258 O D T Ü M E Z U N L A R I D E R N E Ğ İ YAY I N I D I R MART 2016 www.odtumd.org.tr İçindekiler 3/2016 8 ODTÜLÜLER BÜLTENİ MART 2016 Dernek Ad›na Sahibi ve Yaz› ‹flleri Müdürü Himmet fiAH‹N (EDS’83) Yay›n Kurulu Tülay ÜNLÜEVCEK (PSY’83) fiule fiAH‹N (PSY’85) Günay BULUT (ADM’85) Melih VURKIR (OR/STAT’83) fiule GÖKO⁄LU (ADM’85) Gökçen GÖKYER (CP’12) Kıvanç YILMAZ (IE’03) Ümit Nevzat UĞUREL (CP’80) İbrahim BERKSOY (ME’91) Kamil AKDOĞAN (ES’90) Yay›n ve Reklam Sorumlusu Aysun BÜYÜKCENG‹Z [email protected] Grafik-Tasar›m Yusuf MEŞE - Nazmiye KOÇ (Ajans-Türk) Bask› AJANS-TÜRK BASIN VE BASIM A.fi. ‹stanbul Yolu 7.km. Necdet Evliyagil Caddesi No: 24 Bat›kent/Ankara Tel: 0312 278 08 24 Bask› Tarihi: 21.03.2016 ODTÜ Mezunlar› Derne€i Yönetim Kurulu Himmet ŞAHİN (EDS’83) Baki Arslan(CE’89) Ümit Nevzat Uğurel(CP’80) Kamil Kancoğlu(ME’87) S. Melih Şahin(ME’85) Tülay TAY (STAT’97) Tülay ÜNLÜEVCEK (PSY’83) Ödentileriniz ‹çin T. ‹fl Bankas›, ODTÜ fiubesi TR 39 000 64 000 001 4229 0528642 Garanti Bankas› Maltepe fiubesi TR92 0006 2000 1140 0006 2011 60 Burs ve Yard›mlar Fonu T. ‹fl Barkas›, ODTÜ fiubesi TR 81 000 64 000 001 4229 0422059 (TL) TR 80 0006 4000 0024 2293 2824 08 (EUR) TR 81 0006 4000 0024 2293 1651 17 (USD) Garanti Bankas› Maltepe fiubesi TR 21 000 6 2000 1140 000 6 2995 35 (TL) Yönetim Yeri ODTÜ Mezunlar› Derne€i Viflnelik Tesisi 1540 Sk. No: 58 100. Y›l, 06530, Ankara Tel: (312) 286 79 79 Faks: (312) 287 75 00 E-posta: [email protected] www.odtumd.org.tr facebook/ODTÜ MEZUNLARI DERNEĞİ VİŞNELİK TESİSİ Kapak Konusu Barış - Dernekten 22 - Vişnelik izlencesi 29 - Dosya 38 - Kavramlar 39 - ODTÜ’den Bir Köşe 40 42 44 46 - Hocam İnecek Var SURİYE - Şehir Yazıları - Sağlık - Opera Sahnelerinden Dosya Konusu Suriye Yerel Süreli Yay›n ISSN 1303-7390 ODTÜ Mezunları Derneği aylık yayın organıdır. ODTÜ’lüler Bülteni her ay 5750 adet basılmakta ve Dernek üyelerine ücretsiz gönderilmektedir. İmzalı yazılardaki görüş ve düşünceler yazarlarına ait olup, ODTÜ Mezunları Derneği’ni ve ODTÜ’lüler Bülteni’ni sorumlu kılmaz. Yayımlanan yazılar ve fotoğraflar, Derneğin ve yazarların izni olmadan kullanılamaz. 48 DOSYA - Çizgiyle Bizden Size Sevgili Üyelerimiz “Evrensel gericilik” ve” istikrarsızlığın” olduğu totaliter toplumlarda yöneticiler ilkelerinin sonsuza kadar geçerli mutlak doğrular olduğunu kabul ederler. Bu tür bir toplumda liderlerin sözleri ise kanun hükmündedir, talimatların bir yerlerde kayıtlı olmasına bile gerek yoktur. İnsanların bu gün iyi yarın kötü, hain ilan edilmesi ise bu tür bir toplumun istikrarsızlığının örneğidir. Devlet halk üzerinde topyekûn bir egemenlik kurmuş, toplumsal muhalefet susturulmuş ve denetim altına alınmıştır. Azınlıkların haklarından söz edilemez. İktidardakiler kendilerine göre yüce bir davanın peşindedirler, çeşitlilik, çoğulculuk yasadışıdır. Bazı ülkelerde tam tanımlanan demokratik teamüller işlemese de bu kötülüklerin ortağı olmamak için anayasada temel haklardan bahseder. Ayrıca bu ülkeler, aleni haksızlıklara karşı yapılan eylemlere müdahalelerle ilgili kendilerini demokratik gösterme ve müdahalelerini meşru zeminlere oturtma çabası içindedirler. Hukuk düzeni içerisinde var olan ya da ortaya çıkabilecek haksızlıklara ya da hukuk düzeninin dejenere olması, bozulması tehlikesine karşı yapılan direniş genel anlamıyla adil bir hukuk düzeninin var olmadığı toplumlarda, demokratik hukuk devletinin özellikleri olan seçme ve seçilme hakkı, ifade ve örgütlenme özgürlüğü, yasalar önünde eşitlik, mahkemelerin bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı, kişinin bedenî ve psikolojik bütünlüğünün dokunulmazlığı, azınlıkların hakları, çoğulculuk ve çoğunluk hakları farklılığının kurumsallaşmasına izin veren bir sözleşmedir. Etnik dini azınlıklar, farklı yaşam biçimi olan fikri azınlıklar, farklı cinsel tercihi olan azınlıklara yaşama hakkı tanınmalıdır. Bireyin hakları da korunmalıdır. Demokratik devlet yapısında çoğunluk kuralı genel kabul görür, bütün oyların değeri eşittir. Demokratik yapılanmanın en önemli ayağı yeterli iletişim ağları ile herkesin düşüncesini açıklamasına izin veren bir sistemin oluşturulmasıdır. Bağlayıcı kararlarda kendilerini etkileyecek olan kesimler, bireyler, topluluklar tartışma ve karar alma süreçlerinde kendi ilkeleri ve işlemlerini katabilme özgürlüğüne sahip olmalıdır. Özelliklere sahip demokrasi kendini mutlak doğrunun merkezine oturtmayan, kendine güvenen, gelişmeye öğrenmeye açık olan bir sistemde var olabilir. Demokratik bir düzende bireylerin haklarını savunabileceği veya iktidarın uygulamalarını eleştirebileceği en etkin yollardan biri sivil itaatsizlik eylemleridir. Haksız bir uygulamaya karşı bütün yasal yolların denenmesinden sonra girişilen yasadışı bir eyleme başkaldırı denilse de yasaların ya da hükümet politikasının değiştirilmesini hedefleyen, kamuoyu önünde aleni olarak icra edilen ve şiddete dayanmayan bu tür vicdani bir eylem meşru olarak kabullenilmelidir. Çünkü hedefi ve nasıl gerçekleştirileceği önceden açıklanmış olan bu tür eylemlerin şiddeti reddetmesi, toplumun diğer kesimlerinin hak ve özgürlüklerini gözetmesi gibi özellikleri sebebiyle yapılan protestoların toplumun çeşitli kesimleri arasında derin düşmanlıklar oluşturmasına yol açılmayacak, aksine oluşacak düşmanlıklar giderilecektir. Özünde yok etme değil, ikna etme olan, düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğünü bünyesinde barındıran, temel hukuk ilkeleri çerçevesinde gerçekleştirilen sivil itaatsizlik edimi bireysel çıkarlar ya da toplumun diğer üyelerinin haklarının gaspına yol açacak grup çıkarları ile gerekçelendirilemez. ODTÜ Mezunları Derneği Yönetim Kurulu Konsey Adana’da Toplandı O DTÜ yönetimi ve ODTÜ mezun derneklerini bir araya getiren Konsey Toplantısı, ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ahmet Acar, ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu Rektörü Prof. Dr. Turgut Tümer, ODTÜ Rektör Danışmanı Prof. Dr. Barış Sürücü ve mezun dernekleri temsilcilerinin katılımı ile 27 Şubat Cumartesi günü Adana’da gerçekleşti. Toplantıda ODTÜ’de son dönemde yaşanan olaylar, Haziran’da gerçekleşecek Rektörlük seçimi konularının yanı sıra, ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’ndaki gelişmeler ile mezun derneklerinin çalışmaları konularında bilgi paylaşıldı. Yazı Konsey Başkanı Himmet Şahin, Konsey toplantı- Aysun BÜYÜKCENGİZ sı gündemini değerlendirerek, iyi bir toplantı olması dilekleriyle toplantıyı açtı. Ardından söz alan ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ahmet Acar, ODTÜ’de son dönemde yaşanan gelişmelerle ilgili bilgileri paylaştı. Acar, ODTÜ’nün hem evrensel, hem geleneksel değerleri ve ilkeleri olduğunu ve bu değerlerden ödün verilemeyeceğini söyledi. ODTÜ’nün bir devlet üniversitesi olarak ilerlemekte zorluklarla karşılaştığını anlatan Acar, “Her şeye rağmen çok iyi şeyler de oluyor. Uluslararası ödüller alan öğrencilerimiz ve öğretim üyelerimiz var” dedi. Prof. Dr. Ahmet Acar, önümüzdeki dönemde ODTÜ’nün yapması gereken çok iş olduğunu ve mezunların üniversitenin yanında olmasının çok önemli olduğunu vurgulayarak, “Mezunlarımızın üniversitemizin yanında durması, verdiğiniz burslar hem maddi hem manevi açıdan değerli ve üniversitenin bu değerlerini sürdürmesi, kimliğini koruması hepimizin desteği ile olacak. Yalnızca ODTÜ’lü olduğumuz için değil, bu ülkenin insanı olduğumuz için bunu gerekli görüyorum” dedi. Acar’ın ardından söz alan ODTÜ Kuzey Kıbrıs Rektörü Prof. Dr. Turgut Tümer, Prof. Dr. Nebi Sümer’in rektör yardımcısı olarak göreve başladığını duyurarak, Sümer’in katkılarıyla rehber öğretmenlere yönelik programın formatının yenilendiğini ve seminerlerin devam ettiğini, mezun dernekleriyle birlikte yürütülmesinin programı çok anlamlı ve etkili hale getirdiğini söyledi. Prof. Dr. Tümer, döneme yüzde 23’ü tam burs olmak üzere yüzde 64’ü bursu 2037 öğrenci ile başlandığını, uluslararası öğrenci oranının yüzde 17’yi bulduğunu anlattı. Turgut Tümer, Türkiye ve KKTC’de üniversite kampusunda kurulan en büyük güneş santralının ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’nda kurulunun 8 tamamlandığını ve birkaç ay içinde açılışının yapılacağını duyurdu. ODTÜ Rektör Danışmanı Prof. Dr. Barış Sürücü, tanıtım faaliyetlerinin Ankara ve Kıbrıs kampuslarının ortak çalışmasıyla sürdüğünü anlatarak, önceki yıllarda birebir görüşme şeklinde yapılan tanıtımlardan olumlu geri dönüş sağlandığını, çalışmayı genişleterek devam edeceklerini söyledi. Türkiye’nin en başarılı liselerini belirleyerek mezun dernekleriyle paylaşacaklarını dile getiren Sürücü, buralarda yapılacak tanıtım çalışmalarında mezunların katılımının etkili olduğunu sözlerine ekledi. Rehber öğretmenlere yönelik eğitim – tanıtım çalışmalarının çok etkili olduğunu ifade eden Himmet Şahin, bu çalışmaların geliştirilerek devam etmesi gerektiğini belirtti. Şahin, ODTÜ’yü tercih edebilecek öğrencilerle mezun derneklerinin iletişim kurmasının öğrencileri olumlu etkilediğini dile getirerek, öğrencilerle iletişimin süreceğini söyledi. Haziran’da yapılacak rektörlük seçiminin gündeme alınmasıyla Rektör Ahmet Acar seçim süreci, aday olma, aday gösterilme ve adaylık koşulları konularında bilgi verdi. Konsey Başkanı Himmet Şahin, ortak beklentinin ODTÜ değerlerini ve duruşunu sürdürecek bir rektör olduğunu ifade etti. ODTÜ’nün 60. Kuruluş Yıldönümü etkinliklerinin görüşüldüğü Konsey toplantısında, ODTÜ’nün 60. Yılı için mezun derneklerinin de katkısıyla yapılabilecek etkinlikler değerlendirildi. İstanbul Teknik Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, Koç Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi ve Bilkent Üniversitesi’nin mezun dernekleri ile bir toplantıda bir araya gelindiğini ifade eden İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Ali Acartürk, toplantıda derneklerin öğrencilerle ilişki kurmaları, üniversitelerin mezun iletişim bilgilerini arşivlemesi, derneklerin mezunlara ulaşması konularında deneyimlerin paylaşıldığını anlattı. Ardından, Konsey toplantısına katılan dernek temsilcileri, derneklerinin üyelik ve burs çalışmaları ile ilgili bilgileri paylaştılar. Bir sonraki toplantının Nisan ayında Bursa’da gerçekleştirilmesine karar verilmesinin ardından toplantı sona erdi. MART 2016 ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ DERNEKTEN “KORKMADAN DİRENMELİ” ODTÜ BİLEŞENLERİ FORUMU YAPILDI B üyük bir emek ve özveriyle çağdaş ve bilimsel bir eğitimi sunmanın yanında öğrenci ve çalışanlarıyla demokratik, barışçıl, uluslararası düzeyde tescilli bir eğitim ortamı yaratan ve bu özelliği ile Türkiye ve Dünya’da önemli bir yere sahip olan ODTÜ, kuruluşunun 60. yılında, 60 yıllık değerli birikiminin yanında sahip olduğu kampus arazisinde de örnek bir doğa yarattı ve bu doğayı korumayı yönetimi, öğrencisi, çalışanı, mezunuyla bir görev bildi. Son dönemde ODTÜ’nün tüm kazanımları, değerleri ve arazisi çeşitli kesimler tarafından yöneltilen haksız itham ve müdahalelere maruz kalıyor. Bu gündem içinde, ODTÜ bileşenleri, Üniversite gündemini değerlendirmek ve sorulara çözüm üretmek üzere 26 Şubat Cuma akşamı Necdet Bulut Amfisi’nde bir araya geldi. ODTÜ Mezunları Derneği, Orta Doğu Öğretim Elemanları Derneği, Eğitim – Sen 5 No.’lu Şube ODTÜ İş Yeri Temsilciliği, Hazırlık Öğrencileri Temsilciliği ve ODTÜ öğrencilerinin çağrısıyla gerçekleşen buluşmada, ODTÜ Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Birten Çelik Üniversitede son dönemde yaşanan olayları ve bu olayların ardından ODTÜ bileşenleri olarak yapılan çalışmaları özetledi. ODTÜ bileşenlerinin tek bir söylemle çalışması gerektiğini vurgulayan Çelik, çalışma grupları ve bir çalışma takvimi oluşturmak üzere fikirlerin ve önerilerin paylaşılmasının önemini belirtti. ODTÜ’nün neden hedef haline geldiği konusundaki görüşlerin paylaşılmasıyla başlayan toplantıda, ODTÜ Fizik Bölümü’nden Mehmet Ali Olpak, Türkiye’de SAYI 258 ODTÜ’nün modernleşmeyi temsil ettiği, saldırı- Yazı nın yalnızca Üniversitenin kurumsal kimliğine değil Aysun BÜYÜKCENGİZ ODTÜ’nün toplum nezdinde temsil ettiği değerlere yapıldığını, mücadelenin de toplumsal boyutta verilmesi gerektiğini söyledi. Forumda katılımcılar, Üniversite’de hangi durumların saldırı ve tehdit olarak tanımlanacağına karar verilmesi gerektiği, sermayenin teknokentler aracılığıyla bilimi kullanması konusunun tartışılması gerektiği, rektörlük seçimi süreci, iç iletişimin daha sağlıklı yürütülmesi, ODTÜ’nün neden savunulması gerektiğinin topluma anlatılması gerektiği, Eymir’e giriş konusunda olduğu gibi toplumda bazı konularda önyargılar olduğu için ODTÜ’yü dışarıya anlatma konusunun önemi, konularındaki görüşlerini paylaştılar. Foruma katılan Derneğimiz Yönetim Kurulu Başkanı Himmet Şahin söz alarak, ODTÜ’nün gündeminin yalnızca rektörlük seçimi ve dinci örgütlenmelerden oluşmadığını vurguladı. Himmet Şahin, başkanlık sistemi gibi Türkiye gündeminde bulunan maddelerin de Üniversitenin gündeminde yer aldığını dile getirdi. ODTÜ’nün, 2012’nin aralık ayında yaşanan olaylarda, Türkiye’de kamuoyuna korkmadan direnmeyi ve karşı koymayı gösterdiğini; başta diğer üniversiteler olmak üzere kamuoyuna cesaret verdiğini söyleyen Himmet Şahin, bu hareketin ODTÜ’nün toplumdaki yerini pekiştirdiğini, bu nedenle buradan üretilecek her söylemin son derece önemli olacağını ifade etti. Şahin, ODTÜ’nün her ODTÜ’lünün yaşam alanının bir parçası olduğunu ve ODTÜ’lüler olarak böyle bir yaşam istediklerini söyledi. 