Türkiye’de Artan Enerji Gereksinimi Çerçevesinde Son On Yıldaki Ekonomik Gelişmeler Doç. Dr. Alpay Hekimler Hangi ekonomik sistem tercih edilirse edilsin, enerji olmadan ekonomiden, ekonomik faaliyetlerden söz edebilmemiz mümkün değildir. Canlılar gelişmeleri ve büyümeleri için nasıl giderek daha fazla besinlere ihtiyaç duyuyorlarsa, gelişen ekonomiler içinde enerji gereksinimi giderek artış göstermektedir. Alman Ekonomi Bakanlığın yapmış olduğu bir projeksiyon çalışması, 2030 yılına kadar dünya enerji gereksiniminin %60 oranında aratacağını ve bu artışın 2/3’sinin gelişmekte olan ülkelerin yaratacakları talepten ileri geleceğini ortaya koymuştur.1 Türkiye’nin gelişen bir ekonomiye sahip olması nedeniyle son yıllarda enerji talebi sürekli artış göstermektedir. Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler ise, Yabancı Sermaye Derneği tarafından düzenlenen bir toplantıda Türkiye’deki enerji ihtiyacının her yıl %6 ila %7 düzeyinde artış gösterdiğini ifade etmiştir.2 Bugün Türkiye enerji sorununu çözmüş bir ülke değildir. Enerji gereksiniminin %70’inden fazlasını ithal ederek karşılamaktadır ki, bu oranın 2010 yılında %80’lere kadar varacağı ifade edilmektedir.3 Sürdürülebilir bir kalkınma için enerji kaynaklarının güvence altına alınması, tedarikin, yani arz güvenliğinin sağlanması ve maliyetlerin minimum seviyede tutulması büyük önem arz etmektedir. Ancak gelin görün ki, Türkiye’de 90 MTEP’lik (milyon ton eşdeğer petrol) talebin sadece 25 MTEP’lik bölümünü kendi kaynakları ile üretebilmektedir. Bugün enerji talebin %38’i petrol, %27’si kömür, %23’ü doğalgaz ve geri kalanı hidrolik ve yenilenebilir kaynaklardan sağlanmaktadır. Diğer bir ifade ile talebin %65’lik kısmi petrol ve doğalgaz ile karşılanmaktadır.4 İşte tam bu nokta Türk sanayisini kırılgan bir noktaya getirmektedir. Dışa bağımlılığın artışı, enerji kaynaklarının çeşitlenmemiş olması nedeniyle dünya piyasalarında oluşan fiyatları belirleme konusunda da Türk sanayisinin herhangi bir etkiye sahip olamaması nedeniyle girdi maliyetleri çok farklı seyirler izleyebilmektedir. Bu durum özellikle elektrik enerjisinin yoğun olarak kullanıldığı ve tüm maliyetlerin %10’nu oluşturan tekstil ve hazır giyim sektörünün rekabet gücünü daha da derinden etkilemektedir. Enerji kaynakları, en azından petrol açısından Türkiye’nin zengin bir ülke olmamasına rağmen, uluslararası arenada Avrupa ve Orta Asya’yı birbirine bağlayan bir köprü olarak jeopolitik açıdan da önemi giderek artmaktadır. Bunun ile birlikte son dönemde yerel petrol kaynak arayışının hızlandırıldığı ve bazı olumlu sinyallerin de gelmeye başladığına işaret etmek gerekir. Bu çalışma kapsamında Türkiye’de son on yıl içersinde artan enerji gereksinimi çerçevesinde yaşanan ekonomik gelişmeler genel hatları ile değerlendirilmeye çalışılmaktadır. Sistematik olarak gelişmeleri ortaya koyabilmek için iki yol izleyebilmek mümkündür. Bunlardan birincisi, yıllar itibariyle ekonomik yapıyı bir bütün olarak ele almak, ikinci yol, ekonominin bileşenlerini ele alıp yıllar içersindeki gelişmeleri izlemektir ki burada ikinci yol tercih edilmiştir. Bu bağlamda büyüme, enflasyon, dış ticaret, yabancı yatırımlar ve çalışma hayatına ilişkin veriler üzerinde kısaca durulacaktır. Ardından ise özellikle enerjide özelleştirme konusuna genel hatları ile değindikten sonra, Avrupa Birliğine aday olan, siyasi açıdan olmasa da, ekonomik açıdan Avrupa ile bütünleşmiş olan Türkiye’nin 2006 yılı itibariyle ekonomik görünümü eleştirel bir bakış açısı ile değerlendirmeye çalışılacaktır. Son On Yıldaki Ekonomik Gelişmelere Damgasını Vuran Olay: Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizleri Türkiye ekonomisinin son on yıllık dönemine baktığımız zaman hiç şüphesiz en önemli gelişme Kasım 2000 ve Şubat 2001’de patlak veren krizler olmuştur. Bu krizden çıkış amacıyla IMF desteği ile bir Program uygulanmaya konulmuştur.5 Şüphesiz olarak eleştirilebilecek yönleri olmak ile birlikte genel olarak bu program sayesinde Türk