalvaran kadınlarla görüşürken bir ilintim oldu. Sakatlar konusu, belediye meclisinin gündemine hiç gelmedi. Muhtarlarla zaman zaman ilişkilerimiz oluyor, onlar da yerel hizmetler konusunda daha çok belediye başkanlarına bazı şeyleri aktarmamız konusunda bizi bir araç olarak görüyorlar. Belediye meclisleri ya da yerel başka meclisler, il genel meclisleri kentli iradesinin yoğunlaştığı yerler, demokrasinin odaklaştığı yerler olarak hiç görülmüyor. Belediye meclis üyeleri de zaten çoğunlukla bunun bilincinde değiller. Oysa, kentte oluşturulacak politikaların taşınacağı yer, kentli iradesinin taşınacağı yer belediye meclisleridir. Ben belediye meclisi üyesi olarak, konuyu biraz özelleştirdim. Belediye meclisleri bu etkileşim içerisinde politika üretecekler, hizmet konusunda belediye başkanının denetleyicisi olacaklardır; ama, bu uygulamada böyle olmakta mıdır? Kesinlikle olmamaktadır. Bana sorarsanız, bugün belediye meclisi diye bir organ yoktur, göstermeliktir; bu, Ankara'da böyle olduğu gibi, başka yerlerde de böyledir. Abdülhamit Dönemi'nde "tahtakurusu" demek yasakmış, neden? Tahtakurusu, tahtın kurusun anlamını çağrıştırılmış, o nedenle tehlikeliymiş. Ankara Büyükşehir Belediyesi'nde de hava kirliliğinden söz edemezsiniz, kömürden hiç söz edemezsiniz, neden? Hava kirliliğinden söz ettiğiniz anda, kömür akla gelir. "Kömür" denildiği zaman, kömürün ithal edildiği Güney Afrika'ya gidersiniz; Güney Afrika'ya gidince, dönüşte ben haritada araştırdım, pek bulamadım Jamaika açıklarındaymış galiba, Ceymen Adaları diye bir yere uğrarsınız, Ceymen Adaları'nda bir posta kutusundan ibaret Black Diamond diye bir şirkete rastlarsınız ve Ankara'daki kömür ticaretinin, asıl kârının bu Black Daimond posta kutusundan ibaret Black Daimond Şirketi'nde odaklaştığmı görürsünüz. Ama bütün bunları konuşmak tehlikelidir, "bunları gündeme alalım, tartışalım ve Ankaralı'ya bilgi verelim değerli arkadaşlar, ey meclis üyesi arkadaşlar" dediğiniz anda, o meclis üyeleri de yanıp yakılıp, sizin yanınızda yer alırsa, ne olur biliyor musunuz? O meclis kapatılır, toplanmaz değerli arkadaşlar, nasıl toplanmaz? Abdülhamit'in 1876 Kanunu Esasiye'sindeki o "113. Madde" gibi istediği zaman padişahın meclisi ortadan kaldırma, kapatma yetkisi vardı. 1580 sayılı Belediye Yasası'nda da belediyeler senede sadece üç kez toplanırlar; belediye meclisleri senede sadece üç kez toplanırlar, birinde bütçeyi görüşmek üzere otuz gün, öbür ikisinde de kesin hesap gibi, faaliyet raporu gibi başka bazı konuları görüşmek üzere on beşer gün. Bu nereden kaynaklanıyor? Belediyelerde, Belediye 1 Ankara Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi 237 1 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu Yasası'nda olağan toplantı, olağanüstü toplantı kavramı var değerli arkadaşlar. Belediyeler olağan olarak, sadece dediğim gibi üç kez toplanırlar ve bunların süresi de iki aydır. Onun ötesinde sürekli toplanabilmek belediye başkanının lütfuna kalmıştır. Biz böyle tehlikeli konuları gündeme getirirsek eğer, belediye başkanı der ki: "Efendim, belediye meclisleri senede sadece üç kez toplanır, şimdi toplantı döneminde değiliz, meclisi kapattım" bir daha da toplamaz. Topladığı anda, meclis yapısı içerisinde kurulmuş olan komisyonlar vardır, o komisyonlar da çalışma yapamaz ve meclis tümüyle işlevsiz kalır. Bir de belediyeler ve belediye meclislerinin işlevsiz kalması açısından en önemli konulardan birisi de belediye şirketleridir. Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin kurucusu olduğu, ortağı olduğu on yedi şirket vardır, sanıyorum bir tane daha kurulmuş, on sekiz şirkettir hepsi. Ankara'da Ankaray'ı ve metroyu "BUGSAŞ" denilen bir şirket işletir. Ankara'da metroya binen, Ankaray'a binen yolcu sayısı her yıl düşer, Ankara'nın nüfusu artar, hareketlilik artar; ama, Ankaray'a binen yolcu sayısı her yıl, senede beş milyon düşüş gösteriyor. Nedendir bunlar? Bunun nedenlerini araştıralım, biz Belediye Meclisi'yiz, hayır, araştıramazsınız, niye araştıranlayız? Efendim, burayı "BUGSAŞ" denilen bir şirket işletiyor. Bu şirket de Ticaret Kanunu hükümlerine göre, ancak kendi organları tarafından denetlenebilir ve incelenebilir, sizin buna yetkiniz yoktur. Böylelikle biz katılımdan söz ediyoruz, halkın sorunlarından söz ediyoruz ve bunların belediye meclisi eliyle bir biçimde kontrol altında bulundurulmasından, sahip çıkılmasından söz ediyoruz; faakt, belediye meclisi de tümüyle işlevsiz kalıyor, şirketler eliyle birtakım işlevler gördürülüyor. Kamu hizmetleri şirketler eliyle görülüyor ki çok önemli bir konudur. SERHAT GİRGİN2 "Nasıl bir dünyada ve nasıl bir ülkede yaşıyoruz?" sorusunun yanıtının çok önemli olduğunu düşünüyorum ve bu bağlamda da ülkemizdeki son yirmi yıllık kentleşme süreçlerinin irdelenmesinin de önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü kanımca, bu süreçler yaşanası bir kent ve kentli hakları için insanları Ankara'da olduğu gibi, ülkemizin birçok yöresinde birtakım çabaların içerisine sokmuş durumdadır. Katılım ve ortaklık birbirini bütünleyen kavramlar diye ifade edildi, doğru. Hem meclis üyemizin hem muhtar arkadaşımızın yine katılımcılık noktasında söyledikleri var. Bunları biraz açmakta yarar olduğunu düşünüyorum. Bizim algıladığımız, özellikle de kendi özgün deneyimimizde vurguladığımız, kavram olarak katılımcılığı biz üst düzeyde katılımcılık olarak vurguluyoruz. Bu ne anlama geliyor? Bu anlamda, kentlilerin bütün karar alma süreçlerinde söz sahibi olabilmesi, katılabilmesidir. Ortaklık, ayrı tutulmaması gereken bir kavramdır; çünkü toplumun örgütlenmesinin özendirilmesi, örgütlülük düzeyinin yükseltilmesi, varolan örgütlerin birlikte, koordineli çalışması, toplumun dinamizm ve birikimlerinin toplumsal yaşamın organizasyonuna ve sorunların çözümüne doğru yoğunlaştırılmasını getirecek; hedef olarak, bütün bu kavramlarda, ortaklık kavramı belirleyici bir biçimde, toplumsal yaşamı gündemine getirmektedir. Merkezi yönetimin yerel temsilcileri, yerel yönetim birimleri ve tüm toplumsal örgütlerin ortaklığı kent yönetimi düzeyinde olmalı ve mutlaka da karar süreçlerinde bu ortaklık yürütülmelidir. Bu son yirmi yıllık kentleşme süreçlerini kastederken, özellikle Senay Hanım'ın bildirisinde de vurgulanmıştı, son yirmi yıllık politikalara baktığımız zaman, adına "yeni liberal politikalar" diyebiliriz, "neoliberal politikalar" diyebiliriz veya herhangi bir şey demeyiz, çok da önemli değil; ancak, burada hakikaten ön plana çıkan iki olgu var: biri piyasa olgusu, diğeri de bireyciliktir. Bugün özellikle yoğun göç alan kentlerde kent yaşamını zorlaştıran ve o kentte yaşayan yoksul insanlan daha da artıran çok önemli parametrelerden bir tanesi kamu hizmetlerinin piyasa koşullarına göre şekillendirilmesidir. Oysa, kamusal hizmetler kentte yaşayan insanların gereksinimleri için yürütülen hizmetlerdir. Dolayısıyla, bu yirmi yıllık süreçlerde zaten piyasa koşullan ve bireycilik üzerinde şekillendirilen politikalarda, hiçbir biçimde sosyal yönü olmayan politikalarla, birtakım tartışmaları bu tür 2 Kocaeli Kent Konseyi, Makine Mühendisleri Odası Kocaeli Şube Başkanı 238 f $ '• i '• j < j r Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu platformlarda ve bu tür platformlarla da yetinmeyip, hakikaten sahada, alanda, o kentte yaşamın her alanında yürütülmesinin gerekli olduğunu düşünüyorum. Son olarak, kent konseylerinin veya kent kurultaylarının önemine değinmek istiyorum ve bu bağlamda da çok kısa İzmit'teki deneyimlerimizim temel felsefesini aktarmak istiyorum: Genel anlamda örgütlü toplumun nasıl oluşturulacağının tartışması Türkiye'de kent konseylerini, kent kurultaylarını doğurmuştur, giderek de bazı yerlerde bu yönde çalışmalar yaratmıştır: İlçe meclisleri, mahalle meclisleri ve kırsal kesimde de köy meclisleri... Örneğin, İzmit'te temel bir ilkeyle yola çıkılmıştı: "Her şey insan için". Bu temel ilkeden yola çıkıldığında da temel tespit şu oldu: Sorunlar ancak, sorunları yaşayanlar tarafından ve sorunların yaşandığı yerlerde çözümlenebilir. Yine, yaşam mutlaka yaşayanlarca, yaşandığı yerde organize edilebilir. Böyle temel bir tespitten yola çıkılmıştı ve bu noktada da kent konseylerinin, kent meclisleri çabalarının doğru örgütlenmesiyle, aceleciliğe kaçmadan ve başka misyonlar yüklemeden, demokratik bir toplum inşası içinde çok önemli kazanımlar ve birikimler sağlayacağına inanıyorum. AKIN ATAUZ Başlığa dikkatinizi çekmek istiyorum. Başlığımız yönetişimle ilgilidir, yönetişimle ilgili demokrasiyi geliştirmek, yönetişimi gerçekleştirmek ve bunun için yöntemler bulabilmek zorundayız. Yönetişim bir hal, bir durum, bir mekanizmanın adı değil, birçok halin, birçok durumun, birçok etkileşimin, birçok mekanizmaların adıdır. Bir sürü yönetişim tarzı bulabiliriz, yönetişmek için pek çok dolayım yaratabiliriz ve bunların her biri ne olabilir? Her biri biz, bu kentte yaşayan insanlar olarak, Ankaralılar olarak ya da yurttaşları olarak bu ülkenin yönetişimini gerçekten var edebilmek için- Senay'ın ilk başta bahsettiği ilkeler açısından, kadınlar ve erkekler olarak piyasa kuralları ve örgütlerin yapısı karşımızda olduğu halde-kendi aklımızı ve yaratıcılığımızı nasıl kullanabiliriz Doç. Dr. BİRGÜL AYMAN GÜLER Gündem 21, HABİTAT ve İstanbul Projesi'nden bahsetti Senay Hanım. İlk olarak: Neden bu formülde özel sektör tek başına yönetişim unsurlarından biridir? "Yönetim, özel sektör, sivil toplum kuruluşları" dedi, slaytta da görmüştük. Bu formülde özel sektör neden sivil toplumun içinde sayılmaz? Bir de sivil toplumun içinde özel sektör ayrıca dernekleri ve vakıfları ile de var. Dolayısıyla, yönetimin yanında özel sektör kendisi bir başlık olarak yönetişimde katılımcı ortaktır. Sivil toplum dediğimiz üçüncü ortağın içinde de .örneğin, TÜSİAD'la, derneğiyle ya da vakıflarıyla ortaktır, bu, katılımı eşitlikçi özden uzaklaştıran bir formül değil midir? 3 KAYHAN KAVAS Mahalle muhtarlığı bir yerel yönetim birimi değildir; mahalle muhtarlığı, aslında seçilerek gelen, merkezi hükümetin o bölgedeki bir temsilcisidir ve özellikle ülkemizde mahalle muhtarlığı dünya yönetim biçimine, dünya yönetim tarzlarına bizim armağan ettiğimiz, büyük katkılar sunduğumuz çok muhteşem bir yapıdır. Dolayısıyla, çalışmalarımızda mahalle muhtarlığının bu yapısını bozmayı hiç düşünmüyoruz. Muhtar, "mesleğimizin statüsü yeniden değerlendirilmelidir, mahalledeki altyapı sorunlarına, sağlık sorunlarına, diğer konulara yeterince elimizde olmadığı için ilgilenemiyoruz" dedi. Bir başka toplantıda da "mahalle muhtarlarının bütçesi olmalıdır" denildi. Bunlara, kesinlikle katılmıyorum. Bu yapı doğru bir yapıdır, mahalle muhtarlığının böyle bir fonksiyonu yoktur; böyle bir fonksiyonu olması da zaten beklenmemektedir; ne kuruluşunda beklenmekteydi ne de şimdi beklenmektedir. Kendinize böyle yeni bir statü vermek demek, farklı bir kurum oluşturmak demektir. Belediye meclis üyeleri ve il genel meclisi üyelerinin bazılarının da bu tür talepleri oluyor. Yani "biz otuz gün süreli, mesai müddetince belediyenin çalışmaları içerisinde olabilmeliyiz; bu anlamda bizim bir büromuz olmalı, 3 İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdür Yardımcısı 239 i Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu f bizim sekreteryamız olmalı" diyorlar; ama, mahalle muhtarlığı, il genel meclis üyeliği, belediye meclis üyeliği bir anlamda katılımın somut gerçekleştiği yerlerdir. Bunlar birer memuriyet değildir, olmamalıdır da, o, mantık değildir zaten, o, düşünce değildir. Sayın Muhtar, son nokta, yeni yasa tasarısında özellikle yer konusunda, mekân konusunda ve araçlar-gereçler konusunda olumlu birtakım düzenlemeler var. REFİK AKIN I Merkezi yönetim hemen duruma müdahale etti ve bizim muhtarlığı nasıl görmemiz konusunda bizi uyardı. Belediye meclisi üyeliklerinin de nasıl olması gerektiği konusunda; biz yetkilerimizi aşmış durumdayız. Kayhan Bey'i kişisel olarak tanıyorum ve seviyorum, sözüm ona değil; ama, sözüm bir mantığadır. Yeni Belediyeler Yasası'ndaki mantık da gene böyle bir mantıktır. Yönetim erki, merkezi yönetimin elinde ve onun, isterse kısmen isterse sınırlarını biraz genişleterek bize devredebileceği; ama, biz sınırımızı aştığımız zaman da hemen daraltabileceği bir erktir. Sayın Meclis Üyesi Muhsin Bey "doğrudan demokrasi mümkün olmadığına göre" dedi, acaba neden mümkün değil? Günümüzde banka kartıyla, ben istediğim yerden, dünyanın neresinde olursa olsun para çekebiliyorum, cep telefonuyla istediğim yerle konuşabiliyorum, mesaj gönderebiliyorum. Benim dünyada herhangi bir konuda ve ülkenin yönetimi konusunda, elektronik-ileti ve mesaj göndermek, telefon etmek, banka kartıyla ya da kimlik kartıyla oy veremez miyim? Herkesin "elektronik devlet" dedikleri kimlik kartı var; peki benim kimlik kartımda benim bütün bilgilerim varsa, hiçbir yanlışlığa meydan vermeyecek biçimde, acaba oy veremez miyim? Herhangi bir konuda fikrimi bildiremez miyim? Acaba benim bütün bu merkezi yönetimlere ihtiyacım var mı? Günümüzde bu tür deneyler var ve aslında bu sempozyum gündeminde böyle bir konu da vardı. Dünyada bu tür bir deney şu anda Brezilya' da, Portalegre kentinde mevcuttur ve daha üç tane belediyede de... Ne yazık ki bu sunuş yapılamıyor.. O nedenle, Muhsin Bey, böyle bir şey neden mümkün değildir? HAKAN ERDEN4 Ankara Büyükşehir Meclis Üyesi'nin durumunu duyunca, gerçekten çok üzüldüm. Çünkü onların bile katılma imkânlarının kesilmiş olması, biz kentte yaşayan sade vatandaşların durumunu çok daha vahim kılıyor. Çok uzun yıllar Almanya'da yaşadım ve oradaki belediyecilik çalışmalarında kısmen katılımcı olarak bulunma fırsatım oldu. On sekiz yıl yaşadığım Berlin'de bir ilçe belediyesi, bırakın büyükşehir belediyesini, ilçe belediyesi haftalık meclis toplantılarını yapıyor, kırk beş tane meclis üyesi var. Onun üzerinde ihtisas komisyonu oluşturulmuştu, bu ihtisas komisyonlarında belediye meclisinde temsil edilen partilerin üyelerinin yanı sıra partiler tarafından önerilen ve o alanda uzman vatandaşlardan oluşan komisyonlar ayda en az bir kere toplantılar yapıyordu. Ben, mesela çevre komisyonunda, Alman vatandaşı olmamama rağmen, Sosyal Demokrat Parti üzerinden önerilmiş bir kişi olarak, orada bir buçuk-iki yıl kadar çalışmalar yaptım. Ayrıca Berlin'de, Türk Sosyal Demokratlar Demeği'nin Yönetim Kurulu Başkanı olarak, içinde bulunduğumuz ilçenin yabancılar komisyonunda temsilci olarak, Türk vatandaşı olarak altı yıl çalıştım ve yapmış olduğumuz aylık toplantılarda biz, bırakın vatandaş olanı, kentte yaşayan birer insan olarak isteklerimizi, dileklerimizi aktanyorduk, sorunlarımızı aktanyorduk, çözüm önerilerimizi aktanyorduk ve bunlar belediye meclisinde karara bağlanabiliyordu. Durum çok vahimdir; bunu tespit etmek ihtiyacını hissettim. İSA ÇAPANOĞLU Bir sivil toplum örgütü yöneticisiyim. Muhsin Bey, siz seçilmeden önce belediye meclisinin işlevinin böyle olduğunu biliyor muydunuz, bilmiyor muydunuz? Biliyoduysanız, bunun için bir emek sarf ettiniz mi? Yani sırf o 4 Endüstri Yüksele Mühendisi 240 i >' j ; } f ' , ff Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu üç toplantıyla mı kaldı; yoksa siz kendiliğinizden bir çaba sarf ettiniz mi veya sarf etmeyi düşünüyor musunuz? HALE GÜNEŞ' Ankara'da Cumhuriyet Gazetesi'nin temsilcisi Mustafa Balbay, Yemen anılarını gösterirken, demişti ki, hiç unutmuyorum ve özellikle genç arkadaşımızın notlarına ilave olarak koymasını istiyorum: "Ben lig maçlarını Ankara'nın varoşlarındaki kahvelerde izlerim, kahvelerde çok güzel maç izleniyor. Çünkü dokuz ile yirmi yaş arasındaki gençlerle, varoşların kahvelerinde maç izlemek çok hoşuma gidiyor. Ama çok üzülerek dönüyorum; çünkü o gençlerin hiçbiri bizim Kızılay'ımızı, bizim Cumhuriyet Gazetemizin yerini, bizim Bakanlıklarımızı, bizim Meclisimizi hiç bilmiyorlar ve diyebilirim ki yüzde ellisi hiç Kızılay'a inmemiş" ifadesinde bulunmuştu. Ankaralı kadınlarımızın yüzde kırk ikisi Kızılay'ı bilmiyor, yüzde elli gencimiz de Kızılay'ı bilmiyor. Bu durumda arkadaşımızın bu web siteleriyle, e-mail'lerle kurmak istediği ağda, bu yüzde kırk iki veya yüzde elli kentte nerede olacak? YALÇIN YILANCI Sayın Muhsin Eren, merkezi idarenin vesayet denetimi hakkında ne düşünüyor düşünüyorlar acaba? SENAY HÖKELEK 1992'de Clinton Amerika'da kendi seçim kampanyasında yönetişim kavramı hakkında görüşlerini söylerken ve bunu o politik gündeme sokmuşken, 1991 'de, ileri görüşlülüğünden mi, tecrübesinden mi bilmiyorum, Süleyman Demirel de "şeffaf yönetim" sloganı ile seçim kampanyasını yürütmüştü ve onun bugünkü şeffaf yönetiminin ürünlerini bugünlerde görüyoruz hep birlikte. Bu tür kavramları, bana kalırsa, esnekliklerini dikkate alarak düşünmeliyiz. "Gündem 21" ve "HABİTAT H"nin yorumunu isterseniz yemekte yapalım; ama, "İstanbul gibi İstanbul Projes"ne ben de katıldığım için nasıl bu karara varıldığını aktarabilirim size. "Neden özel sektör, sivil toplum ve kamu birimleri?" demiştiniz. Bence yanıtı çok yalın, bilmiyorum siz ve diğer katılımcılar hemfikir olur musunuz? Çünkü sivil toplumun ve özel sektörün, birincisi üretim biçimleri, ikincisi toplumsal yapı içindeki konumlan aynı değildir. Umut Çocukları Vakfı'yla Sabancı Holding'in İstanbul için beklentileri çok farklı olacağı için onlafın farklı platformlarda görüşlerini almanın ve onların İstanbul beklentilerini farklı kriterlerle değerlendirmenin ve kendi içerisinde harmanlayarak katılmalarını sağlamanın yerinde olacağını düşündüğümüz için öyle bir çalışma yapmıştık. AKIN ATAUZ Buna iki sözcük ekleyebilirim: Birincisi, yarışmacı bir ortam, bu ve sivil toplum daha iyi yarışmak için kendisini daha iyi örgütleyebilir. İkincisi, pozitif ayrımcılıklar gene belki burada da bir süre için söz konusu olabilir Doç. Dr. BİRGÜL AYMAN GÜLER Ortada bir formül var ve o formülün içini kendi başımıza doldurabileceğimiz kanısında değilim. Ortaklık sisteminden söz edildi. "Gündem 21" on senelik bir projedir, yeni bir proje değil; bize ait de değil, UNDP kanalından gelmiş bir proje zaten, üç eşit ortak formülüyle gelmiş, "sivil toplum" deniliyor, merakımın bir kaynağı şu: Özel sektör denilen unsur, olgu sivil toplumun parçası değil mi, niye ayırdık? Haydi onu yönetimin parçası olarak kabul etmeyelim, onu sivil toplumdan farklı kılan özelliği nedir? İkinci sorum şu: Çıkarları birbirinden farklı olur; tamam, dernek, vakıf, TÜSİAD biçiminde örgütlenmiş diyoruz; ama, işverenler, işveren sendikaları var. Sivil toplum örgütü kimliğiyle sivil toplum ortağı olarak giriyorlar s Emekli Doktor 241 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu formüle. Demokratik bir katılım arıyorum; ama, üç eşit ortaklı bir formül geliştirdiniz: bir tarafta yönetim, bir tarafta özel sektör, bir tarafta sivil toplum örgütleri. Özel sektör kendi başına üç eşit ortaktan biri; bir de sivil toplum kavramının içinde, işveren sendikasıyla, dernekleriyle her konuda kurabileceği vakıflarla üçüncü ortakta gene ortaktır. (Oturum Başkanı: soru açık bence ve son derece de önemli). Evet, bunu tartışmamız gerekiyor. Son cümlem şu: Böyle bir formül nasıl bir demokratik katılım aracı olarak sunulabilir? Sunulamayacağı kanısındayım. SÜLEYMAN DEMİRCAN Sevgili dostumuz, mahalle muhtarlığının yerel yönetim birimi olmadığını vurguladı. Ben şunu söylüyorum: Burada bir açmaz var: teorik olarak, belki mahalle muhtarlığı yerel yönetim birimi değil; ama, pratik anlamda seçimle, seçilerek geliyor. Diğer bir yandan, ne seçilmişlerin sahip olduğu iktisadi, siyasi haklara sahip; ne de atanmışların iktisadi, siyasi haklarına sahiptir. Düşünebiliyor musunuz; bir mahalle muhtarının almış olduğu maaş kırk yedi milyon lira! Bu ne elektrik parası, ne telefon parası, ne de büro kirasını karşılar. Biz vatandaşlarımızdan almış olduğumuz mühür parasıyla hayatımızı sürdürebiliyoruz, yaşamımızı sürdürebiliyoruz ve onlara hizmet ediyoruz. Bir de seçilmiş yanımız ağır basıyor. Bizim kulvarımız nerede, seçilmişler yanında mı, atanmışlar yanında mı? Ya bu yeni bir yapılandırmayla oluşturulsun ya da kaldırılsın, bunun bir anlamı yok. Yani bir merkezi statüko devamı anlamındayız. Diğer bir konu: bizim kutsal olan bir değerimiz var; mahallenin dosyasını tutuyoruz; ama bizim o dosyaları, bize gelen, yakasını gösteren insanlara göstermemek hakkımız yok. Bu ne yapıyor, bizi onursal olarak rencide , / ',• ediyorum. Devletin on-line sistemi var, değişik katmanları var, onlarla sağlasınlar, bu bizi rencide ediyor, bu konumumuzu değiştiriyor. O konuda bizim çelişkimiz budur, biz neredeyiz, yerimiz neresi, kulvarımız nedir? Biz bunu arıyoruz. Bir de yetkilerimiz, biraz önce belirttiğimiz gibi, üst kurumlarca budanmış; biz yetki yoksulu, iğdiş edilmiş bir konumdayız. Ne yapıyoruz, nereye gidiyoruz, yerel demokraside yerimiz nedir? O zaman seçilmeyelim veya atanalım. Bir tanesi gelsin, orada bizim görevimizi, misyonumuzu işletsin. < J AYTEN ALKAN Asıl sormamız gereken, erkekler kadınları temsil edebilir mi? Evet, hukuksal olarak baktığımızda, felsefi anlamda baktığımızda, temsil soyut bir kavramdır. Dolayısıyla, herkes herkesi temsil edebilir; ama, birbirimizin yaşam deneyimlerine ne kadar saygılıyız? Çok ciddi bir kadın ortaklık alanı var ve o bir deneyim, o deneyimin beraberinde taşıdığı sorunlar var. Neyi politik olarak tanımladığımızı biraz sorgulamamız gerekiyor herhalde. Kadınların hane içinde kötü muameleye maruz kalması ki kadınların yüzde yirmisi kendilerinin ya da ailelerinde başka bir kadının hane içinde kötü muameleye maruz kaldıklarını ifade ediyorlar. Bunun içindeki yüzde sekizlik oran dayak, onun dışında sözle, küfürle aşağılama, parasız bırakılma vardır. Bu kadınları biz özel alan kişileri olarak mı kabul edeceğiz, yoksa özel alan içinde insanlık onuru çiğnenen bu insanların aynı zamanda kenttaşlar, yurttaşlar olarak da mı onurlan çiğneniyor? Bunu sorgulamamız lazım; eğer bunu bir özel alan meselesi değil de, politik bir sorun olarak tanımlayacaksak ki öyle olmalı, yereldir, politik bir sorun olarak tanımlanmalıdır. O zaman neden Ankara'da yalnızca bir tek sığınma evi, o da SHÇEK' in, var. Avrupa Konseyi'nin -"Avrupa Birliğine gireceğiz, gireceğiz" diyoruz- çok yakın zamanlı bir tavsiye karan var. "Her yedi bin beş yüz kadın nüfusa bir sığınma evi olmak durumunda" diyor. Vann hesaplayın, Türkiye'de kaç tane sığınma evi olması gerekiyor? "Enerji tasarrufu" adı altında sokak ve cadde aydınlatmalarında kısıntı yaparken, bunun erkekler ve kadınlar üzerindeki farklılaşan etkilerini niye değerlendirmiyoruz? Kadının bir bebek arabası sürerken-başka açılardan da çok korkunç; ama, bu açıdan da son derece duyarsız- o üst geçitten karşıdan karşıya geçemeyeceğini, kaldırımlarda rampa yokken yürüyemeyeceğini neden düşünmüyoruz? Biraz neyi politik olarak tanımladığımıza bakmak gerekiyor. 242 f j ' ı f t Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu Çalışan kadınlar-çalışmayan kadınlar ayrımını yaparken, hane içinde karşılığı ödenmeyen emeği ne kadar göz önünde bulunduruyoruz? Bulaşığın, çamaşırın, ürünün, bilmem neyin yüzde doksan sekiz-doksan dokuzu kadınlar tarafından yapılıyor, gelir getirici bir işi olsun, olmasın... Biraz bunu sorgulamamız, politik olarak tanımladığımız şeylere bakmamız gerekiyor. Bunu da ben yine tekrarlıyorum, yüzde doksan dokuzu erkek olan yerel meclislerin yapabileceğini, öncelikli kılabileceğini çok kolay kolay düşünmüyorum. KAYHAN KAVAS Sayın Muhtar'm "bizim mesleğin statüsü yeniden tanımlansın" talebine karşı düşüncemi iletirken, zaman zaman toplantılarda belediye meclisi ve il genel meclisi üyelerinin de mesleki statülerinin yeniden tanımlanması taleplerini dile getirdiklerini söylemeye çalıştım. Bu anlamda, meclis üyesini, muhtarı bir bürokrat konumuna getiren ya da getirilmesini talep eden düşüncelere taraftar olmadığımı ifade ettim. MUHSİN EREN Sayın Kayhan Bey, benim de zaten o tarz bir talebim yok; dikkatle dinlemiş olsaydınız, benim belediye meclisini işlevsel kılmak gibi bir sorunum olduğunu değerlendirirdiniz. Bütün mesele belediye meclisini işlevsel kılmaktır. Burada katılımdan söz ediyoruz, katılım mekanizmalarının çoğaltılmasından söz ediyoruz. Sonuçta, zorunlu olarak bu katılım mekanizmasını bir meclis eliyle kullanmak durumunda kalıyoruz. Bir arkadaşım dedi ki: "Neden doğrudan demokrasi olmasın, aramızda bilim adamları var". Bilmiyorum, doğrudan demokrasiyi gerçekleştirebilmek mümkün olsa da... Mutlaka doğrudan... Zaten katılımdan şunun için söz ediyoruz: Doğrudan demokrasiye ulaşamayacağımız için, onun için katılım mekanizmaları arıyoruz ve Birgül Ayman Güler Hanımefendi de çok güzel bir biçimde katılımı, eşitlikçi özden uzaklaştıran birtakım yapılanmalardan, oluşumlardan söz ediyor. Ben, muhtarlık kurumunu merkezi idarenin bir birimi olarak kabul ediyorum. Ancak sizlerin de şunu görmeniz lazım ki, seçimle gelmiş bir yerel temsilci olarak, bir katılım mekanizması olarak da bu muhtarlık kurumunun halkla bütünleşmesi açısından çok özel yeri vardır. Belediye meclisine gelince, Türkiye Cumhuriyeti bütçesinin 2001 yılı bütçesi kaç liradır? Kırk sekiz katrilyon olarak çıkmıştır, son günler de bir otuz katrilyonluk da ek bütçe vardır. Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin bütçesi ne kadardır Sayın Mahalli İdareler Genel Müdürü, saygıyla soruyorum? Bir katrilyondur. Bakın, devlet bütçesi kırk sekiz katrilyon, EGO'suyla, ASKİ'siyle, Büyükşehir Belediyesi'nin bütçesi bir katrilyon, ayrıca on sekiz tane şirket, ayrıca rant yapılanmaları ve buna bir tek kişi egemen, bir tek kişi kullanıyor. Ben oradaki altmış kişiden birisi olarak diyorum ki: "Biz işlevsel olalım, halkın bizden beklentileri var, işlevsel olalım, görevimizi yerine getirelim.". Kırk sekiz katrilyon bütçeyi seksen il mi olduk, seksen ile, merkezi yönetim harcıyor. Burada bir tek kişi harcıyor, bir tek denetim mekanizması yoktur; denetlemeye kalkarsanız, yok efendim, denetim mekanizması yok, yasada olanları kullanamıyorsunuz. Şuna çok dikkat etmeliyiz; yerel demokrasiye ulaşalım derken, yerel diktatörler yaratmayalım; bir de bu var. Ben yedi yıldır bunun sıkıntısını duydum. Genel müdür yardımcısısmız, işin tekniğine daha yakın olmanız gerekir, Büyükşehir Belediyesi'nin bütçesini bilmemenizi de yadırgadım. Büyük sorumluluklarımız var efendim, oradaki belediye meclisi üyelerinin büyük sorumlulukları var, bu sorumluluk yerine getirilememektedir. Merkezi yönetimin vesayetinden söz edildi: Ben belediye meclis üyesi olarak, oradaki yerel diktatörlere karşı kendi denetimimi sağlamak konusunda yedi yıldır uğraş verdim. Merkezi yönetimin vesayeti konusundaki şeyleri bilim adamlarına bırakıyorum, bu konuda da affınıza sığınıyorum. SERHAT GİRGİN Biz temsiliyette eşitliği sağlayabilmek kaygısıyla dernekleri ayırdık, odaları ayırdık. İşverenler, ticaret odalannda örgütlüler veya sanayi odalarında örgütlülerdir. Onların temsiliyetleri zaten meslek odalan içerisinde geçiyor. Derneklere baktığınız zaman: bireye yönelik dernekler var, sosyal amaçlı kurulmuş dernekler var, mesleki olarak 243 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu kurulmuş demekler var, yardımlaşma demekleri var, çok amaçlı sosyal demekler var, ondan sonra da gidiyor sportif amaçlı derneklere, efendim, camii yaptırma demeklerine kadar gidiyor. Doğru, örneğin, TÜSİAD bir demek, TÜSİAD'ın gireceği bir kategori var orada; dolayısıyla, o demek orada demeklerden gelen, yani o gruptan temsilcilerini pekala gönderebilir diye düşünüyorum. Keza, sanayiciler, sanayi odalarından temsilcilerini gönderirler, bu anlamda Sayın Ayman'a katıldığımı ifade etmek istiyorum. AKIN ATAUZ Şu anlaşılıyor ki: yönetişim Türkiye'ye gelmekte olan demokrasi gibi, ne bileyim sanayi gibi yeni kavramlardan bir tanesi ve bunu içselleştirmemiz sorunu vardır; biz bu kavramı nasıl ete kemiğe bürüyeceğiz, nasıl kullanılır hale getireceğiz, nasıl kullanacağız, kadınlar ve erkekler olarak bunu nasıl becereceğiz? Burada "yaratıcı zekâmızı toplumun üyeleri olarak, yurttaşlar olarak nasıl var edeceğiz?" sorusu ciddi bir soru, buradaki tartışmaların hepsi onunla ilgiliydi, belki bu soruların yanıtlarının bir kısmı yok; ama, bunlar üzerinde de düşünmemiz gerekiyor. 244 f', Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu ÖDÜL TÖRENİ RECEP AKKOYUNLU- Sayın Belediye Başkanım, Sayın Makina Mühendisleri Oda Sekreteri, Yönetim Kurulu Üyeleri, değerli konuklar; törenimize hoş geldiniz. "Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler" sempozyumunun bir ön etkinliği olarak düzenlemiş olduğumuz "Ankara Nasıl Bir Kent, Nasıl Bir Başkent" konulu resim ve kompozisyon yarışmasının sergi açılışını dün yapmıştık, sempozyum programı kapsamında ödüllerin dağıtımını da bugün gerçekleştireceğiz. Bu resimlerin ve kompozisyonların değerlendirilmesi bildiğiniz gibi 19 Mayısa kadar sonuçlandırılmış, sonuçlar katılımcılara bildirilmişti. Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumumuza bu etkinliğin çok önemli bir anlam kazandırdığına inanıyorum. Kent bilinci, kente sahip çıkma anlayışının daha çocuk ve gençlik yaşlarında edilinebilecek bir bilinç olduğunu düşünüyorum. Gerçekten de sizlerin katılımınızla, bu yarışmaya kazandırdığınız ürünlerle, bu bilincin pekişerek devam edeceğine yürekten inanıyorum. Sempozyumumuza renk kattınız, anlam kazandırdınız, katkılarınızdan dolayı hepinize çok teşekkür ediyorum. Dilerseniz, zamanımız da çok kısıtlı olduğu için, hemen ödül dağıtımına geçelim, sağ olun, var olun. ZEYNEP SAHAN- Yarışmamızın resim dalında 4 yaş grubunda, 7-18 yaşlarında, toplam 494 eserden 3O'ıı mansiyon, 28'i başarı ödülüne layık görülmüştür. Mektup dalında, 15-18 yaşlarındaki 120 Ankaralının katılmış olduğu 14 eser mansiyon, 14 eser başarı derecesine layık görülmüştür. Eserler yıl boyunca Ankara'nın çeşitli yerlerinde sergilenecektir. Mektup dalında başarı ödülü alan 15-18 yaş grubu Ankaralıları sahneye davet ediyorum. Mektup dalında mansiyon ödülü alan 15-18 yaş gruîrj, lütfen sahnedeki yerinizi alınız. Resim Resim Resim Resim yarışması başarı ödülü alan 15-18 yaş grubu, sahnedeki yerinizi alınız lütfen. yarışması mansiyon ödülü alan 15-18 yaş grubu, sahneye lütfen. yarışmasında başarı ödülü alan 13-15 yaş grubunu sahneye alıyoruz. yarışmasında mansiyon ödülü alan 13-15 yaş grubunu sahneye davet ediyorum. Resim yarışmasında başarı ödülü alan 10-12 yaş grubunu sahneye alıyoruz. Resim yarışmasında mansiyon ödülü alan 10-12 yaş grubu sahneye lütfen. Resim yarışmasında başarı ödülü alan 7-9 yaş grubunu sahneye alıyoruz. Resim yarışmasında mansiyon ödülü alan 7-9 yaş grubunu sahneye alıyoruz. Resim dalında 7-9 yaş grubu başarı ve mansiyon ödüllerini vermek üzere Makina Mühendisleri Odası Sekreteri Sayın Ali Ekber Çakar'ı davet ediyorum. İsimleri okumak istiyorum. Ayça Gülerce, Zeynep Yetişkin, Yağızhan Çalışkan, Ülkü Yağmur Akbıyık, Hüseyin Güntaş, Bilgi Hatun Topuzcu, Bensu Berk, Cemre Yılmaz, Cansu Özçekik, Haydar Tatlıbal, Serhan Sarıkaya. Resim dalında 10-12 yaş grubu başarı ve mansiyon ödüllerini vermek üzere Başbakanlık Müşaviri Dr. Bülent İlik'i davet ediyorum. Doruk Pancaroğlu, Enes Veli, Erdal Kopuk, İrem Ece Sevinç, Selçuk Ayan, Altuğ Özmen, Damla Güneş Çok teşekkür ediyoruz. Resim dalında 13-15 yaş grubu başarı ve mansiyon ödüllerini vermek üzere İl Milli Eğitim Müdürü Komisyon Üyesi Rabia Çalışkan'ı davet ediyoruz. İsimleri okuyorum: Can Berk Altundal, Elif Çalışkan, Bilhan Gümüş, Gazi Uğur'un ödülünü almak üzere Hasan Güven, yok sanıyorum. Zeynep Işıldar, Ebru Demirel, Olcay Esenbil, Arzu Acar, Erdal Çiçek, Muttalip Kandevnurun, Rukiye Özdemir 245 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu Çok teşekkür ederiz. Resim dalında 15-18 yaş grubu başarı ve mansiyon ödüllerini vermek üzere Gençlik Hizmetleri Daire Başkanı Sayın Toksal Başan'yı davet ediyorum. Şefıka Eroğlu, Ahmet Dündar, Maşallah Deniz yerine Fahrettin Türk, Osman Türk yerine Oğuz Türk, Ümit Öztürk yerine Ahmet Dündar, Gürbüz Boynol yerine Hasan Güven, Çiğdem Renkligül, Sevcan Yüce, Samet Uzal, Perişan Atay yerine Mustafa Demirel. Çok teşekkür ederiz Sayın Başarı. Mektup dalında 15-18 yaş grubu basan ve mansiyon ödülerini vermek üzere Yenimahalle Belediye Başkanı Sayın Tuncay Alemdaroğlu'nu davet ediyorum. i >.' Nazik Han, Tuğba Kaya, Gülten Taşkın, Ece Kepekçi, Suna Demirdaş, Mine Altıntaş, Necla Seferoğlu, Selda Yıldırım'ın ödülünü almak üzere Namık Kemal Seferoğlu, Timur Ata. Sayın Alemdaroğlu'na çok teşekkür ediyoruz. Resim ve mektup dalında en yüksek katılımı sağlayan öğretmenlerimize ödülünü vermek üzere Çankaya Belediye Başkanımız Sayın Haydar Yılmaz'ı davet ediyorum. İhsan Türk, resim öğretmeni... Emine Eke, resim öğretmeni... Nurşen Yıldırım, edebiyat öğretmeni... Kâmuran Semra Eren, edebiyat öğretmeni... Gülseren Çalı, Ankara Milli Eğitim Müdür Yardımcısı, Kültür Şube Müdürü yerine Rabia Hanım alacak. Sayın Yılmaz'a çok teşekkür ediyoruz. ("Biz Ankara'yı çalıştık, çalışmaya devam edeceğiz") 246 j /• TMMOB MAKİNA MÜHENDİSLERİ ODASI ANKARA ŞUBESİ ANKARA'DA KENTLEŞME ve YEREL YÖNETİMLER SEMPOZYUMU 22-23 Haziran 2001 VI. OTURUM Toplumsal Örgütlenme; Yönetişim - Örnekler Oturum Başkanı: Recep AKKOYUNLU BİLDİRİLER Yerel Yönetimlerin Sivil Toplum Kuruluşlarıyla Çalışma İlke ve Yöntemleri Hüseyin Yaşar - Çankaya Belediyesi Sağlık İşleri Müdürü Kentli Evi Kavramının Kurumlaştırılması Prof.Dr.A. Gürhan Fişek Dünden Bugüne Kent Konseyi Girişimi Hasan Küçük - Kimya Mühendisi Yenimahalle Belediyesi Kent Kurultayı Deneyimi Tuncay Alemdaroğlu - Yenimahalle Belediyesi Başkanı Yerel Yönetimler ve Halkla İlişkiler Uygulamaları (Çankaya Kentli İletişim Merkezi Projesi) Haydar Yılmaz- Çankaya Belediyesi Başkanı Semt Örgütleri ve Yönetişim Panel Sonucunun Aktarılması Akın Atauz - Şehir ve Bölge Plancısı Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu YEREL YÖNETİMLERİN SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI İLE ÇALIŞMA İLKE VE YÖNTEMLERİ Hüseyin YAŞAR Çankaya Belediyesi Sağlık İşleri Müdürü Mithatpaşa cad. No:52 Kızılay Ankara Yerel Yönetimlerin Sivil Toplum Kuruluşlarıyla Çalışma İlke ve Yöntemleri, çağdaş yerel yönetim anlayışının vazgeçilmez unsurlarındandır. Sorunun kaynağı ile çözüm mekanizması ayrılmalı ve bu süreç içinde katılım unsuruna ağırlık verilmelidir. Kentsel sorunlar ile Yönetim birimleri arasındaki sorunların çözümüne katkı sağlayacak en önemli etkenler arasında sivil toplum örgütleri yer almaktadır. Türkiye'de demokratikleşmeye ve çağdaşlaşmaya giden yolun yurttaşların sivil toplum kuruluşlarına, sivil toplum kuruluşlarının da toplumsal hayatta daha yaygın ve etkin rol almasından geçtiğine inanan belediye yönetimimiz, bugüne kadar 50'ye yakın sivil toplum kuruluşuyla birebir ilişki içinde birçok projeyi başlatmıştır. "Sivil Toplum Kuruluşlarıyla Çalışma İlke ve Yöntemleri" konulu bildirinin hazırlanmasında da, bu çalışmalardan çıkardığımız sonuç sebep olmuştur. Bir ilke çerçevesinde, bir yöntem çerçevesinde çalışamadığında yerel yönetimleri birçok kuruluşun, sivil toplum kuruluşunun çok fazla tanımadığını, yeteneklerinin tam olarak farkında olmadıklarını gördük. Dünya Sağlık Örgütü, sağlığı çok kapsamlı bir tanım olarak, "bir insanın fiziksel, ruhsal, sosyal ve fiziki çevre olarak tam iyilik hali içinde bulunması" diye tanımlıyor. Sağlıklı kentleşmenin ise, katılımcı demokrasinin, bütün kurallarıyla işleyeceği bir yönetim biçiminin yaratılmasıyla olanaklı olduğunu düşünüyoruz. Bilindiği gibi, her sorunun çözümü, sorunun doğru tanımlanmasına ve bu etmenlerin ortadan kaldırılmasına bağlıdır. Burada ünlü bilgin Einstein'ın bir sözünü hatırlıyorum: "Hiçbir sorun, onu yaratan düşünce tarzıyla çözülemez" diyor. Bu nedenle, sorunları kaynağında çözümlemek hem daha kolay, hem daha ucuzdur. Sağlıklı kentler, sağlıklı planlama süreciyle başlar. Bu mesleki örgütlenmelerin ortak çalışmasının sonucunda elde edilecek bir üründür. Planlama kararları, bir yerleşmede yaşayan tüm insanları etkilediğinden, kararların üretilmesinde de, uygulanmasında da bu insanları söz ve karar sahibi olması zorunludur. Çağdaş planlamanın özü, yalnızca mekânsal bir düzenleme olmayıp, toplumsal ilişkiler bütününün mekândaki düzenleyişidir. Bu bağlamda, sağlıklı bir kentleşmeden söz edebilmek için, kenti, kent niteliklerine kavuşturacak bir hukuksal düzen ve onu kararlılıkla uygulayacak bir yönetim gerekmektedir. Hiçbir kent içinde bulunduğu bölgeden ve siyasi yapılanmadan bağımsız ve ondan soyutlanarak planlanamaz, yönetilemez. Bu bağlamda, Çankaya Belediyesinin sağlıklı kent planlaması uygulamasında merkezi otoritenin yerel yönetimine ilişkin tutum ve uygulamaları ve Büyükşehir Belediyesinin engellemeleri göz ardı edilmemelidir. Hizmetlerin sunumunda kalite düşüklüğü, taşeronlaştırma, kent gerçeğine uygun olmayan planlama re yönetim tarzını teşhir edecek girişimler de zorunludur, bunların da sivil toplum kuruluşlarının görevi olduğunu düşünüyorum. Genel anlamda planlamayı dört aşamada düşündüğümüzden, birinci aşama, iç dinamiklerin, personel, araçgereç, iç düzenlemenin harekete geçirilmesi; ikinci aşama, dışsal desteklerin nasıl, ne zaman, ne ölçüde faydalanacağının belirlenmesi; üçüncü aşama olarak, öncelikli sektörleri belirlemek, yaptırım ve uygulama stratejilerinin saptanması; dördüncü olarak da, planlanan çalışmaların gerçekleşmesinin yaratacağı toplumsal dönüşümlerindeki kazanımları hesaplama. 249 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu Çankaya ölçeğinde ya da Ankara ölçeğinde bir durum saptaması yaptığımızda şunları rahatlıkla görebiliriz: Halkın büyük çoğunluğu örgütsüz; varolan örgütlü yapıların ise taban ilişkileri zayıf; halkın genellikle feodal alışkanlıkları, yaşam tarzına ve düşüncesine yansımaktadır. Çankaya da dahil kenar mahallelerde halk tutucu, j gelir düzeyi düşük, ilerici olmayan kültüre sahip; çeşitli nedenlerden dolayı, yenilikçi, yaratıcı ve üretken değiller, bireysel tepkileri zayıf, toplumsal tepkileri güdümlü; en aydın ve en entelektüel kesimde olanlar da üretici güçler tam anlamıyla harekete geçirilmemiş ve gayri bilimsel. Bizim kuruluşlarla çalışma ilkesi olarak düşündüğümüz şu: Halkın her alanda örgütlenmesini sağlamak, i örgütlülüklerde dayanışma anlayışını geliştirerek pratiklerde yer almalarını sağlayarak, feodal ve tutucu bağlarını kopararak, çağdaş düşünceyi benimsetmek; toplumsal yaşamdaki varolan haklarını kitlelere kavratmak, hak istemlerini organize etmek, hazırcı, kolaycı, verildiği kadarıyla yetinen, kaderci anlayışı yıkarak, kendileri gibi olanlarla birlikte üretici olmayı sağlamak; beklenti içinde güçlünün arkasında, yanında olmadan, iş üreterek yaşamda yer bulmalarını sağlamak. Burada en önemli olguysa; kitleler adına hareket etmekten öte, kitleleri kendi lehlerine harekete geçirmenin pratik yollarının bulunmasının esas olduğunu düşünüyoruz Çankaya Belediyesi olarak. Bu doğrultuda, semt-mahalle bazında, yerel halk ve muhtarlar ile parti üyeleriyle, sanayi, ticaret, esnaf odaları ve üyeleriyle, kurumsal yapılar, üniversiteler, meslek odaları, belediye meclisleri, özel-tüzel kişiler, sivil toplum örgütleri ve derneklerle, bu kesimlerin örgütlü çalışması için tarafların her türlü olanaklarını birlikte kullanarak <" ortak programlar doğrultusunda, mahalleyi, semti veya kenti ilgilendiren sorunları saptamak, kendi olanaklarıyla çözmeye çalışmak, gerekiyorsa kent konseyine veya belediyeye iletmek, temiz ve sağlıklı bir çevre için mahalle, f j ' semt halkını harekete geçirmek, gerektiğinde belediyeyle işbirliği yapmak. Çünkü belediyelerin çok iyi bir katalizör olduğunu biliyoruz, birçok hizmeti isteyenle, o hizmeti sunmak için örgütlenmiş kuruluşları karşılaştırmak, birlikte çalışmalarını sağlaması konusunda çok iyi bir katalizör olarak görev yapabilirler. Yerel yönetim hizmetlerinin takibi ve kalitesinin araştırılması konusunda sivil toplum kuruluşlarına da büyük görev düşmektedir. Meslek odaları kendi yetki alanlarına ilişkin sorunları ve halkın yararına faaliyetleri belediye ile birlikte çözmek ya da girişimde bulunmak yoluna gidebilirler. Belediyeler ayrıca lokanta, pasta imal yeri gibi gıda üretim ve satış yapan işyerlerine yönelik meslek içi eğitim vererek, sadece denetleyen değil, ceza kesen bir anlayışın ötesinde, eğitici bir yaklaşımla sorunları çözmeyi benimseyecektir. Bunun örneklerini Çankaya ı Belediyesinde görmeniz mümkündür. "Kent konseyi ve strateji" diyoruz; Birleşmiş Milletler "1992 Rio Çevre ve Gelişim" konulu konferansta f t dünyadaki olumlu gelişmelerin sürdürülebilir olmasının yalnız şimdiki zaman için değil, gelecek için de gerektiği ilkesini vurgulayarak destek vermek amacıyla Gündem 21 kavramını ortaya koymuş, Gündem 21 'in sürdürülebilir kalkınmada insan sağlığını temel olarak görmesi ve uygulayıcı olarak da yerel yönetimleri tanıması bizi bu "yola itmiştir. Bugünkü yasal düzenlemelerde yerel yönetimler bireylere ve topluma en yakın ve kısmen demokratik kuruluşlardır. Bu nedenle insanlar kendilerini doğrudan ilgilendiren birçok konunun ve sorunun yerel yönetimlerce çözümlenmesini beklemektedirler. Bir yandan çevrenin korunması, bir yandan da çeşitli toplumsal ve ekonomik sorunların belli bir sistematik içinde çözümlenmesinde temel araç olan Gündem 21 kabul edilmeye başlanmış, Türkiye'de de 47 ilde sanırım uygulama başlatılmış. Sağlıklı şehirlerin nitelikleri arasında sayılan temiz çevre, uzun vadede ve devam edilecek ekolojik sistem, kültüre, biyolojik mirasa saygı, bütün kentlinin temel gereksinimlerinin karşılanması, güçlü dayanışma içinde kendini doğrudan ilgilendiren kararlara katılım, kontrol ve sorumluluk almak ve çeşitli yöntem, ilişki, çeşitli kaynak, bilgi birikimi ve deneyime ulaşmak, geniş kapsamlı, hayatı kolaylaştıran yeni teknolojik gelişmeleri kapsayan bir şehir ekonomisinin yaratılması, yukarda sıralanan konularda mutlak başarı ancak hakkaniyetle sektörler arası dayanışma ile işbirliği halinde sürdürülebilir. Bu aynı zamanda yerel yönetimlerin ve ülkenin ekonomik, sosyal, kültürel kazammlarını sağlayacaktır. Sivil toplum kuruluşları, sendikalar, dernekler ve alanlarında f 'f 250 i Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu uzman kişiler, üniversite eğitim görevlileri ve kişilerin bir araya geldiği Ankara Kent Konseyi Girişimine ki, bu yukarıda saydığımız tüm nedenlerden dolayı belediyemizin katılımı ve katkısı çok daha uygun olacaktır. Böyle bir yapının belediyece örgütlenmesi, anılan kesimin kendilerini bağımsız hissetmeyecekleri için zor olacaktır. Ayrıca katılım sağlansa da belediyeden beklenti ön planda olacağından üretken ve uygulamacı olmayan, dar bir çerçeveyle sınırlı kalınacaktır. Bu bağlamda konseye katılımda özen gösterilmesi gereken konular olarak şunları düşünüyoruz: 1. Katılımcılar belediyenin mali yapısını bilerek proje yapmalı, yasal yapıyı bilerek projelendirmeli, gönüllülük esasına göre katkıları öncelikli olmalı. 2. Konseyin çalışma programı planlaması ekonomik çıktısı fazla olmayan projelere öncelik verilmeli. 3. Belediye sadece bilgi aktaran bir rol ile katılımcı olmalı; çünkü katılımcılar üretilen projelerin kendi kararları doğrultusunda alındığına inanırlarsa proje benimsenir ve yürütülür. 4. Konsey üyeleri arasında iletişimi geliştirerek, etkinlikler için parasal desteğin ötesinde destek hizmetleriyle katkı koyulmalıdır. Örneğin, bu konuda mekânların ortaklaşa kullanılmasıyla başlayabiliriz, Çankaya Belediyesi bu konuda desteğini vereceğini zaten belirtmiştir. 5. Önceliklerimizden bir tanesi; konsey üyeleri kendi alanlarında uzman olsalar da belediye çalışmalarında ve nasıl engellendiğini ortak pratikte anlayacaklardır. 6. Konsey aynı zamanda nitelikli bir danışma kurulu olabilecektir. Belli konular orada görüşüldükten sonra, belediye meclisinde veya encümende görüşülmesi ve uygulamaya katılımların sağlanması halinde konseyi kurumsallaştıran, daha sonra da "R Organizasyon" ile de kentteki soygun ve talanı kamuoyuna ve de yetkililere daha kolay, daha etkin bir şekilde duyulacak, belediyemizin haklı ve doğru çabaları daha iyi anlaşılacaktır. 7. Büyükşehir Belediyesinin hukuk tanımazlığı, hukuka aykırı işlem ve uygulamaları çok geniş bir kesimle konsensüs sağlanarak yargı süreçlerinin işlenmesi daha kolaylaşacaktır. 8. Diğer yandan belediye çalışanlarının örgütlüğünün emek ve üretkenlik, fayda ve maliyet doğrultusunda yönlendirilmesiyle, sendikaların yapısal sorunları da çözümlenmiş olacaktır. 9. Sonuç olarak biz bu çalışmaya sivil toplum kuruluşlarıyla çalışma isteğimiz, gönülden isteğimiz devam ediyor. Her alanda da vurgulamaya çalışacağız. 251 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu KENTLİ EVİ KAVRAMININ KURUMSALLAŞTIRILMASI Prof. Dr. A.Gürhan FİŞEK Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Genel Yönetmeni www. fısek.org/proje_kentli.php [email protected] Tel: 0312 419 7811 e-posta: [email protected] I ı ' ÖZET Amaç: Kente göç edenlerin kent yaşantısına uyum sağlayabilmesi, kırsal yaşantısını kentte de sürdürmemesi için, kentsel değerlerle tanışmaları; bunlan benimseyebilmeleri için yürütülen çabalann örgütlenmesi ve bu çabalara erişilme kolaylıklannın modelleştirilmesi amaçlanmaktadır. • • • • • • • • • • • • • • Kavramsal Çerçeve : Kırsal alanda yaşayan kişilerin Eğitim olanakları sınırlıdır. Kendi dışındaki dünyayı ve kendisinin dünyadaki yerini kavraması önemsenmemektedir. Çevresinde yararlanabileceği kurumlar çok sınırlıdır (örneğin muhtar, okul, sağlık ocağı gibi). Çocuğa ve insan yaşamına verdikleri değerin göstergeleri farklıdır. Kırsal alanda kadına tanıdıklarkı rol, evinin ya da tarlasının sınırları içerisindedir. Kırsal alanda kadının ailece çalışmanın ya da aile üretiminin dışında üretime katılmasına yaklaşımı olumsuzdur. Kırsal alanda, küçük üretimde aile dışındakilerinin katıldığı bir kollektif çalışmaya gerek görmemektedir. Üretimde de bireysellik egemendir; dolayısıyla ekip kurma, ekip çalışması kavramları yerleşmemiştir Kültür-sanat ve spor etkinliklerine katılma gereksinmesi ve olanakları en düşük düzeydedir. Belirli dönemler dışında, işler daha geniş zamana yayılmıştır ve dolayısıyla zaman kullanımına verdikleri önem düşüktür. Uyaranlar (teknoloji, kitle iletişim araçları, temas' edilen kişi sayısı vb) sınırlıdır. Sosyal güvenlik olanakları ya hiç yok ya da çok sınırlıdır. Daha çok çocuğa olan gereksinme yüksektir. Çocukların giderleri düşüktür. Yaşam standardı ve tüketim düzeyi düşüktür. Çocuklann sokağa çıktığında karşı karşıya kaldıkları riskler (kaybolma, çetelere katılma, yasa-dışı işlere bulaşma ya da kazaya uğrama olasılığı vb) önemli ölçüde düşüktür. Buna karşın, kente göç eden kişiler için, yaşam insanları dört bir yandan sıkıştırmakta ve onların geleneksel bakış açılarını zorlamaktadır. Eylemde değişen insan, beyninde daha yavaş değişmektedir. Beyindeki yavaş değişim, onun ve yakın çevresinin kente uyumunu geciktirdiği gibi, çevresinde de aynı tutuculukta kümeler oluşturmasına neden olmaktadır : Gelişmeye dirençli kümeler... Kentte kentlileşmemiş kümeler ... / j ' ı f > j ! ' Kendileri henüz gereksinmelerinin farkında olmasalar da, kente yeni göç edenlerin, kentli değerlerle bir an önce buluşmalarını sağlayacak, aktif müdahalelere gerek vardır. Sosyalleşme adına çok yönlü çalışmalara ve bunlann kavramsallaştınlarak bir sosyal devlet işlevi olarak geliştirilmesine yönelik bir sosyal ve bireysel gereksinme vardır. 252 i Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu Yöntem : Çalışmamızda yukarıda tanımladığımız gereksinmeyi karşılayacak ve "kentli evi" adını verdiğimiz bir modelleme yoluyla sorunun aşılma yolları tartışılacaktır. Anahtar Sözcükler: Kentlileşme, insan hakları, çalışan çocuklar, kadın emeği, hükümet dışı kuruluşlar AMAÇ Kente göç edenlerin • • • Kent yaşantısına uyum sağlayabilmesi, Kırsal yaşantısını kentte de sürdürmemesi Kentsel değerlerle tanışmaları; Bu yöndeki çabaların örgütlenmesine katılmalarını • Bu çabalara erişilme kolaylıklarının modelleştirilmesi amaçlanmaktadır. KAVRAMSAL ÇERÇEVE Büyük kentler, kırsal alandan, sürekli göç almaktadır. Bu göç dalgasının nüfusumuzun %25-30'luk bölümünü içerecek biçimde önümüzdeki zaman diliminde de süreceği tahmin edilmektedir. Bu göç dalgasıyla gelenlerin, daha önce göç edenlerle (ki bunlar üzerinde aktif bir kentlileştirme politikası izlenmemiştir) kentsel alanda buluşması, kırsal tutum, davranış ve değerlerin de yoğunlaşması tehlikesini de beraberinde getirmektedir. Böylece varolan "kentlileşmemiş" grubun daha da genişleyerek, başta insan haklan ihlalleri olmak üzere yaşanan sorunların daha da içinden çıkılmaz hale geleceğini söylemek zor değildir. Kırsal kesimden kentlere göçeden yurttaşlarımıza yönelik aktif programlar uygulayarak, kentli değerlerle buluşmaları sağlanmalıdır. Önce üzerinde durulması ve işlenmesi gereken konu, kente yeni gelenlerin yüklü oldukları kırsal değerlerle ile kentte karşılaştıkları değerler arasındaki farklardır. Bu konuda bizim saptadıklarımız Tablo-1'de görülmektedir. Bu farkları gidererek, çağdaş toplum olmak yolunda ilerlemek Türkiye'nin yaptığı ve kaçınılmaz olan tercihlerden biridir. Bu farkları gidermede öncelik verilmesi gereken ve yeni dönüşümleri de beraberinde sürekleyecek (yani doğurgan) olan müdahaleleri 5 noktaya toplayabiliriz : 1. Çocukların çalışma yaşamından uzak tutulması 2. Kız çocuklarının kimlik ve meslek eğitimi 3. Annelere yönelik "yaşam desteği" çalışmaları 4. Yurttaşların toplumsal kurumlardan yararlanmalarını öğretme 5. Örgüt bilincinin ve örgütlenme düzeyinin geliştirilmesi 1. Çocukların Çalışma Yaşamından Uzak Tutulması Kırsal yaşam standartlarının kentte de gençlere dayatılmasıyla, toplu yaşama ve çağdaş uygarlık düzeyini yakalama kültüründen uzak bir kuşak ortaya çıkmaktadır. Bu tutum, davranış ve değerlerden bazıları, çocukların erken yaşta çalışma yaşamına gönderilmesi, ezile ezile kuvvetlenmesi; kız çocuklarının okutulmaması, evde tutulması, erken yaşta evlendirilmesi ya da yalnızca parasal kaygılarla evlenene kadar çalıştırılmasıdır. Bu tempo içerisinde çocuklar, gözlerini açıp ya da okuyup, dünyayı tanıyamamaktadır. Büyüdüklerinde de kentten kopuk bir dünyanın parçası olarak, varolan yapıyı sürdürmektedirler. 253 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu Tablo-1 Kırsal Ve Kentsel Değerler Arasındaki Farklar KIRSAL ALANDA Eğitimde önemsenmemekte ve fırsatlar sınırlıdır KENTLERDE Eğitim önemsenmekte ve fırsatlar sınırsızdır. işbölümü sınırlıdır; bir ailenin diğerine olan gereksinmesi sınırlıdır. Kırsal alanda yaşayan kişilerin kendi dışındaki dünyayı ve kendisinin dünyadaki yerini kavraması önemsenmemektedir İşbölümü artmıştır ve kişilerin birbirlerine olan gereksinmeleri daha yüksektir. Kalabalıklar içerisinde çalışan ve yaşayan kişinin, çevresindeki kişilerle olan ilişkisi kadar, ülkedeki ve dünyadaki öteki insanlarla etkileşimi de önemlidir Kişinin çevresinde iletişim halinde olduğu veya yararlanabileceği yerli ve yabancı sayısız kurum vardır. Çocuğa ve insan yaşamına verdikleri değer yüksektir. Zaten toplum da bunun tersine tutumlara müdahale etmektedir. Çevresinde yararlanabileceği kurumlar çok sınırlıdır (örneğin muhtar, okul, sağlık ocağı gibi). Çocuğu ve insanı koruma ve zenginleştirme konusundaki çaresizlikler; yaşam kalitesindeki düşüklük ve yaşamdan tad olma olanaklarındaki sınırlılıklar, çocuğa ve insan yaşamına verilen değeri azaltmaktadır. Kırsal alanda kadına tanıdıkları rol, evinin ya da tarlasının sınırları içerisindedir. Kırsal alanda, küçük üretimde aile dışmdakilerinin katıldığı bir kollektif çalışmaya gerek görmemektedir Kırsal alanda kadının ailece çalışmanın ya da aile üretiminin dışında üretime katılmasına yaklaşımı olumsuzdur Üretimde de bireysellik egemendir; dolayısıyla ekip kurma, ekip çalışması kavramları yerleşmemiştir Kültür-sanat ve spor etkinliklerine katılma gereksinmesi ve olanakları en düşük düzeydedir Belirli dönemler dışında, işler daha geniş zamana yayılmıştır ve dolayısıyla zaman kullanımına verdikleri önem düşüktür. Yaşam standardı ve tüketim düzeyi düşüktür Uyaranlar (teknoloji, kitle iletişim araçları, temas edilen kişi sayısı vb) sınırlıdır. Sosyal güvenlik olanakları ya hiç yok ya da çok sınırlıdır. Daha çok çocuğa olan gereksinme yüksektir. Çocukların giderleri düşüktür. Çocukların sokağa çıktığında karşı karşıya kaldıkları riskler (kaybolma, çetelere katılma, yasa-dışı işlere bulaşma ya da kazaya uğrama olasılığı vb) önemli ölçüde düşüktür Örgüt ve örgütlü mücadele fikri yoktur. 254 Kadına tanınan rol ve konum değişmiştir. Eğitimli, çalışan kadın yanında yönetici kadın tipi de kendisine yer bulmuştur. Aile içi üretim çok azalmıştır. Çalışmak isteyenlerin büyük bir bölümü, aileden olmayanların işinde çalışmaktadır. Kadın başlangıçta aile bütçesindeki zorlanmalar nedeniyle, giderek bireysel özgürlük ve doyumlar açısından çalışma yaşamına girmektedir. Üretimde birden çok (zaman zaman binlerce) insanın ekipler halinde çalıştığı ve modern yönetim tekniklerinin kullanılabildiği örgütlü yapılar ortaya çıkmıştır. Özellikle eğitim kurumlarından başlayarak, kültür-sanat ve spor etkinliklerine katılım, kitle sporu özendirilmektedir. Çalışma yoğun olup, gündüz-gece ya da mevsim ayırdetmez. Zamana verilen önem yüksektir. Yaşam standardı farklı düzeylerde birlikte; kırsal alandan çok yüksektir. Uyaranlar çok fazladır. olmakla Sosyal güvenlik sistemine katılma olanakları ve sistemin nimetlerinden yararlanma olanakları yüksektir. Çocuk bir gereksinme değil, bir külfettir.