9 ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ DERNEKTEN Sİlahların Gölgesİnde Kadınlar ve Çocuklar Yazı Aysun BÜYÜKCENGİZ O DTÜ Mezunları Derneği tarafından düzenlenen “Silahların Gölgesinde Kadınlar ve Çocuklar” konulu panel, 30 Ocak Cumartesi günü Vişnelik Salonu’nda gerçekleşti. Prof. Dr. Şevkat Bahar Özvarış, Doç. Dr. Bilge Selçuk ve Prof. Dr. Necdet Tekin’in konuşmacı olarak katıldığı panelin kolaylaştırıcılığını Derneğimiz Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ümit Nevzat Uğurel (CP’80) üstlendi. Panelin ilk konuşmacısı Şevkat Bahar Özvarış, zorunlu göç, savaş ve kadın sağlığı üzerine yaptığı konuşmada uluslararası göç konusunun her geçen gün büyüyen bir sorun olduğuna dikkati çekerek, yaklaşık 232 milyon insanın doğdukları ülkeden başka bir ülkede yaşadığını, göçenlerin yüzde 48’inin kadınlardan oluştuğunu, göçmenlikte cinsiyetin çok önemli hale geldiğini söyledi. Özvarış, kadın göçmenlerin erkeklere göre daha geleneksel ve daha az maaşlı işlerde çalışabildiğini, fiziksel şiddet ve istismara açık hale geldiklerini, sağlık hizmetlerinden yeterince yararlanamadıklarını, dil sorunu ve toplumsal cinsiyetten kaynaklı sorunlar yaşadıklarını ve karşılaştıkları sorunlarla ilgili hangi kurumlara başvurabileceklerini bilmediklerini anlattı. Suriye’den Türkiye’ye gelen 2,8 milyon göçmenin yüzde 75’inin kadın ve çocuklardan oluştuğuna dikkati çeken Şevkat Bahar Özvarış, bunların büyük bölümünün sokaklarda ve kendi buldukları yerlerde yaşamaya başladıklarını, yalnızca 250 bin civarında göçmenin toplam 25 kampta kaldığını anlattı. Özvarış, herkes için eşit, özgür ve barış dolu bir ülke ve dünya dileyerek sözlerini tamamladı. Özvarış’ın ardından söz alan Bilge Selçuk, uzun süredir savaşlara sahne olan Ortadoğu’nun yanı sıra, ülkemizin Doğu ve Güneydoğusunda da insanların savaş koşullarını yaşadığını, ancak bu yaşananların topluma ve ülkeye etkilerinin gündeme getirilmediğini dile getiren Bilge Selçuk, bu konuyu gündeme getirdiği için ODTÜ Mezunları Derneği’ne teşekkür etti. Selçuk, Barış İçin Eğitim Girişimi’nin raporuna göre 16 Haziran’dan bu yana en az 362 bin öğrencinin okuluna devam edemediğini, Diyarbakır’da 3 bin 845 öğrencinin bir kez gerçekleşen ve bir anlamda öğrencilerin daha iyi eğitim alabilme olanağı yakalamalarını sağlayan TEOG sınavına giremedik- 10 lerini anlatarak, bu olumsuzlukların nasıl giderileceğinin belirsiz olduğunu söyledi. Selçuk, çocukların ellerinden eğitim, sağlık hizmetlerine ulaşma, oyun oynama, en önemlisi yaşama haklarının alındığının altını çizdi. Bu koşulların herkesin ruhsal durumunu olumsuz etkilediğini belirten Bilge Selçuk, II. Dünya Savaşı, 11 Eylül Saldırısı ve Filistin’le ilgili yapılan çalışmaların sonuçlarını değerlendirdi, savaş ortamına maruz kalmanın yol açtığı fiziksel ve ruhsal sorunları anlattı. Selçuk, konuşmasının sonunda silahların bir an önce susması gerektiğini ifade etti. Panelin son konuşmacısı Necdet Tekin, Suriye’den Türkiye’ye gelen göçmenlerle ilgili sağlıklı istatistiklerin bulunmadığını hatırlatarak, sığınmacıların üçte birinin eğitim yaşındaki çocuklardan oluştuğuna dikkati çekti. Tekin, Türkiye’de 1 milyon göçmen çocuğun eğitim beklediğini dile getirerek, bu çocuklara zamanında gerekli eğitimin verilmemesinin, gelecekte Türkiye’nin eğitimsiz nüfus oranını artıracağını ve bunun sorunlara yol açacağını anlattı. Necdet Tekin, ekonomik durumu iyi olan az sayıdaki göçmen ailenin otellerden oda kiraladıklarını ve çocuklarının eğitimlerini Arap öğretmenlerle devam ettirdiklerini, ancak göçmenlerin büyük bölümünün eğitim alamadığını söyledi. Necdet Tekin, Türkiye’de bulunduğu bölgeden başka bölgelere göçmek zorunda kalan ailelerin çocuklarının bir iki yıl okula gidemedikleri için okuma çağını kaçırmasının Türkiye’nin okuma – yazma oranını etkilediğini dile getirdi. Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’da okula gidemeyen çocuklardan ilkokul döneminde olanların okula devam edemediği için oluşan eksiklerinin telafi edilemeyeceğini vurgulayan Tekin, göçlerin ve bölgesel sorunların dışında Türkiye’de bir eğitim sistemi sorunu olduğunu ve bu sorunun Türkiye’nin nitelikli iş gücü birikimini, dolayısıyla ekonomik gelişimini etkileyeceğine dikkati çekti. Son konuşmacının ardından, panelin kolaylaştırıcısı Ümit Nevzat Uğurel, Türkiye nüfusuna, mevcut nüfusun yüzde 4’ü kadar eğitimsiz nüfusun kalıcı olarak katılmasını, bu eğitimsiz nüfusun yetiştireceği bireylerin de topluma dahil olmasını savaşın çok önemli bir boyutu olarak değerlendirdi. Konuşmaların tamamlanmasının ardından konuşmacılar, kendilerine yöneltilen soruları cevapladılar. MART 2016 ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ DERNEKTEN GÜNCEL SİYASET SÖYLEŞİLERİ – 1 Türkİye’de Sİyasİ, İktİsadİ, Kültürel, İdeolojİk Dönüşüm O DTÜ Mezunları Derneği Güncel Tartışmalar Komisyonu tarafından Güncel Siyaset adıyla düzenlenen söyleşi dizisinin ilki 20 Şubat Cumartesi günü ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nden Öğretim Üyesi Mehmet Okyayuz’un konuşmacı olarak katılımı ile gerçekleşti. “Türkiye’de siyasi, iktisadi, kültürel ve ideolojik dönüşüm” konu başlığını taşıyan söyleşide Mehmet Okyayuz’un konuşmasının ardından katılımcılar sorularını ve görüşlerini paylaştılar. İktidarın söylem malzemeleri üzerine bir konuşma yapan Mehmet Okyayuz, bu malzemelerin iki düzlemde değerlendirilebileceğini dile getirdi. Birinci düzlemin küresel bir düzlem olduğunu, özelleştirme, rekabet, kalite/performans puanının bunun içinde olduğunu, bilime kadar uzatılmış bir rekabet anlayışının var olduğunu belirten Okyayuz, son zamanlarda insan hakları, demokrasi, sinerji, interkültürel diyalog kavramlarının çok sarf edilmesine karşın, dünyanın bu anlamda kötü durumda olduğuna dikkat çekti. Mehmet Okyayuz, politikanın etnik söylemleri ve eşitlikçi politikalardan uzaklaşılmasının da birinci düzlemde değerlendirilebileceğini dile getirerek, bunların teknik ve kurumsal dönüşümler olduğunu ifade etti. Siyasi ve ideolojik yaklaşımlara değinerek profesyonelce yürütülen bir siyasi stratejinin varlığına dikkati çeken Mehmet Okyayuz, ikinci düzlemde daha önce kaybedilmiş maddi ve sosyoekonomik imtiyazları geri kazanma çabası ile ahlak ve maneviyattan söz edildiğini söyledi. Okyayuz, “Marks der ki, kavramlara sahipseniz bu zaferin yarısıdır. Kavramlar üzerinde tekel kuruldu” diyerek, kavramlar üzerinde kurulan tekeli örneklerle açıkladı. Toplumu bu noktaya getiren süreci 80 öncesinden başlayarak anlatan Okyayuz, Anayasa’da yapılan değişiklikleri değerlendirdi. Toplumsallaşma konusunda Türkiye’yi değerlendiren Mehmet Okyayuz, sendikanın öneminin kavranması ve tarihsel bellek açısından Türkiye ve Almanya’yı karşılaştırarak örnekler verdi. Mehmet Okyayuz, günümüzde Türkiye’deki kurumların siyasete göre nasıl konumlandığına örnekler verdiği konuşmasın- SAYI 258 da, kullandığımız sözcüklere belirgin şekilde yansıyan ve Yazı çocukların konuşmalarını değiştiren dönüşümü örnekler- Aysun BÜYÜKCENGİZ le açıkladı. Tarihin yeniden yazılmaya çalışıldığını ve kavramların yeni anlamlarla üretildiğini ifade eden Okyayuz, mekanizmayı yürütebilecek bir alternatif düşünülememesinin egemenlerin hegemonik başarısı olduğunu dile getirdi. Türkiye’de siyaset ve ahlakın iç içe sunulmasına değinen Mehmet Okyayuz, ahlakın bireysel ve ideolojik bir konu olduğunu, siyasetin akılcı yapılması durumunda ahlakın kendi yerinde konumlanacağını söyledi. Laiklik kavramı ile ilgili tartışmalarla ilgili, Türkiye’de bu coğrafyaya özgü bir laiklik anlayışı olduğunu dile getiren Mehmet Okyayuz, Avrupa laikliği ile Türkiye laikliğinin neden farklı olduğunu örneklerle anlatarak, laikliğin Türkiye için yaşamsal olduğunu söyledi. Katılımcıların soruları ve görüşlerini paylaşmalarıyla devam eden söyleşide toplumsal tepkisizlik, kurumsal muhalefetin tasfiye edilmesi ve gösterilmesi gereken tepkilerin gösterilmemesinin yarattığı umutsuzluktan söz edildi. Siyasal muhalefet, egemen gücün alt kültürünü oluşturma ve yayma süreci, muhafelet için örgütlenmenin öneminin vurgulandığı söyleşide, Mehmet Okyayuz farklı görüşlerde muhaliflerin ufak hedeflerde birleşerek örgütlenmesi gerektiğini ifade etti. 11 ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ DERNEKTEN ENERJİ YATIRIMLARI VE FİNANSMAN PROBLEMLERİ ladığı konuşmasında, sermaye yatırımcıları için amacın hedef hisse değerini (fiyatını) maksimize etmek olduğunu belirtti, proje yatırımcısının taleplerini ise vergi avantajları ve teşviklerden yararlanmak, nakit kaynağa mümkün olduğunca çabuk ulaşmak, daha fazla fon, ortak bulmak, iç kârlılık oranı düşüklüğüne tolerans olarak belirtti. Enerji projelerinin finansmanında anlaşmaların önemini vurgulayan Keskin, finansman için doğru iş modellerinin kombinasyonu, orta – uzun vadeli borçlanma, sermaye desteğinin önemi üzerinde durdu. Sermaye desteğini halka arz ve şirket satın alma ve birleşme olarak belirten Keskin, stratejik ortaklık ve finansal ortaklık konusunda aydınlatıcı bilgiler sundu. Yazı Esin EREN (CHE’76) O DTÜ Mezunları Derneği Enerji Komisyonu tarafından düzenlenen “Enerji Yatırımları ve Finansman Problemleri” başlıklı panel, Emekli Hazina Müsteşar Yardımcısı Hakan Özyıldız, EnerjiSA CEO’su Yetik Kadri Mert, yatırım finansmanı danışmanı Dr. Huzur Keskin’in konuşmacı olarak katılımı ile 20 Şubat Cumartesi günü Vişnelik Salonu’nda gerçekleşti. ODTÜ Mezunları Derneği Enerji Komisyonu Başkanı Erdinç Özen’in açış konuşmasıyla başlayan panelin kolaylaştırıcılığını Emekli Enerji İşleri Genel Müdürü Budak Dilli üstlendi. Konuşmasına enerji piyasasının 2003 – 2016 yılları arasındaki gelişimini anlatarak başlayan Budak Dilli, bu dönemde 60 – 70 Milyar Dolar yatırım, 12,7 Milyar Dolar dağıtım, 7 – 8 Milyar Dolarlık üretim özelleştirmesinin gerçekleştiğini ifade ederek, yaklaşık 18000 MW yenilenebilir enerji yatırımının devreye girdiğini; bunların büyük ölçüde yerli bankalar ve yabancı finans kuruluşlarının sağladığı kredilerle finanse edildiğini belirtti. Dilli, yatırımcılar tarafından TL’nin değer kaybı nedeniyle, Dolar veya Euro bazında temin edilen kredilerin geri ödemelerinde sıkıntılar yaşandığına dair sorunların dile getirildiğini, Önümüzdeki 4 – 5 yıl süresince arz fazlası olduğunu, bu durumun ve dünya finans koşullarındaki olumsuz koşulların ihtiyaç duyulan baz yük santral yatırımları konusunda yatırımcı ilgisini azalttığını ve çözüm bulmak için bu dönemin iyi değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Panelin ilk konuşmacısı Huzur Keskin sermaye yatırımcıları ve proje yatırımcılarının beklentilerini aktararak baş- 12 Ardından söz alan Yetik Kadri Mert, Türkiye’de proje finansmanının yapılamadığını örneklerle anlattı. Mevcut durumu öngörülebilirlik, güvenilirlik, mevzuattaki risk ve açıklık, yatırım sermayesi, kabul edilebilir geri dönüş ve sürdürülebilirlik bağlamında değerlendiren Mert, dağıtımda 5 yıllık öngörülebilirliğin olduğunu, üretimde öngörülebilirliğin ve güvenirliliğin yeterli olmadığını, ikincil mevzuatta daha yapılacakların olduğunu, Türkiye’de yatırım sermayesinin yetersiz olduğunu, kabul edilebilir geri dönüşün sağlanamadığını, sürdürülebilirliğin en önemli risk olduğunu dile getirdi. Yetik Kadri Mert, dağıtık enerji üretim modelinin ayrıca değerlendirilmesi gerektiğini söyleyerek, enerji piyasasında az zamanda ciddi adımlar atıldığını belirtti. Mert sorular üzerine, özel sektörün büyük enerji (baz yük) yatırımı yapmasının zor olduğunu, baz yük santraline ihtiyaç duyulduğunu, yenilenebilir 2015 kapasitesinin çözüm olmayacağını dile getirdikten sonra, çözümün piyasalarda liberalleşme olduğunu, bunun sağlanması, çapraz sübvansiyonların kalkması, kamu üretiminin maliyet esasına göre piyasaya sunulmasının sağlanması durumunda teşvike ihtiyaç kalmayacağını sözlerine ekledi. Panelin son konuşmacısı Hakan Özyıldız, altyapı yatırım ihtiyacının dünyanın da sorunu olduğunu belirterek başladığı konuşmasında, yatırımların finansmanında nakit akımı ve risklerin iki ana etken olduğunu anlattı. Özyıldız, makro riskleri şöyle ifade etti: Kur Riski, dış borç alan şirketlerin genel sorunu; yabacı para ile borçlanılıp yerel para ile kazanmak. Faiz Riski, bankaların uzun vadeli borç verirken faiz risklerini azaltmak için değişken faizle kredi vermesi. Fiyat Riski, fiyatlama mekanizmasına siyasi müdahalelerin çok yaygınlığı. Enerji yatırımlarının sermaye yoğun yatırımlar olması nedeniyle uzun vadeli finansmana ihtiyaç olduğunu belirten Hakan Özyıldız, bunlara gelişme yolundaki ülkelerin finansmana erişme noktasındaki güçlükleri de eklenince durumun daha da ağırlaştığını söyleyerek, dünya şartlarında finansman bulabilmenin koşullarını yerine getirmek gerektiğini vurguladı. Özyıldız, kamu otoritesinin şeffaf olmadığını, ihtiyari davranışların yaygın olduğunu dile getirerek, önümüzdeki dönemde makro risklerde azalma ihtimali olmadığı gibi politik, sosyal, finansal risklerde de azalma beklemediğini, bu durumda kamunun rolünün yeniden düşünülmesinde yarar gördüğünü ifade etti. MART 2016 ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ DERNEKTEN KOLEKSİYON KULÜBÜ’NDEN KARTPOSTAL VE GEZİ KİTAPLARI SERGİSİ D erneğimiz Koleksiyon Kulübü’nün, Ankaralı Gezginler Grubu ile birlikte düzenlediği “Kartpostal Koleksiyonundan Seçmeler ve Gezi Kitapları Sergisi” açılışı, 16 Şubat Salı akşamı üyelerimizin yanı sıra, gezi ve koleksiyon meraklılarının katılımı ile gerçekleşti. 