ekonomisinin yeniden istikrara kavuştuğunu söyleyebilmemiz mümkündür. Bu krizin tek yararı ise, enerji fiyatların da artışının paralelinde tüketicilerin enerji tasarruf ampulleri başta olmak üzere, enerji tasarrufu sağlayan dayanıklı tüketim maddeleri ile yakından tanışmaları olmuştur. Siyasal İstikrarın Önemi 1996 yılına geriye baktığımız zaman 24 Aralık 1995 seçimlerinden sonra yeni hükümet kurulana kadar Mart 1996 tarihine kadar III. Çiller Hükümetinin iktidarda kaldığını, II. Yılmaz Hükümetinin ise yaklaşık sadece üç aylık bir süre için görev aldığını, ardından 20 Haziran 1997 tarihine kadar görev yapacak Erbakan Hükümetinin kurulduğunu, ve nihayetinde ülkeyi 1999 seçimlerine götürecek olan 55. hükümetin görev aldığını görüyoruz.6 Bu açıdan 1990’lı yılların ikinci yarısının, ülke ekonomisinin de gelişmesi için gerekli olan istikrar ortamını sağladığını iddia etmek, herhalde gerçekler ile örtüşmeyecektir. Bu dönem içersinde şüphesiz olarak, 1 Ocak 1996 tarihinde Gümrük Birliği Anlaşmasının yürürlüğe girmesi AB üyeliği açısından yeni bir dönem başlatmış ve Türk ekonomisi ve sanayisi daha yoğun bir rekabet ile karşı karşıya kalmıştır ki bu rekabet genel anlamda üretilen mal ve hizmetlerin kalitesinin yükselmesine ve çeşitliliğin artmasına neden olmuştur.7 1996-2005 Döneminde Temel Ekonomik Göstergeler Hazine Müsteşarlığının verilerine göre 1996 yılı rakamlarına göre, Türkiye’de GSMH 184.0 milyar dolar, kişi başına gelir 2.927 dolar ve büyüme %7,1 olarak gerçekleştiği görülmektedir. Tablo 1’de görüldüğü üzere GSMH yıllar içersinde artış göstererek 2005 sonu itibariyle 361.4 milyar dolara ulaşmıştır. Fert başına düşen gelirin ise belirli iniş ve çıkışlar sonunda resmi olarak 5.008 dolara çıktığı görülmektedir. Ancak doğal olarak fert başına düşen gelir ortalama bir değer olduğundan dolayı, ülkedeki herkesin bu orandaki bir gelire sahip olmadığının ve de Türkiye’de son yıllarda gelir dağılımının giderek daha da bozulduğunun altının çizilmesi gerekir. Büyüme rakamlarını değerlendirdiğimiz zaman, kriz yılları hariç, Türk ekonomisinin sürekli bir büyüme performansı gösterdiğini görmekteyiz. Özellikle son yıllarda başta Almanya olmak üzere birçok Avrupa ülkesinin, Türkiye’nin performansını adeta gıpta ile izlediklerinin de belirtilmesi gerekir. Enflasyonla Mücadelede Alınan Yol Bilindiği üzere Türk ekonomisi yıllar yılı kronik bir enflasyon ile karşı karşıya kalmış ve bu durumdan bazı kesimlerin son derece karlı çıkmaları ile birlikte, sabit gelirlilerin ücretleri reel olarak erimiştir. 1995 yılında yıllık bazda ÜFE (Üretici Fiyat Endeksi) %88,5 TÜFE (Tüketici Fiyat Endeksi) %88 olarak ilan edilmiştir.8 Yüksek enflasyon ile mücadele konusunda farklı hükümetler döneminde, farklı programlar yürütülmeye çalışılmış olsa da, bu programlar ya tam olarak yürürlüğe konmamış ya da tam olarak uygulanmaması sebebiyle istenen sonuçlar elde edilememiştir.9 Son olarak 2001 krizinden sonra yürürlüğe konan programın başarılı sonuçlar verdiğini izlemekteyiz. Enflasyon rakamlarının %88’lerden %10’nun altına indirilmesinin önemli bir başarı olduğu yönünde şüphe yoktur, ama asıl zorluk bundan sonraki aşamadır. Beklenin dışında gerçekleşen her bir gelişme ekonominin dengelerini daha fazla etkileyebilmektedir. Nitekim Nisan ayı enflasyonunun beklenin üzerine çıkması (aylık %1,34)10 yıl sonu hedefi olarak belirlenen %5 oranının tutturulup tutturulamayacağı endişesi ile piyasaların hemen dalgalanmasına ve döviz fiyatlarının hızlı bir tırmanışa girmesine ve yeni bir kriz mi geliyor sorularının ortaya atılmasına neden olur. Artan Dış Ticaret Hacmi-Büyüyen Dış Ticaret Açığı Yıllar itibariyle Türkiye’nin ithalatı, ihracatını aşmış ve bu durum Türkiye’nin sürekli bir dış ticaret açığı ile karşı karşıya kalmasına neden olmuştur. Tablo 2’de görüldüğü üzere Türkiye İstatistik Kurumunun verilerine göre 1996 yılında ihracat 23.2 milyar dolar, ithalat ise 43.6 milyar dolar olarak açıklanırken, dış ticaret dengesi -20.4 milyar dolar olarak ilan edilmiştir. Bundan sonraki yıllarda da Türk ekonomisinde sürekli olarak ithalat rakamları, ihracat rakamlarını aşmıştır. 