Başyazı - Garanti

advertisement
Başyazı Çokyönlü Sorumluluk Ergun ÖZEN Garanti'yi ve çalışanını farklı kılan nedir diye düşünürüm kimi zaman... Cevaplar birbiri ardına kafamda oluştukça da keyiflenirim. Dışarıdan görünmeyen, ama gerçek farkı ortaya koyan bir yönüyle karşılaştığım zaman heyecanım daha da artar. Geçtiğimiz günlerde Power Dergisi tarafından yapılan, 2001'in En Parlak Pazarlama Fikirleri Araştırması'nı, gurur ve tebessümle okurken, "12 Dev Adam" projemizin nasıl doğduğunu düşündüm. İşte Garantiliyi farklı kılan özelliklerden bir diğeri ... Çokyönlülük... Garantili; ilgi, bilgi ve enerjisini yalnızca kendi profesyonel iş alanına yönlendirmiyor. Kişisel gelişim ve gözlem yeteneği sayesinde farklı konularda da sorumluluklar alıyor. İçinde yaşadığı toplumun dinamiklerini, özlem ve beklentilerini görüp algılıyor. Daha da önemlisi, fırsat yaratarak, yeri geldiğinde çözümünü sunuyor. Tıpkı müşterileri için yeni bir hizmet ya da ürün tasarlarken yaptığı gibi... 12 Dev Adam kampanyası ve Türk Milli Basketbol Takımına sponsorluğumuz da böyle bir gözlemin sonucunda doğdu. Çokyönlü Garantili, çokyönlü bir sorumluluk alarak, herkesi kucaklayan ve ülkemiz için benzersiz bir fayda yaratan projeye imza attı. Dergiye göre, Türkiye'de 2001 yılının en parlak 10 pazarlama fikrinden biri, 12 Dev Adam... Garanti Bankası'nın sanat, kültür, doğa ve eğitime sağladığı tüm desteklerde olduğu gibi, bu da yalnızca bir pazarlama fikri olarak doğmadı. Ürün veya hizmet tanıtımından bağımsız, getirisi götürüsü hesaplanmadan, yalnızca toplumun beklentilerine cevap verme çabasıyla hareket edilmiş bir projeydi. Tıpkı Doğal Hayatı Koruma Derneği'nin ya da İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nın projelerine verdiğimiz uzun soluklu desteklerde olduğu gibi... Beni daha da fazla gururlandıran olay, Garantilinin, hem birey hem de kurum olarak, yaşadığı topluma karşı sorumluluklarının farkında olması… Denizyıldızları Projesi, Platform Güncel Sanat Merkezi, Garanti Galeri, ya da Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi gibi, kendi projelerini yaratıp, topluma, sanata, sanatçıya ve araştırmacıya mal etmesi... Biliyorum ki, çokyönlü Garantili her zaman topluma ışık tutan projelerin yaratıcısı ve takipcisi olmayı sürdürecek. Ve inanıyorum ki, Garanti yalnızca bankacılıkla değil, içinde yaşadığı topluma kattığı değerlerle de anılacak.
Dünyada Ekonomi Japonya Ekonomisi Durum Değerlendirmesi Umut Çakıcı, Finansal Kurumlar Müdürlüğü Kredi Analiz ve Araştırma Bundan 10 sene öncesine kadar Avrupa ve ABD'deki iş çevrelerini hızla gelişen ekonomik gücü ile endişelendiren Japonya, son yıllarda yine aynı çevreyi, bu sefer daha farklı bir nedenden dolayı korkutmakta: Ekonomisindeki durgunluk ve gerileme... Japonya halen, A.B.D.'den sonra, dünyanın en büyük ikinci ekonomisi durumunda. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra gelişmeye başlayan Japon ekonomisinin büyüme hızı 1960'larda %10, 1970'lerde %5, 1980'lerde %4 olduktan sonra, 1990'ların sonlarına doğru önemli bir düşüş göstermiştir. Bugün ise sürekli azalan talep, global ekonomik durgunluk, yüksek kamu borçlanmaları, artan işsizlik ve düşen fiyatlar sebebiyle zor günler geçirmektedir. Japonya'da 3 yıldan beri negatif enflasyon olmakta, yatırım harcamaları sürekli gerilemekte, perakende satışlar ise 5 seneden bu yana azalmaktadır. Ekonomideki sorunlar bunlarla da bitmemektedir. Ekonomisinin en önemli temel taşı ihracat olan ülkenin dış ticaret fazlası 17 ay üst üste ciddi şekilde azalmış, işsizlik Aralık ayı verilerine göre %5.6 ile rekor seviyeye ulaşmış ve tüm bu faktörler bir araya gelince Gayrisafi Milli Hasıla (GSMH) 2001'in ikinci çeyreğinde %1.2, üçüncü çeyreğinde ise %0.5 düşüş göstermiştir. Ekonomistler tarafından GSMH'nin üstüste iki çeyrek düşüş göstermesi resesyon göstergesi olarak kabul edilmekte olup, hükümet yetkilileri de ülkenin resesyona girdiğini beyan etmişlerdir. Japonya 127 milyonluk nüfusa ve son derece kalifiye ancak aynı zamanda pahalı işgücüne sahip bir ülkedir. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra devletin desteği ile bankalar tarafından özellikle sanayi sektörüne yüksek tutarlı krediler sağlanmıştır. Böylece, zaten savaştan çıktığı için büyüme potansiyeli yüksek olan ülkede hızlı bir gelişme sağlanmış ancak yıllar ilerledikçe, sadece belirli sektörlere ve gruplara verimlilik kriteri gözetilmeksizin sağlanan bu krediler geri dönmemeye başlayarak ve bankaları zor duruma düşürmüştür. Geçmiş yıllarda verimlilik göz önüne alınmadan yapılan yatırımların ve dağıtılan kredilerin yanısıra, global durgunluk da Japon ekonomisinin zor durumda olmasının önemli sebeplerinden biridir. Japonya, aşırı yatırımlarla oluşan fazla üretim kapasitesini, ihracata yönelerek atıl olmaktan kurtarmıştır. Ancak ilk önce yüksek emek fiyatları ve son olarak da global durgunluk Japonya'nın ihracatını azaltmıştır. Bu sebeple firmaları, kârları düştüğünden yatırımlarını azaltmış, hatta durdurmuşlardır. Zaten bankalardan yüklü miktarlarda kredi alan firmaların birçoğu iflas etmiş (ayda ortalama 2,000 firma iflas etmiştir), ellerinde fon kalanlar ise yeni yatırım yapmak yerine , borçlarını ödemeyi tercih etmektedir. A.B.D.'de her 10 yetişkinden biri kendi işini kurmak isterken, Japonya'da bu oran 1/100'dür. Japonya'daki girişimcilik oranı, büyük ekonomiler arasındaki en düşük orandır. Bunun en önemli sebebi ise, son zamanlarda değişmeye başlamış olsa da, çalışanlara verilen "ömürboyu iş güvencesi"dir. Bu nedenler bir araya gelince yatırımların tabana yayılması mümkün görünmemektedir. Azalan yatırımlar ve artan iflaslar işsizliği artırmaktadır. Japonya'da her ay ortalama 178,000 kişi işini kaybetmektedir. Bu da, tüketim harcamalarını azaltarak fiyatların düşmesine ve resesyona sebep olmaktadır. Fiyatların düşmesindeki en çarpıcı örnek olarak Mc Donald's hamburger fiyatlarını verebiliriz. 1995 yılında 3 USD olan hamburger şu anda 1 USD'den satılmaktadır.