89 ülke ve 42 kentimizden grubun posta kutusuna postalanan bini aşkın kartpostaldan seçmelerin yer aldığı serginin açış konuşmasını yapan Derneğimiz Yönetim Kurulu Başkanı Himmet Şahin, “Ankaralı Gezginler Grubu’na ve ODTÜ Mezunları Derneği Koleksiyon Kulübü’nün gerçekleştirdiği etkinliğimize hoş geldiniz. Böyle güzel bir çalışmayı bizlerle paylaştıkları için Ankaralı Gezginler Grubu’na ve Koleksiyon Kulübümüze teşekkür ediyorum. İyi seyirler diliyorum” dedi. Ardından söz alan Ankaralı Gezginler Grubu’nun kurucusu Timur Özkan, etkinlik için ODTÜ Mezunları Derneği’ne teşekkür ederek, “Eğer herkes dünyanın her yerinden bu kartpostalları göndermeseydi bu sergi olmayacaktı” dedi. Sergi için bastırılan özel posta pulu ile grup üyelerinin gezi fotoğraflarından oluşturulan kartpostallar, ilk gün damgası ile sergi alanında ki PTT gişesinden satışa sunuldu. Ayrıca, grup üyelerinin yazdığı gezi kitapları Derneğimiz Burs Fonu için imzalandı. Koleksiyonculukta özel bir yeri olan “kartpostal koleksiyonculuğu” ile ilgili sergi için tüm kartpostalların yer aldığı DVD ekli sergi kataloğu basıldı. SAYI 258 Sunum: “Stratosfer’den Selam Getirdim” Koleksiyon Kulübümüzün 39. toplantısında, 16 Şubat Salı akşamı Vişnelik Salonu’nda, kulübümüz üyesi Bülent Yılmazer (ME’83)’in hava seyahati konusunda, 1920’lerin orijinal deri pilot giysisi ile yaptığı sunum ve Ankaralı Gezginler Grubu kurucusu Timur Özkan’ın geçen yıl gerçekleştirdiği Stratosfer yolculuğunda giydiği pilot tulumu ile yaptığı sunumu ilgiyle izlendi. Sunumda, uzay yarışı, uzaya giden ilk kadın - en genç – en yaşlı insanlar, Stratosfer turizmi, uzayın kenarı gezileri, uzayın sınırı, Stratosfer turizmi ve Türkler gibi konularda görseller eşliğinde bilgiler paylaşıldı. 13 ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ DERNEKTEN SİNEMA KULÜBÜ’NDEN Yazı Macit ÖNCEL (CE’76) S inema kulübümüz geçtiğimiz ay iki güzel film izleyerek toplantılarını sürdürdü. İlk filmimiz “Burma VJ: Kapalı Bir Ülkeden Haberler” isimli kurgusal – belgesel bir filmdi. Filmin ekseninde 2007 yılında Mynmar’da (eski ismi ile Burma) yaşanan askeri rejim karşıtı gösteriler ve bunu cuntanın şiddetle bastırma yöntemleri sırasında yerel gazetecilerin el kameraları ile gizli çekimleri vardı. Danimarka yapımı olarak 2008’de tamamlanan bu filmin yönetmeni Anders Østergaard, 1965 Kopenhag doğumlu. Daha önce 2003 yılında çizgi kahraman Tenten’in yaratıcısı Hergé hakkında ve 2006’da Danimarka’nın rock Gasolin için belgesel filmler yapmış. Bastırılmışlık, susturulmuşluk ve yoksullukla geçen 45 yıl. Konuşamayan, itiraz edemeyen, askeri rejime boyun eğmek zorunda kalan 45 milyon insan. Ve tüm yaşananları dünyanın bilmesini isteyen, bilindiğinde koşulların değişeceğini ümit eden bir avuç haberci. Burma VJ, kapalı bir ülkeden haberler, 2007’de tüm dünyanın kısa bir süre de olsa tanıklık edebildiği isyanı, amatör el kameralarıyla canları pahasına kaydeden Burmalı gazetecilerin gözlerinden seyirciye ulaştırıyordu. İkinci filmimiz Yönetmen Costa Gavras’ın 76 yaşında yönettiği “Cennet Batıda (Eden A L’ouest - West Is Eden)” isimli 2009 yılı yapıtıydı. Mülteci sorununa ilişkin sorunları hoş bir görsellik ve ironik bir komedi şeklinde izleyicilere sunan film; Fransa – İtalya – Yunanistan ortak yapımı olarak başarı kazanmış, 2009 ColCoa Film Festivali, Los Angeles Film Eleştirmenleri Jürisi En İyi Film de dahil olmak üzere festivallerin aranılan filmi olması ile dikkati çekmiştir. Kendisine benzer milyonlarca yoksul genç gibi gurbet ellerde ekmek peşinde koşan ve yabancısı olduğu topraklarda yasa dışı göçmen olarak varlığını sürdürmeye çalışan Elias’ın hikayesi İlyada Destanı’nı çağrıştırmaktadır. Çünkü macerası da tıpkı İlyada’daki gibi Ege Denizi’nde başlar. Elias Fransa’ya giden bir gemiye gizlice binebilmek için açıktan para ödeyip kaçak olarak yolculuk etmeyi kafaya koymuştur. Sahil güvenlik teknesinden gemide arama yapılacağı duyurulunca Elias ve arkadaşı diğer birkaç çaresiz yolcuyla birlikte denize atlarlar. En yakın kıyının ışıklarına doğru ilerleyip Eden adlı lüks bir tatil köyüne varırlar. Pek çok kısa maceranın ardından, Cennet’e uğrayıp Cehennem’de kısa bir mola verdikten sonra, epik yolculukları Paris’te son bulur.” Üyelerimizin talep ve dileklerine göre veya güncel olayların yönlendirmesi ile film seçkimiz sürekli güncellenmektedir. Siz de izlemek istediğiniz filmleri veya beğenip arkadaşlarınızla paylaşmak istediğiniz filmleri bildirebilir, kulübümüze katılarak sinema sanatına katkı koyabilirsiniz. Tüm dernek üyelerimize ve misafirlerine açık olan sinema kulübü gösterimlerinden haberdar olmak [email protected] adresine yazabilirsiniz veya facebookta ‘ODTÜ Mezunları Sinema Kulübü’nü takip edebilirsiniz. 14 MART 2016 ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ DERNEKTEN EVDE BİRA YAPIM ATÖLYESİ tadım etkinliğinin ardından, yeni atölye çalışması 9 Mart Çarşamba günü başladı. A çıldığı günden bu yana yoğun istek üzerine defalarca tekrarlanan Evde Bira Yapım Atölyesi, yeni gruplarla devam ediyor. Atölye çalışmasının sonunda, atölyede yapılan biraların tadıldığı, 24 Şubat Çarşamba günü gerçekleşen bira Sertaç Akar tarafından yürütülen atölye çalışması, toplam beş hafta sürüyor. Beş haftalık program boyunca katılımcılar adım adım bira yapmayı öğreniyor. Bira yapım yöntemlerini öğrenerek, hammaddeleri ve malzemeleri tanıyarak atölye çalışmasına başlayan katılımcılar, özel malt yapımı ve bira kiti ile bira yapımı gibi uygulamaların yanı sıra teorik bilgi de alıyor. Ayrıca atölyede, tane tahıl bira yapımı, akide şeker yapımı, bira kiti ve tahıl ikinci fermantasyon, malt yapımına giriş, tortudan bira yapımı, bira kiti şişeleme, tortuyu alma, kuru tahıl bira şişeleme konularında bilgiler de aktarılıyor. Aktarılan bilgilerin ardından katılımcıların yaptıkları biraların değerlendirildiği bir tadım etkinliği ile atölye sona eriyor. Atölye çalışmasının sonundaki tadım etkinliklerimizden biri de 24 Şubat Çarşamba akşamı gerçekleşti. Tadım etkinliğinde, bira yapmayı öğrenen atölye katılımcıları, kendi ürettikleri birayı içmenin ve ikram etmenin keyfini yaşadı. “EYMİR’DE İNSAN” FOTOĞRAFLARI ArcadIum’da Sergilendi O DTÜ Mezunları Derneği Eymir Komisyonu çalışmaları kapsamında düzenlenen “Eymir’de İnsan” Fotoğraf Yarışması’nda sergileme alan fotoğraflardan oluşan fotoğraf sergisi, 22 – 25 Ocak tarihleri arasında Arcadium Alışveriş Merkezi’nde sergilendi. 25 Ocak Pazartesi akşamına kadar açık kalan sergide ziyaretçiler Derneğimiz Burs Fonu’na yaptıkları bağış karşılığında ilgilendikleri eserleri aldılar. 16 Ankara’nın önemli doğal alanlarından biri olan Eymir Gölü’nün korunması ve doğayı koruma bilincinin güçlenmesine katkıda bulunmak amacıyla kurulan Eymir Komisyonumuz, Eymir Gölü başta olmak üzere doğal alanların korunması bilincini, doğaya duyarlılığı pekiştirmek ve çalışmalarını daha geniş bir çevreye duyurabilmek amacıyla “Eymir’de İnsan” fotoğraflarıyla farklı alanlarda sergiler açmayı planlıyor. MART 2016 ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ BURS VE YARDIMLAR KOMİTESİ’NDEN DALLAS’TA BULUNAN MEZUNLARIMIZA KATKILARI İÇİN TEŞEKKÜR EDERİZ. D allas’ta bulunan bazı mezunlarımız 20 Şubat 2016’da Mehmet Unsoy (EE’73) ve Jeelee Unsoy’un evinde toplandılar. Katılımcı mezunlarımıza kampusu en son ziyaret eden hocamız Ali Akınay (BS90/MS92/PhD CHEM’98) üniversiteden güncel haberleri katılımcılarla paylaştı. Ceyhun Akcay (EE’99) ODTÜ’nün 60. yılını kutlayan bir konuşma yaptı. 30’dan fazla katılımın olduğu toplantıda burs ve yardımlar fonumuz için bağış toplandı. Bağış yapan mezunlarımızdan bazıları: DESTEKLERİNİZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİZ. OCAK AYI İTİBARİ İLE BURS FONU’MUZA BAĞIŞTA BULUNUP ESKİ TALİMATLARINI GÜNCELLEYEN YENİ BAĞIŞTA BULUNAN ÜYELERİMİZ, MEZUNLARIMIZ VE ODTÜ DOSTLARI FAS’69 MEZUNLARIMIZA DEĞERLİ KATKILARI İÇİN TEŞEKKÜR EDERİZ. 18 Abdullah Özçelik Ayça Stuckey Banu & Haydar Bilhan Behçet & Nursen Sarıkaya Çağlar Ergün Ceyhun & Anıl Akçay Defne & Yavuz Çölaşan Deniz Kılıç Derya Topaktaş Gonca & Metehan Soysal Hasan Gül Çakmaklı Hülya & Ali Akınay Kürşad & Bengü Doğru Mehmet & Jeelee Unsoy Mutlu & Pamela Karakelle Sevil Öner Tarık &Tülin Pirkul Tevfik Dalgıç Yelda & Ahmet Tuz Yusuf Yıldırım BURS VERENLER BÖLÜM'MEZUNİYET YILI AYLİN DEMİRCİOĞLU MATH'00 AYSUN AYTAÇ ID'02 ELİF SOYATA ARSLAN EE'92 İBRAHİM HALUK TÜRE MATH'81 M.ÖMER DEVRİM KÜÇÜK ME'84 MEVLUT SINA KUTLUAY EE'83 ÖZNUR SELÇUK UYGUN CE'89 SEDEF YAVUZ NOYAN CE’97 ODTÜ DOSTLARI - NECMETTİN SARAL MART 2016 ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ BURS VE YARDIMLAR KOMİTESİ’NDEN “KARTPOSTAL KOLEKSİYONUNDAN SEÇMELER VE GEZİ KİTAPLARI SERGİSİ” D erneğimiz Koleksiyon Kulübü’nün, Ankaralı Gezginler Grubu ile birlikte düzenlediği, 89 ülke ve 42 kentimizden, grubun posta kutusuna postalanan 1000’i aşkın kartpostaldan seçmelerin yer aldığı 31. Sergisi, 16 Şubat 2016 Salı günü açıldı ve 29 Şubat 2016 tarihinde sona erdi. Burs fonu için kitaplarını bağışlayan A. Rüştü Hatipoğlu, İbrahim Berksoy, İsmail Ragıp Geçmen, M. Bülent Varlık, M. Cengiz Tümer, Oğuz Uçak, Murat Özsoy, Onur Ataoğlu ve Süleyman Münci Kaymak’a, Derneğimiz Koleksiyon Kulübü’ne, Ankaralı Gezginler Grubu’na teşekkür ederiz. Kitapları Derneğimizin ön bürosundan alabilirsiniz. SAYI 258 19 ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ DERNEKTEN ARKEOLOJİ KULÜBÜ’NDEN HALILAR VE KİLİMLER – 2 Derleyen Nevin KATRANCIGİL G eçen bölümde, halılar ve kilimlerde yer alan motiflerin simgesel anlamlarını inceledik, bilinen en eski halı olan Pazırık halısından, Ankara’daki Vakıf Eserleri Müzesi’nden bahsettik. Dokumacılığın tarihinin çok eskilere dayanmakta olduğunu, ancak bozulmaları sebebiyle günümüze kadar ulaşamadıklarını söylemiştik. Bazı kaynaklarda ilginç bir saptama da yapılmakta ve “Günümüzde Anadolu kilimlerindeki ve diğer Türk devletlerindeki binlerce yıllık motiflerin, Frig (M.Ö.12-7.yüzyıl) motiflerinde de yer almasının nedeni halen çözülememiştir” denilmektedir diye not düşerek, bu bültende halı ve kilimin farkından, halı düğümlerinden ve biraz daha yakın tarihlerinden bahsedelim. Günümüzde halıları ipinin yapımında kullanılan malzemeye göre yün, kıl, ipek gibi hayvansal malzemelerle dokunanlar, pamuk, keten ve floş gibi bitkisel malzemelerle dokunanlar, naylon, orlon, perlon gibi sentetik malzemelerle dokunanlar diye gruplandırabiliriz. Boyaları da köklerden, otlardan, hayvanlardan, böceklerden elde edilen doğal boyalar ve sentetik olanlar diye ayrılır. Halılar yakın zamana kadar, aynı mahalde kullanım yerine göre de ad almaktaydı. Odanın ortasına konulan halıya orta halısı (meyâne), iki yanlara konulanlara kenar halısı (kenâre), pencere, sedir, minder önüne konulan halılara baş halı (serendâz) ve bu halı takımının tamamına eskiden deste denilmekteydi. Döşek halısı, duvar halısı, yer halısı, minder halısı, namaz halısı (seccade) gibi kullanım yerlerine göre de çeşitlilik göstermekteydi. Düğümlerine göre de iki grupta sınıflandırılabilir: Birinci gruptakiler Türk Düğümü, Gördes veya Simetrik Düğümü de denilen Çift Düğümlü halılardır. Geometrik ve köşeli desenlere daha uygundur. Anadolu’da, Kafkasya’da ve Batı İran’da yaygındır. İkinci gruptakiler de İran Düğümü, Sine veya Asimetrik Düğümü de denilen Tek Düğümlülerdir. Daha parlak renklere imkân verir ve daha yumuşaktır. Isparta, bazı Sivas ve Hereke halılarında, Hindistan, Çin, Orta Asya, İran’ın doğusu ve ortasında daha yaygındır. Türk ve İran Düğümleri (soldan sağa) İran ve Türkiye’de her iki düğümle de halı üretilmek- tedir. Türk düğümüyle dokunmuş halı eskiyip, tüyleri dökülse bile düğümün ilmeği kalır, halının atkısı, çözgüsü görünmez. Deseniyle rengi uzun ömürlü olur. Ancak İran düğümüyle dokunmuş halının tüyleri dökülmeye başladığında, düğümde çift ilmek olmadığı için halının çözgü ipleri görünür. Bir süre sonra halının kalan düğümü de sökülüp o kısımda renkle desen yok olabilir. Türk düğümleri bir ucundan çekilse dahi sökülmez; daha da sıkılaşır. İran düğümlerinin bir ucundan çekildiğinde çözülebilir. Türk düğümünün atılması İran düğümünün atılmasından daha zor olup, zaman alır. Bu nedenle aynı düğüm sıklığında da olsalar, Türk düğümlü olan halı tercih edilir. Günümüzde ithal ettiğimiz sarma tekniğindeki Nepal ve bir kısım sıkıştırmalı teknikte dokunmuş Çin halılarında düğüm yoktur, kolay ve çabuk dokunur. İlme çekilince düğüm olmadığı için çözgüden çıkıp halıdan ayrılır. Uşak, Gördes, Bergama, Demirci, Kula, Lâdik gibi yerlerde çok daha eskiye dayanan halıcılık, Sivas, Kayseri ve Isparta’da ise sonradan gelişip, bu şehirler önemli halıcılık merkezleri haline gelmiştir. Dünyanın en iyi el dokuma halıları olarak bilinen zarif motifli, çift düğümlü Hereke halısı, yün ve ipek iplikten üretilen santimetrekarede bazılarında ortalama 100 düğüm bulunan, bazılarında ise 400’ü geçen çok ince ve çok değerli el dokuma halısıdır. Yakında yer alan Bursa ve çevresinin geleneksel ipekçilik merkezi olması, Hereke’nin tarihi İpek Yolu üzerinde bulunması, İstanbul’a, Osmanlı Sarayı’na yakın olması nedeniyle, Sultan Abdülmecit Han tarafından sarayın perdelik, döşemelik kumaş ve halı ihtiyacını karşılamak üzere 1843 yılında kurulan Hereke Fabrika-i Hümayunu 1891’de halı üretimine başlamıştır. İlk dönemlerde desenler çeşitli çiçeklerden oluşan kompozisyonlar şeklindedir. Bu halılarda genellikle geometrik ve köşeli desenler, büyük motifler ve mihrap kompozisyonları kullanılmıştır. Mihrap kompozisyonu kullanılan halılar “Topkapı seccadeleri” olarak adlandırılmıştır. Hereke halıları bir dönem Sanayi ve Maden Bankası tarafından, daha sonra Sümerbank tarafından idare edilmiştir. Cumhuriyet Dönemi’nde de çalışmasını sürdüren Hereke İpekli Dokuma ve Halı Fabrikası; günümüzde bir müze-fabrika olarak üretimini sürdürmektedir. Çinliler aynı ad altında, ancak kalitesiz taklidini üretmektedirler. İzmir Arkas Sanat Merkezi’nde Osmanlı halılarının nadide örnekleri olan ipek Kumkapı ve Feshane Halıları bulunmaktadır. Feshane Halıları Sultan II. Mahmut Dönemi’nde fes ve çuha üretimi için kurulan Feshane-i Amire’de,, sarayların tefrişi için üretilmiş halılardır. Sivas ve çevresinden İstanbul’a getirilerek Kumkapı’ya yerleştirilen halı ustaları, 1870’lerden itibaren orada bulunan atölyelerinde Osmanlı Sarayları için Hereke kadar kıymetli halılar dokumuşlardır. 