Şark Islahat bilinmeden ne Kürd ne de Alevi meselesi anlaşılır

advertisement
1
SÖYLEŞİ
S08
- 09
Sayı:36 -
12 - 18 Ocak 2015
w
w
w
.a
rs
iv
ak
Çözümde sessizlik dönemi
Çözüm Süreci’nin seçimlere dayanması ile birlikte taraflar
sessizlik moduna geçmeye karar verdi. Bu nedenle geçtiğimiz aydan bu yana sürece ilişkin yaşanan gelişmeler kamuoyuna yansıtılmadı. Hükümet ve KCK tarafından önerilen
İzleme Heyeti’nin Mart’ta KCK yönetimi ile toplanması
planlanıyor. S02 - 03
MİTHAT SANCAR
HDP’nin seçimlere kendi ismi ile girmesine yönelik tartışmalar gündeme damgasını vurdu. HDP’nin seçim barajını
aşamaması halinde Çözüm Süreci’nin nasıl etkileneceği ve
parlamento dışı kalacak olan Kürd siyasetinin geleceği tartışılıyor. HDP yetkilileri bu konudaki tartışmalara ‘barajı aşma
sorunlarının olmadığı’ ifadesiyle katılıyor.
Katliamın ardından
Katliam ve gerçeklik
s03
MESUT YEĞEN
Charlie Hebdo
s05
HAKAN TAHMAZ
Fırça izlerinde
Dersim ve
sürgün
S16
basnews.com
ur
d
Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL
.o
rg
Rıza Topal
s09
Acınızı
paylaşıyoruz
Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani, Fransa’nın başkenti
Paris’te Charlie Hebdo Dergisi’ne
yönelik gerçekleştirilen katliama
ilişkin Fransa Cumhurbaşkanı
François Hollande’a bir başsağlığı mesajı yolladı. Barzani, “Sayın
Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, Charlie Hebdo
Dergisi’ne yönelik gerçekleşen
ve gazetecilerin yanı sıra masum
vatandaşların hayatını kaybettiği terör saldırısını üzüntüyle
karşılıyorum. Şahsım ve Kürd
halkı adına, size, Fransa halkına
ve kayıp yakınlarına başsağlığı
diliyor ve bu insanlık dışı saldırıyı kınıyorum” dedi.
Öte yandan Fransa’nın Erbil
Konsolosluğu’nu ziyaret eden
Kürdistan Bölge Parlamentosu Başkanı Yusuf Muhammed,
Paris’te 12 kişinin katledildiği
kanlı saldırıyı kınayarak, “Kürd
halkı Fransa’nın acılarını paylaşıyor’’ mesajı verdi.
02
BasHaberSÖYLEŞİ
12 - 18 Ocak 22015
MANŞET
Seçim savaşı tam gaz
Besê Çelik
A&G - Adil Gür
HDP barajı aşamazsa
sıkıntı yaşanır
Yapılan tüm araştırmalar gösteriyor ki HDP %10 seçim
barajına oldukça yakın duruyor. Seçimlere 5 aylık bir süre
var. HDP şayet özellikle batıda aday belirleme yöntemiyle ve bu beş aylık süreçte tabi ki Çözüm Süreci’ni nasıl
olgunlaştıracağı çok önemli, fakat barajı aşamadığı zaman
ne olur? Bunun yaratacağı etkinin çok olumsuz olacağını
düşünüyorum. Birincisi tüm Türkiye üzerinde siyasi baskıların çoğalacağını düşünüyorum. İkincisi önümüzde yeni
Meclisle yeni Anayasa gibi çok ciddi bir görev bekliyor. Bu
anlamda 2015 seçimleri çok önemli, yani Türkiye uzun bir
dönemdir yeni Anayasayı konuşuyor. Ve bu yeni Anayasa
içerisinde en önemli konu Çözüm Süreci, Kürd sorunundaki
çözümün büyük bir kısmı yeni Anayasa ile bağlantılı bu manada yapılacak bir Anayasa’da ve bu yeni Anayasa’yı da yeni
Meclisin yapacağını düşünürsek Kürd siyasi hareketinden
gelen bir partinin olmayışı çok ciddi sıkıntılar doğuracaktır.
Elbette ki bunun sadece siyasi sonuçları olmayacaktır. Bu
anlamda sokak gösterileri olabilir. Tabii ki de bunu şidetsel
bir hava yaratmak için söylemiyorum. Daha seçimlere 5 ay
var. Bu 5 aylık süre içerisinde sadece Kürdlerin yaşadığı
veya göç ettiği yerlerde değil, Türkiye’nin her yöresinde
ki seçmenlere ulaşabilir. Sadece bir bögenin partisi değil,
rg
.o
ur
d
Arınç: Demirtaş baraj altında kalmakla tehdid ediyor
Demirtaş’ın HDP Genel Merkezi’nde geçtiğimiz hafta basına yönelik yaptığı toplantıda bir gazetecinin, ‘’Bülent Arınç’ın yüzde 6’yı bile alamayacağınızı, ayrıca çözüm süreci ekseninde eğer HDP baraj altı kalırsa sürecin dağa
taşınıcağına ilişkin endişeli değerlendirmeleri hakkında ne düşünüyorsunuz
sorusuna, ‘’Biz emin olun ki, Bülent Arınç’ın hevesini kursağında bırakacağız, hiç şüpheniz olmasın’’ cevabına Arınç’ın sert yanıtı gecikmedi.
Arınç, “HDP, parti olarak iddiası varsa, seçime girer ve sonucuna katlanır.
Selahattin Demirtaş demiş ki ‘Biz parti olarak seçime girer, yüzde 10’u aşamazsak, Türkiye karışır, çözüm süreci tehlikeye girer, PKK’nın işine yarar’
Benim buna itirazım var. Bizi tehdit ediyor, bunu kabul edemeyiz. İddiası
varsa parti olarak girer, sonucuna katlanır. Yüzde 10’u aşarsanız selam
durur saygı gösteririz” dedi.
Arınç’ın ifadelerine ise HDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan yanıt verdi.
Bu ifadelerin bir “nefret söylemi” olduğuna vurgu yapan Hasip Kaplan:
“Nefret söylemi yakışmıyor. Böyle bir dili kullanmaması gerekiyordu. Çok
deneyimli bir siyasetçi. Toplumu refüze eden, insanları farklılaştıran bir
nefret söylemi yakışmıyor. Çünkü kendisi yöneten durumunda. HDP’nin
korkusu şimdiden sarmış yüreklerini. Gümbür gümbür geleceğiz’’ diye
konuştu.
AKP Hükümeti bakımından sandığın artan etkisini kırmak için baraj
tartışmasının bilinçli bir şekilde üretildiği iddialarına muhalefetten, “Demokraside sandık her şey değildir” kampanya yanıtına önümüzdeki 5 ay
boyunca yeni tartışmaların eklenerek, seçim kampanyalarının ‘kıran kırana’
devam edeceği bekleniyor.
İzleme Kurulu Kandil’e
gidiyor
Süreci izlemek üzere oluşturulması planlana İzleme
Heyeti’nin Hükümet ve KCK
tarafından önerilen 18 isimden
ikisi üzerinde tartışma devam
ediyor. 16 kişilik kurulun 8’i
AKP, 8’i HDP’nin belirlediği
isimlerden oluşuyor. Aktör
Kadir İnanır’ın da AKP kontejanından kurula girdiği ancak
isminin tartışmalı olduğu bildiriliyor. İzleme Heyeti’ndeki 8
kişinin Mart ayının ilk haftasında Kandil’de KCK yönetimini
ziyaret etmesi planlanıyor.
Şubat ayının ilk haftasında
ilan edilmesi beklenen ‘demokratikleşme paketi’nin ardından
16 kişilik İzleme Heyeti’nin bir
araya gelmesi ve 15 Şubat ile
25 Şubat arasında İmaralı’ya
gitmesi bekleniyor.
2015’te resmileşen müzakere heyetinde yer alan MİT ve
Kamu Güvenliği Müşteşarlığı
(KGM) yetkilileri Öcalan ile
“resmi” görüşmelere başlayacak. Sonraki aşamada resmi
görüşmelere HDP Heyeti ve
İzleme Heyeti üyeleri de katılacak.
Bu arada yerel yönetimlerin
geleceği ile ilgili de tartışmaların
devam ettiği, yasanın nasıl uygulanacağı konusundaki belirsizliği
aşmak üzere İmralı’da MİT ve
KGM heyetlerinin 3 ayrı görüşme gerçekleştirdiği bildiriliyor.
rs
S
ürecin seçimlere dayanması ile birlikte taraflar
kamuoyu üzerinden
tartışmaların tehlikelerini gözönüne alarak sessizlik moduna
geçmeye karar verdi. Bu nedenle geçtiğimiz aydan bu yana sürece ilişkin yaşanan gelişmeler
kamuoyuna yansıtılmadı.
Geçtiğimiz ay MİT Müsteşarı
Hakan Fidan ve HDP İmralı heyeti arasında yapılan görüşmede kamu düzenini zorlayan YDG
eylemlerine son verilmemesi
halinde sürecin devam edemeyeceği Hükümet şartı olarak
öne sürülmüştü.
Bu görüşme ardından önce
İmralı sonra da Kandil ile görüşen HDP heyeti sessiz diplomasi
uygulamaya başlayarak sürece
zarar verecek şekilde kamuoyu
ile bilgi paylaşımını sınırladı.
Öcalan’ın da YDG eylemlerinin kesilmesine ilişkin talebini
dikkate alan KCK yönetiminin,
otobüs yakma, kepenk kapatma
gibi kamu düzenini etkileyen
ve halkı rahatsız eden eylemlerin yanlış olduğu belirtilerek,
Öcalan’ın belirlediği çizginin dışına çıkılmaması talimatı verdi.
iv
ak
Çözüm’e sessizlik ve baraj damgası!
.a
göre belli olacak, Türkiyeli demokratın HDP’ye
oy verecekleri görülürse
o zaman evet parti olarak
girer. Ama bu adım başarılı
olmamışsa da parti olarak
girmez. Aslında tartışmalar
böyle sürmüyor ve ben ayıp
olarak görüyorum. CHP’den
akın akın HDP’ye giden seçmen yok şu and. Demirtaş
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde dedi ki bu seçime
dönük bir politika değildir.
Bu daha uzun mesafeli bir
hedefimizdir. Onun için
oy oranı çok umurumuzda
değil. Haklıydı ve doğruydu
da söylediği. Gördük ki geleneksel Kürd oyu % 6 falan
iken en fazla % 9’a çıktı.
Ama daha sonra 6-8 Ekim
olaylarından sonra o beyaz
Türkler fabrika ayarlarına
w
HDP seçim barajını aşamazsa ne olur tartışmasını
anlamsız buluyorum. Şu
manada anlamsız. Son yerel
seçimler öncesinde de oldu,
vay Sırrı Süreyya Önder,
‘CHP’nin oylarını böldü’
gibi. Sürekli Kürd siyaseti
üzerinde böyle bir tartışma yürütülüyor. Bir kere
bunu doğru bulmuyorum.
HDP’nin barajı geçip geçmeyeceği senaryolarına da
yani evet belki biraz baraja
yakın duruyorlar ama kesin
bir şey söylemek mümkün
değil. HDP Türkiyelileşmeye çalışıyor. Başarılı olup
olmayacağı ayrı bir hikaye,
başarılı olabilmesi içinde
seçime böyle girmek istiyorlar. Seçime parti olarak girip girmeyecekleri seçime 2
ay kala o zaman ki duruma
w
HDP Türkiyelileşmeye
çalışıyor
YSK’nın Resmi Gazete’de ‘Milletvekili Genel Seçimi 7 Haziran 2015
Pazar günü yapılacak’ açıklamasının ardından, ‘Türkiye Cumhuriyeti
tarihinin en önemli seçimi’ diye ifade edilen ‘kritik seçim’ için geri
sayım başladı. Bir yandan Çözüm Süreci’nin nasıl bir model ile ilerleyeceği tartışması diğer yandan, ‘Yeni Türkiye’nin yeni anayasasının
AKP hükümetinin, 367 milletvekili çoğunluğunu yakalama hesabına
kilitlenmiş durumda. Bunun yanı sıra, YSK’nın aday olacak ‘Kamu
görevlilerinin 10 Şubat 2015 Salı günü görevlerinden istifa etmeleri’ni
de tarihe bağlaması, kamu görevlerini sürdüren ve yeni dönemde milletvekilliği dahil daha üst kamu görevlerine talip olacakların ajandalarında yoğun bir trafiğin yaşanmasına neden oldu.
Bu trafiğe bağlı olarak kamuoyunda ‘Kürdsüz parlamento olursa
ne olur?’ ve ‘Çözüm Süreci 7 Haziran’dan önce nasıl bir mecraya
evrilecek’ sorularını barındaran tartışmaların Ankara kulislerinde
ağırlık kazandığı gözleniyor. Çalkantılı bir ‘yeni seçim serüveni’nin
kapılarının aralandığı izlenimi yaratan sürecin şoku AYM’nin bireysel
başvuruları reddetmesiyle, ‘Yüzde 10 seçim barajı düşürülecek mi?’
sorusuna yanıtlar aranmadan son buldu.
w
Konda - Bekir Ağırdır
MANŞET
BasHaber
12 - 18 Ocak 2015
3
SÖYLEŞİ
Hakan Fidan’ın geleceği
10 Şubat ve 15 Mart gibi iki
kritik tarihin de süreci hızlandırdığı bildiriliyor. Seçimlerde
aday olacak devlet memurlarının 10 Şubat’a kadar istifa etmesi gerektiği için, bu tarih süreçte
rol alan çok sayıda bürokratın
geleceği ile çakışıyor. Özellikle
MİT Başkanı Hakan Fidan’ın
görevde kalıp kalmaması veya
milletvekili seçildikten sonra
Dışişleri Bakanı olması konusu
hala belirsizliğini koruyor.
Erbil’in rolü
Çözüm Süreci’nin başlamasında ve sürmesinde en önemli
rollerden birini üstlenen
Erbil’in süreçte giderek daha
da aktifleşmesi KCK içinde br
kanadın muhalefetine neden
olduğu da bildiriliyor. Erbil’in
garantör aktör olarak süreçte
kalmasını istemeyen kesimlerin son zamanlarda PDK
ile PKK arasındaki çelişkileri
kışkırttığı ve Erbil’i devre dışı
bırakmaya çalıştığı bildiriliyor. Hükümetin ve Öcalan’ın
Erbil’in rolüne önem verdiği
bildirilirken, Erbil ile Kandil
arasında Şengal merkezli yaşanan sıkıntının aslında süreci de
baltalamaya yönelik bir girişim
olduğu iddia ediliyor.
Bu arada sürece resmi olarak
katılacak olan KGM’nin, Erbil ve
Kandil’de de KCK’lilerle görüşmesi ilk görüşmenin 21 Mart’ta
Erbil’de yapılması bekleniyor.
Öte yandan süreci, özellikle
gerillanın çekilmesini izleme
ve KCK yönetimi ile resmi
görüşmeleri hızlandırmak için
Kürdistan Bölge Yönetimi’nin
onayı ile Erbil’de MİT’in bir ofis
açtığı da bildiriliyor.
03
Bir katliam, gerçeklik
ve hakikat
MİTHAT SANCAR
Charlie Hebdo’ya yapılan kanlı
baskın ve on iki insanın acımasızca
katledilmesi üzerine düşünürken,
sıkça olduğu gibi yine gerçeklik ile
hakikat arasındaki ilişkiye takıldım.
Nedir buradaki gerçeklik, nedir bu
gerçekliğin ötesine uzanan hakikat? Bu sorunun bende kestirme
bir cevabı yok. Kendinden emin
değerlendirmelerin sağanak gibi
aktığı bir ortamda, aptalca ıslanmaktan sakınmak için, bir
saçağın altına girmek iyidir. Garantisi elbette yok, ama sakince bir tefekkür sanki daha mümkün hale gelir o vakit.
Böyle durumlarda en güvenilir saçaklar, edebiyat ve sinemadır benim için. Burada aklıma ilk gelenler ise, bir yazar
ve iki film oldu.
Yazarın adı Juan Carlos Onetti. Memleketi Uruguay.
1909’da Montevideo’da doğmuş, 1994’te Madrid’de ölmüş.
1970’lerde bir patlama yaşayan Latin Amerika edebiyatının biraz gölgede kalmış, bizde değilse de dünya edebiyat
çevrelerinde “büyüklüğü” sonradan anlaşılmış yazarlarından. İlk romanı olan “El Pozo”yu 1939’da yazmış. Türkçeye “Kuyu” diye çevirebileceğimiz, Latin Amerika edebiyatının ilk modern romanı olarak nitelenen bu kısa kitap,
kırkıncı doğum gününün arifesindeki bir adamın kendi iç
kuyusuna bakarak yaptığı hesaplaşmayı anlatır. Romanın
bir yerinde okuduğum şu pasaj, “gerçeklik” ile “hakikat”
arasındaki farkı, yalın ama çarpıcı bir biçimde anlatıyor
bana göre:
“Denir ki, yalan söylemenin çeşitli türleri vardır; fakat
bunlardan en iğrenç olanı, gerçeği, bütün gerçeği söylemek
ve bunu yaparken olayların ruhunu gizlemektir. Zira olayların içi her zaman boştur; olaylar, içlerine doldurulan duyguların biçimini alan kaplardan başka bir şey değildirler.”
Charlie Hebdo katliamını, olayları art arda sıralayarak
anlamak çok zor. Gerçi olayları göz ardı ederek hakikati
yakalamak mümkün değil, fakat sadece olaylar üzerinde
durmak da hakikati gizleme gibi bir işlev görebilir. Saldırının hangi örgüt tarafından nasıl planlanıp icra edildiği,
güvenlik zaaflarının bulunup bulunmadığı, varsa bunların
sebepleri gibi konular “gerçeği” ortaya çıkarmak açısından
şüphesiz önemlidir. Ancak bu gerçeklik ne olursa olsun,
zihinleri asıl meşgul eden mesele, İslam ile hiddet ve şiddet
arasındaki bağlantıdır.
11 Eylül 2001’den bu yana, bu bağlantının kaynakları
konusunda iki ana tez ve tutum giderek daha fazla hakim
hale geldi. Bir yanda, El Kaide’den IŞİD’e çeşitli islamcı
örgütlerin “kötülüğün” sınırlarını sürekli genişleten, kendi
çıtasını her seferinde daha da yükselten vahşetleri; diğer
yanda Batı diye tanımlanan gücün politikalarının başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerinde yarattığı
yıkımlar. İslam fikir ve siyaset dünyasında, kötülüğün asli,
hatta yegane kaynağının Batı medeniyetinin ve kültürünün
özü/doğası olduğu fikri açık veya örtülü ciddi bir ağırlık
kazanırken; Batı’da da kötülüğün temellerinin bizatihi
İslam’ın özünde yattığına dair algı alttan alta yaygınlaşmakta. Bu özcü anlayışlar, karşı tarafı dönüşmesi/değişmesi imkansız bir kötü olarak görenlerin her iki kesimde de
hızla çoğalmasına yol açıyor. Karşısında kötülüğü özünde
taşıyan bir düşmanın bulunduğu inancı, öz sorgulamayı, iç
hesaplaşmayı çok fazla zorlaştırıyor.
Oysa yıkım ile öz yıkım arasındaki sınırların silinmekte
olduğu bu kısır döngüden çıkışın en güvenilir yolu yüzleşme ve hesaplaşma şartlarının ve savunucularının her kesimde güçlenmesidir.
Bu hesaplaşmanın nasıl olabileceğine dair iki etkileyici örnek olarak gördüğüm iki sinema başyapıtını hatırlatarak bitireyim. Her iki film, dünyanın Yugoslavya’dan
Somali’ye ve de Türkiye’ye iç savaşlar ve katliamlarla
sarsıldığı 1990’ların ilk yarısının ürünü. Biri Mathieu
Kassovitz’in yönettiği Protesto (La Haine); diğeri Michael
Haneke’nin yönettiği Tesadüfi Bir Kronolojinin 71 Parçası
(71 Fragmente einer Chronologie des Zufalls)…
04
BasHaberSÖYLEŞİ
12 - 18 Ocak 42015
HABER
Kobanê’de zafere 4 mahalle kaldı
Guwer’de
çatışmalar
100 bin Peşmerge bakanlığa
bağlı değil!