Çünkü çocuğun değeri ve giderleri yüksektir. Çocukların sokağa çıktıklarında karşı karşıya kaldığı riskler (kaybolma, çetelere katılma, yasadışı işlere bulaşma ya da kazaya uğrama olasılığı vb) çok fazladır. Örgütlenerek haklarını koruma bilinci vardır. Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu Erkek çocuklarının, küçük yaşta ve kendilerinden büyüklerin dünyasında çalışmaya başlamaları onların, daha çocukluklarını yaşamadan, büyükler gibi davranmak zorunda kalmalarına neden olmaktadır. Bu kimlik sorunu, onların düş gücünü, duygularını ve ufuklarını köreltmekte; kendi kabuklarına çekilmelerine neden olmaktadır. Halbuki gelişen ve değişen dünyada, dev firmaların bile birbirleri ile birleştiği bir dönem yaşanmaktadır. Buna karşın, küçük yaşta küçük işyerlerinin çilesini çeken çocuklar, kendi işyerlerini kurmanın hayali içerisinde, bu yaşama katlanmakta ve bir başkası ile ortaklığa dahi tahammül edememektedir. "Ortak gemisi yürümez" atasözü, böylesi bir yetişme süresi geçirmiş ve bugün ülkemizdeki işyerinin % 98'ini oluşturan küçük işyeri sahiplerinin sıkça kullandığı ve içten inandığı bir sözdür. Çocukların küçük yaşta çalışma yaşamında zorluklar içinde pişerek, ezile ezile ayakta durmayı öğrenmesini bir yöntem olarak benimsemek ise, kentli değerleri benimseyenler için kabul edilemeyecek ve insafsızlık olarak görülecek bir olgudur. Tüm bilgilerin kulaktan dolma edinildiği, becerilerin kopyalamaya dayandığı dönemler geride kalmıştır. Buna karşın çetin doğa koşullan ile boğuşmak zorunda olan ve tek-başına bu savaşı bir yaşam boyu sürdüreceğini varsayan bir köylü yurttaş için bu yaklaşım tartışılabilirdi. Ancak, kanımızca, kırsal alanda bile, artan teknoloji, sulama olanaklarının artması, tarımsal koruma etkinlikleri ve büyük çiftliklerin oluşması da, bu yaklaşımı anlamsız kılmaktadır. Çalışan çocukların yitirdikleri çocukluklarını yeniden kazanabilmeleri, hiçbir hedefin çocukluğun feda edilmesini gerektirmediğinin anlatılması için aktif çaba gerekmektedir. "Çocuk Kimliğininin Yeniden Kazandırılması" başlığı altında topladığımız çalışmalar, çalışan çocukların, haftalık ve yıllık ücretli izinleri daha etkin bir biçimde kullanmaları ve bunların arttırılması için de bilinçlenmelerini kapsamaktadır. Yetişkinler için haftalık çalışma süresi 45 saat olarak belirlenmiştir. Ama yaptığımız araştırmalar çocukların bu sürelerin de çok üstünde çalıştırıldığını ortaya koymaktadır. Yine yaptığımız araştırmalar, çalışan çocuklardan yıllık izin kullanabilenlerin oranının çok az olduğunu ortaya koymaktadır. O halde, varolan durum, hem çabaların önünden bir engel oluşturacak; ama aynı zamanda bu engelin aşılmasının neden bu kadar önemli olduğunu da kimsenin yadsıyamayacağı gerekçesini oluşturacaktır. Çalışan çocuklar, çalıştıkları dönemde hafta tatillerinde Kentli Evi'nden yararlanarak boş zamanlarını aktif bir tutumla değerlendirecekler; yıllık ücretli izinlerinde ise, yaz kampı olanaklarından yararlandırılarak yaşıtlarının (kentli, okuyan) yaşam standartlarını yakalamaya çalışacaklardır. 2. Kız Çocuklarının Kimlik ve Meslek Eğitimi Kız çocuklarının okutulmaması,evde tutulması ya da erken yaşta evlendirilmesi, ülkemiz için büyük bir kaynak israfıdır. En değerli çağlarında, gençlerin, evlenene kadar, boş ve eğitimsiz bırakılmaları onların toplumla bütünleşme süreçlerini sakatlamakta; ileriki yaşamlarında, onlara, kopyaladıkları çağ-dışı bir sistemi sürdürmekten başka bir çare tanımamaktadır. Erken yaşta evlendirilmeleri de çok sayıda çocuk yapma eğilimini birlikte getirmekte; bu da yukarıdan beri sözü edilen sorunları bir kartopu gibi büyümesine neden olmaktadır. Bu tutumun bir başka uzantısı da, ailesi gelir gereksinmesi içinde olduğu için, "çeyizini kazanmak" bahanesi ile kızların erken yaşta çalışma yaşamına gönderilmesidir. Yaptığımız araştırmalar, erken yaşta çalışma yaşamına gönderilen erkek çocuklarında meslek öğrenme kaygısı ön planda iken; kızlarda, salt gelir elde etmenin öne geçtiğini göstermektedir. Çünkü erkekler, evlendikten sonra da çalışacaklardır (dolayısıyla mesleğe gereksinmeleri vardır); kızlar ise evlendikten sonra ev hanımı olacak ve çocuk bakacaklardır (dolayısıyla meslek öğrenmeleri gerekmez). Herhangi bir mesleği ya da çalışma becerisi olmayan bu genç kızlar evlendiklerinde ve bu kez kocasının evinde beklemek zorunda kaldıklarında da, oyalanmaları için çok çocuk yapılmaktadır. Bu aileden daha fazla toplum için büyük bir yük oluşturmaktadır. Aile açısından baktığımızda, zaten yetersiz olan aile geliri, salt bu 255 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu "çağ-dışı" anlayışla daha da zora sokulmakta; okutulacak güç bulunamamakta, çocukların sokakta boşta kalması tehlikesi doğmaktadır. Bu tehlike ya sokak çocuklan ve çetelerinin artması şeklinde ortaya çıkmakta; ya da bu çocuklar erken yaşta sanayi sitelerinde çırak olarak çalıştırılarak bir başkasının gözetimine terkedilmektedir. Gerek kızları eve kapatan ve gerekse kızları evlenince çekilmek üzere çalışma yaşamına sokan yaklaşım, onları sosyalleşmekten; toplumu da onların çok değerli katkılarını kazanmaktan alıkoymaktadır. Bu kızlarımız, evlendikten bir süre sonra, yetersiz aile geliri, eşinin eve para vermemesi ya da boşanma vb nedenlerle, çalışmak zorunda kaldıklarında, "niteliksiz bir emek öğesi" olarak, yaşama sıfırdan başlamaktadırlar. Bu büyük bir adaletsizliktir. , i 'f 3. Annelere Yönelik "Yaşam Desteği" Çalışmaları Anneler, kırsal kültürden kentsel kültüre geçişte önemli bir işlev üstlenebilirler. Kırsal alanda evin yönetiminde uzmanlaşan kadın, eğitim düzeyi ve meslek edinme süreçlerinden uzak tutulması nedeniyle, sosyal yaşamda mesleki kariyer olanaklarını büyük ölçüde yitirmiştir. Onu uzman olduğu alanda yetkinleştirerek, çocuklarının mesleki kariyere yönlendirilmesinde, ailesinin kentsel nimetlerden yararlanmada avantajlı konuma geçmesinde yönlendirici olarak yararlanmak düşünülmelidir. Annelere "ana-çocuk sağlığı", "koruyucu hekimlik", "çevre sağlığı", "beslenme", "hukuk" öğretilmesi gerekir. Ailenin yeni zeminine yerleşmesini ve dengelerinin yeniden yerine bulmasını sağlamalı; aile bireylerinin kentsel yaşamın kendilerine sundukları eğitim, boş zaman değerlendirme ve spor olanaklanm tanımalanna aracı olmalıdır. Hem kendisi ve hem de aile bireyleri için, annenin bazı kentsel temel kavranılan ve bu arada "hak"larını da öğrenmesi gerekir. Kentsel toplumda, kadına bakış açısı, kadın kimliği ve haklan konuları da annelere öğretilmelidir. Çünkü kadınlara karşı geliştirilmiş olan kırsal kökenli tavır, yeni ortam ve ilişkilere uymamaktadır. Kaldı ki, kırsal alanda, geniş aile yapısı ile bazı aşırılıkların önlenmesi olanağı varken, kentte çekirdek aile içinde aşınlıklann törpülenmesi için toplumsal mekanizmalar yetersiz kalmaktadır. Bu yüzden kadının "hak"lanyla ve "hukuk"la tanışması gerekmektedir. Aynca (2) ve (3) numaralı birimlerde "küçük çaplı üretim birimleri" kurularak, isteyenlerin hem kendileri için ve hem de Kentli Evi'nin finansal sürdürülebilirliğini sağlaması için üretim yapmaları düşünülmektedir. Bu yaklaşım, genç kızların ve annelerinin, "eve iş verme" vb sömürü sistemlerinden etkilenmelerinin de önüne geçebileceği ve onların Kent Evi'yle bağlantısını arttırabileceği varsayımıyla da desteklenmektedir. j . j j. ' 4. Kenttaşlann Toplumsal Kurumlardan Yararlanmalarım Öğretme Kırsal alanın tersine kentte, kenttaşlann yararlanabilecekleri bir çok toplumsal yapılar vardır. Bunlar arasında yerel yönetimler, merkezi yönetimin yerel uzantıları ve gönüllü örgütler bulunmaktadır. Sağlık hizmetlerinden eğitim hizmetlerine, sosyal hizmetlerden danışmanlık hizmetlerine kadar çok çeşitli hizmet kanallarından yararlanma olanağı vardır. Haksızlıklar karşısında, yakınma ya da itirazların ı yönlendirilebileceği kanallar ve gerektiğinde kullanılabilecek olan yargı süreçleri vardır. { Anayasamızdan, uluslararası insan haklan belgelerinden ve çeşitli yasalardan kaynaklanan haklar ve yargı kararlanyla oluşmuş "içtihaf'lar vardır.Tüm bunlar, bireyin yurttaşlık haklannı oluşturmaktadır. Bunlann bilinmesi, aynı zamanda istenebilmesi olanaklanm da beraberinde getirmektedir. Neyin, kimden ve nasıl isteneceğini bilmek de gereklidir. Tüm saydıklanmız, kırsal alanın "aile" korumacılığından uzaklaşmış ancak onun yerine yeni geleneksel koruma ağlan koymak zorunda kalmak üzere olan "yeni kenttaş"lara, toplumun elini uzatmasını zorunlu kılmaktadır. 256 ' Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu "Aile, hemşehri vb korumacılığı" ya da "siyasal grupların korumacılığı" yerine "toplumsal koruma ağ"larının oluşturulması gerekir. Her kenttaşın da buna hakkı vardır. 5. Örgüt Bilincinin ve Örgütlenme Düzeyinin Geliştirilmesi İnsan haklarından ve varolan yapılardan yararlanabilmek örgütlenmekle ve örgütlü yapılara katılmakla olur. Kentlileşmek demek örgütlenmek demektir. Kişiler örgütler içerisinde birbirlerini eğiterek, çağdaş toplumun külfetlerine katlanmayı ve nimetlerinden yararlanmayı öğrenebilirler. Bundan ötürü yeni kenttaşların, yeni yeni toplum örgütleri kurarak kendi sorunlarını çözmeye ve sosyal kalkınmaya katkıda bulunmaları beklenmelidir. Bu aynı zamanda onların örgütlenme ve yönetim becerilerini de geliştirecek, çağdaş kentli kavramlarla buluşmalarını hızlandıracaktır. Bunun için yalnızca örgün eğitime devam eden aile bireylerinin değil, ana-babalannın da örgütlü süreçlerde söz sahibi olma ve karar alma pratiğini geliştirmeleri gerekir. Bunun için ilk atılması gereken adım, mahallelerde ve yerel yapılarda temsil için özendirilmeleridir. Yalnızca kendi görüş, düşünce ve çıkarlarını değil; birlikte yaşadığı toplumun ortak sorunlarını ve çıkarlarını öne alan girişimler öne çıkarılmalıdır. Böylece hep aynı kişilerin değil, tek tek tüm bireylerin de toplum adına hareket edebilmeleri sağlanmış olur. Kollektif önderliği, kollektif denetimle destekleyen bu pilot çalışmalar, kentli kültürünün en önemli özelliklerinden olan hoşgörü, hak ve yükümlülüklerini yerine getirme ve demokrasi kavramlarının da yaşama geçmesini ve gelişmesini sağlayacaktır. Yeni kenttaşlara, denetim görevinin önemini anlatmak için de bu yapı uygun bir fırsattır. Böylece önderliğin, keyfi yönetim değil, denetlenen, eleştirilerle yönlendirilen ve ortak akıl gerektiren ve saygınlığı öne alan bir anlayışla uygulanması gerektiği öğretilmiş olacaktır. EYLEM PROGRAMI Kavramsal düzeyde ele alınan tüm bu olguların, çözümü için çaba harcanmadıkça, çoğalmasına ve zenginleşmesine olanak yoktur. Tam tersine, raflarda tozlanmaya ve bazı belleklerde unutulmaya terk edilmiş olacaktır. Bu kavramsal modelin uygulanabilmesi için, Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi olarak, bugüne kadar uyguladığımız projeler ve edindiğimiz deneyimlerin ışığında oluşturduğumuz, "Kentli Evi"leri modelini önermekteyiz. Kentli Evi, "yeni yeni toplum örgütleri kurulmasını", "dezavantajlı grupların (çalışan çocuklar, kadınların, özürlülerin vb) korunmasını ve özellikle kızların meslek edinmesini ve konumlarını geliştirmelerini", yurttaşların toplumsal kurumlardan yararlanmalarını öğretmeyi hedeflemektedir. "Kentli Evi"nin hem topluma kendi sorunlarını çözebilme konusunda bir umut olabilir; hem de sorunların çözümünde bir kaldıraç görevi yapabilir. Kentli Evi, Tablo-2'de görüldüğü gibi, beş bölümden oluşmaktadır. 1. 2. 3. 4. 5. "Kentli Evi" modelin uygulanmasından beklentiler şöyledir : Kentli değerler daha geniş bir toplum kesiti tarafından benimsenmiş olacaktır. Her kenttaş, hak ve yükümlülüklerini bilecektir. Bu değerlerin yaygın kabulü, insan hakları konusunda hızla yol alınmasını ve bu da toplumsal üretkenliğin ve dönüşümün hızlanmasını getirecektir. Gelecek kuşakların (kız, erkek) daha eşitlikçi, daha nitelikli ve çok-yönlü ve dünyadaki yerini bilerek yetişmesi sağlanacak ve bu onlara istihdam kolaylıkları getirecektir. Çocuklar ve gençler, kişiliği güçlendirilmiş, özgüvenli ve birlikte iş yapabilen, oyun kurabilme yetisinde, tekdüze olmayan bir birey özellikleri kazanmaları tasarlanmaktadır. Bunun yanı sıra, çalışmalara katılan 257 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu Tablo-2 Kentli Evi 'nin Bölümleri Ve Hedef Kitleleri BÖLÜMLER HEDEF KİTLE 1. Meslek Kazandırma Bölümü Bilgisayar sınıfi Yabancı dil laboratuvarı Teknik resim - grafik çalışması Diğer derslikler Yurttaşlık bilgisi dersleri Genç kızlar 2. Yaşam Desteği Bölümü Küçük çaplı üretim birimi Eğitimi birimi (koruyucu hekimlik, anneçocuk sağlığı, beslenme, çevre sağlığı, hukuk vb) Söyleşi ve uzman ağırlama Anneler 3. Çocuk Kimliğini Geliştirme Bölümü Müzik odası Resim atelyesi Spor odası Tiyatro ve psiko-drama odası Satranç vb oyun odası Kütüphane ve okuma odası Video-DVD-TV odası Yaz kampı Yurttaşlık bilgisi Çalışan çocuklar 4. Danışmanlık ve Yönlendirme Bölümü - Hukuk Sağlık Sosyal hizmetler Psikolojik danışmanlık Kadın sorunları danışmanlığı Yurttaşlık bilgisi Tüm yeni kenttaşlar 5. Yönetim ve Denetleme Yönetim ve denetim bilincinin geliştirilmesi Yeni yeni toplum örgütlerinin kurulmasının özendirilmesi ile bu yapıların yönetim mekanizmasına katılması Yerel yönetimler (belediyeler, il özel idareleri vb) Gönüllü kuruluşlar Tüm yeni kenttaşlar ailesinin de belirli ölçülerde onu anlayabilecek ve onun tutum-davranışlarma ayak uyduracak ölçüde eğitilmiş olması beklenmektedir. 6. Yeni kenttaşların ve çocuklannın, toplum örgütler yolu ile örgütlü mücadelelere katılımları sağlanmış olacaktır. Uygulamada başarı ölçütü olarak şunlar kullanılmalıdır: 1. Merkezin düzenlediği etkinliklere katılan kenttaşların sayısı 258 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu 2. Katılımcıların devam oranı 3. Merkezde verilen eğitimler doğrultusunda iş bulan, evlilik yaşını geciktiren ve evlendikten sonra çalışmasını sürdüren kızların oranı 4. Sürdürülebilirlik için "küçük çaplı üretim etkinliğinin" ve toplum katkısının miktar olarak gelişimi 5. Kentli Evi çalışmalarına katkıda bulunan ve kenttaşlar tarafından kurulan yeni gönüllü örgütlerin sayı ve nitelikçe durumu 6. Yıllık çalışma raporlarının katılımcılar tarafından değerlendirilmesi. SON SÖZ Kentli değerlerin yaygınca benimsemseni hedefleyen böylesi bir model çalışmanın uygulamadan gelen geribeslemelerle zenginleştirilerek yaygınlaştırılması gerekir. Çünkü ulaşılan sınırlı sayıda yeni kenttaş dışında, aynı konumda daha bir çok kişinin bulunması; göçün sürmesi halinde yenilerinin eklenmesi ile yatay olarak yaygınlaştırılması gerekecektir. 259 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu DÜNDEN BUGÜNE KENT KONSEYİ GİRİŞİMİ Hasan KÜÇÜK Çankaya Belediyesi APK Müdürü Mithatpaşa cad. No:52 Kızılay-Ankara Tel: 433 30 22 ÖZET 1989 yılında Ankara'da ilk kez düzenlenen Ankara Kurultayı ile başlayan sivil toplum örgütlerinin kentsel yönetim süreçlerine katılış sürecinin örgütlenmesi çalışmaları Kent Konseyi Girişimi ile devam etmiş, kentsel yönetim sürecine ilişkin öneri oluşturmanın yanında kamuoyunun bilgilendirilmesi çalışmaları da yapılmıştır. Ayrıca geçmiş dönemlerde yaşanan örnekler ile bugünkü yönetim anlayışları arasındaki farklılıklar da belirlenmiştir. Tarihsel süreci boyunca, daha iyi yaşam koşulları yaratmak için çeşitli mücadeleler veren insanlık, bu mücadele içinde toplumun ve teknolojinin gelişmesine paralel olarak farklılaşan ve çeşitlenen hakları da gündeme getirmiştir. Bu bağlamda, dünya ölçeğinde çok önemli adımlar atılmıştır. Bu gelişmelerin en önemlileri olarak, Dünya Sağlık Örgütünce 1978 yılında hazırlanan, 2000 yılında herkese sağlık amacını taşıyan ve Türkiye'nin de imzaladığı Almaata Deklarasyonu. 1989 yılında Avrupa Sosyal Şartı, 1992 Avrupa Kentsel Şartı, Avrupa Yerel Yönetimler Özerk Şartı, Haziran 1996 yılında İstanbul'da gerçekleştirilen HABİTATII Konferansını sayabiliriz. Aynı zamanda 1992 yılında Rio'da gerçekleştirilen Uluslararası Kalkınma ve Çevre Konferansında "sürdürülebilir kalkınma" kavramı ortaya çıkmış ve tüm dünyada geniş ölçüde kabul görmüştür. ^ '* Bütün bu gelişmelere paralel olarak, Türkiye'de de sivil toplum, katılım, ortaklık gibi kavramlar daha çok tartışılır olurken, uygulamalarda yer bulmaya başlamıştır. Bu bağlamda, en somut ve çarpıcı örneklerden biri, Ordu Fatsa ilçesine 1980 öncesi başarıyla uygulanmıştır. Semt ve mahalle komiteleri şeklinde örgütlenmelere j gidilerek, en az bir kadın olmak üzere 5 kişilik yürütme kurulları oluşturulmuş; mahalle veya beldenin sorunları tartışılmış; çözümler belirlenmiş; belediye meclisinde ya da encümende karar altına alınmıştır. Kararlar belediyenin kendi olanaklarıyla ve yerel halkın, genellikle insan gücü katkısıyla yaşama geçirilmiştir. 13-16 Ekim 1989 tarihinde Ankara'da ilk kez Büyükşehir Belediyesince Ankara Kurultayı düzenlenmiştir. Çok sayıda farklı, meslek disiplinleri ve sivil toplum örgütleri ve uzmanlar katılmış, toplumsal yaşamımızda öncelikli önem taşıyan konularda görüşler oluşturulmuştur. Daha sonra Ankara'da, Avrupa Kentsel Şartına dayanılarak, kent haklarının korunması, kullanılması ve geliştirilmesi doğrultusunda meslek odaları, sendikalar, uzmanlar ve sivil toplum örgütlerinin katılımıyla kent konseyini oluşturmak amacıyla Kent Konseyi Girişimi kuruldu. 1998 Eylülde kuruluş bildirisi yayınlandı, bu belgede amaçları, yapıları, yapacakları işler, girişime katılma koşullan ve girişimin işleyişi tanımlandı. Bilindiği ! üzere, girişim, bir sekreter ve dört yardımcısından oluşan sekreterya tarafından yürütülmektedir. Kuruluş belgesini benimseyen ve bunu deklare eden, kentsel yaşamla ilgili etkinliklerde bulunan kitle örgütleri, uzman kişiler, girişimcilerin salt çoğunluğunun onayıyla girişime katılabilmektedirler. Girişim tarafından kamuoyuna ve basına çeşitli raporlar sunulmuştur. Bu çalışmalar, Ankara'da kömür sorunu, yerel yönetim yasa tasarılarına ilişkin değerlendirme, Ankara'da katı atık sorunu, Akay Kavşağı ve kavşaklar sorunu, yerel yönetimde çalışanlar açısından bir dönemin perde arkası, kentsel hizmetlerin ücret politikalarının değerlendirmesi raporlarıdır. f <• 13-14 Martta "Ankara Gerçeği" adı altında sempozyum düzenlenmiş ve başkent oluşundan günümüze kentin 260 , Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu gelişimi, Ankara'nın kent ve başkent olarak günümüzde yaşadığı sorunlar, Ankara'nın imajı, Ankara'da ulaşım ve trafik sorunları, su ve kanalizasyon, Ankara'da kentsel altyapı hizmetleri, katı atık, açık ve yeşil alanlar, yangına karşı önlemler, kentsel hizmetlerde ücret politikalarının değerlendirmesi, özürlü ve engellilere yönelik yaşamı kolaylaştırıcı önlemler, çocuk ve gençlerin sağlıklı gelişimi, sokak çocukları, kent hakları, eğitim sorunlarıyla, kültür ve sanatsal konularda raporlar sunulmuştur. Ayrıca Ankara'ya ilişkin çarpıcı özellikler dia gösterisi, Ankara Gerçeği Sempozyumunda sunulmuştur. Yine sempozyumun sonucunda, kent haklan tanınarak kent halkının ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal görüş, mülkiyet ve statü ayrımı gözetmeksizin kentli haklarına sahip olduğu bilinmelidir. Avrupa Kentsel Şartı tanınarak, insan hakları ve özgürlüklerinin vazgeçilmez olduğu bilinmelidir. İnsan yerleşimleri ve yaşam çevreleri, insan onuruna uygun, doğal, tarihsel ve kültürel değerler korunmalıdır. Yerel yönetimlerin çalışmalarında şeffaflık esas olmalıdır. Yerel yönetimler özerkleştirilerek, halkın doğrudan katılımı üzerinden tasarlanmalıdır. Kent Konseyi Girişimi olarak yukarda tanımlanan hedefler doğrultusunda yerel yönetim çalışmalarını denetleyecek ve kamuoyunu bilgilendirmeye devam edeceğiz şeklinde özetlenebilecek sonuç bildirisi yayınlanmıştır. Daha sonra 18 Nisan 1999 seçimleri sonrası Ankara Büyükşehir ve İlçe Belediyeleriyle görüşme isteminde bulunarak Çankaya, Keçiören, Gölbaşı, Sincan ve Yenimahalle Belediye Başkanlarıyla görüşülmüş, Kent Konseyi Girişimi ve amacı tanıtılmıştır. Ancak bugüne kadar somut bir çalışma başlatılamamıştır. Yalnız Çankaya Belediyesi, Kent Konseyi Girişimine katılma isteğinde bulunarak, olanakları ölçüsünde her türlü katkıyı sağlayacağını beyan etmiştir; yapılmakta olan sempozyuma bildirileriyle aktif rol üstleneceği de anlaşılmaktadır, diğer belediyelerimizden de aynı yaklaşımı bekliyoruz. Çankaya Belediyesi, Dünya Sağlık Örgütünün Sağlıklı Kentler Projesi kapsamında, gıda işletmelerine cezai yaptırım, yani bir ödüllendirme ve teşvik olan mavi bayrak uygulaması; özellikle sokak çocuklarının ve sorunlu ailelerin toplumsal ve ekonomik sorunlardan kaynaklı olarak yaygınlaşma eğiliminde olan madde bağımlılığıyla mücadele; sayıları her geçen gün artmakta ve yakın gelecekte çok ciddi bir toplumsal tehlike olacak olan cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunma ve mücadele; toplumsal kesimlerde yeni yeni anlaşılan ve benimsenmeye başlanan aktif yaşam; daha sağlıklı ve temiz bir Çankaya için atıkların kaynağında, ayrı ayrı toplanarak ulusal ekonomiye geri kazanımı da hedefleyen atıkların yeniden kazanım projelerini yaşama geçirmek için yoğun çalışmalar yapılmaktadır. Bilindiği üzere, Sağlıklı Şehirler Projesinin özünde, sektörler arası işbirliği, toplum katılımı, sağlık bilincinin geliştirilmesi, sağlıklı kamu politikası, üretkenlik ve stratejik planlama söz konusudur. Ayrıca sağlıklı şehirler sürekli olarak fiziksel ve sosyal çevreyi geliştiren ve insanların yaşamsal fonksiyonlarını yerine getirmede ve potansiyellerini maksimum düzeyde kullanma, birbirlerini desteklemelerini sağlayan toplum kaynaklarını geliştiren kenttir. Sağlıklı şehirler belirli bir sağlık statüsüne ulaşmış kent değil, sağlık bilincine ulaşmış ve sağlığı geliştirmeye çalışan bir kent olgusudur. Bu bağlamda, konunun bir yanı da kent konseyini çok yakından ilgilendirmektedir ve kent konseyinin yapacaklarını tanımlamaktadır. Sayın katılımcılar, Türkiye'nin yönetimini anlamak gerçekten çok zor. Çünkü uygulamalara bakıldığında son derece karmaşık, çelişkili işlemler yapılmaktadır. Evde bir dostunuzla telefon konuşmanız her an aleyhinize delil olabilirken, Başkent Ankara'da Cumhurbaşkanının, Başkanın, Bakanların gözü önünde bizlerin vergileri Ankara halkının hizmetine harcanması gerekirken, telafisi güç uygulamalarla, mahkeme kararlarını yok sayan ve hiçbir kullanılırlığı olmayan üstgeçitler yapılmaktadır. Özetlemeye çalışayım: Mithatpaşa ve Meşrutiyet Caddeleri üzerindeki yaya üstgeçitlerine ilişkin olarak Çankaya Belediyesi açmış olduğu 9 davada yürütmeyi durdurma karan alınmasını sağlamıştır. İzin verirseniz, çok önemli olduğu için ve kayıtlara geçmesi açısından, mahkeme kararının temel öğesini okumak istiyorum: İmar uygulama planı yapma yetkisine sahip bulunan kurumca, uyuşmazlığa konu olan yerde, yaya üstgeçidinin ihtiyaç olup, olmadığının, ihtiyacın bulunması halinde, bunun en uygun yerin seçiminin yapılıp, 261 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu bu hususun uygulama imar planında yer almasının temininden sonra bir karar alınması ve bunun sonucu yaya üstgeçidi çalışmalarına başlanması gerekirken, davalı idarece bu gerekliliğin temini sağlanmadan -ve buraya dikkat- ve bu hususta bir meclis kararı alınmadan işlenişiz olarak üstgeçide başlanması yolunda tescil edilen işlemde mevzuata uyarlılık olmadığı sonucuna varılmıştır. Sabahki oturumda, Genel Müdürümüzün önünde belediye meclisinin çalışıp, çalışmadığı tartışılmıştı. Bu toplantıda bakıyorum, Genel Müdürümüz yok, olmasını dilerdim. Keza, aynı olay Danıştay'ın Altıncı Dairesinin 23.6.1998 tarihli esas 1997-4815 -bunları kayda geçsin diye söylüyorum- karar 1998-3558 sayılı karar ile onandığı görülmüştür. Bu hususta Meclis kararı alınmadan uygulanması halinde, açıkça üst geçitlerin tümünün yapım işleminin durdurulması karar altındayken, bugün tamamen bitirilmiş olması düşündürücü, üzücü ve yetkililerin konuya ne zaman duyarlılık gösterecekleri merak konusudur doğrusu. Bu konu sadece Çankaya Belediyesiyle, Büyükşehir Belediyesi arasında yaşanan bir sorun değildir. Bu ve benzeri sorunlar, Ankara'da yaşayanlarla, Büyükşehir Belediye Başkanının sorunudur. Çankaya Belediyesinin bu hukuki kazanımı, "Ankara'nın sakini değil, Ankara'nın sahibiyiz" diyen herkesin sahipleneceği bir kondur. Dahası böylesi hukuk tanımaz bir kent katliamı, ülkenin sorunudur. Kent Konseyi Girişimi en kısa zamanda bu konuyu gündemine almalıdır. Kent Konseyinin diğer bir önemli konusu da; yerel yönetimler yasa tasarılarıdır. Bugün gündeme getirilen yasa tasarıları yeterince irdelenmedi, tartışılmadı, yaşamı son derece yakından ilgilendiren bu yasa tasarısı en kısa sürede ayrıntılarıyla tartışılması gerekmektedir. Birinci bölümün ikinci maddesi; son derece sakıncalıdır; ikinci bölüm beşinci maddenin 84. Fıkrası son derece sakıncalıdır. Bu sadece kanunların ruhunun aykırılığının yanında teknik olarak, uygulama olarak da mümkün olmadığının bir ifadesi olarak söylüyor. Benim bir saptamam olacak. Gerek Kent Konseyi Girişiminin bundan önceki eylemlikleri, gerekse sol kimlikli toplumsal dinamiklerin en büyük sorunu ki, şu anda onu da yaşıyoruz, örgütlenme organize olabilme ve burada oluşan fikirleri, diğer kesimlere iletişimin yeterince kurulmaması. Bence bizim en büyük handikabımız ve beceremediğimiz konu bu. Bu toplantıda bile -daha önce konuşmacılar da söyledi, önemle de vurguladı, gerçekten de önemli- çocuklara nasıl bir Ankara'yla ilişki ve organizasyon yapıldı ve organizasyonla ilgili ödüllendirme verildi? Fakat daha sonraki süreçte o çocuklar en azından organizasyondaki belki bir aksaklık da olabilir; ama bu bizim bir beceriksizliğimiz olarak da algılanabilir. O çocuklara en azından yönetici tarzında nelerin olup, olmadığını da anlatabilseydik, o çocukları burada tutabilecek başka >. J mekanizma daha kurabilseydik ve bizleri dinleyebiliyor olsalardı, belki daha fazla bir bilgi birikimine sahip olacaklardı. Dolayısıyla, bu eksikliklerimizi giderebildiğimiz sürede daha başarılı olacağız. Buna da kent konseyi açısından bakınca yandaş belediyelerin katkılarıyla çözmek öncelikli bir görev diye düşünüyorum. Saygılar sunuyorum. i .' ı ( <• i ' 262 j Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu YENİMAHALLE BELEDİYESİ KENT KURULTAYI DENEYİMİ Tuncay ALEMDAROĞLU Yenimahalle Belediye Başkanı Öncelikle bu broşürde de, tanıtım program kartında da belirtildiği gibi, "Ankara'nın sadece sakini değil, aynı zaman sahibi olmak istiyoruz" sloganından