20 MART 2016 ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ DERNEKTEN Hereke halısı-120m², Dolmabahçe Sarayı elçilik salonu Seccade Bir halının, kilimin kalitesini kullanılan malzeme, boyası, işçiliği, deseni, yaşı veya yıkama özellikleri belirler. Bazı kilimlerin dokunuşu daha zor olabilmektedir. Ayrıca daha dayanıklıdır. Kilim el tezgâhında iplikler bir yandan, diğer yana kumaş gibi atılarak dokunur, tüysüz ve daha ince olur. Daha çok geometrik desenler tercih edilir. Kilimin (dokuma halı), halıdan (örme halı) farkı dokunurken nakış ve süslemelerinin ilmek halinde olmamasıdır. Halıda 3 unsurun kullanılmasına karşın (atkı, çözgü ve hav-tüy) kilimde 2 unsur (atkı ve çözgü) kullanılarak yaygı ortaya çıkarılır. Kilimde pamuk, kıl, ipek, yün iplikleri kullanılır. İp haline getirilen boyanmış yünler vb. kilim dokuma tezgâhlarında kirkit denilen ağaç veya demirden tarakla dövülerek sıra sıra dokunur. Bitince uçları ilmek yapılıp kesilir. Kilimler üçe ayrılmaktadır: Normal kilimler, çözgünün üzerinde atkılar döndürülerek, renklerin değiştiği yerlerde ilikler bırakılarak yapılır. Cicim kilimlerinin tabanı bir kişi tarafından dokunurken, nakış da ikinci bir kişi tarafından aynı anda iliksiz olarak dokunur. Sumak kilimlerinin ise hem tabanı, hem de nakış aynı anda tek kişi tarafından dokunur. Sumaklar sadece belirli yörelerde dokunur ve oldukça pahalıdır. Kilimler yörelerine göre de adlandırılır. Gördüğünüz gibi makine halılarına ve Uzak Doğu kötü taklitlerine karşı bu el sanatımız da sahip çıkmamız gereken değerlerimiz arasındadır. Bu bültenlik bu kadar… Kilim ve Seccade fotoğrafları Ankara Vakıf Eserleri Müzesi’nde N. Katrancıgil tarafından çekilmiştir. Diğer fotoğrafların kaynakları aşağıda yer almaktadır SAYI 258 Kilim Kaynaklar: http://www.ankarakultur.gov.tr/servisler/kultur-ve-tabiat-varliklari/muzeler/-ankara-vakif-eserleri-muzesi http://www.vgm.gov.tr/icerikdetay.aspx?Id=42 https://tr.wikipedia.org/wiki/Ya%C5%9Fam_a%C4%9Fac%C4%B1 http://www.eracarpets.com/yayinlar/makale/index.htm https://tr.wikipedia.org/wiki/Frigya http://www.klasikhali.com/handmadeinfo4.asp http://www.haliciomer.com.tr/sayfa/hali-kalite-hesabi-nedir-nasil-yapilir,180.php http://turkhali.blogspot.com.tr/ https://tr.wikipedia.org/wiki/Hereke_hal%C4%B1s%C4%B1 MEB, MEGEP (Mesleki Eğitim Ve Öğretim Sisteminin Güçlendirilmesi Projesi) “El Sanatları Teknolojisi, Hereke Halısı Desenleri” kitabı, 2010 Yeni Aile Ansiklopedisi, 1. Cilt Hayat Aile Ansiklopedisi, 1. Cilt Atlas Tarih Eki, ”Osmanlı Halıları”, Ocak 2015 21 VİŞNELİK İZLENCESİ ODTÜ Hour Her ayın ilk Salı günü 18:30-20:30 Haftalık Menü Wine Hour Her ayın üçüncü Salı günü 18:30-20:30 HAFTA ‹Ç‹ HERGÜN 12:00 - 14:00 20 TL Günün Menüsü PAZARTESİ GÜNLERİ Pazartesi TESİSİMİZ KAPALIDIR Salı A’la Carte Mönü Çarşamba A’la Carte Mönü Perşembe Açık Büfe Balık Cuma A’la Carte Mönü - Canlı Müzik Cumartesi A’la Carte Mönü Canlı Müzik Pazar Açık Büfe Kahvaltı 10:30 - 13:30 Üye: 30 TL, Katk› Payl› Üye: 24 TL, 7-12 Yafl: 18 TL (0-6 Yafl Ücretsiz) 22 MART 2016 ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ DERNEKTEN Yazı Ümit Nevzat UĞUREL (CP’80) 24 Doğa İçin Direniş Cerattepe “ A rtvin’de Cerattepe’de süren direnişe rağmen polis ve jandarma eşliğinde iş makinaları (tanklar) maden alanına ulaştı. Polisin joplu ve biber gazlı müdahaleleri ile halkın (düşmanın) araçlarıyla (taşla, tuğlayla, tenekeyle) kapattığı Cerattepe yolunun çekicilerle (tank hücumuyla) açılması ve kurulan barikatlarında iş makinalarıyla (top atışıyla) kaldırılması sonucu, özel şirkete (vatana) ait iş makinaları (doğa katledici araçları) gece geç saatlerde kurulması planlanan inşaat sahasına (huzur ortamına) ulaştırıldı.” Bu ve benzeri haber özetlerini hemen hemen tüm gazetelerde okumuşsunuzdur. Parantez içindeki kelimeler tabiî ki abartı babından. Ancak, sanırsınız ki ülkenin toprakları işgal edilmiş ve Türk askeri ve polisinin kahramanca savaşları sonucunda toprağımız kurtarılmış ve orada şirketimizin bayrağı göndere çekilmiştir. Cerattepe’de epeydir süren bir direniş var. Halkın iradesine başvurulmadan, yaşamı hiçe sayılarak, sanki orada hiç yaşayan yokmuş gibi davranılarak bir doğa katliamına girişilmesine tüm kent halkının direnişi var. Gözünü hırs bürümüş birilerinin güç gösterisine, işgaline karşı bir direniş var. Hayret ediliyor. Burada altın madeni açılacak, yıllardır işsiz yaşayan, açlık sınırında yaşamanız için devletin verdiği ‘sosyal yardımlarla’ geçinen sizlere, bir kente, altın ve iş vaat ediliyor. Siz direniyorsunuz. Bekleniyor. Bu topraklar size helal olsun, memleket ekonomisine feda olsun, yerin altında duracağına, çıksın ki belki bize de bir faydası olur. Siz direniyorsunuz. Yanılıyorlar. Yıllardır eşsiz doğasıyla insanları cezbeden Karadeniz coğrafyasına; kıyıları yok eden sahil yolu, dağları kelleştiren taş ocakları, ormanları bıçak gibi yaran yayla yolları, turizm yolu, Yeşil Yol ve son dönemde HES ile yapılan insafsız saldırılar. Artvinlilerin bugün kadar gösterdiği direniş; toprağa sahip çıkma direnişi, onların yaşam biçimi, kendini ifade etme biçimi, varoluş temelidir. Cerattepe için sokaklarda dökülen on binlerce insanın sorunu; her türlü yaşam zorluğuna açlığa, işsizliğe, fakirliğe rağmen bir doğa alanının korunmasıdır. Karadenizliyi yıldıramaz. Söz konusu proje sahası ile ilgili olarak ÇED başvurusu yapılmıştır. Buna göre; “izin istenilen 31,8 hektar alanın tamamı orman sayılan alanlar üzerindedir. Alanın işletme şekli üretim fonksiyonlu olup mevcut ağaç cinsleri ladin, sarıçam, göknar, kayındır. Söz konusu projenin tamamı orman arazisi niteliğindedir. Yeraltı üretim yöntemiyle bakır üretimi projesine göre yeraltı maden işletmesi nedeniyle 50.300 adet ağaç kesilecektir. Maden, Artvin şehir merkezinin kuş uçuşu yaklaşık olarak 4 km güneybatısında yer almaktadır. Proje sahası 1.700 m yükseklikte bir zirvede ve dik eğimlerin, kısa mesafelerde aşırı yükseklik değişikliklerinin bulunduğu çok engebeli bir topografya içinde bulunmaktadır. Ruhsat sahasının içerisinde ‘Artvin Kafkasör Turizmi Koruma ve Geliştirme Bölgesi’, ormanlık alan, ağaçlık karakteri korunacak alanlar, kentsel yerleşim alanı yer almaktadır. Maden çalışmalarının yapılacağı alan ise ormanlık alanlar üzerinde yer almaktadır. Ruhsat sahasının hemen batısında, ruhsat alanı sınırına en yakın noktası yaklaşık 660 m kuzeybatıda bulunan ‘Hatila Vadisi Milli Parkı’ yer almaktadır.” Burada yapılması planlanan turizmin; maden projesi ile doğallığı yok edilmektedir. Bir doğa parçası insanların girmesine olanak vermeyecek şekilde değişecektir. Cerattepe gibi Karadeniz coğrafyasını yok edecek projelere onay vermek, bu doğa parçasını asırlardır orada yaşayanların elinden alarak para padişahlarının insafına bırakmak, bu bölge insanına yapılan en büyük kötülüktür. MART 2016 ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ DERNEKTEN 8 MART Dünya Emekçi Kadınlar Günü A BD’nin New York kentinde 40 bin dokuma işçisi daha iyi koşullarda çalışabilmek için bir fabrikada Mart 1857 tarihinde greve başladı. Grev sırasında polis işçileri fabrikaya kilitledi. Çıkan yangında fabrikadan kaçamayan işçilerden çoğu kadın olmak üzere 129 işçi hayatını kaybetti. Ölen işçilerin cenaze törenine 100 bini aşkın kişi katıldı. Bu olaydan 53 yıl sonra, 26 – 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka’nın Kopenhag kentinde düzenlenen 2. Enternasyonele bağlı kadınlar toplantısında Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihinde tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart’ın “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi. Ancak, 8 Mart tarihinin Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak anılması, 1921 yılında Moskova’da düzenlenen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’ndan sonra gerçekleşti. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılmasını kabul edince, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü tüm dünyada yaygınlaştı. Türkiye’de 8 Mart ilk kez 1921 yılında “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlandı. Bugünse kadınların özgürleşme hareketinde gelinen son nokta içimizi yakıyor. Yalnızca 2015 yılının ilk altı ayında, 50 bin kadının şiddete maruz kaldığı tespit edildi, elbette bunlar kayıtlara geçenler. Türkiye’de her üç kadından biri eş ya da sevgilisinden şiddet görüyor, cinsel saldırı ve taciz oranları da giderek yükseliyor. Karakola sığınan kadınların “anlaşın, barışın” diyerek evine gönderilmesi, şiddet uygulayanların “iyi hal”den, “haksız tahrik”ten ceza indirimi alması, serbest bıraSAYI 258 kılması, tecavüze uğrayan çocuklar için “rızası vardır” Yazı Gülçin DEMİR kararları tabloyu daha da karartıyor. İş yaşamında da kadınları zor koşullar karşılıyor. Eşit işe eşit ücret alamamasının yanı sıra, ellerinden alınan sosyal güvenlik hakları, hamilelik ve doğum süreçlerinde iş güvencesi sağlanamaması, iş yerlerinde kreşlerin bulunmaması kadınların iş yaşamında erkeklerle rekabet edememesine yol açıyor. Kadının “annelik” üzerinden kutsanarak, fazla sayıda çocuk yapmaya yönlendirilmesi, özellikle de medya üzerinden yapılan propaganda, kadına “annelik dışında başka bir şey yapamaz/yapmamalı” imajını yüklüyor. Kadınların kazanılmış hakları ellerinden alınırken, dörtte üçü hali hazırda evinde olan kadınların, çalışabilenlerinin de çalışma hayatından uzaklaşması için büyük çaba gösteriliyor. Aile ve arkadaş çevresindeki erkeklerin de erkek egemen söylem ve pratikleri sorgulamadan benimsemesi, kadınları kamusal alandaki sıkıntılarla özel alanda da baş başa bırakıyor. Bir işte çalıp çalışmaması fark etmeksizin, kadın evdeki işbölümü gerektiren işlerin tümünden sorumlu sayılırken, erkeğin ev içinde yaptığı iş “yardım” olarak nitelendiriliyor. Evde yapılması zorunlu olan tüm işleri kadının sorumluluğu olarak gören erkekler, yalnızca kadının ne giydiğine karışmamaktan dolayı takdiri hak ettiğini düşünebiliyor. Kadınların mücadelesi, bugün daha iyi koşullarda çalışmak, daha iyi koşullarda yaşamak, hayatta kalabilmek için devam ediyor. Bir 8 Mart daha mücadele içinde kutlu olsun. Kutlu Olsun 25 NEVRUZ BARIŞ GETİRSİN B aharın başlangıcı, doğanın yeni bir yıla uyandığı gün olan Newroz ya da Nevruz, yüzlerce yıldır Anadolu’da, Orta Doğu’da, Asya’da kutlanıyor. Yüzlerce yıldır şenlikler kuruluyor, ateşler yakılıyor, insanlar ateşlerin üzerinden atlıyor, on binler, yüz Yazı binler, milyonlar bayram ediyor. Kamil AKDOĞAN (ES’90) Yüzlerce yıldır bilinmesine ya da kutlanmasına rağ- men ülkemizdeki Nevruz ya da Newroz ise tüm coğrafyalardan farklı özellikler taşıyor. Üstelik bu fark geçmişi çok da uzun sayılmayan bir zaman diliminde kazandığı siyasi muhtevadan kaynaklanıyor. O siyasi muhteva bayramın isminde bile kendini belli ediyor ve son yıllarda her anlamda kutuplaşan toplumsal kesimlerde siyahla beyazın arasındaki fark kadar uçurumlar yaratıyor. Birilerinin “terörist” dediğine birileri “özgürlük savaşçısı” diyor, başkentin göbeğinde servis aracını bombalayan kişinin cenazesi zılgıtlarla, kalabalıklarla defnedilebiliyor. O siyasi muhtevayı değiştirmek için resmi tarihte neredeyse unutulmuş bir halk değerinin ansızın hatırlanması ya da keşfedilmesi veya ülkenin dört bir yanında ısmarlama şenlikler yapılması da bir işe yaramıyor. Nevruz, “kuyruklu” diye aşağılanan, “kıro” diye dalga geçilen; otuz üç kurşunla, beyaz toroslu infazlarla katledilen Kürt çocuklarının haksızlıklara, zulme karşı direnişinin bir simgesi olarak her geçen yıl daha bir kök salarak dallanıp budaklanıyor. Demirci Kawa’nın zalim Dehak’a karşı başlattığı savaş, günümüzde Roboskileri, hendekleri yaratan zihniyetle siyasi boyutunu geliştirmekte hiç zorlanmıyor. Barışın gelmemesi için her yolu deneyenler el ele vermiş, gece gündüz kan akıtmaya devam ediyor. Tanklarla toplarla girilen ilçelerdeki bodrum katlarından yediden yetmişe cenazeler çıkıyor, başkentte personel servis araçları bombalanıyor. Şiddet şiddeti doğuruyor, kan kanı çoğaltıyor, savaş kardeşliğe vuruyor. 