2001 yılında ithalat hacminin bir yıl öncesine oranla daralması ve ihracatın da bir yıl öncesine oranla önemli bir artış göstermesinin paralelinde dış ticaret dengesi -10.1 milyar dolara düşmüş, ardından ise sürekli yükselmiştir, ki bu durum cari açığın giderek artmasına neden olmuştur. 2005 yılı sonu itibariyle ise dış ticaret dengesinin - 43 milyar dolar olarak gerçekleştiği anlaşılmaktadır, ki bu GSMH’nın %-11.9’una denk gelmektedir. 1996 yılında toplam olarak 23.2 milyar dolarlık bir ihracat gerçekleştirilirken kademeli bir artış ile 2005 yılı sonu itibariyle 73.3 milyar dolar düzeyine ulaşmıştır. İhracatın gerçekleştirildiği ülke grupları içinde en büyük pay 2005 sonu itibariyle 38.3 milyar dolar ile AB ülkeleri oluşturmaktadır. Tablo 3’de görüldüğü üzere yıllar itibariyle ithalat rakamlarının arttığını görüyoruz. 1996 yılında toplam ithalat 43.6 milyar dolar civarında iken, 2005 sonu itibariyle bu rakam yaklaşık 3 kat artarak 115.5 milyar dolar seviyesine ulaşmıştır. Bazı dalgalanmalar yaşanmış ise de, özellikle kriz ile birlikte döviz fiyatlarının artışının sonunda ithalat hacmi daralmıştır. 2003 yılı sonunda ise ithalatın bir sıçrama yaptığını görüyoruz. Gerek on yıl öncesi, gerekse bugün itibariyle Türkiye en fazla AB ülkelerinden ithalat gerçekleştirmektedir, ki bu ülkeler içersinde Almanya büyük bir paya sahiptir. Asya ülkelerinden yapılan ithalatın ise son yıllarda hızla arttığı görülmektedir ki bu ülkeler arasında Çin Halk Cumhuriyeti’nin önemli bir ağırlığı olduğu bilinmektedir. Türkiye gelişen bir ülke konumunda olması nedeniyle enerji gereksinimi sürekli artış göstermektedir. Ancak bu gereksinimin karşılanması, özellikle ulusal kaynakların sınırlı olması, var olanların ise verimli bir şekilde işletilmemesi, daha doğrusu işletilememesi önemli bir probleme dönüşmektedir. Resmi verilere göre bizde elektrik sektöründe teknik ve ticari kaçak %19 civarında iken, OECD ülkelerinde bu oran ortalama %7,8 civarındadır. Türkiye bu kayıp, kaçak oranının OECD ortalamasına çekebilirse yılda 1.2 milyar YTL tasarruf sağlanabileceği ifade edilmektedir.11 Daha önce ifade ettiğimiz üzere enerji gereksiniminin büyük bir kısmı ithal edilmektedir. Ancak ithalatın tümü içinde de petrol, gaz, gibi kaynaklar en önemli kalemi oluşturmaktadır. İthal edilen ürünlerin tümünü bu çalışma kapsamında değerlendirmek mümkün olmadığından dolayı, konumuz itibariyle önem taşıyan petrol ithalatı rakamlarına kısaca değinmeyi zorunlu kılmaktadır. Tablo 4’den görüldüğü üzere 1996-2005 dönemi içinde ithal edilen Hampetrol miktarında büyük bir değişim olmadığı ve yaklaşık 23 milyon ton civarında seyrettiği gözlenmektedir. Ancak uluslararası piyasalarda petrol fiyatlarında meydana gelen dalgalanmalar doğal olarak petrol faturalarına çok farklı yansımasına neden olmuştur. Öyle ki 2005 yılında 23.3 milyon ton Hampetrol ithal edilmiş, karşılığında 8,6 milyar dolar ödenirken, 1998 yılında 23.7 milyon ton petrolün maliyeti 2 milyar dolar civarında kalmıştır. Şüphesiz olarak ithalat içinde petrolün ağırlığı, ekonominin genel dengelerini de belirgin bir biçimde etkilemektedir. Yabancı Sermaye Akımı Yabancı yatırımları çekme konusunda son dönemde Türkiye’nin önemli aşamalar kat ettiği görülmektedir. AB adaylık sürecinin bu konuya büyük katkılar sağladığı yönünde şüphe yoktur. Nitekim Uluslar-arası Yatırımcılar Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Şaban Erdikler’in de belirttiği üzere, uluslararası yatırım girişleri söz konusu olduğunda, müzakere süreci aday ülkeler açısından en fazla yatırım çektikleri döneme denk gelmiştir.12 Türkiye’nin de bu kısa sürmesi beklenmeyen süreci en iyi şekilde değerlendirmesi gerekir. Yıllar itibariyle Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının toplam GSYİH oranının %1’in altında seyrettiğini görüyoruz. 