1. GİRİŞ VE AMAÇ Romatoid artrit(RA); etyolojisi belli olmayan, sistemik bulgular gösteren, özellikle de kronik olarak eklemleri tutan ve deformitelerle seyreden bir hastalıktır. Eklem sinovyasında inflamasyona neden olur. Dolayısıyla primer sinovite yol açan bir hastalıktır. Hastalık zamanla sinovyada pannüs formasyonu oluşturarak kıkırdak, kemik doku ve komşu diğer dokularda yıkıma ve sonuçta da eklem deformasyonlarına yol açar1. İnflamasyon eklem dışına yayılıp diğer organları da tutabilir. Nitekim kardiyovasküler sistem, hematolojik sistem, karaciğer, solunum sistemi, göz, kas, böbrek ve nörolojik sistem tutulumları olabilmektedir2,3. Kronik inflamatuar bir hastalık olan RA’de kardiyovasküler sistem tutulumu vaskülit, patolojik olarak romatoid nodüllere benzeyen lezyonlar, amiloidozis, serozit, valvülit ve fibrozis gibi mekanizmalarla gelişir4. RA’de perikardit, miyokard disfonksiyonu, koroner arterit, iletim sistemi tutulumu, kalp kapak tutulumu, aortit ve pulmoner hipertansiyon gibi çok çeşitli şekillerde kardiyovasküler sistem tutulumu olabilmektedir5,6. RA’de mortalite artmıştır7 ve bu mortalite artışının en önemli nedenini kardiyovasküler nedenler oluşturur8,9,10. Miyokard repolarizasyonunda bölgesel heterojeniteyi gösterdiği kabul edilen QT dispersiyonu artışının, reentri mekanizması yolu ile ciddi ventriküler aritmilere ve ani kalp ölümlerine sebep olduğu bilinmektedir11. Bir vaka kontrol çalışması olarak gerçekleştirilen bu araştırmanın amacı; RA’li hastalarda, ventriküler aritmi riskine yatkınlığın göstergesi olan QT dispersiyonu ve kalp hızına göre düzeltilmiş değeri olan QTc dispersiyonunun artıp artmadığını ve bunun hastalık süresi ve steroid kullanımı ile ilişkisini araştırmaktır. 1 2. GENEL BİLGİLER A.ROMATOİD ARTRİT Tanım ve Tarihçe RA, birden çok eklemi aynı anda tutan, kronik seyirli, etiyolojisi bilinmeyen, inflamatuar karakterde, sistemik, otoimmün bir hastalıktır. Tüm dünyada bütün ırk ve etnik gruplarda görülür12. Değişik populasyonlarda prevelansı %0.5 ile %1 arasında değişmektedir13. Her yaşta ortaya çıkmakta ise de, 35-60 yaş grubunda daha sık rastlanır.Kadınlarda, erkeklere oranla 2 -3 kez daha fazla görülür14,15. Romatoid artrit tanımı ilk olarak 1859’da Garrod tarafından ortaya atılmıştır.Fakat bu tanım o dönemde sadece inflamatuar poliartriti değil, poliartiküler osteoartriti de içermekteydi16. RA 1922’de sadece inflamatuar poliartritleri içine alacak şekilde kullanılırken, 1972 ve 1987’de psöriatik artrit vb. seronegatif artritler bu kapsamdan çıkarılmıştır. Etiyoloji RA’in nedeni kesin olarak bilinmemektedir. Etiyolojide rol oynadığı tahmin edilen faktörler; infeksiyonlar, genetik faktörler, immün sistem bozukluğu, stres, cinsiyet, travma, endokrin ve çevre faktörleridir1. İnfeksiyon: RA’in etiyolojisinde infeksiyöz ajanların rol oynadığına dair kesin kanıtlar yoktur.Ayrıca yeni başlayan hastalığı olan vakalarda da, hastalığın başlangıcından önce infeksiyon oranlarında herhangi bir artış saptanmamıştır17. Bu 2 gözlemlere rağmen, infeksiyöz ajanlar RA’in potansiyel nedeni olarak düşünülmeye devam edilmiştir. Hayvan modellerinin sonuçları, spesifik ajanların sinovyumdan izolasyonu ve infeksiyöz ajanların antijenik komponentleri ile sinovyum ve kıkırdak arasındaki benzerlik RA etiyolojisinde enfeksiyöz ajanların rolü olabileceğini düşündürmektedir18. İlk yıllarda hastalığın piyojenik enfeksiyonlar ile ilgili olabileceği düşünülmüşse de bugün bu görüşten uzaklaşılmıştır1. Epstein-Barr virüsü, 1975 yılından bu yana gündeme gelmiştir. RA’li olguların serumlarında, Epstein-Barr virüsü antijenlerine karşı yüksek oranda antikor titreleri tespit edilmiştir19. Parvovirüslerin RA’deki rolleri tam belli değildir. Bir vaka-kontrol çalışmasında, RA’li kadınlarda Human Parvovirus B19’a karşı yüksek oranda antikor titreleri saptanmıştır20. Bunların dışında Proteus, Sitomegalovırus, Mikoplazma gibi enfeksiyöz ajanlarla ilgili yapılan serolojik çalışmalar net sonuçlar vermemiştir21. Lentivirüsler, retrovirus ailesinin bir üyesi olup çok zor saptanabilen ve infekte hücrenin bulunup pek gösterilemediği virüslerdendir. Koyunlarda lentivirüs infeksiyonu sonucu deformiteye yol açan artrite rastlansa da lentivirüsleri RA’in nedeni olarak göstermek zordur. Patogenezinde infekte monositlerin sinoviyuma göç etmesi ve bunların lenfosit ve diğer hücrelerin birikimine yol açarak, artrite yol açması olasılığı üzerinde durulmaktadır1. Isı şok proteinlerinin(HSP) de RA patogenezinde yeri olabileceği son yıllarda tartışılmaya başlanmıştır. Strese yanıt olarak hücreler tarafından salınan bu proteinler 60-90 kD ağırlığındaki aminoasit zincirlerinden oluşmaktadır. Hücreleri ısı, bakteri ve oksijen radikallerinden korurlar. Mikobakterium tüberkülozisin bazı HSP’leri ile insan HSP’leri arasında %65’e varan oranlarda benzerlik vardır. RA’li olgularda mikobakteriyel HSP’ye karşı oluşan antikor düzeyinde özellikle sinoviyal sıvıda artış 3 saptanmıştır. Burada da moleküler benzerlik olayı gündeme gelmektedir. Ayrıca HSP’nin süperantijen gibi bir etkisi zayıf da olsa gündemdedir1. Genetik faktörler: Daha önce yapılan çalışmalar, RA’in oluşumunda genetik faktörlerin rol oynadığını düşündürmüşse de bunun tam mekanizması yeni anlaşılmaktadır. Tek yumurta ikizlerinde hastalığın ikinci ikizde çıkma şansının, çift yumurta ikizlerine göre 5 kat daha fazla oluşu genetik faktörün önemini göstermektedir. Ancak tek yumurta ikizlerinde hastalığın iki ikizde birden çıkma olasılığının %50’nin çok altında olması, etyopatogenezinde genetik dışındaki faktörlerin de önemli olduğuna işaret etmektedir22. RA, insan lökositlerindeki majör histokompatibilite kompleksi antijenlerinden DR4 ile kuvvetli bir ilişki göstermektedir. Beyaz ırk ile birçok dünya toplumunda relatif risk 6 civarında iken Yunan, Şili ve Kuveyt halkı için daha düşük; İsrail’li yahudiler,Yakima kızılderilileri ve Bengalliler için ise anlamsız bulunmuştur. Öte yandan İsraillilerde DR1, Bengalli ve İspanyollarda DRw10, Japonlarda Dw15 ve Yakima kızılderililerinde ise Dw16’nın relatif riskleri yüksek bulunmuştur. Bugün için, hastalığa yatkınlık ve ağırlığı saptayan faktörün DRB1 geninin DRB1 zincirinin 3. aşırı değişken bölgesinde bulunan ve romatoid epitop veya sekans motifi denen bölümü ile bağlantılı olduğu kabul edilmektedir. Bu epitop