26 Ama akan kanın durması için her daim barış diye haykıranlar Nevruz’un barış getirmesi için inatla doldurmaya devam ediyor alanları, inatla atlıyorlar ateşlerin üstünden. Barışın ve kardeşliğin tüm engellere rağmen hala tek çözüm olduğunu ısrarla savunmaya devam ediyorlar. Kawa bugün yaşasaydı hiç şüphe yok ki Çankırılı ya da Kayserili köylü çocuklarının tıkıştırılıp on yedinci oğlunun üzerine salındığı akreplere, tomalara, tanklara, toplara karşı çıkardı ama o Kawa yine hiç şüphe yok ki o köylü çocuklarının ya da iş bulamadığı için askerlikten ekmeğini kazanma uğraşında olan şehirli gençlerin, aynı zırhlılar içinde uzaktan kumanda edilmiş bir bombayla parça parça edilmelerini ya da keskin nişancı kurşunlarıyla yaşamlarının son bulmasını da istemezdi. İki halkın da istediği ve ekmek su kadar muhtaç olduğu yegane şey ne tanklarla toplarla üzerine yürünen ilçelerdeki toz duman arasından ne de patlayıcı yerleştirilmiş hendeklerden ne de Kanas tüfeklerinin dürbünlerinden görülebiliyor. Kawa’nın on yedinci çocuğunun demokrasi dersinden sınıfta bırakılmaması gerekiyor her şeyden önce. Kawa’nın on altı çocuğuna reva görülmeyen hakların tanınması gerekiyor. Güvenmek, inanmak gerekiyor. Yüzlerce yıldır bu topraklarda kardeşçe, barış içinde yaşamış, kız alıp vermiş, tavukları birbirine karışmış, Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda ve dahi Malazgirt’te ortak düşmanlarının darbeleriyle şehit düşmüş insanların etle et gibi birbirlerine ait olduğuna, suyun havaya olduğu kadar birbirlerine muhtaç olduğuna ve dünya döndükçe beraber yaşamak istediklerine… Halklar barış istiyor, Nevruz barış getirsin. MART 2016 ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ DERNEKTEN ODTÜ MD Oyuncuları Yönetmenİ Yücel Çelİkler: “Yenİ oyun 14 Nİsan’da sahnede” U luslararası Tiyatrolar Birliği (International Theatre Institute), 1961 yılında 27 Mart’ı “Dünya Tiyatrolar Günü” ilan ettiğinden bu yana, her yıl bu gün ve bu günü içine alan haftada pek çok etkinlik gerçekleştiriliyor. Ayrıca, Dünya Tiyatrolar Günü’nde dünya çapında başarı kazanmış bir tiyatro oyuncusu, yönetmen ya da yazarın kaleme aldığı bir evrensel bildirge paylaşılıyor. Bu öneli gün dolayısıyla, hem Dünya Tiyatrolar Günü’nü kutlamak, hem de bugüne kadar birbirinden başarılı temsillere Derneğimizin adını duyuran ODTÜ MD Oyuncuları’nın yeni dönem çalışmalarını sizlere duyurmak için ODTÜ MD Oyuncuları Yönetmeni Yücel Çelikler ile bir söyleşi yaptık. -İzleyiciyi yeni bir oyunla buluşturmaya hazırlanıyorsunuz… Çalışmalarınızdan söz eder misiniz? - Bu dönem, daha önce Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu’nun sahneye koyduğu “Karşılaşmalar” adlı oyunu izleyiciyle buluşturmak üzere çalışmalara devam ediyoruz. Provaları devam eden oyunumuzun premiyeri 14 Nisan’da Yeni Mahalle Belediyesi Dört Mevsim Sahnesi’nde gerçekleşecek. 15 Nisan’da da ikinci kez sahneye çıkacağız. Bu oyunu ODTÜ Tiyatro Şenliği’nde ve Akdeniz Üniversitesi Tiyatro Festivali’nde de sahneleyeceğiz. -Biraz “Karşılaşmalar”dan söz eder misiniz? -Oyun, birbirinden izole gibi görünse de aslında iç içe geçmiş yaşamların karşı karşıya getirdiği insanları, onların karşılaşmalarını sahneye taşıyor. Bu insanlar farklı farklı görüşlerden. Kimi sosyalist, kimi sosyal demokrat, kimi sosyalist Müslüman... Oyunda aynı zamanda bu insanların özeleştirilerini göreceksiniz. 2010 Türkiye’si… İnşaat sektörü üzerinden gittikçe büyüyen bir rant alanı var. Bu rant zamanla iktidarı ele geçirecek kadar büyüyor ve bir ilişkiler ağı yaratıyor. -Başka oyunlarda çalışıyorsunuz… -“Karşılaşmalar” dışında iki oyuna daha çalışıyoruz. Oyunlardan biri Woddy Allen’in “Tanrı” isimli oyunu. Eski Yunan’da tiyatro yazarı Atina Festivali’ne katılacak, yarışmayı kazanma hayalleri kuruyor. Yazmaya başladığı oyunu bir türlü tamamlayamıyor, başarısız oyuncusu yardım etmeye çalışınca, işler daha da karışıyor. İzleyiciden yardım almaya karar veriyor. Birbirine geçmiş hikayeler, oyun içinde oyun var. “Hayat oyunsa, onun da bir yazarı olmalı” diyen Woddy Allen, onun yazarını, Tanrı’yı arıyor. İkinci oyunumuz ise Bertolt Brecht’in “Yuvarlak Kafalar Sivri Kafalar” adlı oyunu. Oyunda, ırkçı bir dük insanları yuvarlak ve sivri kafalar olarak ikiye ayırır. İlk kez 1936’da Danimarka’da sahnelendi. Oyun, faşizmin uygulamalarının hicvedildiği bir güldürü. Bu oyunla birlikte mizah bir anlatım tekniği olarak tekrar gündeme gelmiş oldu. Söyleşi Aysun BÜYÜKCENGİZ -Son olarak okurlarımıza ne söylemek istersiniz? - Mezunları ve öğrencileri bir araya getirmesi açısından da ayrı bir önem taşıyan ODTÜ MD Oyuncuları, bugüne kadar başarı bir çizgi sürdürdü. Oyunlarımız izleyici tarafından çok beğenildi, olumlu yorumlar ve alkışlar aldık. Bu başarıyı devam ettirmek için çalışıyoruz. Tüm ODTÜ’lüleri ve tiyatroseverleri yeni oyunlarımıza bekliyoruz. SAYI 258 27 DOSYA SURİYE ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ DOSYA Surİye’de Bugünlere Nasıl Gelİndİ? Türkiye’nin güneyinde yer alan ve 877 kilometre ile en uzun sınırı paylaştığımız Suriye tarihinin en karanlık dönemlerinden birini yaşıyor son yıllarda. Yüzbinlerce insan hayatını, milyonlarca insan evini barkını kaybetti iç savaş boyunca. Ülke şu anda dört parçaya bölünmüş durumda ve her yerinden bütün dünya barışını tehdit eden gelişmeler yükseliyor. Yazı Kamil AKDOĞAN (ES’90) A ntik Yunan’da “üç kıtanın buluştuğu yer” olarak adlandırılan Suriye, başını yüzyıllar boyunca savaşlardan kurtaramadı. Üç kıta üzerinde hükümranlık sürmek isteyen tüm güçler bir biçimde Suriye’ye el attı. Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Osmanlılar, Fransızlar, Amerika Birleşik Devletleri... Çağlar boyunca üç kıtaya hükümranlık kurmak isteyen güçler değişti ancak üç kıtanın buluştuğu yerin stratejik önemi hiç eksilmediği gibi petrol kaynaklarına olan komşuluğu yüzünden çok daha fazla arttı. 1516 yılındaki Merci Dabık Savaşı’ndan sonra dört yüz yılı aşkın bir süre boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliğinde kalan Suriye, 1. Dünya Savaşı’nda Fran- 30 sa tarafından işgal edildi. 16 Mayıs 1916 tarihinde Büyük Britanya ve Fransa arasında Çarlık Rusya’sının onayı ile yapılan Ortadoğu’yu paylaşma anlaşması (Sykes Picot) ile Fransa egemenliği bu coğrafyanın her yanında kendini gösterdi. 1. Paylaşım Savaşı’nda müttefik olan Büyük Britanya ve Fransa’nın sadece kendileri için yaptığı bu anlaşma Sovyet Devrimi sonrasında Lenin tarafından deşifre edilince ittifakın diğer bileşenleri de anlaşmayı eleştirmişti. Yine de 1946 yılına dek Fransız emperyalizminin sömürgeciliği altında kalan Suriye, bu tarihte bağımsızlığını ilan etmiş, 1961 yılında ise Mısır ile birleşerek Birleşik Arap Cumhuriyeti içinde yer almıştı. 3 yıl süren bu birlik 1961 yılında dağılacaktı. MART 2016 ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ DOSYA Ama Suriye’nin içerdeki ve dışardaki düşmanlarına bugün olduğu gibi koz oluşturacak, fırsat verecek çok sayıda eksiği ve zaafı vardı. Bunların başında da tüm Ortadoğu ülkelerinde görülen insan hakları ihlalleri ve demokrasi sorunu geliyordu. Arap milliyetçiliği ve sosyalist ideolojiden etkilenmeleri olan BAAS Partisi Suriye’de 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana iktidardaydı ve ülke yönetimi herhangi bir krallıkta ancak görülebilecek cinsten bir şekilde babadan oğula geçerek Beşar Esad’a gelmişti. Bu iktidar boyunca örneğin ülkenin kuzeyinde yaşayan Kürtlerin pek çoğunun kimliği dahi yoktu, vatandaşlık hakları verilmiyordu. Ülke nüfusunun çoğunluğunu Sünniler oluşturmasına rağmen Alevi bir azınlığın kilit yerlerde daha tercih edilir oluşu da Sünni kesim içinde huzursuzluklar, hoşnutsuzluklar yaratıyordu. Babası Hafız Esad döneminde başlatıldığı gibi ordu büyük çoğunlukla Alevi asker ve subaylardan oluşuyordu. 17 Aralık 2010’da, Tunus’ta, Muhammed Buazizi’nin kendini yakmasıyla başlayan süreç zaman içinde birçok Arap ülkesine yayılmış ve son halka olarak Suriye’ye sıçramıştı. Bütün göstergeler yedi yıl öncesinde ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Condolezza Rice’ın Washington Post gazetesinde yayımlanan “Ortadoğu’yu Dönüştürmek” başlıklı yazısını ve Büyük Ortadoğu Projesi’ni hatırlatmıştı. 1967 yılında ise ülkenin güney batı ucunda yer alan ve biri İsrail olmak üzere üç ülkeye komşu olan Golan Tepeleri, 6 gün süren bir savaş sonucunda İsrail tarafından işgal edilecekti. 1981 yılında İsrail Golan Tepeleri’ni tek taraflı olarak ilhak etmişti. Gerçekten de o tarihlerden bu yana 22 ülkenin pek çoğunda dengeler değişti. Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali’nin başını çektiği 23 yıllık iktidar devrildi, 2011 yılında başını ABD ve Fransa’nın çektiği askeri müdahale sonrası Libya’da Kaddafi iktidarı devrildi, Mısır’da Temmuz 2013’te ilk kez seçimle bir cumhurbaşkanı iş başına geldi. “Arap Baharı” “6 Gün Savaşları”nın acıları ve izleri çok da eskimiş değilken son yıllarda adına “Arap Baharı” denen ucube bir mevsimin iklimi sardı Suriye’yi. 2011 yılında nüfusunun 23 milyon olduğu düşünülen Suriye’de Birleşmiş Milletler tarafından yayımlanan bir bilgiye göre 2015 yılının Ağustos ayına kadar 250 bin kişi yaşamını yitirdi, yaklaşık 4 milyon kişi göç yollarına düştü. SAYI 258 Amerika Birleşik Devletleri’nde bir dönem dışişleri bakanlığı da yapmış olan Condolezza Rice’ın 7 Ağustos 2003 tarihli yazısında Ortadoğu’da dengelerin değişeceği 22 ülkeden söz ediliyordu. 24 Ocak 2004’te ise Davos’ta yapılan Dünya Ekonomik Forumu’nda ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney yeni dönemin adını koyuyor ve Büyük Ortadoğu Projesi’ni açıklıyordu. Artık Ortadoğu’da hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Bu Arap Baharının en büyük destekçileri ise Suudi Arabistan, Katar gibi demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir avuç kral ya da prensti. Bu blok Bahreyn’deki halk ayaklanmasını tanklarla bastırabiliyor ya da diğer Arap kardeşlerine müdahale etmeleri için açıkça Amerika Birleşik Devletleri’nden ya da Birleşmiş Milletler’den yardım isteyebiliyordu. 31 ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ DOSYA Türkiye Suriye İlişkileri Suriye henüz savaş bitmeden dört parçaya bölünmüştü. Bir yanda Esad rejiminin denetimindeki Suriye, bir yanda Kürt grupların denetimindeki Kuzey Suriye’de yer alan kantonlar, bir yanda IŞİD’in elindeki bölge, bir yanda ise diğer muhalif örgütler. AKP iktidarı, Suriye’de başlayan ve bir iç savaşa dönüşen olaylar sırasında on yıllardır izlenen resmi politikaya ters bir biçimde savaşın taraflarından biri yanında açıkça yer aldı. Üstelik yanında yer aldığı taraf Suriye’deki resmi ve meşru iktidar değil cihatçı örgütlerin yer aldığı muhalif gruplardı. Amaç için, Suriye’de “halkına zulmeden Esed Rejiminin yıkılması” olduğu söylenirken arka planda Müslüman Kardeşler çizgisine paralel bir mahiyette mezhepçi bir bakış açısı yattığı dilden dile dolaşıyordu. Kaldı ki henüz ucube bahar başlamadan önce Suriye ile olan ilişkiler en üst düzey yetkililer nezdinde birbirlerine “kardeş” denecek denli sıcaktı. Hüsnü Mahalli 2014 yılında kaleme aldığı “Diren Suriye” isimli kitabında “bahar” öncesi yapılan yurtdışı gezilerine ilişkin dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ve dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 10’ar kez ve Ahmet Davutoğlu’nun müsteşar ya da dışişleri bakanı iken en az elli kez Suriye’yi ziyaret ettiğini yazar. Hal böyle iken her şey unutulmuş, özellikle 2011 yılında devletin resmi politikası tamamen Suriye’deki rejimin yıkılması üzerine kurulmuştu. Bütün düşünceler bu değişikliğin bir an önce gerçekleşeceği üzerineydi. 31 Mayıs 2011’de Suriyeli muhaliflere Antalya’da ev sahipliği yapılmış, Suriye Ordusundan kaçan Hüseyin Harmuş Antakya’da Özgür Subaylar Tugayı’nı, Haziranda ise Riyad El Esad yine bir grup Suriyeli askerle Özgür Suriye Ordusu’nu kurmuştu. 16 Temmuz’da 400 kadar muhalif İstanbul’da toplanmış, 2 Ekim’de ise Suriye Ulusal Konseyi İstanbul’da kuruluşunu ilan etmişti. AKP iktidarı “diktatörlükten kurtulmuş” bir Suriye’de Cuma namazı kılmayı hayal ediyordu ama son derece anti demokratik rejimler olan Suudi prensleriyle ya da Katar’la hiç alıp veremediği yoktu. Ne var ki Suriye’de rejimin kısa sürede çökeceğine ilişkin hesaplar ilk darbeyi Mısır’da yedi ve Müslüman Kardeşler’in önemli isimlerinden biri olan ve halkoyuyla işbaşına gelen Cumhurbaşkanı Mursi bir darbe ile devrilerek iktidarı kaybetti. İkinci büyük darbe, meydanı boş bulan IŞİD’in genişlemesine asla izin vermeyecek Batı’nın operasyonlarıydı. Bu operasyonlar Esad rejimi için serum işlevi görüyordu. Üçüncü büyük darbe ise hiç şüphe yok ki Rusya’nın fiili olarak Suriye’nin yanında savaşta yer almasıydı. Nitekim bu aşamadan sonra Esad kaybettiği pek çok mevziiyi geri kazanacak hatta bir zamanlar iktidarı bırakmasını isteyen Batılı ülkeler bile muhatap olarak yeniden kendisini görmeye başlayacaklardı. 32 MART 2016 ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ DOSYA “Suriyeli Sığınmacıların (Mültecilerin) Uyumu, Topluma Kabulü, Sosyal, Ekonomik, Toplumsal ve Siyasi Çatışmaların Giderilmesi için Eğitimin Rolü” SURİYE’DE YAŞANANLARIN TÜRKİYE’DE YANSIMALARI 29 Nisan 2011’de başlayan Suriyeli sığınmacı göçü, artan bir ivme ile devam ederek günümüze kadar geldi. 2011 ve 2012 yıllarında siyasi otoriteler sığınmacıların “kısa sürede” Suriye’ye dönecekleri varsayımından hareketle politikalarını bu yönde oluşturdu. Ancak sürenin uzaması, sığınmacı sayısının olağanüstü artması, Türkiye’yi kalıcı ve sürdürülebilir politikalar üretmeye zorladı. Resmi olmayan verilere göre sığınmacı sayısı (kayıtlı-kayıtsız) üç milyonu geçti. Suriye’de gelişen olaylar göçün artarak devam edeceği yönünde. Türkiye için içinden çıkılması oldukça zor olan sığınmacılar krizi, hem Suriye sınırındaki illerimizi, hem de ülkemizin tüm illerini çok yönlü (eğitim, sağlık, güvenlik, mahalli yönetim, ekonomi, ticaret ve yerleşim açısından) etkiledi. SAYI 258 Şimdi, bilim adamları, üniversiteler, politikacılar, sivil Yazı toplum kuruluşları ve bağımsız araştırma kuruluşları, Prof. Dr. Necdet TEKİN yukarıda değindiğimiz problem alanları için, şu üç te- Milli Eğitim Eski Bakanı mel soru üzerinde tartışıyorlar: 1) Suriyeli sığınmacıların büyük bir kısmı ülkede kalıcı olacak gibi görünüyor. Bu durumda halkın; ekonomi, din, kültür, mezhep, ticaret, nüfus, güvenlik, siyaset, yüksek öğretim, temel eğitim ve iskan konularında tepkisi ne olacak? Bu tepki nasıl uyuma çevrilecek? 