yola çıkarak, bu toplantıyı düzenleyen Makine Mühendisleri Odasına teşekkür ediyorum. Böyle bir hafta sonunda dinlenme zamanınızı Ankara'nın, başkentin sorunlarını bizlerle paylaşmak için burada zaman ayırdığınız için sizlere de teşekkür ediyorum, ayrıca konuşmacı arkadaşlarıma da bu bilgileri bizlere aktardığı için teşekkür ediyorum, ben çok şey öğreniyorum. Değerli arkadaşlarım, yönetenlerle, yönetilenlerin, seçenlerle, seçilenlerin oluşmaya başladığı ya da belirlendiği günden bugüne, yönetenlerle yönetilenler arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi, seçilenle seçilenler arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi, demokrasinin çok ciddi üzerinde tartıştığı temel sorun olarak süregelmektedir. Bugün çağdaş demokrasilerde, temel ilke olarak bu iki grubun, yani seçenle-seçilen, yönetenle-yönetilen arasındaki mesafenin kısaltılması hedeflenmekte ve demokrasinin içeriği de bu mesafe, bu zamanlama ne kadar kısa olursa, bu iki grup arasındaki fikir alışverişi ne kadar yoğun olursa, demokrasinin o anlamda içeriğinin dolduğu, o anlamda manalandığı sonucu ortaya çıkmaktadır. Biz de Yenimahalle Belediyesi olarak göreve geldiğimiz günden itibaren; birincisi, bizi seçen insanlarla aramızdaki o mesafeyi kısaltmak, doğrudan demokrasiyi uygulama şansımızın olmaması nedeniyle bildiğiniz gibi bugün her yerde temsili demokrasi uygulanmakta, doğrudan demokrasiyi uygulayamadığım için o mesafeyi kısaltmak; ikincisi, bizi seçenlerin bizi denetlemesini sağlayabilmek, onlara o kanalları açmak; üçüncüsü, hizmetin yerinden yapılması, yönetimin de yerinden yapılması ilkesini hayata geçirebilmek için birkaç proje üzerinde arkadaşlarımızla birlikte yoğun bir çaba sarf ettik. Tabii bu projelerin temel hedeflerini biz seçim bildirgemizde yurttaşlarımızda açıklamıştık. O hedefler doğrultusunda neler yapılabilir?" denildi. Birinci olarak, Alo Belediye Projesini hayata geçirdik hemen. Bu Alo Belediye Projesinde yurttaş sorununu doğrudan, bir telefonla, belediyeye aktarıyor ve bu sorununun sonucu o verdiği telefon aracılığıyla kendisine bildiriliyor; müspet menfi, çözüldü, çözülemedi ve çözülemeyen, zamana yayılı olan sorunlar da yine Başkanlık Özel Kalemince takip ediliyor, sonuçlandıktan sonra iletiliyor. Bir diğer önemli proje olarak, bu yerinden yönetim modelinin belki de Türkiye'de ilk uygulaması, şöyle ilk uygulaması diyorum, iki yönüyle ilk uygulama; hem Meclis var, Danışma Kurulu ya da kent konseyi ya da mahalle birimi gibi sürekli olarak bir belediye meclisinin tüm işlevlerini yürüten bir danışma kurulu; ama onun hemen yanında bir koordinatörlük, alman kararlan hayata geçiren bir koordinatörlük, tipik bir belediye ya da eskiler bilirler, bu büyükşehir kuruluşu yapılmadan önce, 3030 sayılı Yasadan önce uygulanan büyük kentlerdeki belediye şube müdürlükleri vardı. İşte biz o belediye şube müdürlüklerine bir de belediye meclisi monte ettik ve böylece buna biz "semt belediyesi" dedik. Ama yasal olarak adına "semt belediyesi" dememiz mümkün olmadığı için, "semt hizmet birimi" dedik ve bu uygulamayı başlattık. Bunun birisi Batıkent'te, birisi Çankaya'da başladı, bir yıl el yordamıyla yap, yanlışı görüyoruz, o yanlıştan dönüyoruz, doğruyu arıyoruz ve o modeli belli bir noktaya getirdikten sonra da bu sene üçüncüsünü de Gazi Mahallesinde açtık. Bu semt belediyesi uygulamamızdan, semt belediyesi modelinden çok olumlu sonuçlar aldık. Tabii bu sadece bizim ya da benimle birlikte çalışan arkadaşların fikri, icadı, buluşu değildi. Mensubu bulunduğum siyasi partinin yerel yönetim programında iktidara geldiğinde nasıl bir yerel yönetimi hayata geçireceğini anlatan bölümünde 263 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu semt belediyesi model olarak geçen bir projeydi. Biz bu projeyi biraz daha sadeleştirerek, bugünkü yasanın verdiği olanaklar ölçüsünde hayata geçirdik. Bunlar yeter miydi? Bunlar yetmezdi, "daha başka ne yapalım, bu yönetilenle, bizlerle, bizi seçenler arasındaki diyalog, ilişkiyi artıran, o mesafeyi kısaltan proje olarak neler yapılabilir?" üzerinde düşünürken de, Yenimahalle özelinde bir kent kurultayı toplama noktasında fikirler yoğunlaştı. Aylar süren -buna çok ciddi katkı veren arkadaşlarımızdan da bazılarını burada görüyorum- uğraşlar sonunda karar verdik ve "ne yapalım?" dedik. Yöntem olarak, öncelikle Yenimahalle Bölgesindeki siyasi partilerin temsilcilerini, dernekleri, sivil toplum örgütlerini, artı bir de meslek odalarını, bir toplantıya davet ettik. Bu toplantıda bu düşüncemizi anlattık, dedik ki, "Böyle, böyle bir düşüncemiz var, bu düşüncemize destek olur musunuz, buna sahip çıkar mısınız, ne dersiniz ve çalışır mısınız?" Orada müthiş bir moral aldık, Başkan olarak ben müthiş bir moral aldım. Çünkü çok ciddi katılım oldu, yani o toplantıda bizim 400 kişilik salonumuzun tamamı doluydu. Orada "bu kurultayda, komisyonlarda çalışmak isteyen arkadaşlarımız isimlerini yazdırsın" diye ilan ettik, ciddi de bir katılım oldu. Biz bu başvurularla 7 komisyon oluşturduk, şöyle ki: 1. Kültür-sanat eğitimi çalışma grubu, 2. 3. 4. 5. 6. 7. Gençlik spor çalışma grubu, Yaşlılıkta sosyal katılım ve yerel yönetimler çalışma grubu, Kadın çalışma grubu, Engelliler çalışma grubu, İmar çevre ve konut çalışma grubu, Çocuk çalışma grubu. Orada şunu da tartıştık: Burada belediye olarak biz, bu konuda bir rapor hazırlarız, insanlar ya da ilgilileri toplanır, davet ederiz, "Gelin efendim, bu raporu tartışalım" deriz. Böyle mi yapalım, yoksa tamamen belediyenin dışında bu çalışma grupları mı bu raporu hazırlasın? O yöntem seçildi, o çalışma grupları belli sürede, çalışma konularıyla ilgili olarak çok ciddi raporlar hazırladılar. Daha sonra biz, tekrar kent kurultayını topladık ve kent kurultayında çalışma gruplarının hazırlamış olduğu raporları, her çalışma grubunun sekreteryası ya da başkanı, genel kurula sundu. Orada raporlar tartışıldı, tartışmalar sonunda oylandı, oylanan raporlar kabul edildi ve kabul edilen raporları biz şöyle bir kitapçıkta toplayarak bunu ilgililere, çalışma grubunda görev alan arkadaşlarımıza, hepsine takdim ettik. Bir de yine bu raporda dedik ki: "kitapta yazılı değerlendirmeler ve önerilerin gereğini yapmak olanakları ölçüsünde sözümüzdür, izleyin, katılın ve denetleyin." Aradan 1 yıl geçti, yalnız bu arada şunu söylememe izin verin: Bu raporların tartışıldığı ikinci toplantıda -ki esas o ilk toplantı kurultay hazırlık toplantısıydı, esas kurultay ikincisiydi, çünkü raporlar tartışılıyordu- maalesef ilk toplantıdaki katılım sağlanamadı. Kimler vardı? Bütün komisyon üyeleri vardı; zaten 7 komisyonunun 20'şerdcn üyesi, 140-150 kişi komisyon üyesi ediyor, onun dışında, yanlış hatırlamıyorsam, herhalde 50 kişi komisyon dışında üye vardı, öyle değil mi? Evet, 50 kişilik bir grup katıldı. Bu doğrusunu isterseniz, bende ciddi bir sıkıntı yarattı, niye sıkıntı yarattı? Yani insanlar, oturur birli-ikili görüşmelerde yönetimleri eleştirir, eleştirmek en doğal hakkı, hükümeti eleştirir, vatanı kurtarır, şimdi hele kahvelere gidin, mutlaka 100 tane hükümet bozuluyor, 500 tane hükümet kuruluyordur, herkes bir yorum yapıyordur. Herkes, her şeyi söylüyor; ama "Hadi gelin beyler, şu cenazeyi beraber kaldıralım" dediğimiz zaman, bir bakıyorsunuz kimse yok. Hani bir fıkra vardır, "Bravo yüzbaşı"diyorlar; ama kendileri gelmiyor. j ; ( / ' ı f ', i Bir kere yerel yönetimlerin sonuç başarılı çalışma yapabilmesi için kesinlikle yurttaşların çok duyarlı olup, -biraz evvel de söylediğim gibi- kentin sakini değil, kentin sahibi olmayı içlerine sindirip, o bilinçte olmaları lazım. Yani bir belediye başkanı ya da belediye meclisi herhangi bir yerdeki bir imar değişikliğini, "Efendim, ben 5 yıl süreyle seçildim, 5 yıl sonunda yaptığım doğru değilse, bir daha millet beni seçmez, o nedenle ben bu değişikliği yapıyorum" 264 f Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu deme hakkını kendinde kesinkes görmemeli ya da ona bu hakkı görme olanağını seçenler vermemeli. Çünkü iş işten geçtikten sonra, plan değişikliği olmuş, orman talan edilmiş, bilmem binalar yapılmış; yapıyorlar, görüyoruz; temel atıp üst katı çıktıktan sonra yık yıkabilirsen. İş işten geçiyor, o nedenle o duyarlılığı sağlamak lazım. Yeterli katılım olmadı, buna rağmen, katılımcılara özellikle bu çalışma grubu üyelerine rica ettim, toplantı bittikten sonra onlarla ikinci kez bir araya geldik, kendilerine teşekkür ettim. Ufak bir kokteylimiz oldu orada dedim ki: "Lütfen, kendinizin görevinin bittiğini sanmayın, kendinizi sürekli görevli kabul edin ve lütfen bizi siz denetleyin ve bir yıl sonra tekrar bir araya geleceğiz, bir araya geldiğimizde bu kitapta yazdıklarımızdan ne kadarını yaptık, ne kadarını yapamadık, bunların hesabını bizden sorun." Niye yapamadığımızı anlatalım, ikna olursanız mesele yok, ikna olmazsınız bizi siygaya çekin. Bir yıl sonra biz çalışma grubu, sekreter ve başkanlarıyla bir toplantı yaptık ve bu toplantıda şunu tartıştık: Bu bir yılın değerlendirmesini biz yine kurultay toplayarak mı yapalım, yoksa bütün komisyon üyelerini toplayarak mı bu değerlendirmeyi yapalım, nasıl yapalım? Komisyon başkanı ve sekreter arkadaşlar, "çalışma gruplarının tamamını toplayarak bir değerlendirme toplantısı yapalım ve orada eğer gerek duyulursa yine o geniş açılımlı toplantıyı yapalım" noktasına gelindi ve biz de öyle yaptık. Bu değerlendirme toplantısında gördük ki; bu programda yazılı olanların özellikle paraya dayalı olmayan, belediyenin ekonomik yönden bütçesini, olanaklarını zorlamayan, sosyal politikalar konusunda büyük mesafe alınmış; ikincisi, sivil inisiyatiflerle, diğer kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapılmasında ciddi mesafe alınmış, burada kent kurultayımızda öngörülen projelerin büyük bir kısmı bu şekilde hayata geçirilmiş, geçirilme aşamasına gelmiş. Örneğin, Yaşlılar Evi Projesi vardı, bir yurttaşımız bu projeye sahip çıkmış kendisi yaptırmak üzere, arsa tahsisleri yapılmış. Yine sokak çocukları ve madde bağımlılarıyla ilgili bir öneri vardı; bu konuda Ankara Valiliği ve Bakanlığın "Türkiye'de ilk kez yapılacak" diyor -gerçi Bülent İlik Bey burada- ilk mi, son mu; bilmiyorum. Numune Hastanesinde bir değerli psikiyatrist arkadaşımızın önderliğinde madde bağımlıları ve sokak çocukları tedavi ve rehabilitasyon merkezi yapma çalışmaları vardı, parası da ayrılmış. O projeye biz hemen atlamayışız, yakalamışız, Yenimahalle'ye getirmişiz, arsa tahsisleri yapılmış, yazıları yazılmış, temel atma projeleri hazırlanıyor ve yakında inşallah temeli atılacak. Yaşlılar eviyle ilgili olarak, Yaşlı Danışma Merkezi Projesini biz belediye olarak hayata geçirmişiz. Sağlık eviyle ilgili olarak bir projeye belediye olarak İnönü Mahallesinde hayata geçirmişiz; birini de kısmet olursa Kardelen'de önümüzde aylarda hayata geçireceğiz. Onun dışında çok ciddi imarla ilgili dönüşüm projeleri söylenmiş bize, "bunları yapın, edin" üç tane çok ciddi dönüşüm projesi hazırlamışız ve bu projelerle "Gelin, yapın bunları" diye görücüye çıkmışız; ama henüz bu projeleri pazarlayamamışız, bunları gördük. Sonuç olarak şuraya geldik: Bu tip çalışmalar her şeyden önce açıklıktan, şeffaflıktan yana olan yönetimlerin kendine özgüvenini artırıyor, ben bunu kendi adıma ve ekibim adına söylüyorum. İkincisi; sürekli denetim altında, sorgulama altında olduğunuz için, yani bir şeyi atlamanız söz konusu değil. Şu anda Yenimahalle'de hangi mahallede nerede, ne eksik var, niye eksik, niye yapılmıyor, hepsini biliyorsunuz. Yani bölgenize hakim oluyorsunuz; çünkü her soruya cevap vermek durumundasınız, insanlar soruyor. Üçüncüsü; hizmeti çok daha rantabl götürüyorsunuz. Yani beş tane binanın olduğu yere, asfalt dökmediğinizi ve dökmeyeceğinizi çok rahat, göğsünüzü gere gere anlatıyorsunuz, sanki oraya asfalt dökmüş, güllük-gülistanlık yapmış gibi, gerçekten öyle. "Dökemem, kusura bakmayın orada şu kadar liraya bana 30 ton asfalt dökmem gerekiyor buraya" diyorum, 30 ton asfaltı da ben dört apartmandaki insanı mutlu edeceğim ya da onun teşekkürünü alacağım. Oysa ben "30 değil de 300 ton asfaltla bir mahallenin yamasını yapıyorum" diyorum ve o da "haklısın Başkan" diyor, gidiyor. Bu arada bir Internet sayfası açtık belediye olarak; her türlü elektronik posta servisi kurduk, önemli olan o iletişimi sağlamak, oraya insanlar, yurttaşlarımız, seçmenler başvuruyor, aynı yoldan başvurdukları konuyla ilgili yanıtlarını alıyorlar. Tabii yine Internet'te, bir insan haklan sayfası açtık, yurttaşlık haklarıyla ilgili yurttaşlarımızın bilinçlendirilmesi yönünde çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Ama buna ilginin yeterli olmadığını hâlâ söylemeye devam ediyorum. Bu ilgi azaldığı sürece de o zaman bizim de bir yurttaş olarak, bir seçmen olarak yöneticilerden şikayet etmeye hakkımızın olmadığını düşünüyorum. 265 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu YEREL YÖNETİMLER VE HALKLA İLİŞKİLER UYGULAMALARI (ÇANKAYA KENTLİ İLETİŞİM MERKEZİ PROJESİ) Haydar YILMAZ Çankaya Belediye Başkanı Değerli arkadaşlar hepinizi saygıyla selamlıyorum. Türkiye'de resmi olmayan gündemin toplumsal duyarlılık ve açılımlar için son derece önemli ve vazgeçilmez olduğuna inanıyorum. Hayat dar anlamıyla sadece paraya ve onun dolayımmda enflasyon, faiz, kur, iç ve dış borçlar gibi sıkıntı üreten konu başlıkları etrafında örülemez. Bunları iyi görmek için çok daha geniş ufuklu bir yaklaşımın içinden dünyayı irdelememiz gerekmektedir. Temeli insan olan, insanı her durumun ilk gündem maddesi yapan, acıyı, üzüntüyü, adaleti, eşitliği ve özgürlüğü insan eksenli düşünen uzun erimli, uzun soluklu bir türkiye gündemini de biz sıklıkla vurgulamalıyız. Bugün merkezi yönetimin cenderesi içine sıkıştırılmış yerel yönetimler, her türlü namüsait şarta rağmen, kendi kimliklerine uygun toplumsal önermeler ve topluma ulaşma yolları üzerinde kafa yormaktadırlar. Değerli arkadaşlar; biz çankaya belediyesi olarak vatandaşlarla, sivil toplum örgütleriyle sağlam iletişim köprüleri kurmak için kentli iletişim merkezi kısa adıyla (kim) projesine start verdik. Bu proje kendi içinde pekçok özgün noktalar barındırmaktadır. Projenin amacını kentli yurttaşlarımızın kent hizmetlerine katılım ve denetimini sağlamak, şikayet ve önerilerini anında değerlendirmek, onlarla sağlam bir diyalog köprüsü kurmak ve belediye çalışmaları konusunda vatandaşlarınızı bilgilendirmek olarak özetlenebilir. Değerli arkadaşlar, kim projesi hedef kitlesi olarak bireysel başvuru hakkını kullanan vatandaşların yanı sıra, mahalle muhtarları, mahalle dernekleri, sivil kuruluşlar, kültürel ve sportif örgütler, odalar ve sendikaları seçmiştir. Kim'in nasıl işleyeceği konusu işin bam telini oluşturmaktadır. Bir projeyi yaratmak önemlidir ama onu hayata geçirmek daha da önemlidir. Bunun için kim'in uygulanma şeklini birlikte incelemekte yarar olacağına inanıyorum. Üçlü bir bölümleme ile kim'i hayata geçireceğiz. Birincisi, belediye binasına gelen vatandaşlar ilk büro tarafından karşılanacaklar ve ilgili birime veyahut da sorununun kim aracılığıyla takibini istiyorsa ön büroya yönlendirileceklerdir. Ön büroya gelen vatandaşın sorunu telefon aracılığıyla çözülmeye çalışılacak, bu mümkün olmadığında vatandaşa şikayeti ile ilgili bir kayıt numarası verilecek ve başvuru çözüm merkezi'ne iletilecektir. Ön büro telefon, elektronik posta, faks, mektup gibi yollarla yapılan başvurulan da takiple görevlendirilecektir. Üçüncü ve son aşama ise tarafından ön tarafından çözüm merkezi'ne iletilen sorun resmi yazışmalar aracılığıyla takip edilecek, bütün etaplarda vatandaş bilgilendirilecektir. 24 saat çalışacak olan kim bünyesinde ikisi yabancı dil bilen 16 personel olacaktır. Tüm personelin üniversite mezunu olmasına özen gösterilecektir. Kim'in alt yapısında akılda kalır telefon ve faks numaraları, elektoronik posta adresi, bilgisayar ağı ve şikayetleri sürekli değerlendirecek personel bulunacaktır. Kim, vatandaşdan gelen telefonları anında ilgili müdürülüğün konuyla bağlantılı servisine bağlayacabilecek, faks aracılığıyla gelen temenni, dilek, istek ve şikayetler de bilgisayar ortamına taşınacak ve takip edilecektir. Elektronik posta aracığıyla gelen talepler yine aynı yolla yanıtlanacaktır. Basın yayın ve halkla ilişkiler müdürlüğü bünyesinde yer alacak olan kim sayesinde tüm toplum katmanlarıyla açık, rahat ve sonuç alıcı bir iletişimi kurmuş olacağız. Değerli arkadaşlar, sivil toplum kuruluşlarının ve vatandaşlarımızın tüm talepleri sistemli bir izlenme ve değerlendirmeye alınacağı için sorun yığılması gibi bir handikap da kendiliğinden ortadan kalkacaktır.bu proje ile ilgili geniş bir bilgilendirme atağına kalkacak ve insanlarımızı zahmete ve zora koşmadan rahat ettirmenin yolları ile buluşturacağız. Böyle bir toplantıyı organize eden makine mühendisleri odasındaki arkadaşlarıma ve beni dinlediğiniz için sizlere teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. 266 i ; , ı f V ı f ',' ı f / ı i Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu SEMT ÖRGÜTLERİ VE YÖNETİŞİM PANEL SONUCUNUN AKTARILMASI AkınATAUZ Şehir Plancısı Ben bir bildiri sunmayacağım; "Ankara'da Semt Örgütleri ve Yöneşim Paneli"nin sonuçlarını aktaracağım. Panelin amacı, "yönetişim kavramının Ankara'da yaşadığımız ortamda nasıl ete-kemiğe büründüğü ve bürünebileceği, Ankara'da bu doğrultuda, kendi çevresiyle ilgilenmek isteyen insanların, bunu nasıl ve ne kadar etkinlikle, yaptıkları?" konusunda bilgi sahibi olmaktı. Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu, Ankara'nın sorunlarını çeşitli açılardan inceliyor. Sorunlar var; ancak, bu kentte yaşayanlar, bu sorunlarının veya daha küçük ölçekli sorunların çözümü için bir çaba gösterebiliyor mu? Çözümünün bir parçası olmak için nasıl bir arayış içindeler ve bunun için neler yapıyorlar, nasıl örgütleniyorlar? Sorunların çözümünde sadece büyük ve resmi örgütler mi etkin, yoksa, daha küçük ve sivil örgütler de çözüm üretmek veya çözümler üzerinde tartışmak için belirli bir çaba gösteriyor mu? Bu tür çabaların basan ya da etkili olma düzeyi nedir? Bu tür sorulan yanıtlamak için, sempozyumdan önce, bir dizi katılımcı atölye çalışması ve bir panel yapıldı. Bu sunuşta, bu panelin sonuçlan aktarılacaktır. Önce bu dizi tartışmanın nasıl planlandığını kısaca aktaracağım. Bunun için "Ankara'da kendi çevresiyle ilgilenmek isteyen insanlar nerelerde ve nasıl örgütleniyor ve bu örgütlerin yapılan nedir?" sorusuna yanıt aradık. Mümkün olduğu kadar bu örgütleri tam olarak listelemeye çalıştık. Listelemede formel veya enformel örgüt ayırımı yapmadık. Girişim gruplarını da kapsamayı amaçladık. Ancak bu, bütün örgütleri tam olarak tanıyabilmeye elverişli bir çalışma değildi. Ulaşılabildiği oranda, Ankara'daki bu tip örgütlerin isimleri listelendi. Elde ettiğimiz liste üzerinden bir sınıflandırma yaptık ve her sınıftan ancak bir tane örnek örgüt seçebildik. Bunun doğru bir seçim olup, olmadığı konusu, kuşkusuz tartışmaya açıktır. Kanımızca, seçilen örnekler bir kategoriyi, farklı bir yapılanmayı temsil ediyorlar. Bu da, öğretici birtakım sonuçlara varılması için iyi bir başlangıç noktası oluşturuyor. Bu sınıflandırmada 4 grup elde ettik. Grupların bir tanesi, bildiğimiz dernek türündeki sivil toplum örgütü yani, sıradan yurttaşların kendi çevreleri için bir şey yapmak için örgütlenmesi sonucunda ortaya çıkmış olan formel veya kuruluş halindeki yapılardan oluşuyordu. Bu gruptan seçtiğimiz örnek, Kavaklıderem Derneğiydi. İkinci grupta, yine sivil toplumun kendi çevresi için bir çalışma yapmak çabasıyla geliştirdiği örgütler bulunuyordu. Birinci grupla bu grup arasındaki fark, tek tek örgütlerin amacı kendi yaşam çevresiyle ilişkiye geçmek olmasa da, oluşturdukları beraberliğin bunu amaçlamış olmasıydı. Bu grupta seçilen örgüt, Mamak Kitle Örgütleri Platformuydu. Mamak Platformu, zaten tek başına bu grubu oluşturuyordu: İçinde pek çok farklı türden örgütü barındıran bir üst örgüt ya da -bir üst örgüt demek yanıltıcı olabilir- kuyruklu yıldız topluluğu gibi oluşum halinde bir beraberlik. Bu, kendi gücü yetmeyen örgütlerin bir araya gelip çalışması durumuyla ilgili sorunları anlamak için yapılmış olan bir sınıflandırmaydı. Üçüncü grup, Yenimahalle Belediyesi Başkanının semt birimleriyle ilgili açıklamada geçen semt birimlerinden oluşuyordu. Bunun da yeni bir örgütlenme çabası olduğunu düşündük. Bu gruptan, Çayyolu Semt Birimi ile görüşme yaptık. Dördüncü gruptaki örgütler de, bir semt ya da kendi konut çevresi için bir çalışma yapmak isteyen insanların bir araya gelişiyle oluşturulmuş olduğu halde, Ticaret Yasası'na göre örgütlenmiş olan kooperatiflerden oluşuyordu. 267 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu Bu yönüyle de diğer sivil toplum örgütlerinden ayrılıyordu. Bu gruptan yapılan seçim, Batı Birlikti. Batı Birlik, bu kooperatiflerin üst kuruluşuydu. Seçilen bu 4 farklı örgüte gittik, buralarda birer atölye çalışması yaptık. Atölye çalışması tekniği kısaca şöyle özetlenebilir: Örgütü, farklılıkları mümkün olduğu kadar yansıtacak bir biçimde temsil edeceğini düşündüğümüz 12-15 kişi ile, önceden hazırlanmış belirli bir soru listesi etrafında, bir kolaylaştırıcı yardımıyla tartışmalar yapıldı. Liste, birkaç temel soru grubu çevresinde toplanmıştı. Birinci bölümde, "örgütün yapısı nedir ve bu yapı $ kimliğine nasıl yansıyor?" konusundaki sorular yer alıyordu. İkinci bölümde, örgüt yapısı içinde bugüne kadar neler yapıldığı, gerçekleştirilen işler/ programlarla ilgili sorular bulunuyordu. Üçüncü bölümde, ileride neler yapmayı düşündükleri, kendilerine ait programın özellikleri ve gelecekle -gelecekteki imajlarıyla ilgili beklentileri ile ilgili sorular yer alıyordu. Dört örgütle, bu çerçevede birer atölye çalışması yapıldı. Bu atölye çalışmaları çok kısa bir şekilde burada aktarılacak. Ancak daha önce, burada sunulacak materyalin, henüz bilgi düzeyine ulaşmış durumda olmadığını, sadece birtakım gözlemlerin aktarılması niteliğinde olduğunun belirtilmesi gerekiyor. Bu aktarılan gözlemlerde sübjektivite yani, yanılma payının çok yüksek olabileceğini kabul edilmeli. Yine de, üzerinde durulması ve tartışmanın açılması için elverişli ve ilginç bir materyal oluştuğundan, atölye çalışmaları burada aktarılacaktır. Ama bunları, tartışılmakta olan diğer bildirilerin bilgi düzeyinden ayırarak kabul etmeniz ya da o gözle değerlendirmeniz gerekecektir. ', Birinci atölye çalışması, Kavaklıderem Demeği ile yapıldı. Kavaklıderem bildiğimiz özeliklere sahip bir yurttaş örgütü. Fakat Kavaklıderem Örgütünün ilginç tarafları vardı: Oldukça güçlü bir biçimde kendi semtindeki insanları örgütleyebilme başarısına ulaşmış ve bu konuda deneyim sahibi olmuş; çünkü, 5 yıllık bir örgüt. Bu süre, bu tip bir örgüt için az zaman sayılmaz. Kavaklıderem, kimliğini bu çalışmalar çerçevesinde, sürekli olarak nasıl geliştirebileceği, yeniden nasıl yönlendirebileceği ve yeni topluluklara ulaşmak neler yapabileceği konusunda düşüncelerini, •hep olumlu düzeyde geliştirmeyi başarmış ve kimliğini yenilemiş bir örgüt. Böyle bakılacak olursa, yönetişim kavramının içinde yer alan sivil toplum örgütleri, kamu kesimi ve özel sektör katılımı konusunda ilginç bir örnek olduğu düşünülebilir. Üç grubun tam eşit katılımı değilse de, bir denge söz konusudur. Kavaklıderem, özel sektörün (ya da özel girişimcilerin) de içinde güçlü olarak örgütlendiği bir sivil toplum örgütüdür. Dolayısıyla, Kavaklıderem'in uyguladığı yönetişimde özel sektörün bir yeri var. Bunun, örgütün niteliği açısından anlamlı ve önemli olduğunu düşünüyorum. Özel sektör, farklı bir çıkar grubu, o ,' mahallenin sakini olan, konut kesiminde oturanlardan farklı bir bakış açısı var. Ama Kavaklıderem'de, bu iki farklı çıkarın arasındaki beraberliğinin, ya da onların paralelleşmesiyle sağlanabilecek başarının nasıl elde edilebileceği arayışı var. Dolayısıyla Kavaklıderem, bunun çok zenginleştirici olabileceğini düşündürüyor bize. Konutlarda oturan yurttaşlardaki, diyelim ki atalet, kısmi daha geri durma ya da pasiflik durumu, özel sektörü temsil eden grupta yok. Bu da, örgütü daha dinamik yapıyor. ' j j !. Kavaklıderem kamu kesimiyle (ilgili belediyelerle) de yakın ilişki geliştirmiş bir örgüt. Bu bakımdan, kamu kesimi, özel kesim (bu örnekte sadece küçük üretim düzeyinde) ve yurttaş üçlüsünün iletişiminin sağlandığı bir model. Kavaklıderem örneğinde kamu kesimi, hem çok fazla sınırlayıcı ve yasaklayıcı (bir anlamda kendi dışındaki inisiyatifleri boğucu), hem de, hizmet üretimi yetersiz ve kalitesi de oldukça düşük. Bu durumda kamu ile işbirliği , sorunlu bir alan. Kamu kesimi, sivil toplum örgütleriyle birlikte çalışmaya ya yeteri kadar hazır değil, veya bu alana fırsatçı bir biçimde yaklaşıyor. f , Ancak, örgütün de program yapabilmek, ne yapacağını programlayabilmek, bunların arasındaki ilişkiyi kurmak ve bunların projelerini rasyonel yapma biçimlerine dönüştürebilmek konusunda ciddi başarı eksiklikleri var. Ama bu işletme (management) sorunu ve eğitimle giderilebilir bir sorun. Sadece Kavaklıderem'de değil, birçok sivil toplum örgütünde, kendini yönetme kapasitesini artırma ya da daha etkin yönetimi sağlayabilme konusundaki bazı eksiklikler sıkça görülüyor. İkinci örgüt, Mamak Platformu. Mamak, Ankara'nın en yoksul yerlerinden birisi; oldukça eski bir gecekondu 268 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu mahallesi, kendisine özgü bir toplumsal yapısı var; sol eğilimli siyasal tercihi olanların ve Alevilerin yaşadığı bir mahalle. Mamak Platformu'nun içinde 3 farklı tip örgüt var. Platformun içindeki örgüt tipleri şöyle: Birincisi, Pir Sultan Abdal gibi, dernek statüsünde örgütlenmiş; ama amacı, doğrudan kendi semtleriyle ilgili bir şey yapmak olmayan örgütler var. Bunlar, kent için, kent parçası için bir uygulama yapmak açısından, oldukça güçsüz, deneyimsiz dernekler. İkincisi, köy dernekleri. Bu dernekler, Ankara'ya göç etmeden önce yaşanılan köyle ilişkileri korumak ve dayanışma amacıyla kurulmuş. Bu örgütler, eski örgütler ve bir miktar varlık edinebilme fırsatı bulmuşlar. Kendi sosyal çevrelerini, homojen bir yapıya sahip oldukları için, ellerinde güçlü bir şekilde tutabilen; ama amacı kentle ilgilenmek olmayan, 20-30 yıldır Mamak'ta oturuyor olsa bile, güçlerini Ankara'ya gelmeden önce yaşadıkları köye ait geçmiş kimliklerini korumak sorunu etrafında ayakta tutan örgütler. Üçüncüsü ise, daha profesyonelce çalışan dernekler, vakıflar. Bunlar biraz daha güçlü, ne yapacağını bilen, yapma bilgisini Mamak'ın dışında edinmiş, dışarıdan gelen bilgilerle donanmış örgütler. Amaçlannı