DR4 ve non-DR4 genleri ile kodlanır22. Patogenez RA’de primer inflamasyon eklem içinde sinovyumda olur. Dolayısıyla sinovite yol açan bir hastalıktır. Anatomik olarak, normal sinovya iki kısımdan oluşur. Bunlar eklem aralığına bakan 1-2 hücreden oluşan bazal membransız ince intimal tabaka ve az sayıda hücre ve daha çok damarsal yapılar içeren subintimal tabakadır. Subintimal tabakada daha çok kollajen, glikozaminoglikan ve fibronektin bulunur. İntimal 4 tabakadaki sinovyal hücreler makrofajlara özgü davranışlara sahiptirler ve T hücrelerinin mediatörleri olarak görev yaparlar. Normal sinovya romatoid sinovyaya döndüğünde bu hücreler allojenik T hücre aktivasyonunda son derece etkili olurlar23. Romatoid sinovyumda ilk olarak sinovyal mikrodolaşımda tıkanma, hücre şişmesi ve hücreler arası mesafede artış görülür. Önce T hücrelerinin ağırlıkta olduğu bir hücre artışı olur. Sonraları makrofaj ve dendritik hücre akını ve bunların salgıladığı sitokinlerde artış olur. Neticede inflamasyon artar, sinovyum hipertrofik bir hale gelir ve yavaş yavaş kıkırdağı aşındırmaya başlar. Oluşan romatoid sinovyal sıvının lizozomal enzimler ile dolu olduğu ve bu enzimlerin normal tavşan eklemlerine enjekte edilmesiyle hem enflamasyonu hem de kıkırdak hasarını alevlendirdiği yapılan çalışmalarda gösterilmiştir24. Sinovyal hücrelerde artmış inflamasyon ve bunlara bağlı olarak prolifere olmuş sinovyal oluşumlara pannus denir. Eklem anatomisinin bozulmasında ve hastalığın yol açtığı deformitelerin oluşmasında pannüsler önemli rol oynar. Romatoid sinovyum ve pannusun önemli bir diğer özelliği de yeni damar oluşumudur. Burada bulunan makrofaj, fibroblast ve lenfosit gibi çeşitli hücreler anjiogenezde rol oynarlar. Tedavide kullanılan non steroid anti inflamatuar ilaçların, steroidlerin ve ikinci basamak ilaçların anjiogenezi inhibe ettikleri anlaşılmıştır25. Tanı Kriterleri RA tanısı esas olarak klinik bulgularla konur. Amerikan Romatizma Birliği tarafından epidemiyolojik çalışmalar için bir grup kriter belirlenmiştir(Tablo 1). Bunların en sonuncusu 1988’de yayınlanmış ve 1958’de yayınlanan kriterlerin yerini almıştır26. 5 Tablo 1. Amerikan Romatizma Birliği’nin Romatoid Artrit sınıflaması için önerdiği gözden geçirilmiş kriterleri Kriter Tanım 1.Sabah sertliği Maksimum düzelme öncesinde en az bir saat süren, eklemde veya eklem çevresindeki sabah sertliği 2.Üç veya daha En az üç eklem alanında ( sağ veya sol proksimal interfalangial(PİF), fazlabölgede artrit metakarpofalangial(MKF), el bileği, dirsek, diz, ayak bileği, metatarsofalangial(MTF) eklemlerde) aynı anda yumuşak doku şişmesi veya sıvı olması 3.El eklemlerinde El bileği, MKF veya PİF eklemlerde olmak üzere en az bir alande artrit şişme 4.Simetrik artrit Aynı eklem alanlarının bilateral tutulumu (MKF, MTF veya PİF eklemlerde bilateral tutulum varsa tam simetri şart değildir) 5.Romatoid Kemik çıkıntılar veya ekstensör yüzeyler üzerinde ya da juksta- nodüller artiküler bölgede subkütan nodüller olması 6.Radyografik Posteroanterior el veya el bileği radyografilerinde tutulan ekleme değişiklikler yakın bölgede erozyonlar veya belirgin kemik dekalsifikasyonları (tek başına olan osteoartritik değişiklikler kabul edilmez) 7.Serum RF Anormal düzeylerde pozitif olması( Çalışılan metod ne olursa olsun, pozitifliği sağlıklı bireylerin %4’ünden daha azında pozitif olmalı) Bu kritrelerden en az dört tanesi (ilk 4 kriter için en az altı haftadır mevcut olması şartıyla) bulunuyorsa romatoid artrit var demektir.’’ Arnett FC; Edworthy Sm, Bloch DA et al. The American Rheumatism Association 1987 revised criteria for the classification of rheumatoid arthritis.Arthritis Rheum 1988; 31:315-324.’’den adapte edilmiştir. 6 Klinik Bulgular RA’in başlangıçtaki klinik özellikleri hastadan hastaya farklılık gösterir. Hastalık sadece eklemleri değil, kaslar, hematolojik sistem, karaciğer, akciğer, kalp, göz, böbrekler ve damarlar da dahil olmak üzere birçok organ ve sistemi tutabilir2,3. Bu hastalıktaki mortalite oranı genel popülasyondan daha fazladır27,28. Hastaların %70’inde birkaç hafta ve hatta aya yayılan sinsi bir başlangıç sözkonusudur. Bu süre içerisinde hafif bir ateşin de eşlik ettiği halsizlik, yorgunluk ve kilo kaybı gibi spesifik olmayan semptomlar görülebilir. Zamanla artraljiler, sabah tutukluğu ve eklemlerde şişlikler oluşur. Tutulan eklem sayısı da giderek artar. Hastalar, giderek günlük işlerini yapmada aşırı zorlandıklarını ve eklem fonksiyonlarının azaldığını farkederler12. Hastaların %20 kadarında da akut bir başlangıç vardır. Bir gün önce asemptomatik olarak yatan kişi, ertesi gün yaygın eklem ağrıları, şişlik ve sabah tutukluğu nedeni ile yataktan kalkamaz. Bu tür başlangıç hastalığın ilk günlerinde ayırıcı tanı da güçlükler yaratır12. Tek veya az sayıda eklemi tutan başlangıç, nadir görülen başlangıç şekillerinden biridir. Bu tür başlangıç daha çok genç kadın hastalarda görülür. Diz veya dirsek gibi bir veya birkaç eklemin kronik veya aralıklı tutulumu vardır. Genellikle akut faz yanıtı yoktur ve romatoid faktör(RF) negatiftir. Diğer hastalıkları dışlamak için sinovyal biyopsi gerekebilir12. Sistemik başlangıç, daha çok orta yaşta erkeklerde görülen bir başlangıç şeklidir. Ağırlıklı bulgular eklem dışındadır ve ateş, anemi, kilo kaybı, halsizlik, kas ağrıları, plörezi, perikardit, döküntü ve organ büyümeleri görülür. Teşhis poliartritin yerleşmesi ve malignite dahil diğer nedenlerin dışlanması ile konulur12. 