2) Sığınmacıların Türk toplumuna “entegrasyonu” nasıl sağlanacak? 3) Uzun vadede uygulanacak politikalarla “kalıcı sığınmacılar“ Türkiye’nin toplumsal zenginliğine, çok dilliliğine, çok kültürlülüğüne pozitif yönde ne katabilecek? Bu durum toplumsal kaosa mı, zenginliğe mi dönüşecek? 33 ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ DOSYA Bu yazımızda, sığınmacılara yönelik genel problemler ve çözüm önerilerinin yanında, özellikle, eğitimin toplumsal uyuma etkisi ve bu uyumun Türkiye’ye yansımaları üzerinde, özet olarak yoğunlaşacağız. Şimdi, Suriyeli sığınmacıların eğitimlerine ilişkin tespit edilebilen bazı verileri gözden geçirelim. AFAD verilerine göre; “Türkiye’deki sığınmacılardan 0 – 18 yaş grubundaki çocuk ve gençler; kamplarda yaşayanların %53‘ünü, kamp dışında yaşayanların ise %49’unu oluşturmaktadır. Kamplarda yaşayan Suriyeli sığınmacıların %54’ü, kampların dışındaki sığınmacıların ise %61’i ilkokul mezunu ya da okuryazardır. Sığınmacılardan lise mezunu olanlar ise, kamplarda yaşayanların %21’ini, kamp dışında yaşayanların %19’unu oluşturmaktadır. Kadınların %64’ü ilkokul mezunu ya da okuryazardır. Son dört yılda Türkiye’de yaklaşık 200.000 Suriyeli çocuk doğmuştur.” UNICEF verilerine göre; Türkiye’deki Suriyeli çocukların %73’ü okula gidememektedir. Kamplarda çocukların nerede ise tamamı okula gidebiliyorken, kamp dışındakilerin okula ulaşma oranı sadece %11’dir. Bunun da nedeni, ailelerin çocukları okuldan ziyade çalıştırma yönünde tavır koymalarıdır. Eğitim-öğretim olanağı, kamp dışında yaşayan Suriyeli çocuklara hala sunulamamaktadır. Geçen dört yıllık sürede çok sayıda Suriyeli sığınmacı çocuk, hiçbir eğitim almadan, okumaz yazmaz, eğitimsiz bir şekilde Türkiye içinde dolaşmaktadır. Bu sayı giderek artmakta, sorun da büyümektedir. Bu çocukların %95’i Türk dilini konuşamamaktadır. Bilindiği gibi; Türkiye’nin tarafı olduğu Uluslararası Sözleşmeler, sığınmacılar dahil, tüm çocuklara eğitim verme sorumluluğu yüklemektedir. Çocuk Hakları Sözleşmesi Madde 2: “Taraf devletler, bu sözleşmede yazılı olan hakları, kendi yetkileri altında bulunan her çocuğa, kendilerinin, ana-babalarının veya vasilerinin sahip oldukları, ırk, renk, cinsiyet, dil, siyasal ve başka düşünceler .. nedeniyle 34 MART 2016 ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ DOSYA hiçbir ayrım gözetmeksizin tanır ve taahhüt eder.” Bu sözleşmedeki yaşama hakkından hemen sonra “eğitim hakkı” gelmektedir. Konu ile ilgili Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. Maddesi de; “… Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası Antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne baş vurulamaz…. Farklılık olması halinde Milletlerarası Anlaşma Hükümleri esas alınır.” demektedir. Bu bilgiler ışığında; zorunlu eğitim alma çağındaki sığınmacı çocuklar için Türkiye eksiksiz bir eğitim sağlamak zorundadır. Bunun için özetle, aşağıdaki yolun izlenmesi önerilebilir: i. Suriyeli çocuklar mutlaka kayıt altına alınmalıdır ve bu çocuklar için ayrıntılı bir “veri bankası” oluşturulmalıdır. Bu verilere göre, bu çocuklar illere ne kadar yük (Okul, sınıf, labaratuar, öğretmen, ders araç-gereç …. vb.) getiriyor, hesaplanmalıdır. Müstakil okul mu, müstakil sınıf mı, mevcutlara kaynaştırma mı yapılacak, planlanmalıdır. ii. MEB Merkezi’nde “Mülteci Çocukların Eğitimi Koordinasyon Başkanlığı“ – ki doğrusu geçici bir “Mülteciler Koordinasyon Bakanlığı” – kurulmalıdır. Milli Eğitim Bakanı’ndan sonra Koordinasyon Başkanlığı yetkili ve sorumlu olmalıdır. iii.Suriyeli sığınmacı çocuklara mutlaka Türkçe öğretilmelidir. iv. Eğitilmeyen Suriyeli çocuk kalmamalıdır. v. Suriye’ye sınır illerin “eğitim yükü” mutlaka azaltılmalıdır. Üniversite çağına gelen sığınmacı gençler için; Türk Devleti 2013 yılında Kanunla, üniversitede okuyan veya bu hakkı elde eden Suriyeli sığınmacı öğrencilere (belge getirmek kaydı ile) sınavsız olarak ve hatta burslu bir şekilde Türk üniversitelerine yatay geçiş veya doğrudan eğitim hakkı tanımıştır. Bu hak mutlaka geçici olmalıdır. Bitiş tarihi ilan edilmeli, bu tarihten SAYI 258 sonra Türk öğrenciler nasıl üniversiteye giriyor, Suriyeli sığınmacılar da, bu kurallara uyarak üniversitelere girmelidir. Aksi halde haksız rekabetin yaratacağı kaos, önce üniversiteye giremeyenlerde (ve girenlerde) başlayacak, sonra dalga dalga ana-babalara ve ülkenin tümüne yayılacaktır. Eğitim - öğretim yaşını geçmiş sığınmacılar için; Türkiye’ye sığınmış kadın-erkek her Suriyeli vatandaş mutlaka kayıt altına alınmalı, bunlar için de kapsamlı bir veri seti tutulmalıdır. MEB tarafından zorunlu ya da isteğe bağlı kurslar, seminerler, toplantılar, sertifika kursları düzenlenmelidir. Türkiye’ye sığınmış Suriyeli aydınlar ve Suriyeli kanaat önderleri ile birlikte; aydınlatma, ikna, bilgilendirme, yönlendirme, uyum, güvenlik ve sağlık bilgilerini içeren toplantıları yapılmalıdır. Özellikle kadınlar için özel kurs, toplantı ve dersler düzenlenmelidir. Türkiye hükümeti bunu bütün sığınmacılara şart koşmalıdır. Yetişkinlere uygulanacak “eğitsel uyum“un başarısı Türkiye’nin esenliğini sağlayacaktır. Sonuç olarak; Eğitilmiş birey çatışmalara kapalı, sosyal uyuma açıktır. Suriyeli sığınmacıların uyumu, topluma kabulü, toplumsal ve sosyal çatışmasızlıklar için eğitim, olmazsa olmazların ilk sırasındadır. Eğitilmiş, Türkiye’yi ve dünyayı tanıyan, Türk dilini konuşan, Türk kültürünü öğrenmiş bir Suriyelinin her türlü uyumu daha kolay olacaktır. Kaynaklar 1) “SURİYELİ SIĞINMACILARIN TÜRKİYE’YE ETKİLERİ“ Oytun Orhan (ORSAM), Sabiha Şenyücel Gündoğar, TESEV. Rapor No:195, 2014. 2) “MÜLTECİ DAVRANIŞI VE TOPLUMSAL ETKİLERİ: TÜRKİYE’DEKİ SURİYELİLERE İLİŞKİN BİR DEĞERLENDİRME”, Ayşe Şebnem TUNÇ, TESAM, 2015. 3) “YAŞAM HAKKI RAPORU 2014.PDF, 04.2015“ www.gundemcocuk.org. 4) “SURİYELİ ÇOCUKLAR EĞİTİM SİSTEMİ POLİTİKA NOTU”, www.cocukcalismalari.org. 35 ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ DOSYA SURİYELİ KADIN OLMAK Yazı Tülay ÜNLÜEVCEK (PSY’83) S uriye’de, ABD ve Rusya’nın öncülüğünde oluşturulan, BM destekli ateşkes uygulanmaya devam ediyor. Ülkedeki katliamı durdurmak adına atılan güzel bir adım. 13 Nisan tarihinde de genel seçim yapılacağı açıklandı. Ülkenin geleceği için olumlu bir gelişme. Aralık 2010’da Tunus’ta başlayan Arap Baharı’nın etkileri Libya, Mısır, Yemen, Bahreyn’in ardından Suriye’ye ulaştı. Mart 2011 tarihinden bu yana Suriye’de süren iç savaş, dört milyonun üzerinde Suriyeliyi yurdundan uzaklaşmaya zorladı. Ülke içinde sekiz milyon Suriyeli evlerinden oldu. Düşünebiliyor musunuz, savaş öncesi toplam 22 milyon nüfuslu ülkenin yarıdan fazlası evlerinden oluyor ve bunun bir bölümü hiç bilmedikleri, tanımadıkları ülkelere sadece hayatta kalmak, daha iyi bir yaşam koşulu elde etmek ve güvende olmak adına gitmek zorunda kalıyorlar. Ege ve Akdeniz üzerinden Avrupa’ya ulaşma çabaları sonucunda sayıları yüzlerle ifade edilemeyecek düzeyde Suriyelinin denizde boğulduğunu üzülerek izliyoruz. vırları ile kadınların ne denli küçümsendiği ve sistem tarafından nasıl bir yere konduğunu çok açık göstermekteler. Kendini ifade edecek düzeyde dil bilmemeleri, ucuz iş gücü kullanılan yerlerde çalışmaları, uyum sorunları, kendi geleneksel aile ve alışkanlıkları nedeniyle yaşamları daha zor hale gelmektedir. Buna Almanya’nın yasa ve uygulamalarla getirdiği ayrımcılık ve dışlanma ile Suriyeli kadınların yaşadığı sorunlar artmaktadır. İngiltere’de bulunan kadınların durumu diğer ülkedekilerden farklı değil. Yapılan araştırmalar İngiltere’de, çocukların kötü muamele gördüğü, diğer Avrupa ülkelerinden daha fazla kadınların pazarlandığı görülmektedir. Göçmen nüfusunun yaklaşık olarak yüzde 35’ini kadınlar ve yüzde 35’ini çocuklar oluşturuyor. Savaş süreci içerisinde Suriyeli kadınların yüklendikleri mücadele gerçekten kolay bir şey değil. Peki, Avrupa ülkelerine giden Suriyeli kadınlar, istedikleri yaşama orada kavuşabiliyorlar mı? Bu soruya olumlu bir yanıt vermek mümkün değil. Almanya, vatandaş olabilmeleri için sorulan sorularla kadınları aşağılaması ve ülke genelindeki ayrımcı ta- 36 MART 2016 ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ DOSYA Fransa, gelen mülteciler için yasal işlemleri çok yavaş yapıyor. Göç eden Suriyeliler içinde eğitimli olanlar Fransa’ya gidiyor. Ancak aldıkları eğitimin, diplomalarının ve iş tecrübelerinin burada bir geçerliliği yok. Sahip oldukları deneyim işe yaramayınca, ev kirasını ödemek için düşük işlerde çalışmak zorunda kalıyorlar. Uluslararası Af Örgütü’nün yaptığı bir araştırmada, Avrupa’ya göç eden kadınlar, yolculukları boyunca fiziksel şiddet, maddi istismara uğranıldığı, insan kaçakçıları, güvenlik görevlileri ile diğer mülteciler tarafından sarkıntılığa maruz kaldıklarını veya cinsel ilişkiye zorlandıklarını belirtti. İnsan kaçakçıları, savunmasız yalnız kadınları hedef alıyor. Maddi kaynağı olmayan kadınları cinsel ilişkiye girmeye zorluyor. Taciz edilmenin yanında yüzlerce erkekle birlikte uyumak zorunda kalmaları, Yunanistan, Macaristan, Slovenya’da güvenlik görevlileri tarafından dövülmeleri ve sözlü olarak aşağılanmaları tespit edilmiş. Bunlardan kadınların şikâyet etme seçenekleri yok. Kaldıkları kampların genelde pis, yemeğin sınırlı, hamile olanların hiç ya da az destek bulabildiklerini söylüyorlar. Aslında bunların hepsi, hükümetlerin kadınları korumayı sağlamada ne kadar yetersiz kaldıklarını göstermekte. Göç edilen toplumdaki farklı yaşam biçimi, ekonomik ve çalışma yönünden zor koşullar, dil engeli, yeni geldikleri ülkede yaşadıkları uyum sorunları, kadınların ruh sağlığını olumsuz etkilemektedir. Kişinin alıştığı bir ortamdan ayrı kalması yalnızlık, yabancılaşma, kendini değersiz görme, yakınlarının yokluğu bireyi etkilemekte ve stres yaşamasına neden olmaktadır. Yapılan araştırmalarda zorunlu göç, ruh sağlığını olumsuz yönde etkilediği ve kadınların erkeklere göre daha fazla duygusal sıkıntı yaşandığı görülmektedir. Göç ile ilgili yapılan çalışmalarda, zorlayıcı yaşam koşulları, çözümlenmemiş kişisel çatışmalar ruhsal ve sosyal boyuttaki sorunları ortaya koymaktadır. Bu da iş veriminde azalma, davranış problemleri, madde bağımlılığı, suça eğilimli davranışları arttırmaktadır. Göçle birlikte azalan ait olma duygusu, daha yüksek düzeylerde anksiyete, depresyon ve suisidal düşünce olasılığını arttırmaktadır. Asgari olarak yaşam koşullarında mahrum olan, kimilerinin açık alanda ikamet ettiği, barınma, sağlık, eğitim, beslenme gibi temel ihtiyaçların temininde zorlanıldığı, kadınların cinsel istismar da dahil ciddi güvenlik problemi yaşadıkları yönünde haber, iddia ve adli bulgular mevcuttur. Çukurova Kalkınma Ajansı tarafından yapılan bir araştırmada; Adana - Gürsel Paşa semtinde 500 konutta yaşayan Suriyeli sığınmacı kadınların yüzde 22.6’sının hamile olduğu, bunun da yüzde 26.4’ünün 15 – 19 yaş aralığında olduğu tespit edilmiştir. Bizim ülkemizden bir örnek ama Avrupa ülkeleri içinde benzer durumların söz konusu olduğunu okuduğumuz haberlerden öğreniyoruz. Kadınların, sığındıkları ülkede ‘sığınmacı kimliği’ ile yaşadıkları sosyal, fiziksel, psikolojik sorunlarla beraber ‘kadın kimliği’ ile yaşadıkları travmalar, incelenmesi gereken yaşam gerçekleridir. SAYI 258 Bu arada çocuklarını kaybeden ya da bir yakını ile Avrupa’ya ulaştırdıkları çocukların yaşadıkları da kolay değil. Avrupa Polis Örgütü Europol tarafından, iki yıl içinde Avrupa Birliği ülkelerinde 10 binin üzerinde çocuğun kaybolduğunun açıklanması, akla çeteler tarafından seks işçiliği ve köleliğe zorlanacaklarını getirmektedir. Bu çocukların anne – babalarının, yakınlarının yaşadığı duygu durumunu düşünebiliyor musunuz? Bu savaşta kapitalist sistemin, dünyayı ne kadar yaşanmaz hale getirdiğini görmekteyiz. Bu ülkelerin aşırı kar hırsı Ortadoğu halklarını olumsuz etkilemekte. Ekonomik yoksullaşma, mezhep savaşları ve bölgesel savaşların olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Evet, büyük güçler savaşıyor ama bu işlerden hiç haberi olmayan masum insanlar; fizyolojik, psikolojik ve sosyolojik olarak bu durumdan çok fazlasıyla etkileniyorlar. Umarım alınan ateşkes anlaşmasına uyulur ve daha fazla insan darbe almaz. Yaşanılan bu travmanın unutulması mümkün değil. Bundan sonrası için, sığınmacı – mülteci konumundaki insanların bulunduğu ülke yönetimlerine iş düşüyor. Bu insanların sağlıklı şekilde ülkelerine uyumlarının sağlanması, gerekli psikolojik desteklerin yapılmasıyla içinde bulundukları kaygının azaltılması hedef olmadır görüşündeyim. Kaynakça: www.bbc.com (Kadın mülteciler), www.sozcu.com.tr (Suriye’li kadınların dörtte biri hamile), gercekhaberci.com, Anadolu Psikiyatri Dergisi (Türkleş S, Yılmaz M, Özcan A, Öncü E, Karataş B Kadınlarda ruh sağlığını ve aile işlevlerini etkileyen etmenler), Mehmet Gündüz - Nalan Yetim Terör ve göç, Toplum ve Göç II., www.maslumder. org (Kamp dışında yaşayan Suriye’li Kadın Sığınmacılar), www.milliyet.com.tr, demokratikkadınhareketi.com, akademikperspektif.com, haber.sol.org.tr (Suriye’li mülteci kadın), www.hurriyet.com, www. yurtgazetesi.com.tr (Af Örgütü: Suriye’li mülteci kadınlar, Avrupaya giderken cinsel tacize uğruyor) 37 ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ DERNEKTEN DİKTATÖRLÜK D iktatörlük kavramı, köken olarak Eski Roma’ya kadar uzanmaktadır. Eski Roma’da, toplumsal ve siyasal açıdan olağanüstü