esneterek, mahalle sorunlarıyla ilgili çalışmalar da yapabilmeleri söz konusu. Görüldüğü gibi, Platformu oluşturan öğeler türdeş değil. Bu üç örgütün bir araya gelmesinde ve birlikte çalışabilmesinde, her federatif yapıda karşılanabilecek türden ciddi sorunlar var. Platformun, kentin diğer benzer örgütleriyle iletişim kurulmasında ve kente yönelik sorunların ele alınışıyla ilgili konularda etkileşime girmesinde yarar olabileceği gözüküyor. Atölye çalışması yapılan üçüncü örgüt olan Çayyolu Çevre Birimi. Bu örgüt, belediye tarafından oluşturulmuş ve belediye hizmetlerin daha uç noktalara dağılmasını, katılım tekniklerinden de yararlanarak kolaylaştırmak amacını taşıyor. Bu semtlerde yaşayan nüfusun, oradaki insanların bulunduğu yerden bakarak değerlendirildiğinde ise farklı bir anlam ortaya çıkabilir. Semt Birimleriyle ilgili kurallar, tek yönlü olarak, oldukça bürokratik ve otoriter bir yapı oluşturacak bir biçimde belirlenmiş. Yönetim organlarının oluşumunda, yukarıdan aşağıya doğru bir atama söz konusu. Bir koordinatör atanıyor ve onunla birlikte yine resmi bir yapı oluşturuluyor. Bir de Danışma Kurulu var. Ancak bu kurulu oluşturan kuralların, çok tartışılmadan belirlendiği görülüyor. Danışma kurulunun çalışma süresi bir yıl; ama seçim yenileme son derece karmaşık, Gerçekten demokratik bir temsilin oluşturulabilmesi için, bu mekanizmanın çalışması ile ilgili bir çok sorunun sorulması ve tartışmanın yapılması gerekiyor. Bununla birlikte atölye çalışması, semt birimlerinin mahallelerde yaşayanlara bir katılım imkanı sağladığını gösteriyor. İnsanlar kendilerine -sorulan şeyin çok önemli olması bile gerekmiyor- kendi çevreleriyle ilgili bazı konuların sorulmasını istiyorlar ve o soru üzerinde, tartışmak istedikleri düşünceleri iletebilecekleri bir platformu bulmak, onları memnun ediyor. Bunun, yönetişimi gerçekleştirmek doğrultusunda atılmış bir adım olduğu düşünülebilir. Ancak bu modelin, belediye içinde değil, belediyenin dışında ve bu mevcut modele karşı açıdan bakanları da içeren bir ortamda tartışılması ve böylece olgunlaştınlması- geliştirilmesi yararlı olacaktır. Model şimdiki yapısıyla, katılımı gerçekten sağlamayı amaçlayan bir model olmaktan uzak; ancak bu potansiyeli taşıdığı söylenebilir. Bunun gerçekleşebilmesi için, "Yönetişimin nasıl sağlanabileceği, bunun mekanizmaları oluşturulurken demokratik kuralların oluşması ve taban hareketinin temsil gücü kazanması" gibi konuların açıklığa kavuşması gerekecektir. Dördüncü örnek, Batı Birlikti. Batı Birlik, Konut Kooperatifleri Üst Birliği. Bu konut kooperatiflerinin bir tek amacı var; o da üyelerini konut sahibi yapmak. Ancak kooperatifler, sadece konut edindirmekle kalmıyorlar, konut çevrelerinin "güzelleştirilmesi" -güzelleştirme; yaşanılabilir bir kent çevresi yaratmak anlamı da taşıyabilirişini de üstleniyorlar. Bu, çevreye daha duyarlı ve yurttaş katılımlı projelerin gerçekleştirilmesi için elverişli bir zeminin oluştuğu anlamına da gelebilir. Batı Birlik onların üst örgütü olarak arsa ve kredi temininde bu kooperatiflere yol gösteriyor. Kooperatiflerin bilgisi ve deneyimleri sınırlı. Üst birlik, bir benzetme yapılabilirse, merkezi yönetimin belediyelere davrandığı 269 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu gibi davranarak, onların yanlış yapmalarını önlemeye çalışıyor. Üst örgüt (Batı Birlik) merkezi bir konumda ve oldukça otoriter yapıda. Ama bu modelin de ilginç yönleri de var. Kooperatifleşme, Türkiye'de yurttaş girişimi bakımından üzerinde yeterince düşünce geliştirilmiş ve bu aracın nasıl kullanılabileceği konusunda yeterli tartışma yapılmış bir alan değil. "Bir kooperatif aracılığıyla, (yani bir sivil toplum örgütü aracılığıyla değil de bir ticari örgüt aracılığıyla), kendi çevremize sahip çıkmak konusunda ne yapabiliriz?" sorusuna yanıt aramak istiyorsak; bu modele bakıp, bazı şeyler öğrenmek ve bu modeli geliştirmek , f mümkün. Kooperatiflerin bir yasası var ve kurallar çok güçlü bir şekilde belirlenmiş; bu kurallar uygulanıyor. Yasanın ve kuralların getirdiği bu çerçeve, demokrasinin gerçekleştirilmesi bakımından sınırlayıcı olabilir ve bu nedenle kooperatifler gerçekten bir taban hareketi örgütü sayılmayabilir. Bununla birlikte, kendi çevrelerinde taban hareketini geliştirmek isteyenlerin, bu kuralları esneterek kendilerine uygun bir yapı elde edebileceği bir model olarak da görülebilir. Atölye çalışmalarıyla bu 4 model ayrı ayrı incelendi. Panel ise, bu 4 modeli karşılaştırmak ve bu bilgileri örgütlerin birbirlerine aktarmaları için düzenlendi. Böylece örgütlerin birbirlerinin deneyimini öğrenmeleri ve tartışmaları sağlanmaya çalışıldı. Panelden "Ankara kent yönetiminde, yönetişim kavramını nasıl geliştirebiliriz?" konusunda bir birikimin oluşmasına katkı bekleniyordu. "Kamu kesimi, özel kesim ve sivil toplum örgütleri arasındaki ilişkinin geliştirilmesi bakımından sivil toplum örgütlerinin neler yapabileceği?" ile ilgili sorunlar V tartışıldı. > Bu bir anlamda, bir ilk buluşmaydı; örgütlerin birbirlerini görmeleri ve dinlemeleri ve tanımalarını sağlamak için yapılmış bir toplantıydı. Ancak, çok az katılımla yapılabilmiş bir toplantı olduğu için bu amacın etkili bir düzeyde gerçekleştirilebildiği söylenemez. Bununla birlikte, bu fikir üzerinde çalışılırsa ve arayış sürdürülürse, Ankara'da bugün örgütlerin yapabildiklerinin üzerine çıkan bir yapma düzeyi geliştirilebilir. Örgütler birbirlerinden öğrenerek ve yönetişim sorunları üzerinde düşünenleri - uygulamaya geçirmek isteyenleri buluşturarak bunu sağ'ayabilir. Böylece yerel demokrasiyi, tabandan gelen yurttaş inisiyatiflerinin kendi çevrelerindeki oluşumlara ve konut-komşuluk birimi/ mahalle/ semt/ kent yönetimine katılımını geliştirecek mekanizmaları yaratmak doğrultusunda adımlar atılabilir. Kent ya da kent parçalarının yönetiminin, bizim tarafımızdan ve bizim yaratıcılığımızla tanımlanmasını istiyorsak; bu konuda çalışmaların sürdürülmesine ihtiyaç olduğu görülüyor. Bu d j başlangıç yeterli olmayabilir, ama yine de bu başlangıcın değerlendirilmesi ve sürdürülmesi yararlı olacaktır. »• ' 270 , i TMMOB MAKİNA MÜHENDİSLERİ ODASI ANKARA ŞUBESİ ANKARA'DA KENTLEŞME ve YEREL YÖNETİMLER SEMPOZYUMU 22-23 Haziran 2001 VI. OTURUM TARTIŞMALAR Bülent TANIK Mümtaz BAŞER Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu 1 BÜLENT TANIK Yönetimi iyileştirme yönündeki arayışlarımızı, kentli olarak kendi haklarımızı ve sorumluluklarımızı koruyup, kollama, geliştirme konusundaki arayışlarımızı yeniden tanımlama, biçimleme yönündeki duyarlılığımızı artırma yönünde benim baştan beklediğimden daha etkili ve daha olumlu bir çaba olduğu görünüyor. Bir tanesi çocuklarla ilgili etkinliktir; ben son yıllarda sürekli ak saçlı adamların bulundukları toplantılarda ve azalan sayıda ak saçlı adamın bulunduğu toplantıda bulunmaktan artık bezmiş vaziyette hissediyordum kendimi ve yeni genç katılım yoktu. Neyse ki, yirmi sene sonrasının kuşaklan buradaydılar ve onların bu tür toplantıları, mekânlan kullanmaları, biraz önce Akın Atauz'un söylediği türde yönetimi tanımak ve belli mekânlara kolay girip-çıkma konusundaki özgüvenlerini artırmak ve dolayısıyla kentli ve yurttaş olmalarını pekiştirme yönünde çok önemli bir adım olacaktır. Bu onları politikleştirecek bir eylemdir diye düşünüyorum. Yaptıkları resimlerdeki duyarlıkları bu anlamda çok güçlendirecekler. Bir diğer keyif veren konu da iki belediye başkanımız burada, aramızda olmasıdır. Varlıklarının ötesinde sundukları görüşler: yönetimi iyileştirme konusunda bir belediyenin sıradan bir bakışla kendi önüne koyamayacağı nitelikte sorunsalı düşünüp, taşındıklarını ve bunun için bir şeyler yapmaya çalıştıklarını gösteren arayışlar ve projeler. Bu bir kanalizasyon yapmanın, bir yerde bir konut projesini geliştirmenin, ne bileyim, bir kentsel hizmeti sunmanın ötesinde hemşehrinin kendisinin gelişimiyle ilgili ve yönetime katılımının artırılmasıyla ilgili ciddi kaygılarının, önlerine ciddi sorular koyduk lannın ifadesidir. Böyle sorular koymak çok önemli ve iyi bir başlangıçtır. Bunun pratiğiyle ilgili yaşadıklarını duyunca, tabii ki, zaman zaman paniğe kapılıyor insan ve demoralize oluyor. Bu konuda bir değerlendirmede bulunmayı anlamlı ve yararlı görüyorum. İnsanımızı suçlamayalım, insanımız diğer başka ülkelerin insanları gibi, binlerce yıldır yönetilen kategorisinde belli bir yaşam biçimine ve anlayışına itilmiş bulunuyor. Bunun sonucu, bir kere siyasallaşmak olanaksızlaşıyor. Özellikle binlerce yıl geriye gitmeye gerek yoktur. Yirmi yıl öncesinden bu yana, örgütlü olmak suçtur, örgüt mensubu anarşiyle özdeş hale getirilip, hemen tutuklanıp gözaltına alınması, hapse atılması gereken kategorisinde değerlendirildi. Örgütlü olmak suç olarak son otuz yılın, 1980'den bu yana özellikle, yirmi yılın ürettiği bir siyasal deformasyon unsurudur. Ayrıca, siyaset yapmak ciddi olarak "siyaset tu kaka bir iştir, birtakım özel ve kötü niyetli adamların yapabileceği; ama, masum insanların katiyen bulaşmaması gereken bir iştir" teması gereği, gene çok uzun yıllardır lanse edilen ve insanların beynini yıkamada kullanılan bir unsur olarak görünüyor. Binlerce yıldır da bir tane lider veya bir padişah, bir kral gelecek, iyi bir şeyler verirse verecek, yoksa kesecek, biçecek... Öyle bir yönetim biçimi içerisinden bugüne gelinmiş vaziyette ve bu, tabii yığınlarda ciddi bir yere katıldığı zaman, "ya örgütlü addedilirsem ya politika yapmak zorunda kalırsam veya sonrasında da siyasal sorumluluk almak durumunda kalırsam" kaygısından ötürü ciddi olarak aşılması güç engeller taşıyan bir şey. Yönetimi iyileştirme yönündeki insanlık mücadelesinin önemli adımlarından bir tanesinin Yunan demokrasisinden yararlanılarak, doğru kavranılabileceğini düşünüyorum. Bu, laiklik kavramıdır; laiklik kavramını biz genellikle dinle ilişki açısından değerlendiriyoruz. Daha çok devletin dine bakışını, laiklikle ilgili tarif ediyoruz; oysa, Antik Yunan demokrasisinde laiklik: iktidarın ölümsüzlerden, Olimpos'un tepesindeki ölümsüz tanrılardan Zeus'tan ve onun yardımcılarından ölümlülere yani laikliğe, halka geçişi ve halkın kendisinin yönetme hakkını kullanmasının ilk ifadesi olarak siyaset literatürüne girmiş bir kavramdır. Bu bakımdan bakıldığında, laiklik özü itibariyle demokratikleşme sürecinde çok büyük bir hamle, bir adım ve sorgulanabilir, değiştirilebilir, öldürülebilir. Yani, ölümsüzler öldürülebilir, değiştirilebilir bir kavrama dönüşüyor. Bunu, zaman içerisinde nasıl geliştirdik? Günümüzün siyasal demokrasisinde doğrudan demokrasi üzerine, bu oturumda olmadı; ama bir önceki oturumda, "bunu sağlamak mümkün değil" diye bir yargı doğdu. Oysa, insanlığın sayıca çoğalmasının ötesinde başka imkânlarının olduğu görünüyor. Başlıcası, teknolojik imkânların ötesinde 1 Şehir Plancısı 273 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu örgütlenme imkânıdır; yani birebir, doğrudan demokrasinin günümüz dünyasında, günümüz evreninde uygulanabilirliğiyle ilgili örgütlenme kavramı çok önemli olanaklar sunmaktadır. Ancak bunun malzemesi insan olan bir şey olduğunu, örgütün de bir araç olduğunu düşünmemiz gerekiyor. Bunun ötesinde ne bir fazladır, ne bir azdır. Örgüt budur, örgütü tabulaştırmayalım, örgütlülüğü kutsallaştırmak bence başka bir yanılgıdır. Örgütlülüğü tıpkı 1980 12 Eylül Yönetimi'nin suçlaması gibi değil; ama, örgüt kentleşmiş insanın, kendi yaşamını ve sosyalliğini sürdürebilmesi için değişik biçimlerde kurabildiği ve geliştirebildiği, değiştirebildiği, birini bitirip, yenisini, başkalarını, çok çeşitli düzeylerde farklı örgüt tiplerini geliştirebildiği bir kavramdır. Örgütün varolabilmesi için, insan mutlak gereklidir. İnsanın yanı sıra, zaman ve mekân işlevlerini mutlaka doğru değerlendirmek gerekiyor. Örgüt yapılanmasında biz daha çok muhalif, siyasal örgütleneme ya da sivil örgütlenme üzerine akıl yoğunlaştırdık bugüne kadar. Oysa, örgüte öncelikli araç ve belirli amaçlara ulaşmak için kullanabildiğimiz araçlar kategorisinde baktığımızda bunların çeşitliliğini ve zenginliğini yakalamak, aslında ufkumuzu genişletecek bir diğer unsur olarak görünüyor. Kent kurultayları, tabii ki, bu yöndeki araçlardan bir tanesidir. Biraz önce Akın Bey'in söylediği, araştırdığı yelpaze de öyledir; fakat, formel örgütlülükler ötesinde ve bizim klasik siyasal sosyoloji kategorisinde örgüt diye algılamadığımız bir yığın başka örgütlülük gündeme geliyor. Başlıcası, saat ve takvim diye çok özet olarak zamana ilişkin kısmını dile getirmek istiyorum; ayrıca, kendiliği başlı başına birçok örgütlülüğün sarmalı olarak algılamamız gerektiğini düşünüyorum. MÜMTAZ BAŞER2 Ben Büyükşehir Belediyesi çalışanıyım. Büyükşehir Belediyesi'nde şu sıra ayda yaklaşık bine yakın çocuk bir şekilde kendi süreçlerinden geçiriliyor. Akçay'da çalışanlara ait olan kampta her ay onar günlük dönemlerde iki yüzer tane çocuk bir şekilde bu süreçlerden geçiriliyor. Kendi geleceklerini, karanlık yarınlarını birileri ilmek ilmek örüyor. Burada alternatifini görebilmek çok önemli, bunu örebilmek tek başına Makina Mühendisleri Odasının ya da herhangi bir örgütün değil, belki kent konseylerinin, belki belediyelerle birlikte herkesin görevi olmalı diye düşünüyorum. Burası benim açımdan gerçekten çok önemliydi. TÜMBEL-SEN, T ü m Belediye Memurları Çalışanları Sendikası, 1990 yılında epey bir zorlamadan sonra kurulabilmiş, bin altı yüz on sekiz tane kurucu üyeyle kurulabilmiş; o dönemde esen bazı rüzgarlardan kaynaklı, ülke genelinde yüz yirmi bine yakın belediye çalışanının yetmiş beş binine yakınını örgütleyebilmiş; ama, sonraki dönemlerde yaşanan baskılardan kaynaklı günümüzde bu örgütlenme biraz geriye doğru çekilmiş. Ancak bugün tüm ülkenin elliye yakın kentinde şubesi olan ve binlerce belediyede örgütlenmeyi bir şekliyle başarmış bir sendikadır. Ankara'da, Ankara metropolünde bütün belediyelerde şu ya da bu oranda örgütlülüğünü sağlayabilmiş, örgütlü bir yapıdır, Ankara açısından. Şöyle bir tespiti yapmak, TÜMBEL-SEN açısından hakkımız diye düşünüyorum: 1994 sonrasında gerçekten uygar olmayan, çağdaş olmayan ve karanlık özlemiyle yerel yönetimlerde iktidara gelen insanlar karşısında durabilmeyi ciddi bir anlamda başarabilmiş bir örgüttür; bunun örnekleri var, uzun uzadıya anlatmak istemiyorum. Sadece Büyükşehir Belediyesi'nde memur olarak çalışanların, bu rakam bugün itibariyle bile üç bin değil, dört bin beş yüze yakın idari davası söz konusu. Dört bin beş yüz tane insan bir şekilde bu yönetimin ya da yönetimlerin uygulamalarında mağdur olmuş ve baskı altında kalmış, sürgün edilmiş, tehdit edilmiş, işten atılma tehdidiyle yaşamıştır. Bu örneği şunun için vermek istedim: Gerçekten TÜMBEL-SEN, o tarihten bu yana en azından kendisini koruyabilmiş ve bugüne taşıyabilmiş bir örgüttür. Biz sendikayı, sadece ekonomik, demokratik, sosyal konumumuzu, toplumdaki konumumuzu daha ileriye çekmek, daha çok para kazanmak, daha fazla m a a ş almak diye tarif etmiyoruz; böyle bir şey doğru değil diye düşünüyoruz. 2 j* \ j / , t / ti > TÜMBEL-SEN 274 i Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu Tarifimiz şu: Evet, sloganı benimsiyoruz, "kentin sahibiyiz" diyoruz. Kentin sahibi olmaktan da kentte yaşayıp kentteki bütün problemlerde söz sahibi olmak istediğimizi kastediyoruz. Bunun içinde formülasyonlarımız var, bu formülasyonlarda kent konseyi gibi girişimlerin içerisinde olmaktan tutun, belediye meclislerinde duygu ve düşüncelerimizi, herhangi bir sorun üzerinde görüşlerimizi aktarmak isteğimiz var. Bunun ötesinde, bu uygulamanın, örneğin, belediyede çalışanlarının örgütü olan sendikaların, belediye meclislerinde düşüncelerini aktarmalarında hiçbir sakınca olmadığını da düşünüyoruz. Bazı belediyelerde bunların önü açılıyor. Sorun, eğer belediyede çalışan insanların, kişilerin sorunuysa, bu sorunu sorunun gerçek sahipleri tarafından belediyeyi yönetenlere aktarmanın bir formülasyonu diye düşünüyoruz. Bu bugünkü yasalara da uygun; sonuçta oy kullanmada ya da karar almada elbette ki söz sahibi olmayacağız; ama düşünce ve duygularımızı orada anlatabilmeli, aktarabilmeliyiz diye düşünüyoruz. Bugünlerde yine çok fazla şekilde gündemdedir; yaşadığımız çağda yüz yıl gerisine bile hitap etmeyecek bir Kamu Çalışanlan Sendika Yasası çıkıyor, Meclis'ten. Sadece çıkmak için çıkıyor. Çıkan bu yasa, bugün kurduğumuz sendikalardan kimilerini kapatıyor, çıkan bu yasa bugün örgütlenmesinde hiçbir sakınca olmayan, yani yasa yokken örgütlenmesinde hiçbir sakınca olmayan dört yüz bin tane kamu çalışanını örgütsüz bırakıyor, yargı çalışanlarını dışında bırakıyor, asker çalışanlarını, askerde sivil çalışanları dışarıda bırakıyor. Bu yasayı sahiplenebilmenin yöntemlerinden, formüllerinden bir tanesi TÜMBEL-SEN'in attığı bazı adımlardan geçiyor; nedir bu? Fiili ve meşru olarak bir şeyler yapabilmekten geçiyor. TÜMBEL-SEN on yıllık tarihinde yetmiş beş tane belediyede toplusözleşme imzalamış, bunun adına "toplusözleşme" demiş ve imzalamış, bunun kimileri iptal edilmiş, kimileri yargıya gitmiştir. Bu yetmiş beş tane toplusözleşmeden de yaklaşık altmış tanesi bir şekilde, bir dönem ya da birkaç ay uygulanmıştır. O belediyenin çalışanı insanlar, toplusözleşmeden doğan hak olarak bunu bir şekilde kullanmışlar. Bugünlerde böylesi toplusözleşmelerin yapılabilmesi ya da böylesi bir toplusözleşmeleri gündeme getirmek belki güdük ve çağdışı olan bu yasanın geri dönmesinde etkin olacaktır. Sözü buraya getirmek istiyorum: burada bizim iki tane belediye başkanımız var. Bunu gerçekten TÜMBEL-SEN adına bir istem olarak hepinizin huzurunda bir kere daha yineliyorum, daha önce bu yinelemelerimiz var. Burada bir örnek vermek istiyorum: Biz TÜMBELSEN olarak, herhangi bir belediyeyle oturduğumuzda, sorunumuz, derdimiz şu olmaz, şöyle yaklaşmıyoruz olaya: "bizim aldığımız ücretin çok üstünde ücretler ödeyin bize, biz işte bugün uygar bir şekilde yaşayabilecek konuma gelelim değil." Derdimiz başka, biz Sayın Murat Karayalçın döneminde de masaya oturmuştuk; tam on iki maddelik bir toplusözleşme hazırlamıştık, bir tek maddemiz ücrete ilişkindi, geriye kalan bütün maddeler belediyenin yönetim süreçlerinde söz hakkı ve söz hakkımızı kullanmakla ilgiliydi. Gerçekten hiçbir sakıncası olmayan, lojman komisyonundan tutun, kamp komisyonunda, sendikamızın, çalışanların temsilcilerinin olması; sonuçta da elbette ki belediyenin çalışanı olmaktan kaynaklı, belediyenin ekonomik sorunlarına da bilen olarak, yani belediyeyi yerle bir eden bir istem ve taleple değil, gerçekten makul, karşılıklı tartışılabildiğinde ve elbette toplusözleşme dediğimiz için de mutlaka ücreti de içeren bir toplusözleşme olmalıdır, olabilmelidir diye düşünüyorum. Keçiören Belediyesi 'nde arkadaşlarımız hayati sorunlar yaşadılar. Bu çağdaş olmayan, bu gerici ve faşist belediyelerde insanlar lavabolara kadar takip edilip, bizzat belediye başkanının kendisi tarafından dövüldü, bunları da yaşadık; ama bugün bütün bu metropoldeki belediyelerde örgütlüyüz, bu örgütlülüğümüzle birlikte de belediyelerdeki yönetim ve üretim süreçlerine katkımız olsun istiyoruz, katkı sunmak istiyoruz. Biz, TÜMBEL-SEN olarak, bu tür girişimlerde doğrunun yanında olmak istiyoruz, sözümüzün dinlenmesini istiyoruz, yetkiyle donatılmak istiyoruz ve karar süreçlerinde olmak istiyoruz. Bütün istediğimiz şey mütevazice budur. Bunun için de örgütlü gücümüzle elimizden gelen her şeyi yapabiliriz, yapacağız diye düşünüyoruz. Hakikaten belediyelerin, eğer isterlerse neler yapabileceklerini yaşadığım ve çalıştığım belediyede gördüm. Kampları, gelecekteki projelerine dair, çocuklara ve gençlere ayırıyorlar, biraz önce rakam verdim, ayda bu sayı belki binlerin, 275 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu bin beş yüzlerin üzerinde, BEL-TEK'leri örgütleyebiliyorlar, kadın evlerini örgütleyebiliyorlar. Bütün bunları, eğer bir bütünlük içerisinde, toplumun bütün katmanlarıyla birlikte tartışırsanız, projede kısırlık çekmek m ü m k ü n değil, proje var, proje üretilebilir, tartışmalardan bu sonuçlar da çıktı. Yenimahalle'de Kent Konseyi Girişimi'nin de katılımcısıydım, orada da güzel tartışmalar, güzel projeler çıktı. İnsana dönük y a t m m a d ö n m e k daha yerinde olur diye düşünüyorum. T Ü M B E L - S E N olarak kentin bütün sorunlarında, bütün taraflarla birlikte, taraf olmamız gerektiğini biliyoruz, düşünüyoruz. jJ [ TURGUT ASLANOĞLU3 Sayın Başer, ben 1990'da T Ü M B E L - S E N ' i n kurucu üyelerindendimim ve E G O kanadından üyesiyim. 1994 yılında iki senelik bir sürgün yaşadım ve akabinde emekli oldum. Bu zaman zarfında yanımızda sizleri görmedik. Şu anda faaliyetler devam ediyor, t ü m belediyede, tüm belediyelerde örgütlü bir haldesiniz. Şu anda ben yeniden Çankaya'nın çalışanı oldum, onun için yaşadığım olayların içinde bazı kafama takılan şeyler olduğundan, bu örgüte de hizmetim olduğu için sormak gereği duydum, çok güzel bir tablo çizdiniz. Geçen hafta, bağlı bulunduğumuz belediyede bir toplusözleşmeye davet levhanız asıldı ve C u m a günü de bu konuda eyleme gidildi. Daha önce tipik toplusözleşmelerin imzalandığını; ama, kanununun tam yerine oturmadığından dolayı bunun hayata geçmediğini, birkaç ay uygulandığını, birkaç ay sonra kalktığım biraz önce kendiniz ikrar ettiniz. Bunun faturası yüzde doksan ilgili belediye başkanlarına çıkmıştır tahmin ediyorum. Böyle bir şeyin şu anda yasal geçerliliği olmadığı halde, neden aynı zorlamayla devam ediyorsunuz? İkinci olarak, kaldığım iki sene zarfında biz yüreklice Büyükşehir'de de eylem gösterdik, şu anda bu eylem sadece neden Yenimahalle ve Çankaya odaklı oluyor? ŞAFAK OKTAY 3 Makina Mühendisi Çevre Bakanlığı Emeklisi-Ankara Çevre Grubu Başkanı 5 Çankaya Belediyesi Müfettişi 276 i ' 5 Aslında verdiğiniz örnek, Hoca'mın üzerinde durduğu bir şeyle çok ilişkilidir; kamu kesimi, özel sektör ve sivil toplum örgütleri... Bu tablonun kendisine itirazı var; ama, sivil toplum örgütleri kısmının da kendi sorununu ben sizin anlatımınızdan çıkarıyorum. Bu konuda Sayın Tanık'ın görüşlerini tümüyle paylaşıyorum. Sadece adı bir örgütlülük diye, oradaki örgütlülüklerin kendi iç karmaşasını bu kadar net duymak, rol alacakları alan bakımından ne kadar sorun yaşayacaklarına dair bana bir mesaj veriyor. Kuşkusuz, örgütlülüğün kendisi çok zenginleştiricidir, toplumsal bir açılımdır, bu şekildeki örgütlenmeler; işte, Çayyolu semt biriminin kendisinden söz ettiniz, Mamak Kent Konseyi'nin birbirinden çok farklı, üç ayrı alt birimi, Batı Birlik'in aynı şekilde... Sorun öncelikle burada bir siyasal alan boşalmış oluyor. Bir siyasal mücadele yok orada. Bir mücadele var; ama, o mücadele daha çok kişileri bireysel kimliklerine bağlı kılan-örneğini siz verdiniz-Ankaralı olmak için örgütlenmiyorlar, Ankaralı kimliklerini geride getirdikleri kendi kentlerinin kimliğine dayanarak bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. 4 I ' 4 Çankaya Belediye Başkanı'mıza hitaben: Kim Projesi'ne acaba nasıl ulaşabileceğiz? Biz de Çankaya'da oturuyoruz, acaba evlere de bir duyuru şeklinde bir şey verilebilir mi, telefon numaraları verilebilir mi? O konuda bizler ulaşırsak daha iyi olur. Bir de Akay Kavşağı'ndan Eskişehir Yolu'na geçemiyoruz. Acaba İl Trafik Komisyonluğu'nda Başkan'ımızın mutlaka temsilcisi vardır, bu konuda Eskişehir Yolu'na geçmek için biz Ankara Çevre Grubu olarak, Ankara Valiliği'ne bir başvuruda bulunduk. Bu konuda bir trafik akışının hızlandırılmasını bekliyoruz. SERAP FIRAT j } ! ' Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu Bu farkhlaştırılmış amaçlar mikro yapılanmaları gerektiriyor ve böylece bu çatışma ya da çatışma alanı haline de gelebilecek bu farklılıklar, üst düzlemde mücadele alanlarını daraltıyor diye düşünüyorum, siz ne dersiniz, bilmiyorum. SALONDAN 1: Sosyal demokrat bir aileden gelen, "1402"yle babası işten atılmış bir vatandaşım. Devlet İstatistik'te çalışıyorum, hasbelkader yurdun birçok yerini gezmiş bulunuyorum, numarateji, kontrol için. Belediyecilikte görüyorum ki, bizim sosyal demokrat belediyeler Türkiye genelinde günü kurtarmak adına çalışıyorlar. Bunun yanında, diğer belediyelere gittiğimizde, "geleceğe yatırım yapıyoruz" diye belediye başkanlarının ağzından resmen duydum ben bunu ve insanın içi sızlıyor, hakikaten içi sızlıyor. Ankara'ya bakıyorum, iki belediye başkanımızın da çok güzel çalışmaları var, onun için teşekkür ediyorum. Ama dedim ya, bir özeleştiri olarak kabul edin, iki belediye başkanımıza da, özellikle ben Çankaya'da oturduğum için Çankaya Belediye Başkanı'na sesleniyorum, insanlar, işçiler ücret alamıyor, ben hayretler içinde kalıyorum. Çankaya Belediye'miz ki en zengin, işyerlerinin yoğun olduğu belediyelerimizden birisi. Çankaya'ya doğru gidiyorum, kendi mahalleme bakıyorum, cadde, sokakların birçok yerinin kazınmış, eşilmiş olduğunu görüyorum. Benim sorum: belediye başkanlarımız neden günü kurtarmaya çalışıyor? Ben sosyal demokrat belediye başkanlarının geleceğe yatınm yapmasını istiyorum, bir sitemdi dedim ya. SALONDAN 2: Bu belki de şu anda son sorulan soru, bu etkinliğin mihenk taşı olacak bir soruydu. Ankara'nın dört tane içme suyu barajının ortasından otoyol geçirilmesine sessiz kalan, evet, sosyal demokrat bir belediye başkanıdır. Gölbaşı'nın üzerinden otoyol geçirilmesine seçenek olmasına rağmen izin veren yine sosyal demokrat bir belediye başkanıdır, Gölbaşı'nın, o dönemin, şimdiki değil. Çok enteresandır, bu tür olaylara en duyarlı olması gereken kesim olarak baktığımız ve yıllarca desteklediğimiz bu belediyeler günü kurtarma sevdasından, daha doğrusu politikasından diyeyim -istediğiniz kadar el-yüz hareketi yapınız, işin gerçeği budur- ve dört buçuk milyon yapay orman ağacı kestiren yine sosyal demokrat bir belediye başkanıdır. Gerçekten yüreğim sızlıyor. (Haydar Yılmaz: Nerede kesilmiş? Tuncay Alemdaroğlu: Pardon, neredeki ağaç?) Dört buçuk milyon ağacı, şimdi size söylüyorum. İmrahor Vadisi, Bayındır Barajı, Atatürk Ormanı, Eymir Gölü... . Arkadaşımın bu feveranını desteklemek için bunu gündeme getirdim. Hakikaten de buna son ne zaman verecekler? Çok merak ediyorum. HASAN KÜÇÜK Gerek Kent Konseyi Girişimi'nin bundan önceki eylemlilikleri, gerekse sol tandanslı toplumsal dinamiklerin en büyük sorunu ki, şu anda onu da yaşıyoruz, örgütlenme, organize olabilme ve burada oluşan fikirleri, diğer kesimlere aktarmadır. Bence bizim en büyük handikabımız ve beceremediğimiz konu budur. Bu toplantıda bile daha önce konuşmacılar da söyledi, önemle de vurgulandı, gerçekten de önemli- çocuklara nasıl bir Ankara'yla ilişki ve organizasyon yapıldı ve organizasyonla ilgili ödüllendirme verildi? Fakat daha sonraki süreçte o çocuklar en azından organizasyondaki belki bir aksaklık da olabilir; ama bu bizim bir beceriksizliğimiz olarak da algılanabilir, o çocuklara en azından yönetici tarzında nelerin olup olmadığını da anlatabilseydik, o çocukları burada tutabilecek başka bir mekanizma daha kurabilseydik ve bizleri dinleyebiliyor olsalardı, belki daha fazla bir bilgi birikimine sahip olacaklardı. Dolayısıyla, bu eksikliklerimizi giderebildiğimiz sürede daha başarılı olacağız. Buna da kent konseyi açısından bakınca yandaş belediyelerle, katkılarıyla çözmek öncelikli bir görev diye düşünüyorum. TUNCAY ALEMDAROĞLU Arkadaşlarım sosyal demokrat belediyelere ve bundan önceki belediye başkanlarına çok büyük haksızlık 277 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu ediyorlar. Türkiye'ye bir baktığınız zaman, Türkiye'deki çağdaş yerel yönetim anlayışını Türkiye'ye getiren sosyal demokrat belediye başkanlarıdır. Toplu taşımı Türkiye'ye getiren sosyal demokrat belediye başkanlarıdır. Türkiye'de toplu yerleşim alanlarını açıp ve bunu uygulamaya sokan sosyal demokrat belediye başkanlarıdır. O nedenle, ben de şunu merak ediyorum: Acaba bizim sosyal demokratlar, devrimciler, aydınlar ne zaman sosyal demokrat belediyelerin yaptığı hizmetleri takdir etme lütfunda bulanacaklar? Bir diğer konu, Sayın Akın'ın, Çayyolu Semt Belediyesi'yle ilgili değerlendirmesidir; aynen şunu söyledi: "Çayyolu Semt Birimi tek parti döneminin totaliter örgütlenme modeli olarak gözükmektedir" Bu bir değerlendirmedir, nasıl bir örgütlenme, kısaca onu anlatmak istiyorum: Orada iki tane ünite var: birincisi, icra organı var; ikincisi, karar organı var. İcra organı, belediye başkanının atadığı koordinatör ve oradaki memurlardan oluşur. Karar organı ise, "semt danışma birimi" dediğimiz insanlardan oluşan bir yapıdır. Bu yapı nasıl oluşuyor? 