Japonya'yı tehdit eden başka bir unsur ise, yüksek emek fiyatları ve düşük verimliliktir. Sony gibi tanınmış firmalardaki verimlilik A.B.D. firmalarından %20 yukarıda olmasına rağmen, bu şirketler ekonominin sadece %10'unu oluşturmaktadır. Geri kalan %90'da ise verimlilik oranı A.B.D. ortalamasının %60'ı kadardır. Bu sebeple daha önce yurtiçinde olan üretimin önemli bir kısmı yurtdışına, özellikle Çin'e, kaymaktadır. Birçok Japon firması operasyonlarını ülke dışına taşımaktadır. Çarpıcı bir örnek, Japonya'nın otomobil üretiminin %30'unun, elektronik üretiminin ise %50'sinin artık yurtdışına çıkmış olmasıdır. Bankalar ise yıllar boyunca devlet yönlendirmesiyle verdikleri kredilerin,önemli kısmı sorunlu duruma düşünce, sıkıntıya girmiş ve kredi musluklarını kapatmıştır. Sonuçta daralan bir ekonomi kaçınılmaz olmuştur. Japonya'nın yeni başbakanı Junichiro Koizumi bir yandan tüm yukarıdaki sebeplerden dolayı oluşan yüksek iç borç (Gayrisafi Yurtiçi Hasılanın %130'u) ile savaşırken bir yandan da ülkeyi resesyondan kurtarmaya ve bunların acı etkisini halka en az düzeyde yansıtmaya çalışmaktadır. Sürekli fiyatların düştüğü bir ekonomide, bireyler bir sonraki ay fiyatların daha da düşeceği beklentisi ile harcamalarını ertelemektedir. Azalan harcamalar şirketlerin kârlılığını düşürmekte, düşen kârlar yatırımların azalmasına sebep olmakta, işten çıkarmalar gerçekleşmekte ve sonuç olarak tekrar bireylerin azalan harcamalarına geri dönmekteyiz. Japon ekonomisi adeta bir kısırdöngü içine girmiş durumdadır. Peki bundan sonra Japonya'nın neler yapması gerekir? Japonya, verimliliği artırmalı, korumacılığın olmadığı, riskin artacağı ancak dinamizmin geleceği bir ortam sağlamalı, özellikle inşaat ve perakende olmak üzere bazı sektörlerde yeniden yapılanmaya gitmeli ve en önemlisi tüketimi artırmanın yollarını bulmalıdır. Fiyatların 3 senedir düştüğü bir ortamda bireylerin tüketim harcamalarının ertelenmesinin önüne nasıl geçilebilir? Bireyleri önümüzdeki dönemlerde enflasyonun olacağına inandırarak mı? Piyasaya para sürerek mi? Yoksa bankacılık sektörünü güçlü hale getirerek, piyasaya kredi sağlamasına destek olarak mı? Bunun cevabını net olarak kimse bilemiyor ancak ekonomistlerin ortak olduğu bir nokta var. O da Japon ekonomisinin tek bir politika izlenerek kurtulmasının mümkün olmadığı. Birçok politikanın karışımının iyi ayarlanması gerekmekte. Önümüzdeki aylar Japonya açısından sancılı geçecek gibi görünüyor. Japon ekonomisi tekrar eski güçlü günlerine dönecek mi? Bunu hep beraber göreceğiz. Finansal Kurumlar Müdürlüğü Kredi Analiz ve Araştırma Dünyada Bankacılık Arjantin krizinin global bankacılık sistemine etkileri Merve Genç, Finansal Kurumlar Müdürlüğü ­ Kredi Analiz ve Araştırma Uzun süredir finansal açıdan büyük zorluklar yaşayan Arjantin'in 2001'in son ayında moratoryum ilan etmesi piyasalarda 1997 Asya ve 1998 Rusya Krizleri gibi bir domino etkisi yaratmamıştır. Arjantin'in dünya ekonomileri ile ilişkisinin Asya ülkeleri ve Rusya'ya göre sınırlı düzeyde oluşu ve ekonomik sorunların yatırımcılar tarafından zamanında algılanarak gerekli pozisyonların alınmış olması, yaşanan iflasın uluslararası piyasalarda ciddi bir dalgalanmaya sebep olmasını engellemiş, siyasi dalgalanmalar ve toplumsal hareketlerden oluşan bir döngü içine sıkışmasına neden olmuştur. Avr upa' da en fazla etkilenen ülke İspanya… Avrupa genelinde Arjantin krizinden, ülke ile olan yakın ticaret ilişkileri ve ciddi tutardaki yatırımları sebebi ile en fazla İspanya ve doğal olarak İspanyol bankaları etkilenmiştir.
İspanya'nın 1994­2001 yılları arasında Arjantin'deki toplam doğrudan yatırımları 26 milyar dolar ile GSYİH'nin %4.6'sı kadardır. Arjantin krizinin İspanya üzerinde tam olarak yarattığı etki bugün için belirsiz olmakla birlikte bankacılık sektöründeki zarar yaklaşık 6.5 milyar dolar olarak tahmin edilmektedir. Büyük İspanyol bankalarının toplam varlıklarının üçte birini, kazançlarının ise %40­50 kadarını Latin Amerika'daki faaliyetlerinden sağlamakta olmaları, bu bankaların kredi değerliliği ve 2002 performansları konusunda soru işaretleri yaratmaktadır. Özellikle Arjantin'de yüklü yatırımları olan İspanya'nın en büyük bankası Santander Central Hispano SA (SCH) ve en önemli rakibi Banco Bilbao Vizcaya Argentaria (BBVA), 2001 kârının kötü etkilenmesi nedeniyle diğer Avrupa bankalarındaki hisselerini satmaya başlamış ve bazı bankalardaki hisselerini arttırma planlarını durdurma kararı vermiştir. SCH, Societe Generale'deki %4.4 hissesini satmış geri kalan %1.5 hisseyi ve Commerzbank'taki %4.6 hissesini de satmayı kararlaştırmıştır. BBVA ise Credit Lyonnais'deki %3.9 hissesini kriz öncesinde arttırma kararı almışken, sonrasında bu kararı iptal etmiştir. Ayrıca sözkonusu İspanyol bankaları Ocak ayında krizden dolayı gerçekleşen zarar için 1,1 milyar dolar karşılık ayırmıştır. Ayrılan bu tutar SCH'nin Arjantin'deki iştiraki Banco Rio de la Plata'ya yaptığı yatırımların toplamı kadardır. Bankanın ileride Latin Amerika'da oluşabilecek riskler için 960 milyon dolar karşılık daha ayıracağı belirtilmiştir. İtalya'nın en büyük bankası IntesaBci'ın toplam aktiflerinin %5'i Latin Amerika bölgesinde olup %2'si Arjantin'dedir. Arjantin'deki riskleri yaklaşık 266 milyon dolar olarak açıklanmıştır ve bu riske %50 oranında karşılık ayrılmaktadır. Bankanın 2001 yılında gerçekleştirdiği birleşme ve yeniden yapılanma projeleri çerçevesinde aldığı en önemli kararlardan bir tanesi Latin Amerika'daki faaliyetlerini durdurup piyasadan çıkmak doğrultusunda olmuştur. Tabii ki Kuzey Amer ika da etkilendi... Kanada bankalarından Bank of Nova Scotia ve Toronto Dominion, Arjantin'de yoğun olarak faaliyette olan önemli yabancı bankalardandır. Arjantin'de yüksek bir paya sahip olan Bank of Nova Scotia, 1995 ve 1997 yıllarında iki aşamada Banco Quilmes'i satın almış ve bugüne kadar Arjantin'e toplam 575 milyon dolarlık yatırım yapmıştır. Banka Arjantin'deki faaliyetlerinden dolayı gerçekleşen zararın, 2001 4. çeyrek kârından (yaklaşık 378 mio dolar) az olduğu gerekçesiyle ülkedeki gelişmeleri izlemekle birlikte panik havasında değildir. Toronto Dominion ise, Arjantin bankalarına kullandırdığı 175 milyon dolar krediye karşılık son 3 ayda yaklaşık 26 milyon dolar karşılık ayırmıştır. 85 yıldır Arjantin'de faaliyetlerini sürdüren Amerikan FleetBoston Bank 2001 son çeyrekte oluşabilcek zararlarına karşılık 538 milyon dolar ayırmış ve ülkedeki faaliyetlerinin toplam faaliyetlerinin %3'ü kadar olduğu için fazla etkilenmediklerini vurgulamışlardır. Citigroup'un yaklaşık 1­2 milyar dolar civarı, JP Morgan Chase'in ise 500 milyon dolar ülkede riski bulunmaktadır. İspanya'dan SCH ve BBVA, İngiltere'den HSBC, ABD'den Citigroup ve Bank Boston bir araya gelerek Arjantin'deki yeni gelişmeleri yakından takip etmekte ve Arjantin hükümeti, IMF ve Bush yönetimini Arjantin'deki gidişatın kendi aleyhlerinde olmaması için zorlamaktadırlar. Ayrıca ülkedeki yabancı bankaların, bankacılık sisteminin tekrar çalışır duruma getirilebilmesi için bir program hazırlanması gerektiği aksi takdirde ülkeden çıkabileceklerini ima eden demeçleri de kısa vadede yeni gelişmelerin olabileceğinin bir göstergesidir.