durumların yaşandığı dönemlerde, altı aylık süre için kendisine mutlak yetkiler verilerek göreve getirilen konsüle diktatör denmekteydi. Bugün diktatörlük, şu karakteristik özelliklere sahip otorite tipini tanımlamaktadır: Devletin başındaki kişinin yaptıklarının hesabını vermesini ya da görevden uzaklaştırılmasını sağlayan hukuk kuralları yoktur, iktidarın eylem alanı sınırsızdır, iktidar uygulamada bulunan hukuk kurallarına aykırı bir biçimde ele geçirilmiştir, iktidarın el değiştirmesin bir düzen içinde gerçekleştirmesi için gerekli hukuk kuralları yoktur, iktidar yalnızca sınırlı bir grubun yararına kullanılır, tebaa yalnızca korktuğu için itaat eder, iktidar tek kişinin elinde toplanır, iktidar terör uygular. Diktatörlükler, bu özelliklerin tamamına sahip olmayabilirler. Diktatörlük, devletin bir kişi ya da küçük bir grubun sınırsız tahakkümü altında olması anlamına gelmektedir. Diktatörlük terim olarak, sadece bir devletin siyasal rejimini ifade etmemektedir, aynı zamanda bir yaşam tarzına temel oluşturan bir ideolojiyi ve bir siyasal davranış biçimini de anlatmaktadır. Tüm diktatörlüklerin paylaştığı ortak özellikler vardır. Bunlar şöyle özetlenebilir: Diktatörlüklerde kuvvetler ayrılığı yoktur. İktidarın hukuk dışı kullanılması ya da iktidarın sınırlarını kaldıracak bir hukuk yaratılır. Diktatörlüklerde insan hakları ciddi biçimde kısıtlanır. Diktatörlerin izlediği politikalar ani, duygusal ve tepkisel biçimde oluşturulmaktadır. Diktatörler, siyasal ve toplumsal düzeni despotik yöntemlerle kontrol altında tutmaya çalışırlar. Yazı Serkan KESKİN 38 Bir ülkeye diktatörlüğün gelmesine yol açan nedenlerden biri, demokrasinin zayıflığı ya da işlevsiz oluşudur. Diktatörlüğün ortaya çıkmasına elverişli ortam yaratan diğer koşullar ise, çözüme kavuşturulamayan ve son noktasına gelmiş toplumsal sorunlar, ekonomik krizler, toplumda antidemokratik güç odaklarının ortaya çıkması ve anayasal düzeni tahrip eden karar ve uygulamaların bulunması olarak sayılabilir. Diktatörlükler, despotik tek adam hükümranlığı, elit yapılı diktatörlük, oryantal diktatörlük, totaliter diktatörlük, anayasal diktatörlük olarak ortaya çıkabilir. MART 2016 ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ ODTÜ’DEN BİR KÖŞE ODTÜ’DE AĞAÇSIZ BİR ALAN B aşka yerde olsa hiç kimsenin fark etmeyeceği ağaçsız bir alan ODTÜ’de olunca hemen göze çarpar. Rektörlüğün 6. katındaki penceremden baktığımda ODTÜ’nün sınırlarını belli eden ağaçlar ve ağaçların ötesinde ODTÜ’nün ağaçlarını görsün diye yüksek yüksek yapılmış binalar görünür. KKM’nin sol tarafından ileriye doğru, tepenin altında kaldığından görünmeyen Vişnelik binası yönünde bakıldığında her tarafı ağaçlarla çevrili bir boş alan görünür. Rektörlüğün önüne inip bakıldığında ise yüksek ağaçların arkasında kaybolur, ancak yolun kenarındaki çınarlar ve atkestaneleri yapraklarını döktüğü zamanlarda görülebilir. Bir resim paleti gibidir. Kar ilk yağmaya başladığında ağaçlardan önce beyazlaşır, Bahar gelip doğa yeşile bürünürken ilk yeşil orada görünür, Güz günlerinde Ankara’nın bozkır renklerine bürünür. Boş alanı çevreleyen çam ağaçları ise hep aynı renktir. Yıllardır karşımızda duran ve sık sık fotoğrafını çektiğim bu boş alanın yakından nasıl göründüğüne bakmak için o yöne yaptığımız bir fotoğraf yürüyüşünde bu kez o yönden ODTÜ’nün fotoğraflarını çekmiştim (16 Haziran 2004). Sanki o alan, sessizlik ve yalnızlık arayan bir ODTÜ’lü gelsin, yeşilliklerle, çiçeklerle kaplı yerlere otursun ve ODTÜ’yü seyretsin diye öyle boş bırakılmıştı. • ODTÜ’yü simgeleyecek devasa bir anıt/hey- Yazı&Fotoğraflar kel dikilse... ODTÜ’nün her tarafından ve Aydın TİRYAKİ (ChE’81) ODTÜ’nün ağaçlarını görmek için yüksek yüksek yapılmış binalardan görünse… Burası ODTÜ’nün bir köşesidir, ağaçlarla kaplı ODTÜ’nün ağaçsız küçük bir köşesidir. O alan boş mu bırakılmıştır, dikilen fidanlar tutmamış mıdır, yoksa anımsayamadığım bir yangın mı olmuştur, bilemiyorum. Bu soruyu ODTÜ Ağaçlandırma ve Çevre Düzenleme Müdür v. Erhan Torunoğlu’na sorduğumda gelen yanıt şöyleydi: “Eski çalışanlarımız, bu alanda herhangi bir yangın olmadığını, bir kaç kez dikim yapıldığını ama muhtemelen toprak yapısından dolayı dikimlerin başarısız olduğunu söylerler. Biz daha kötü yerleri de ağaçlandırdık, niyetlensek burayı da ağaçlandırırız ama ekolojik sistemin nefes aldığı, farklı otsu türlerin yetişebildiği bir orman içi boşluk olarak kalmasını ben daha çok tercih ederim.” Eski fotoğraflara baktığımda, en önemli değişiklik, yeşilin bittiği ODTÜ sınırının ötesindeki binaların sayısının ne kadar çok arttığı ve ne kadar yükseldiğiydi. Yirmi yıldan fazla süredir o boş alana bakarken oraya yakıştırdığım iki şey oldu: • ODTÜ’nün en güzel ağaçlarının ODTÜ’de yetişmiş fidanları dikilse, karşıdan onların büyümesini izlesek... SAYI 258 39 ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ HOCAM İNECEK VAR İSPİR M alum, mevsim kış; havalar soğuk. Hani, canımızın istediği gibi gezemiyoruz. Öyle olunca (Econ/Stat’ocak-76) da “Hocam İnecek Var”ın yeni bir sayfasını açmak için eski defterleri karıştırıyoruz. Sözün özü, bu ay daha önce yaptığımız bir geziden söz edecek, Karadeniz’in arka sokaklarında dolaşacağız. Yazı&Fotoğraflar M. Bülent VARLIK Yol Boyunca… Yolumuz uzun… İspir’e ulaşmak için, Trabzon’dan yola koyulup Sürmene ve Of’u geçtikten sonra İkizdere yoluna sapmak gerekli. Osmanlı döneminde Kuray-ı Sab’a olarak anılan İkizdere küçük bir ilçe. İkizdere’ye gitmişken hemen yakınlardaki Güneyce Beldesi’nde bulunan Hacı Şeyh Camii’ni görmek gerekli. Yolunuz bu taraflara düşmüşken yine yakınlarda bulunan Şimşirli Köyü’ne uğramanızı da öneririm. Eski adı Komes olan köyde son derece güzel ahşap bir cami bulunmakta. Hemen belirtelim, Şimşirli’de bulunan küçük bir lokantada, fındık kabuklarının közünde pişirilen, yörenin nefis etlerinin tadına bakabilir, yakınlarda çıkan maden suyunu içebilirsiniz. Aynı yerde, yöreye özgü bazı 40 küçük hediyelik eşyalar bulmak da mümkün. Bu rotayı öncelikle gündeminize almanızı tavsiye ederim; çünkü son duyumlarıma göre, burada da bir “HES” yapılacakmış ve lokanta ile maden suyunun çıktığı alan sular altında kalacakmış! Bundan sonraki durak ise Ovit Dağı geçidi. Burası, 2640 Metre rakımı ile Türkiye’nin en yüksek geçitlerinden biri. Geçidin hemen başında oldukça büyük bir buzul gölü bulunmakta. Gölün arkasında bulunan tepelerin koyaklarında Ağustos ayında bile kar yığınlarını görmek mümkün. Zaten gölü besleyen sular da bu karların erimesi ile ortaya çıkıyor. Bu gölden çıkan küçük bir çay, tepelerden gelen diğerleri ile birleşerek bir yerlerde Çoruh’a katılıyor. Ovit buzul gölünde kısa bir mola verip olağanüstü güzel manzaranın tadını çıkarabilirsiniz. Her yan yemyeşil. Etrafınıza biraz göz gezdirirseniz Van’dakilerden daha farklı, bordo renkli küçük ters laleler görebilirsiniz. Kayaların üzerinde, belki garip gelecek ama kaktüs cinsi bazı bitkiler de bulunmakta. Yeri gelmişken bir not daha düşelim. Bu güzelim yolu kullanmak için çok az vaktiniz var. Çünkü her yıl Kasım – Nisan arasında kardan kapanan Ovit Geçidi’nde trafik akışının sağlanması için yaklaşık olarak 15 Kilometre uzunluğunda bir tünel yapılıyor. Kısa bir süre sonra faaliyet geçmesi planlanan tünel, dediklerine göre, tamamlandığında dünyanın ikinci uzun tüneli olacakmış! MART 2016 ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ HOCAM İNECEK VAR Biraz daha ileride Türkiye’nin en büyük sülalesine ait olan araziler uzanıyor. Burada her yıl büyük şenlikler düzenleniyor. Binlerce kişinin katıldığı şenliklerde bütün ihtiyaçların karşılanması için gereken önlemler alınmış, ama bir de çöpler olmasa!!! İspir’e doğru yaklaşırken meralarda koyun ve keçilerini otlatan göçerleri, çadırlarını görmeniz de mümkün. Ve İspir İspir, 6000 – 7000 nüfuslu küçük bir ilçe. Coğrafi olarak Karadeniz Bölgesi’nde yer alan İspir, Çoruh Nehri’nin kıyılarında kurulmuş. Bu büyüklükteki bütün yerleşim yerlerinde olduğu gibi bir ana caddesi var. Bütün hayat o cadde üzerinde geçiyor. Kentin tarihi neredeyse üç bin yıl öncesine kadar uzanmakta. Bölge, Perslerin, Bagratilerin, Romalıların, Arapların ve Doğu Romalıların yönetiminde kalmış. Bu arada birçok Ermeni de bölgeye yerleşmiş. Zaten kentin Ermenice’deki adı da “Spir”. Bölge bin yıl kadar önce Selçukluların hakimiyetine girer. Sonra, Akkoyunlular ve Osmanlılar… Ardından kısa bir süre Rus işgali ve 1918’de kurtuluş… Vital Cuinet, La Turquie D’Asie adlı eserinde 1890’lı yıllarda İspir’in nüfusunun 33 bin civarında olduğunu, bunun 3 bin kadarının Ermeni olduğunu kaydeder. Kentte, ayrıca 75 ortodoks Rum’da yaşamaktadır. Aynı tarihlerde müslümanların 13 ve Ermenilerin 2 okulu bulunmaktadır. Kentte, 20 cami, bir Ermeni Grogoryen, bir Ermeni Katolik ve bir Rum Ortodoks kilisesi mevcuttur. Yine aynı kaynağa göre o tarihte İspir’de kayda değer bir tarım ve sanayi kuruluşu bulunmamaktadır. Nereleri Gezmeli? Doğrusunu söylemek gerekirse, İspir’de öyle görelecek, gezilecek çok fazla bir yer yok. Şehrin girişindeki tepenin üzerinde yer alan kale, cami ve kilise görülmesi gereken tek yer. Kale ve caminin duvarları bir kısmı, bulundukları tepenin eteklerinden akan Çoruh Nehri’nin kıyılarından toplanan taşlarla inşa edilmiş. Üst kısımlarda ise muntazam kesme taşlar kullanılmış. Kalenin ilk yapılış tarihi bilinmiyor, Saltuklular zamanında inşa edildiği, SAYI 258 Osmanlı döneminde tamirattan geçtiği tahmin ediliyor. Kalenin tepesinde yer alan caminin minaresinin bir zamanlar bütün ovaya hakim olduğu için gözetleme kulesi olarak kullanıldığı sanılıyor. Kalenin ve caminin yer aldığı tepenin üzerinde bir Ermeni kilisesinin kalıntıları yer almakta. Sadece apsis bölümünün ayakta kaldığı kilisenin büyüklüğü temel izlerinden tahmin edilebilmekte. Ne Alınır? İspir, ülkemizin en kaliteli kuru fasulyelerinin üretildiği yerlerden biri. Buraya kadar gelmişken almadan dönmek olmaz. İspir fasulyesinin özelliği erken pişmesi, suda şişmesi ve pişince kabuk atmaması. Yeri gelmişken kaydedelim, üretim miktarı sınırlı olduğu için fasulyenin fiyatı İspir’de bile oldukça yüksek, Ankara ile pek fark yok denilebilir! İspir’den alınabilecek bir diğer ürün de çekirdeksiz dut kurusu olan “çemiç”. İspir’den Yusufeli’ne İspir’den Yusufeli’ne uzanan yol, özellikle dağ yolu tam anlamı ile manzarasına doyum olmayan nitelikte. Yol boyunca çok sayıda kaleyi görmek mümkün. Vadi tabanındaki tarlalarda yer yer çeltik üretimi yapılmakta. Fotoğraf tutkunları için mutlaka görülmesi gereken yerler. Mevsiminde sarının yeşilin her tonunu birarada görmek mümkün. Yusufeli ile ilgili gezi notlarımızı yıllar önce yazmıştık. O zamandan bu yana olumlu yönde değişen bir şey yok. Muhtemelen ilçenin kısa bir süre sonra sular altında kalacak olması nedeniyle yeni yatırım yapılmamış. Bir zamanlar şehrin ortasındaki iki katlı tanıtım bürosunun üst katında bulunan küçük etnografya müzesi nedense kapatılmış. Ama buna karşılık biraz ilerideki parkın ortasına renkli bir heykel konulmuş. Hepsi o kadar! Gideceğimiz bir diğer diyarda karşılaşabilmek dileğiyle, 41 Toledo ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ ŞEHİR YAZILARI Yazı İbrahim BERKSOY (ME’91) E ğer yolunuz Madrid’e düşerse İspanya’nın Altın Çağı’ndan bu yana yaklaşık 500 yıldır ülkeye başkentlik yapan bu kadim kenti gezdikten sonra Atocha istasyonundan hızlı trene binip yarım saatte Toledo’ya gitmeyi, Madrid’den önceki bu eski başkenti gezip görmeyi ihmal etmeyin… Birkaç kez Madrid’e kadar gelip de hemen yanı başındaki Toledo’ya neden gitmediğime hep hayıflanır dururdum. Geçen yıl şubatta oradaydım. Toledo’da, eski bir imparatorluk şehrinde geçirdiğim birkaç güzel gün doğrusu her şeye değerdi. Madrid’teki Atocha İstasyonu’nun içerisi botanik parkı gibi. Avrupa’da irili ufaklı pek çok tren istasyonu gördüm. Gördüğüm istasyonlar içinde Atocha İstasyonu belki de Avrupa’nın en güzel, en ferah istasyonu. Aslında belleğinizi biraz zorlasanız bu terminali bir yerlerden hüzünle anımsayacaksınız: Atocha… Hani şu 2004’te Madrid’te bombalanan terminal… Keşke dünyanın her köşesi hep güzel anılarla anımsansa… Gel gör ki olmuyor işte… Gün geliyor Atocha İstasyonu’nun yanına Ankara Garı ekleniyor; barışa dair ne kadar söylenecek güzel söz, ümitli söz varsa gelecekteki güzel günlere, ümitli günlere erteleniyor… Atocha İstasyonu’ndan Toledo’ya giderken vagon penceresinden uçsuz bucaksız düzlükleri, ötelerdeki dağları, bayırları, gökyüzünün maviliklerini seyre dalmak öyle güzeldi ki… Toledo’nun küçük, şirin istasyonunun önünde bekleyen taksilerden biri kaşla göz 42 arasında bizi alıp yamaçlardaki otelimize ulaştırdı. Otelin seyirlik penceresinden bir akşamüstü bu kadim şehri seyre dalmak eşsiz bir keyifti. Birbiri ardı sıra, birer ikişer yanmaya başlayan şehrin ışıkları, kenti çepeçevre kuşatan Tajo nehrinin üzerinde adeta dans etmekteydi. Işıkla suyun dansı tıpkı daha önce gördüğüm Toledo kartpostallarındaki gibiydi; öylesine güzel, öylesine renkli, öylesine çekici, öylesine davetkâr… Aslında bir ortaçağ şehridir Toledo. Öncesinde, 6. Yüzyılda, bir Vizigot başkenti; sonrasında, 11. Yüzyılda, Kastilya’nın başkentidir. 