7 Palindromik başlangıç ise ortalama iki-üç gün süren, düzensiz aralıklar ile tekrarlayan akut mono veya oligoartiküler artrit ile karakterizedir. Tutulan eklemler genellikle eritemlidir ve bu da gut tanısına yol açar. Ataklar sırasında akut faz yanıtı vardır ancak ataklar arasında normal bulunur. Bu tür başlangıç gösteren hastaların yarısında bir kaç aydan 20 yıla kadar değişen süre içinde klasik romatoid artrit tablosunun oturduğu bildirilmiştir12. Polimiyaljik başlangıç, ileri yaştaki kişilerde görülür. Sabah tutukluğu ile omuz ve kalça çevrelerinde ağrı ön plandadır. Zaman içinde eklem bulgularının yerleşmesi ile tanı konur12. RA’de eklem belirtileri en sık rastlanan belirtilerdir. Sabah tutukluğu, hareket kısıtlılığı, ağrı ve şişlik görülür. En çok tutulan eklemlerin başında metakarpofalangial, proksimal interfalangial ve el bilekleri eklemleri gelir(%70-90 arasında).Dizler, dirsekler ve metatarsofalangial eklemler de %60’ların üzerinde bir oranla olaya katılırlar. Kalça ve omuzlar, ayak bilekleri ve servikal bölgede de özellikle C1 ve C2 daha az tutulan eklemlerdir. Temporamandibuler eklem tutuluşu nisbeten az oranda görülmesine karşın, başlangıçta hastanın yanlış başvurularına sebep olabilir. Dorsal ve lomber vertebraların, sakroiliak eklemlerin ve distal interfalangial(DİF) eklemlerin tutulması olağan değildir. Kalça eklemleri de seyrek olarak tutulur1. Romatoid Artrit’in Eklem Bulguları 1-Sabah tutukluğu Eklemlerde tutukluk RA’in en temel semptomlarından biridir. Günün erken saatlerinde belirir ve iş gücünü etkiler.1-2 saatten önce düzelmez. Sabah tutukluğuna sinovyumdaki inflamasyon ve ödemin neden olduğu düşünülmektedir. Süresi ise 8 inflamasyonun derecesi ile ilgilidir.Hastalığın remisyon döneminde gerileyip kaybolmaktadır23,29,30. 2-Sinoviyal inflamasyon Sinovitin klinik bulguları silik veya subjektif olabilir. Ağrılı, şiş ve kızarık, sıcak eklemler genellikle inflamatuvar sinovitin en aktif fazında görülür. Ağrı RA’li hastaların en önemli problemidir. Eklem hassasiyeti direk palpasyonla tespit edilir. Boyun, omuz, kalça gibi direk palpasyonu zor olan eklemlerde hareketle olan ağrı eklem hassasiyetine işaret eder. Şişlik en kolay MKF, PİF, dirsek, ayak bileği, MTF ve diz eklemlerinde farkedilir. RA’de hastalığın geç döneminde inflamasyon bulguları silik olabilir.Bunun nedeni kronik inflamasyona bağlı olarak sinovyumun damarlanmasının azalması ve yerini granülasyon dokusu ve fibrozisin almasından kaynaklanır. Buna karşılık sabah tutukluğu, halsizlik, yorgunluk, anemi, yüksek sedimentasyon, radyolojik eklem harabiyetinin progresyonu dikkat çekicidir. Kıkırdak kaybı ve periartiküler kemikte erozyon yapısal hasarın karakteristik bulgularıdır23,29,30. 3-Eklem deformitesi RA’de eklem deformitesi çeşitli mekanizmalar ile oluşur. Hepsinde ortak olan sinovitle olan ilişki ve hastanın eklemini, ağrıyı en az hissettiği pozisyonda tutmaya çalışmasıdır. Diğerleri ise kıkırdak ve kemik harabiyeti ile tendon, bağ ve kaslarda değişikliklerdir. Eklemdeki inflamasyon tendon kılıflarının iltihabına da neden olur. Bu da kılıfta kalınlaşmaya, tendon nodüllerinin oluşmasına ve tendon rüptürlerine neden olur23,29,30. Spesifik eklemlerdeki bulgular 1-Boyun omurları: RA’li hastaların üçte birinde tutulum mevcuttur.En sık atlantoaksiyel(C1-C2) eklem tutulumu görülür. C1-C2 tutuluşu, 4 ayrı formda gelişebilir: 9 a-Anterior atlantoaksial sublüksasyon: C2 odontoidi ile C1 arkı arasındaki aralığın 3mm’den daha fazla olması ile saptanır. Sublüksasyonun mekanizması, C1 anterior arkı ile odontoid arasındaki eklem sinovyasında proliferasyon oluşması sonucu transvers ve alar ligamanların yırtılma ve zorlanmalarıdır. b-Vertikal atlantoaksial sublüksasyon: C1ve C2 arasındaki lateral artikülasyonların kollapsı ile oluşur. Odontoidin yukarı doğru yükselmesi nedeniyle, beyin sapını etkileme şansı yüksektir. c-Lateral atlantoaksial sublüksasyon: Rotatuar bir tiptir.Lateral eklemlerin tek taraflı olmasıyla oluşur d-Posterior atlantoaksial sublüksasyon: Odontoidin destrüksiyona uğraması veya aksisten kırılarak ayrılması ile oluşur. Klinik olarak servikal sublüksasyonun en erken ve olağan belirtisi, oksiputa doğru yayılan ağrıdır. Daha az olarak yavaş seyreden spastik kuadriparezi ve ellerde ağrısız duyu kaybı yer alır. Ayrıca medüller disfonksiyon gezici epizodlar halinde görülebilir. C2-C3 ve C3-C4 arasındaki faset eklemler de tutulabilir. Ayrıca pannüsün foramen Luschka’dan girerek diski tutması ile romatoid diskit oluşabilir1. 2-Omuz: En sık tutulan eklemlerdendir. Eklem hareketinin kaybı aktif artrit gelişiminin bir bulgusudur. Hastalar ağrıları nedeniyle eklem hareketlerini azalttığından kolayca donuk omuz(frozen shoulder) sendromu gelişebilir23. 3-Dirsek: Sık tutulan bu eklemlerde ağrı ve şişlik dışında ekstansiyon kusuru ilk belirtilerden biridir. Ancak fleksiyon kusuru eşlik etmedikçe günlük aktivitelerde bir azalma görülmez. Olekranon bursasının tutulumu sıktır. Romatoid nodüller en sık bu bölgede görülür12. 4-El bileği ve eller: RA en zengin ve karakteristik değişikliklerini el ve el bileklerini simetrik tutması sonucu yapar. Erken dönemde, ekstansör ve fleksör 10 tendonlarda ağrılı şişmeler(tenosinovit), metakapofalangial eklemlerin şişmesi sonucu yumruk yapıldığında bu bölgedeki girintilerin kaybolması, proksimal interfalangial eklemlerin iğ şeklinde şişmeleri, ulnar stiloid çevresinin şişmesi ile bu bölgenin düzleşmesi görülür. Bir diğer erken dönem bulgusu, el bileğindeki sinovite bağlı olarak medyan sinirin sıkışması sonucu gelişen karpal tünel sendromudur. Distal interfalangial eklemlerin tutulması seyrektir ve bu özellik, osteoartroz ve psoriatik artritten ayırmada yardımcı olur. Hastalığın ilerlemesi sonucu klasik geç dönem deformiteleri gelişir. Bunlar, el sırtının kas atrofisi sonucu iç bükey bir görünüm kazanması, metakarpofalangial eklemlerde subluksasyon, parmakların metakarpofalangial eklemlerden itibaren ulnar tarafa doğru çarpılmaları(ulnar deviasyon; %45); proksimal interfalangial eklemlerde hiperekstansiyon ve distal interfalangial eklemlerde fleksiyon ile kendini belli eden kuğu boynu deformitesi(%20), veya bunun tam tersi olan düğme iliği deformitesi(%10) ve baş parmakta Z deformitesi(%40) olarak tanımlanan şekil bozukluklarıdır. Ayrıca ekstansör tendonlarda gevşeme ve/veya kopma sonucu düşük parmaklar görülebilir12. 5-Kalça: Hareket ve yük binmesi ile ağrı oluşması ve hareket kısıtlılığı kalça ekleminin tutulumunu gösterir. Kıkırdak harabiyeti diğer eklemlerden daha hızlı ilerler23. 6-Diz: Sık tutuldukları gibi hastaların % 15 kadarında ilk tutulan eklemlerdir ve bu hastaların büyük kısmı da tanıdan önce bir menisküs operasyonu geçirmiş olurlar. RA, dizlerin her iki kompartmanını tutması ile sadece medial bölümü tutan osteoartrozdan ayrılır. Diz tutulmasında karşılaşabilecek bir durum, sinoyal sıvının popliteal fossaya doğru uzanması sonucu gelişen Baker kistidir. Diz arkasında sert bir şişlikle kendini belli eden bu kist, diz içi basıncının artışı sonucu rüptüre olabilir. 11 Sinovyal sıvının bu şekilde açığa çıkarak bacağın aşağılarına doğru ilerlemesi ile tromboflebiti andıran bir durum gelişebilir12. 