Kürdistan Bölgesi’nde Peşmerge Güçleri’nin birleştirilmesi tartışılırken, halen 100
bin Peşmerge’nin, Peşmerge
Bakanlığı’na bağlanmadığı ortaya
çıktı. Kürdistan Demokrat Partisi
(PDK) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin (YNK) Peşmerge
Bakanlığı’na bağlı olmayan 100
bin Peşmergesi bulunuyor. IŞİD’le
savaşın başlaması, Peşmerge
Güçleri’nin birleştirilmesi gerektiği konusu daha çok gündeme
Dr. Kerkûkî: IŞİD kaçıyor
Kerkük cephesi komutanlarından Dr. Kemal
Kerkukî, şehrin batısında Peşmerge’nin IŞİD ile
çok yakın temasta, olduğunu, bazı yerlerde aradaki mesafenin sadece 50 metreye kadar kısaldığını
belirterek 3 taraftan IŞİD’i geri püskürttüklerini
söyledi. BasHaber’e konuşan Kerkukî, şehrin
kuzeyi, doğusu ve batısının Perşmerge denetiminde olduğunu söyleyerek, IŞİD’in, sadece
Kerkük’ün güneyinde biraz varlık gösterebildiğini,
ancak planlamalarına göre kısa süre içerisinde bu
taraftan da püskürtüleceklerini söyledi. Kerkukî
cephedeki durum ile ilgili şöyle dedi: “Artık IŞİD
rg
.o
ur
d
“Irak haritası değişmeli”
Geçtiğimiz günlerde İngiltere
Dışişleri Bakanı William Hague ile
biraraya gelen Kürdistan Bölgesel
Yönetimi Başkanı Mesud Barzani,
Peşmerge’nin elde ettiği başarıları vurgulayarak Irak’ta artık
haritanın değişmesi gerektiğini
ifade etmişti. Barzani, “Federal
hükümetin tartışmalı bölgelerdeki
sorunları çözmesi için 10 yıldır
sabrediyoruz. Sorun artık çözülmüştür. Bu bölgelerde Irak birlikleri vardı ve bir güvenlik boşluğu
oluşmuştu. Peşmerge birlikleri
bu boşluğu doldurdu” sözleriyle
bağımsızlık mesajları vermişti. Barzani’nin açıklamalarının
ardından IŞİD’in elinde bulunan
Musul’un özgürleştirilmesi için de
Peşmerge’nin yeni bir operasyona
hazır olduğu açıklamaları geldi.
Kobanê’nin yeniden inşası yakın
Geçtiğimiz haftalarda Kobanê’nin en stratejik yeri olan
Miştenur Tepesi ve Mekteba Reş denilen belediye binasının olduğu bölgenin kurtarılmasının ardından kentte işgal
altında 3 mahalle kaldığı bildirildi. Peşmerge ve YPG’nin
ortak saldırılarına, koalisyon güçlerinin hava bombardımanı desteği de devam ediyor. Kentte savaş devam
ederken, Kobanê yönetiminden, kentin yeniden inşası için
dayanışma ve yardım çağrıları geliyor.
ak
Yekgirtû’dan Ordu desteği
Kürdistan İslami Birlik Partisi
(Yekgirtû) üst düzey yöneticilerinden Selim Koyi, Kürdistan Bölge
Başkanı Mesud Barzani’nin önerisi üzerine Peşmerge’nin kurtardığı
alanları ziyaret ettiklerini ve gördükleri manzara karşısında şok
olduklarını söyledi. Selim Koyi,
Barzani ile gerçekleştirdikleri
görüşmede ayrıca teröre karşı tek
yürek şeklinde mücadele etmenin
önemi üzerine durduklarını dile
getirerek, ”Başkan Barzani’ye
Peşmerge Güçleri’nin Ulusal Ordu
olarak restorasyonu için attığı
adımlardan dolayı kutladık” dedi.
iv
Asuriler de Ulusal Ordu’da
Asuri-Süryani Peşmerge Gücü
Tel Skuf’ta yerleştiriliyor. Bed
Nahrenyn Partisi Genel Sekreteri
Romyo Hekari, Asuri-Süryani
savaşçıların Peşmerge Bakanlığı
bünyesinde örgütleneceğini açıkladı. Romyo Hekari, kendi güçlerinin tamamiyle Ulusal Ordu’ya
dahil edileceğini ve Peşmerge
Bakanlığı bünyesinde örgütlendirileceğini ifade etti. Hekari,
500 kişilik askeri birliklerinin
Musul’un kuzey doğusundaki Tel
Sikuf nahiyesinde yerleştirileceğini ve bu bölgenin savunmasını
üstleneceğini söyledi. Bölgeye
yerleşecek birliğin amacını
”Kurtarılmış alanların güvenliğini
sağlamak” şeklinde ifade eden Hekari, bölgede güvenlik sağlandıktan sonra halkın geri dönmesinin
önünün açılacağını belirtti.
rs
ağır bir şekilde cezalandırılması
gerektiğini ifade etti. Eski Bakan,
YNK Politbüro Sorumlusu Mele
Bahtiyar’ın, Barzani’ye konu hakkında bir mektup gönderdiğini de
söyledi. “Peşmerge’nin Kürdistan
milletinin gücü” olduğunu ifade
eden Cafer Şeyh Mustafa, YNK
dahil bütün partilerin Başkan
Barzani’ye, görevini yerine
getirmesi için yardımcı ve destek
olması gerektiğini söyledi.
.a
G
üney Kürdistan’da
Peşmerge’nin siyasi partilerin etkisinden arındırılması ve tek çatı altında toplanması için başlatılan Ulusal Ordu
çalışmaları sürüyor. Geçtiğimiz
günlerde Ulusal Ordu kurulması
kararına itiraz eden kimi yöneticilerinin aksine YNK’den de karara
destek gelmeye başladı.
Peşmerge’nin tek çatı altında
toplanması için yapılan Ulusal
Ordu çalışmaları devam ederken,
Barzani’nin bu konudaki kararına
dair farklı çevrelerden destek gelmeye devam ediyor. Barzani’nin
talimatından sonra Asuri Bed
Nahrenyn Partisi Genel Sekreteri
Romyo Hekari de, Asuri-Süryani
savaşçıların Peşmerge Bakanlığı bünyesinde örgütleneceğini
açıkladı. Kürdistan İslami Birlik
Partisi ise bu konuda PDK ile
ilkesel olarak anlaşmaya vardıklarını belirtti.
Federal Kürdistan eski Peşmerge Bakanı Cafer Şeyh Mustafa
ise, Başkan Mesud Barzani’nin
Peşmerge Güçleri’nin birleştirilmesi için verdiği 7 maddelik
talimatı “cesurca bir karar”
olarak değerlendirdi. Eski Bakan,
Peşmerge Güçleri’nin birleştirilmesinin kutsal bir amaç olduğunu ve bu amaca engel olanların
w
Ayrıca Şengal’in geleceğine dair
süren tartışmalara da Şengal Peşmerge komutanlarından açıklama
geldi. Şengal Komutanlarından
Qasım Simêl, Şengal’in geleceğine
halkın karar vereceğini söyledi.
Şengal’in Peşmerge ağrılıklı
güçlerin ortak operasyonuyla özgürleştirilmesi ardından Şengal’in
statüsü ile ilgili başlayan tartışmalara Ezdi Peşmerge komutanlarından da tepki geldi. Ezdi Peşmerge
komutanlarından Kasım Simêl,
Şengal’in geleceğine Şengal halkının karar vereceğini söyledi. Simêl
Kürdistan Bölge Başkanı Mesud
Barzani’nin Şengal’in IŞİD tarafından işgalinden duyduğu derin
üzüntüye vurgu yaparak, “Sayın
Barzani her defasında en büyük
isteğinin Şengal’in kurtarılması,
halkının kendi yurduna, evine
barkına geri dönmesi olduğunu
dile getiriyor” dedi. Simêl, Mesud
Barzani ve Nêçirvan Barzani’nin
Şengal Dağı’nda Şerfedin Türbesine yaptıkları ziyaretlerinin Ezdiler
için çok anlamlı olduğunu ve
güven aşıladığını belirterek şöyle
devam etti: “Yaklaşık 4 aydır, Bölge Başkanı Barzani savaş cephelerinde Ezdilerin yerleşim yerlerinin
kurtarılmasına öncülük ediyor.”
Ulusal Ordu’ya destek
5 Eylül’den bu yana IŞİD işgali altında olan
Kobanê’de devam eden savaşta giderek sona yaklaşılıyor. 120 gündür devam eden savaşta Kürd güçleri
sokak ve mahalleleri IŞİD güçlerinin elinden kurtarıyor.
Bölgeden gelen haberlere göre IŞİD sadece kentin güneyindeki mahallelerde tutunabiliyor.
13 mahallesi olan Kobanê’de şu ana kadar 9 mahalle
kurtarılırken 4 mahallenin kurtarılması için mücadele
devam ediyor. Kobanê’de soğuk mevsim şartlarından dolayı sivillerin de zor günler yaşadığı bildiriliyor. Dördüncü
ayında devam eden Kobanê’deki savaşta Kürd güçleri başlattıkları hamle ile birlikte her gün yeni sokak ve mahalleleri kurtarıyor. IŞİD’in yoğun intihar saldırıları ve ağır
silahlarla yaptığı saldırılara YPG güçleri sokak savaşları,
Peşmerge güçleri ise havan topları, Grad ve Katuyşa füzeleri ile karşılık veriyor. Rojava’da Kobanê dışında Afrin’de
durum sakin iken Cizire kantonunda zaman zaman YPG
ile IŞİD güçleri arasında çatışmalar devam ediyor.
gelmeye başlamıştı. Kürdistan
Bölgesi Başkanı Mesud Barzani,
geçtiğimiz haftalarda Peşmerge Bakanlığı’na gönderdiği 7
maddelik talimatta, Peşmerge
Güçleri’nin parti kurallarına göre
yapılandırılmaması gerektiğini iletmişti. Kürdistan Bölgesi
Başkanlık Divanı Başkanı Fuad
Hüseyin, Barzani’nin öteden beri
bu konuda girişimlerde bulunduğunu söyledi. Hüseyin, “Bu konuda sorunlar olabilir, ancak kimse
Peşmerge’nin birleştirilmesinin
önünde duramaz” dedi.
w
“Şengal,
Kürdistan’dır”
1
w
IŞİD’in Guwer’e yönelik saldırıları sırasında şiddetli çatışmalar
yaşanırken 30 Peşmerge ve asayiş
görevlisi yaşamını yitirdi. Öte
yandan çok sayıda IŞİD mensubu
öldürülürken IŞİD’in üst düzey
komutanı yaralandı. BasNews’in
güvenlik yetkililerinden aldığı bilgilere göre, Guwer cephesinde Peşmerge Güçleri ile IŞİD mensupları
arasında yaşanan çatışmada 30
Peşmerge ve asayiş görevlsi yaşamını yitirdi. Yaşamını yitiren asayiş görevlilerinin Erbil’den takviye
edilen Erbil Asayiş Müdürlüğü’ne
bağlı görevliler olduğu belirtildi.
Peşmerge Güçleri Hazır Cephesi
Kuvvetleri komutanlarından Feridun Ciwanroyi ise, IŞİD’in Guwer
cephesindeki saldırısı üzerine kendilerinin de çatışmaya müdahale
ettiğini belirterek, çatışmada örgütün ağır bir darbe aldığını söyledi.
Ciwanroyi çatışmalarda çok sayıda
IŞİD mensubunun öldürüldüğünü,
örgütün üst düzey bir sorumlusunun da yaralandığını aktardı.
KOBANÊ
BasHaber
12 - 18 Ocak 2015
5
SÖYLEŞİ
kırılma yaşıyorken, Peşmerge ise tam tersi, moral
açısından günden güne iyiye gidiyor. Hatırlarsınız, IŞİD, Musul’a girdiğinde ABD’nin Irak’a
sattığı Musul’daki bütün ağır silahları ele geçirdi.
Ama Peşmergeyle savaşında, o silahlarıyla bile
Peşmerge’nin maneviyatla bütünleşmiş savaşçılığı
karşısında günden güne kaçmak zorunda kalıyor.
Şu an Kerkük civarında, çatışmaların yaşandığı
bölgede yerleşimci bulunmamaktadır. Bu alanda yaşayanların hepsi Araptır ve bunların hepsi,
IŞİD’le birlikte Peşmerge’ye karşı savaştıkları için
IŞİD kaçınca onlar da kaçmak zorunda kalmışlar.”
Kobanêliler dönmek için gün sayıyor
Urfa’nın Suruç ilçesine yerleşen ve sayıları 200 bini bulan Kobanêliler evlerine dönmek için gün sayıyor. Kamplarda kalan Kobanêliler yaşam şartlarından memnun
olmadıklarını ve kentlerine dönmek istediklerini söylüyor.
Kışın bastırmasıyla birlikte yaşam şartları daha da zorlaşan Kobanêliler, Kürd güçlerinin ilerledikleri yolundaki
haberlerle umutlandıklarını belirterek, “Bir saat sonra
Kobanê’ye dönecekmişiz gibi bekliyoruz” diyor.
Enver Müslim: Soğuk bize işlemez, başaracağız!
Kobanê’deki son duruma ilişkin BasHaber’e bilgi
veren Kobanê Kantonu Eşbaşkanı Enver Müslim, soğuk
kış şartlarından dolayı sözlerine “Soğuk bize işlemez ne olursa olsun başaracağız” diyerek başladı.
Kobanê’de savaşın halen şiddetle devam ettiğini
aktaran Müslim, IŞİD’in yenilgisine rağmen hala
Kobanê’yi işgal etme planından vazgeçmediğini ve bunun için destek alarak savaşmaya
devam ettiğini belirterek, “Ama Kobanê’nin
doğusunda ve güneydoğusundaki direnişin karşısında fazla duramıyorlar” dedi.
Kurtarılmış kimi bölgelerin etrafında
çatışmaların şiddetli bir şekilde
sürdüğünü aktaran Müslim, Kürd
güçlerinin büyük bir ilerleme kaydettiklerini ve IŞİD’in tamamen
temizlenmesine ramak kaldığını
belirtti. Müslim, Kobanê’de
toplam 13 mahalle olduğunu
ve bunlardan 9’unun Kürd
güçleri tarafından kurtarıldığını 4’ünün ise her an
kurtarılabileceğini kaydetti.
Dünyaya yardım çağrısı
Kobanê’de bulunan sivillerin durumunu değerlendiren
Müslim, mevsim şartlarından kaynaklı koşulların çok zor
olduğunu ve siviller için viraneye dönmüş kentte zaten
ağır olan şartların soğuk havayla birlikte kat be kat arttığını söyledi. Kobanê’de mazot ve odun olmadığı için ciddi
bir ısınma problemi yaşandığını belirten Müslim, “Isınma
probleminden doyalı sürekli sağlık sorunları yaşanıyor.
Yeterince yiyecek bulamıyoruz. İlaç konusunda çok ciddi
sıkıntılarımız var. Burada çok sayıda çocuğun ayağında
ayakkabısı yok” dedi. Sivillerin sayısının sürekli arttığına
dikkat çeken Müslim, bu durumdan kaynaklı ihtiyaçlarını
karşılayamadıklarını söyledi. Müslim şöyle devam etti:
“Sivillerin her konuda çok ciddi ihtiyaçları var. Bunların
karşılanmaması yeni sağlık sorunları da çıkarabilir. O
nedenle duyarlı olan herkese yardım çağrımızı yineliyoruz. Bu nedenle insani yardım koridoruna acilen ihtiyaç
duyduğumuzu bir kez daha duyurmak istiyorum” diye
konuştu.
Dayanışma savaşın seyrinde etkili oldu
Peşmerge, YPG ve YPJ’nin dayanışmasının savaşın seyri
konusunda etkili olduğunu dile getiren Müslim, “IŞİD bu
hamle karşısında sürekli geriliyor. Ve böyle devam ederse
çok kısa bir süre sonra Kürd topraklarını tamamen temizleyeceğiz” dedi. Savaşın saatlik aralar dışında başından
beri aynı tempoda gittiğini belirten Müslim, “IŞİD, tüm
imkanları ile hala Kobanê’yi düşürmeye çalışıyor. İntihar
eylemlerini daha yoğun yapmaya başladılar ve her yolu
deniyorlar. Bombalı araçlarla yaptığı intihar saldırılarında ise esas amacı kentte taş üstünde taş bırakmamak ve
viraneye çevirmektir. Kürd güçleri karşısında kırıldıkları
için böyle yöntemlere başvuruyorlar. Bu yöntemlerle de
başarıya ulaşamazlar. Başarıya ulaşacak amaç, bizim
Kobanê’yi onlardan temizlememizdir”
Anlaşmanın uygulanması için ENKS’yi bekliyoruz
Cizîre Kantonu Yasama Meclisi Eşbaşkanı Hekim Xalo
ise, Duhok Anlaşması sonrasında yaşanan sorunlarla ilgili
değerlendirmelerde bulunarak, anlaşmasının ilk maddesinin yerine getirildiğini ancak ENKS içinde yaşanan
sorunlardan kaynaklı sürecin ağır işlediğini söyledi. Son
seçimlerde ENKS içinde bazı sorunlar çıktığı dile getiren
Xalo, “TEV-DEM ise ‘bir sorun varsa bizim oluşturduğumuz yapı içinde halledilmeli’ diyerek çağrıda
bulundu. Yapılan toplantıda 21 kişi hazırdı fakat
9 kişi yoktu. Biz de bundan kaynaklı eksik olan
9 kişinin de hazır olacağı bir toplantı istedik.
Önümüzdeki dönemlerde herkesin katılacağı bir
toplantı ile bu sorunları çözeceğiz. Hatta
TEV-DEM 30 kişilik komitenin sayısının da
arttırılabileceği önerisinde
bulundu. Bunu oluşturmak için çok geç kaldık. Ve
ENKS’nin artık çözüm için
adım atması gerekiyor. Bizim
için Duhok Anlaşması çok önemlidir. Biz ENKS’yi bekliyoruz”
diye konuştu.
Xalo, geçtiğimiz haftalarda
basıldığı iddia edilen ENKS
bürolarıyla ilgili bilgi sahibi
olmadıklarını kaydederek,
“Böyle bir şey yapılmışsa
bile bu oluşumun politik
tavrı değildir. Biz bunu
onaylamıyoruz. Böyle bir
durum varsa bunun üzerinde durup çözmeliyiz” dedi.
05
Katliamın ardından
MESUT YEĞEN
Paris’te gerçekleştirilen gazeteci/çizer katliamının halka halka sonuçları olacağını kestirmek güç değil. 11 Eylül’ün sonrasında olduğu
gibi ülkeler işgal edilmeyecek belki
ama Müslümanların Batı’yla ‘ev sahibi’ ve ‘misafir’ olarak karşılaştığı
iki büyük coğrafyada, Avrupa’da ve
Ortadoğu’da zaten çoktandır iyi gitmeyen şeyler muhtemelen daha da
kötüye gidecek.
Musibetten hayır çıkması olmayacak iş değil ama bu
seferki musibet hayra vesilece olacağa benzemiyor. Fransa
başta, sekülerlikle, Hrıstiyanlıkla, Batı’yla ‘misafir’ olarak
karşılaştıkları Avrupa’nın pek çok yeri Müslümanlar için
şimdikinden de zor yerler olacak. Avrupa’nın epey bir zamandır sevdiği içe büzüşme hali, Müslümansızlaştırılmış,
göçmensizleştirilmiş Avrupa hayali büyük ihtimalle daha
da büyüyecek.
Ortadoğu da, başta Suriye, bugünkünden kötüye gidecek. Batı nazarında, İslamcılığı rakip bilen, kontrol altında
tutan diktatörlükler, diktatörler, seküler ya da değil, kıymete binecek. Afganistan’ın ve Irak’ın işgaliyle büyüyen
ve radikalleşen İslamcılığı daha da büyütmesi muhtemel
İslamcılık tedibi güçlenecek. Bu da, Batı’nın mutlak kötü,
Müslümanların da mutlak mağdur oldukları fikrine daha
çok yer açacak Ortadoğu’da.
İslam’ın, Müslümanların sekülerlikle ve Batı’yla karşılaşmasının ve iç içe geçmesinin en kadim, en otantik mekanı olarak Türkiye’nin de bu gidişattan nasibini alması
kaçınılmaz görünüyor. Avrupa’da ve Ortadoğu’da muhtemelen olacak olanların Türkiye’yi etkilememesi mümkün
değil ama galiba buna da gerek kalmayacak çünkü bundan
önce ya da bununla beraber, Türkiye’nin kendi kadim sekülerler ve dindarlar gerilimi bu gidişattan nasiplenecek.