8. Yüzyılın başında Cebelitarık Boğazı’nı aşıp İber Yarımadası’na geçen ve kendilerine Mağribi denilen Kuzey Afrikalı Müslümanların dilinde Tuleytula’dır şehrin adı. Krallık sarayının 1561’de Madrid’e taşınmasıyla birlikte Toledo, “sessiz arka bahçeler”in sükûnetinde kadim bir ortaçağ kentine dönüşür. Gün doğumunda şehre tepeden şöyle bir bakarsanız karşınızda bakmaya doyamayacağınız tablo gibi bir şehir manzarası çıkar. Tajo Nehri’nin iki yakasında yaşanan hayatları birbirine bağlayan ortaçağdan kalma iki tarihi köprü (Alcántara Köprüsü ile San Martin Köprüsü ) ile birlikte kenti çepeçevre kuşatan ortaçağdan kalma kent surları ilk göze çarpan yapılardandır. Şehrin hemen her yerinden görülebilen Katedral, İspanyol gotik katedrallerinin en iyi örneklerinden MART 2016 ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ ŞEHİR YAZILARI birisi olarak kabul edilmektedir. Toledo Katedrali’nin yapımına 1226›da Kral III. Fernando döneminde başlanmıştır. Kilisenin El Greco, Francisco Goya ve öteki ünlü ressamların tabloların bulunduğu zengin bir müzesi vardır. Yine kentin hemen her yerinden görülebilen, kente egemen konumdaki Romalılardan kalma kale ise günümüzde askerî müze olarak kullanılmaktadır. Katedral ile birlikte Alcázar de Toledo, şehir kartpostallarını süsleyen iki görkemli anıtsal yapıdır. Toledo Alcázar’ı ilkin 3. Yüzyılda imparatorluk sarayı (Roma İmparatorluğu) olarak inşa edilmiş. Alcázar, başkentin Toledo’dan Madrid’e taşındığı tarihe kadar (1561) krallık sarayı (İspanya Krallığı) olarak kullanılmış. Alcázar, Endülüs Emevileri döneminde Arapça “el kasr” (saray) olarak söylenen saray sözünün İspanyolca söylenişi. Toledo Alcázar’ı yakın geçmişte İspanya iç savaşının simge yapılarından biriydi. Savaşın ilk günlerinde 22 Temmuz 1936›da faşist Franco rejiminin resmi ve gayr-ı resmi silahlı güçleri direnişçilerin sığınağı haline gelen Toledo›nun simgesi Alcazar de Toledo’yu kuşatır. 28 Eylül’e kadar kent aralıksız bombalanır. “Faşizme geçit yok!”, “no pasaran” sloganlarıyla yalnızca İspanya’yı değil, insanlığın özgür geleceğini de savunan bir avuç direnişçinin onurlu direnişi, “Alcazar de Toledo savunması” adıyla İspanya İç Savaşı’nın unutulmaz olaylarından biri olarak tarihe geçer. SAYI 258 Toledo, aynı zamanda, dünyaca ünlü İspanyol yazar Miguel de Cervantes’in belki de kendisinden de ünlü roman kahramanı Don Quijote (Don Kişot)’un, kalkanı ve mızrağıyla yel değirmenlerine karşı umudu ve gelecekteki güzel günleri savunduğu şehir. Bu yüzden, şehrin hemen her yerinde, sokaklarında, meydanlarında bir Don Kişot heykeline rastlamak mümkün. Şehri gezdiğinizde göreceksiniz; kentte dar ve dolambaçlı sokakların hepsi Zocodover Meydanı’nda birleşir. Toledo çeliği pek ünlü olduğundan meydandaki hediyelik eşya satan dükkânlarda en çok satılan ürünler arasında Toledo çeliğinden mamul bıçaklar, kılıçlar, tepsiler ilk sıralarda yer almakta. *** Başbakan, “Sur, Toledo gibi olacak” deyince geçen yılki Toledo gezimi anımsadım. Sur’a adını veren Diyarbakır’ın kadim surlarını da Toledo’nun tarihi mirasını da gezip gördüm. Bugüne değin yaşadıklarımdan, gezip gördüklerimden öğrendiğim bir şey var: Yeryüzünde her şehir bir yönüyle bir başka şehre ilham verir, vermeli de; ama hiçbir şehir bir başkasına benzemez, benzememeli de. Taş yerinde ağırdır; Sur, Diyarbakır’da, Toledo İspanya’da ağırdır. Diyarbakır, “sırrını surlara fısıldayan” kadim bir şehirdir. Toledo ise kadim bir ortaçağ başkentidir. Sur’un yıkıntılarından “TOKİ mimarisi” ürünü “yeni” bir Toledo “inşa” etmeye kalkışmak her şey bir yana Sur’u da Toledo’yu da hiç anlamamaktır. 43 ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ SAĞLIK Kaygılarımız ve Korkularımız Yazı Gözde İKİZER (PSY ’06) K aygı istenilmeyen ve tehdit içeren durumlara yönelik verilen bir tepkidir. Birçok insan topluluk önünde konuşma yapmaktan, bir iş görüşmesinin sonucunu beklerken ya da karanlık bir sokakta tek başına yürürken kaygı duyar. Ortada belirgin bir tehdit olmasa da, zihnimizdeki olası tehlikelere yönelik beklentiler kaygı yaşamamıza neden olur. Kaygı algılanan tehditler karşısında kişinin harekete geçmesini sağlayan bir alarm mekanizması gibi çalışır ve çeşitli bedensel, duygusal, davranışsal ve bilişsel tepkiler yoluyla ifade edilir. Bunun yanı sıra, korku yaşadığımızı söylediğimizde tehdit içeren unsurun çok daha belirgin olduğuna yönelik bir vurgu yaparız. Tehlike gerçek veya bilindik niteliktedir. Karanlık sokakta yürürken birisi bize elinde bıçakla yaklaştığında ya da yolda bir arabanın üzerimize doğru geldiğini gördüğümüzde hissedeceğimiz gibi. Korku zarar gelebileceği yönünde kişiyi uyararak kendini koruması için harekete geçirir. Korku yaşadığımızda kaygıda olduğu gibi yine birtakım stres tepkileri veririz. Örneğin, dikkatimizi tehdit edici unsura yöneltiriz, kalp atışımız ve nefes alış verişimiz hızlanır ve ortamdan uzaklaşmaya çabalayabiliriz. 44 Kaygı ve korku ortaya çıkan stres tepkileri açısından benzerlik gösterse de, algılanan tehdidin doğası gereği birbirinden ayrışmaktadır. Kaygı genellikle daha uzun süreli olmaktadır ve genellikle korkuda olduğu kadar belirgin bir tehdit tarafından tetiklenmemektedir. Algılanan tehdidin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği, ne zaman gerçekleşeceği ve bunun hakkında ne yapılabileceği konusunda belirsizlik mevcuttur. Buna rağmen, kaygı ve korku birbiri ile ilişkili duygular olarak bilinmektedir. Travma sonrası stres buna bir örnektir. Bazen, kişi artık güvende olsa dahi, geçmişteki korkular yeniden açığa çıkabilir. Örneğin, geçmişteki travmaya benzer bir deneyim ya da belirli düşünceler travma sonrası stres tepkilerini tetikleyebilir. Her ne kadar travma yaşandığı anda ortaya çıkan duygu temelde korku olsa da, önceki deneyim temelinde bir tehlike beklentisi olduğundan travma sonrası stres kaygının görülmesine neden olmaktadır. Kaygı ve korkuya öncülük eden durumlara verilen tepkiler ile bunların nasıl değerlendirildiği bu duyguların deneyimini önemli ölçüde etkiler. Örneğin, tehdidin kontrol edilemeyeceği inancı ya da duygunun aşırı olduğu yönündeki kaygı da kaygının kendisini artıran etkenler olabilmektedir. MART 2016 Kaygı ve korku hayatın normal bir parçası olan doğal tepkiler olarak kabul edilmesine rağmen, bazen kaygının ve korkunun süresi ve derecesi fazla olabilir. Böyle olduğunda, yetişkinler yaşantıları ile başa çıkmakta zorlanabilirler; kaygı ve korku karşısında verilen tepkiler aşırı olmaya başlayabilir. Kaygı veya korku yaratan unsurdan kaçınmak da baş etme çabalarını olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Bu olumsuz duygular yoğun ve uzun süreli yaşandığında günlük yaşam olumsuz yönde etkilenerek kişilerin yaşam kalitesini düşebilir. Kişiler birçok durumda olumsuz duygular ile baş edebilirler; ancak kaygı bozukluklarında olduğu gibi kişilerin baş etme kapasitesinin yetersiz kaldığı durumlarda bu konularda eğitim almış ruh sağlığı uzmanlarının desteği gerekir. Yoğun ve işlevsel olmayan kaygının ve korkunun giderilmesi için bilgi ve destek almak yararlı olacağı gibi, bunlara yönelik ilaçla tedavi yöntemleri ve psikoterapiler bulunmaktadır. Kaynaklar: Lamia, M. C. (2011, 15 Aralık). The complexity of fear [Blog kaydı]. https://www. psychologytoday.com/blog/intense-emotions-and-strong-feelings/201112/thecomplexity-fear’dan alınmıştır. Yorulmaz, O., & Altın, M. (2007). Yetişkinlik dönemi psikolojik sorunları ve çözüm önerileri: Kaygı bozuklukları. A. N. Karancı, F. Gençöz, & Ö. Bozo (Eds.), “Psikolojik sağlığımızı nasıl koruruz? II Yetişkinlik ve yaşlılık” içinde (sayfa 33-41). Ankara: ODTÜ Yayıncılık. SAYI 258 ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ OPERA SAHNELERİ’NDEN Ruhunu Satan Faust İkinci perde başında iPad üstünden kitap okuyan genç güzel kız Margurita. Salıncakta sallananlar, cırlak renkte elbiseler, cart sarı simokinli Faust, cart kırmızı simokinli Mefisto, ikinci yarıda askeri marş eşliğinde veteran askerker, siyah elbiseli, şapkalı. Sivil kalabalı, düello ve subayın kaybedişi, Goethe yazmış, Gounod bestelemiş, İstanbul Süreyya Operası’nda… Yazı Haluk DİRESKENELİ (ME’73) S üreyya seyircisi sanki bu coğrafyanın insanı değil. Eğitimli, görgülü, ayrı, farklı bir kuşak. Burada insan opera binası dışındaki olayları unutuyor. Bir gün önce Ankara’nın merkezinde askeri lojmanlarda bombalı saldırı olmuş, Güneydoğu, güney sınırımız, işgalci mi mülteci mi belli olmayan yabancı insanlar, Süreyya içinde her şeyi hepsini unutuyorsunuz. Unuttuğunuzu sanıyorsunuz, ancak yönetmen son sahnedeki vahşet ile sizi gündeme geri götürüyor. Güçlü solistler, zengin ve tiyatral olarak güçlü koro, mükemmel bir orkestra, harika yöneten bir şef. Böylesi muhteşem bir sahneleme sanatını izlemek çok büyük ayrıcalık olmalı. Opera öncesi eserin müziğini dinledim. CD bulamadım, aramadığım yer kalmadı, en son Tünel girişindeki Lale plak dükkanında son bir adet buldum Emi 1991 kayıt hemen kaptım. Opera müziğini evde, işte devamlı dinledim. 18-20 Şubat geceleri izledim. Yazılı orijinal eser Almanca, ancak operanın librettosu Fransızca ve siz operayı Fransızca izliyorsunuz. Birinci perde tekerlekli iskemlede yaşlılıkla savaşan Faust betimlemesi ile başlıyor, plaj kılığında top oynayan ikili balerin çiftler, kan dolu sondayı değiştiren hemşireler, saçını elektrikli saç kurutma makinası ile kurutmaya çalışan, daha sonra ruhunu şeytana satarak gençleşen Faust. Birinci perdenin sonlarında muhteşen bir koreografiyle sunulan bale gösterisi. Dekor üç katlı çelik inşaat iskelesinden oluşuyor, makina dişlileri ile zenginleştirilmiş. Bu arada çok sayıda seyirci paltolarını alıp operadan ayrıldılar, saat 22:30 oldu, daha bir perde vardı. Son perde tarikat ayinini andıran dinsel bir törenle açıldı. Mefisto, Papa kıyafetiyle göründü. Sonra sahne değişti, punk saçlı deri elbiseli maskeli marjinallerin partisi başladı. Arkasından harika bir koreografi ve muhteşem melodik müzik eşliğinde bale sürdü. Son perdede dağitmış Maguerita, Faust ve mefisto üçlüsünün aryası, tekrar dinsel bir ayin ve org müziği. Perde kapanışından önceki sahneyi seyircinin midesinin kaldırması kolay değil. Opera bir abartı sanatı ama bu kadar abartılı dehşeti seyretmek hiç kolay değil. Opera net 145-dakika, aralar ile beraber toplam üç saattten fazla sürüyor. 15-dakikalik 2-ara var. Ara verildiğinde kapı önüne çıkmak, balkondaki büfeden çaykahve- kırmızı - beyaz satın almak mümkün. Saat 23:15 gibi eser bitince, perde kapanınca metroya koşmanız lazım. İstanbul’da haftaiçi gece son metro seferi 24:00’te kalkıyor. Cumartesi 16:00 gündüz sahneleme, eğer yer bulabilirseniz, bizler için daha iyi seçenek oluyor, daha kolay ve rahat oluyor. Biletler 1-ay öncesinden internette satışa çıkıyor, ilk 3-gün içinde bitiyor. Sahnelenme öncesi son günlerde iadeler başlıyor. Son günlerde kontrol edin, belki iyi yerler iade edilmiş, satışa açılmış olabilir. 24-25-29 Mart günleri Faust operası Süreyya’da tekrar sahne alacak, kaçırmayın Yaratıcı Kadro ORKESTRA ŞEFİ ROBERTO GIANOLA SAHNEYE KOYAN RECEP AYYILMAZ DEKOR EFTER TUNÇ KOSTÜM Ş.GİZEM BETİL IŞIK YAKUP ÇARTIK KORO ŞEFİ MARCO MORRONE KOREOGRAFİ BEYHAN A. MURPHY Solistler LE DOCTEUR FAUST ERDEM ERDOĞAN , HÜSEYİN LİKOS 46 MÉPHISTOPHÉLÈS. ZAFER ERDAŞ , TUNCAY KURTOĞLU , GÖKHAN ÜRBEN VALENTIN CANER AKGÜN , ALPER GÖÇERİ WAGNER UTKU BAYBURT , B.NOYAN COŞGUN MARGUERITE AYTEN TELEK , GÜLBİN K. GÜNAY SIEBEL E.ÖZGE BELEN , DENİZ ERDOĞAN LİKOS MARTHE NESLİŞAH PEKİN , NURSEL DİNLER MART 2016 ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ SUDOKU 1 ÇOK ZOR 5 9 Nilgün EKERMEN ŞUBAT SUDOKU ÇÖZÜMÜ 9 6 5 2 4 7 1 8 2 1 7 3 9 8 6 5 3 4 4 8 3 5 1 6 9 2 7 3 5 8 7 6 2 4 9 1 1 4 6 8 5 9 7 3 2 7 2 9 4 3 1 5 6 8 5 3 1 9 2 4 8 7 6 8 9 4 6 7 3 2 1 6 7 2 1 8 5 3 4 5 9 BULMACA SOL­DAN SAĞA 6 8 (CHE’87) 3 9 5 7 4 2 4 8 5 6 2 3 9 8 6 4 2 9 1 5 3 Be­yin ge­liş­tir­me­de en iyi eg­zer­siz­ler ara­sın­da olan ve dü­şün­dü­rür­ken din­len­di­ren bir bul­ma­ca Günay BULUT (ADM’85) 12 34 567 8 910 1) Izgarada pişirilmiş kalın sı1 ğır filetosu dilimi. 2) (Tersi) Demir elementinin simgesi; Her- 2 hangi bir sayıda olan şey, adet. 3 3) Bir gramın milyarda biri. 4) Doğal 4 ayıklanma sonucunda genetik olarak belli bir ortama uyarlanmış bitki 5 topluluğu; Eski dilde göz. 5) Aşının 6 tutması için yinelenmesi; Diyotlu ay7 dınlatma yönteminin kısa yazılışı. 6) (Tersi) Yine; Savrulmuş harman tına- 8 zı.7) Fotoğrafın negatifi, fellah; Türkü, 9 şarkı 8) Her türlü iplikle örülen veya 10 bir kumaşın kenarına işlenen türlü biçimde ince ve ağ görünümünde örgü, YUKARDAN AŞAĞIYA: tentene 9) Güney Kutbu’ndaki kara 1) 5 Mart 1971’de güvenlik güçlerinin düzenbölgesi. 10) Lityumun simgesi; Gezgin lediği ‘ODTÜ Yurtlar Baskını’ esnasında vuruderviş. lan ve hayatını kaybeden ODTÜ öğrencisinin adı ve soyadı. 2) Yürek oynaması, öfke, sinir; Ansızın yapılan. “3) Kumaş yüzeyinde,üretim ŞUBAT ÇÖZÜMÜ sırasında oluşan düğüm; Briçte sanzatu. 4) No SOLDAN SAĞA: oyununda baş erkek oyuncunun taktığı “ mas1) Hasan Ali 2) Oyalı; Ar 3) Ray; ke; buna «yüz» anlamına gelen men de denilir. Lityum 4) Krakatoa 6) Abdi İpekçi 5) (Tersi) Küme; Paris’teki hizli metro Reseau 7) Pr; Su 8) Gospodar 9) Genom; Express Regional’in kisaltmasi. 6) Filipinler’in Fa 10) La; Linin. plaka imi; Baltık dininde kutsal ve dokunulmaz olan açık hava ibadet yeri. 7) Verme, ödeme; YUKARIDAN AŞAĞI: (Tersi) Platinin simgesi; Terbiyum elementinin 1) YUKARIDAN AŞAĞIYA : 1) simgesi. 8) Yama vurulmuş, yama ile onarılKorkmazgil 2) Yar 3) Haya; Sg 4) mış olan; İlkel benlik. 9) En kısa zaman dilimi; Al; Krippel 5) Sıla; İroni 6) İtap; Yemen’in plaka imi; Eski Mısır’da üretici güç. Don 7) NATO; Esami 8) Arya; Kur 10) Günümüzden yaklaşık 200 bin ila 28 bin yıl 9) Aç 10) İcma; İlbay. önce ve Homosapiens’ten önce yaşamış insan türü. SAYI 258 47 ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ ÇİZGİYLE 48 MART 2016