Finansal Kurumlar Müdürlüğü Kredi Analiz ve Araştırma İç Ekonomi ABD' den 3 Önemli Mesaj... ABD Hazine Bakan Yardımcısı Taylor, Irak'a olası bir müdahalenin Türkiye'ye etkisi sorulunca "Merak etmeyin, çok etkilenmezsiniz" dedi. Ekonomik büyümede yeni ortaklıkları konuşacağız diyen Taylor, bu amaçla pek çok ABD yetkilisinin de Türkiye'ye ziyarette bulunacağını söyledi. Taylor, para tabanı hedeflemesinin, enflasyon hedeflemesine geçişte sorun çıkarabileceği uyarısında da bulundu. ABD Hazine Bakan Yardımcısı John Taylor İstanbul'da, işadamları, bankacılar, akademisyenler ve Devlet Bakanı Kemal Derviş'le görüşerek üç önemli mesaj verdi. Kamu Bankaları Ortak Yönetim Kurulu Başkanı Vural Akışık, Citibank Genel Müdürü Sebastian Paredes, HSBC Bank Genel Müdürü Piraye Antika ile ayrı ayrı görüşen Taylor, öğlen saatlerinde de TÜSİAD'ın düzenlediği yemeğe katıldı. Taylor, öğleden sonra Boğaziçi Üniversitesi'nde Devlet Bakanı Kemal Derviş, Derviş'nin asistanı Oya Ünlü'nün yanı sıra Taner Berksoy, Asaf Savaş Akat, Deniz Gökçe ve Cevdet Akçay'ın da aralarında bulunduğu 20 akademisyenle bir araya geldi. Ekonomik gelişmeleri olumlu değerlendiren Taylor, Türkiye'yi Meksika ve Brezilya ile karşılaştırdı ve daha iyi durumda olduğunu söyledi. Par a Tabanına Dikkat Çekiliyor ... Para programı ile ilgili bir tereddütünü de dile getiren Taylor, para tabanı hedeflemesinin biraz sıkışıklık yaratabileceğini söyledi. Enflasyon hedeflemesi konusunda uzman olan Taylor, dünyadan birçok örnek verdi ve para tabanı hedeflemesi yapıldığı zaman enflasyon hedeflemesine geçişte sorun çıkabileceğini söyledi. Taylor, "Irak'a girerseniz Türkiye'nin durumu ne olur?" sorusunu ise "Merak etmeyin" diyerek şöyle yanıtladı: "Her şey Türkiye için iyi olacak. Ekonominiz fazla etkilenmez. Irak'a müdahale Türkiye için ekonomik anlamda bir tehlike yaratmaz." Ekonomik Büyüme Or taklığı... Boğaziçi Üniversitesi'ndeki toplantının ardından Bakan Derviş'le ortak bir açıklamada bulunan Taylor, uygulamaya konulan reformlar için "Daha iyi ekonomiye açılan bir yoldur bu. Bunların uygulanması, yürürlüğe konulması da çok önemli." dedi. Ziyaretinin, Başbakan Bülent Ecevit'in Washington gezisinin ardından gerçekleştiğine işaret eden Taylor, ABD'nin pek çok yetkilisinin ekonomik ve ortaklık için ziyaretleri olacağını vurgulayarak, "Birlikte ekonomik görüşmeleri daha iyi yapacağız. Ekonomik büyümedeki yeni ortaklıkları konuşacağız." dedi. Tür kiye' nin Gör ünümü Pozitife Döndü... Uluslararası derecelendirme kuruluşu Standard & Poor's Türkiye'nin borç görünüm notunu durağandan olumluya revize ettiğini açıkladı. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standard and Poors (S&P), Türkiye'nin durağan olan görünümünün pozitif olarak revize edildiğini ve B eksi olan uzun vadeli, C olan kısa vadeli notlarının ise teyit edildiğini açıkladı.
S&P yaptığı açıklamada, "Görünümde yapılan revizyon Standard & Poor's'un Türkiye'de 2002 ­ 2004 yıllarına yönelik 16 milyar dolar tutarındaki üç yıllık stand ­ by anlaşmasıyla desteklenecek makroekonomik ve yapısal reform programının bu yıl Türkiye'nin kamu borcunun azaltılmasında ve bunun sürdürülebilir bir yola konmasında katalitik bir rol oynayacağı görüşünden destek almaktadır" dedi. S&P'ye göre, Türkiye'yi IMF kaynaklarını en çok kullanan ülke haline getirecek olan yeni düzenlemenin prensipte kabul edilmiş olmasının hem Türkiye'nin 2001'deki muazzam uyum ve reform çalışmalarını gösterdiğini hem de uluslararası camianın 11 Eylül saldırısının potansiyel olumsuz sonuçlarına karşı koymak için önemli bir stratejik müttefike yardıma hazır olduğunu ortaya koyuyor. Güven Ar tışı ve Etkiler i... S&P, hükümet ve IMF'nin ekim ayı sonunda yeni bir düzenleme için görüşmelere başlayacaklarını açıklamalarından beri piyasalarda reel faiz oranlarında düşüş olduğunu, TL'nin değerlendiğini, borsanın yükseldiğini ve 2001'deki % 8.5 oranındaki daralmaya rağmen önemli ölçüde tüketim talebindeki artışla başlayan büyüme şeklinde kendini gösteren bir güven artışı olduğunu bildirdi. Kuruluş, koalisyon hükümetinin IMF ile yeni anlaşmanın hedeflendiği gibi kabul edilmesi için gerekli olan tüm koşulları yerine getireceği yönündeki kararlılığını belirterek, anlaşmanın teknik nedenlerle birkaç hafta gecikse bile piyasanın güveninin zarar görmesinin beklenmediğini açıkladı. Kr edi Notu Yükselebilir ... Türkiye'nin görünümünün pozitif olduğunu bildiren kuruluş, kredi notu konusunda da şu açıklamada bulundu: "Hükümet piyasa güvenini yeniden kazanmayı sürdürür ve eğer bu yıl içinde iyi bir uygulama gidişatı oluşturursa, kalıcı bir toparlanma için tahminler artarken, kamu borçlarının sürdürülebilirliği endişeleri azalacak. Bu durumda, kredi notları yükseltilecek. Ama eğer ekonomik programın tam olarak uygulama yönündeki siyasi kararlılık sendelerse ya da bir politik kriz ortaya çıkarsa, o zaman Türkiye yüksek kamu borçlarının oluşturduğu kısırdöngüden kaçma şansını bir kez daha harcamış olacak. Bu durumda, notlar düşürülecek." Yabancı, 2002' den Umutlu... Yabancı Sermaye Derneği'nin "Barometre ­ Aralık 2001" anketine göre, Türkiye'deki yabancı yatırımcılar, ekonomide büyüme, enflasyon ve faiz oranlarında düşüş bekliyor. Türkiye'deki yabancı yatırımcıların % 76'sı 2002'nin ilk altı ayında ekonominin büyümeye geçeceği beklentisinde. Yabancı Sermaye Derneği (YASED)'in üyeleri arasında yaptığı "Barometre ­ Aralık 2001" anketinin sonuçları açıklandı. Anket göre derneğin üyesi olan yabancılar, 2002'de ekonominin tekrar büyümeye geçeceğini, enflasyon hızının yavaşlayacağını, döviz kurunun enflasyondan daha yavaş artacağını, faiz oranlarının da düşeceğini tahmin ediyor. YASED üyelerinin 2002 büyüme tahmini % 3.3 olurken, yıl sonu tüketici fiyatları enflasyonu beklentisi % 47, toptan eşya fiyatları enflasyonu beklentisi de % 45 oldu. YASED üyeleri, 2002 yıl sonu dolar kurunu 2 milyon 94 bin lira olarak tahmin ediyor. En İyimser Tablo... YASED Başkanı Faruk Yöneyman, 70 şirketin katıldığı anket sonuçlarına göre, son iki yılın en iyimser tablosunun ortaya çıktığını söyledi. Doğrudan yabancı yatırım konusunda Türkiye'nin görüşlerinin değişmekte olduğunu belirten Yöneyman, "Endüstri Bölgeleri Yasası çıktı. Yatırım ortamının geliştirilmesi kanun taslağı Bakanlar Kurulu'nda. Enflasyon muhasebesi konusunda ise adım atılmadı." dedi. Yöneyman, Hükümetin gündeminde bulunan Yatırım Ajansı projesinin hayata geçirmesi ve yatırım sahalarının önceliklerini ortaya koyması gerektiğini belirtti. Finansal Or tam İyileşecek... YASED üyelerinin % 90'ı, 2002'nin ilk yarısında ekonomik istikrarın, anketin yapıldığı tarihten (Aralık 2001) önceki altı aya kıyasla daha iyi olacağını düşünüyor.