1. Mahalle muhtarları, bu kurulun üyesi. 2. Her mahallenin site yöneticilerinin bir araya gelerek seçtikleri bir site temsilcisi, her mahalleden bir site temsilcisi, mahalledeki site başkanları bir araya geliyor, bu temsilciyi o seçiyor. 3. Bütün o bölgedeki okul aile birliği ve okul koruma derneklerinin başkanlarının bir araya gelerek seçtiği bir okul temsilcisi. 4. 5. Bölgedeki spor klüplerinin başkanlarının bir araya gelerek seçtikleri bir spor kulübü temsilcisi Bölgedeki demokratik kitle örgütlerinin, demokratik kitle örgütü başkanlarının bir araya gelerek seçtikleri bir temsilci. Seçilmişlerden hareket ederek seçilmişlerin seçtiği üyelerden oluşan bir danışma kurulunu nasıl bir yukarıdan merkezi yapılanma ya da totaliter bir yapılanma olarak değerlendirdi, bunu anlayamadım, bunu da sizin takdirlerinize sunuyorum. HAYDAR YILMAZ' Çok üzüntü duyuyorum: hanımefendi, yanılmıyorsam İstatistik'te çalıştığını söyledi. Hiç gazete okumadığı veya televizyon izlemediği gibi bir kanıya kapıldım. Birincisi, "1402'yle işine son verilmiş bir babanın kızıyım" diyor; bir taraftan sosyal demokrat belediyeleri ki burada zaten hiç izlemeden belediyeyi suçluyor, önyargıyla; böyle söylenildiği zaman, elimizde kalmış iki belediye var; amaç bunu bitirmektir diyorum ben, başka hiçbir şey değil, hiç kimse kusura bakmasın. Çünkü şu ana kadar yaptığımız bir sürü olumlu şeylerin hiçbirisinden bahsetmeyeceksiniz, gazeteleri hiç izlemeyeceksiniz, aylarca, iki yıldan beri biz bir şeyler söylüyoruz, bunu hiç izlemeyeceksiniz, televizyon kanallarından hiç haberiniz olmayacak, neredesiniz siz? Ama buraya geleceksiniz, bilmiyorum, amacınız kafa karıştırmak mıdır, bu kadar acımasızca bir şeyler söylemek midir? Beyefendinin söylediği, "efendim, orayı kestiniz, burayı kestiniz, astınız". Allah aşkına, isim vererek söylüyorum, adımların hepsi Sayın Karayalçın zamanında atılmadı mı? Sayın Alemderoğlu söylediği için çok fazla bir şey söylemek istemiyorum. Peki, metrosundan, Ankaray'ına, doğalgaz projelerinden, Doğukent'e, bilmem neye varana kadar bu projeler Sayın Karayalçın'ın döneminde atılmış projeler değil miydi? Peki, şu anda nelerin yapıldığını siz biliyor musunuz, takip ediyor musunuz? Kim günü kurtarıyor, bunu bir türlü anlayamadım. Günü kurtarma adını da tutturmuşlar, günü kurtarma... Bunlar yazıktır, günahtır, bunları yapmayın; böyle bir şeyin içerisinde olmamak lazım. Her şeye olumsuz, her şeye bu şekilde yanıt vermek, bunlar doğru değildir. Hanımefendi diyor ki: "Sosyal demokrat belediyelerde işçiler ücretlerini alamıyor, bunu anlayamıyorum, Türkiye'nin en zengin belediyesi Çankaya Belediyesi" diyor. Yapmayın, günlük, bugün bile dahil olmak kaydıyla, gazetelerde, gazetelerin bir tanesini okuyun ya da takip edin. Bu önemlidir, bu ciddidir; ben de size bir şey soruyorum: Şu anda işçilerine en az borcu olan belediye Çankaya 6 â / V i t i j / ' ı f / Çankaya Belediyesi Başkanı 278 , Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu Belediyesidir, geçmiş ayın borcu var. Geçmiş ayın borcu var ve geldiğimiz andan itibaren de çalışanlarımızla bir uyum içerisinde çalışalım. Ben emeği savunan bir insanım, sendikacılığı savunan bir insanım ve yıllardan beri de buna emek vermiş bir insanım. Peki ne oldu, dünle, önceki gün, Çankaya'nın işçileri eylemde, yasal mı; yok, böyle bir eylemin yasallığı yoktur. Niye yapıyorsunuz; hakkımız. Nedir bu; geçen aydan alacağımız var. Bunu biraz da Hanımefendi'nin söylediği gibi şişiriyorlar şimdi, birisine sorun, "yedi aydır alamıyorum" diyor, birisine soruyorsunuz "beş aydır alamıyorum" diyor, birisi de "üç aydır alamıyorum" diyor. Belediye 'nin içerisinde o kadar fazla el var ki o belediyenin bitmesi için ne varsa onu yapıyorlar. Dışarıdaki uzantılar, içerideki uzantıyla birleştiği zaman işte böyle şeyler söyleniliyor. Anlattım burada, bir şey söylüyorum, ben diyorum ki, Bağdat'taki sağır sultan duydu, yazıktır buna destek olmanız lazım buna. Ne diyoruz? Geçmiş dönemin on yedi trilyon borcu nedeniyle, her tarafa el konuldu. Büyükşehir'e geçmiş dönemden olan borçlarımız nedeniyle arsalarımızın tümüne el konuldu. Ayrıca, hiç gereği yokken dört trilyonu aşan bir istimlak biz geldikten iki ay sonra gündeme geldi, dört trilyon, tüm bankalarımıza el konuldu. Bu da yetmiyor, merkezi hükümet dedim, biraz önce söyledim, anlattım, yetmiyor dedim, 6 Ağustos 1999 tarihinde bir kanun Afet Yasası diye bir yasa çıkartmak suretiyle, bizden keserek onlara aktarıyor, yedi buçuk trilyon da paramız kesildi, dedim. Buna rağmen de geçen ay, Mayıs ayı içerisinde vergilerden dolayı üç maaş civarında maaş ödedim, bir de vergi iadelerinin tamamını ödedim, bir geçen ayın maaşı kaldı. Şimdi burada bir eylem, "Niçin ben aylığımı alamadım?" Kardeşim, isim vermek istemiyorum, falanca belediyeye de sen bakıyorsun, orada da dört aylık var, burada bir aylık var, orada niye eylem yok? Orası başka bir belediye, altı aylık olan belediye var, on iki maaş ikramiyeyi ödemeyen belediye var, onlar ne? Onlar yok. Çankaya Belediyesi'nin 2000 yılında bir tek ikramiye ödemesi gerekirken, öbür belediyelerin hiçbir kuruş ikramiye ödememiş, senede altı ikramiye var, bunlar ne? O belediyeler ayrı, niye? Onlar sağ belediye, sağcı belediye. Burası? Burada demokrat bir belediye yönetimi ve başkanı var, vur buraya, burada da olduğu gibi, yazıktır yahu, yapmayın bunu. Her gittiğimiz yerde aynı şey, affedersiniz, bağışlayın beni, şamar oğlanı mıyız biz yahu? Allah Allah, yani gittiğiniz yerde bunlarla karşılaşıyorsunuz, belediyeye sahip çıkmayacaksınız, hiçbir şeyle ilgilenmeyeceksiniz, bu gerçeği bilmeyeceksiniz, kalkıp burada kafa bulandıracaksınız. Bunun adı demokratlık değil, bunun adı olsa olsa başka bir şey olur. Olmaz böyle bir şey; bunları bilerek konuşacaksınız. Bir defa, böyle bir şey var mı, yok mu, bileceksiniz; bunları bilmeden nasıl konuşursunuz? Bir yerde memur olarak çalışacaksınız, bir yerden emeklisiniz veya belirli bir yerlerdesiniz; ama bunların hiçbirini bilmiyorsunuz veya kasıtlı konuşuyorsunuz. Bunlar olmaz; biraz önce ifade ettim, zaten yelpazenin solunda olan insanlar için iki tane belediye kalmış, ona da vuracaksınız. Dışarıda uzantı, içeride uzantı, bilmem neydi; bu benim söylemek istediğim Çankaya gerçeğidir. Türkiye gerçeğindeki Cumhuriyet Halk Partisi Belediyeleri'nin durumu hep aynıdır; daralan bir çember içerisindeyiz, hiçbir dönemde görülmeyen, bir şeyler yapılmaktadır. Size bir örneğini vereyim, Başkent Hastanesi'ni size örnek veriyorum: Çok çarpıcı bir örnek, burada, her yerde olduğu gibi, burada da biz dedik ki: yasalar herkese aynı şekilde uygulanacaktır, Başkent Hastanesi'nde de aynı şey uygulanacaktır dedik ve orada bir dernek kuruldu, o dernek de aynı şekilde bize sahip çıkıyor, Çankayalı, Ankaralı sahip çıkıyor. Bir tarafta Kavaklıderem Derneği var, kendi civarına sahip çıkıyor; yeni kurulan Küçükesat Derneği var, kendi civarına sahip çıkıyor, ben bu arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Biz bunu yargının elinden kurtaramadık, daha doğrusu Haberal'ın elinden kurtaramadık burayı. Nasıl kurtaramadık? Efendim, sekiz katın tamamı kaçak, efendim zamanında niye buna müdahale etmediniz? Kardeşim yasa bu, ben müdahale ediyorum, yasal sürem neyse o süreyi kullanıyorum, ne yapıyorum? Başlangıçta gidiyorum, benden dört kat müsaadesi almış, dört katın beşinci kata çıktığı zaman hemen tutanağımı tutuyorum. Arkasından ne yapıyorum? Encümenime gönderiyorum, ne yapıyorum? Yıkım kararı alıyorum, ne yapıyorum? Bir aylık yasal süreyi veriyorum, ne yapıyorum? Bilmem ne, adam bir ayda o yasal sürede dört katı bitirdi, ne 279 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu oldu? dört katı önceden bitirmişti, dört katı da bir aylık sürede kullandı, etti sekiz kat. Oraya yıkmaya gittik, yarım saat içerisinde yargıdan karar getirdiler. O da olmadı, mahkemelere verdik, mahkemeleri kazandık, bilmem ne yaptık. İdare Mahkemesi, Bölge İdare Mahkemesi ve Danıştay'a gitti, Danıştay'dan karar herhalde yetiştiremediler, Yedinci Asliye Hukuk Mahkemesi ihtiyati tedbir kararı diye yıkım engelledi, böyle bir şey yok, buradaki hakim suç işliyor. Arkasından ne oldu? Arkasından bir bakıyorsunuz, olan oldu, bizim bu uğraşılarımıza, Genel Kurmay'ın yazısına, Milli Savunma Bakanlığı'ndan bir tuğgeneralin yazısına rağmen hiç yetkisi olmadığı il halde Bayındırlık Bakanlığı 1/1 000'lik Çankaya'nın, 1/5 000'lik Büyükşehir'in, ikisinin de İmar Yasası'nın 9. Maddesi'ne göre, "Ben yaptım, bitti bu iş kardeşim" dedi. Sonucunda ne oldu? Böyle bir yetkisi yok, böyle bir hakkı yok. Kamu kurumlarına, 9. Madde'de kamu kurumlarına, efendim, bu kamu yararınaymış, biz de tekrar mahkemeye verdik. Düşünebiliyor musunuz, nelerle uğraşıyoruz? Buna sahip çıkmayacaksınız, burada bol keseden konuşacaksınız, yok böyle bir şey. Bunları yaptığımız zaman, "Kavaklıdere gidiyor kardeşim, yapmayın Kuğulu Park gidiyor" dediğimiz zaman Kuğulu Park Derneği sahip çıkıyor, kutluyorum arkadaşları. Bu kadar uğraşının içerisinde kör bir döngüyle devam ederken, bir taraftan da hiç hak etmediğiniz halde her türlü desteği ve katkıyı verdiğiniz halde, dış bağlantılı ve geçmiş dönem bağlantılı olarak kendi çalışanınızdan darbe yiyorsunuz. •' Olmaz böyle bir şey, bunları ne yapacağız? "Bunları yapsın canım, işte ben bunu sadece öbür belediyede altı alacağı var, sabi belediye", aynı sendika, "orası başka bir belediye" diyor. Giremiyorsun ki kardeşim yahu, girmiyorsun ki; ama Çankaya Belediyesi'ne gelince bir şey var ve bu şekilde yazıktır, o kadar uğraşımızı, tırnaklarımızla kazıyarak geldiğimiz yerdeki emeğimizi bir günde heba ediyorsun, ondan sonra da eylem yasal değil, "ben kullanacağım" dediğim zaman, sen bu hakkını kullanamazsın, bal gibi kullanırım, ben de bu hakkımı sonuna kadar kullanacağım, bunu bu duruma düşürmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Dışarıda elli milyona, yüz milyona, yüz elli milyona çalışacağım diye boş gezen dünya kadar üniversite mezunu varken, senin buradaki aldığın altı yüz-yedi yüz-sekiz yüz milyon, bir milyar civarındaki paraya rağmen, haksız yere sadece o bağlantılarla belediyeyi yıpratabilmek için, biraz önceki konuşulanlara yakın bağlantılarla, bunları yıkmak için, bitirmek için uğraşı vereceksin, ben ne yapayım yahu? j I •" İki yıldan beri gelmişim, ben buradaki personelin parasını ödemek için uğraşıyorum. Ben bin kişiye değil, bir milyona hizmet edeceğim. Hepsi bu kadar, herkes hak ettiği şeyi görecektir. Ben şu ana kadar, bu yaşıma kadar emekten yana, sendikadan yana, sendikalaşmadan yana, emek veren, uğraşısını veren bir insanım; ama, bunların hiçbirisini hak etmedik. Lütfen, herkes konuşurken ne konuştuğunu bilmeli, burası Ankara, ne konuştuğunu bilmeli, bilmediği şeyi uluorta konuşmamalıdır. Şimdi öbür belediyeler de, belediyenin bir tanesinde on aydır maaş ödenmemiş, "maaşımı aldım" diye insanların elinden belge alınıyor, tık yok, niye konuşmuyorsunuz? Madem, Çankaya ile Yenimahalle'yle ilgili bu kadar bilginiz var, o belediyelerle ilgili bilginiz yok mu? Yok; o zaman demek ki, hiç kusura bakmayın, o belediyeleri öven; ama bu belediyelerin bu sıkıntılarına rağmen bir sürü şeyleri yaptığını göremeyen arkadaşlarımız böyle oldukça yoğun bir şekilde bu toplantılara katılarak bu işi biraz sabote etmektedir diye düşünüyorum. MÜMTAZ BAŞER Aslında bana sorulan soruda da bir talihsizlik söz konusudur. Ortamın bu noktaya gelmesini gerektirecek bir cevap vermem gerekiyor. Çankaya Belediye Başkanı Sayın Haydar Yılmaz'ın konuşması da gerçekten üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken bir konu: dış bağlantılar, iç bağlantılar, içeriden çökertmeler, dışarıdan eller... Gerçekten kötü bir noktaya doğru geldi oturum bence. Ama ben böylesi bir polemiğe ya da böylesi bir yanıta girmeden bitirmek istiyorum. Biz de hiçbir yerde öyle Çankaya'ya davet ettik, başka belediyelere davet etmedik yok. Bu, TÜMBEL-SEN'in Türkiye genelindeki bir politikasıdır, her belediye de, bütün belediyeler toplusözleşmeye çağrılmıştır, bunun zamanlaması önemlidir, zamanlaması Meclis'ten bu yasa çıkıyor olmasıyla ilgilidir. 280 d < . ! ' Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu Şöyle bir şey söyleyecekseniz: "Siz Büyükşehir'de hiçbir şey yapmıyorsunuz" diyeceksiniz, haksızlık edersiniz, biz Büyükşehir Belediyesi'nde ayın on günü eylemdeyiz, yapıyoruz, yapılıyor, bunları görüyorsunuzdur, biliyorsunuzdur. "Sürüldük, yanımızda değildiniz" diye bir şey söylenildi, sürüldüğünüzde örgütlü bulunduğunuz siyasi partiye giderseniz, sendikanın önünden geçmiş olursunuz ve sendika yanınızda olmayabilir, bu gayet doğaldır. Hiçbir yerde uygulanmadı demedim, şu anda bile imzalanan toplusözleşmelerden on altı tanesi Türkiye genelinde uygulanıyor, bunlardan bir tanesi Kocaeli Belediyesi'dir, bunu herkes biliyor; ama, uygulanmayan belediyeler de var, bunlara ilişkin de yasal süreç devam ediyor. "Niye Çankaya Belediyesi?" diye bir soru sormayın lütfen, doğru değil. Bakın, ben Büyükşehir Belediyesi çalışanıyım, işten de atıldım, geriye de döndüm, bir daha da atılabilirim; ama, ben ne zaman ki Murat Karayalçm'a karşı bir eylem örgütledim, bana getirilen soru şu: "Yahu ben seni işe aldım, sana ekmek verdim, sen bana, niye vatana ihanet eder gibi ihanet ediyorsun?". Yok böyle bir şey; biz doğrusunu biraz önce söyledim, TÜMBELSEN'in mantığını söyledim, bu tür birlikte yönetimlerde birlikte olmak istiyoruz, karşılıklı dertlerimizi tartışmak ve paylaşmak istiyoruz, derdimiz budur. 281 TMMOB MAKİNA MÜHENDİSLERİ ODASI ANKARA ŞUBESİ ANKARA'DA KENTLEŞME ve YEREL YÖNETİMLER SEMPOZYUMU 22-23 Haziran 2001 PANEL İzleyici Katkıları İle Sempozyum Süreci Değerlendirmesi "BUNDANSONRA ANKARA?'' Oturum Başkanı: Ali Ekber ÇAKAR Bülent TANIK (Şehir Plancısı) Prof. Dr. Murat BALAMİR Ethem ÖZBAKIR (Mak. Yük. Müh.) Prof. Dr. Raci BADEMLİ Akın ATAUZ (Şehir ve Bölge Plancısı) Recep AKKOYUNLU (MMO Ankara Şube Başkam) Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu BÜLENT TANIK (Şehir Plancısı) Değerli izleyenler, yüzümüzü görmekten usanmadığınızı umuyorum. İlk oturumdaki konuşmacılar; Sayın Serap Fırat, Sayın Bülent İlik, Sayın Çiğdem Berdi Gökhan yerine Sayın Serkan Mertyürek, Sayın Ali Cengizkan ve Sayın Baykan Günay'dı. Aslında teker teker, eklektik biçimde onların konuşmalarından aktarmalar yapma yerine; kent kimliği konusundaki genel tanım arayışlarının ötesinde, kentin yaşanabilir bir mekân haline getirilmesi ve yönetiminde, hemşehrilerin daha etkili yurttaşlar olarak kendi varlıklarını ifade edebilmelerinin yollarını arama yönlü bu sempozyumun genel yönelişine çok paralel değinmeler ve ele alışlar yer aldı. Bunların bir kısmına katılmak, bir kısmını tartışmak kolay görülüyor; ama ben en ilginç olarak, en son konuşmacının bir görüşünden etkilenmişim; onu sizlerle paylaşmak istiyorum: Biz somut bir toplumuz, soyutlama konusunda çok zayıf bir pratiğe sahibiz. Matematikten korkuyoruz, en başlıca bu soyutlama yeteneğimizin darlığının ifadelerinden bir tanesi olarak da matematikten dökülme yatıyor diyorum. Matematik, örgütlülük ve kent kimliği konusuna nasıl bir ilgi kuracağımızı birlikte aramakta yarar görüyorum. Modernist yaklaşımların sorgulanmaya başlandığı bir zaman ve mekân kuramı var; bu postmodern zaman ve mekân kuramı, insanın ulaştığı hareket gücü, hızı sonucu zamana dönük, daha önceki algılama biçimlerimizin önemli ölçüde değişmesine yol açacak bir dönüşüm yaşandığını ifade ediyor. Bunu şöyle değerlendirebiliriz: Çok yakın bir geçmişte, insanlar 'concorde' diye bir uçak tipi geliştirdiler ve Concorde ile Avrupa Kıtasından Amerika'ya hiç durmadan çok kısa bir sürede ulaşabiliyorsunuz. Concorde'lar sesten 2 kat hızlı hareket edebilen, insan yapısı, taşıma araçları; Amerikalılar şimdi sistem 10 kat hızlı, 10 mac hızında uçaklar yapmaya çalışıyorlar. Bu ne anlama geliyor? Çok hızlı hareket etme anlamına geliyor; ama hızlı hareket etmenin ötesinde, ses takviminde geriye gidebilme imkânı ifade ediyor. Yani "doğru yönde ve algılayabilir araçlarla, sesten 10 kat hızlı uçakla hareket edebilirsem, belki uzayın bir yerinde, kısa bir süre sonra 1977'de kaybettiğim babamın sesini duyabilir hale gelebilirim tekrar." Bu "zamanın sıkışması" ve zamana ilişkin insan alışkanlıklarının gözden geçirilmesini gerektiren bir şey. Soyutlama yeteneği bu açıdan önemli; çünkü zaman ve mekân, kent ve örgütlülükle ilgili çok önemli unsurlar. Mesela, bizim matematikte döküldüğümüz konusunda; kitlesel olarak döküldüğümüz doğru; ama Türkiye'nin yetiştirdiği birçok değerli bilim adamı var; Profesör Cahit Arf, adını biliyorsunuzdur. Dünkü konuşma sonucu hatırladım, Sayın Arf in geliştirdiği ve matematik dünyasının çok iyi bildiği 'Arf uzayları' diye bir kavram var. Bizim akıl yürütme biçimimiz ve matematik bilgimiz klasik alcebra-aritmetik yani sayısal matematik toplama ve lineer düşünme yöntemine bağlıydı. Sayısal matematik ve ikili koordinat üzerine oturmuş geometri anlayışı, uzay geometrisiyle, zengin yepyeni alanlara açılmıştır. Bu açılımlar klasik matematikte çok ciddi bir devrim, bir dönüşüm ortaya çıkarmıştır. Yani sıradan bir insan, bir hacmi, bir cismi algılarken, onun boyunu, enini ve derinliğini, üç boyutunu kavrayabilir ve üç boyutu somut olarak algılayabilir. Oysa, soyutlama yeteneği üç boyutun ötesinde diğer boyutlar olduğunu ortaya çıkarıyor. Yani düşünce gücünüze bağlı olarak sonsuz boyuta ulaşabiliyorsunuz. Örneğin; üç boyutlu bir şeye zaman faktörünü koyarak; dördüncü bir boyutun devreye girmesi mümkün olabiliyor. Dolayısıyla, mekân algılayışıyla ilgili matematikte ulaşılan bu soyutlama gücü, bizim evreni algılayıp çözümleme gücümüzü de ciddi ölçüde artıran bir şey. Klasik sosyoloji ve temel bilimler, bizi şeyleri bir başlangıç, bir gelişme, bir son oluş süreciyle ve hiçbir şeyin tamamiyle yok olmadığı bir evrenle düşünmeye, en ileri bilimsel gelişkinlik düzeyinde ulaştırmış vaziyette. Ama Einstein'ın İzafiyet Teorisine ve Kütle Kuramına yaklaştığımız zaman, ışık hızıyla hareket ettiğinizde, sesten daha ötede kütlenin yok olacağını ve zamanın tümüyle yok olacağını kuramsal olarak ifade edebiliyorsunuz. O da bir soyutlama; ama bugün o yönde somuta yaklaştıran teknolojik bir gelişmenin imkânı yaşanıyor. Bunlar bize 285 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu düşünce sistemimizde; evreni açıklayıp, algılama sistemimizde önemli değişiklik ve farklı düzlemler yakalama imkânı veriyor. Bu da örgütlülükle ilgili anlayışlarımızı da esnetebilme olanağı verecektir. Bunlar kentle ilgili anlayışlarımızla, mekâna bakışımızı geliştirecek faktörlerdir. Bir başka konu: Bu soyut yaklaşımdan yola çıkarak ya da bunun bizim hem kent mekânını hem de kent örgütlülüğünü algılamamıza yardımcı olacak bilimsel bir altlık, ve ona dayalı soyutlama gücü vereceğini umuyorum; , Bunlar mekânın ve zamanın sorgulamasıyla ilgili olarak beni çok etkiliyor. Buradan hemen daha somut bir alana geçmekte yarar görüyorum; o da yaşama biçimine bakışımızla ilgili, Ali f \ Cengizkan'ın getirdiği bir katkıydı. Toplum olarak eleştirel bir tutum içerisindeyiz, her şeyi sorguluyor ve bir üste dönük de şikayete dönüştürüyoruz. Oysa yaşama biçimi olarak bu eleştirelliği dönüştürme gücüne ulaştırmamızda yarar var. Veya yeni bir bakış açısıyla yorumlamamız gerekiyor. Şimdi siyasal yapılanmanın Türkiye'de değiştirilmesi, geliştirilmesi gerektiğini herkes söylüyor, bugünlerde çok moda bir kavram; ama siyasal yapılanmayı değiştirme diye algıladığımız şey, bütünüyle siyasete ilişkin atmosferimiz ve anlayışımız değil. Sadece, mesela, siyasal partiler yasasındaki bir-iki küçük değişiklik veya Anayasada birtakım değişiklikler düzeyinde. Oysa toplumun siyasetle olan ilişkisini; bugün gelmiş olduğu dumura uğramışlık konumundan çıkaracak ve yaşamı yeniden biçimleme içeriğiyle, yeniden algılama ve sahiplenme düzeyine getirecek bir bütün olarak ele almadığımız takdirde yapılacak değişiklikler son derece sığ ve kandırmaca değişiklikler olmaktan öteye gitmeyecek. 4 Sistemi eleştirmenin ötesinde, bütüncül ve daha kapsamlı bakmamız gerekiyor. Yeni siyasal yapılanma anlayışını: ı sınırları aşmamıza yardımcı olacak bir özgür bakışla yola çıktığı zaman başarılı olacağını düşünüyorum. Bu da, örneğin, çok kutsadığımız başka bir kavramla ilgili, dogmatik önyargılarımızı sorgulamakla başlayabilir; o da ulus kavramı. Ulus kavramıyla ilgili çok ciddi sahiplenmelerimiz ve tutkularımız var. Bu tutkuların ulus kavramının ezelden, ebede insanlığın varoluşuyla bütünleşik bir kavram olup, olmadığı konusunda ufkumuzun değişmesine bağlı görünüyor. Ulus kavramı önemli bir kavram. Bir toplumsal evrede mutlaka yaşanması gereken ama sonsuz bir kavram değil. Bu açıdan bakıldığında, yeni ölçeklerde, yeni yönetsel örgütlenme ve siyaset üretme anlayışlarını da gündemimize almamız kaçınılmaz görünüyor. Burada bu katı kanılardan kendimizi kurtarmadığımız takdirde teknoloji düşmanı da olabiliriz veya dar, belirli kalıplar içerisinde kısır: kalabiliriz. İki sözcükle konuşmamı bitireceğim; bir tanesi çok hoşuma giden bir deyim, bu geleceğin yollan sürekli inşa halindedir; onun için sürekli inşa eden konumunda olmamız gerekiyor. İkinci sözcük de bunu tamamlayıcı, boşa giden tek bir çaba türü vardır; o da sarf edilmeyendir. Teşekkür ederim. 286 '*.' j j Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu Prof. Dr. MURAT BALAMİR İkinci oturumda bildiri verenler, bildiri iletmekle birlikte sunuş yapamayanlar vardı. Ben hepsini okumakla, sunulmuş varsayarak özetlemeye ve sunuş sırasını izleyerek, başlıklar halinde aktarmaya çalışacağım. Sayın Oktay Ergünay, Ankara'nın küçümsenmeyecek doğal afet sorunları olduğunu vurgulamakta ve risklerin azaltılması için fiziksel planlama ve imar uygulamalarının gerekli olduğunu ve bunun mümkün olduğunu açıklamaktadır. Yalnızca bir özet iletilmiş ve oturumda sunulmamış olan Sayın Çukurçayır ve Sayın Arabacı'nın bildirisinde, ayrıntılı yapıldığı belirtilen bir araştırmanın kendisini öğrenme şansını bulamadık. Ankara için çok önemli bazı konuların yer aldığı yargısına vardığım bu çalışmanın hiç değilse yayın aşamasında sunulmasını dilerim. Ankara metropoliten alanındaki mikroklimatik özelliklerin ve yerel hava hareketlerinin çalışılması, Ankara'nın mikrometeorolojik özelliklerinin bilinmesi, bir geçiş bölgesinde yer alan Ankara'nın yeşil alanlarının kentsel etkilerinin bilinmesi hayati önem taşıyor. Bunun gibi Ankara'nın yakın çevresinde ve bölgesindeki özel mikroklimaların bilinmesi, yine metropoliten ölçekli herhangi bir planlamada, herhangi bir analizde mutlaka bilmemiz gereken konular olarak duruyor. Bu bildirinin tamamının iletilmiş olmasını diliyorum. Sayın Oktay Ekinci bildirisinde, kentsel topraklardaki zemin farklılıklarının imar mevzuatı tarafından gözardı edildiğini; depremsellik açısından var olan farklılaşmalarının görmezlikten gelindiğini vurgulamıştır. Bu birinci elden bildiğim, üzerinde çalışma imkânı bulduğum bir konudur. Ekinci'nin çok haklı ve net bir tanım yaptığını düşünüyorum. Jeoteknik araştırma ve jeoteknik proje kavramı, imar mevzuatında ve planlama sürecinde maalesef bugün yer almıyor. Bu boşluk Bakanlık genelgeleriyle doldurulmaya çalışılıyor. Ancak bu yaklaşım amaçlananlara erişmekte yine yetersiz kalmaktadır. Bildiride, bu tür genelgeler yerine, imar mevzuatının kendisinde değişikliklerin yapılması ve birtakım yeni yönetmeliklerin hazırlanması zorunluluğu vurgulanmaktadır. Sayın Yılmazer, Ankara'nın makro projelerindeki yanlışlıklara dikkatimizi çekti. İçme suyu projeleri, otoyol projesi, bunların düşünülmeden çakıştırılmış olması, çok ciddi, uzun vadeli sorunlar içermekte, ciddi kirlilik tehlikeleri yaratmanın yanı sıra, rasyonel olmayan kararlar ve içice ekolojik sorunlar yumağı oluşturmaktadır. Sayın Yılmazer'in makro bir gözlem ve saptaması var: "Türkiye'de tarım ovaları, özellikle zengin tarım ovalan depremselliğin var olduğu alanlardır". Bu bir doğal veri olarak böyledir. Ne var ki, bu alanlar aynı zamanda toplumsal zenginliklerin de oluştuğu ve yer aldığı alanlar olduğu için, nüfusu burada toplamaya, anayollarımızı ve altyapı yatırımlarımızı bu alanlara yönlendirmeye, yerleşimlerimizi burada yapmaya son derece eğilimliyiz. Oysa bu durum, makro ölçekte ters etkileşimlere mahkum etmekte bizi; sorunları sönümlendirmek yerine, sorunları azdıran bir ilişkiler yumağı ile karşı karşıya bırakmaktadır. Oysa sayın Yılmazer'in tartışmasına göre, ulaşım yalnızca karayoluyla değil, demiryoluna ağırlık verilmesini de gerektirmektedir. Verimli ovalan yok etmek yerine, ova dışı alanlarda yerleşim ve sanayinin yerleştirilmesi başlıca strateji olmalıdır. Sayın Tahsin Yılmaz, Peyzaj Mimarları Odası adına, kapsamlı bir kent ekolojisini temel alan peyzaj planlamasının yapılması gerektiğini, bunun bir kent makyajı değil, makro ölçekli bir planlama olması gerektiğini vurguladılar. Yine kendileri, imar mevzuatı içinde bu yaklaşımın yerleşik bir sistematiğe kavuşturulamamış olduğunu vurguladılar. Planlama, ekolojik envanter çalışmalarına dayandırılmak zorunda, Ankara yeşil alan sistemi planlaması da belki bir İmar Yasası değişikliğini beklemeksizin, bunun öncesinde, yönetmeliklerde bazı düzenlemelerin yapılması yoluyla gerçekleştirilebilmelidir. Hem jeoloji, hem peyzaj konusunda düşüncelerini ortaya koyan konuşmacılarımızın ortak bir görüşü vardı, o da; tekil parsel düzeyinde değil, mutlaka Ankara bütününde, kent bütününde düzenleme, araştırma ve uygulamaların yapılmasının öncelik taşıdığı noktasıydı. Her iki disiplinden de gelen katkılarda, yine imar mevzuatında bu konudaki işleyişlerin yerini bulmasının sağlanması gerektiği vurgulandı. 