7-Ayaklar: Ayaklar, hastaların %20’sinde ilk tutulan eklemlerdir. Yük taşımaları nedeni ile bu eklemlerin tutulması üst taraf eklemlerine göre daha fazla ağrı ve hareket kısıtlılığına yol açar. Ayaklarda en sık metatarsofalangial, daha sonra subtalar ve en az da tibiotalar eklemler tutulur. Medial malleolun hemen arkasında bulunan ve posterior tibial sinirin geçtiği tarsal tünelin sinovit sonucu sıkışması ile ayak tabanında yanma ve uyuşmalar görülebilir. Metatarsal eklemlerin tutulması sonucu ayak ön kısmında genişleme, halluks valgus ve çekiç parmak şeklinde deformiteler geç dönem belirtileridir. Ayak statiğinin bozulması sonucu gelişen kallus, bunyon ve kronik fistüller yürümeyi oldukça zorlaştırır12. Romatoid Artrit’in Eklem Dışı Tutulumları 1-Subkutan Nodüller Subkutan nodüller seropozitif hastaların % 20’sinde görülürken, seronegatif olanlarda daha nadirdir. Bu nodüller hastalığın aktivitesini gösterir ve ağır olgularda daha sıktır31. Nodüller daha çok dirsek ekstensör yüzü, parmak eklemleri, oksipital bölge, sakrum ve aşil tendonu gibi basınç alanları üzerinde yer alır. Nodüller ağrısız, sert ve sıklıkla alttaki periosta yapışık şişliklerdir. Hastalığın seyrini değiştiren ilaçlar ile tedavi sırasında hastalık aktivitesinde gerilemeye paralel olarak ufalır hatta kaybolabilirler. Fakat, metotreksat ile tedavi sırasında hastalık aktivitesi gerilese bile nodüllerde büyüme olabilmektedir32,33. 12 2-Karaciğer Tutulumu Aktif RA’de karaciğer enzimlerinde özellikle serum glutamik oxaloasetik transaminaz ve alkalen fosfatazda yükselmeler görülebilir34. Romatoid. inflamasyonun kontrol altına alınmasıyla karaciğer enzimlerindeki yükseklik normale döner. Nonsteroidal anti inflamatuar(NSAİ) ilaçkullanımı ile karaciğer enzimlerinde yükseklik görülebilirse de genellikle ilaç kesildikten sonra normale döner ve nadiren ciddi karaciğer bozukluğuna yol açar. Felty sendromunda hastaların % 65’inde karaciğer tutulumu vardır.Bu sendromda karaciğer enzimleri normal olsa bile histolojik bozukluklar olabilir35. 3-Hematolojik Anormallikler RA’de eklem tutulumunun şiddeti ile ilişki gösteren çok nedenli bir anemi görülür. Anemi genellikle normokrom, normositerdir. Demir kullanımının bozulması, inefektif eritropoez, eritropoietin seviyesinde ve kemik iliğinin eritropoietine duyarlılığında azalma, eritrosit yaşam süresinin kısalması, lenf düğümlerinde eritrosit fagositozunun artması anemiye katkıda bulunan sebeplerdir36. Ayrıca tümor nekrozis factor alfa(TNF-alfa), interlökin 1 beta, interlökin 6(IL 6) gibi proinflamatuar sitokinlerin, kemik iliğindeki eritrosit öncülleri üzerine direk etki ederek RA’de anemi gelişmesi üzerinde önemli rol oynadığı gösterilmiştir37,38. Tedavide eritropoetin uygulanması ile hastalık aktivitesinin etkilenmeden kırmızı küre sayısının arttığı görülmüştür39. Trombositoz aktif RA’de sık görülür. Trombositozun derecesi aktif sinoviti olan eklem sayısıyla ilişkilidir. Mekanizması tam olarak anlaşılamamıştır. Ancak trombositoz trombotik olayalarda artışa yol açmadığı gibi neoplaziye de işaret etmez36. Trombositopeni RA’de nadir görülür ve genellikle ilaçlara ya da Felty sendromuna bağlıdır. RA’de koagülasyon inhibitörlerinde artma ve nadir olarak da 13 hiperviskozite görülebilir. Hiperviskozite sendromu daha çok RF yüksekliğinde ortaya çıkar ve damarlarda tıkanmayla birlikte nörolojik komplikasyonlara yol açabilir 36. RA’de görülen eozinofilinin patogenezi tam olarak anlaşılamamıştır. İmmün komplekslerin eozinofiller için kemotaktik olduğu ve sitokinlerin eozinofil yapımını uyardığı bilinmektedir. Eozinofili genellikle yüksek RF titresi, artmış serum gama globülinleri ve azalmış serum komplemanları ile birliktelik gösterir. Altın tuzları başta olmak üzere tedavide kullanılan bazı ilaçlar da eozinofiliye yol açabilir. RA’de görülen pulmoner komplikasyonlar eozinofili ile ilişkilendirilmiştir40. Aktif RA hastalarında lenfadenopati sıktır ve genellikle aksiller, inguinal ve epitroklear bölgelerde görülür. Bu lenfadenopatiler genellikle mobildir ve hassas değildirler. Hastalık aktivitesi kontrol altına alındıkça lenfadenopati de geriler. Lenfadenopati sıklıkla Felty sendromu olmasa bile splenomegali ile birliktedir. Aktif RA’li hastaların klinik olarak % 5-10’unda radyonüklid inceleme ile de %58’inde splenomegali saptanmıştır41. 4-Akciğer Tutulumu RA’de akciğer tutulumu sıktır buna rağmen klinik bulgular siliktir. Erkekler kadınlardan daha fazla etkilenir. Plevral tutulum sık görülen tutulumlardan biridir ve genellikle asemptomatiktir. Otopsi çalışmalarında hastaların % 50’sinde plevral tutulum olduğu rapor edilmiştir42. Plevra sıvısı hücre sayısı düşük transüda şeklinde olabileceği gibi, genellikle lenfosit hakimiyetinde hücre artışıyla seyreden eksüda şeklindedir.Plevral sıvıdaki glukoz sıklıkla düşüktür. Plörezi ve plevral efüzyon hastaların % 25’inde bilateraldir. Spontan olarak gerileyebilir36. Parankimal pulmoner nodüller, yaygın sinoviti ve nodülleri olan seropozitif hastalarda görülür ve genellikle asemptomatiktir. Periferal yerleşimlidirler ve çapları 14 1cm’den 6-8cm’e kadar değişir. Kaviteleşebilir, plevral efüzyona ve bronkoplevral fistüle neden olabilirler. Parankimal pulmoner nodüllerde ayırıcı tanı için eksizyonel biyopsi yapılması gerekebilir. Hastalığın kontrol altına alınmasıyla nodüller sıklıkla geriler36. RA’de parankimal tutulum için en klasik örnek diffüz interstisyel fibrozistir. İlk kez 1948’de tanımlanmıştır43. En yaygın bulgu, PA Akciğer grafisinde bilateral baziller interstisyel tutulumdur ve genellikle asimetriktir. Tutulum yama tarzı alveolar infiltrasyon şeklinde başlar, daha sonra retikülonodüler paterne ilerler44. Kliniği idiyopatik akciğer fibrozu ile aynıdır. Erkek, seropozitif ve nodülü bulunan hastalar ile sigara içen hastalarda daha sık görülür45. Romatoid pulmoner fibrozisin patogenezi, inflamatuar mediatörlerin üretimi, HLA-DRB1 0405 ve HLA-B 40 gibi HLA genlerinin varlığı ve alfa-1 antitripsin fenotipi gibi RA ile ilgili olmayan faktörlere bağlıdır46,47. RA’de akciğer tutulumunun seyrek görülen diğer şekilleri arasında; hızlı ilerleyen ve kötü seyirli obliteratif bronşiolit, kömür tozları ile çalışan işçilerde görülen pulmoner nodül ve pnömokonyoz ile karakterize Kaplan sendromu, romatoid vaskülit sonucu gelişen nadir görülen ve ağır prognozla seyreden izole pulmoner arterit sayılabilir36. Ayrıca RA tedavisinde kullanılan metotreksat, D penisilamin ve parenteral altın gibi ilaçlar da akciğer komplikasyonlarına yol açabilirler48. 