Nasıl nasipleneceği de muamma değil.
Hem bir zamandır yapılan edilen ve yazılan çizilen,
hem de son birkaç günde sarf edilen sözler kadim gerilimimizin Paris’teki katliamdan nasıl nasipleneceğini gösteriyor. Taraflar şimdikinden daha kuvvetli olarak karşısındakine “Siz İslamcılar!”, “Siz islamofobikler!” demenin
ötesine gidebilecek gibi görünmüyor. “Dinden, diyanetten,
İslam’dan bir halt olmazla”, “Müslüman/İslamcı ‘bunu’
yapmaz, ‘bunu’ yapan Müslüman/İslamcı olamaz” vecizeleri etrafında sürecek görünüyor sekülerler dindarlar gerilimimiz. Bir zamandır zaten alevlenmiş kadim gerilimimiz
belli ki daha da harlanacak Paris katliamının ardından.
Ne yapmak lazım gelir peki? “Daha adil bir dünya/
Türkiye”, “daha çoğulcu bir kamusal alan”, “bir diğerimize
tahammül” vb. hep söylediğimiz ‘işe yaramayan doğruları’ tekrar etmenin fayda etmediği zamanlardayız, bu belli.
Bunları ikame edebilecek, bugün işe yarayabilecek bir doğru var mı, onu da bilmiyorum.
İşe yarar bir doğru yok diye, işe yarar, hepimizce, ya
da pek çoğumuzca adil bulunacak doğruyu buluncaya, inşa
edinceye kadar boş oturmak da olmaz. Bu boş zamanlarda
karşımızdaki hakkında, karşımızdaki üzerine düşünürken,
kendi üzerimize, yan yana durduklarımız üzerine de düşünebiliriz. Hatta karşımızdaki hakkında, karşımızdakinden
çok kendi üzerimize, yan yana durduklarımız üzerine düşünmeyi deneyebiliriz.
İşe yarar doğruyu bilmiyoruz ama “sekülerler ve dindarlar, birbirimizin gözünü oymadan, nasıl bir arada yaşayacağız” sorusunun cevabını buluncaya kadar, seküler
ya da dindar, her neysek onun üzerine düşünmeye çalışabiliriz. Sekülersek islamofobi, Müslüman, dindar ya da
İslamcıysak İslamcılık üzerine düşünmeye başlayabiliriz.
İslamcının caniliğindense İslamofobinin, sekülerin islamofobluğundansa Paris’te katliam yapan, Suriye’de kelle
uçuran İslamcının caniliği üzerine düşünmeyi deneyebiliriz. Karşımızdakine küfretmek yerine yanımızda durana
“saçmalama, ya da sakin ol” diyebiliriz.
“Siz islamofobikler!”, “Siz İslamcılar!” kadar rahatlatıcı olmayacaktır ama bu karanlık zamanlarda bütün önerebileceğim bu.
06
SÖYLEŞİ
BasHaber
12 - 18 Ocak 2015
BasHaber
SÖYLEŞİ
12 - 18 Ocak 2015
Araştırmacı - Yazar Mehmet Bayrak:
Yakın tarihimizi bilmeden yüzleşme olmaz
Koruculuk sistemi Hamidiye
Alayları’nın kırıntılarıdır
Tüm bunlarla Kürdler, Ermeniler
yüzleşmek istemiyor mu?
Dolayısıyla Kürdlerin hesaplaşması ya da
yüzleşmesi ya da mahkum etmesi isteniyor
Hamidiye Alayları’yla. Doğru ama Hamidiye
Alayları devletin milis kuvvetiydi zaten aynı
korucular gibi. Biz onlarıda mahkum edeceğiz,
bunun dışında haksızlık eden ne kadar Kürd
Zilan’a Dersim’e gitmeden, Maraş’la
Çorum’la yüzleşememişken toplumsal
barış nasıl mümkün olabilir?
Tüm bu katliamların soykırımların sürgünlerin olabilmesinin sebebi Kürdlerin de Alevilerin de büyük bir aldanmışlığıyla, aldatılmışlığıyla alakalı. Bunu önce böyle görmek lazım.
Bir aldatılmışlık tabiri caizse ideolojik düşünsel
iğfal edilmişlik artı örgütsüzlük. Darmadağın
edildi bu örgütlenmeler ve özellikle Aleviler,
kimliği üzerinden Alevi Kürdleri tek
yanlı bir aşka mahkum oldular
Cumhuriyet rejimi boyunca. Geçmişte Osmanlı‘yı tanıyorlar, bunlar
göreceli olarak biz reform
getiriyoruz, Şeyh-ül İslamlığı
kaldırıyoruz, laikliği getiriyoruz
diyerek tek yanlı bir aşka mahkum ettiler bu toplulukları ve bu
mahkumiyet çok uzun süre devam
etti. Bu unsurlar, devlet aygıtının
gerçek ideolojisini anlayamadılar.
Aleviler, Kürdlerden sonra
örgütlenebildi
Alevi örgütlenmesi bundan da
sonra 1995’te
ancak tescil
edilebildi Alevi
adını. Ondan
önce Alevi adı
rg
.o
da yasak, bu adla dernek kurmak yasak, örgüt kurmak yasaktı.
1993 yılında yaşanan Sivas‘taki Madımak Katliamı bu konuda
bir ivme görevi yaptı. Avrupa’da da önemli bir Alevi toplumu
vardı dolayısıyla ona bir tepki olarak yoğun bir örgütlenme
başladı. Avrupa’da bugün bir konfederasyon tarzında dünyanın
birçok ülkesinde örgütlüler ve bütün Avrupa aslında birçok
açıdan da bunun öncülüğünü yaptı tabiri caiz ise ve yoğun bir
sorgulamaya geçildi işte Sivas‘taki anmalar veya diğer bölgelerdeki anmalar o süreç üzerine yoğunlaşmaya başlandı ve bunlar
hem kendisiyle hem devletle yüzleşmeyi getiriyor haliyle.
ur
d
ak
iv
katliamları özellikle Kürd coğrafyasında iki
kimlikle de resmi ideolojiye ters bir coğrafya.
Zaten ülkede dikkat edilirse en büyük Alevi
Kürd havzalarından biri Dersim merkezli Fırat
havzası bölgesidir, bir tanesi de Maraş merkezi
İç Toroslar havzasıdır ve bunlar Malatya ve
Sivas üzerinde komşudur aynı zamanda, köprü
görevi görüyor. Malatya ve Sivas’ın bir bölümü
Fırat havzasına bağlıdır, bir bölümü İç Toroslar
havzasına bağlıdır.
rs
İşbilikçi Kürd ağalarına ve eşrafına
ihtiyaç var
Niye yapılamaz?
Çünkü Ankara hükümetlerinin işbirlikçi
Kürdlere ihtiyacı var. Korucular yine Şark
Islahat Planı’nın bir öngörüsüydü. İhtiyaç duyulması halinde milis kuvveti olarak kullanılmak üzere. Ondan dolayı ne Kemalist yönetim
dönemi, ne İnönü, ne Demokrat Parti döneminde ve ne de sonraki iktidarlarda da dikkat
edilirse bir toprak ve tarım reformu yapılmadı. Çünkü işbirlikçi Kürd ağalarına ve Kürd
eşrafına ihtiyaç var o nedenle yapılmadı.
Her defasında da yazdım, yapamazsınız. Şark Islahat Planı cevaz
vermiyor. Şark Islahat Planı Mesut
Yeğen’in deyimiyle‚ ‚TC’nin Kürd
Anayasası’nın adıdır. Yakın
dönem Alevi
Resmi ideoloji öyle kurumsallaşmıştı ki; bunun bütünüyle çöktüğünü
söylemek için çok çok iyimser olmak lazım. Bir kere devlet aygıtının
ister karanlık de ister aydınlık de, ne dersen de bu aygıtın direnmeye
çalıştığı bir gerçek. Bu son operasyonla bu aygıt kısmen güya cezalandırılmaya çalışıldı. Fakat iktidar kavgasıyla buna da tekrar perde çekildi.
Dolayısıyla en kaba unsurlarının da tasfiye edildiği söylenemez. Devlet
resmi ideolojisinin de bütünüyle tasfiye olduğu söylenemez. Ama bu bir
süreç IŞİDir çok önemli darbe aldı. Bu konuda büyük fay kırıkları oluştu açık söylemek lazım. İşte bizim yayınladığımız belgelerle yeni yayın
süreciyle bu konuda yapılan çalışmalarla büyük ölçüde darbelendi. Çok
büyük ölçüde darbelendi devletin resmi ideolojisi. Ama bunun için tabi
ki daha zaman var ve mücadeleyi sürdürmek gerekiyor.
.a
Neden?
Her din kendini hakim kılmak amacıyla
önceki kültürel değerleri alt üst ediyor, imha
ediyor. 7. yüzyıla tarihlenen Hezarmert‘te bulunan bir Kürdçe şiirde o zaman ki Zerdüşti ve
Mazdekçi Kürdlerin İslam Hilafeti tarafından
nasıl aşağılandığı nasıl katledildiği anlatılıyor,
daha 7 yüzyıl önce yazılmış bir şiirde. Bu Aleviliğin önceliğidir. Kızılbaş Kürdlerden önceki
zümrelerden söz ediyorum, topluluklardan sözediyorum. O tarihten bu tarihe devam ediyor.
Selçukluda var, Osmanlıda var biliniyor. Belki
de o tarihlerde milliyet bilinci olmadığı için
din üzerinden yapılıyordu bu katliamlar. Daha
sonra özellikle de Abdülhamit döneminden
itibaren buna aynı zamanda milliyet unsuru da
eklendi. Bu sebeple Abdülhamit‘ten itibaren
etnodinsel arındırma hareketi başlatıldı. Dikkat
edelim Ermeni katliamı 1895-96’dır. O tarihte
yine Kızılbaş Kürdlere dönük katliamlar var.
Bugün yeterince bilinmiyor. Yine 19.yüzyılın
başında Osmanlı Seraskeri Veziri Azam Gürcü
kökenli Kör Yusuf Ziyaeddin Paşa başkanlığındaki ordu, Dersim bölgesinde büyük bir katliam yapıyor, bu bilinmiyor. Bir gece çağırıyor
Dersim aşiretleri reislerini görüşme amacıyla,
Erzincan bağlarında bunların yüz ellisinin kellesini gece hile ile kesiyor. Aşiret reislerinden
sözediyorum. 19. yüzyılın başlarında oluyor
ve biz yakın tarihimizi yeterince bilmiyoruz.
Bunlar yeni yeni ortaya çıkıyor.
Resmi ideoloji çöktü mü?
w
Bir araştırmacı olarak dünyada Kürd
Kızılbaşların yaşadığına benzer katliamlar var mı? Neden bu kadar nefret
ediyorlar Kızılbaş Kürdlerden?
Kızılbaşların taaa Selçukludan hatta İslam
halifeliklerinden bu tarafa başı hoş değil zaten.
Hakim dinler, hakim zihniyetler o dönemden itibaren Kızılbaşların başına gelenlerin
sorumlusudur. En eski Kürd edebiyat ürünlerinin milattan 400 yıl önce başladığı biliniyor.
Boraboz’dan itibaren Semavi dinlerin ortaya
çıkmasıyla birlikte büyük bir kültürel kayıp
ve baskılanma var. Biz biliyoruz ki Hilafet
döneminde, Hristiyanlığın yayılma döneminde,
dünyanın en büyük kütüphanesi olan İskenderiye tamamen darmadağın ediliyor. Ömer
döneminde de yakılıp, yok ediliyor tamamen.
varsa ki, ağırlıkla Müslüman Kürdlerden sözedilebilir o konuda. Yani devletin yedeğinde yer
alan unsurlar olarak biz onları elbette mahkum
edeceğiz eleştireceğiz.. 1924’de Hamidiye
Alayları lağvedildi ama Mustafa Kemal, 1925
hareketi döneminde yine Hamidiye Alayları
kalıntılarını Mahalli Milis Kuvvetleri adıyla topladı tekrar. Unutmayalım ki o zaman
Abdulhamit nasıl ki Hamidiye Alayları‘na
ihtiyaç duyduysa, ihtiyaç olunan her yerde
bu unsurlara başvuruldu. Nitekim dünyanın
hiçbir yerinde belki örneği yoktur bu Koruculuk sisteminin. Koruculuk sistemi Hamidiye
Alayları‘nın Cumhuriyet dönemindeki devamıdır. Bunun da izleri Şark Islahat Planı’nda
var. Orada bir madde var: 1925 isyanında
isyancıların yanında ve içinde yer alan Kürd
unsurlar çeşitli biçimlerde tasviye edilecekler,
dağıtılacaklar diyorlar, nitekim ölüm 15 bin
kişi, sürgünler hariç. Ve Ankara hükümetinin
yanında yer alanlar ise yerlerinde kalacak ve
daha da güçlendirileceklerdir. Bundan dolayı
Kürdistan‘da hiçbir zaman bir toprak ve tarım
reformu yapılmadı, yapılmaz.
w
Yeter Polat
w
Türk resmi tarihinin ideolojik temelleri ve Kızılbaş Kürdlüğü konulu otuzun
üzerinde çalışma yapmış önemli belgelerin
kamuoyuna duyurulmasını sağlamış olan
Mehmet Bayrak, 1948 yılında Orta Anadolu Kürd yerleşim bölgelerinden biri olan
Binboğa Dağları eteklerindeki Kayseri’nin
Sarız İlçesi‘ne bağlı Dallıkavak Köyü‘nde
doğmuş. Türkçe ile ilk kez ilkokulda
tanışan Bayrak ortaokul ve lise eğitimini
Kayseri’de yapmış. Ankara Üniversitesi
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji
Bölümü‘nden 1970’de mezun olmuş.
Üniversiteyi bitirdikten hemen sonra
yazma serüvenine atılan Mehmet Bayrak,
ilk olarak 1971’de dönemin eski ve yeni
kuşak sosyalistlerini biraraya getiren
Gelecek Dergisi’nde başlıyor. Teyfik Fikret
ve Devrim adlı ilk yazısı aynı zamanda
1973’de yayımlanan ilk kitabının da adı
oluyor. 1972’den sonra daha çok Türkoloji
alanında, halk edebiyatı ve Alevi-Bektaşi
edebiyatı bağlamında eserler veren Bayrak, 1975’te Özgürlük Yolu Dergisi’nin çıkmasının ardından folklor ve Kürd kültürü
üzerine kendi adıyla ve mahlas isimlerle
araştırmalarını yayımlamayı sürdürüyor.
“O dönemde TRT muhabiri olduğum
için kendi ismimi daha az kullanarak
yazılar yazmak durumunda kaldım” diyen
Mehmet Bayrak, 1980’li yıllardan itibaren
özelIikle foklor ve tarih üzerinden Kürd
sorunuyla, Kürd kimliği ile ilişkilenmeye
yoğun biçimde başlıyor. 1984’de Alevi
önderlikli halk hareketleri ve çağdaş
destanlar konulu kitabı yayımlanıyor ve
kendi deyimiyle ‘Türkolojiden Kürdolojiye’
kitap boyutunda geçişi tam da bu yıllarda
gerçekleşiyor.
1985’de Eşkiyalık ve Eşkiya Türküleri
adıyla ilk inceleme antoloji çalışmasını
ortaya çıkaran Bayrak, yine 1986’da ilk
kez bir Alevi yazar olarak Pir Sultan Abdal
Dergisi’nde yazmaya başlıyor. Bu aynı
zamanda Alevi bir yazarın yazdığı ilk Pir
Sultan Abdal kitabı olarak anılıyor dönemi
içerisinde. O tarihten bu tarihe çok sayıda
kitabı yayımlanan Mehmet Bayrak temel
olarak, Alevilik, Kürdoloji, Türkoloji
konularında ve ezilen cins olarak kadın konularında da kitaplar yayımlamaya devam
ediyor. Çalışmalarımın düşünsel miğferi
dediği konular yine, ezilen ulus Kürdler
ve diger halklar, din olarak ezilen Aleviler
ve diğer inançlar, ezilen sınıf olarak
emek kesimi, ezilen cins olarak kadınları
kapsıyor. Bu kimliklerin tümünü ilgi alanı
ve yanında yer aldığı kimlikler olarak
tanımlayan Mehmet Bayrak’a neden diye
sorduğumuzda, “çünkü tümü yok sanan,
baskılanan yada yasaklanan kimliklerdir’’
diyor.
Yakın tarihini bilmeden yüzleşme olmaz
Şimdi geliyorum senin o son sözüne bu yüzleşme nasıl olacak
önce biz yakın tarihimizi iyi bileceğiz. Yakın tarihimizi iyi bilince bu devlet aygıtının ne kadar kirli olduğunu bir daha göreceğiz. Ne yapmak istediğini daha iyi anlayacağız. Ve gerek yerel
gerek ulusal ve uluslararası platformlara bu konuları götüreceğiz, taşıyacağız. Daha yakın tarihte işte birkaç hafta önce ben
İstanbul’daydım, Dersim ile ilgili bir panele katıldık, sonra bir
geceye katıldık. Orada açıklanan bir belge var ama ben o belgeyi
daha önce görmüştüm. Hasan Saltık’ta göstermişti. 1937-1938
katliamında biliyorsun zehirli gaz kullanılıyor. Bombalama
ile başlıyor tabi 37’de, bunu ilk olarak Kemal Kılıçdaroğlu’na
açıklamıştı İhsan Sabri Çağlayangil. Refik Saydam katliam
döneminde Sağlık Bakanı sonra Başbakan oldu, Başbakan iken
1942’de Genelkurmay‘a yazı yazıyor, yazı bugün elimizde, o
belge açıklandı orda zaten. 1942’de ‚‘İnsanlara karşı Dersim‘de
zehirli gaz kullanılması bir insanlık suçudur, bir doktor ve bir
yönetici olarak bunu tasvip etmiyorum bu bir insanlık suçudur‘
diyor. Buna rağmen 1944’te Genelkurmay Başkanlığı mağara
aramaları, eşkıya takibi konusunda bir broşür yayımlıyor. Yani
Başbakan böyle diyor buna rağmen Genelkurmay 1944’te broşür
yayımlıyor, elimizde var bu broşür.
Belgeler var evet şimdi ne olacak?
Ne oldu şimdi tüm bunları bilerek? Bu belge ile birlikte zaten
açık söyleyeyim benim de katkılarımla Dersim’i Yeniden İnşa
İnisiyatifi var, dernek oldu şimdi bunlar konuyu uluslararası
ceza mahkemesine götürdüler. İnsan Hakları Mahkemesi‘ne
götürecekler. Bu belgeler devamlı üstüste biniyor, bunlar ortaya
çıkınca mahkumiyet kaçınılmazdır. Maraş Katliamı ve diğerleri
çok daha yakın dönem bu konuda artık ifşaatlar başladı. Çok
yakın dönem ve devlet bununla yüzleşemediği gibi, o mahalli
unsurlarda bulunanlarda utanıyorlar belki, yani insan olan
zaten utanır gerçekten utanması gerekir. Bir bölümü çıkarlarına
halel gelmesin diye bir bölümü utancından, devlet de mahkum
olacağından korktuğu için bununla yüzleşmekten imtina ediyor.
Ama korkunun ecele faydası yoktur. Bunu unutmayalım hiçbir
zaman, gerek Kürdler gerek Aleviler eskisinden çok daha örgütlüdür. Avrupa Birliği‘ne girmeye çalışan Türkiye, Avrupa Birliği
müktesebatını ve uluslararası yasaların da önemli bir bölümünü
kabul etmiş durumda, dolayısıyla artık bu olay kaçınılmazdır.
Yani Türkiye’deki yönetimler tüm yakın tarihiyle en azından
100 yılı baz alırsak yüzleşmek zorundadır. Çünkü Cumhuriyet,
İttihat‘ın devamıdır. İttihat’tan itibaren tarihiyle yüzleşmek ve
bu konuda diğer Avrupa ve dünya ülkeleri nasıl adımlar atıyorsa
aynı adımları atmak ve halkıyla barışmak zorundadır. Başka bir
çıkar yol yok.
Şark Islahat bilinmeden ne Kürd
ne de Alevi meselesi anlaşılır
Cumhuriyet döneminde olup
bitenleri hatırlatır mısınız?