Finansal ortamın iyileşmesi konusunda da yabancı yatırımcılar iyimser. Ankete katılanların % 79'u finansal ortamın 2002'nin ilk yarısında daha iyi olacağı beklentisinde. Yasal çerçeve, fikri mülkiyet hakları, imtiyaz ve uluslararası tahkim ve rekabeti koruma açısından "daha iyi olacak" beklentisi olmamakla birlikte, kötü olacağı da düşünülmüyor. Bu konularda büyük çoğunluk bir değişiklik olmayacağı beklentisinde. J P Mor gan' a Gör e " TL" Olması Ger eken Seviyede... ABD'li dev yatırım bankası JP Morgan, Türk Lirası'nın diğer güçlü para birimleri karşısındaki bugünkü değerini, "olması gereken seviye" diye nitelendirdi. Yatırım bankası JP Morgan, Türk Lirası'nın, cari işlemler hesabını dengede tutan seviyeye geldiğini belirtti. Bankanın Ocak ayının son haftası yayınladığı raporda, Merkez Bankası tarafından hazırlanan reel kur endeksinin Kasım 1997 ile Ekim 1998 dönemindeki seviyesine yaklaştığı kaydedildi. Bu dönemde cari işlemlerin denge düzeyinde olduğunu hatırlatan yatırım bankası, Türk Lirası'nın diğer güçlü para birimleri karşısındaki bugünkü değerini, "olması gereken seviye" diye nitelendirdi. Raporda, Türk Lirası'nın mevcut değerini koruyabilmesi için Merkez Bankası'nın faiz düşürebileceği ifade edildi. Banka Oper asyonu Olumlu Bir Gelişme... JP Morgan'ın "Türk Bankaları" başlıklı raporunda, bankalara sermaye enjeksiyonu yasasının olumlu olduğu, ancak cevaptan çok soru göründüğü ve önemli ayrıntıların meçhul kaldığı vurgulandı. Bankalara yapılması tasarlanan sermaye enjeksiyonu sonuçta halka açık bankaların hisse senetlerinin değerini etkileyeceği için yabancı analistler tarafından da dikkatle izleniyor. JP Morgan sermaye takviyesi planını "Bankacılık sektöründe sermaye yeterliliğinin iyileşmesine neden olacak olumlu bir gelişme" olarak değerlendirdi. Ancak Hükümetin ne yapmayı düşündüğü konusunda cevaptan çok soru olduğunu, "önemli ayrıntıların meçhul" kaldığını vurguladı. Konuyla ilgili bir r apor hazır layan J P Mor gan' a gör e eksik ipuçlar ı şunlar : Bankaların sermaye yeterliliği rasyosu hangi yönteme göre tayin edilecek? BIS (Uluslararası Ödemeler Bankası / Bank of International Settlement) mi, Türk muhasebe yöntemleri mi, IAS (Uluslararası Muhasebe Standartları) mı kullanılacak? Şüpheli alacaklar (yani geri dönmemesi olası krediler), özellikle grup şirketlerine açılmış olanlar, nasıl hesaplanacak? Bankalara açılacak kredinin fiyatı ne olacak? Bankalara verilecek olan bonolar üçüncü şahıslara satılabilecek mi? JP Morgan'a göre plâna yöneltilebilecek en önemli eleştirilerden biri, bütün bankalar için aynı çözümü önermesi oysa her bankanın koşulları ayrı. JP Morgan önemli bir başka tesbitte daha bulunuyor: Salt sermaye enjeksiyonu bankaların iyileşmesi için yeterli değil. Tür kiye'ye Yatır ım İçin En Uygun Dönem... JP Morgan'ın son raporunda, piyasadaki olumlu havanın kısa vadede tersine dönmesi için bir neden olmadığı belirtildi. Uluslararası Yatırım Bankası JP Morgan, Türkiye'ye yatırım yapmak için en uygun dönemin yaşandığını belirtti. Türkiye'nin jeopolitik konumu nedeniyle güçlü bir uluslararası destek sağladığını hatırlatan JP Morgan, liranın dolar karşısında güçlü seyrini sürdüreceğini öngördü. Politik riskin hala mevcut olduğunu savunan yatırım bankası, "IMF'yi tedirgin edebilecek ana risk politika. Ancak kısa vadede olumsuz bir şey olacağını düşünmüyoruz" yorumunda bulundu. " İyimser Dalga" Hata Tehlikesi Doğur uyor ...
TÜSİAD Başkanı Türkiye'nin, kendini bir iyimserlik dalgasına kaptırma noktasında rotasından sapabileceği uyarısında bulundu. TÜSİAD Başkanı Tuncay Özilhan, Bursa Sanayici ve İşadamları Derneği'nce (BUSİAD) düzenlenen "Gelir ve Kurumlar Vergisi ile İhracat Ödülleri" töreninde yaptığı konuşmada, Başbakan Bülent Ecevit'in ABD gezisinin birinci derecede önemli sonucunun, "Türkiye'nin jeopolitik öneminin tescil edilmesi, modern ülke olarak tanımlanması" olmadığını belirterek, bu durumun temel ve belirleyici etken olduğunun, gezi öncesinde de bilindiğini söyledi. " Ekonomik Or taklık" Gelişecek... ABD'nin, gezinin ardından ilişkileri nasıl bir boyuta taşıyacağının daha da önemli olduğunu, askeri ve stratejik işbirliğinin ekonomik boyuta taşınması doğrultusunda, ekonomik işbirliği konularını görüşecek üst düzey bir komite kurulmasının önemine işaret eden Özilhan, toplantının yakın bir tarihte yapılacağına dikkati çekti. Özilhan, komitenin çalışmalarının, Türkiye'nin cebine para konulmasıyla sonuçlanmayacağını, bu yolla iki ülke arasındaki "ekonomik ortaklığın" yollarının açılacağını belirterek, engellerin ortadan kaldırılmasıyla iki ülkenin özel sektörünün ekonomik ilişkileri geliştireceğini, bu süreçte TÜSİAD, TOBB ve TİM gibi özel sektör örgütlerinin de kilit rol oynayacağını kaydetti. " Ekonomik ve Siyasal İstikr ar " Özilhan, şunlar ı söyledi: "Öncelikle kendimize çekidüzen vermemiz, krizlerden sorunlardan arınmış ekonomik ve siyasal istikrarını sağlamış, sürdürülebilir gelişme çizgisini yakalamış bir ülke olmamız gerekiyor. Biz inisiyatifi ele alıp ilişkileri geliştirmek için özel gayret sarf etmezsek ve hepsinden önemlisi sorunlarımıza çözüm üreterek evimizin içini düzeltemezsek, hiç kimse bizi baş köşeye buyur etmeyecek, hiç kimse cebimize tek kuruş para koymayacak." " Kıbr ıs' a Çözüm Şar t" Tuncay Özilhan, yalnız AB konusunda değil, 2002 yılında dış politikanın her alanında inisiyatifi ele alan bir yaklaşım içinde olmak gerektiğine işaret ederek, "Başta Kıbrıs olmak üzere ülkemizin kaderini bağlayan konularda da ulusal çıkarlarımız doğrultusunda çözümler üretmek zorundayız. Bu tür konularda TÜSİAD, kamuoyunu uyarma görevini her zaman yerine getirecektir ve tüm eleştirilere rağmen de bunu sürdürecektir ve sürdürmeye devam edecektir" diye konuştu. Devlette " Küçülme Komisyonu" Kur uldu... Bakanlar Kurulu toplantısında, devlette yeniden yapılanma ve küçülme plânı çerçevesinde 40'a yakın kuruluşun bölge müdürlüklerinin kaldırılmasına ilişkin çalışma da gündeme geldi. Köy Hizmetleri, MTA, ÇAYKUR, DSİ ve Karayolları Bölge Müdürlüklerinin kapatılmasına bazı bakanlar itiraz ettiler. İtirazlar, bazı kurumların il teşkilatları bulunmadığı için Bölge Müdürlüklerinin kapatılması halinde hizmetin aksayacağı şeklinde oldu. Köy Hizmetlerinden sorumlu Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz, tepkisini, "Kapatılacaksa hepsi kapatılsın" sözleriyle dile getirdi. Bunun üzerine, İl Müdürlükleri olan Bölge Müdürlüklerinin kapatılması, İl Teşkilatı olmayan Bölge Müdürlüklerinin de daraltılması konusunda çalışma yapmak üzere Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan başkanlığında bir komisyon kuruldu.