5-Göz Tutulumu RA’de en sık görülen göz tutulumu %10-35 oranla keratokonjonktivitis sikkadır. Hastalık şiddeti ile ilişki göstermez ve tedavisi semptomatiktir. Bir diğer tutulum episklerittir ve hastalık şiddeti ile ilişkilidir, selim seyirlidir ve tedavisiz iyileşir. Daha nadir görülen sklerit, nodüler, diffüz ve nekrotizan şekilde karşımıza çıkar, kötü seyirlidir ve görmeyi etkiler. Romatoid vaskülit, subkutan nodül, perikardit, ilerlemiş ve 15 aktif hastalıkla ilişkili bulunmuştur. RA kontrol altına alınsa bile ilerleyebilir. Zaman içerisinde skleromalazi ile sonuçlanabilir. RA’de görülen diğer göz tutulumları arasında üveit, episkleral nodülozis, ülseratif keratit sayılabilir. Diğer nadir görülen bir komplikasyon da üst oblik kasın tenosinoviti sonucu diplopiye yol açan Brown sendromudur36. 6-Nörolojik Tutulum RA hastalarında sinir kompresyonu ve periferik tuzak nöropatileri sık görülür. Bu tür nöropatiler, hastalığın süresi veya aktivitesinden ziyade lokal sinovitin şiddetiyle ilgilidir. En sık median, ulnar, posterior tibial ve radial sinirin posterior interosseoz dalı tutulur. Tanı klinik semptomlar ve nörolojik bulgularla konur. Karpal tünel veya tarsal tünel üzerinde yapılacak olan perküsyonla semptomlar ortaya çıkar(Tinel işareti). Sinirlerin tutulumuna bağlı olan ağrı ve paresteziler noktürnal şiddetlenme ve çevreye yayılım gösterebilir36. Odontoid proçes ya da C1 transvers ligamentinin erozyonuna bağlı olarak atlantoaxial subluksasyon görülebilir ve odontoid proçesin posteriora kaymasıyla servikal miyelopatiye yol açabilir49. Subaksiyal servikal vertebra tutulumu ile subluksasyon, spondilodiskitis ve apofisyal eklem değişiklikleri meydana gelerek ağrı ve nörolojik semptomlar ortaya çıkabilir. Servikal, torasik ve lomber vertebralardaki ekstradural nodüller sinir köklerine bası yaparak miyelopati yapabilirler36. İnme, epilepsi, hemoraji, ensefalopati ve menenjit ile kendini gösteren santral sinir sistemi tutulumu ise serebral vaskülit ve koroid pleksus ile duradaki romatoid nodüller ve/veya amiloidozis sonucu ortaya çıkar50. 16 7-Böbrek Tutulumu RA’de genellikle böbrek tutulumu görülmese de düşük dereceli membranöz nefropati, glomerulit, vaskülit ve sekonder reaktif amiloidoz tanımlanmıştır.110 hastanın renal biyopsisinin yapıldığı bir çalışmada en yaygın histopatolojik bulgunun mesengial glomerulonefrit, nefrotik sendromu olanlarda ise en yaygın amiloidozis olduğu görülmüştür51. Ayrıca RA’de altın tuzları, siklosporin, D-penisilamin ve NSAİ kullanımına bağlı olarak da böbrek tutulumu gelişebilir. RA’de hastaların %25’inde mikroalbüminüri saptanmıştır ve hastalık aktivitesi ile ilişkili olabileceği düşünülmüştür52. 8-Amiloidozis RA’in nadir görülen bir komplikasyonudur. Kronik aktif inflamasyona sekonder olarak sistemik amiloidozis görülür53. Aktif RA’li hastaların serumlarında amiloid A protein konsantrasyonunun arttığı görülmüştür54. Sistemik amiloidoz böbrek, barsak, karaciğer, kalp ve cilt gibi tüm organları tutabilir ve kötü prognozludur. RA’deki amiloidozda böbrek tutulumu en göze çarpan tutulum, proteinüri de en sık bulgudur ve hastaların % 70’inde görülür55. 9-Kas Tutulumu RA’de görülen kas zayıflığı, genellikle eklem inflamasyonuna sekonder gelişen kas atrofisine bağlıdır. Ayrıca beslenme problemleri, medikasyon ve nörolojik disfonksiyon da buna katkıda bulunur. Nadiren inflamatuar miyopati de görülür ve serum kreatin fosfokinaz (CK) düzeyinde yükselme olabilir. Bu durumda kas liflerinde dejenerasyonla seyreden hücresel infiltrasyon görülebilir. RA’de görülen kas tutulumları daha çok sekonder olup ilaçlara bağlıdır. D-penisilamine bağlı yaygın polimiyozit, kronik steroid kullanımına bağlı kas atrofisi veya hidroksiklorokine bağlı nöromiyopati gelişimi buna örnek olarak gösterilebilir36. 17 10-Romatoid Vaskülit RA’de görülen birçok klinik bulguların temelinde küçük damar vasküliti rol oynar. Subklinik vaskülit daha çok seropozitif hastalarda yaygındır ve bu hastalardan yapılan cilt biyopsisinde immün depozitler saptanmıştır. Subklinik vaskülitin uzun dönem etkileri bilinmemektedir. Ekstremiteler ve periferik sinirlerdeki damarlarda belirgin olmak üzere küçük ve orta çaplı arterlerin inflamasyonu sık görülür. Bu hastalarda HLA-DRB1 ‘in pozitiflik oranı vasküliti olmayan hastalara göre daha yüksektir56. Patolojik olarak erken dönemde damar duvarında fibrinoid nekroz ve inflamatuar hücre infiltrasyonu, geç dönemde ise arter duvarında fibrozis, oklüzyon ve rekanalizasyon görülebilir. Sistemik vaskülit ise daha nadir olup genellikle 10 yıldan uzun sürmüş olan RA hastalarında görülür. Nadiren hastalığın başlangıcında mevcuttur. Erkekler kadınlardan daha sık etkilenir. Bu hastalar destrüktif eklem hastalığı, romatoid nodüller ve yüksek titrede RF pozitifliği ile daha ağır hastalık kliniğine sahiptirler. Küçük damar vasküliti daha çok cildi tutar ve tınak yatağında infarkt, parmak uçlarında gangren ve bacak ülserlerine neden olur. Kinik hastaların çoğunda bu belirtiler ile sınırlı kalır. Vaza nervorumların tutulması sonucu distal sensoriyal nöropati, daha seyrek olrak sensorimotor nöropati ve mononöritis multipleks görülür. Venlerin tutulması sonucu palpabl deri purpuraları, daha büyük damarların tutulması sonucu mezenter veya serebral arterit gelişebilir36. Romatoid vaskülit görülen hastalar yüksek serum RF titreleri, düşük serum komplemanı, kriyoglobulinler ve dolaşan immün komplekslere sahiptirler. Ayrıca eritrosit sedimentasyon hızında artma, anemi, trombositoz ve düşük serum albümini tespit edilir57. 