'Doğal değerler' ve 'doğal tehlikeler'in planlamada girdi oluşturmalarını sağlamak endişesi, sunuş yapan herkesin ortak referans aldığı bir noktaydı. İkinci oturum, galiba bu yöndeki kurumlaştırmaların gelecekte daha güçlü ve daha rasyonel yapılanmalara kavuşturulabileceği umuduyla özetlenebilir. Teşekkür ediyorum. 287 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu ETHEM ÖZBAKIR (Makina Yüksek Mühendisi) Bizim oturumumuz kentsel altyapı ve mühendislik hizmetlerini kapsadığı için çok daha somut konular ele alındı ve tartışıldı. Tebliğler ağırlıklı olarak ulaşım sektörüyle ilişkiliydi ancak diğer bazı altyapı konularına da değinildi. Ulaşımla ilgili özellikle sunulan tebliğler ve daha sonra ortaya getirdiğimiz tartışma başlıklarına ilişkin â bazı görüşlerimi de katarak sunmak istiyorum, özetlemek istiyorum. f Ulaşım konusunda bir kez, ulaşım ana planının mutlaka yenilenmesi gerekliliği ortaya çıkıyor. Yanlış olarak birçok yerde "ulaşım ana planı uygulanmalıdır" deniliyor. Halbuki ulaşım ana planının esas alındığı ulaşım etütleri bugün için artık geçerliliğini yitirmiş verilerdir. Çünkü kent nüfusunda büyük dalgalanmalar olmuştur, yeni yerleşim bölgeleri açılmıştır, planlı ya da plansız, doğru veya yanlış, birtakım lastik tekerlekli veya raylı sistem yatırımları devreye girmiştir. Kentteki nüfus artış oranı, öngörülmeyen şekilde düşme eğilimine girmiştir. Bütün bunlar, ulaşım etüdü ve ulaşım ana planının yenilenmesi için gerekli ve yeterli koşulları bünyesine taşımaktadır. Plan ve projeler yapılırken, yıllardan beri sloganlaştırdığımız, "araçlara değil, insanlara öncelik" felsefesini zorunluluğunu bir kez daha dün teyit ettik. Bu arada kent merkezlerinde, yayaya öncelik verilmesini, özel otonun ise caydırılması gerekliliği ortaya çıktı. Yeni bir öneri olarak da, Sıhhiye-Kızılay arasının, artık özel oto trafiğine il kapatılmasının, Ankara'da artık ciddi ciddi tartışılması gerekliliğini bir öneri olarak belirtmekte yarar görüyorum. Tebliğlerin bir tanesinde, özellikle üç noktada, Ankara Metrosu ve Ankaray'la ilgili ciddi konular gündeme geldi. Bunları bilgilerinize sunmak istiyorum: Birincisi, Ankara Metrosunun istatistiklerinde, bir gündeki biletli yolcu sayısının 130 000 olduğu ifade edildi. Halbuki, fizibilite raporuna göre, 2000 yılında taşınması gereken günlük yolcu sayısı 600 000 idi; yani biletli yolcular, kapasitenin ancak yüzde 22'sini kullanıyorlar. Aynı şey Ankaray için de geçerli; Ankaray'da 110 000 biletli yolcu var, fizibilite raporunda 470 000 öngörülmüş. Kapasite kullanım oranının yüzde 24 gibi son derece düşük bir rakkam olduğu ortaya çıktı. Burada büyük bir atıl kapasite, büyük bir israf söz konusu. Bunun nedenlerini, yatırımcı ve işletmeci olarak Büyükşehir Belediyesi, bu parayı yurtdışına ödeyen, krediyi ödeyen Hazine, bu projeyi onaylayan DPT ve Bayındırlık ve İskân Bakanlığının çok ciddi şekilde sorgulaması gerekliliği ortaya çıktı. Ya ulaşım etütleri yanlıştı, bölgelemeler, "kişi başına hareketlilik" '*.' dediğimiz mobility katsayıları veya buna paralel katsayılarda, koridorlara yükleme gibi, ulaşım tekniklerinde ' j hata yapılmıştı. Bunun sonucu bu kadar büyük bir israf söz konusu, atıl kapasite var veyahut da ikinci alternatif olarak, lastik tekerlekli ulaşım türleriyle, yani otobüs ve minibüs gibi hatlarda ciddi entegrasyonlar yapılmamış, ara taşıyıcı sistem, tamamlayıcı sistem olarak devreye girmemişti. Ama her koşulda ortada popülist politika var, ciddi şekilde tartışılması gerekir. Bu nedenleri Ankara halkının bilme hakkına sahip olması gerekir. Yine dünkü tebliğ sonunda çıkan tartışmalarda, yönlendirdiğimiz tartışmalarda, çok ilginç olarak, dünyada ender görülen bir şekilde, raylı sistem taşıma kapasitelerinin, günlük taşıma kapasitelerinin azaldığını tespit etmiş durumdayız. Kent nüfusu artıyor, kişi başına hareketliliğin artması gerekiyor, teorik olarak bütün kitaplar böyle yazıyor. Buna karşılık, Ankara' daki raylı sistemlerde yolcu taşıma miktarları son yıllarda azalıyor, bunun ciddi şekilde araştırılması gerekir. j Maalesef üçüncü tespit; saatlik yolcu ve istasyon bazında iniş-biniş sayılarının, istatistiklerinin bugüne kadar ' üretilmediğini tespit etmiş bulunmaktayız. Halbuki bu sayılar, bir işletmenin olmazsa olmaz ön koşullan. Dolayısıyla, bu konularda Ankaralılar olarak ve sivil toplum örgütleri olarak, duyarlılığımızı artırarak sürdürmek zorundayız. ' Bir başka konu olarak; Ankara Metrosunun güzergâh uzatma konusu gündeme getirildi; fakat yeterli bilgi alma imkânına sahip olunamadı. Meşhur Sincan-Çayyolu alternatifleri tartışıldı. Burada dikkate alınması gereken husus, tabii ki sabah doruk saatte bir yöndeki sayı değil; çünkü bu artık sabitlenmiş durumda. Metro araç kapasitesiyle, araç konfıgürasyonuyla, istasyon, peron boylarıyla, bu standardize edilmiş durumda. O zaman 288 * l Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu geriye, hangi güzergâha girersek, kaç kilometre yatırım yaparsak, gün içinde toplam yolcu sayısı maksimize edilebilir gibi bir optimizasyon problemine konunun gelip, dayanması gerekir. Dolayısıyla, çift yönlü taşımacılık, pik saatlerde ve pik saatler dışında hangi bölgeler daha çok yolcu doğuracaktır, hangi bölgenin daha fazla ulaşım talebi vardır; bunun araştırılması gerekir. Bu yapılmadan ortaya konulan tercih pür siyasi bir tercih olacaktır. Ankara'ya yeni bir ulaşım kamburu daha gelmiş olacaktır. Tabii ki, özel otonun kent merkezine girişinin azaltılması da metro güzergâhının uzatılmasında bir fonksiyon olarak dikkate almak gerekir. Çünkü kent merkezine giriş, özel otoyla geldiği zaman, sadece özel oto sahipliliğini etkilemiyor; kentte yaşayan, kent merkezinde yaşayan veya onu kullanan herkesi ilgilendirir. Tabii ki son bir nokta; dün vakit yetersizliği nedeniyle tartışılamadı. Ama üzerinde durulması gereken, maalesef gözden kaçan çok önemli bir nokta;önce inşaat ihalesinin yapılıp, fizibilite etütlerinin bu inşaat firmasına yaptırılması da dünya tarihinde, yine pek eşine rastlanmayan bir olay olarak ortaya çıkıyor. Önce ulaşım etüdü yapılır, fizibilite raporu hazırlanır, avan proje hazırlanır ve ihaleye çıkılabilir. Uygulama projesini hadi yükleniciye bıraktınız diyelim; ama ulaşım etütleri ve fizibilite raporu hiçbir zaman ihale sonrası bir yükleniciye teslim edilemez. Herhalde, bu konuda, proje onay mercilerinde kamuda çalışan yetkililer aramızda varsa, bu hususlara dikkat edeceklerdir. Ulaşımla ilgili tartışılan bir başka hususta; otoparklarla ilgili idi. Kent merkezinde arsalar çok kıymetli olduğu için, artık klasik otoparklar yerine, mekanik ve hidrolik sistemlerden yararlanan, modern otoparkların kullanılarak, daha küçük kentsel bir hacimde daha fazla araç depolama imkânının araştırılması ciddi bir alternatif olarak, bir öneri olarak dün tartışıldı. Ulaşımla ilgili son tartışılan bir nokta da; henüz gündemimizde çok fazla yer tutmayan; ama pek yakında gündemimizi işgal edecek olan, Esenboğa Hava Limanının genişletilmesi konusu. Bildiğiniz gibi, Esenboğa Hava Limanını genişletmek üzere çeşitli projeler yapılıyor. Bu kapasite artması sonucunda ortaya çıkacak gürültü kirliliğinde çok ciddi artışlar olacağı tespit edilmiş durumda. Dolayısıyla, o bölgenin nazım planları yapılırken, gürültü planlamasına dikkat edecek şekilde bir yapılanmaya gitmek gerektiğini bugünden belirtmek zorunda kaldık. Bir başka alt başlık; içme suyuydu. İçme suyunda bugün için bir sorun olmadığı; ama Devlet Su İşlerince, master planı uyarınca, yatırımlar gecikirse, -ki onun izleri, ipuçları görülmeye başlandı- o takdirde Ankara'da su sıkıntısının yaşanabileceğine dikkat çekildi. Daha önemlisi, ASKİ'nin, Devlet Su İşlerinden aldığı suyun yaklaşık yüzde 30'unun kaçak ve kayıp olarak devreye girdiği; yani faturalandırılamadığı ortaya çıktı. Avrupa ülkelerinde kayıp, kaçak oranının yüzde 10 olduğu dikkate alındığında; geri kalan yüzde 20'lik farkın çok büyük fark olduğu, çok ciddi bir savurganlık olduğu ve bunun teknik ve idari yönlerinin birlikte etüt edilmesi gerektiği ve sonucunun yine Ankara kamuoyunun bilgisine sunulması gerekliliği ortaya çıktı. Bu büyük farkın tabii ki, çok çeşitli nedenleri olabilir. Bunlardan bir tanesi, sayaçlarda kireçlenme; özellikle suyumuzun sert olması nedeniyle, sayaçların zamanla bozulması olabilir. Buna karşı yasal önlemler var. 10 yıllık sayaç değiştirme süresine niçin uyulmadığı gibi hususlar sorgulanabilir. Belediye park, bahçe sulaması ya da vakıflara verilen ücretsiz-su miktarlarının da mutlaka denetim altına alınıp, ücretsiz verilecekse dahi tespit edilmesi ve dolayısıyla, gerçek kayıp oranlarının belirlenmesinde yarar olduğu belirtildi. Katı atık konusunda, özellikle Sincan-Çadırtepe düzenli atık depolama sahasının çevre sorunlarına yol açabileceği; dolayısıyla, mevcut teknik eksikliklerin neler olduğu açıklandı ve bu eksikliklerin bir an önce giderilmesi gerektiği belirtildi. Ancak daha önemlisi, sistemin devreye girmesi için gerekli ara depolama ve aktarım istasyonlarıyla, özel treylerlerin ivedi olarak gerçekleştirilmesi gerektiği de tespit edildi. Burada da endüstri mühendislerinin yön eylem tekniği ve benzeri yöntemlerle bu sistemin optimizasyonunu daha gerçekçi olarak ortaya koymalarında yarar olduğu belirtildi. 289 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu Son işlenilen konu, "Elektromanyetik Kirlilik" konusu oldu. Kentte yüksek gerilim, enerji nakil hatlan ve giderek artan cep telefonu baz istasyonları.nedeniyle çevre kirliliğine dikkat çekildi. Bu konuda uluslararası kurallara uyulması gerektiği, gelişmelerin yakından izlenmesi ve elektromanyetik kirlilik kaynaklarından uzaklaşarak etkilerin azaltılması, bu hususun imar planlan ve yerleşim kararlannda, hastane gibi, kreş gibi yapılarda dikkate alınması gerektiği ve elektromanyetik kirliliği ölçecek, denetleyecek bağımsız mekanizmalann geliştirilmesi gerektiği vurgulandı. Dünkü oturumda, tartışmalarda belirtilmemesine rağmen, dünkü oturuma katılım bugünkünden çok daha azdı. Özellikle belediye teknik elemanları ve yöneticilerinin sempozyuma ilgisizliğini de eleştirilmesi gereken bir nokta olarak belirtiyorum. Dünkü tebliğimiz çok somut konular içermesine rağmen, salonda en fazla, üç tane belediyeden, üç teknik eleman mevcuttu. Halbuki kentleri yönetmek; kent sorunlan hakkında bir miktar bilgi sahibi olmak, bunlan tartışmak, bu bilgileri herkese aktarmak ve bilgilenmekten geçtiğine inanıyorum. Bu konuda bundan sonra belediye çalışanlannın ve belediye yöneticilerinin daha duyarlı olması gerektiğini belirtmek istiyorum. Teşekkür ederim. 290 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu Prof. Dr. RACİ BADEMLİ Oturumda sunulan bildirileri ve tartışmaları teker teker özetlemekten çok, ortaya çıkan bazı genel düşünce akslarının altını çizmek istiyorum. Bu, benden önceki oturum başkanının (Bülent Tanık'in) yaptığından daha farklı bir yaklaşım olacak. Yönettiğim oturumda görüş ve tartışmalar esas olarak üç ana konu başlığı etrafında yoğunlaştı: 1) "ufuk", 2) "plan/planlama" ile, 3) "yerel yönetim". 1. Ufuk: "Ufuk" bağlamında gündeme gelen düşünceler, kabaca dört aksta toplanabilir. Birinci aks, konumdan kaynaklanan kentsel kimlik, ve bu kimlik bağlamında belirlenen "kentsel ufuk"la ilgilidir. Bilindiği gibi, bir kentin, ülkenin diğer kentlerine oranla tanımlanan konumu, ister istemez o kentin kimliğini; kimlik de, kentin ufkunu etkiler. Belki yönettiğim oturumda değil, ama sempozyumda, bu çerçeve içinde oldukça önemli bulduğum bir düşünce belirmiştir. Ankara, Türkiye Cumhuriyeti'nin yönetim merkezi; başkentidir. Protokolde "kentlerin başında olmak", yani başkentlik konumu, Ankara'nın hem kimliğini hem de ufkunu belirleyen bir husustur. Bir başka deyişle, "başkentlik", Ankara'da hem kentsel kimliğin, hem de kent ufkunun özüdür. Ankara başkenttir, başkent kalacaktır. Bu bir tartışma konusu değil, Anayasa maddesidir. Dolayısıyla, Ankara'nın "başkentliği"ni değil; "başkent" olarak diğer kentlerden ayrılmış bir kentin, diğerleriyle bir tutulmasında İsrar etmenin mantığını tartışmak gerekir. Ankara, başkent olmaktan kaynaklanan ayncalığıyla, 3030 ve 3194 sayılı yasaların çerçevesi dışına çıkan ayrı bir yönetim ve imar mevzuatına sahip olmak durumundadır. "Başkent Ankara Yasası" bir gerekliliktir. İkinci aks, ekonomik faaliyetlerden kaynaklanan kentsel kimlik ve bu kimlik bağlamında belirlenen "ufuk"la ilgilidir. Bu çerçeve içinde birçok soru gündeme gelmiştir. Örneğin, Ankara bir memur kenti midir? Bir dönem öyle idiyse, bu hep böyle kalacağı; böyle kalması gerektiği anlamına mı gelir? Ankara, eğitim, sağlık, bilimsel araştırma ve ileri teknolojiler kullanan sanayi işlevlerinde ihtisaslaşan bir başkent olma yolunda hızla ilerlemekte değil midir? Bu tür gelişmeler desteklenmemeli midir? Ankara'nın gelecekte, gerek ülke ekonomisi içinde ve gerekse uluslararası bölgede üstleneceği roller, üstlenmesi gereken roller nelerdir, neler olmalıdır? vb. Bu tür sorular sorulması ve yanıtların tartışılması, Ankara'nın "ekonomik" kimliğinin netleştirilerek, ufkunun belirlenmesi gerekliliğini açıkça ortaya çıkarmıştır. Üçüncü aks, sosyal bünyeden kaynaklanan kentsel kimlik ve bu bağlamda belirlenen "ufuk"la ilgilidir. Bu çerçeve içinde de önemli sorular getirilmiştir. Ankara'nın bugün sergilemekte olduğu nüfus ve sosyal bünye özellikleri nasıl değişecektir? Toplumsal bünye hangi yönlerde ve nasıl değişmeli, dönüşmelidir? Örneğin, Ankara'nın sosyal bünyesini, kültür dokusunu, politik açılımlarını hep gecekondularda (ruhsatsız konut bölgeleri, ya da ıslah imar planlama alanlarında) yaşayan gruplar mı belirleyecektir? Başkent Ankara'nın toplumsal bünyesi, kültür dokusu ve politik açılımları tüm ülkeye örnek olacak biçimlerde düzenlenmek durumunda değil midir? Bu hususlar neden ve nasıl gözardı edilebilmektedir? vb. Sonuçta Ankara, başkent olmakla "küresel işlev ve sorumluluklar" yüklenmiş bir kent olarak görülmektedir. Dolayısıyla, Ankara "küresel" olanla "yerel" olan arasındaki ilişkiler bağlamında da önem taşır. Tartışmalar boyunca, Başkent Ankara'nın hem tüm ülkeye örnek olacak, hem de "küresel" işlev ve sorumluluklarını taşımasına olanak tanıyacak toplumsal bünye, kültür dokusu ve politik açılım hedeflerini saptamanın bir zorunluluk olduğu görüşü ağırlık kazanmıştır. Son düşünce aksı ise, kentlerin doğa, tarih ve kültür varlıklarından kaynaklanan mekânsal kimliği; ve bu kimlik bağlamında oluşturulan "mekânsal ufuk"la ilgilidir. Başkent Ankara, binlerce yıl geriye giden tarihiyle; ülkenin ilk planlı, öncü örnek kenti olmasıyla; hızlı büyümesiyle; gecekondularıyla; merkezi yönetim birimlerinin varlığıyla; Ankara taşı, kili ve çiğdemiyle kimlikli bir Orta Anadolu step kentidir. Böyle bir kentin ise, kimlikli, 291 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu işlevsel, sağlıklı, güvenli, ve güzel bir yerleşme olarak varlığını sürdürebilmesi esastır. Bu bağlamda tanşmalarda üç alt başlık öne çıkmıştır: a) eski Ankara'nın, Ankara'nın tarihi-kültürel değerlerinin korunması; b) yeni Ankara'nın doğru biçimlendirilmesi; ve, c) mevcut Ankara'nın mantıklı, verimli, sağlıklı işletilmesi. 2. Plan/Planlama: Her plan için olduğu gibi, Ankara'nın planı özelinde de ilk tartışılan husus hedefler olmuştur. Yani, "plan ve planlama, ama hangi hedeflere ulaşmak için?" sorusu gündeme gelmiştir. Ankara özelinde, işlevsel bir Ankara, ekonomik/verimli bir Ankara, sağlıklı bir Ankara, güzel bir Ankara; ama en önemlisi, adil olmaktan öte güvenli bir Ankara, yani doğal ya da yapay aftelere risklerini en aza indirmek üzere planlanmış bir Ankara arayışlan söz konusudur. Ne var, Ankara'nın bu hedefler bağlamında kentte yaşayanları tatmin etmekten oldukça uzak olduğu kanaati yaygındır. Planlama hedefleri ötesinde vurgulanan en önemli konu "planlama süreçleri"yle ilgili olmuştur. Tepeden inme süreçler yerine, aşağıdan yukarıya gelen planlama süreçleri; pasif planlama yerine, aktif planlama anlayışı; ve, plandan programa, programdan projeye geçen bir planlama anlayışı ile şeffaf ve katılımcı planlama süreçlerine olan özlemler dile getirilmiştir. Aynca, Ankara'da planlamanın hep gelişmelerin gerisinde kaldığı; Ankara'da aslında şu anda bir plan olmadığı hususları vurgulanmıştır. Yani, ne Ankara kentinin (belediye sınırlan içindeki kentsel olgu olarak); ne metropoliten Ankara'nın; ne metropoliten bölgenin; ne de Ankara İli'nin bir vizyonu/ hedefleri ve bu vizyona/hedeflere bağlı olarak yapılmış planları olmadığı açıkça ortaya konulmuştur. Kısaca söylemek gerekirse, Başkent Ankara, ne yazıktır ki, rotası olmayan, dümeni kınk bir gemiden farksızdır. Tartışmalarda Ankara'da plan uygulama sorunlanna da değinilmiştir. Bu bağlamda genellikle dört hususun altı çizilmiştir: a) kentsel topraklar, toprak yağması, ve gayrimenkul spekülasyon iştihası üzerine kurgulanmış kentsel gelişmenin kaçınılamaz sıkıntılan, b) kentsel rantlann kamuya geri döndürülememesi, c) kentsel altyapı ve büyük kentsel projelerin kent makro formunu ve kent topraklarının kullanımım (ve dolayısıyla kentsel spekülasyonu) belirleyici rollerinin gerektiğince dikkate alınmadığı, (aynca bu tür projelere halk katılımının son derece kısıtlı olduğu) ve, d) Ankara'da doğal (ekolojik veriler, türçeiştliliği, yeşil alanlar, vadiler vb) değerlerin korunamadığı. « ( t / ', i 3. Yerel yönetim: "Ufuk ve Plan/Planlama" dışında, tartışmalarda öne çıkan üçüncü konu "Yerel Yönetim" olmuştur. Bu bağlamda vurgulanan düşünce akslan ise şöyle sıralanabilir: a) yerel yönetim yaklaşımlan ekonomi-politik bağlamında gündeme getirilmeli (değerlendirilmeli), kent yönetmi ve planlama sadece mekânsal sorunlara indirgenmemelidir; b) planlama sadece bir kimlik, kültür, küreselleşme ya da benzeri bir kavrama dayandınlamaz. Kentsel siyasalar bir bütün olarak ele alınmalıdır; c) kentsel siyasa bel,irleme süreçlerine halk katılımının sağlanması gerekir, ancak halk katılımının, yönetişim (govemance) kavramıyla ifade edilen neo-liberal yaklaşım ve yönelimler ile tam anlamıyla çakışmadığının bilinmesi önemlidir; ve, d) Yerel Yönetim Yasası çerçevesinde Ankara'da katılıma (halkın yerel yönetime katılması anlamında) olanak sağlayacak bir sahiplenme modelinin bulunması gerekir. Bu sahiplenme modeli, pekala "seçilmiş mahalle temsilcilerinden (muhtarlardan) oluşan belediye meclisleri" olarak düşünülebilir. Umarım, çok vaktinizi almamışımdır. Teşekkür ederim. 292 | Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu AKINATAUZ (Şehir ve Bölge Plancısı) Toplumsal Örgütlenme, Yönetişim- Yasalar ve Yöntemler Oturumu, temelde çok alışık olmadığımız iki kavram etrafında gelişen bir oturum oldu. Kavramlardan birisi oldukça sık duyulmuş bir kavram, "yönetişim" kavramı; ama ikincisi daha da az duyulmuş ve içeriği konusunda oldukça az bilgimiz olan "toplumsal cinsiyet" konusuydu. Oturumun genel niteliğini, her iki kavramın birleşerek, toplumsal cinsiyet içerikli bir yönetişim arayışı üzerindeki tartışmaların oluşturduğunu söyleyebiliriz. Yönetişim, dünyada 1992 Rio zirvesinden beri, Türkiye'de daha çok HABİTATII Konferansından beri tartışılan bir kavram. Yönetişim kavramıyla aşağı yukarı hepimiz karşılaştık. Ancak bu kavramın içini nasıl doldurabileceğimiz, Türkiye'nin kentlerinde yaşayan insanlar olarak yönetişimi nasıl kendi yapımıza, toplumsal ve kültürel özelliklerimize göre gerçekleştirebileceğimiz konusunda pek fazla düşünce ve mekanizma geliştiremediğimiz bir kavram. Yönetişim, temelde bir kuruldan bahsediyor; ama farklı niteliklerin, ya da farklı çıkarların temsil edildiği, üyeleri türdeş olmayan bir kuruldan bahsediyor. Bu kurulda farklı bireylerinin eşit bir şekilde yer alması ve aralarında mümkün olduğu kadar birbirini anlamaya ve oydaşmaya dayanan bir ilişkinin gelişmesi; yani birbirlerinin görüşüne eklemlenerek daha bütüncül ve tartışılmış kararların üretilebilmesi bekleniyor. Böylece elde edilecek toplumsal yarar, farklı derecelerde de olsa toplumun bütün kesimlerine yayılacak ve eğer bazı kesimler için göreli veya mutlak bir çıkar kaybı söz konusuysa, bunun en aza inmesi sağlanacaktır Böyle bir mekanizmayı, Türkiye gibi demokrasi kültürü oldukça kıt ülkelerde işletebilmek kuşkusuz çok zor. Çünkü yönetişecek kurulun yaptığı işi daha önceden yapmakta olan kişi veya kuruluşun, ya da erkin, yönetişim kavramına uygun bir uygulamaya ihtiyaç olduğunu düşünmesi, yeni aktörlerin de bu işleve katılmayı talep ediyor olması gerekiyor. Bu kurulda, özetle söyleyecek olursak, kamu kesiminin, özel sektörün ve sivil toplum örgütlerinin yer alması gerektiği düşünülüyor. Türkiye'de yönetişimi var edebilirsek eğer, bu kesimlerin bir araya gelmesi gerekiyor. Bu üçlüden kamu kesimi, her zaman (özellikle devlet) çok güçlü bir biçimde var. Sivil toplum örgütleriyse, her zaman çok zayıf ve etkisiz. Özel sektör ise bu tür konulan yeni yeni ilgi duymakta. Yönetişim kavramının canlı bir biçimde gündelik yaşamımızın içinde yer almasını istiyorsak, burada mutlaka katılımdan, saydamlıktan ve hesap verebilirlikten söz ediyoruz demektir. Bunları sağlamadan yönetişimi gerçekleştiremeyiz. Böylece, kamu yönetiminde ve hizmetlerinde bir etkinlik artışı söz konusu olacaktır. Bunu gerçekten başarabilirsek, yönetişimle ilgili mekanizmaları sadece kentlerin yönetiminde değil, kent yaşamının çeşitli yüzlerinde ve anlarında başarıyla işletebilirsek, bu daha yaşanabilir kentleri, daha iyi toplumsal ilişkileri, daha iyi fiziki mekânları yaratacaktır. Kentlerin geleceğinin, kentte yaşayan insanların beklenildiği gibi olması sağlanabilecektir. Ama ne yazık ki kamu kesimi, (bu örnekte devlet değil, yerel yönetim) 5. Oturumda bir tartışmacının belediye meclisleriyle ilgili verdiği örneklerde de görüldüğü gibi, yönetişim için bir gelecek hazırlamaya çok istekli görünmüyor. İkinci kavrama, yani toplumsal cinsiyet kavramına geçecek olursak, toplumsal cinsiyet galiba hem kişsel düzeyde hem de kurumsal düzeyde kolayca reddedilir bir kavram gibi duruyor. Kişisel olarak baktığımızda, hemen hemen hepimiz, toplumsal cinsiyet açısından öngörülmüş toplumsal cinsiyet rollerini ve aradaki büyük uçurumu, kadınlar ve erkekler olarak bu toplumda sahip olduğumuz konumları fazla sorgulamadan kabul ediyoruz. Bu sorun ile ilgili tartışmalarla karşılaşan erkeklerin çoğu, kendilerini kadınlara karşı haksızlık etmeyen, adil davranan bir konumda görmeye çok yatkınlar. Probleme böyle baktıklarında toplumsal işleyişteki erkek egemenliğini hemen hemen hiç algılamadan ve onun üzerinden atlayarak, sanki yokmuşçasına davranarak yaşamaya devam edebiliyorlar. Kadınlar ister çalışma yaşamının içinde olsunlar ister ev kadını olsunlar, çoğu kez gündelik mücadelelerin çokluğundan, toplumsal cinsiyet farklarını görünür kılma uğraşına zaman bulamıyorlar. Oysa kadınların ve erkeklerin kendi toplumsal rollerine yeniden bakması ve özellikle erkeklerin, içinde 293 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu yaşadığımız Türkiye toplumunda -Türk olsun, olmasın- bu ülkede, bu kentlerde yaşayan bütün erkeklerin, toplumsal cinsiyet açısından yaratmış oldukları o müthiş toplumsal adaletsizliği algılamaları için, bireysel olarak bakış açılarını değiştirmeleri gerekli. Kurumsal bakış açısından ise, konumuz gereği belediyeleri ele alacak olursak, toplumsal cinsiyet kavramı son derece önemsiz, kayda değer olmayan ve ihmal edilebilir bir konu gibi algılanıyor; sanki bir lüks gibi. Oysa ı belediyenin bütün projelerinde ya da yerel yönetimlerin yapması gereken işlerin hepsinde, toplumsal cinsiyet f boyutunun göz önünde tutulmuş olması lazım. Bunun için de, kadınların o karar mekanizmalarında olmaları ' gerekiyor; yani yönetişim mekanizmaları, toplumsal cinsiyeti dikkate alacak yapıda kurulmalı. Kamu, özel, sivil toplum kesimleri kadınlar ve erkekler tarafından temsil edilmeli. Böyle olursa ancak kentleri, nüfusunun yarısını ayrımcılığa uğratmayan, adil ve eşit bir biçimde bütün nüfusuna hizmet götürecek projeler üreten ve yönetişim mekanizmalarını buna göre ayarlamış yönetimlere sahip mekânlar olarak tanımlayabiliriz. Bunu yapamadığımız sürece yönetişimi ne kadar iyi gerçekleştirebilirsek gerçekleştirelim, "iyi yönetişimden" bahsedemeyiz. Bu ancak, "erkeklerin iyi yönetimi" kapsamının ötesine geçemeyecek bir yönetim olur. Nüfusun yarısının varlığını göz ardı eden bir "yönetişim" olamaz. Kadınların çıkarlarının erkekler temsilciler eliyle korunduğu bir yönetişim de olamaz. Yönetişim, başta tanımlandığı gibi, her farklı çıkar ya da ilgi grubunun , kendisini temsil ettiği bir kurulda gerçekleşebilir. Bu iki kavramla ilgili tartışmaların dışında, kentlerde işleyen iki somut mekanizma -bunlar klasik olarak f ', tanıdığımız mekanizmalar- biraz daha yakından, büyüteç altında ele alındı: Belediye meclislerinin ve muhtarlıkların konumu. Muhtarlıklar, kendi konumlarının oldukça tanımsız ve belirsiz olduğunu hissediyorlar. Seçilmişler mi, atanmışlar mı; fonksiyonlarını nasıl tanımlayacaklar; merkezi yönetimin bir uzantısı mı, yerel yönetimin bir parçası mı? Muhtarlıkların fonksiyonuyla ilgili bir tartışmanın ve yeniden tanımlanmanın yapılmasına ihtiyaç olduğu çok açık. Ancak bu tartışma 5. Oturumda hemen hemen hiç yapılmadı; yapılma ihtiyacının olduğu net bir biçimde ortaya konuldu. İkinci klasik mekanizma, belediye meclisleri. Belediye meclislerinin çalışmalarını tanımlayan kuralların, belediyeyi denetleyemeye elverişli olmayan bir yapıda olduğu belirtildi. Dolayısıyla belediye meclislerince bile denetlenemeyen belediyelerin, büyük bir kaynak kullanma, gerektiği gibi denetlenemiyorsa belki kaynak israf i etme odaklarına dönüşebileceği -dönüştüğü söylenebilir. Belediyelerin denetlemeyi gerçekte istememesinin diğer *.' bir anlamı, gücün kullanılmasıyla ilgili bir paylaşıma, başka bir biçimde söyleyecek olursak yönetişimin ana ilkeleri olan katılım, saydamlık ve hesap verebilirliğe hazır olmadığıdır. Yerel yönetimlerin de, diğer başka kamu kurumları gibi yönetişim mekanizmaları geliştirmemelerinin veya göstermelik yönetişim mekanizmaları geliştirmelerinin nedeni, asıl kaygının kamusal işlevlerin etkinliği ile değil de, erkle ilgili olması olabilir. Bunu bütün yerel yönetimler için genellemek belki büyük bir haksızlık olabilir, ama en azından 5. Oturumdaki tartışmalar açısından söyleyebilirim ki, yerel yönetimlerin de işlevlerini yerine getirirken başka ortaklarla birlikte çalışmaya yeteri kadar hazır olmadıkları görüldü. Buna karşılık, sivil toplumun ve sivil toplum örgütlerinin de, bu mekanizmaların geliştirilmesiyle ilgili taleplerinin yeterli olmadığı veya yeteri kadar güçlü olmadığı söylenebilir. Yönetişimden bahsediyorsak eğer, kentlerde henüz sivil toplum örgütlerinin gücünün çok zayıf ve deneyimlerinin çok az ya da sığ olduğundan, ayrıca kentte kamu yararını gözetmek arayışında olan bir özel sektör hareketinin pek görülmediğinden de bahsetmek gerekiyor ki, bu konu bir başka oturumda ele alındı. 