Ekonomi Haberleri Krizden Çıkış Stratejisi Sertan KARGIN Türkiye 2002 yılında ekonomiyi krizden çıkaracak politikaları uygulamak zorundadır. Bunun yolu da büyümeden geçmektedir. Reel Sektör Borç Yapılandırması ve bunun bir parçası olan Özel Bankaları Yeniden Sermayelendirme Plânı, tek başına büyümeyi sağlayacak iktisadi niteliklere sahip değildir. Kaldı ki, böyle bir plânının başarıya ulaşabilmesi için de ekonominin büyümesi şarttır. Çünkü, borç yapılandırması neticesinde bankacılık sisteminin kredi kanallarını açık tutmaya devam etmesi için ekonomide nakit döngüsünün artması gerekmektedir. Bu da toplam talebin büyümesi ile mümkündür. İktisadi büyüme için ekonomide uygun tüketim ve yatırım ikliminin oluşturulması gerekmektedir. Bunun için de nominal faizler düşmeli ve döviz kurundaki dalgalanma da minimize edilmelidir. Ancak, bu defa, sözkonusu değişkenler büyüme üzerinde geçmiş yıllardaki gibi bir etki yaratmaktan uzak bir görüntü çizmektedir. Çünkü, bir yandan devalüasyon iç tasarrufları ve harcanabilir geliri eritirken, diğer taraftan da yüksek işsizlik oranı iç talep büyümesi önünde bir engel oluşturmaktadır. Büyümenin önündeki bir diğer engel ise, iç borç/GSMH oranının yüksek oluşudur. Hükümet 2002 yılında iç borçlanma enstrümanlarında çeşitliliğe giderek, iç borç baskısını azaltmayı düşünmektedir. Fakat, çeşitlendirilmiş iç borçlanma enstrümanları, sadece iç borcun çevrilebilirliğine katkı yapmaktadır ve bu da iç stoku/GSMH oranının düşeceğini garanti edememektedir. Hükümet, iç borç stok/GSMH oranını %65'den rahatlıkla %57'lere çekebilir. Ancak, milli gelir üzerindeki bu borç baskısı ile büyümenin pozitife geçmesi pek mümkün görünmemektedir. Makroekonomik kaynak dengesinin hedeflenen iktisadi büyümeyi destekleyebilmesi için iç borç/GSMH oranının %50'ye doğru düşürülmesi gerekmektedir. Konsolide bütçe finansman dengesinden anlaşıldığı kadarı ile hükümet ağırlıklı ortalama %61'lik iç borçlanma maliyeti ile iç borç/GSMH oranını %50'ye doğru çekebilir. Kritik nokta, devalüasyon­ enflasyon spiralinin ne ölçüde gerçekleşeceğidir. Hükümetin beklentisi Lira'da %6­7 aralığında reel değerlenmenin olacağı yönündedir. Burada reel kur seviyesini etkileyecek önemli değişken, net dış borç stoku/GSMH oranıdır. 150 milyar dolarlık GSMH büyüklüğü ile ekonomi, GSMH'nin %62.5'ine ulaşan net dış borç stokunu taşımak durumundadır. IMF­Dünya bankası kredileri ile bu stok 2002 yılında taşınabilir durumda tutulacak gibi görünse de hükümetin Lira'da beklediği %6­7'lik reel değerlenmenin matematiksel ispatını yapmakta zorlanmaktayız. Lira'daki bu değerlenme, ancak beklentiler doğrultusunda oluşacak gibi bir görüntü çizmektedir. Reel Sektör Borç Yapılandırmasına ve Bankacılık Sektörünün Yeniden Sermayelendirmesine odaklanan benzer ülke deneyimlerinde, yapısal konularda hükümetlerin sergiledikleri hız ve kararlılığın, programın başında beklentileri şekillendirerek, döviz kuru üzerinde belirleyici olduğu gözlenmiştir. Merkez Bankaları ise başta kısa vadeli faizlerde hızlı bir düşüşe izin vermemişlerdir. TCMB de reel sektör ve bankacılık sektörüne yönelik aksiyon planı uygulamaya konmadan ve enflasyon belirgin bir düşüş trendine girmeden, O/N faizleri düşürmemektedir. Para tabanı ve faizin nominal çapa olarak kullanılması, enflasyonu hedeflenen %31­35'lik seviyelere çekmede yetersiz kalmaktadır. Nitekim, Ocak ayında, TCMB'nin O/N faizde ortaya koyduğu politika daha çok %45'lik bir yıl sonu enflasyon oranı (TEFE) ile tutarlıdır. Ancak, bunun için de enflasyonun Ocak­Şubat 2002 ortalaması %4.0'ü aşmamalıdır. Bir diğer tehdit unsuru ise dolar bazında beklenen reel getirilerin, yeni
stand­by programının başında 'negatife' düşmüş olmasıdır. Bu durum, TCMB'yi faiz politikasında daha titiz davranmaya itmektedir. Sonuç olarak, TCMB'nin faizde yapacağı ilk indirimin zamanlaması ve oranı, bekleyişlere yön vererek, programın gidişatında belirleyici olacaktır. Benzer deneyimleri yaşamış olan Güneydoğu Asya ülkelerinde reel kur, faiz ve dolar bazında beklenen reel getirinin başlangıç seviyeleri, programın başarısında belirleyici rol oynamıştır. Örneğin, programın başında, yerel para birimlerinde gerçekleşen değer artışına ve enflasyondaki durağanlığa rağmen Kore ve Tayland kısa vadeli faizleri düşürmeyip, bankacılık ve reel sektörün kuvvetlenmesini bekledi. Bankacılık ve reel sektör rehabilitasyonunda gecikme yaşayan Endonezya ise dolar bazındaki negatif getiriyi dikkate almadan kısa vadeli faizleri düşürdü. Bu ortamda, yabancı fon girişi hız kesti. Daha sonra yapılan faiz artışı ise, reel kur seviyesinin ve piyasa faizlerinin hızla yükselmesine yol açarak, bankacılık ve reel sektördeki sorunların uzun vadeye yayılmasına yol açmıştı. Oysa, Kore, Tayland ve Filipinler'de kriz çıkış süresi, hızlı bankacılık ve reel sektör rehabilitasyonu sayesinde daha kısa olmuştu. Kültür Sanat Emr e Tandır lı Resim Ser gisi ­ Süheyla DİNÇ Sanat galerimiz, Türk resminde önemli yeri olan sanatçılarımızın yanı sıra, yetenekli gençlerimize de sergi açma imkânı veriyor. Emre Tandırlı küçük yaşlarda başladığı resim eğitimini, ressam Mahir Güven Atölyesi, Güzel Sanatlar Lisesi ve Mimar Sinan Üniversitesi Resim Bölümü'nde pekiştirir. Sanatçı kendini şöyle tanımlar: "Ben çocukken elime kalemi aldığımda önce yazmaya değil, çizmeye başlıyordum. Resim benim için hep vardı. Emprestyonistler, Çağdaşlar, Dadaistler gibi birçok akımdan etkileniyorum." Tandırlı'nın resimlerinde izlenimci akımın etkisi daha fazla görülür. İstanbul peyzajlarında hocalarından farklı çağdaş bir yorumla yaptığı Boğaziçi, Marmara Denizi'ne her iki yakayı bağlayan köprüler, sanatçının iyi bir gözlemci olduğunu gösterir. Sanatçının resimlerinde kendisini ifade ederken bu adımların hepsini özümsediği ve sağlam bir desen anlayışı ile, resimler yaptığı görülür. Emre Tandırlı resim kadar sanatsal fotoğraf çekmeyide başaran bir sanatçı. Görmeyi ve hissetmeyi fotoğrafa ve resme aktarırken yapıtlarına estetik bir olgu getiriyor. Böylelikle güncelliği, sanatsal boyutlara taşıyarak izleyicisini etkileyip, sanatın gelişmesine de katkıda bulunuyor. 1977 yılında İstanbul'da doğan Tandırlı çeşitli mekânlarda fresk uygulamaları da yaptı. Bir çok ödül kazanan bu genç sanatçımız halen Mimar Sinan Üniversitesi Resim Bölümü'nde Yüksek Lisans eğitimine devam etmektedir. Emre Tandırlı'nın resimleri 30 Ocak­25 Şubat tarihleri arasında Garanti Galeri'nde sergileniyor.