Meşrutiyet hareketiyle, Cumhuriyet’e
gelinceye kadar 20 dolayında Kürd kimlikli gazete ve dergi yayınlanmış. Osmanlı
döneminden söz diyorum. Keza o tarihlerde demokratik nitelikte 15 dolayında Kürd
kimlikli siyasi parti ve demokratik örgüt
var. Kürd Kadınları Teali Cemiyeti yada
Kürd Talebe-Hevi Cemiyeti gibi gençlik
örgütleri var. Durum böyleyken Cumhuriyet döneminde tümü yasaklanıyor red ve
inkar dönemi başlıyor. Bunun en somut
belgesi 1925 tarihinde gizlice hazırlanan
Şark Islahat Planıdır. Benim ilk kez ortaya
çıkardığım Şark Islahat Planı bilinmeden
ne Kürd meselesini ne de Alevilik meselesini anlayabiliriz. Niçin söylüyorum bunu;
28 maddeden oluşan bu planının daha
birinci maddesinde şu söyleniyor: ‘Aşağı-
daki plan bütünüyle hayata geçirilinceye
kadar Kürdistan’da askeri yönetim devam
ettirilecektir‘ deniyor.
Tedip, Tenkil, Taqtil, Tehcir,
Temsil, Temdin ve Tasfiye’yi iyi
bilmeliyiz, bu ne anlama geliyor?
Bu demektir ki zaten planın devam
eden maddelerinde: Te‘dip; askeri yöntemlerle hizaya getirme, Tenkil; cezalandırma, Taqtil; katletme, Tehcir; zorla
göçettirme, Temsil; asimile etme, Temdin;
medenileştirme adına Türk-İslamlaştırma
ve tasfiye politikaları uygulanarak Kürd/
Alevi kimliği yok edilinceye kadar
Kürdistan’da yada Kürd toplulukları
arasında askeri yönetim devam ettirilecek
deniliyor. Nitekim 1925’de bu plan hazırlandıktan sonra 20 yıl süreyle Umumi
Müfettişlik rejimi hükümrandı bu ülkede.
Röportajın tamamı basnews.com sitesinde yayımlanacaktır.
07
Ergenekoncu
bir ruh var havada
FERHAT KENTEL
Birileri Charlie Hebdo’da çıkan karikatürleri haklı çıkaracak şekilde (ya da
çıkarmak üzere) kan döküyor. Bu ilginç,
fakat bilindik bir tavır. Hani “soykırım
deme sakın, yoksa atalarımızın yarım
bıraktığı işi tamamlarız!” diye tehdit
edenlerin ürettiği mantıkla aynı. Hedefe
tam da öldürülecek / nefret edilebilecek
kurbanlar koyabildiği ölçüde kendi varlığını da sürdürüyor.
Fransa’daki olay bizzat bu yola baş koymuş “İslamcılar”
tarafından yapılmış ya da her daim hazır olan “İslamcı” taşeronlar kullanılarak tezgahlanmış bir “operasyon” olabilir. Her
halükârda korkunç! Ancak hem küresel hem ulusal ölçeklerde
korkunç türevleri var.
Bir hatırlatma: mesela bizde, memleketi Kürdlere, Ermenilere, dincilere, AKP’cilere bırakmamaya yemin etmiş sözde
“vatanperver” Ergenekoncular Hrant’ın mahkemesinde bozuk para atıyorlardı. Karşısına geçen herkese tepeden bakan,
“sen!” diye hitabeden Türk mahkemesinin yargıçları, savcıları süt dökmüş kedi gibiydiler bu pervasız güçlerin karşısında.
Çünkü onlardan çok daha güçlü olduğunu bildikleri çok derin
bir yapılanma vardı karşılarında.
Sonra Hrant’ı öldürdüler; Zirve katliamını yaptılar.
Fırat’ın ötesini ise tam bir cehenneme dönüştürdüler.
İşte şimdi onlar serbest kaldılar. Ve bugün Cizre’de cirit
atan ve plakaları sökülmüş “akrep”lerde izlerini, sağda solda,
sosyal medyada seslerini ve ürettikleri kültürü ve dili duymak
hiç zor değil.
Ve ne yazık ki hepimizin, bütün belaların sebebi olarak
görebileceğimiz düşmanlarımız var artık.
Ve ne yazık ki, böyle bir zamanda bütün toplum karşısında
eşit mesafede durabilme ihtimali bile sağaltıcı olabilecek devlet-hükümet kanadından da mangalda kül bırakmayan öfke ve
şimşekler yollanıyor “düşmanlara” karşı...
Farkında değiller yarattıkları canavarın... Ya da farkındalar ve belki de bizzat bunu istiyorlar... Kârlı bir savaş!
Ergenekoncuların en büyük başarısı bu memlekette
“adam vurulabilir” duygusunu güçlü bir şekilde beslemek oldu.
Bu nedenle Samsun Emniyet’inde Hrant’ı ensesinden vurmuş
bir katilin eline bayrak verip kahramanlık pozları verdirdiler.
Ama herkesi katil yapmak zor; bu yüzden çok daha mükemmel bir sonucu elde ettiler; herkesi birbirinden “nefret
edebilir” kıvama getirdiler.
Öte yandan, “İslamcı örgüt” etiketi arkasına saklanıp “terör” yapan bir takım insanlarla bir türlü nasıl ilişki kuracağını
bilemeyen bir takım yazar-çizer takımı Paris saldırısı karşısında da nadide mantık oyunları sergilediler. Hem “ ‘Olay’ı Müslümanlar yapmış olamaz; bu, gizli servislerin islamofobiyi beslemek üzere tezgahladıkları bir ‘komplo’ ” dediler... Hemen
akabinde de Charlie Hebdo’nun –neredeyse- bu cezayı nasıl
da hak ettiğini anlattılar!
“Bunlar Müslüman değil” diye anlatıp duruyorlar. Tabii
ki o katiller her şeyden önce katil... Peki paralelcilerle, Gezicilerle uğraşmaktan hâlâ bıkmayıp, Türkiye’nin şehirlerini talan
eden inşaat şirketlerine toz kondurmayanlar? Soma katliamında “bu kazalar işin fıtratında var; İngiltere’de de oldu” diye
metin yazan danışmanlar? Müslüman kadınları kilisede çektirdiği fotoğraf yüzünden linç edenler? 700 bin liralık saat takan
adam? “Bakara-makara” diye dalga geçen diğer adam?
Eğer “o da değil, bu da değil” ise neden bütün bu sahtelerle mesafe koyamıyor bu “dindar” ya da bir anda “AKP’ci”ye
dönüşüveren, son mahsul aparatçik “beyaz Türk” yazar-çizerkonuşur cemaati?
Bu arada “solcu” cemaatte de eski defterler karıştırılmaya
başlandı. 1969’un “Kanlı Pazar” olayları ve öncesindeki Necip
Fazıl’ın, Mehmet Şevki Eygi’nin “ölüm çağrıları” yapan sözleri
hatırlanmaya başlandı...
Gene bu arada... Yeni “güvenlik paketi”ne, “makul
şüphe”ye, “kamu düzeni”ne paralel olarak, Ocak ortasında
Güney Kore’den 1.9 milyon adet biber gazı kartuşu ve gaz
bombası Türkiye Hükümeti’ne teslim edilecekmiş!
Gerçekten hem küresel hem de ulusal Ergenekonların başarısı karşısında saygı duymak lazım!
BasHaberSÖYLEŞİ
12 - 18 Ocak 82015
CHARLIE HEBDO
çok fazla çünkü Ortadoğu’da süren
savaş içerisinde insanlara moral
veren tek şeyin mizah olduğunun
farkındalar.
Mizah muhafazakarlığın ve iktidarların her zaman karşısında olmuştur.
Mizah dergileri hiçbir zaman kutsal
değerlere dil uzatmamıştır. Bunu
yaparken de iktidarlarında eleştirmeyi es geçmemiştir. Bu muhafazakarlık
ve iktidar karşısında daha çok ses
çıkarmak gerekiyor ama ne yazık ki
korkunç olan şey bizzat bir başbakanı
çizip eleştirmenin sizi hedef haline
getireceği duruma gelmiş olmaktır.
Charlie Hebdo’nun Peygamber çizimi
ile Türkiye’de Tayip Erdoğan’ın
rg
.o
ur
d
ak
rs
iv
çizimleri neredeyse eş tutuluyor bu
da bizde mizah ve ifade özgürlüğü
açısından kaygılara neden oluyor.
Erol Önderoğlu – Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü Türkiye
Temsilcisi
Karikatüristler halkı bilgilendirme, muhakeme gücünü arttırma ve
eleştirme hakları karşısında yaşanabilecek en ağır bedeli yaşamış oldular. Hiçbir demokratik toplumda,
dünyanın hiçbir yerinde görmemeleri
gereken bir muamele ile karşılaştılar. Bu kişilerin cezalandırılması
değil toplumlarını belirli bir seviye
getirmek isteyen tüm yönetimlere ve
sivillere karşı yapılmış bir saldırıdır.
Dolayısıyla hiç ‘ama’sız bir şekilde bu
saldırıyı kınıyoruz. Bugün demokratik toplumlar bu temel hakların
.a
Je Suis Charlie
w
hedef aldığını ifade ederken, birçok açıklamada da katliam ile Peygamber karikatörleri
eşitlenerek, ‘saldırının Peygamber’e hakarete’
bir yanıt olduğu vurgulanıyor.
Öte yandan Fransa’daki radikal İslamcı
saldırıların özellikle Avrupa’da Müslüman
göçmenlere yönelik ırkçı saldırıların artmasına
neden olacağı yolunda endişeler var. Avrupalı
devlet yöneticileri saldırıların İslamı da hedeflediğini ifade ederek İslafobi’nin yaygınlaşmasını engelleme amaçlı retorik kullanırken,
ırkçı Pediga taraftarlarının son saldırılardan
sonra güçlenebilecekleri endişesi var. Almanya
merkezli olarak tüm Avrupa’ya yayılan ırkçı
Pediga hareketi özellikle IŞİD ve El Kaide tehdidini öne sürerek radikal İslamcıların Avrupa
uygarlığını tehdit ettiği gerekçesi ile yabancı
düşmanlığı yapıyor.
Toplam 20 kişinin ölümüne neden olan katillerin Paris’te düzenledikleri seri saldırılarda
polis tarafından düzenlenen operasyonlarda
öldürülmeden önce görüştükleri gazetecilere El Kaide üyesi olduklarını ifade ettikleri
bildirilirken, El Kaide’nin bildiri yayınlayarak
Fransa’yı tehdit ettiği bildiriliyor. Bu arada
özellikle Almanya ve İngiltere’de yeni saldırılara karşı alarm durumuna geçildiği bildiriliyor.
Dünya İslam Alimleri Birliği Genel Sekreteri Ali Qeredaxî de Paris’te Charlie Hebdo’ya
yapılan saldırıyı “çirkef” olarak niteleyerek
kınadı. Basın toplantısı düzenleyen Qeradaxî
bu tür saldırıların hiç bir dine, millete ve davaya hizmet etmediğini belirterek, sadece savaş,
çelişki ve çatışmaları körükleyen bu tür saldırıları hiç bir semavi dinin benimsemediğini
ve saldırıyı yapanların Müslüman olmadığını
söyledi.
Bu arada saldırıların ardından 3 gün yas ilan
edilen Fransa’da Pazar günü yapılacak olan
Cumhuriyet yürüyüşü yapılacak. Çok sayıda
dünya liderinin katılacağı yürüyüşte Başbakan
Ahmet Davutoğlu’da yer alıyor.
Katliama tepkiler
Mesud Ata – Yeni Harman Mizah Dergisi
Böyle bir saldırı sonucunda
Avrupa’da, özellikle sağ kesimin göçmenlere karşı ırkçı yaklaşımlarını da
göz önüne aldığımızda olabilecekleri
önceden görebiliyoruz. Ama bizim
Leman Dergisi olarak öncelikle yapmamız gereken şey bu vahşete dikkat
çekmek. Bunun dışında Avrupa’da
kimlik ve din ayrımı olmadan bütün
Avrupalı olmayanlar da tehlike altına
girmiş oluyor. Türkiye’de de uzun
yıllardır dergimize ve muhalif olan,
öfkesini dile getirenlere karşı hedef
göstermeler saldırılar olmuştur. Bu
süreçte okurlarımızın bize desteği
09
Charlie Hebdo katliamı
w
F
ransa’nın başkenti Paris’te bulunan
karikatür dergisi Charlie Hebdo’ya
yönelik 6 Ocak Çarşamba günü
düzenlenen silahlı saldırı ve
sonrasında meydana gelen ve 20
kişinin hayatını kaybettiği saldırılar dünyada
geniş tepkilere yol açtı. Geçtiğimiz yıllarda Hz.
Muhammed’in karikatürlerini yayımladığı için
radikal İslamcılardan tehdit alan Charlie Hebdo Dergisi’ne giren El Kaide üyesi 2 saldırgan
dergi çalışanlarının üzerine ateş açtı. Gazeteci
ve karikatüristlerden Stéphane Charbonnier
(Charb), Georges Wolinski, Jean Cabut, Bernard Maris (Bernard Amca), Bernard Verlhac
(Tignous), Mustapha Ourad, Philippe Honoré
(Honoré), Michel Renaud olmak üzere 12 kişinin hayatını kaybettiği 5’i ağır olmak üzere 10
kişinin de ağır yaralandığı baskında saldırganların, “Peygamberimizin intikamını alıyoruz”
dedikleri öğrenildi. Fransa’yı sarsan ve dünya
basının gündemine bomba gibi düşen saldırıdan 1 saat önce Charlie Hebdo, resmî Twitter
hesabından IŞİD lideri Ebubekir el-Bağdadi’yi
hicveden bir karikatür yayınladığı öğrenildi.
12 kişiyi katledenlerin Cezayir asıllı Fransız
vatandaşı Kouachi kardeşler olduğu ve Yemen
El Kaide’sine mensup oldukları ortaya çıktı.
Paris’te Charlie Hebdo’ya yönelik katliam
gerçekleştiren Kouachi kardeşler, iki saldırı
daha düzenleyerek, biri matbaa diğeri Yahudi
marketinde çok sayıda insanı rehin aldı.
Buralarda meydana gelen olaylarda biri polis,
dördü rehine, üçü saldırgan 8 kişi öldü.
Fransa’da karikatüristleri hedef alan katliamın en çok konuşulduğu ülkelerden biri de
Türkiye oldu. Türkiye’de İslamcı basın genel
olarak katliamı kınadıktan sonra “ama” ile
başlayan yorumlarında Peygamber’i resmeden
karikatürlerin yayınlanmasına da tepki gösterdi. Bu arada Türkiye’de İslamcı kesimin olaya
ilişkin tepkileri de tartışmalara neden oluyor.
Çok sayıda kişi ve kurum saldırının İslamı da
CHARLIE HEBDO
BasHaber
12 - 18 Ocak 2015
9
SÖYLEŞİ
w
08
güvence altında kalması için önlem
almak sorumluluğu ile baş başa
kalıyorlar.
Biz yaptığımız meslek dolayısıyla
hoşgörüsüzlüğün karşısında bulunuyoruz. Avrupa’da zaten çok tepkisel
gelişen göçmenlik meseleleri çok
daha şiddetli hareketlere neden
olabilir. Orada ırkçılığın her türlüsünün karşısında duran kesimler, başlı
başına ırkçı olanlar ve bu tür olaylar
karşısında sokaklara dökülen on binlerce insan var. Bu tür sorunlar başlı
başına toplumsal olarak gözler önünde duruyor. Fakat dünya görüşünü
silah zoruyla terbiye etmeye çalışan
eylemlerin faturasının da göçmenlere
kesilmemesi için dikkat edilmelidir.
Türkiye’de de çok az da olsa bu
saldırılar karşısında tavır almak yerine ağzının suyu akan kesimler var.
Bunlarla ilgili yargı makamlarının kim
olduklarına bakmadan harekete geçmesi gerekiyor çünkü bu tür söylemlerin
tehlikesi fazladır. Olayların hastalıklı
bir seyir izlemesi istenmiyorsa yargı
makamları bunun ifade özgürlüğü dışında olduğunu göstermeli ve harekete
geçmelidir. Leman ve Penguen dergilerine karşı yapılan söylemler tehlikeli ve
düşündürücüdür.
Sefer Selvi – Evrensel Gazetesi
Karikatüristi
Oradaki eleştirmenler kendi dinlerini
de eleştiriyordu. Ama bu örgütler kendi
sıkışıklıklarını gidermek için ses getirecek bir hedef olarak Charlie Hebdo’yu
seçtiler. Maksatları daha çok kendilerinden bahsettirmek ve güçlü olduğunu
göstermek olduğunu düşünüyorum.
Tuncay Akgün - Leman
Mizah Dergisi karikatüristi
Buradaki saldırıyı bizzat
kendimize yapılmış olan en
büyük saldırı, dolayısıyla bu
saldırıyı direk bize yapılmış
bir saldırı gibi hissettik ve
bunun Türkiye’de yankıları
olacağını düşünecek durumda da değildik. Bir yanda
bunun acısını yaşarken bir
yandan da ne yazık ki bunu
bir baskı unsuru olarak
kullanmak isteyenler oldu.
Türkiye’deki kötü manzarada bu olayla birlikte kendini
açığa vurmuş durumdadır.
Bu saldırı Avrupa’daki
sağcı ve ırkçı yaklaşımları da
derinleştirecektir. Aslında bir
açıdan böyle bir bakış açısı
da var bu ayrışmayı büyütüp
kendilerince buradan bir şey
devşirmek isteyenler olacaktır. Ama bir taraftan da beklenmedik bir şekilde orada
ortak bir duygu ve birliktelik
de yaratabilme ihtimali de
duruyor. Bu olay bir şeylerin
başlangıcı gibi görünüyor.
İhsan Eliaçık – Gazeteci
- Yazar
Bu saldırıyı yapanlar dinle
hareket ettiklerini söylüyorlar ama dinde böyle bir
şey yok İslam dışı buluyor
ve İslam’a zarar verdiğini
düşünüyorum. Kuran’da alay
edilme üzerine ayetler vardır.
Bunlarda alay edilen yerden
uzaklaşılması gerektiği açıkça
ifade edilir. İnsanlar Allah
ve Kuran ile alay edebilirler
bu onların kendi seviyesini
gösterir. Cezasını insanlar
veremez hele ki insan öldürerek bunu yapmaya çalışmak İslam’ın hiçbir yerinde
yazmaz. Eğer gerçekten
Allaha inansaydılar gözlerini
kırpmadan öldüremezlerdi
bunların Allaha inancı yok.
Bu olay Avrupa’daki ırkçı
ve İslamafobik tutum ve eylemlere neden olabilir. Bugün
Avrupa’nın bazı yerlerinde
Kuranlar yırtıldı ve camilere saldırılar gerçekleşti. Bu
giderek büyüyebilir fakat
yapılması gereken bunlara ilk
başta karşı çıkmaktır.
Olayla ilgili görüşler belirtilirken kullanılan ifadelerde genlikle “ama” kelimesi
kullanılıyor bunun altında
evrensel adalet ilklerinden
ziyade, mahalle, din, grup ve
parti ölçülerini baz almaları
yatıyor. Bizden mi, değil mi
diye bakıyorlar ve ikircikli
cümleler kuruyorlar. Bu
sadece bizde değil, Avrupa’da
da var. Boko Haram örgütü
2000 kişiyi öldürdü ve Avrupa aynı şiddetli açıklamaları
yapmadı. Bu ama – fakatçılık
herkeste var. Öldürme olayını duyar duymaz gözümüz
kapalı buna itiraz etmek
zorundayız yoksa “ama”lı
fakatlı cümlelerle kimse bir
yere varamaz.
Hayko Bağdat – Gazeteci
Yazar
Bu eylem fikir ve düşünce
dünyasına ve aynı zamanda
kaleme yapılmış bir saldırıdır. Memleketimizde de bu
tür saldırılara çok alışığız.
Çok değişik kesimlerden insanlar buna benzer eylemlerden hayatını kaybetti. İlginç
olan şeylerden biri Avrupa’da
yükselen ırkçılık ve islamafobinin dindirilmeye çalışıldığı
bir döneme denk gelmesidir.
Almanya’da ırkçı bir yürüyüş
yapılacaktı ama üç katı insan
sokağa çıkıp ırkçılara karşı
yürüyüş yaptı. Hem IŞİD’le
beraber dünyaya servis edilen
görüntülerin hem de mültecilerin Avrupa’da yarattığı
varsayılan sorunların sonucu
olarak yükselen ırkçılığın
artık elle tutulur hale geldiği
bir dönemden geçiyoruz.