18 11-Kalp Tutulumu RA’deki kalp tutulumu değişik şekillerde olmakla birlikte, genellikle klinik olarak belirgin kalp hastalığına yol açmaz58. RA’de görülen kardiak tutulum şekilleri, perikardit, miyokard disfonksiyonu, koroner arterit, iletim sistemi tutulumu, kalp kapak tutulumu, aortit ve pulmoner hipertansiyondur5,6. RA vaskülit, nodül formasyonu, amiloidoz, serozit, valvulit ve fibrozis mekanizmalarıyla kardiak hastalığa yol açar4. a.Perikard Tutulumu RA’de en sık görülen kardiyak tutulum şeklidir ve ilk olarak 1881 yılında Charcot tarafından tanımlanmıştır59. Genellikle klinik olarak sessizdir, çoğu serilerde RA hastalarındaki insidansı %10’dan az bulunmuştur60,61 Otopsi çalışmalarında ise %50’ye varan oranlarda rastlanır5. Seropozitif, subkütan nodülü olan hastalarda daha sık görülür62. Perikard tutulumu kalp tamponadı, konstrüktif perikardit ve septik perikardit şeklinde olabilir63. Klinik olarak nefes darlığı, göğüs ağrısı ve çarpıntı ile kendini gösterir. Elektrokardiyografide tipik bulgusu yoktur, telekardiyografide kardiyomegali ve/veya plevral efüzyon görülebilir61. Perikardial sıvı romatoid plevral efüzyonla aynı özellikleri gösterir; yüksek protein, düşük glukoz düzeyi, değişen derecelerde lökosit sayısı, düşük kompleman seviyesi, RF ve immün komplekslere rastlanır. Hastalığın kontrol altına alınmasıyla perikardit de geriler. Hafif semptomatik hastalar genellikle NSAİ ilaçlara cevap verirler, daha ağır olgularda ise glukokortikosteroidler kullanılır. Nadiren RA’deki perikard tutulumu konstriktif perikardit veya kardiyak tamponada kadar ilerler. Erkeklerin %0.64’ü ve kadınların %0.06’sında konstriktif perikardit geliştiği bildirilmiştir63. Kardiak tamponad daha nadirdir. Medikal tedaviye yanıt kötüdür. Tamponad hastalarında perikardiyosentez denenebilir ancak tamponad veya konstriktif 19 perikardit hastalarının çoğu sonuçta perikardiyektomiye ihtiyaç duymaktadır64. RA’e bağlı perikard hastalığı özellikle yaşlı hastalarda yaşam süresini kısaltır. Ayrıca başka kalp hastalığının olması, çok sayıda eklem dışı belirti, juguler venöz distansiyon ve düşük ortalama sistemik kan basıncı kötü prognoz göstergesi olarak sayılabilir 61 . b.Miyokard ve Endokard Tutulumu RA’deki miyokard ve endokard tutulumu genellikle, vaskülit ve nodül oluşumuna bağlıdır. Otopsi çalışmalarında RA’li hastaların %20’sinde miyokardiyal inflamasyon ve miyokardiyal fibrozis saptanmıştır65,66. Genellikle klinik olarak sesssizdir. Son derece nadir olmasına rağmen aritmiler, tam kalp bloğu dahil ileti bozuklukları ve konjestif kalp yetmezliği görülebilir. Yapılan çalışmalarda hastaların diyastolik fonksiyonlarının, sistolik fonksiyonlarına göre daha çok etkilendiği gözlenmiştir,67,68. İletim sistemi anormallikleri genellikle iletim sistemini tutan romatoid nodüllere, aort veya mitral kapaktaki inflamasyonun iletim sistemine kadar uzanmasına ve amiloidozise bağlıdır69. Patolojik olarak granülomatöz inflamasyon ve spesifik olmayan interstisiyel inflamatuar hücreler görülür. c.Kalp Kapak Tutulumu RA’de hemodinamik olarak anlamlı ve histolojik olarak kanıtlanmış kapak tutulumu nadirdir. Ekokardiyografik incelemelerde %30’a varan oranlarda tutulum bildirilmiştir. İlk defa 1941’de Baggenstoss ve Rosenberg RA hastalarında kapak tutulumu olduğunu bildirmiştir70. Patolojik olarak fibrozis ve plazma hücresi, lenfosit ve polimorfonükleer lökosit içeren aktif bir inflamasyon vardır, sadece kapakçıkları değil kapak halkalarını da tutabilir71. Kapak tutulumları sıklık sırasına göre mitral, aort, triküspit ve pulmoner kapak şeklindedir71. Tutulum genellikle mitral ve aort yetmezliği şeklindedir, darlık nadir görülür72,73 . 20 d-Koroner Arter Hastalığı RA vaskülit yoluyla koroner arterleri tutabilmektedir. Postmortem serilerde %20’ye varan oranlarda koroner arterit tespit edilmiştir72. Koroner arterit, belirgin vasküliti, hızlı ilerleyen hastalığı, romatoid nodülleri ve yüksek RF titreleri olan hastalarda daha sık görülür. Nadiren morbidite ve mortaliteye neden olur. Koroner arterlerde mononükleer hücre infiltrasyonu ve Immünglobülin M(Ig M) birikimi saptanmıştır74. Tedavisi konusunda tam bir uzlaşma olmamakla birlikte koroner vaskülit tanısı konan hastalarda kortikosteroid veya immünsupresif ilaçlarla agresif bir tedavi yapılması önerilmektedir. RA’deki koroner arter hastalığında en yaygın etiyoloji ise koroner aterosklerozdur75. Koroner hastalığı bulunan çoğu hasta semptomsuz olabilir ya da artiritik semptomlar angina pektorisi gölgeler. Semptomatik hastalık stabil, stabil olmayan angina ya da miyokard enfarktüsü şeklinde kaşımıza çıkabilir. e.İletim Sistemi Tutulumu Hastaların %10’unda değişen derecelerde kalp blokları görülür72. Kalp blokları iletim sistemini tutan romatoid nodüllere bağlı olabileceği gibi, romatoid nodül içine olan kanama, amiloidozis veya kalp kapaklarındaki inflamasyonun iletim sistemine kadar uzanmasına da bağlı olabilir69. En sık birinci derece kalp bloğu görülür. Tam kalp bloğuna ise çok nadir rastlanır. f.Aort Tutulumu RA’de torasik ve abdominal aortada da tutulum görülebilir. En sık torasik aorta tutulur. Otopsi çalışmalarında aortit insidansı % 5 olarak bildirilmiştir76. Tutulum anevrizma oluşumuyla sonuçlanabilir. 21 g.Diğer Kalp tutulumları RA’deki vaskülit pulmoner arterleri tuttuğunda, pulmoner hipertansiyon gelişebilir. Pulmoner hipertansiyon ise uzun dönemde sağ ventrikül önündeki ardyükü artırdığı için kalp fonksiyonlarını etkileyebilir. Antimalaryal ilaçlar da kardiyomiyopatiye neden olabilir77. Laboratuvar Bulguları Laboratuvar bulguları, RA’e özgü değildir ve esas olarak klinik belirti ve bulgulara göre konulan tanıyı desteklemede veya hastalığın gidişini değerlendirmede kullanılırlar. RA’li hastalarda İmmünglobülin G(IgG)’nin Fc parçasına karşı oluşmuş çoğunlukla Ig M yapısında olan ve romatoid faktör(RF) olarak adlandırılan otoantikor bulunur. RF, hastaların % 60-80’inde pozitiftir. Hastalığa özgü değildir ve ilerleyen yaş ile birlikte artan sıklıkta olmak üzere, normal kişilerde de görülebilir. Ayrıca; sistemik lupus ertematozus, sjögren sendromu, kronik karaciğer hastalığı, sarkoidoz, interstisyel pulmoner fibrozis, infeksiyoz mononükleoz, hepatit B, tüberküloz, lepra, sifiliz, subakut bakteriyel endokardit, viseral leşmanyazis, şistozomiazis ve malarya hastalıklarıyla beraber görülebildiği gibi aşılama ve kan transfüzyonu sonrası normal bireylerde de görülebilir22. Epidemiyolojik çalışmalar, RF’ün yüksek titrede pozitif bulunduğu kişilerde, hastalığın daha ağır seyrettiğini, romatoid nodül ve vaskülit gibi eklem dışı belirtilerin daha sık görüldüğünü ve daha hızlı progresyon izlediğini göstermiştir78,79. Aktif RA’li hastalarda genellikle normokrom, normositik anemi görülür. Anemi ve trombositozun derecesi hastalık aktivitesi ile ilşkilidir. Lökosit sayısı genellikle normaldir fakat hafif bir lökositoz da görülebilir. Felty sendromuna bağlı olarak lökopeni olabilir. Eozinofili genelde, ağır bir hastalık tablosunun göstergesidir22. 