Garanti Galeri 30 Ocak ­ 25 Şubat 2002 İstiklal Cad. No:187 Beyoğlu (0212) 293 63 71 Kültür Sanat ­ Selma Gür büz, Mar co Del Re " Başbaşa" Resim Ser gisi ­ Süheyla DİNÇ İki dost sanatçının ortak yapımı eserleri 27 Şubat­18 Mart tarihleri arasında Garanti Galeri'nde sergilenecek. Selma Gürbüz Marmara Üniversitesi resim bölümünden mezun olduktan sonra yurt dışında çalışmalarını sürdürür. Galerimizde sergilenecek olan her bir tabloyu Paris'te tanıştığı İtalyan asıllı Marco Del Re ile birlikte yapmışlar. 14 yıldır birçok ülkede grup sergilerine katılan iki arkadaş, farklı resim tekniklerini deneyerek sergiler açıyorlar. Galerimizde sergilenen resimlerde, doğu ve batı medeniyetlerinin mitolojik hayvan figürlerinden esinlenerek iki farklı kültürü biraraya getirmeye çalışmışlar. Selma Gürbüz daha önce açmış olduğu "Karaname", "Yünname", "Tüylü Masallar", "Bin Üç Gece" gibi isimlendirdiği sergilerinin özünü de bu sergide toplamış oluyor. Marco Del Re bu sergi için şöyle der: "4 el aynı renkleri, aynı fırçaları kullanarak muhabbet etsin. Yeni bin yıla doğru birlikte ilerlemek için iki kültür el ele tutuşsun." Hayal dünyasındaki doğu ve batı sentezini tuale aktaran bu iki sanatçı, kucağında İsa ile oturan Meryem Ana, Mevlana'nın Semazenleriyle birlikte görünsün isterler. Selma Gürbüz'ün resimlerinin yanı sıra roman ve hikaye kitaplarıda Fransızca olarak yayınlandı. Sanatçı Paris ve İstanbul Cihangirdeki atölyelerinde çalışmalarını sürdürmektedir. Marco Del Re ise Paris'teki atölyesinde çalışmalarına devam etmektedir. Portre Jean Paul Sartre: Modern Fransız Yazarların En Ünlüsü... Felsefeci, sanatçı, denemeci, eleştirmen, çağımızın ana sorunlarını çözümleyen bir düşünür, özgürlüğü her şeyin üstünde tutan bir sanatçıdır Sartre. Pervasız bir ateisttir. Existantialismi herkesten fazla o meşhur etmiştir. Öğretmenlik, romancılık yapmış, savaşta esir düşüp kaçmış, savaşın sonunda şöhretin doruğuna çıkmış bir kişidir. 1905'te Paris'te doğdu. Yüksek Öğretmen Okulu'na girdi, felsefe bölümünü bitirdi. Uzun yıllar öğretmenlik yaptı. Sonra kendisini iyice felsefe ve sanata verdi. Les Temps Modernes dergisini çıkardı. Paris'te öldü. Sartre'a göre; edebiyat, yazarın hayattan ayrı düşmesinden ötürü hastalanmıştır. Yazar, dünya ile yeniden canlı ilintiler kurmak zorundadır. Yazar, bir anlaşma aracı olmasını sağlayarak dili iyileştirmek zorundadır.
"Duvar" belki de Sartre'ın düşüncesini bütün derinliğiyle veren bir öyküdür. Üstelik, sonucu O'Henry ile karşılaştırılınca kat kat üstün, anlatım biçimi de Hemingway'in kısa öykülerinden çok daha zengindir. Yazıları başlangıçtan beri, yaşantılarının damgasını taşır. 1930­1940 yıllarının yaşantılarını Bulantı'da anlatmıştır. Bu yapıtın doğrudan doğruya Sartre'ın kendi yaşantısını dile getirdiği, kuru düşüncede kalmadığı hiçbir okurun gözünden kaçmaz. Savaş Yıllarından İki Yapıt... 1939'da, savaş sıralarında Duvar ile Bir Önderin Çocukluğu adlı uzun öyküsünü yazmıştır. Bu öyküler, varoluşçu erekleri, çağın töresel varoluşsal yaralarını kökten kavrayan bir bilinçle, "Yeraltından Notlar"dan bu yana bir eşi daha görülmemiş zenginlikte ruhbilimsel gözlemlerle kaynaşırlar. Times Literaty Supplement'ın görüşüne göre: "Voltaire'le Sartre, her ikisi de edebiyatı hayatın bir parçası olarak tanırlar; iki yüzlülüğe, hele edebi iki yüzlülüğe karşı içlerinde gururla karışık bir nefret beslerler." Existantialismin belli başlı konuları üstüne yazdığı sayfaların çoğunda, bir usa yatkınlık, yaşantıya bağlılık vardır. Sartre ve Varoluşçuluk... Sartre dendiğinde, sizin de aklınıza ilk gelen sözcük "varoluşçuluk" mu oluyor? Adı bu akımla özdeşleşen Jean­Paul Sartre, 20. Yüzyılın en etkin düşünürlerinden biri olarak tanınıyor. Fransız filozof ve edebiyatçı, bireyin kökten özgürlüğünü vurgulayan varoluşçuluğun ya da diğer adıyla egsiztansiyalizmin sözcülüğünü yapmış, romanları ve oyunlarıyla da dünya görüşünü çok geniş bir kitleye aktarmayı başarmıştır. Varoluşçuluğa göre varoluş; insanın özgül varolma biçimidir. Varoluşçuluğun kurucusu sayılan Martin Heidegger'e göre, gerçekten varoluş sadece insandır ve insanın özü (varlığı) varoluşundadır. Böylelikle Hediegger, varoluşu varlığa yani öze indirgemekle varoluşçuluğun en büyük yanılgılarından birinin kapısını ardına kadar açmış olur. Sartre da bu kapıdan rahatlıkla içeri girer ve "varoluş varlıktan öncedir" der. Ona göre varoluş, sınırsızca özgür bir "kendi kendini gerçekleştirme"dir. Demek ki varoluş bir "belirlenmemişlik"tir. İnsan varoluşunu kendi kurar, kendi kendini belirler, kendini nasıl yaparsa öyle olur. İnsan, kendi kendini varlaştıran tek ve biricik varoluştur. İnsandan başka tüm varoluşlar, bir özce belirlenirler ve kendi kendilerini oluşturamazlar. Örneğin, bir bezelye, bezelye tohumuyla belirlenir ya da bir masa, masa tasarımıyla belirlenir. Yani, bezelye, bezelye tohumunun gerektirdiği gibi ve masa da masa tasarımının gerektirdiği gibi olur. Sadece insan özü saptandıktan