Bu gelişmeler Türkiye
açısından da çok önemlidir.
Türkiye son dönemdeki Süriye politikaları nedeniyle marjinal cihatçı örgütlere destek
olmakla itham edilen bir ülke
özellikle Türkiye’nin IŞİD
ve El Nusra’ya katılımlarda
bir koridor olarak kullanıldığı biliniyor. Aynı zamanda
Kobanê direnişi sırasında
Kürdlere destek vermemekle itham edildi. Bu açıdan
Türkiye’nin de Avrupa’daki
ülkelere karşı ciddi bir sınav
vereceği bir dönemle karşı
karşıyayız. Siyasetçilerin
bu olaya karşı sergileyeceği
tutum çok önemlidir.
HAKAN TAHMAZ
Paris’te mizah dergisi Charlie
Hebdo’ya saldırı düzenleyip 12 kişiyi
öldüren saldırganların kimlikleri tartışılıyor. Hiç kuşku yok ki, iki yıl önce
3 Kürd kadının öldürülmesi olayında
olduğu gibi bir süre sonra birkaç sanık
hakim karşısına çıkarılacak.
Ama tetiği çektiren gizli el, istihbarat örgütlerinin ve devlet erkanın arşivinde yer alacağından emin olabiliriz.
Bu katliamla kim, kime, neden ve ne mesaj verdi sorularının
yanıtları gizli kalmaya devan edecek.
Bu soruların yanıtları bulunmaya başlandığında
Fransa’nın nereye doğru sürüklendiği görülecektir. Ya da
katliamla sadece Fransa’ya mesaj verilmek istenmediği anlaşılacaktır.
Irak savaşı sonrasında artan bu türde İslami terör eylemlerinin kolayca Avrupa’nın, Paris’in merkezinde gerçekleştirilmiş olmasından bütün Avrupa ülkeleri gibi Türkiye’nin de
çıkarması gereken sonuçlar var. Görüldü ki, hiç bir ülke güvenli değil. Türkiye ile bu türden eylemler yapan örgüt veya
grupların isimleri son yıllarda çok fazla birlikte alınıyor. Türkiye, dış politikasını masaya yatırmak durumunda. Özellikle
Ortadoğu’ya mezhepçi yaklaşımını, Suriye savaşı ve IŞİD
politikası konusunda Avrupa kamuoyunun derin kuşkularını
gidermeye dönük açılımlara gidilmesi kaçınılmaz olmuştur.
Bütün uzmanların katliamın büyük bir profesyonelce
gerçekleşmiş olduğuna dikkat çekmeleri tetikçilerin ardında
güçlü istihbarat örgütüne sahip bir ülkenin olması olasılığını güçlendirmektedir. Charlie Hebdo dergisinin genel yayın
yönetmeni Stephane Charbonnier’in uzun süredir tehdit
edildiği ve bu nedenle dergi ofisinin koruma altında olduğu
ve dergi yayın kurulu toplantısı sırasında bu eylemin gerçekleşmiş bilgileri hesaba katıldığında eylemin her hangi bir
örgütün/grubun uluslararası bir destek almadan yapabilmesinin mümkün olmadığı daha iyi anlaşılır.
Eylemi kim, hangi örgüt yapmış olursa olsun eylemciler
bir büyük planın uygulayıcıları ve küresel bir mesajın taşıyıcıları olma ihtimali çok güçlü. Tetikçiler çoğu kez büyük
bir oyunun parçası olduklarının farkında olmadan katliamları geliştirirler ve sonuçları hesaplanandan çok daha büyük
olur.
Bu katliamın her şeyden önce iki büyük sonucu olacak.
Birincisi, Avrupa’da İslamofobi ve ırkçılık güçlenmeye hızla
devam edecek. Bu islamlofaşizmi besleyecek. İkincisi ise,
11 Eylül ikiz kule saldırıları sonrasında olduğu gibi kendini
güvende hissetmeyenler özgürlükleri kısıtlayıcı güvenlikleri
artırıcı önlemler ve politikalar geliştirecekler. Nitekim Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, katliamın hemen
ertesi günü Fransa parlamentosunun iki kanadını ve grubu
bulunan partileri liderlerini toplantıya çağırarak ülkeye teröre karşı birlik mesajı verdi ve alınması gereken önlemleri
görüştü. Bu benzer katliamlar sonrasında gördüklerimizin
aynısı.
Küresel güçler sadece tetiği çekenlerin peşine düşmek ve özgürlükleri sınırlama gitmek yerine Rakel Dink’ın
Hrant’ı uğurlama töreninde söylediği gibi “bir çocuktan katil
yaratan sistemi sorgulamaya” yönelse dünya daha güvenli,
daha fazla yaşanabilir olacaktır.
Yirmili yaşlardaki katillerin yeşerdiği toplumsal, kültürel ve sosyal gerçekliğe dokunmadan alınacak güvenlikçi
önlemlerin bir işe yaramadığı gerçeği ortada dururken özgürlüklerin daha fazla budanması dün olduğu gibi bu günde
beyhude bir çaba olacaktır.
Türkiye Sivas katliamında Türkiye’nin entelektüel ve
sanatçı insanlarının yok edilmesini sorgulayarak kültürel,
sosyal gerçeklerle yüzleşmeye başlayabilir.
Dünya, Irak’ın işgal yıllarında Felluce katliamın, boğazları kesilen şoförlerin, Şengal’de kadınlara yapılan zulmün
video görüntülerini ve Rojava’daki savaşı film izler gibi izlemekle yüzleşerek başlayabilir. Bütün bunları dünyayı nasıl
vahşet alanına dönüştürdüğü görülmek zorunda.
Son on yıldır Ortadoğu’ya yaşatılanlarla yüzleşmede
dünya artık hiç kimse için güvenilir değil. Güvenli devlet efsanesinin sonuna gelindi. Bütün insanlık tehdit altında.
10
HABER
BasHaber
12 - 18 Ocak 2015
BasHaber
Paris’in yolları Ankara’ya çıkıyor
Güvenlik Paketi
Güvensizlik tartışması
HRW: İnsan haklarını çiğniyor
Polisin görev ve yetki sınırlarını genişleten ve
kişi hak ve özgürlüklerinde kısıtlama getirdiği
gerekçesiyle eleştirilen İç Güvenlik Paketinin
onaylanması halinde muhalefet, “Polis devleti
oluyoruz” diye tepki gösterirken insan Hakları
İzleme Örgütü (HRW) yaptığı açıklamada yasa
tasarısı için “İç Güvenlik Yasa tasarısı insan
haklarını çiğniyor” uyarısında bulundu.
Bilye ve sapan silah kapsamına alınıyor
Toplumun birçok kesiminin ve siyasi partilerin tepki gösterdiği ve özellikle Şırnak’ın Cizre
İlçesi’nde son 1 ayda yaşanan şiddet olayla-
Kobanê
Yasa tasarısının ilk “sanal” ürünü: gazeteciye gözaltı gencinin
sınırında çekilmiş
“Makul şüpheli” yasası ve
İç Güvenlik Paketi’nde bulunan “Sanal ortamda nefret ve
teröre çağrı da artık suç sayılacak” ibaresinin
ilk ürünü olarak Hollandalı Gazeteci Frederike
Geerdink gözaltına alındı. Frederike Geerdink,
terörle mücadele polisi tarafından Diyarba-
kır’daki evinden gözaltına alındıktan yaklaşık
üç saat sonra salıverildi. Geerdink’in gözaltına
alınma sebebi ise yasada belirtilen nefret ve
teröre çağrı olarak gösterildi.
Emniyet tarafından gözaltı sebebine ilişkin
açıklama gelmezken, Fredenke Geerdink
serbest bırakıldıktan sonra yazdığı yazısında emniyete alınma sebebini şu ifadelerle
belirtmişti;
PKK ve Öcalan bayrağı tutan birkaç Kürd
.o
ur
d
ak
iv
Kobanê protestolarının en şiddetli
şekilde yaşandığı Cizre’de olaylar
daha sonra da ara ara devam etti. Ancak 26 Aralık’ta Kobanê ve Şengal’de
hayatını kaybeden iki YPG’linin
cenaze töreni sırasında polisin meydanda uyarı yapmadan gaz bombası
ve tazyikli suyla müdahale etmesiyle
olaylar yeniden alevlendi. Müdahale
nedeniyle cenaze törenleri yapılamazken olaylar akşam saatlerine kadar
devam etti. Gece yeniden başlayan
çatışamlarda Cizre’de polis, özel harekat timleri, bir grup sivil ile YDG-H
arasında çatışmalar başladı. Olaylar
Hüda-Par taraftarları ile PKK’nin
gençlik yapılanması YDG-H çatışmalarına dönüştü. 27 Aralık’ta devam
eden çatışmalarda 3 kişi hayatını
kaybetti. 10 kişi ise yaralandı. 2015’in
ilk günlerinde yeniden çatışmalar
başlarken YDG- H’ın polisin mahallelere girmesini engellemek için açtığı
hendeklerin kapatıldığı gün 14 yaşındaki Ümit Kurt’un polis tarafından
açılan ateşle öldürüldüğü iddia edildi.
Daha önce de yaralanan bir kişinin
yaşamını yitirmesiyle Cizre’de son 1
ay içerisinde 5 kişi hayatını kaybetti.
Taraflar bu durumun Barış Süreci’ni
sabote edilmek istendiği için yaşandığını belirtirken, Hrant Dink cinayetinde ismi geçen Trabzon emniyet
istihbaratından bir ismin Cizre’ye
İlçe Emniyet Müdürü olmasının da
olayları fitillediği iddia edildi.
w
2 bin 695 gözaltı, 700 tutuklama
Kobanê protestolarıyla gündeme gelen Kamu
Düzeni ve İç Güvenlik Paketi onaylanmadan
6 Ekim’den bu yana 2 bin 495 kişi gözaltına
alındı. Tutuklanan 700 kIŞİDen üçte birinin
çocuklardan oluştuğu bildiriliyor. Başbakan
Davutoğlu, paketi açıklarken vatandaşın bu
paket ile emniyette olacağını vurgularken 700
kişinin tutuklanması ve “makul şüpheli” tanısı
ile binlerce insanın da gözaltına alınması pakete
yönelik kuşkulara neden oluyor.
ükümet ile PKK arasında sorunun barışçıl yollardan
çözümüne dair müzakere sürecinin başladığı dönemde,
9 Ocak 2013’de, Kürd kadın siyasetçilerden PKK kurucularından Sakine Cansız, KNK Paris Temsilcisi Fidan Doğan ve
Avrupa Kürd Gençlik Hareketi Üyesi Leyla Şaylemez’in Paris’teki
Kürd Enformasyon Merkezi’nde katledilmesinin üzerinden iki
yıl geçti. Geçtiğimiz sürede Fransa’da yürütülen soruşturma sonucunda henüz dava açılmazken, Türkiye tarafından sürdürülen
soruşturmada da somut bir sonuca ulaşılmadığı bildiriliyor.
Barış süreci tartışmalarının başladığı ve Kürd sorununa
demokratik yollardan çözüm arayışlarının somutlaştığı günlerde
Paris’te PKK’nin kurucularından Sakine Cansız, KNK Paris Temsilcisi Fidan Doğan ve Avrupa Kürd Gençlik Hareketi Üyesi Leyla
Şaylemez’in katledilmeleri ile ilgili sır perdesi halen aralanmış
değil. İki yıl önce Paris’in güvenlik önlemlerinin en üst seviyede
olan ve sürekli kameralarla izlenen caddesi Gare du Nord’da
bulunan Kürdistan Enformasyon Bürosu’nda yapılan katliamın
halen aydınlatılamadı. Fail olduğu iddiası ile Ömer Güney’in tutuklanmasına, cinayetlerin planlandığı anda alınan ses kaydının
yayınlanmasına ve Paris cinayetlerin talimatının verildiği MİT’e
ait resmi evrakların ortaya çıkmasına rağmen dava açılmaması
ve cinayeti azmettirenlerin ortaya çıkarılmaması akla çok sayıda
soru getiriyor.
Cinayetlerin üstünden iki yıl geçmesine rağmen Türkiye hükümeti de Fransa hükümeti de dava ile ilgili kamuoyuna yansıyan
ve olayın esas faillerini ortaya çıkaran bir sonuca ulaşmadı. Uzun
süren bir hazırlık ve ince bir plan ile gerçekleştirildiği ortaya
çıkan bu katliamın yeni başlamış Çözüm Süreci’ni sabote etmek
için yapıldığı sorularını akıllara getirmişti. Katliamın hemen
ardından zanlı Ömer Güney tutuklanmıştı. Kürd toplumunda
derin bir sarsıntı ve öfkeye yol açan bu katliamın kimler tarafından azmettirildiği halen ortaya çıkarılmaz iken, yayınlanan ses
kayıtları ve belgeler ile oklar MİT’e yönlendirilmişti.
rg
Cizre olayları
nasıl başladı?
rs
Cizre olayları örnek pakete gerekçe
Toplumun birçok kesimi ve muhalefet yasa
tasarısına tepki gösterirken Başbakan Ahmet Davutoğlu, ölümlerle devam eden Cizre
olaylarını örnek göstererek, paketin ne kadar
gerekli olduğunu savundu. Cizre’de 2014’ün
son günleri ile 2015’in başında devam eden
ve 5 kişinin hayatını kaybetmesine sebep olan
olaylarda birçok kesim provakasyon değerlendirmesinde bulunurken Başbakan Davutoğlu
ise İç Güvenlik Paketi’nin bu tür çatışmaların
önünü kesmek için hazırlandığıını ifade etti.
Davutoğlu Cizre olayları ve İç Güvenlik Paketi
için: “Bu gelişmeler şu anda Meclisimizde
olan İç Güvenlik Reformu ve Özgürlüklerin
Korunması Reformu Paketi’nin ne kadar önemli
olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Zaten
İç Güvenlik Reformu ile kastettiğimiz tam da
budur. Birileri yüzlerine maske takarak, başka
yöntemlerle terör estirerek belli bölgelerde,
mahallelerde bütünüyle farklı düşünenleri
oralardan uzaklaştırma, tasfiye etme yoluna
giderlerse buna izin verilmeyeceğini herkesin
bilmesi lazım” değerlendirmesinde bulundu.
.a
Molotof kullanana
doğrudan ateş etme yetkisi
Hükümetin sokaktaki eylemleri eleştirerek
yapacağını duyurduğu düzenlemelerde Türk
Ceza Yasası’nın “mala zarar vermenin nitelikli
halleri” ve “görevi yaptırmamak için direnme”
başlıklı maddeleri yeniden düzenlenecek. Molotofun silah sayılmasına yönelik düzenleme
yeniden ele alınacak ve kullananlara 8 ile 12
yıl arasında ceza verilmesi gündeme gelecek.
En önemlisi polisin silah kullanımının sınırları
genişletilerek, molotof kullanan göstericilere
doğrudan ateş edilebilecek. Yine havai fişek-
H
lerin saldırı amacıyla kullanılmasına da 3 yıla
kadar hapis cezası getirilecek.
w
rında çocukların kullandığı bilye ve sapan da
silah kapsamında değerlendirilirken paketin
tartışılan diğer maddeleri ise şu şekilde: Tasarı
polisin yetkilerini genişletiyor, aramalarda hakimden alacağı izin için kolaylıklar getiriyor ve
gösteri yürüyüşleri için yeni kısıtlamalar getiriyor. Yeni düzenlemeyle birlikte molotofkokteyli
saldırı aracı sayılacak. Maskeli eylemcilere ceza
gelecek. Gösteriye silahla katılanlara verilecek ceza artırılıyor. Silahlı eylemciye 2.5-4 yıl
arasında hapis cezası verilecek. Polisin şahıs ve
araç aramalarında yetkisi genişletilecek. Polisin
gözaltı süresi vali yardımcısı ve üs amirinin denetiminde 24 saat olacak. Bu süre, savcı kararıyla 48 saate uzatılabilecek. Eylemlerde verilen
zararları bundan sonra eylemci ödeyecek. Sanal
ortamda nefret ve teröre çağrı da artık suç sayılacak. Polisin yetkilerinin denetimi için Kolluk
Gözetim Komisyonu kurulacak. Komisyonda
STK’lar da yer alacak. İstihbari dinlemeleri denetlemek için de Meclis’te komisyon kurulacak.
Bu komisyona tüm partilerden milletvekilleri
katılacak.
w
İ
çişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan ve
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun imzasını
taşıyan 43 maddelik “Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu ile Bazın Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde” değişiklik yapılmasına
ilişkin tartışmalar sürüyor. Kısa süre önce
çıkartılan ve meclise sunulan Kamu Düzeni ve
İç Güvenlik Paketi daha onaylanmadan yaşananlar “güven tartışmasına” neden oldu. Polisin
yetkilerini genişleten, aramalarda hakimlerden
alınacak izinler için kolaylıklar getiren, gösteri
ve yürüyüşlere yeni kısıtlamalar getiren ve vali
ile kaymakamlara da amirlik öngören yasa için
birçok kesim, “devletin baskısı ve otoritesine
karşı sessizlik ve sindirme ve göz dağı verilmeye
çalışılıyor” yorumunda bulunuyor. Öte yandan
yasanın çıkartılmasının hemen ardından
Cizre’de yaşanan olayların artması ve 5 kişinin
yaşamını yitirmesi de yasanın getireceği sonuçlar olarak değerlendiriliyor.
Hükümetin, IŞİD kuşatmasında olan
Kobanê’ye yönelik tutumu nedeniyle birçok
kentte 6-7-8 Ekim 2014’te protestolar yaşanmış ve çıkan olaylarda 40’ı aşkın kişi hayatını
kaybetmişti. Çözüm Süreci’nin de tıkanmasına
neden olan olaylar sonrasında hükümet, sokak
eylemlerine verilecek cezaların arttırılmasını,
gözaltı ve tutuklama için ‘makul şüphe’nin yeterli sayılmasını öngören bir yasa teklifini meclise sundu. Arama, dinleme, el koyma, savunma
hakları gibi konularda özgürlükleri kısıtlayan
Kamu Düzeni ve İç Güvenlik Paketi hazırlanarak meclise sunuldu. Büyük tartışmalara neden
olan Güvenlik Paketi Yasa Tasarısı’nda polisin
görevini kullanmasına büyük bir sınırsızlık
getirilirken, “makul şüpheli” yasası da kişi hak
ve özgürlüklerini kısıtlayarak, tutuklamaların
önünü büyük oranda açıyor.
HABER
12 - 18 Ocak 2015
fotoğrafını içeren
bir tweet. Facebook hesabımın açılış sayfası.
Geçen ay Brüksel’de birlikte bir konferansa
katıldığımız PYD lideri Salih Müslim’in bir fotoğrafı. Ve yazdığım yazılardan bazı bölümler.”
Barışa komplo mu?
Oslo görüşmelerinin başarısız olmasının ardından çatışmalarla geçen iki yıl sorunu içinden çıkılmaz hale getirmişti. 2012’nin
son günlerinde dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın
Çözüm Süreci’ne ilişkin mesajları ve PKK Lideri Abdullah
Öcalan için kullandığı yumuşak söylemin ardından 3 Ocak 2013
tarihinde Kürd parlamenterler Ahmet Türk ile Ayla Akat Ata
İmralı’da Öcalan’ı ziyarete gitmiş, kamuoyunda yeni bir umut
dalgası yayılmış, 6 gün sonrasında da Paris katliamı yapılmıştı.
Cinayetlerin zanlısı Ömer Güney’in saldırılardan 15 ay önce,
Paris Kürd Derneği’ne üye olarak Fransa’daki Kürd diasporasına karıştığı biliniyor. Katil zanlısının PKK’nin kurucusu
Sakine Cansız ile birlikte diğer iki Kürd kadın siyasetçinin yakınlara kadar sokularak işlediği bu
cinayetlerin iyi planlanmış olduğu konusunda
uzmanlar hemfikir. Güçlü istihbarata sahip
olduğu bilinen Fransa’da, geçen süre içinde
cinayetin tüm yönleri ile açığa çıkarılması,
aydınlatılması ya da en azından soruşturmada
yol alınması, dava açılmaması ve azmettiricilerin ortaya çıkarılmadı. Katil zanlısının
Almanya, Fransa ve Türkiye’de çok sayıda
bağlantısının ortaya çıkmasına rağmen
soruşturmanın genişletilmesine
dair bir gelişme yok. Soruşturmanın bunca bilgiye rağmen
ilerlememesi ve faillerin ortaya
çıkarılmaması, bu katliamın
barış sürecini hedefleyen bir
komplo olduğu yolundaki
görüşleri güçlendiriyor.