22 Eritrosit sedimentasyon hızı, C-reaktif protein(CRP) ve seruloplazmin seviyeleri aktif hastalıkta artmıştır ve bu artış hastalık aktivitesi ve progresif eklem hasarı ile ilişkilidir22 Sinoviyal sıvı analizi inflamatuar artrit özelliği gösterse de spesifik değildir .Sıvının viskozitesi azalmış, protein içeriği artmış, glukoz içeriği ise hafif azalmış veya normaldir. Beyaz küre sayısı 5-50.000hücre/mikrolitre arasında değişir ve polimorfonükleer lökositler baskındır. Total hemolitik komplemanlar ve C3, C4 seviyeleri azalmıştır22. Radyolojik Bulgular RA’in radyolojik özelliklerini erken ve geç evre bulguları olarak ayırmak mümkündür. Erken bulgular klinik tanı konmadan ortaya çıktığı için önem taşımaktadır. Gerçekte RA’in tek ve spesifik bir röntgen bulgusu yoktur. Bulguların birikimi, lezyonun özellikle bazı eklemleri seçmesi tanıya önemli katkılar sağlamaktadır. Erken Evre Bulguları a.Yumuşak Doku Şişlikleri: Eklemi örten tendon demetleri içerisinde sinovyal bir sıvının varlığı ve periartiküler dokulardaki ödem, radyogramlarda yumuşak doku şişliğine neden olur. Genişleyen yumuşak dokuda belirgin bir kalsifikasyon görülmez. RA’de saptanan yumuşak doku şişliği en çok ulnanın sitiloid çıkıntısı hizasında ve PIF eklemler çevresinde dikkat çeker. Bir süre sonra bu şişliğe kemik rezorpsiyonu eşlik eder80. b.Ekleme Komşu Kemiklerde Osteoporoz: Subkondral olarak ortaya çıkan osteoporoz, bazen hastalığın tanısında önemli olan bir bulgu olabilir. Başlangıçta bant tarzında görülen osteoporozun oluşmasında hipereminin etkisi yanı sıra, ağrıya bağlı 23 kullanmama da rol oynar. Rutin rayogramlarda bu özelliğin yorumlanmasında güçlük olduğu durumlarda, normal grafiler ile kıyaslama gerekir80. c.Eklem Aralığı Daralması: RA’de önceleri ortaya çıkan sıvı birikimi nedeni ile eklem aralığı bir miktar geniş görülür. Bu bulgu, küçük eklemlerdeki sıvı varlığında gözden kaçabilir. Eklem yüzü boyunca pannus formasyonunun dağılarak kartilajı harap etmesi sonucu, eklem aralığı daralır. Daralma RA’de tipik olarak bütün eklem boyunca yayılır80. d.Kemik Katılımı(Erozyonlar): RA’de sinovyanın kartilaj ve daha sonra direkt subkondral kemiğe etkisi ile marjinal erozyonlar oluşur. Erozyon çevresinde skleroz minimal ve geç bir bulgudur. RA’deki erozyonlar; kompresyon erozyonları, yüzeysel erozyonlar ve psödokist şeklindedir. Erozyonlar karp kemiklerinde, proksimal falanksların kaidelerinde, metakarp başlarında, kalkaneus posterior bölümünde ve aşil tendonu yapışma yerinde görülür. İlerlemiş olgularda klavikulanın distal ucunda kemikte rezorpsiyonu oluşabilir80. Geç Evre Bulguları: RA’de geç evre bulgularının başında lüksasyon ve sublüksasyonlar gelir. En sık görülen deformasyon parmakların ulnar deviasyonudur. PIF eklemlerde ve DİF eklemlerdeki deformiteler bazen rutin radyogramlara tipik görünümde yansıyabilir. RA’in iskelet sistemindeki genel dağılımı göz önüne alınırsa, kraniyo-servikal ve servikal bölge değişiklikleri de tanıda önemli bir özellik oluşturur. Kraniyo-sevikal bölgede atlanto-aksiyal subluksasyon görülebilir. Odontoid çıkıntı ile transvers ligaman arasında bulunan sinoviyal inflamasyon, transvers ligamanın gevşemesine ve sublüksasyona yol açar. Odontoidde oluşan erozyonlara bağlı olarak, eklem aralığı genişler. Bazen de odontoid çıkıntının tama yakın erozyonu nedeni ile kemikte amputasyonlar oluşabilir. Sublüksasyon sonucu posterior deplasman oluştuğunda spinal 24 korda bası ortaya çıkabilir. RA’te eklem ve kemik deplasmanları kapsamında servikal vertebra seviyesinde olaya yol açan bir diğer neden de lezyonun diskovertebral tutulum göstermesidir 80. Topografik Özellikler a.El ve El bileği Bulguları. Hastalığın klasik radyolojik özelliklerini, el ve el bileği bulguları oluşturur. Genel radyolojik görünümler kapsamında; elde ulna stiloid çıkıntıdaki rezorpsiyon yanı sıra, el bileğinde karp kemikleri düzeyinde kemiğe benekli görünüm veren küçük lakünler ortaya çıkar. Zamanla karp kemikleri arasındaki eklem yüzleri silinerek bu kompartımanda adeta kemik yığını görünümü oluşur. PIF eklemler çevresinde sinovyal distansiyona bağlı yumuşak doku şişliği ortaya çıkar. Eklem yüzleri ve çevresinde osteolizler saptanır. Kenardaki erozyonlar RA’in erken bulgularından biridir. Bazen RA’te metakarpların başındaki erozyonlar bu kısmın adeta ‘’emilmiş bir şeker’’görünümünde harap olmasına neden olur80. b.Ayak ve Ayak bileği Bulguları Eldeki bulgulara benzer değişiklikler oluşur. Daha çok 4. ve 5. metakarplardaki eroziv değişiklikler sonucunda lüksasyon ve sublüksasyonlar saptanır80. c.Diz Eklemi Bulguları Dizdeki lezyonlar bazen sanıldığından da erken ortaya çıkabilir. Sinovyal efüzyon ile birlikte sinovyal kalınlaşma vardır. Sinovyal kalınlaşmanın pannus formasyonundan ayırt edilmesinde MRG ile inceleme önemlidir. Diz ekleminin sinoviti popliteada kist oluşturabilir. Buna Baker kisti adı verilir. Eklem yüzlerinde osteoporoz ve eklem daralması dikkati çeker. Erozyonlar ise çoğu kez eklem aralığı daralmasından sonra oluşur ve dizde oldukça seyrek görülen bir bulgudur80. 25 d.Kalça: İlerleyici ağır RA formu dışında kalça eklemi genellikle korunmuştur. Lezyon ilerlemiş bir dönemde ise görünümü yangısal osteoartiritten ayırt etmek güç olabilir ve bu dönemde kalça ekleminde asetabular protrüzyon gelişebilmektedir. Eklem aralığında daralma RA’de osteoartrozdan farklı olarak medialde daha belirgindir. Kortikoterapi uygulanan hastalarda avasküler nekroz gelişebilir80. e.Vertebral Değişiklikler: RA öncelikli olarak servikal bölgeyi tutar. Sublüksasyon, erozyonlar, diskal daralma, osteoporoz ve füzyon saptanan önemli radyolojik değişikliklerdir. Servikal bölgedeki anormallikleri rutin radyografi ve MRG bulguları olarak ikiye ayırmak mümkündür80. 