ya da varlığı tasarlandıktan sonra meydana getirilmiştir. Çünkü Sartre'a göre, insanın varoluşu özünden önce gelir. İnsan ancak kendi kendini varlaştırmakla özünü gerçekleştirir. Sartre varoluşçuluğu, tanrısız bir düzeyde oluşturmuştur. Gençlik Yılları... Kendi kendine okuma­yazmayı söken Sartre, çocukluk yıllarını geride bırakıp, Paris'te lise öğrenimine başlar ve 1929'da yüksek Öğretmen Okulu'ndan mezun olur. La Havre'de öğretmenlik yaptığı sırada, adının duyulmasını sağlayan romanı "Bulantı" yayımlanır. Güncel formundan dolaylı olarak yararlandığı bu kitabında, romanın kahramanı Roquentin'in içinde yaşadığı dünyaya karşı duyduğu tiksintiyi anlatır. Roquentin'in hissettiği bu tiksinti duygusu sadece dış dünyaya değil, kendi bedenine de yöneliktir. Bazı eleştirmenler romanı hastalıklı bir durumun, bir tür nevrotik kaçışın ifadesi olarak değerlendirirlerse de "Bulantı" yansıttığı güçlü bireyci ve toplum karşıtı düşüncelerle, Sartre'ın sonradan geliştireceği birçok felsefi konuya temel oluşturan başarılı bir yapıt olarak yerini alır. Bilinç ve Düşünce... Sartre, insanoğlunun kendisiyle, çevresiyle ve diğer insanlarla olan ilişkilerini incelerken, bu ilişkilerin aslında birer başarısızlık ilişkileri olduğu sonucuna varır. "Başarısızlık yaşamın her evresindedir" der Sartre ve Dante'nin cehennem kapısında yazılı olduğunu söylediği "Buraya girenler, bütün umutlarını bıraksınlar" sözleri "insanoğlunun yaşamı için miydi?" diye sorar. Öncelikle insanoğlunun kendi
kendisiyle olan ilişkisi nasıldır? Kendimizi nasıl bilir, nasıl tanırız? Kendimizi düşündüğümüzü düşünelim. Bu düşünce kendiliğinden mi ortaya çıkmaktadır? Eğer kendiliğinden ortaya çıkıyorsa, düşünce kendiliğinden var demektir. Oysa düşüncenin kendiliğinden varlık değil, kendisi için olduğu açıktır. Çünkü bilinç demek, kendisi için olmak demektir. Ancak kendisi içinlik, kendiliğinden varlık demek değildir. Düşünce kendiliğinden varolamaz. Çünkü kendiliğinden varolan kendisi için olamaz. Ancak kendiliğinden olmayan kendisi için olabilir. İnsanoğlu kendini bilebilir, kendini tanıyabilir mi? Bilinç, bir kendisi içinlik olarak, kendini düşünmektedir; ama bilinç kendini düşünceyle tanıyabilir mi? "Hiç kimse" der Sartre, "hiç kimse kendisini düşünerek tanıyamaz." O halde bilinç, kendinin ne olduğunu bilmemek, kendini tanıyamamak demektir. "İşte insanın kendi kendisiyle olan ilişkisinde karşılaştığı ilk başarısızlık" der Sartre. Sartre'a Göre İnsan­Çevre İlişkileri... İnsanoğlunun çevresiyle olan ilişkisini ise şöyle değerlendiriyor Sartre; Kendisi içinlikle, kendiliğinden varlık birbirinden ne ayrılır ne de birleşebilir. Yani bilinç maddeden ne ayrılabilir ne de onunla birleşebilir. Kendisi için demek, kendinden ayrı demektir. Kendisinin ne olduğunu bilmeyen insanoğlu, evrene bakar ve orada dayanabileceği, teselli bulabileceği ve avunabileceği bir varlık arar. Sartre bu arayışın boşuna olduğunu, evrenin insanoğlunun aradığından yoksun ve bu anlamda bomboş olduğunu söyler. Kendiliğinden varlıkların aşılmaz bir donukluğu olduğunu vurgulayarak, fenomenolojik agnostisizme varan Sartre, şunu belirtir; insanoğlunun çevresiyle olan ilişkisi tümden bir başarısızlıktır. O, kendisinin dışında ne Tanrı'yı bulur, ne de Gerçek'i. Savaş Sonr ası Yıllar ... II. Dünya savaşından sonra Sartre toplumsal sorumluluk konusuna yönelmeye başlar. Ezilenlerden yana olduğunu söyler. Çünkü çağımızda iyiyi arayanlar, özgürlük isteyenler ve ondan yoksun olanlar ezilenlerdir. Düşüncesinin bu evresinde Sartre, özgürlükten yana olduğu için, ezilenlerin yanında olduğunu belirtir. Özgürlük, beraberinde sorumluluk kavramını da getireceğinden, Sartre'ın bu konudaki görüşüne de kısaca yer verelim. Çağdaş idealist varoluşçuluk öğretisi, sorumluluk kavramını özgürlüğün zorunlu bir sonucu olarak görür. Sartre'ın deyimiyle, insan özgürlüğe mahkum olduğundan ötürüdür ki, sınırsızca sorumludur. Hem de öylesine sorumludur ki, sadece kendinden değil, tüm dünyadan sorumludur. Şunu ya da bunu seçmesi ya da hiçbir şey seçmemesi (ki Sartre'a göre bu da bir seçimdir) sadece kendi davranışlarını değil, bu seçimi gerektiren tüm ilke ve değerleri de belirler. Örneğin, sağcı bir gazete almakla, sağcı gazeteleri okumak gerektiğini ve tüm sağcı tutumları belirlemiş oluruz. İnsan bu sınırsız sorumluluğu bilir ve bundan ötürü bir bunalım içindedir der Sartre. Sar tr e Tiyatr o' yu Keşfeder ... Sartre'a göre yazarın amacı insanı olduğu gibi göstermek olmalıdır. İnsanı eylem içinde en iyi gösterecek tür ise tiyatrodur. Bu amaçla pek çok tiyatro oyunu yazar. Sinekler (1943), Gizli Oturum (1944), Kirli Eller (1948), Şeytan ve Yüce Tanrı (1951), Nekrassov (1955), Altona Mahpusları (1959) bunlar arasındadır. Bu oyunların hemen hepsi, insanın insana beslediği derinde yatan düşmanlığı ortaya koymaları açısından karamsar sayılabilir. Ancak Sartre bu oyunlarda eylem yoluyla elde edilebilecek bir ahlaksal kurtuluşun yolunu kapamadığını ileri sürer.