2001 yılında bu oranda aniden bir yükselme olmuştur, ki bunun nedeni 3 mobil telefon lisansının yabancı ortaklı bir şirket tarafından alınmasıdır. Ancak bu tarihten sonra tekrar düşmeler yaşanmıştır. Genel olarak son on yıllık dönem içersinde doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının GSYİH oranı %0,9 seviyesinde kalmıştır.13 Bu da bize açıkça Türkiye’nin yabancı sermaye çekme konusunda ciddi başarılar ortaya koymak konusunda başarısız olduğunu göstermektedir. Ancak AB perspektifin bir anlamda netleşmeye başlaması ile birlikte daha önceleri yılda 1 milyar dolar yatırım çeken Türkiye’de bu rakam 2-3 milyar dolara çıkmış ve 2005 yılında ise yabancı sermaye girişinin 9.7 milyar dolara ulaştığı ifade edilmektedir.14 Genel ekonomik görünüm açısından Türkiye enerji piyasasında yatırımlar için son derece cazip bir yatırım ortamı sağladığını göstermektedir. Enerji Bakanı Hilmi Güler Türkiye’de özel sektörün enerji yatırımının 1 milyar Dolar civarında olduğunu ve enerji ihtiyacının karşılanması için bu rakamın 4 milyar dolar seviyesinde yükseltilmesi gerektiği ifade etmiştir.15 Yerli ve yabancı bir çok kuruluş enerji alanında Türkiye’de yatırımda bulunmak istemektedir. Örneğin, Sabancı Holding’den yapılan açıklamaya göre gelecek 5 yılı içinde 3 milyar dolar tutarında bir yatırım öngörülmektedir.16 Başarısız Bir Politikanın Sonucunda Artan İşsizler Büyüme, enflasyon, dış ticaret dengesi, yabancı yatırımlar gibi verilerin yanında bir ülkenin ekonomik gelişmeleri hakkında bir yargıya varabilmek için işgücü piyasasındaki yapıya bakmamız zorunlu hale gelmektedir. Sağlıklı gelişen ve büyüyen bir ekonomide, gelişmelerin işgücü piyasasına da yansıması gerekir. Ancak bunun her zaman böyle olmadığı, en azından Türkiye için son dönem için geçerli olmadığı anlaşılmaktadır. Ülke ekonomisinin son dönemde hızlı büyümesine rağmen, istihdam yaratamamasının başlıca nedenlerini şu şekilde sıralayabilmemiz mümkündür; Gerçekleşen büyüme büyük oranda verimlilik artışı ile sağlanmıştır, Döviz kurunun nispeten düşük kalması paralelinde ülke içinde üretim yerine ithalata yönelmiştir, Kadınların işgücü piyasasına girişi artmıştır, Tarımdan, tarım dışına göç hızlanmıştır, Nüfus artışı düşme eğiliminde olmak ile birlikte her yıl 500.000 civarında yeni genç insan işgücünü arz etmektedir, İstihdam üzerindeki vergilerin yüksekliği. Bu kısa açıklamadan sonra, gelişmeler 2000 yılı başında istihdam piyasasının genel görünümünü ve istihdam piyasasının bugünkü görünümünü ortaya koymayı zorunlu kılmaktadır. Tablodan da görüldüğü üzere 2000 yılında işgücü 23 milyon civarında istihdam düzeyi 21.5 milyon civarında ve işsiz sayısı da 1.5 milyon, işsizlik oranı da %6,5 olarak, resmi istatistiklere göre ilan edilmiştir. 2005 yılı sonu itibariyle tabloya baktığımız zaman ise, işgücünün beş yıllık bir süre içersinde sadece 1 milyon kadar artmış olduğunu, istihdam edilenlerde ise neredeyse bir değişikliğin olmadığı, işsiz sayısının ise belirgin bir biçimde artış göstererek 2.7 milyon düzeyine ve böylelikle işsizlik oranının da %11,4 düzeyine ulaştığını görüyoruz. İşsizlik Sorunun Çözümü Yatırım Ortamının İyileştirilmesinden Geçer İşsizlik sorunun, başta yeni yatırımlar yolu ile çözülebilir. Ancak 2000 yılında bir kişiye istihdam yaratmanın bedeli 79 bin dolar iken, bu rakam 2005 yılı itibariyle 99.3 bin dolara çıkmıştır.17 Bu rakamlara göre Türkiye’deki işsizlere iş bulabilmek için kabaca 280 milyar dolar değerinde bir yatırıma gereksinim duyulmaktadır. Bu yatırımların gerçekleşebilmesi için ise hükümet tarafından gerekli teşvik ve tedbirlerin alınması gerekli olmaktadır. AB ile müzakere süreci kapsamında Türkiye’yi en fazla zorlayacak konulardan biri tarım başlığının olacağı çeşitli kaynaklarca ifade edilmektedir. Bunun nedeni de tarımın ekonomi içindeki ağırlığından kaynaklanmaktadır. Ülke nüfusunun üçte birinin yakın bir oranda tarımsal alanda yaşıyor olmasına rağmen, tarım sektörünün milli gelire katkısı ancak %8-10 civarındadır. Bunun ile birlikte, işletmelerin son derece küçük ve verimsiz olarak faaliyet gösterdiklerinin, modern