Güney’in arkasında kim var?
Zanlı Ömer Güney’in kısa süre içinde Sakine Cansız’a çok
yakın olabilecek kadar örgüt içinde güven kazanması farklı çevrelerden profesyonel destek aldığı yolundaki görüşleri güçlendiriyor. Cinayetlerin üzerinden uzun süre geçtikten sonra internet
ortamında yayınlaman ve Ömer Güney ile iki MİT görevlisine ait
olduğu iddia edilen ses kayıtlarında ise, PKK’nin Fransa ve Belçika’daki üst düzey yöneticilerine yönelik suikast planları yapıldığı
konuşmalar ifşa edilmişti. Yine aynı günlerde yayınlanan MİT’in
filigramlı bir belgesine göre Ömer Güney kastedilerek Fransa’da
yapılması planlanan operasyon için onay istendiğine dair ibareler yer almış, altında MİT görevlileri ile dönemin Devlet Bakanı
Mehmet Ali Şahin’in imzası yer almıştı.
Güney’in katliamdan önce sık sık Türkiye’ye gidip geldiği
ortaya çıkarılmış, olayın ardından Paris’teki evinde yapılan aramada ele geçirilen 5 ayrı telefonda çok sayıda Türkiye numarası
tesbit edilmişti. Fransa makamlarının Türk makamları nezdinde
yaptığı başvurulara doyurucu yanıtlar verilmediği iddia edilmiş
ve soruşturmanın Ankara boyutunun üstünün örtülmek istendiği
iddia edilmişti. Geçtiğimiz aylarda AKP Hükümeti ile Fetullah
Gülen Cemaati arasında yaşanan iktidar savaşları ardından
ortaya saçılan iddialara göre MİT içinde yuvalanan Cemaat
mensuplarının bu cinayetin arkasında olduğu iddia edilmiş, kimi
PKK yetkilileri de Cemaati işaret eden açıklamalar yapmıştı.
“Fransız savcı ‘bütün yollar Türkiye’ye çıkıyor’ dedi”
Soruşturmada yol alınmadığını belirten Leyla Şaylemez’in
babası Cumali Şaylemez, 16 Haziran 2014’te ailelerin savcılarla
bir araya geldiğini söyledi. Görüşmenin detaylarını aktaran
Şaylemez şöyle dedi: “Savcılarla konuştuğumuzda bize Hollanda,
Almanya, Türkiye ve Fransa’yı kapsayacak şekilde bir araştırma
yaptıklarını söylediler. ‘Yaptığımız araştırmada şu ana kadar
bütün yollar Türkiye’ye çıkıyor. Ankara’ya, MİT’e çıkıyor’ dediler. Savcılar bu sözleri ile Kürd halkının bildiği bir doğruyu teyit
ettiler. Savcılar bize araştırmalarının hala sürdüğünü ve sonuca
doğru yaklaştıklarını söyledi.”
Ankara’ya selam göndererek kaçış planını anlatmış
Soruşturma savcısı ile yapılan son görüşmede ailelerin ümitli
gittiğini ancak hiçbir gelişme olmadığını gördüklerini dile getiren Fidan Doğan’ın babası Hasan Doğan ise, savcının kendilerine bazı konularda bilgi aktardığını söyledi. Doğan şunları aktardı: “Ömer Güney’in arkadaşı olan Ruhi Semen Almanya’dan
ziyaretine geliyor. Ve zanlı ona gizli bir şekilde kağıt veriyor.
Bunun fark edilmesi üzerine ziyaretçi tutuklanıyor. Ve telefonuna çektikten sonra yırttığı kağıt parçasında katilin kaçış planın yazdığını söyledi. Zanlı arkadaşına şunları söylemiş:
‘Ankara’ya git. Selamlarımı söyle. Bana bir harçlık
göndersinler ve bir de bana
verdiğiniz emanetiniz
emin ellerdedir, de.
Benim emanetlerini iyi
sakladığımı ve emanetlerinin emin ellerde
olduğunu söyle’ diyor.”
11
Susarak ölüyoruz
SENNUR BAYBUĞA
Aslında yazı voltası atarken, 19
yıl önce bugünü yarı hayal yaşamaktaydım. Metin Göktepe’nin, aynı
binada aynı kantinde okuduğumuz
zamanlarda, giymeyi çok sevdiği o
kazağı gözlerimin önündeydi. Eminim kendisini en kendisi hissettiği
kazaktı o,benim de vardı öyle aylarca üzerimden çıkarmadığı kazaklar,
yoksulluktan değil, gençlikten. Aynı
bahçenin çocuklarıydık üniversitede biz, aynı tarihin mağdurları.13
Aralıkta Ümraniye Cezaevine saldırdı devlet. 1996 yılıydı,
koğuş işgali ve görüşmelerle varılan mutabakat sonrası 4
Ocak’a kadar süren bir sessizlik ve 4 Ocak’ta da koğuşlara
yapılan saldırı ile dört kişinin acımasızca katledilmesi. Bu
katliamda ödürülenlerin Alibeyköy’deki cenazelerine yine
acımasızca yapılan saldırı ve gözaltına alınan Metin’in dövülerek öldürülmesi. Yazarken, yıllar sonra yazarken bile’
neler yaşadı bu ülkede insanlar ve hala ne kadar az şey değiştiyi ‘yaşıyorum. Salt kötülüktür Metin’in katli, sebepsiz
ve insanlık dışı, salt kötülük. O günlerde benim düğünüm
oldu. Katılanların yarısının üniversiteden arkadaşlarım olduğu o düğün. Salonun tüm müzik programını katliam ve
Metin’in ölümü nedeniyle iptal ettirmiştik. Yarı yas yarı
düğün. Sonra arkadaşlarımızla kendi türkülerimizi söylediğimiz bir acı şenliğe dönüşen o gün. Belli belirsiz hayal
meyal gözümde canlanan çoktandır içime attığım acılar. O
düğünden bana kalan tek anı belki de hiç ölmeyecek olan
Metin Göktepe ve Ümraniye’de yaşamlarını yitiren insanların acısıdır.
.Devlet dersinde öldürülen çok arkadaşımız var bizim,
devlet dersinde öldürülmeyen ama bu derslerin katile çevirdiği insanların öldürdüğü başka insanlar da var hayatımızda.
Öldürmede ve ölmede eşit ve aynı silahları kullanan insanların kimine katil kimine militan diyoruz, devlete her daim
katil diyor olsak da. Ama hep ölüm, devlet öldürüyor, biz
ölüyoruz, sonra biz öldürüyoruz yine biz ölüyoruz. İki gün
önce İstanbul’un orta yerinde turistlerin en çok dolaştıkları
Sultanahmet’te, bir kadın, polis kulübesinin önünde karnındaki bebeği, kendini ve orada bulanan küçük bir kızı olan
bir polisi havaya uçurdu.’Eylemi’ önce bir ‘sol’ örgüt,’feda
eylemi’ yapan militanın adını da vererek üstlendi.Ertesi gün
o sol örgütün eylemi yanlışlıkla üstlendiği ortaya çıktı ve eylemcinin muhtemeldir ki yine Müslümanlıkla ilgisi olan Dağıstanlı birisi olduğu açıklandı.,ve benim sayfalarımda ufak
ufak kınama ve telin yorumları yazılmaya başlandı, iki gün
sonra,suspus insanlar yazmaya başladılar. En masumları
yanlışlık yapan ‘sol örgütü’ mizah malzemesi haline getirdi.
Ve Fransa’da, Charlie Hebdo isimli mizah dergisine
saldırıda bulunan üç terörist, 12 kişiyi öldürdü. Alameti farika olarak da İslamcı örgütlerle ilişiklerini gösteren ipuçları bıraktılar. Dünden beri hepimiz ayaktayız, herkes şokta,
kalabalık protesto gösterileri düzenleniyor dünyanın her
yerinde. Düşünce ve ifade özgürlüğünü savunan herkes can
evinden vurulmuş gibi.
İki gündür basını takip ediyorum, yapılan katliamın
bizim basının bir yakasında, ‘ama’lı cümlelerle haber yapılmasındaki vicdan karalığını ve suç ortaklığını anlamaya çalışıyorum. Bir dergiye saldırı oluyor 10 çalışan öldürülüyor
ve başka bir basın organı amalı mamalı cümlelerle acılarla
alay eden yorumlar yazıyor.
Devlet dersi almış, ezber etmiş ve Metin’i ve Ümraniye Cezaevinde yatan tutsakları ve Sultanahmet’te daha bir
dişinin karnında olan doğmamış bir çocuğu ve maaşından
başka hayatı olmayan bir polisi öldüren zihin dünyası ile
bunların arasında ne fark var anlamaya çalışıyorum.
Fransa’da meydana gelen katliama ilişkin herkes bir
şeyler söyleyecek, siyasetin entelektüelleri gözlemlerini
tahlillerini yazacaklardır. Toplumsal, kültürel, siyasi ve ekonomik binlerce sebebi var katliamın ve katliamı yaratan insanın. Ben yine yakınımdayım, içime bakıyorum. Zira adım
adım bir insanın nasıl komşusunun katili olabileceği sorusu
beni hala zehirliyor.
Metin öldürüldüğünde susan, cezaevlerinde insanlar
fareler gibi sıkıştırılıp katledildiğinde susan, katille empati
kurabildiği zaman onu görmezden gelen ve kahramanlaştıran bu ülkenin eli kanlı ve sabıkalı basınının Fransa’da
meydana gelen katliama verdiği tepkinin yine bu toplumun
kaybettiği ve aramayı terk etmememiz gereken vicdanı olduğunu biliyorum.
Ölülerimiz ve kefensiz gömdüğümüz binler ayağa kalkmadan kendimize gelebilecek miyiz gerçekten.
BasHaberSÖYLEŞİ
12 - 18 Ocak12
2015
KADIN
En büyük sorun mevsimlik tarım işçiliği
Adıyaman’ın kadın konusunda en büyük sorununun tüm bölgede yaşanan erken yaşta, evlilikler,
kuma, kadına yönelik şiddet ve cinayetler ve yine
işsizlik ve mevsimlik tarım işçilerinin yaşadığı sorunlar olduğunu belirten Semra, kadınların mevsimlik tarım işleri yaparken zaman zaman trajedilerle
karşı karşıya kaldıklarını söyledi. Kadınların
çalışma yaşamında erkeklere nazaran daha az
ücret aldığını ve daha çok çalıştığını kaydeden
Semra, kadınların işten daha rahat atıldığını
bu sıkıntılarla daha çok karşılaştıklarını söyledi. İşten çıkarılmalarda öncelikle kadınların hedef alındığını aktaran Semra, kentteki
temel kadın sorununu belirlemek için ve bu
konuda çalımlara yapabilmek için
önümüzdeki dönemlerde bir anket
Kadınlara 8 Mart armağanı:
AKAY-DER
Bir elin parmağı kadar olmayan
bir sayı ile iki yıldır kadın konusunda
çalışmalarını yürüten AKAY-DER, 2012
yılının şubat ayında resmen açılmış olmasına rağmen,
kadına yönelik
bilinçlendirme çalışmalarını
hedefine
alarak yürüttüğü
mücadelede 8
LGBTİ’lere özel cezaevi
Özcan Şahin
T
rg
oplumdaki ayrıştırıcı, ırkçı, türcü,
cins ayrımcı ve nefret içerikli söylem
ve eylemden her dönem mağdur olan,
polisin, medyanın hedefi olmaktan bir türlü
kurtulamayan ve son günlerde sık sık cinayetlerle gündeme gelen LGBTİ’ler için Adalet
Bakanlığı özel bir cezaevi inşa ediyor. Toplum
içinde yaşama alanı bulamadıkları için zaten
adeta hapis hayatı yaşayan LGBTİ’ler, bununla birlikte artık zindan içinde zindan yaşayacak deyim yerindeyse. Bakanlığı onayladığı
ve İzmir’de kurulması planlanan LGBTİ
cezaevine sivil toplum ve LGBTİ örgütlerinden tepki yağıyor.
Nasıl bir işleyişi olacağı, tipinin ne olacağı,
infaz koruma memurlarının kimler olacağı
iv
ak
ur
d
.o
Medine Memiş olayından sonra
kuruldu
2009 yılında Adıyaman’ın Kahta
İlçesi’nde yaşanan Medine Memiş
olayından sonra kadınların tepki gösterip bir araya gelerek “Ne yapabiliriz”
sorusu üzerinden kurdukları bir dernek
olan AKAY-DER, kadınların bir daha
diri diri gömülmemesi, şiddete maruz
kalmaması, kendi hak ve özgürlüklerinin farkında olması ve en önemlisini
de kadınlara sahip çıkan kadınlarında
olduğunu göstermek amacıyla kuruldu.
Sınırlı sayıda kadın tarafından kurulan
dernek, kadına yönelik her tür şiddeti
gündemine alarak mücadele ederek
toplumun bilinçlendirmeyi hedefliyor.
İki yıldır özellikle aile içi şiddet, top-
lumsal cinsiyet, çocuklara yönelik cinsel
istismar ve hukukla ilgili konularda
eğitim çalışmaları yapıyor. Son olarak,
ekonomik, cinsel, medeni ve yaşamsal
haklar başta olmak üzere yaşamın her
alanında kadını ilgilendiren bütün konularda 16 haftalık bir eğitim veren kurum, tamamlanan bu eğitim sonrasında
sertifikaları dağıtmaya hazırlanıyor. Şu
anda “Kadın dostu kentler projesi” adlı
bir projeleri kabul edilen dernek, bu
kapsamda önümüzdeki günlerde bunun
çalışmasını yürütecek.
rs
Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde
açılışı yaparak kadınlara en anlamlı
hediyeyi vermiş oldu. Kadına yönelik
şiddetten tutalım da, kadın cinayetlerine kadar kadınların yaşadığı her türlü
sorunla mücadele eden derneğin aktif
çalışan ve üye sayısı her geçen gün arttı.
Şu anda 65 üyesi bulunan kurumda, her
meslek örgütünden ve her sosyal sınıftan kadın yer alarak mücadele ediyor.
.a
Kadın koordinasyonu oluşturulacak
Öncelikli yapılması gerekenin kadını hapseden ve
mağdur eden tüm anlayışları ve buna zemin sunan
durumları ortadan kaldırmak olduğuna dikkat çeken
Karadağ, kadınların toplumsal rollerinin erkekler
tarafından belirlediğini ve bu rollerin dışına çıktıkları gibi katledildiğini söyledi. Bu duruma başta
kadınlar olmak üzere tüm toplumun tepki göstermesi ve bu konuda duyarlılık yaratılmasının gereğinden
bahseden Karadağ, “Bu durum karşısında tek tek
dernek çalışmaları ile duramayız. Ciddi bir çalışma
yürüterek toplumsal bir hareketlenme yaratmak
gerekiyor. Kadınları örgütleyerek, kadın hareketleri
ile dayanışma içinde olmalı ve bu konuda perspektifler üretmeliyiz. Aile ile başlayarak, farkındalık
yaratmak, hiç olmazsa soru işaretleri uyandırmak
gerekiyor. Bunun için ise acilen ciddi örgütlenmelere ve ortak hareket etmeye ihtiyaç var. Bu anlamda
kadın örgütlenmesi çok önemlidir. Türkiye’de ve
bölgede bütün kadın örgütlerinin içinde olduğu bir
koordinasyonunun oluşması gerekiyor. Bu şekilde birbirimize yardımcı olarak, görüşmelerimizi
paylaşarak, yapabileceklerimizi ortaya koyarak,
daha sonuç alıcı planlamalar çıkarmamız gerekiyor”
şeklinde konuştu.
İ
Çimen Gümüş
ki yıl önce Adıyaman’da kurulan
AKAY-DER kadınların, farkındalık
yaratma adına kentte kazandıkları
neredeyse tek mevzi. Geçtiğimiz yıllarda
Kahta İlçesi’nde babası ve dedesi tarafından diri diri gömülerek öldürülen
Medine Memiş olayından sonra kurulan
derneğin yönetim kurulu üyesi Semra
Güleş Karadağ, şiddetten, baskıdan,
erkeğin verdiği rollerden uzak bir dünya
için tüm kadın kurumlarına ortak hareket çağrısında bulundu.
Adıyaman’ın neredeyse tek kadın kurumu olan, Adıyaman Kadın Yaşam Evi
ve Dayanışma Derneği (AKAY-DER) kadın mücadelesinin temel mevzilerinden
biri olması konusunda kararlılıkla yoluna devam ediyor. Yaklaşık iki yıl önce
kurulan AKAY-DER, az sayıda kadının
mücadele kaygısı sonucunda ortaya
çıkmış ve kadın mücadelesinin kentteki
garantisi gibi görünüyor. 2009 yılında
Kahta’da babası ve dedesi tarafından
diri diri gömülerek vahşice katledilen
Medine Memiş adlı genç kadınla ilgili
olaydan sonra sınırlı sayıda kadının
bir araya gelerek kadın mücadelesi
yürütmesi kararlılığını gösterip ortaya
çıkardığı bu dernek birçok çalışmaya
imza attı. Kadın çalışmaları konusunda
neredeyse hiçbir çalışmanın yürütülmediği kentte kadınlar hem kadın
sorununu gündemleştirip sorgulanmasını sağlıyor hem de kanıksanmış olan
şiddeti kadınların hayatından çıkarmayı
hedefliyor.
Kadının varlığını hissettiriyor
Ağırlıklı olarak eğitim çalışmaları
yürüten AKAY-DER, özellikle hükümetin ve eril zihniyetin politikalarına karşı
mücadele eden bir merkeze dönüşmüş
durumda. Adıyaman’da iki yıl içinde
bir duyarlılık yaratan kurum, kentte
bu konuda mücadele eden bir derneğin
varlığını da hissettiriyor. Kentte yaklaşık 12 kadın kurumu olmasına rağmen,
kadına dair çalışmalar yürütülmez iken
feminen bakış açısı ile kadın mücadelesinin alanlarından birine dönüşmüş
olan dernek, ataerkil sistemin kentteki
en büyük karşıtlarından biri.
Erkekler bizi ciddiye almıyor
Kadın çalışması konusunda herhangi bir sorun yaşamadıklarını ancak
kentteki erkekler tarafından ciddiye alınmadıklarının altını çizen Semra, “Erkekler bize yarı şaka yarı ciddi bir şekilde ‘bizim içinde bir dernek
kurun. Biz de şiddet görüyoruz’ diyorlar. Böyle yaklaşıyorlar. Bu ise genel
olarak kadın sorununu hafife almaktır. Bilincinde olmadıklarından böyle
yaklaşıyorlar. Yeri geldiğinde bunu ifade ediyoruz onlara” dedi.
13
Devlet kendisiyle
çelişiyor
Adıyaman’ın mor kalesi
w
Türkiye’nin en önemli sorunu olan kadın sorununun Adıyaman’da da diğer tüm illerdeki gibi yaşandığını aktaran AKAY-DER Yönetim Kurulu Üyesi
Semra Güleş Karadağ, yüzyıllardır süren kadın sorununa kalıcı çözümlerin kısa vadede olamayacağını
ve bunun için köklü çalışmalar yapılması gerektiğini
söyledi. Kadın sorununun Türkiye’de çok yoğun
yaşandığını dile getiren Karadağ, Adıyaman’da da
diğer tüm şehirlerde olduğu gibi feodal bir zihniyetin hakim olduğunu, erkek egemen anlayışın kadını
dışladığını, toplumsal cinsiyet rollerinden kaynaklı
kadına yükümlülükler getirildiğini ve kadının siyasi,
dini yaklaşımlardan kaynaklı eve kapatıldığını
belirtti. Karadağ, “Kadın üzerinde bu kadar etkili
olan şeyler olunca ve bu kadar dezavantajlı iken,
yıllarca süren ve biriken bu kadın sorunu kangrenleşmiş durumda. Öyle ki çoğu kadın da yaşadıklarının gerçekten şiddet olduğunun bile farkında değil.
Kolay kabulleniyor bu zulmü. ‘Ben bunu hak ettim’
anlayışı ile yaklaşabiliyor. Sağında, solunda gördüğü
tepkilerle de suçlandığı için sorumlu tutuluyor” diye
devam etti.