294 j > Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu RECEP AKKOYUNLU (MMO Ankara Şubesi Başkam) Ben oturumda sunulan bildirilerde, altını çizebildiğim noktalara değineceğim. "Yerel Yönetimlerin Sivil Toplum Kuruluşlarıyla Çalışma İlke ve Yöntemler" başlıklı bildiride yerel yönetimlerin sivil toplum kuruluşlanyla birlikte çalışma ihtiyacı, gereksinimi vurgulanıyor; bu da bugün çokça ifade edilen yönetişim kavramına çağrı yapıyor tabii kanımca. Belediye kente, esnaf türü işyerlerine yönelik meslekiçi eğitim vererek, sadece denetleyen, ceza kesen bir belediye anlayışının ötesinde eğitici bir yaklaşımla sorunları çözmeyi amaçlamalıdır vurgusu yapılıyor ve Çankaya Belediyesi örneği veriliyor. Kent Konseyinde stratejiye değiniliyor ve belediyenin kent konseyi girişiminde yer alması gerektiği vurgulanıyor. Ancak belediyenin kent konseyi girişimini örgütlemesi durumunda diğer katılımcı meslek odalarının ve sivil toplum kuruluşlarının kendilerini bağımsız hissetmeyebilecekleri işaret ediliyor. Diğer bir bildiri "Dünden Bugüne Kent Konseyi Girişimi" dir. Burada da 1998'de geliştirilen kent konseyi girişimi ve onun etkinliklerinin sürdürülmesi ve kent konseyinin kurumsallaştırılması gereği vurgulanıyor. Sayın belediye başkanlarının kendi belediyelerinde örgütlenme, yönetişim alanındaki uygulamalan anlatıldı. Yenimahalle Belediyesinde doğrudan demokrasinin örnekleri gerçekleştirilmeye çalışıldığı ifade edildi. Bunlardan bir tanesi Çayyolu Örgütü. Bunun amaçlarından bir tanesi de hizmeti yerinde sunmak olduğu vurgulandı. Yerinden yönetim projesinin bir anlamda uygulaması olduğu ifade edildi. Oluşturulan çalışma gruplanyla eğitim, çocuk, gençlik, kadın ve engelliler çalışma gruplanyla raporlar oluşturuldu. Bu raporların Kent Kurultayında tartışılarak kabul edildiği ve kitaplaştınldığı ifade edildi. Sayın Çankaya Belediye Başkanı da yasal düzenlemelerden söz ederek, 3030 sayılı Yasanın yararsızlığına değindi. Yeni yasa tasarısına ilişkin iyileştirme değil, zorlaştırma yasası niteliğini taşıdığına vurgu yaptı. İçişleri istediği zaman seçilmiş belediye başkanını görevden alabiliyor, belediyelerin yetkisini merkezi hükümet sınırlıyor. Yasanın olması gerektiği gibi çıkarılmasının mücadelesinin verilmesi gerektiğine işaret etti. Şehir Plancısı Akın Atauz, "Semt Örgütleri ve Yönetişim Paneli Sonucunun Aktarılması" başlıklı sunumunda semt örgütleriyle yapılan atölye çalışmalarının taşındığı panelde yapılan sunuşlar, tartışmalar ve onların sonuçlarını aktarmaya çalıştı. Aslında bu bir denemeydi. Yönetişim kavramının bir anlamda tartışıldığı etkinlikler oldu bu atölye çalışmaları ve panel. Bu anlamda yapılacak çok şeylerin olduğunu söyledi ve semt örgütlerinin kendilerini tanımalan gereğinin ancak bu takdirde eksiklerini giderebilecekleri, birbirlerini tanıyabilecekleri, birbirleri arasında dayanışma geliştirebilecekleri ortamlar olabileceğini; bu tür etkinliklerin, bu tür ortamları yaratabileceğini vurguladı. Bu oturumun en ilginç bildirisi, kanımca "Kentli Evi Kavramının Kurumsallaşması" başlıklı bildiriydi. Ne yazık ki süremizin kısıtlı olması nedeniyle, bu bildirinin çok az bir kısmı sunulabildi. Türkiye'de kırsal kesimden kentlere göçün hızlı bir şekilde sürmesi ve halen de devam ediyor olması, gelecekte de bir süre devam edecek olması, kentlerde bu nedenle ikili bir yapının oluşması böyle bir gereksinimin varlığını ortaya koydu ve bu ikili yapıyı bir anlamda kaynaştıracak, birleştirecek bir kentli kimliğini; kırsal alan kimliğini hâlâ bırakamamış, kentin varoşlarındaki yaşayanların kentli bilincine kavuşturulmasının bir çıkış yolu, kentli evinin projesinin olabileceğine vurgu yaptı, sistematik bir şekilde kırsal alanda ve kentlerde yaşam biçimlerini karşılaştırmalı olarak bir tablo halinde ortaya koydu. Nasıl bir müdahale, nasıl bir yaklaşımla, bu ikili yapının, bu farklılığın ortadan kaldırılabileceğine yönelik 5 maddeden oluşan müdahale noktaları belirledi. Çocukların, çalışma yaşamından uzak tutulması, kız çocuklarının kimlik ve meslek eğitimi, annelere yönelik yaşam desteği çalışmaları, yurttaşların toplumsal kurumlardan yararlanmalarını öğretme, örgüt bilincinin ve örgütlenme düzeyinin geliştirilmesi noktalarında projesini geliştirdi. Bu proje, sonuç olarak bu projeye ilişkin bir eylem programı da içeriyor. "Kentli Evinin Bölümleri ve Hedef Kitleleri" başlığı altında, meslek kazandırma bölümü, hedef kitle olarak genç kızları örneğin, bu başlık altında 295 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu i çeşitli meslek alanları ve bu alanlara ilişkin eğitimler. İkincisi, yaşam desteği bölümü; bu, hedef kitle olarak anneleri alıyor. Üçüncüsü, çalışan çocukları hedef kitle alan "çocuk kimliğini geliştirme" bölümü; burada da çocuklara yönelik çeşitli eğitim etkinlikleri yer alıyor. Dördüncü olarak, tüm yeni kentdaşlar olarak belirlediği hedef kitleye yönelik danışmanlık ve yönlendirme bölümü var. Beşinci olarak da yerel yönetimler, gönüllü kuruluşlar, tüm yeni kentdaşlan hedef kitle olarak alan, yönetirr ve denetim bilincinin geliştirilmesi, yeni toplum örgütlerinin kurulmasının özendirilmesiyle. bu yapıların yönetin mekanizmasına katılması şeklinde amaçlanıyor. j t 296 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu SALONDAN KATKILAR SERAP FIRAT- Ankara'nın bir kent olarak, bir ufka sahip olması, bir proje dahilinde düşünülmesi, bu yeni düzende yerini alması, o yerini başkent kimliğiyle koruması savlarının tümüne gönülden ve zaten bildirimle de katılıyorum. Ancak bunu somutlamak için "Ankara'ya dönük bir yasa geliştirmek ya da Ankara Şehri'nin imarına ilişkin bir yönetmelik geliştirmenin sakıncaları olabilir mi?" diye soruyorum. Ankara Şehri İmar Yönetmeliği, Tip İmar Yönetmeliğinin dışında, pencere ölçümlerinden eğimlere kadar bütün teknik detayları belirleyen bir yönetmeliktir. Çok yol açıcı ve kolaylaştırıcı bir yönetmeliktir. Bu yönetmelikte teknik kurulla ilişkili bir madde var, 10 ya da 13. madde olabilir. Bu yönetmelik, bu kadar detayları standartlaştırırken, o madde -kaleme alınışı da benim için kuşku verici- "ilgilinin müracaatı üzerine" der; yani uygulamaya doğrudan geçmez; ilgili, konuyu biliyorsa bu maddeden yararlanmak için müracaat edebilir. Orada, fen ve sağlık koşullarına aykırı olmamak çok genel ve kaçınılmaz bir ilke ve kat kurallarına aykırı olmamak üzere teknik kurula yetki tanır; imara aykırı olan yapının o aykırı bölümünde bir karara varmak üzere yetki tanır. Bu istisnai örneği şunun için veriyorum: Biliyorum, tip uygulamalar, yaratıcılık alanımızı, yönetme alanımızı daraltıyor, o nedenle esnek yönetimler, esnek uygulamalar istiyoruz; ama kötü yaratıcılık alanları da açar mı diye bir endişem var; sanki tip olsa benim için daha iyi olur gibi. ATİLA ÇINAR (Makina Mühendisi)- Bu sempozyum, bir çoğumuzda olduğu gibi bende de izler bıraktı. Birinci oturumda Ali Çengizkan'ın "yalnızca eleştirmekle kalmayalım, dönüştürmeye de çalışalım, aynı zamanda dönüştüren de olalım" demesi bence önemliydi. İlginçtir aynı oturumda "soyutlama" ve "somutlama" kavramları da yan yana geldi. Sanki "eleştirmekle, dönüştürmek" ve "soyutlamakla, somutlamak" ilginç bir biçimde birbirine benzeşen ilişkiler oluşturuyor. Yani kısaca, eleştirmeyi sürdürelim; ama dönüştürmeye de çalışalım, soyutlamayı hiç bırakmayalım; ama aynı zamanda somutlayalım, hatta somutu yaşayalım diye düşünüyorum. REFİK TOKSÖZ- "Katılımcı demokrasi" kelimesi bana biraz hoşgörü kavramını çağrıştırıyor ve bu noktaya dikkat çekmek istiyorum. Hoşgörü kavramında da hep eşitsiz bir ilişki dile geliyor diye düşünüyorum; taraflardan bir tanesi hoş görülecek olan, öteki de hoş gören. Demokrasi meselesini tartışırken de, katılımcı demokrasi dile geldiğinde; bir katılması gerekenler var, bir de esas kararlan alan taraf var. Bu ilişkiyi bir şekilde tartışmamız gerekiyor diye düşünüyorum. FÜGEN ÇETİNER (Mimar)- Neye ihtiyacımız olduğunu, nelerden rahatsız olduğumuzu bilmemiz ve kimlerin yöneten, kimlerin yönetilen olduğunu anlamamız önemli. Kent mekânlarını sorguluyoruz, birbirimizi sorguluyoruz, önümüze gelen konuları sorguluyoruz, bir de sorgular durumda olmamızı sorguluyoruz. Bütün bunlarda bir bilincin, eğitimin süreci var. Peki, bunları bize kim veriyor, bunları nasıl öğreniyoruz, bunları nasıl paylaşıyoruz? Katılımcı demokrasiyi gündeme getirmek için, burada paylarımızı, rollerimizi, kent içinde ve kent dışında, evimizde, mahallemizde sokağımızda nasıl yönlendireceğiz; birbirimizi anlayarak mı, birbirimizi öğrenek mi? Bu boyutları biraz daha hakikaten Refik Hocamın önerisini somutlaştırarak, başlı başına bir konu olması nedeniyle, daha geniş bilgiye ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum ve bunu da önermek istemiştim. Biz, küçüklere de nasıl örnek olduğumuzu tekrar kendimize soruyoruz. Bir de küçük dileğim var sizlerden: Bugünkü konuşmalann içerisinde, belki dil sürçmesiydi, "madde bağımlısı çocuklarla mücadele" gibi bir cümle geçti. Bu benim biraz içimi sızlattı. Sanki başka şeylerle mücadele etmek gibi. Bir mücadelenin içinde olduğumuz doğru. Ama bu mücadele onları kazanmak yolunda yapılan bir mücadele olmalı. ÇİĞDEM BERDİ GÖKHAN- Kent kimliği konusunda çok değişik boyutlar olası. Raci Hocamız bahsetti, 297 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu siyasal kimlik, sosyal kimlik, ekonomik kimlik gibi. Ben çok özet olarak daha fiziksel, görüntüye yönelik birkaç bir şey söylemek istiyorum. Çünkü ben şuna inanıyorum: Eğer herhangi birimiz kendimize özen gösteriyorsak, kendimize saygı duyuyoruz ve kendi kimliğimize saygı duyduğumuz zaman da daha çok şeyler başarabiliyoruz. Onun için kent fiziksel görüntüsüne, kentliler olarak sahip çıkmamızın; yani evimize baktığımız gibi, sokağımıza ve yapıda yapacağımız değişikliklere sahip çıkmamızın son derece önemli olduğuna, bunu sadece yerel yönetimlerin kontrolüne bırakmamamız gerektiğine, yapılması gerekli değişikliklerin yapılması konusunda özen göstermemiz gerektiğine inanıyorum. Bir başka konuda şuydu: Böyle bir kentlilik bilincinin oluşturulması için, tüm kesimlerde; yani daha ilkokuldan, hatta anaokulu, hatta daha da küçük televizyonlar ve yayın aracılığıyla, ilk algılama çağından başlayarak kentlilik bilincinin, daha üst yaşlara kadar dağılımının yapılabilmesi için bir eğitim ve bilinçlenme kampanyası yapılması gerektiği görüşündeyim. Bunun için de doğrusu bu sempozyum çerçevesinde yapılmış olan bu yarışmayı çok önemli buldum, çok da başarılı buldum. Gerçekten kendilerini kutluyorum ve bunların devamı olması gerektiği kanaatindeyim. Bunun dışında, bu tür çalışmaların yaygınlaşması; yani kentimizin tek bir yöresi değil, bütün yörelerini, her tarafını kapsayacak biçimde olması gerekir. Yoksa çok marjinal kalırız. Bugünkü toplantının, dünkü toplantının bu kadar küçük gerçekleşmesinin nedeni, aslında Ankara"* boyutunda marjinal olduğumuzun göstergesidir diye düşünüyorum. Eğer marjinal olmak istemiyorsak, başka bir şeyler yapılması gerektiğine inanıyorum. Öte yandan, yerel yönetimlerde her seviyede çalışanların mutlaka bir şekilde bu işlere talip olmadan eğitilmeleri gerektiğine inanıyorum. Yani Ankara'nın nüfusunun seneler içindeki gelişime, bu nüfusun toplumsal yapısını, çalışanların oranlarını, becerilerini bilmeyen bir yerel yöneticinin o konuda çok fazla bir şey yapabileceği kanaatinde değilim. Bir şey daha eklemek istiyorum:Bir ev düşünün, evde yatak odaları var, mutfak var; ama salon yok. Bu tür şeyleri bir arada tartışabilmemiz için, kent mekânları çok önemli. Bu açıdan Çankaya Belediyesinin "kent evi" diye kurmaya çalıştığı şeyin ne boyutta, nasıl olacağını bilmiyorum; ama eğer gerçekleştirilebilirse çok yararlı olacağına, özellikle parçalanmış Ankara için çok yararlı olacağına inanıyorum. HAKAN ERDEN- Bundan önceki panelde, yönetişim kavramının, yönetim ve etkileşim kavramlarının birlikteliğinden kaynaklandığı düşünerek bir yorum yapmıştım, onu çok kısa olarak aktarmak istiyorum: Yöneten ve yönetilenler var ve bunlar arasında bir etkileşim söz konusu. Biz, özellikle gelişmiş olan ülkelerde varolan siyasi yapıların çok gelişmiş olduğu ortamlarda, onların artık toplumlarını daha da iyi yönetmek için, çok daha yetkin hale gelmek için, toplumu katma istekleri için düşündükleri yeni bir model üzerinde kafa yoruyoruz. Sivil toplum kuruluşları, kamu kurumları ve partiler gibi örgütlerin daha da ötesinde bir katılımı sağlayabilir mi vatandaşa? Ancak Türkiye'de gözlemleyebildiğim kadarıyla, maalesef örneğin siyasi partiler üstlerine düşen görevi tam olarak yerine getiremiyorlar. Sivil toplum ile kamu arasındaki, birlikteliği sağlayacak olan aktarma organı olarak siyasi partilerin, örneğin vatandaşları bilinçlendirme, eğitme, onlara siyasi öncelikler çerçevesinde belli programlan anlatabilme, onların desteğini alabilme konusunda ciddi görevleri var. f '' j j ' f ', j \' Ancak Türkiye'de neredeyse bütün siyasi partiler, devletin malının paylaşılması konusunda, rantın paylaşılması konusunda bir çeşit oy toplamaya yönelik reklam ajansı gibi çalışır durumdalar. Siyasi çözüm üretme konusunda maalesef çok kısırlar. Siyasi politikaları belirleme konusu, küçük bir kesimin, üst düzey yönetimin elinde kalıyor. Bu eksikliklerin yanında "sivil toplum kuruluşlarını kuralım, onlar da yönetişim kavramı içinde daha bir canlı olarak toplumun sorunlarını aktarsınlar" diye düşünüyoruz. Siyasi tercihlerin aktarımında ana aktarma organı olması gereken siyasi partilerin görevini, onları yeterli görmediğimiz için, sivil toplum kuruluşlarına aktarmaya çalışıyoruz. Daha zayıf bir zincir yaratarak "acaba başaracak mıyız?" diyoruz. Tahmin ediyorum sivil toplum kuruluşlarını güçlendirirken, bu konuda görevli olan 298 ı f < Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu siyasi partileri ihmal etmemek gerekiyor. Siyasi partilerde de bu konuda bir bilinçlenme olması gerekiyor. Bir örnek vereyim: Bu konuda, 1989 yılında Berlin'de yapmış olduğumuz bir çalışma vardı. O zamanki Hıristiyan Demokrat Hükümet mastır planı değiştirmek istiyordu. Sosyal Demokrat parti çıktı "biz, bu mastır planda şöyle öncelikleri istiyoruz" diye halk arasında kampanya başlattı ve 600 civarında parti üyesini "mastır plan nasıl hazırlanır, nelere göre yapılır" vb. konularda eğitti. Biz de ondan sonra halkın önüne çıktık. Birkaç ay süren kampanyalarla halkı bilgilendirdik, bilinçlendirdik ve o konuda ciddi tecrübeler edindik. İlginçtir, o hükümet böyle bir kampanyanın sonunda, değişiklikleri istediği şekilde yapamadı, hatta bir sonraki seçimlerde iktidara da gelemedi. Berlin'de; sosyal demokratlar bir şeyi başardılar. Siyasi partilerde bu tip modelleri gerçekleştirirsek, sivil toplumun önündeki engellerde açılacaktır bence. Prof. Dr. RACİ BADEMLİ- Benim kastettiğim yasa, kaynaklarla ilişkili olarak bir başkentlik yasası. Yani Ankara Belediye Başkanı, diğer belediye başkanları gibi, sırada, kaynak almak için gitmemeli. Ankara'nın altyapısı, Ankara'nın hizmetleri konusunun aslında bir ulusal önceliği olması gerekir düşüncesinden hareket ediyoruz. Yani, Ankara, eninde sonunda idare olarak da Türkiye'nin bir vitrini olmak durumunda. Zaten Ankara öyle başlamış. Ankara'da dikilen akasya ağacının bile, planlama anlamında bütün Türkiye'ye örnek olduğu bir durumdan, İş Banka'sımn, devletin kuruluşlarının merkez olarak İstanbul'u tercih etmeye başladığı bir noktaya geldik. Fakat Anayasamız "Cumhuriyetin başkenti Ankara'dır" diyor. Diğer ülkelerde, Amerika dahil, Washington DC mesela ayrı bir bölge olarak değerlendirilir. Paris'in önceliği, ayrıcalığı vardır. Sanıyorum Berlin'in de şimdi bir önceliği, ayrıcalığı oldu. Hemen her ülke, başkentine ayrı bir özen gösterir. İmar planları konusunda da her kentin, her yörenin kendisine özgü özelliklerin yansıtıldığı aynntılı çalışmaların, kodlamaların olması gerekir. Benim kastettiğim Başkentlik Yasası daha ulusal ölçekte, Anayasaya referans veren bir kent statüsüdür. OTURUM BAŞKANIDeğerli katılımcılar, şu ana kadar, sivil toplum örgütlerinin temsilcileri konuştu, birey olarak bizler konuştuk, yurttaş girişiminin temsilcileri konuştu. Genel bir bakış açısıyla bakıldığında, kırdan kente göçü önleyemeyen, köylerini büyütemeyen, modernleştiremeyen; bırakın köylerini, küçük kentlerine, kasabalarına, illerine sanatı ve kültürü götüremeyen, köyden kente doğru göçün yaşandığı bir coğrafyadayız. Bu tekyönlü sirkülasyon, bazı ekonomik nedenlerden olabiliyor. Kişi, ekonomik gereksinmelerini daha iyi karşılayabilmek, teknolojinin nimetlerinden faydalanabilmek, daha iyi bir sağlık ve daha iyi bir eğitim hizmeti alabilmek için kente doğu göç ederken, birtakım zorluklardan dolayı, mevcut koşulların ve ortamın nedenlerinden dolayı vannı-yoğunu kendi köyünde bırakarak göç eden/ettirilen insanları da gördük. Bir kenti doğru tanımlayabilmek için, görünen ve görünmeyen yüzünü iyi değerlendirmek gerekir. Ankara'nın görünen yüzünü sokaklarıyla, caddeleriyle, binalarıyla hep birlikte görüyoruz. Ama bir de görünmeyen bir Ankara var. O görünmeyen Ankara'ya doğru ilerledikçe, rant kavgalarıyla, talanlarıyla, Ankara'nın yok edilişini görüyoruz. Büyük bir vurgunun olduğunu görüyoruz. Yeşil alanların ortadan kaldırılarak ticaret merkezleri haline dönüştürüldüğünü görüyoruz. Ticaret merkezi olarak yapılan yerlere camilerin, barakaların yapıldığını görüyoruz. Son yıllarda Ankara'da uygulanan politikalar sonucu, bilim ve estetik değerlerden yoksun, halkın ve onun örgütlü kesimlerinin uyarılarını ve önerilerini dikkate almayan, yargı kararlarını hiçe sayan bir Ankara kent yönetimine tanık olduk. Kentin tarihsel ve kültürel dokusunu tahrip ederken, estetik ve kaliteden yoksun yapılaşmalar yaratılmakta. İnsanlar yok sayılarak, araçlara öncelik veren bir trafik uygulaması ile karşı karşıyayız; özürlüleri, yaşlıları, çocukları hiçe sayan ve bu anlayış sonucu, insanlara yarım metreye varan kaldınmlanyla sunulan bir Ankara'da yaşıyoruz. Ana bulvarların zincirlerle dolaşıldığı, kavşakların estetik ve teknikten yoksun üstgeçitlerle donatıldığı, meydanlara fıskiyelerin konulduğu, belediye çalışanlarının ve özellikle mimarların, 299 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu mühendislerin kendi değerlerinden, kendi teknik çalışmalarının, kendi mesleklerinin ötesinde farklı alanlarda çalıştırıldığını, çalışanların sürüldüğünü, kıyıldığını hep birlikte yaşadık ve yaşamaya da devam ediyoruz. Uluslararası sermayenin büyük belediye projelerinde artık söz sahibi olduğunu, uluslararası tahkimin de artık bu projelerde yerleştiğini; ulusal hukukun, kent hukukunun geçersiz olduğu bir yönetim anlayışını hep birlikte yaşıyoruz. Ankara Kenti bütün bunlara layık değildir. Ulusal bağımsızlık fikrinin yeşerdiği, emekçi kenti olma özelliğinden dolayı tüm sivil toplum örgütlerinin, meslek odalarının, sendikalann, partilerin genel merkezlerinin olduğu bir kent bunlara layık değildir diye düşünüyoruz. Yalnızca bu kentte yaşamak, kentli olmaya yetmiyor. Kentli olmanın temel kriterlerinden bir tanesi de aydın olmaktır. Bir usta aydın olmayı şöyle tanımlıyorlar: "Deden üniversite öğrenimi görmüşse, baban da üniversite öğrenimi görmüşse, sen üniversite öğrenimi görmüşsen, oğlunun iyi bir eğitimden sonra aydın olabilme olasılığı vardır." 300 J Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu SEMPOZYUM SONUÇ BİLDİRGESİ Ankara 'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu 22-23 Haziran 2001 tarihlerinde TMMOB Makina Mühendisleri Odası adına MMO Ankara Şubesi Sekreteryalığında Ankara Karayolları Genel Müdürlüğü Toplantı Salonunda gerçekleştirilmiş olup sunulan bildiriler, yapılan tartışmalar ile panel sonucu ortaya çıkan görüşler doğrultusunda, oluşturulan bu sonuç bildirgesi kamuoyuna duyurulur. Hızlı bir kentleşme yaşayan ülkemizde, kentte ve kent yaşamında karşılaşılan sorunlar her geçen gün artmaktadır. Sorunlara çözüm aranmasında, kentlinin kent yönetimi ve kent yönetiminin de kentli hakkında bilgilenme, anlayış ve dayanışma geliştirmeleri için gerekli olan karşılıklı etkileşim ortamlarının yaratılması, kentlinin karar alma süreçlerine aktif katılımının sağlanması önemli ve önceliklidir. 1) Kentli haklan tanınarak, kent halkının ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal görüş, mülkiyet ve statü ayrımı gözetmeksizin kentli haklarına sahip olduğu bilinmelidir. Kent halkının bu bilinci geliştirmesi ve kullanması sağlanmalıdır. 2) Ankara'nın Başkentlik işlevi kimliğinin mihenk taşıdır. Ankara'nın, başkent olduğu ve Başkent olarak kalacağı Anayasa hükmü olduğundan, Başkent gibi bir kent olması doğrultusunda planlanması, iman ve yönetimi için özel bir "Başkent Yasası" çıkanlmalıdır. 3) Ankara'nın metropolitan alandaki yerel hava hareketleri ve mikroklimatik özellikleri analiz edilerek, yeşil alanlarının etkileriyle mikrometeorolojik özellikleri belirlenmeli ve Ankara'nın kentsel planlama çalışmalarında bu veriler mutlaka dikkate alınmalıdır. 4) Ankara'nın küçümsenmeyecek doğal afet sorunlan vardır. Riskin asgariye indirilmesi doğrultusunda, kentsel topraklardaki zemin farlılıkları, depremsellik farklılaşmaları jeoteknik araştırmalarla imar mevzuatında mutlaka yer almalıdır. 5) Fiziksel planlama ve imar uygulamalannda, doğaya rağmen değil, doğaya uyum esas alınmalı, zengin tarım ovalarının imara açılması önlenmeli, kapsamlı bir kent ekolojisini temel alan peyzaj planlaması yapılmalıdır. 6) Ankara, yaşayanlann ortak iradesini de yansıtacak kamu yarannı gözeten ve bilimsel verileri esas alan bir başkent planına sahip olmalıdır. Başta nazım imar planı olmak üzere kente yönelik her karar ve proje bu plana dayandınlmalıdır. 7) Ankara'nın ulaşım sorununun çözümünde noktasal projeler yerine, bugünkü Ankara'yı bütünüyle kapsayacak yeni bir ulaşım etüdü yapılmalı, ana ulaşım planı buna göre revize edilmeli ve bu doğrultuda toplu taşım öncelikli projeler üretilmeli ve hayata geçirilmelidir. 8) Şu anda TBMM gündeminde olan "Merkezi İdareyle Mahalli İdareler Arasında Görev Bölüşümü ve Hizmet İlişkilerinin Esaslan ile Mahalli İdarelere İlişkin Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasansı" nın yerelleştirme anlayışı halkçı bir karakter taşımamakta, tersine tasan halka ve kamuya ait herşeyi piyasaya açarak ve devrederek halkı mağdur edecek bir karakter taşımakta, çağdaş, demokratik yerel yönetim yaklaşımını yansıtmamaktadır. Bu tasan toplumsal ve ulusal çıkarlar adına reddedilmeli ve ilgili tüm kesimlerin aktif katılımı sağlanarak toplum ve ulus çıkarlanna uygun bir yasa tasansı hazırlanmalıdır. 9) Kent mekanlan başta çocuklar, yaşlılar, engelliler olmak üzere tüm kentlilerin özgürce ve birbirlerinin haklarına saygı duyarak kullanabilecekleri ve gereksinimlerini karşılayabilecekleri bir biçimde düzenlenmelidir. 301 Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu 10) Kentin "sadece sakini değil, sahibi de olmak", kentli hakları ve yükümlülükleri bilincini geliştirmek ve yaygınlaştırmak, kentsel mekanların ve kent örgütlülüğünün algılanması ve geliştirilmesi için özgür bir bakışla soyutlama yeteneğini güçlendirmek üzere, ilköğretimden başlayarak eğitim programlarında gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. 11) Ankara'daki kültürel mozaiğin kent kültürü çerçevesinde geliştirilmesi için başta Yerel Yönetimler olmak üzere meslek odaları ve demokratik kuruluşlar işbirliği çerçevesinde çaba harcamalıdırlar. 12) Kent Yönetimleri şeffaf olmalıdır. Kent halkının bilgiye özgürce erişebilme olanakları geliştirilerek, akılcı ve sağlıklı karar süreçleri hayata geçirilmelidir. Yerel yönetimlerin akçeli tüm işleri şeffaf olmalı halkın ve onun örgütlerinin bilgisi ve denetimi altında olmalıdır. 13) Kentin kimliğini ve belleğini oluşturan dokular, yapılar ve mimari öğeler ulusal kültür zenginliklerimizdir. Kent kimliğini oluşturan yapı, tesis, alan ve mimari öğelerin tahrip edilmesinin önüne geçilmeli, korunması için önlemler alınmalıdır. 14) Sokaklarımız, meydanlarımız, katlı kavşaklar, çarpık yapılaşmalar ilan panoları ile doldurulmuştur. Oysa sokaklar, meydanlar, yapılar ve kent mobilyaları kentin kimliğine uygun estetik öğeler olmalıdır. Estetikplanlama ilişkisi kurulmalıdır. 15) Ankara'da ciddi boyutlara ulaşan "sokak çocukları" sorunu gerçek boyutları ile ele alınmalı, yerel yönetimlerce çözümlenmelidir. 16) Kentsel hizmetlerdeki ücret politikaları piyasa koşullarının ve yerel yönetimlerin insafına terk edilmeden tüketici haklan korunarak tespit edilmelidir. 17) Ankara Kent Konseyi Girişimi çalışmalarının geliştirilerek, İşlevsel bir Kent Konseyine dönüştürülmesi yönündeki çabalar sürdürülmelidir. Kent Konseyi kurumsallaştırılmalıdır. 18) Ankara, yaşanabilir bir kent olmalıdır. Yaşanabilir bir kent, her şeyden önce insanların işsiz, yoksul, aç kalmadığı, kendisi için zaman ayırabildiği, iş dışındaki zamanlarını değerlendirebilmesi için uygun mekanların oluşturulduğu, çağdaş yaşam standartlarının tesis edildiği, yeşil alanların insanların ve kentin soluk almasına yetecek kadar çoğaltıldığı kenttir. ı f ' i Makina Mühendisleri Odası olarak, sonuç bildirgesinde ortaya koyduğumuz hedefler doğrultusunda kentin sakini değil, sahibi olma ilkesiyle yerel yönetim çalışmalarını izleyecek, denetleyecek ve kamuoyunu bilgilendirmeye devam edeceğiz. j t Düzenleme Kurulu 302