işletmelerin sayısının ise son derece sınırlı olduğu ve bugün Türkiye’de tarımsal bir çözülmeden bahsettiğimizin belirtilmesi gerekir.18 Tarım sektörünün istihdam içindeki ağırlığının son yıllarda giderek daha fazla azaldığı görülmektedir. Ancak bu dönüşümün, daha doğrusu tarım sektörünün çözülmesi, çok daha büyük bir problemi beraberinde getirmiştir. Ülke içindeki göç önemli boyutlara ulaşmıştır, giderek daha fazla sayıda insan kırsal kesimi terk ederek kentlerde yığılmaya başlamıştır. Bu durum şüphesiz olarak ekonomik etkilerin yanında sosyolojik sorunları da getirmektedir. Ulusal Bir İstihdam Stratejisinin Oluşturulması Kaçınılmazdır Bugün AB üyesi olma yolunda çabalayan ve bu uğurda gündüz vakti havai fişek atan bir ülke olan Türkiye’nin, halen bırakın Avrupa İstihdam strateji ile uyumlu olmayı, genel olarak adlandırılabilecek bir istihdam politikası oluşturmamış olması düşündürücüdür.19 İstihdamın artırılması yönünde bir takım teşvikler öngören bir yasa (5084 sayılı yasa) 06.02.2004 tarihinde kabul edilmiş olmak ile birlikte bu yasadan istenen sonuçların alındığını iddia edebilmek mümkün değildir. AR-GE’ye Yatırım Yapılması Zorunludur Enerji gereksinimini karşılayabilmek için sadece tedarik kaynaklarını güvence altına almak yeterli değildir. Teknolojiye, AR-GE’ye yatırım yapılması kaçınılmazdır. Enerjinin tarihi, bir anlamda teknolojinin gelişim süreci ile paralellikler göstermektedir. Tarihsel devirler açısından bakıldığında kömür, petrol, nükleer ve solar enerjisi devirlerinden söz etmekteyiz. Ancak bu devirlerden diğerine geçiş teknoloji alanında yaşanan gelişmelere bağlı olarak gerçekleşmiş ve şüphesiz olarak ekonominin gelişmesi üzerinde de etkili olmuştur. Bu nedenle eski Alman Ekonomi ve Çalışma Bakanı Wolfgang Clement’in de ifade ettiği gibi "enerji alanında tarih yazmak isteyenler teknolojiye yatırım yapmalıdırlar".20 Türkiye’nin enerji alanında tarih yazmak gibi bir iddiası olmak ile birlikte, şüphesiz enerji gereksinimi giderek artan bir ülke konumunda olması sebebiyle teknolojiye yatırım yapması gerekmekte ve bu yatırımların da mutlak anlamda teşvik edilmesi gerekmektedir. Aslında Türkiye’nin enerji alanında farklı bir açıdan şimdiden tarih yazdığını bilmekteyiz. Öyle ki, Enerji maliyeti açısından Türkiye, OECD ülkeleri içersinde sanayide kullanılan elektriğin en pahalı olduğu ülke olma konumundadır.21 Bu rekora sahip olma gerekçesi ise, kayıp ve kaçak oranının çok yüksek olması yanında alınan vergi ve fonlardan ileri gelmektedir. Bugün halen elektrik faturalarından %2 oranında TRT fonu kesilmektedir.22 Başka bir rekor da akaryakıt fiyatlarında görülmektedir, öyle ki, akaryakıt fiyatının 3/4’ünü oluşturan yüksek vergiler nedeniyle dünyanın en pahalı benzini Türkiye’de kullanılmaktadır. Kişi başına milli gelirin 5.000 dolar civarında olduğu , benzinin ise litre fiyatı 2.1 dolar iken, kişi başına milli gelirin 41.500 dolar civarında olduğu ABD’de bu rakam 0.32 dolar seviyesindedir.23 Enerji Piyasasının Liberalleştirilmesi On yıllık bir seyir içinde Türk ekonomisinin gelişimine ilişkin böylelikle bazı birleşenleri kısaca ortaya koyduktan sonra, konumuz itibariyle önem taşıyan ve son yıllarda giderek daha fazla tartışılmaya başlanan enerji piyasaların liberalleştirilmesi ve özelleştirilmesi konusuna kısaca değinmek istiyorum. Ancak doğal olarak konunun çok kapsamlı olması ve süremizin sınırlı olması sadece belirli bir iki nokta üzerinde durmamamızı mümkün kılmaktadır. Enerji piyasasının liberalleştirilmesi, yap-işlet devret modeli ile esas itibariyle başlamış ve günümüzde, petrol piyasasında Petrol Ofisinin satışı ve ardından Tüpraş’ın satışı ile devam etmiştir. Hatırlanacağı üzere Petrol Ofisi 2002 yılında 1 milyar 260 milyon dolar karşılığında İş Bank - Doğan Holding tarafından alınmış, 2005 yılında Doğan Grubu mülkiyetin tamamını üstüne almış ve Holding hisselerinin %34’ünü 1 milyar 54 milyon dolar karşılığında Mayıs 2006’da Avusturyalı petrol ve gaz devi OMV’ ye satmıştı. Tüpraş’ın da %51’lik hissesi 4 milyar 140 milyon dolar karşılığında Koç-Shell Ortak Girişim Grubuna satılmıştır. Yap-işlet-devret olarak anılan model kısacası özel sektör tarafından belirli enerji yatırımlarının gerçekleştirilmesi, üretilen enerjinin daha önceden belirlenmiş olan bir fiyattan devlet tarafından satın alınması ve devlet ile yatırımcı arasında imzalan anlaşmada belirlenen sürenin tamamlanmasının ardından tesislerin devlete devredilmesi esasına dayanan bir sistemdir. Bunun ile birlikte yap-işlet modelli kapsamında da örnekler bunmaktadır.Buradaki sistemin özü aynı olmak ile birlikte, tesisin devredilmesi söz konu olmayıp, bunun mülkiyetinin süresiz olarak yatırımcının elinde kalması söz konusudur. Yasal altyapısı 1980’li yıllarda düzenlenmiş olmak ile birlikte,24 1990’lı yılların başından itibaren daha sık gündeme gelen bu model, enerji talebinde meydana gelen artışın mevcut yatırımlar ile karşılanmasının mümkün olmaması ve yeni yatırımlar için kamu kaynaklarının uygun olmaması nedeniyle oluşturulmuştur. Bu yatırımlarda çok sayıda firmanın yabancı firmalar ile ortaklıklar kurdukları görülmüştür.25 Sayıştay raporundan ancak açıkça bu model kapsamında beklenen verimliliğin alınamadığı görülmektedir. Öyle ki anılan rapor ile devletin bu model kapsamında 2.3 milyar dolar zarara uğradığı tespit edilmektedir. Bakanlık ile özel şirketler arasında imzalan sözleşmelerde "gizlilik" ilkesine yer verilmiş olması nedeniyle yapılan düzenlemelerin kamu tarafından öğrenilme olanağı olmadığı raporda belirtilmiştir. Yapılan santrallerin, ihaleye çıkarılmadan, kurulacak yerlerin seçimlerinin firmalara bırakılması belirli bölgelerde talebin üzerinde üretilmesi ve fazlalığın başka bölgelere iletilmesi için ek yatırımları gerekli kılması, sözleşmelerin taraflarca defalarca firma lehine değiştirildiği gibi olumsuzlukların yaşandığı anılan rapordan anlaşılmaktadır.26 2005 yılında Türkiye’de 161 milyar kilovat saati aşan bir elektrik üretimi gerçekleştiği ve bunun yaklaşık üçte birine karşılık gelen 55 milyar kilovat saatin alım garantili yap-işletdevret ve yap-işlet modeli kapsamında üretildiği göz önünde bulundurulduğunda27 Sayıştay raporu daha da fazla önem kazanmaktadır. Kısacası, Sayıştay denetimi sonucu bize, aslında enerji arz güvenliği sağlanması konusunda önemli bir model geliştirilmiş olmasına karşın bu modellin başarılı bir şekilde işletilemediğini ve kamunun zarara uğradığını ortaya koymaktadır. Yüksek Planlama Kurulu 17 Mart 2004 tarihinde "Elektrik Enerjisini Sektörünün Reformu ve Özelleştirme Strateji Belgesi" adı altında bir belge yayınlayarak, hükümetin konu bağlamındaki görüşlerine yer vermiştir. Bu belge ile elektrik enerjisi sektörünü, elektrik enerjisinin tüm tüketicilere yeterli, kaliteli ve düşük maliyetli bir şeklide sunulabilmesi amacı doğrultusunda ve Avrupa Birliği müktesebatına uyum hedefi çerçevesinde serbestleştirmenin devam edeceği bildirilmiştir.28 Özelleştirmeden beklenen faydalar ise şu şekilde sıralanmıştır; Elektrik üretim ve dağıtım varlıklarının etkin ve verimli bir şekilde işletilmesi suretiyle maliyetlerin düşürülmesi, Elektrik enerjisi arz güvenliğinin sağlanması ve arz kalitesinin artırılması, Dağıtım sektöründeki teknik kayıplarının OECD ülkeleri ortalamalarına indirilmesi, Kaçakların önlenmesi, Gerekli yenileme ve genişleme yatırımlarının kamu tüzel kişilerine herhangi bir yükümlülük getirilmeden özel sektörce yapılabilmesinin sağlanması, Elektrik enerjisi üretimi ve ticareti faaliyetlerinde oluşacak rekabet yoluyla ve hizmet kalitesinin düzenlenmesiyle sağlanan faydanın tüketicilere yansıtılmasıdır. Planda hedeflerin belirlenmiş olmasına ve Özelleştirme İdaresi Başkanlığının özelleştirilecek işletmeler portföyünde dağıtım şirketleri görülmesine karşın halen somut bir sonuç elde edilemediği görülmektedir. Nitekim Dünya Bankasının yayınlamış olduğu Türkiye Raporunda özelleştirmenin gecikmiş olması eleştirilmektedir.29 Geleceğe Yönelik Perspektifler Bugünkü siyasi yapıya baktığımız zaman Türkiye’nin, 