ÖTEKİLER
BasHaber
12 - 18 Ocak 2015
13
SÖYLEŞİ
AKAY-DER
w
‘Kadınlar şiddetin
farkında değiller’
w
12
CSST Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve
cezaevleri hakkında yazdığı birçok kitabı
ile bilinen Mustafa Eren, trans bireylerin
hapishanende tecrit edildiğini ve kendi
ihtiyaçlarını karşılamakta zorluklar yaşadığını belirterek,LGBTİ bireylerin kimliklerinden dolayı cezası boyunca tecrit edilmesi
ve kimisinin yıllarca hücrede kalması.
Özellikle trans bireylerin kalmak istedikleri
koğuşları belirtmelerine rağmen, hücreye
konulması ve ihtiyaç duydukları ilaçların
karşılanmaması bu uygulamaların başında
geliyor. LGBTİ bireyler hapishanelerde diğer
mahkumlarla bir araya da getirilmediği için
sosyal aktivitelere katılamıyorlar’’ diyor.
Eren, “Bu sorunların aşılması için sağlık
alanında, eğitim alanında, sosyal ve iş hayatına katılımı sağlamadan önce nedense onları direk adli sistem içine dahil edip oradan
kendince bir çözüm üreteceğini düşünüyorlar. O yüzden bu yaklaşım sorunludur” diyerek yapılacak olan hapishanelerin kapasitelerinin gelecekte baskı ve cezaların artacağının
göstergesi olabileceğini vurguluyor.
Tecavüz sanıkları nerede kalacak
Cinsel kimliği nedeniyle ayrı bir cezaeYayın Yönetmeni: Faysal Dağlı
Editörler: İsmail Yıldız, Yeter Polat
Haber Merkezi: Özcan Şahin, Çimen
Gümüş, Mustafa Kılıç, Berfîn Mijdar
/ Dimilkî: Roşan Lezgîn / Diyarbakır:
Mustafa Turan /Ankara: Salih Batırhan
gibi birçok konuda soru işaretleriyle dolu
olan konuya ilişkin bakanlığın son aşamaya geldiği öğrenilirken, cezaevinin LGBTİ
bireyler için bir damgalama ve kategorizasyon merkezi olacağı endişesi ortaya çıkmış
durumda.
LGBTİ bireylerin henüz sosyal ve yasal hakları hakkında herhangi bir çalışma
yapılmadan ve LGBTİ bireylerin görüşleri
alınmadan, bu isimle bir hapishane açılması
ve suç işleyen LGBTİ bireylerin bu hapishanede tutulması kararı birçok sivil toplum
kuruluşu ve LGBTİ örgütü tarafından tepkiye
neden oldu. İlk defa 2012 yılında, Ceza İnfaz
Sisteminde Sivil Toplum Derneği’nin (CİSST)
Adalet Bakanlığı’na yaptığı bilgi edinme
başvurusuyla ortaya çıkan bu projenin, geçtiğimiz yıl trans bir mahkumun bilgi edinme
başvurusuyla, tarihi ve yerinin kesinleştiği
bilgisine ulaşılmış ve İzmir’de sadece LGBTİ
bireyler için kurulacak olan bir hapishanenin, 2015 yılı içerisinde inşasına başlanacağı
belirtilmişti. Biri açık biri kapalı olmak üzere
iki hapishanenin yapılması ve bu cezaevlerinin 2017’de açılması planlanıyor.
Geçtiğimiz yılın Mayıs ayı verilerine göre
cezaevlerinde 95 LGBTİ birey bulunuyor.
Yapılan bilgi edinme başvurularına, resmi
makamlarca bu bireylerin kaçının trans, gay,
lezbiyen veya biseksüel olduğuna dair bir
veri olmadığı cevabı veriliyor. Altında birçok
LGBTİ örgüt ve derneğin yanı sıra sivil
toplum kuruluşlarının da imzasının olduğu
ve yapılması planlanan hapishane projesinin
durdurulması için verilen dilekçelere henüz
olumlu bir yanıt da verilmiş değil.
Tutuklular tecrit ediliyor
vi ve koğuşa konulan bireyler hakkındaki
kararların belirsizliği ve yarattığı çelişkiler
kendisiyle birlikte başka soruları da akla
getirebiliyor. Eren, LGBTİ bireylerin cinsel
kimliği nedeniyle karışılacağı bu uygulamanın yanı sıra cinsine tecavüz eden
heteroseksüel kişilerin de kalacağı koğuş ve
karışılacağı uygulamaların değişebileceğine
ve bununda belirsiz bir hal alacağına dikkat
çekerek,“hapishanelerde yaşanan taciz ve
tecavüz vakalarında acaba hem mağdur
olan hem de mağdur edene “sende de cinsel
eğilim bozukluğu var” deyip bu hapishanelere mi götürecekler. Çünkü devletin bakış
açısıyla bu da bir cinsel eğilim bozukluğu
olarak nitelendirilebilir. Bu da cevaplandırılması gereken bir sorudur” diyor.
“Proje toplumsal damgalama aracı”
Birçok LGBTİ bireyin, cinsel kimliğinin
ailesi ve toplum tarafından bilinmesinden
korktuğu ve bu yüzden de saklamak zorunda
kaldığı bir toplumda LGBTİ hapishaneleri
İmtiyaz Sahibi: Botan Tahsin
Hukuk Danışmanı: Av. Hamiyet Çelebi
İdare Müdürü: Esin Alp
Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç,
Hüseyin Ünal
bireylerin bu özgürlüğünü de elinden alma
tehlikesini kendisiyle birlikte getiriyor. Bu
bağlamda bu uygulamanın toplumun gözünde bireyi ifşa edeceği kaygısı da taşıyor.
Bununla ilgili örneklerin de olduğunu söyleyen Eren, “geçtiğimiz aylarda bir tutuklunun
kardeşi gelip ‘abime kötü muamele yapılıp
tekli hücreye atmışlar’ dedi. Bunu araştırdık
ve cezaevi bize cinsel yöneliminden dolayı
tekli hücreye aldıklarını ve kötü muamele
olmadığını söyledi. Bunun sonucunda arkadaşımız istemediği halde cinsel kimliği ifşa
oldu. LGBTİ hapishaneler sadece tutukluların değil onları ziyaret eden insanların
da bu yönde damgalanmasına neden
olacak.”
“Ayrımcılık kurumsallaşacak”
Yapılacak olan hapishanenin devletin
ayrımcılığı kurumsallaştırması
demek olduğunu vurgulayan Eren, toplumun
zaten sahip olduğu
Tel: +90 212 243 27 60
Fax: +90 212 243 27 79
E-mail: [email protected]
www.basnews.com
Meşelik Sk. No:22 D/3 Beyoğlu/İST
Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST
BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir.
LGBTİ bireylerin yasal haklarını tanımlayan herhangi bir yasa bulunmuyor. Ancak
cezai işlemlerde cinsel kimliklerinden
dolayı kararlar alınabiliyor. Kamusal
alana da katılmasının önünde birçok engel
bulunan bireyler kendi sosyal haklarına
kavuşmadan kendilerine karşı direkt
cezai yaptırımlara yönelik olan hapishane
projesinin çelişki olduğunu belirtiyor. Konuyla ilgili BasHaber’e değerlendirmede
bulunan aktivist Avukat Rozerin Seda Kip,
bu uygulamanın iyi niyet barındırmadığını
ve Türkiye’deki mevcut cezaevi koşuları ve
önyargılar ortadayken böyle bir projenin
yanlış olacağını söyleyerek,” Bu cezaevi
görünürlük ve ifşa problemini de kendisiyle birlikte getiriyor. Dolayısıyla burada
birçok hak ihlal edilebilir. Bu uygulama
‘bize dokunmasınlar da orada kendi halinde kalsınlar demektir’ kaldı ki bu devletin
kendi içinde hukuki bir çelişki yaşamasına
şahit oluyoruz. Öncelikle bu negatif ayrımcılıktır. Çalışanlara bu yönde eğitim verilip
verilmeyeceği belirsizliğini korurken
yasal hak tanınmayan, sosyal ve kamusal
alandaki hakları verilmeyen bireylerin
cezaları için hemen bir proje üretmek ve
özel bir hapishane yapmak devletin kendi
iç çelişkisini ortaya koyuyor” diyor.
bakış açısını koruyup bunu birde kurumsallaştırmanın yanlış olduğunu ve öncelikle yapılması gerekenin mevcut sistem
içerisinde çözüme kavuşturulması gerektiğini söylüyor. Eren ayrıca hapishanelerdeki
LGBTİ bireyler için sivil toplum kuruluşlarının çalışmalar yapabilmesi, atölyeler
açabilmesi ve ilgilenmesi için izin verilmesi
gerektiğini belirterek, “LGBTİ hapishanesi sorunun çözülmesine yönelik değildir.
Bu konuda çalışmak isteyen insanlara izin
verilmesi ve hapishane personeline eğitim
verilmesi gerektiğini
düşünüyoruz. Her
ildeki LBGTİ
bireylerin
bir hapishanede
toplanabilir ama
bütün
ülkedeki
mahkumların tek bir
yere
BasHaberSÖYLEŞİ
12 - 18 Ocak14
2015
MEDYA
15
ur
d
ak
üretim dağıtım ilişkilerini belirleyen ve
tamamen doğrudan demokratik bir zeminde
denemeye çalışıyor. Ve bu özgürlük denemeleri bize olduğu kadar tüm dünya halklarına
ilham veriyor’’ ifadelerini kullandı.
Meydan Gazetesi’nin özellikle cezaevlerine
dair politikasına da değinen Erbak, “Yalın
Ayak bölümünde zindanlar ve genel olarak
zindan sorunlarıyla ilgili tutsak devrimci ya
da anarşist yoldaşlarımızın görüşlerine yer
veriyoruz. Ve beraber ağır cezaevi sorunlarına çözümler üretmeye çalışıyoruz. Hukuk
içinde var olan adaletsizlikleri, çatlaklıkları
ve özellikle devletlerin hukuk sorunlarını
aktarmaya çalışıyoruz. Ya da işçi bir yoldaşımızın hukuk problemlerini ve yaşamını
kolaylaştıracak çözümlemelerde bulunuyoruz. Farklı coğrafyalarda gelişen ve eko
sisteme zarar veren olayları okuyucularımıza
aktarıyoruz” dedi.
*
Ortadoğu’nun DAİŞ’i
Almanya’nın PEGİDA’sı
BİLAL SAMBUR
rg
azaların tarihsel izlekleri, örf ve
yaşama biçimleri üzerine çok fazla
araştırma ya da incelemenin bulunmayışı bir yana, kimlik konusundaki
yaklaşımlar da Zazalara dair gerçeklerin
bilinmesini bir anlamda perdeliyor. Yazar
Mehmet S. Kaya’nın Rupel’den çıkan
‘Zaza Kürdler’ isimli çalışması, Zazalar
hakkında pek çok bilinmeyenin yanı sıra,
adı geçen tartışmalara ilişkin de önemli
tespitler sunuyor.
Önsözünde kitabı hakkında önemli
ampirik verilere dayanan ve uluslararası
alanda Zaza Kürdleri anlatan ilk bilimsel
etnografik araştırma diye söz eden Kaya,
Zaza Kürdlerin insan, aile, akrabalık, aşiret ilişkileri; kimliksel özellikleri; örf ve
adetleri; dini-manevi otoriteleri; toplumsal ilişkilerinde ve değerler sisteminde
dinin etkisi; sözlü kültür ve edebiyatı;
ekonomik sistemi konusunda dikkat
çekici veriler sunuyor. Çalışma bölgesi
olarak Solhan belirlenen kitap, diğer Zaza
bölgelerine dair de tespitler içeriyor.
Katılımcı gözlemcilik, veri toplama,
sosyal ilişkileri gözlemleme ve izlenimleri
not etme, belgeleri tarayıp ikinci el veri
ve bilgi toplama, topluluk temsilcileriyle
röportaj yapma, medya ve halk arasındaki tartışmalarda kullanılan görüş, ifade ve
beyanların dilsel analizini gerçekleştirme
metodu ile hazırlanan kitapta, “Akrabalık, Bir Aşiret Toplumu, Ataerkil Bir Toplum, Zazaların Kendi Toplum Otoriteleri,
Zaza Toplumunda Mütekabiliyet, Zaza
Toplumunun Ekonomik Sistemi, Türkiye,
Çatışma Ortamında Milliyetçi Bir Devlet,
Kültür ve Kimlik, Cinsiyet İlişkileri, Aile
ve İşbölümü, Din, Ortaklık ve Bireysellik”
üst başlıkları çerçevesinde veriliyor.
Topluma dair tespitlerine, yazar
kendi tanık olduğu veya alan araştırması
sırasında başkalarından duyduğu olay örneklendirmeleri de yaparak çalışmasına
inandırıcılık, somutluk kazandırıyor. Bu
da çalışmanın bilimsel kaygı gözetilerek
yapıldığı düşüncesini güçlendirmektedir.
Bunların dışında ilgili bilim insanlarının
düşünce ve görüşlerine de başvuran yazar
yer yer onları düşünsel referans olarak de
gösteriyor.
Zaza Kürdleri hakkında dilbilimle ilgili
birkaç eserin dışında akademik ve bilimsel çalışmaların azlığı göz önüne alınacak
olursa, bu çalışmanın konuya ilişkin
genel bir bilgilenme kaynağı olduğunu
belirtmek mümkün. Ancak çalışmayı
önemli kılan asıl husus, Zaza Kürdlerin
toplumsal ilişki ve davranışlarını, bunlara
yön veren değerlerler bütününü yansıtmadaki becerisi olarak tanımlanabilir.
.o
Kürdler ve anarşizmin
deneyimleri
Gazetenin başından
sonuna kadar
hiyerarşisiz,
emir ve talimat
zinciri dışında,
kolektif akla
dayanan
özgürlükçü ve muhalif bir yöntem uygulamaya çalıştıklarını ifade eden gazete çalışanı ve
yazarı Didem Deniz Erbak, yayın yapabilmek için bazı prosedürleri yerine getirmek
zorunda olduklarını ancak kendi içlerinde
istedikleri kadar özgürlükçü bir tutum içinde
olduklarını söyledi.
Kürdistan’da yaşanan gelişmeleri ve
Rojava’daki modele ilişkin değerlendirmede
bulunan Erbak, “Kürdistan’da gelişen alternatif toplum biçimini ve deneyimleri kendi
anarşist tarihimizden ve daha önceki örgütlü
deneyimlerimizin taşıdığı benzer özellikleri
görebiliyoruz. Diyebiliriz ki, Kürdistan’daki
yaşamsal deneyimler bu gün ortaya çıkmadı. Meksika’da, Güney Amerika’da ya da
Liberya’da tecrübe edilmiş birikimlerdir.
Kürdistan’da gelişen komünal yaşam deneyimi halkın öz örgütlenme temelinde kendi
Mutlu Can*
Z
iv
‘Dehaqlar’a karşı hepimiz Kawa’yız’
Yayın politikasında Kürdistan gerçeğine ve
Rojava’daki gelişmelere özel yer ayıran gazete, hemen her sayısında, Demrici Kawa’nın
Dehaq’a karşı verdiği mücadeleden pasajlara
da yer vererek, “Zalim Dehaqlar’a karşı bizler de birer Kawa’yız” mesajı veriyor.
Gazete, aynı zamanda farklı coğrafyalardaki ekonomik çözümlemeler ve ekonomik
tartışmaların Türkçe çevirileri, anarşist
teorisyen ve pratisyenlerin mücadelelerinden kesitler, değişen dünya koşullarında
anarşizmin varlık mücadelesi ve daha pek
çok konudaki teorik tartışmalar da sayfalarına taşıyor.
“21. Yüzyıl Teslimiyet Teorileri” bölümünde, küresel kapitalizme eleştirileri ve farklı
alternatif yaşam modellerinin tartışıldığı
yazılara da yer verirken, özellikle deşifre
yazıları ile okuyucuların zihin dünyasına hitap eden gazete, sosyal sorumluluk projeleri
adı altında faaliyet sürdüren sivil toplum
kuruluşlarının kapitalizmle olan bağları da
irdeleniyor. Gazetenin dikkat çeken tartışma
bölümlerinden biri ise, Uluslararası Af
Örgütü, insan hakları aktivistliği veya doğal
yaşamı savunan bazı çevrelerin pratik zeminlerinin, ‘direnişin içine sızan ve pasifize
eden, dolaylı olarak da kapitalizme hizmet
eden’ zemini olarak belirleniyor.
Emek dünyasına da sayfalarında
özel
bölümler ayıran gazetede, birçok işçi oluşumu ve sorunları hakkında yayınlar yapılıyor. Türkiye ve Kürdistan’ın yanı sıra
dünyanın değişik yerlerinde uygulanan
öz yönetim modelleri ve halkların eşitlik
mücadelelerini de okurlarına sunan gazetedeki kadın etkisi de dikkat çekici düzeyde. Okur, yazar, çizer ve emekçilerinin
büyük kısmının kadınlardan oluşması
dikkat çekiyor. Gazetenin hazırlanma
aşamasında ise basın ve medya kuruluşlarındaki mesleki hiyerarşiye alternatif
bir model uygulanıyor. Gazetede klasik,
alışılmış bir yayın yönetmenliği, haber
müdürlüğü, muhabirlik ya da editörlük uygulaması bulunmuyor. Her
şeye kolektif şekilde, ortak toplantılar sonucunda karar veriliyor.
rs
ürkiye’deki anarşist çevrelerin Kürdlere ve onların sorunlarına yaklaşımları
her dönem bu çevrelerin kendi iç tartışmalarında çelişkiler ve farklı yaklaşımlar
doğurdu. Kimi gruplar Kürdlerin mücadelesine mesafeli durup, eleştirel yaklaşırken,
bazı gruplar da çeşitli dönemlerde Kürdlerin
mücadelesine dayanışma mesafesinde oldu.
Çok sayıda dergi çevresinin bulunduğu anarşist dünyada, özellikle Kobanê ve Şengal’deki
gelişmeler konusunda her aşamada Kürdlerin yanında duran yeni bir gazete yayın
hayatına başladı kısa bir süre önce. Dünya,
Türkiye ve Kürdistan’dan çok sayıda öğrenci,
anti otoriter, anti militarist, vicdani retçi
ve aktivistin kolektif çabalarıyla iki yıl önce
yayın hayatına başlayan Meydan Gazetesi,
anarşist çevrelerin en etkili yayın organlarından biri olmaya başladı.
Basın ve medya üzerindeki baskıların son
on yılın en başat tartışma konularından biri
olmaya devam ettiği Türkiye’de, otorite ve
iktidar karşıtı keskin tavrıyla dikkat çeken
aylık gazete 23. sayısına ulaşırken, gazetede
neredeyse her sayıda Kürdistan’ın 4 parçasındaki gelişmelere de geniş yer ayrılıyor.
Türkiye’de kolektif anarşist yayın yapan
basın yayın organlarının giderek çoğalması,
beraberinde siyasi örgütlenmeler, politik
kavramlar ve yeni yaşam alternatifleri doğuruyor. Bu yayın organlarının, Kürd Bağımsızlık Mücadelesini yakından takip ederek
bunu yayınlarına da yansıttıkları görülüyor.
Özellikle Kobanê ve Şengal direnişiyle dünyada farklı bir ivme kazanan Kürd Bağımsızlık Mücadelesi, sömürülen dünya halklarının
ve anarşist yapıların ilgilerini Kürdistan
coğrafyasına çeviriyor. Kürdistan’ın neredeyse her parçasında süren savaş ve yükselen
‘devrim’ söylemi, dünyanın değişik bölgelerindeki sistem muhalifi kesimlerin ilgisini de
Kürdistan’a kaydırmaya başladı. Özerklik,
bağımsızlık, özgürlük, devrim, direniş ve
yıkım gibi kavramların yoğun şekilde ele
alındığı anti otoriter ve anarşist çevreleri de,
bu kavramların ‘kaos pratik’ halinde zemin
bulduğu Kürdistan’a özel bir ilgi duymaya
ve dahil olmaya sevk ediyor. Birçok ülkeden
sistem muhalifi ya da anarşist birey, Kobanê
ve Kürdistan’ın diğer parçalarında süren
mücadelelere destek vermek üzere yaşadıkları coğrafyaları terk ederek Kürdistan’a
yerleşti, mücadelenin herhangi bir noktasında konum aldı.
Bu pratik gelişmenin zemini ise kuşkusuz
bu grupların bir
araya geldikleri çeşitli otonom zeminlerde ya da yayınladıkları dergi ve gazete
çevrelerinde şekil alıyor. Türkiye’de de bu
misyonu en fazla gündeminde tutan çevre,
Meydan Gazetesi çevresi olarak beliriyor.