Bir Konu Bir Konuk " 11 Eylül ve " Kür eselleşme Kor kusu" ­ Osman ULAGAY Küreselleşmenin olumlu ve olumsuz yanları üzerine düşünebilen Türkiye'deki az sayıda insandan biri olan Osman ULAGAY, Küreselleşme ile ilgili sorularımızı yanıtlıyor. Dünyada Küreselleşmeye karşı yaygın bir korku var mı, bu korkunun doğurduğu sonuçlar gelişmiş ülkeleri nasıl etkiliyor? Küreselleşme olgusunun, dünyanın geleceğine yön verecek ve hepimizin hayatını etkileyecek bir büyük dönüşümün çok önemli bir boyutu olduğunu ben ilk kez 1997'deki Asya Krizi sırasında kavradım. Karmaşıklık kuramından esinlenen bir benzetmeyle, "Tayland'daki bir kelebeğin kanat çırpışının, binlerce kilometre ötedeki Brezilya'da fırtınaya yol açabildiğini" o krizi yaşarken gördük. Sonunda 1998'de Rusya'yı ve ardından Türkiye'yi de vurdu o kriz. "Küreselleşme Korkusu ve 2001 Krizi" adlı kitabımda da belirttiğim gibi, bizim 2001'de yaşadığımız kriz de aslında küreselleşmeden bağımsız değil. Bu çok boyutlu ve karmaşık sürecin doğurduğu sonuçlardan biri. Bütün bunları da hesaba kattığımızda, bu karmaşık süreci anlamaya ve açıklamaya çalışmanın neden büyüleyici bir çekiciliği olduğu da ortaya çıkıyor galiba. Ben 1997'den bu yana çekim alanına girip küreselleşme konusuna odaklandığım için 11 Eylül günü Amerika'da yaşanan dehşet sahnelerini televizyondan izlerken de bu karmaşık süreçte yeni bir dönüm noktasına gelindiğini düşünmeye başladım hemen. O gün o eylemi gerçekleştirenlerin hedefleri ve bakış açıları belki farklıydı ama olayı bir bütün olarak küreselleşme olgusuyla belirlenen bir çerçeveye oturtmak mümkündü bence. Küreselleşme olgusu bu biçimde yaşanmasaydı, ABD bu süreçte "dünyanın tek hakimi" rolünü üstlenip küreselleşme mağdurlarının ortak hedefi haline gelmeseydi belki de 11 eylül saldırısına da uğramazdı diye düşünme eğilimindeyim ben. Küreselleşmeye karşı gelişen tepkilerin kaynağı nedir? Kapitalizm uzun yıllar önce küresel bir sisteme dönüşme eğilimindeydi. Kapitalist sistem 19. yüzyıl sonunda bu hedefine yaklaşmaya başladı ama oluşan tepkiler nedeniyle bunu başaramadı, hatta kimilerine göre 1. Dünya Savaşı da öncelikle bu nedenle çıktı ve 20. yüzyılın ilk yarısında küreselleşmenin gerilediği görüldü. Son 20 yılda ise küreselleşme yeni bir ivme ve yaygınlık kazandı. Bilgi ve iletişim teknolojisinin sağladığı yeni olanaklarla siyasal gelişmeler üst üste gelince dünyanın tek bir ekonomik sistemin, yani kapitalizmin etkisi altına girmesi ilk kez mümkün hale geldi. Bu süreç gene kolay olmayacak, çünkü dünyanın dört bir yanında, zengin ve yoksul ülkelerde, insanları alıştıkları yaşam tarzını değiştirmeye zorlayan, kapsamlı bir dönüşüm söz konusu. Bu dönüşüm yaşanırken dünyadaki eşitsizliklerin ve uçurumların büyüdüğünü görüyoruz. Aslında yeni teknolojilerin yaygın kullanımı ve bilginin paylaşımı tüm insanlığın bir bilgi ve refah sıçraması yapmasına olanak sağlayabilir ama küreselleşmeden şu anda en fazla yararlanma noktasında bulunan ABD ve diğer zengin­sanayileşmiş ülkeler bu olanağın kullanılmasına öncelik vermiyorlar ne yazık ki. Bu nedenle küreselleşmeye karşı tepkiler giderek artıyor ve yaygınlaşıyor. Tür kiye kür eselleşme sür ecinden nasıl etkilendi? Küreselleşme müthiş sorunlar ve çelişkiler de yaratan bir süreç. 11 Eylül sonrasında bu sürecin sürekliliği de yeniden tartışma gündemine geldi. Bu nedenle kendi iç dinamikleri nedeniyle atılım
yapamayan, önündeki darboğazları aşamayan bir ülkenin küreselleşmeye bir kurtuluş umudu olarak bel bağlaması bana pek gerçekçi görünmüyor. Buna karşılık, küreselleşmeye uyum sağlayamamanın bedeli cok ağır olabiliyor. Türkiye 1980'lerde dünyayla bütünleşmenin önemini kavradığı için bir sıçrama yapabildi ve bir noktaya geldi ama arkasını getiremedi. Tersine 1980'lerdeki açılıma karşı doğan reaksiyon nedeniyle 1990'ları tamamen kaybetti. Dünyada küreselleşmenin ve küresel bütünleşmenin hız kazandığı 1990'lı yıllar Türkiye'de dünyayla bütünleşmeye tepki yılları oldu ve biz değişime direnerek durumu idare edebileceğimizi sandık. Yeni teknolojileri özümseme ve eğitim atılımı için kullanma konusunda, sanayimizin rekabet gücünü geliştirme konusunda, hukuk düzenimizi küresel normlara uydurma konusunda hemen hiç bir şey yapmadık. 2000'lere kriz ortamında girmemizin en önemli nedeni de bu bence. Biz on yılı heba ettik küreselleşmeyi anlamadık ve kısır siyasete daldık ama şimdi deniz bitti ve şaşkınlık içinde bocalıyoruz. Küresel düzene uyum sağlamada yaya kalan bir ülkenin refahı ve zenginliği yakalaması olanaksız görünüyor günümüzün dünyasında. Küreselleşmenin sunduğu teknolojik gelişmeler ve genetik şifrenin çözülmesi sizin önem verdiğiniz konuların başında geliyor. İnsanlık bu gelişmelerden nasıl etkileniyor? Sizin de söylediğiniz gibi, Küreselleşme Korkusu ve 2001 Krizi adlı kitapta yer alan yazılar içinde benim en önemsediğim konu "Küreselleşme ve İnsanlık Durumu" başlığını taşıyor. O yazıdan bir alıntı yaparak bu konuyu neden önemsediğimi anlatmaya çalışayım: "Teknolojideki baş döndürücü gelişmenin ve küreselleşme rüzgarlarının "insanlık durumu"nu derinden etkilediği bir dünyada yaşıyoruz. Pek çok şey birden değişiyor, yaşam yeniden biçimleniyor sanki. Bilgi ve iletişim teknolojisinden robotik ve genetik teknolojisine uzanan çarpıcı gelişmeler, hem yapay zekayı geliştirmenin, insan ömrünü uzatmanın, hatta insanı kopyalamanın kışkırtıcı umudunu yeşertiyor, hem de insan soyunu tümüyle yok edebilecek olanakları yaratıyor. İletişim teknolojisindeki gelişmelerin ortak yaşam alanlarımızı genişlettiği ortamda gündeme gelen küreselleşme olgusu, yerel alışkanlıkları kırarak ve ulusal sınırları aşarak insanları birçok bakımdan ortak bir yaşam tarzına doğru yönlendiriyor. Küreselleşme deyince akla önce ekonomi geliyor ama etkileri, ekonomi ve finans alanlarının çok ötesine taşan bir olgu bu. İnsan, bilgisayarıyla eriştiği sanal dünyalarda, maddesel varlığının sınırlarını aşarak yeni cennetler yaratma ve ruhsal özlemleriyle barışma şansını elde ediyor. Yeni ütopyalar kurma olanağına kavuşuyor. Yanlızca bilimde ve ekonomide değil, sanatta, edebiyatta ve yaratıcılığa açık tüm alanlarda yeni açılımılar yaşanıyor. Teknolojinin getirdiği olanaklarla birlikte sanki hayal gücünün sınırları da aşılıyor, sonsuzlaşıyor. İlkel toplumdan yola çıkıp bilgi toplumuna erişen insanlık şimdi geldiği noktada geleceğini belirleyecek bir büyük sınava hazırlanırken 'insanlık durumu' da yeniden belirleniyor sanki." Küreselleşme sonucu böylesine kapsamlı bir dönüşümü yaşıyoruz. Bunu yaşarken her an yeni sürprizlerle, şoklarla, patlamalarla karşılaşabiliriz. 11 Eylül'de yaşananlar bunun en çarpıcı örneklerinden birini oluşturdu. 11 Eylül'den çıkartılması gereken en önemli mesaj ise galiba şuydu: küreselleşmeyi, bu sürecin etki alanına giren herkesin bir ölçüde söz sahibi olduğu ve yararlandığı bir süreç haline getiremezsek buna karşı oluşan tepkiler küreselleşmenin geleceğini tehlikeye sokacaktır.
Download