3 Kasım 2002 seçimleri sonucunda %34,2 oy alıp 550 sandalyeden, 363’nü elde eden AKP tarafından yönetildiğini görüyoruz. Ancak burada önemle ifade edilmesi gereken husus seçimlere katılmayanlar dikkate alındığında AKP’nin Türkiye genelinde sadece %25 oyu alabildiğidir. Kısacası Erdoğan Hükümeti halkın %25 oyu ile iktidar olmuş ve bugünkü yapı itibariyle ülke ekonomisin başındaki tek güç konumundadır. AKP İktidara gelince ne yapmıştır? Aslında AKP son derece akıllı bir politika izleyip, önceki iktidar döneminde uygulamaya konulan ekonomi politikalarını aynen izlemeye devam etmiştir. Bir anlamda önceki hükümetin IMF katkıları ile hazırladığı programı sürdürmüş ve böylelikle ekilen tohumların ürünlerini de biçebilmiştir. Bu arada AKP’nin ilk zamanlarda AB’ye tam üyelik hedefi doğrultusunda AB’den gelen yönlendirmeler ve özellikle de sivil toplum kuruluşlarının yoğun gayretleri sonucunda önemli Reformlar gerçekleştirdiği tartışılmazdır. Ancak bu reformlar gerçekleştirilirken de doğrusu asıl niyetin AB’ye üyelik mi olduğu yoksa, ardında Avrupa’da da sıkça dile getirildiği gibi gizli bir ajanda mı olduğu soruları tartışılmıştır ve bir ölçüde de tartışılmaya devam etmektedir. AKP’nin AB sürecini son derece başarılı kullandığı yönünde şüphe yoktur. Önceki dönemlerden farklı olarak Erdoğan Hükümeti çok yoğun bir kadrolaşma hareketi içersine girmiştir. Bu öyle bir hal almıştır ki, Merkez Bankası Başkanlığına atanabilmek için, resmi söylemde olmasa da, eşinin başının bağlı olması şartı aranmaya başlanmıştır. Kadrolaşma eğilimi o denli bir boyuta varmıştır ki, 10 Mayıs 2006 tarihinde Danıştay’ın kuruluşunun 138. yılındaki kutlamalar kapsamında Danıştay Başkanı Sayın Sumru Çörtoğlu yapmış olduğu konuşmasında durumu sert bir şekilde haklı olarak eleştirmiştir.30 Makro açıdan bakıldığında ekonomik dengeler cari açık dışında olumlu gibi görünmektedir. Cari açığın gerek IMF gerekse ülkenin önde gelen iktisatçıları tarafından sürekli tehlikeli bir boyuta ulaştığı ifade edilse de, hükümet kanadından gelen açıklamalar bu konuda endişe edilmesine gerek olmadığı yönündedir. Gerçekleşen açık ise dünya piyasalarında yükselen petrol fiyatlarına bağlanmaktadır. Geçen yıl 23 milyar dolar seviyesinde gerçekleşen bu açığın 2006 yılı için , Devlet Bakanı Ali Babacan’a göre 22 milyar dolar civarında gerçekleşmesi öngörülmektedir.Ancak birçok kaynak bu hedefin tutturulmasının mümkün olmadığına işaret etmektedir. İşsizlik ve cari açık sorunu yanında ayrıca, önemli boyutlara ulaşmış bir kayıt dışı ekonominin varlığı karşımıza çıkmaktadır ki bu oranın artık %55 düzeyinde olduğu ifade edilmektedir.31 Türkiye ekonomisi son dönemdeki en yüksek büyüme rakamlarına ulaşmıştır.Enflasyon ile mücadelede önemli aşamalar kaydedilmiş ve bu rakam %80’lerden %10 düzeyine çekilebilmiştir. Enflasyonun düşüşü paralelinde yıllardan beri yapılamayan para reformu gerçekleştirilmiş, yani YTL’ye geçilmiştir. Bu geçişin son derece başarılı ve problemsiz gerçekleştiği ve Türk Lirasına itibar kazandırdığı görülmektedir. Para reformu sonrasında görünürde milyoner olup ancak açlık sınırında yaşayan insan görüntüsüne son verilmiş, bu grup, açlık sınırında yaşamaya mahkum ancak, milyoner olmayan bir gruba dönüştürülmüştür. Daha açık bir anlatımla ekonominin mikro boyutuna bakıldığında tablonun pek de gösterilmek istendiği gibi pembe olmadığı görülmektedir. Evet, AKP hükümeti döneminde yıllardan beri yakalanamayan istikrarlı sayılabilecek bir büyüme yakalanabilmiştir, ancak bu büyüme istihdam yaratmaktan uzak kalmıştır. Kısacası AKP yeni iş yaratma konusunda son derece başarısız olmuştur. Hükümet ülke ekonomisi ile ilgili olarak pembe bir tablo ortaya koymaya çalışsa da, son aylarda özellikle Tekstil sektöründe tehlike çanları çalmaya başlamıştır. Sektör temsilcilerinden gelen talep doğrultusunda uluslararası alanda rekabet edebilmek için Erdoğan Hükümeti KDV oranını %18’den %8 çekmiş, ancak bu sektöre önemli bir rahatlama getirdiğini iddia edebilmek mümkün değildir, nitekim Hükümetin Başı bizzat tekstilcileri beceriksizlik ile suçlamıştır. Özetle AKP hükümetinin yürütmüş olduğu ekonomi politikaları makro bakış açısından bakıldığında önemli adımlar atmış ise de, mikro boyutu ve özellikle sosyal politika açısından eksik kalmıştır. Dolayısıyla bir anlamda son yıllarda gerçekleşen büyümenin sosyal sorunları çözerek gerçekleşen bir büyüme olduğundan bahsedebilmek mümkün değildir. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 Bkz.: Bundesministerium für Wirtschaft und Arbeit, EWI/Prgonos –Studie. Die Entwicklung der Energiemärkte bis zum Jahr 2030, Dokumentation Nr.545, Berlin, 2005, S.5. Milliyet, 26.05.2006 İşveren Dergisi, Şubat 2006, s.16. Yusuf Günay, İşveren Dergisi, Şubat 2006, s.36-37. Kriz ve sonrasında yaşanan gelişmeler için örneğin Bkz.: Zübeyir Turan, Türkiye Ekonomisinde Kasım 2000 – Şubat 2001 Krizleri, TÜHİS Dergisi, Ağustos 2005, s.1-18, Nilgün Tunçcan Ongan, Ekonomik Krizin Emek Piyasalarına Etkileri, Birleşik Metal, 2005, Alpay Hekimler, Ursachen der Wirtschafts-Krise in der Türkei, Wirtschaftliche Maßnahmen und deren Folgen, KAMU-İS, 1/2002, s.123-128. aynı yazar, Die neusten wirtschaftlichen Entwicklungen in der Türkei im Hintergrund der Sozialpolitik, KAS Auslandinformationen 11, 2005, s.78-98. 52. Hükümet III. Çiller Hük. (30.10.1995 - 06.03.1996), 53. Hükümet II. Yılmaz Hük. (06.03.1996 -28.06.1996), 54. Hükümet Erbakan Hük. (28.06.1996 30.06.1997), 55. Hükümet III. Yılmaz Hük. (30.06.1997 - 11.01.1999), 56. Hükümet IV. Ecevit Hük. (11.01.1999 - 28.05.1999), 57. Hükümet V. Ecevit Hük. (28.05.1999 - 18.11.2002), 58. Hükümet Gül Hük. (18.11.2002 - 14.03.2003), 59. Hükümet Erdoğan Hük. (14.03.2003 - ) Bkz.: Nusret Ekin, Küreselleşme ve Gümrük Birliği, İTO, Yayın No: 1999-47, 2.baskı, İstanbul, 1999. Ayrıntılı bilgi için Bkz.: http://www.investinturkey.gov.tr/cms/index.php?a=156 Erişim 10.05.06 Siegfried Schultz, Türkische Wirtschaft auf Stabilisierungskurs SOM (Südosteuropa Mitteilungen), 01/2004, s.58-65. Bkz., TÜİK haber Bülteni, Tüketici Fiyatları Endeksi, Nisan 2006, Sayı,75, 3 Mayıs 2006. Tanıl Küçük, İşveren Dergisi, S.43 Karş.: Şaban Erdikler, Türkiye’nin AB’ye Tam Üyelik Süreci Uluslararası Yatırımların Çekilmesi Açısından Önemli Bir Fırsattır, MERCEK, Nisan 2006, s.8082. Bkz. Erdikler, a.g.m.. Bkz. Hazine Müsteşarlığı, Uluslararası Doğrudan Yatırımlar 2005, Ankara, Mayıs 2006. Milliyet, 26.05.2006. Milliyet, 9.05.2006. 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 MESS Bize Bize, Nisan 2006, Sayı, 69. S.8. ayrıntılar için Bkz.: Aylan Arı, Türkiye’de Tarımın Ekonomideki Yeri ve Güncel Sorunlar, Çalışma ve Toplum, Sayı 9. 2006/2, s.61 vd. Bkz.: Ömer Faruk Çolak, Küresel İşsizlik, Avrupa İstihdam Stratejisi ve Türkiye, MERCEK, Nisan 2006, S.50-57. Alpay Hekimler, Avrupa Birliği – Avrupa İstihdam Stratejisi ve Türkiye’nin Güncel Görünümü, MERCEK, Nisan 2006, S.106-115. Bundesministerium für Wirtschaft und Arbeit, Energie- Innovation und neue Energietechnologien, Berlin, 2005, s. 4. Şükrü Kızılot, Hürriyet, 17.05.06 Dipnt.11 Kızılot, a.g.m. Bu alanda ilk kabul edilen kanun 4.12.1984 tarih ve 3096 sayılı "Türkiye Elektrik Kurumu Dışındaki Kuruluşların Elektrik Üretimi, İletimi, Dağıtımı ve Ticareti ile Görevlendirilmesi Hakkında Kanun" olmuş kanunun çok sayıda yasal düzenleme izlemiştir. Erdal Eroğlu, Enerji Sektöründe Son Gelişmeler, TES-İŞ Dergisi, s.27-30. ayrıntılar için Bkz.: Yap-İşlet-Devret ve Yap-İşlet Modeli kapsamında Yaptırılan Enerji Projeleri hakkında Sayıştay Raporu (Enerji Raporu), Sayıştay Dergisi, Sayı 52, S.169-172. Eroğlu, a.g.m. Elektrik Enerjisi Sektörünün Reformu ve Özelleştirme Stratejisi Belgesine www.oib.gov.tr adresinden ulaşılabilir. İşveren Dergisi, Mart 2006, s.11. Bkz., Milliyet, 11 Mayıs 2006. Kayıtdışı ekonominin etkileri için örneğin Bkz.: Mustafa Durmuş, Kayıtdışı Ekonominin Bazı Mali Yönleri, Tisk Akademi, 2006/I, S.140-157, Sadi Uzunoğlu, Kayıt Dışı Sorun Mu Yoksa Çıkış Yolu Mu? Mercek Ocak 2006, s. 141-149.