Gazetenin çok sayıda okuru, katkı sunanı,
çalışanı, yazanı ya da çizeni de Kobanê’de
süren savaşta Kürd güçlerinden yana tercih
kullanarak, bölgeye gitti. Dönüşümlü şekilde
oradaki savaşta ya da Suruç’taki çadır
kentlerde gönüllü çalışan olarak yer alan çok
sayıda anarşist de Kürdistan davasına bu
şekilde katkı sunuyor. Şu an itibariyle de bu
çevreden bir grup bölgede bulunuyor.
Rojava’da pratiğe geçirilen mahalle
meclisleri, ekolojik köy komünleri, bağımsız
kadın oluşumları ve gençlik grupları gerçeği,
anarşizmin teorileri ve Kürdistan coğrafyasında gelişen alternatif yaşam biçimlerinin birbirine yakın olması da, bu grupları
Kürdistan’a giderek yaklaştıran bir misyona
sahip. Bu politik gerçeklikte İstanbul’da
yayımlanan ve kolektif çalışma olarak tanımlanabilen Meydan Gazetesi, anarşist yayınlar
genel itibariyle çok uzun ömürlü olamadığı
için, Meydan Gazetesi pratiği bu anlamda da
dikkat çekici bir periyod kazanmış durumda.
.a
T
Mustafa Kılıç
Zazaları tanıma klavuzu
narşist sesi
w
Medya mahallesinin
KİTAP
BasHaber
12 - 18 Ocak 2015
15
SÖYLEŞİ
‘Zaza Kürdler’
w
Meydan Gazetesi
w
14
Kitapta değinilen ana hatlar
296 sayfadan oluşan kitapta “Zaza
Kürdleri Türkiye’de yaşar. Zazaca konuşan Kürd, kendisini ilk olarak Zaza Kürdü
olarak tanımlar. Etnik olarak Zazalar
Kürd’tür, çünkü etnik kimlik doğum,
tarih, kültür ve köken ile bağlantılıdır.
Fakat Türkiye 1923’te Cumhuriyetin ilanından beri Zaza Kürdlerini inkar etmektedir. Devletin kültürel ve milli kimliği tek
bir etnik gruba dayanır. Bunu daha önce
Atatürk Devletin millet için var olması
ilkesi yerine milletten üstün olduğu görüşünü hakim kıldı. Tek bir millet (Türk
Milleti) yaratma projesi çerçevesinde
bütün farklı dil ve kültürler gibi Kürd dili
ve kültürü de inkar edilerek baskı altına
alındı, her alanda asimilasyon politikaları
uygulanmaya başlandı. Bu baskılar da
direnişleri, özgürlük mücadelesini beraberinde getirdi. Bu bağlamda Kürdler 1980
ve 1990’lardaki askeri vesayete dayalı
hükümetlerin baskıcı uygulamalarına
ciddi direnişler göstermiştir. Bu, onların
aynı zamanda ulusal gurur kaynağıdır.
Bunun dışında Kürdlerin diğer ulusal gurur kaynakları, Kürd coğrafyasının doğal
güzelliği (dağları,ırmakları), 1920’den
beri sayısız halk isyanları, tüm baskılara
rağmen geleneksel yaşayış biçimlerini,
sözlü kültür özelliklerini korumalarıdır.
Zazalar, çıkan anlaşmazlık ve problemlerde adaletsiz buldukları için Türk devlet
otoritelerine başvurmadan kendilerine
ait çözüm yöntemleri geliştirmişlerdir.
Zaza toplumunda adalet; ahlaki, kültürel, geleneksel ve dini kurallara göre
belirlenir. (Zazalar Alevi ve Sünni olmak
üzere iki mezhebi benimserler. Aleviler
laik eğilimli, Sünnilerse muhafazakardır)
Zaza toplumunun büyük bir kesiminin
kuralları şeyhlik, aşiret sistemi ve şeriat
tarafından düzenlenmiştir. Şeyhlik,
mollalık yönetici toplumsal otoritelerdir.
Şeyh toplumun bütününü ilgilendiren
önemli meselelerle meşgul olurken mollalar yerel konularla ilgilenirler. Sünni/
Şafii- Zaza yörelerinde şeyhlik, molla kurumunun üzerinde bir konuma sahiptir.
Şeyhler, mollalar, aşiret reisleri ve ağaların Zaza toplumunda yüksek mevki sahibi
oldukları kabul edilir. Özcesi Zazaların
yaşam felsefesini belirlemede tecrübe ve
geleneksel düşüncelerden önce din gelir.
Zaza toplumundaki şeyh, molla ve tarikat
gibi dini otoriteler, aynı zamanda bir din
pazarı oluşmasına da yol açmışlardır. Bu
durum ise insanların bireyselleşmesini,
özgürce düşünmesini engellemektedir.
Zazalar akraba ve komşularına karşı
sorumluluk duyar ve birbirlerine yardım
ederler. Kirvelik, birbirlerine hediye alıp
vermek, güç koşullarda dayanışmak,
kız alıp vermek önemli mütekabiliyet
örnekleridir. Günümüzde bunun biraz
zayıfladığı gözlenmektedir. Zazalarda
nüfusun yarıdan fazlası geçimini yalnızca
evcil hayvanlar ile tarımdan sağlamaktadır. Kasaba ve şehirlerde ise alışveriş
ve hizmete dayanan ekonomik ilişkiler
hakimdir. İşsizlik, alt yapı eksikliği, geri
kalmışlık ve sanayi yatırımlarının olmaması, toprak kıtlığı ve PKK ile Türk devleti arasındaki savaştan kaynaklı köylerin
devlet baskısıyla zorla boşalttırılması
sebepleriyle kırsal kesimden bir nüfus
kaçışı görülmektedir.
Bütün bunların yanı sıra günümüzde
Kürd özgürlük mücadelesi devam etmektedir ve bu mücadele içine büyük çapta
demokratikleşme, bireyselleşme, laikleşme, bilime yönelme, rasyonelleşme ve
kültürel çokluk kavramlarını almaktadır.”
gibi tespitler yer alıyor.
Orjinal dili Norveççe olan bu kitap, ilk kez 2007 yılında Abstrag Forlag yayınevince ‘‘Zazakurdere i en ny tid’’ adıyla Norveç’te yayınlanmıştır. Ardından
2011 yılında İngilizceye çevrilip ve “The Zaza Kurds of Turkey: A Middle Eastern Minority in a Globalised Society’’ adıyla I. B. Tauris yayınevi tarafından
Londra’da basılmıştır. “Zaza Kürdler’’ halen Anglofon ülkelerdeki 18 üniversitede ders kitabı olarak okutulmaktadır.
2014 yılı, DAİŞ denilen barbarlar çetesinin öne çıktığı bir yıl oldu.
Irak ve Suriye’de üzerinde sekiz
milyona yakın insanın yaşadığı Portekiz büyüklüğünde bir coğrafyayı
kontrol eden DAİŞ, Hilafet Devleti
adı altında bir çete yapısı oluşturdu. Ortadoğu’nun kadim halkları ve
inançları olan Kürdler, Ezidiler ve
Süryanilere düşman olan DAİŞ, insanlığa dair ne varsa her şeyi yok etti.
Kafalarını kestiği insanların görüntülerini yayınlayarak
dünyaya korku salmaya çalıştı. Binlerce kadın ve çocuğu köleleştirdi ve pazarlarda sattı. DAİŞ, insanlığa karşı olan her şeyi temsil eden bir barbarlar güruhundan
başka bir şey değildir.
Şengal ve Kobanê’ye vahşice saldıran DAİŞ, bir
Kürd soykırımı gerçekleştirmeye çalıştı. Kobanê ve
Şengal’de Kürd halkının büyük direnişiyle karşılaşan
DAİŞ, neye uğradığını şaşırdı. İnsanlık, Kobanê ve
Şengal’de DAİŞ barbarlarını durdu ve geriletmektedir.
DAİŞ, şu an için gerilemesine rağmen dünya, Ortadoğu ve Kürdistan için tehlike olmaya devam etmektedir.
Din adına fanatizmi ve barbarlığı kutsallaştıran DAİŞ,
mezhepçiliği, kabileciliği, ırkçılığı, cinsiyetçiliği ve primitivizmi Ortadoğu’da egemen kılmak için her türlü
vahşeti uygulamaktadır.
Ortadoğu coğrafyasında kadın, hala onurlu ve özgür bir insan olarak var olamamaktadır. Ortadoğu’nun
dördüncü büyük kadim halkı olan Kürdlerin, en temel
insan hakları her gün inkar edilmektedir. Kürdistan’da
her gün onlarca cenaze kaldırılmakta, ölüm, idam ve
işkence haberleri gelmektedir. Kürdistan’da yüzlerce
toplu mezarın olduğu raporlar yayınlanmaktadır. Sanki
bu coğrafyada Roboski gibi büyük bir katliam hiç olmamış gibi insanlar duyarsızlaşabilmektedir. Aleviler,
farklı kimlik ve inançlarını yaşayabilmek için büyük çabalar göstermekte, ancak şimdiye kadar insan onuruna
yakışır bir şekilde onların hak ve özgürlükleri tanınmış
değildir. Alevilere ait Cemevleri’nin ibadethane olup
olmadığı tartışması, fanatizm ve körleşme tarafından
kuşatıldığımızı göstermesi açısından anlamlıdır.
Ortadoğu’da DAİŞ barbarlığına şahit olduğumuz
bugünlerde Almanya’da insanlık düşmanı bir başka
oluşumun sahneye çıkışına şahit olduk. PEGİDA adı
verilen organizasyon, ‘Batı’nın İslamizasyonuna Karşı
Yurtsever Avrupalılar Birliği’ olarak kendisini sunmaktadır. Dresden başta olmak üzere Almanya’nın birçok
kentinde İslam ve mültecilere karşı gösteriler yapan
PEGİDA, yabancı düşmanlığını ve Alman milliyetçiliğini ideoloji olarak benimsemiştir. PEGİDA, Alman ve
Avrupa kültürünü Müslüman işgalcilere karşı korumayı ve savunmayı amaç edindiğini iddia etmektedir. PEGİDA denilen fanatikler güruhunun kalpleri ve beyinleri önyargı, katılık ve nefretle körleşmiş durumdadır.
Ortadoğu’da İslam’ı savunduğunu iddia eden
DAİŞ’e karşı Almanya’da PEGİDA Avrupa ve Alman
kültürünün koruyuculuğuna soyunmuştur. PEGİDA,
Selefilerle mücadele etmeyi olmazsa olmazı kabul etmektedir. Her iki grup, kültür ve din adına fanatizmin,
ırkçılığın ve nefretin hizmetindedirler. Her iki grubun
ortak özelliği, kendileri gibi olmayanları ötekileştirmek, öcüleştirmek, şeytanlaştırmak ve yok etmeyi kendilerinin meşru bir hakkı olarak görmektir.
PEGİDA ve DAİŞ, insanlık karşıtı yapıların hem
Doğu’da hem Batı’da sürekli olarak ortaya çıkacağını
göstermektedir. İnsanlığın ırkçılıkla, fanatizmle, şovenizmle ve nefretle mücadelesi devam etmektedir.
Cinsiyetçiliğin, ırkçılığın, dini fanatizmin ve şiddetin
olmadığı daha insani bir yaşamı 2015’te umut ediyoruz.
İnsanlığın DAİŞ ve PEGİDA’ya ihtiyacı yoktur. İnsanlığın yeni bir aydınlanmaya ihtiyacı vardır. DAİŞ ve PEGİDA körleşmesine insanlık, sahici bir aydınlanma ile
karşılık vermelidir.
16
RESİM
BasHaberSÖYLEŞİ
12 - 18 Ocak16
2015
Rıza Topal
Fırça izlerinde Dersim ve sürgün
.o
bu çabalarıma rağmen bütün yollarım
kapalıydı ve tek başıma, yoluma devam
etmek zorunda kaldım. Kürdistan’da
sanatın ham maddesi ile beslenen ve
sürgün ve göçlerle soluğu Avrupa’da alan
birçok değerli sanatçımız var. Özellikle
Avrupa’daki demokratik ortamın sunduğu imkanlarla birlikte bu sanatçılarımız
kendilerini daha iyi ifade edebiliyor ve
sanatlarını geliştirmek için uygun koşullarda yaşıyorlar. Umarım bir gün sanatın
ham maddeleri kendi toprağında işlenecek ve değerlenecek ortamı bulabilir.
w
Kürd sanat camiasında size gösterilen ilgi nasıl?
Öncelikle şunu söylemeliyiz ki sanatın
dili ve ırkı yoktur. Fakat ben Bochum müzesinde sergi açtığımda Kürd olduğumu
söyledim ve şimşekleri üzerime çektim.
Gerekçe olarak da ‘Türkiye bizim NATO
üyemiz, eleştirmemelisin’ dediler. Sonra
Bremen’de müzesinde bir sergi açtım o
zamanın müze müdürü beni engellemeye çalıştı ama engelleyemedi. Berlin’de
de bir sergi açtım ve burada da Kürd
olduğum için bazı engellerle karşılaştım.
1980’de Kenan Evren darbe yapınca bu
uygulamalar daha da sertleşti. Hem Alman, hem Türk faşistlerden birçok tehdit
mektubu aldım. Bu olaylarla birlikte
yollarım kapandı. Fakat bu olaylar karşısında direndim ve çalışmalarıma devam
ettim. Bütün bunlar karşısında yalnız
bırakılınca ben de Kürd kurum ve kuruluşlarına başvurdum. Kürdistan Federal
Bölgesi ile iletişim kurdum. Türkiye’deki
Kürdler zaten darbe nedeniyle baskı
altındaydılar. Bu yüzden onlarla iletişim
kurmakta bile zorlanıyordum. Bütün
w
Kürd Ressam Rıza Topal
1950’de öğretmenlik hayatına
başladıktan sonra resme olan
ilgisiyle birlikte 1954 yılında
Ankara’da ilk sergisini açtıktan
sonra yurtdışında da birçok sergi
ve çalışmaya imza atmış bir ressam. Aynı zamanda 60 darbesiyle
birlikte gönüllü olarak yıllarca
Hakkari’de öğretmenlik yapan
Topal, açtığı sergiler ve çalışmalarla bakanların da ilgisini çekmeyi başaran bir sanatçı. 68’de
Almanya’ya göç etmek zorunda
kalan ve orada yaşamaya devam
eden ve halen Almanya’da yaşayan sürgün edilmiş Topal, 1938
Dersim soykırımının bırakmış
olduğu acı izleri hem yaşamında
hem de sanatında yoğunlukla
işliyor. Rıza Topal ile sanatını
yaşamının sanatındaki yansımalarını konuştuk.
w
.a
rs
iv
ak
Resim dünyasında ‘akademi ve
alaylı’ tartışması hep vardı. Siz
de alaylısınuz. Buradan gelip,
başarılı olmak için nasıl bir yöntem izlediniz?
Resme ilk başladığımda sanatla ilgili
herhangi bir planım yoktu bu alanda
ilerlemeyi düşünmemiştim. Küçük
yaşta resim derslerinde öğretmenler bu
yeteneğimi keşfetti daha sonraları açılan
resim atölyelerine başkan yaptılar beni.
Öğretmenliğe başladığımda Bingöl’de
resim çalışmalarına başladım klasik
resimler yapıyordum. Empresyonizmden
etkilenmiştim. 1958’de Ankara’da ilk
sergimi açtım ve büyük yankı yaptı. Basın
bana ilgi gösterdi ve bu ilgiden sonra
beni Ankara’da bir yetiştirme yurduna
öğretmen olarak aldılar. Orada rahattım
ve bütün ihtiyaçlarım karşılanıyordu ama
içim rahat değildi çünkü ben bu işi para
için yapmıyordum. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra ben çok rahatsız oldum ve
gönüllü olarak Hakkari’de öğretmenlik
yapmak istediğimi söyledim. Hakkari’ye
geçtikten sonra arkaik çalışmalar yapmaya başladım Mezopotamya Mısır ve
Anadolu üzerine çalıştım. Orada yaptığım
birçok resim hala duruyor. Hakkari’de
kendi evimde gibiydim kendi kültürüm ve
kendi insanımla beraberken daha güzel
çalışmalar yapıyordum. Oradaki çalışmalarımla kültür bakanlığının dikkatini
çektim ve beni çağırıp görev için Paris’e
göndermek istediklerini söylediler. Ben
reddettim ve Hakkari’de kalmak istediğimi söyledim. 1968’de tekrar çağırıp bu
sefer eğitim için Almanya’ya gönderdiler.
O süreçten beri Almanya’da yaşıyorum.
ur
d
Laser Mario
rg
Öğretmenlik yıllarında kendi deyimiyle ‘yediği önünde yemediği arkasında’ bir
yaşam standardı olan Rıza Topal gönlü el vermeyip Hakkari’de gönüllü öğretmenliğe gidecek kadar eğitim sevdalısı ve aynı zamanda Esat Canan, Mehmet Salih
Yıldız gibi siyaset adamlarının da öğretmenliğini yapmış, kendini resim alanında
geliştirmiş olan Topal, Avrupa ve Türkiye’de sergiler açan bir ressam.
‘Galeri piyasası’ diye adlandırılan ve yer yer tekel gibi duruş
sergileyen bir çevre var ve bu
alanda var olmak çoğu kez bu
engele de takılabiliyor. Neleri
yenmek zorunda kaldınız?
Benim umudum kırılmadı. Bir sanatkar
yapar ama satmasını beceremeyebilir.
Bu işler galerilerin işleridir. Maalesef
günümüzde buna mahkum edildik çünkü
eskisi gibi sanatta seçicilik yok ve sanatın
gelişimi için bu tür kurumların gerekliliği
ortaya çıkmıştır. Kürd halkı sanatsal açıdan henüz alt basamaktadır. Kürdler içinde galericilik pek gelişmemiş ama bunun
yerine, ne yazık ki parti ve siyasi kurumlara mahkum edilmiş bir sanat anlayışı
var. Eğer bir parti veya örgüte yakınırsanız yaptığınız sanat olarak niteleniyor
ama kendi başınıza sanat icra ederseniz
veya politik bir tavır sergilemeden sadece
sanatın evrensel boyutuyla ilgilenirseniz
yaptığınıza kimse sanat demiyor.
Çalışmalarınız tam bir renk
skalasından oluşuyor. Tarzınıza
dair neler söylemek istersiniz?
Benim tarzım çok renkliliktir. Ben
renkleri bir sıraya koydum 10 yıl arayla
farklı tarzlarda çalışmalar yapacağıma
dair kendime söz verdim. İlkin empresyonizmin etkisiyle renkli çalışmalar
yaptım. 10 yıl geçtikten sonra 1985’te
modüler formlara geçiş yaptım daha
sonra sürrealizm üzerine çalıştım ve en
sonunda abstract soyut resimlere geçtim
şimdi bunun üzerine devam ediyorum.
Bu benim kendime koyduğum kurallardır.
Dersimlisiniz ve Dersim katliamının sizde izler bıraktığını
söylüyorsunuz. Bu sanatınıza
nasıl etki ediyor?
Dersimli olmam dolayısıyla katliamın
bende bıraktığı izler oldukça fazla. Bu
katliam benim yaşamımın birçok noktasında etkilidir. Sanat insanların duygu ve
düşüncelerini yansıtmasında en büyük
araçlardan biridir. Ben de bunda en iyi
araçlardan biri olan resim sanatıyla ilgili
olmam dolayısıyla Dersimin acılarını ve
ben de bıraktığı izleri bu şekilde yansıtıyorum. Kürdistan acı ve katliamlarla
dolu bir coğrafyadadır. Bir insan hangi
işi yaparsa yapsın mutlaka bir şekilde bunun etkisini onda görebilirsiniz.
Bende resimlerimde bu etkiyi anlatmaya
çalışıyorum. 38’le ilgili birçok resim
yaptım sürgün ve acı bu resimlerin ana
temaları oldu hep.
Geri dönmeyi düşüyor musunuz?
Aslında geri dönmek istiyorum ama
artık yaşlandım ve sağlık hizmeti almam
gerektiği için geri dönemiyorum. Buradaki sosyal haklar ve sağlık sektörünün
durumu ortada eğer geri dönersem 40
yıldır alıştığım sosyal hakların bir çoğunda geriye gitmek zorunda kalacağım için
bunu yapamıyorum. Yaşlılık engeli olmasaydı elbette geri dönmeyi isterdim ama
şu anda bu mümkün görünmüyor.
Download