1-Konvansiyonel Radyolojik Anormallikler a.Kemik erozyonları *Dens’te *İkinci servikal vertebra korpusunda *Faset eklemlerinde *Spinöz çıkıntılarda b.Sublüksasyon *Atlanto-aksiyal *Subaksiyal c.Diskal değişiklikler d.Skleroz ve füzyon 2-MRG’de Saptanan Anormallikler a.Kemik erozyonları *Denste 26 *İkinci servikal vertebra korpusunda *Subaksiyal vertebra korpusunda b.Sublüksasyon *Atlanto-aksiyal *Subaksiyal c.Nöroaksisteki değişiklikler *Atlanto-aksiyal seviyede ve daha üst seviyede duraya ve spinal korda bası *Alt seviyedeki değişiklik olrak duraya ve spinal korda bası d.MRG’de T2’de spinal kordda sinyal artışı ve kord atrofisi bulgular. f.Diğer Eklem Bulguları Dirsek ekleminde kemik erozyonları her zaman görülmeyebilir. Bazı olgularda olekranon arkasında bursite bağlı kitleye benzer bir görünüm ortaya çıkabilir. Omuz ekleminde RA’de humerus başı ligamanlarındaki gevşeme nedeni ile sublüksasyon, lüksasyon oluşabilir. Başlangıçta osteoporoz tarzında kemik değişikliği vardır. Zaman içinde subkondral erozyonların geliştiği görülür. Bazen tüberkulum majör hizasındaki erozyon RA’in önde gelen bulgusu olabilir. Humerus başındaki ve kapsüldeki değişiklikler nedeni ile rotator cuff yırtığı ortaya çıkabilir. Temporomandibular eklemlerde, kondilde basılma ve rezorpsiyon bulguları dikkati çeker. Bu yerleşimdeki değişikliklerin değerlendirilmesinde MRG’nin önemli yeri vardır80. Tedavi RA, immünogenetik duyarlı kişilerde olabilen patogenezi kompleks, kronik bir hastalıktır. Tedavi hastadan hastaya farklılık gösterir. Hastalığın her olguda değişken seyretmesi, prognozunun farklı olması, ve patogenezdeki belirsizlikler tedavinin 27 bireyselleştirilmesini zorunlu kılar. Ancak, sinovit yerleşik hale geldikten sonra, eklem hasarı ve geri dönüşü olmayan fonksiyon kaybına yol açar. Bu nedenle tedavideki esas amaç, inflamasyonun mümkün olduğu kadar erken baskılanması ve fonksiyon kaybının en aza indirilmesidir. Tedavi sakatlığı önleyici ve düzeltici olmalıdır81. Tedavide ilk adım, hastaya ve hasta yakınlarına gerekli bilginin güven verici bir şekilde anlatılması olmalıdır. Hasta-hekim ilşkisi hastalığın seyrinde çok önemli rol oynar. Tedavi ile hastalığın kaderinin değişebileceği ve bunun da uzun zaman alacağı sabırla açıklanmalıdır. Özellikle ilk 2 yılın tedavi açısından önemi büyüktür. Bu süre iyi izlenilmediği takdirde, olgularda geriye dönülmez değişikliklerin gerçekleşme riski çok yüksektir. RA’li olgunun tedavisi genel olarak multidisipliner bir çalışmayı gerektirir. Başlangıçtan itibaren Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon uzmanı devreye sokulmalıdır. Hastalığın multisistemik oluşu, zaman zaman ortopedi konsültasyonlarına ve çeşitli disiplinlere başvurmayı gerektirir. Olgunun meslek ve sosyal durumu da mutlaka dikkate alınarak ona göre programlanmalıdır. Hastalığın kronik bir seyir göstermesi sıklıkla psikolojik sorunlara yol açar. Anksiyeteden depresyona kadar çeşitli klinik tablolar görülebilir. Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Ağrıların hafifletilmesi, eklemlerin korunması ve stabilizasyonu, kasların güçlendirilmesi, fonksiyonların düzeltilmesi, dolaşımın desteklenmesi ve kontraktürlerin önlenmesi ya da giderilmesi açısından fizik tedavi ve rehabilitasyon çok önemlidir. Ayrıca inflamasyonun hafifletilmesine de yardımcı olur82. 1-Akut dönem: Eklem tutulumu yaygın, hastalık aktivitesi de şiddetliyse kesin yatak istirahatine alınır. Diğer hastalarda mutlak yatak istirahatinden kaçınılmalıdır. Bu 28 dönemde inflamasyonlu eklemlerin, fonksiyonel pozisyonda istirahate alınması gerekir. Bu immobilizasyon istirahat splintleri ile sağlanır83.Splint uygulanamayan eklemlere uygun anatomik postür verilir. Akut dönemde istirahat egzersizle desteklenmelidir. Çünkü uzun süreli hareketsizlik kas atrofilerine neden olur, kontraktürler hızlanır. İlk aşamada önerilen izometrik egzersizlerdir. Bu egzersizler, eklemi hareket ettirmeden minumum kas kasılması ile maksimum kas gerginliği sağlar. Ağrı ve inflamasyon hafiflemeye başlayınca çok nazik bir şekilde pasif egzersizler uygulanmaya başlanır. Günde 1-2 kez, 2-3 tekrar şeklinde uygulanır. Daha yüksek yoğunluktaki egzersizlerin eklem ısısında artış ve eklem sıvısında lökositoza neden olduğu saptanmıştır84. Akut dönemde yapılan bir diğer uygulama da kriyoterapidir. Bu uygulama soğuk paketler, buz torbaları vb. ile yapılır. 2-Subakut dönem: Bu dönemde inflamasyon oldukça hafiflemiştir. Ancak ağrı azalmakla birlikte devam eder. Yüzeyel ısı sağlayan ajanlar kullanılmaya başlanır. Bu evrede fizyoterapistin minimal desteğiyle yardımlı aktif eklem hareket açıklığı egzersizleri önerilir85. Egzersizler, eklemde ağrı ve zorlanmaya neden olmamalıdır. Eklemlerin korunması ve aşırı enerji kaybını önleme açısından hastanın eğitimi önemlidir. Ev içi alışkanlıklarının değiştirilmesi ve hastanın değişik alanlara adaptasyonu için ergoterapi devreye sokulur. 3-Kronik dönem: Sakatlığın oluştuğu ve deformitelerin geliştiği bir dönemdir. Bu dönemde eklem stabilitesi ya da uygunsuz yük binmesi nedeniyle alevlenmeler olabilir. Yumuşak doku kontraktürlerini hafifletmek ve eklem hareket genişliğini arttırmak amacıyla pasif germe egzersizleri uygulanır. Yeterli bir statik germe sağlamak için izometrik egzersizler önerilir. Egzersiz tedavisinden önce sıcak uygulama yapılması, eklemin egzersize hazırlanması, doku beslenmesi ve analjezi sağlanması açısından yararlıdır. 29 İlaç Tedavisi Tedavide kullanılan ilaçlar şunlardır: 1-NSAİ ilaçlar Genellikle tedavinin ilk adımını oluştururlar. Bu ilaçların analjezik ve antiinflamatuar etkilerinden siklooksijenaz prostoglandinlere faydalanılır. NSAİ ilaçların temel etki mekanizması yolunu inhibe ve tromboksan ederek A2’ye araşidonik dönüşümünü asitin endoperoksitlere, engellemektir. inflamasyonu önleyip ağrıya karşı etkili olurlar. Analjezik etkileri Böylece periferaldir. Kimyasal olarak uyarılmış siniri baskılarlar, bloke etmezler. Ayrıca antipiretik etkileri vardır. Aspirin siklooksijenazı irreversibıl olarak asetilleyerek inhibe ederken diğer NSAİ ilaçlar doza bağımlı olarak reversibıl inhibe ederler. Siklooksijenaz enzimi değişik dokulardan farklı miktarda elde edilebildiğinden her dokunun NSAİ ilaçlara duyarlılığı farklıdır. Dolayısıyla her hastanın, farklı ilaca yanıtı farklı olacağından, istenen etki alınıncaya kadar birkaç farklı NSAİ ilaç denenebilir. NSAİ ilaçlar her RA hastasına uzun süreli kullanılmasına karşın, hastalığın seyrini değiştirmezler, etkileri sadece alındıkları süre ile kısıtlıdır ve sedimentasyon, CRP gibi akut faz yanıtını baskılamazlar. NSAİ ilaçlar karaciğerde metabolize edilir ve metobolitleri renal yolla atılır. En sık gastrointestinal sistem yan etkileri ve nefrotoksik etkileri vardır86,87. Bu grup içinde en çok şu ilaçlar kullanılır; Aspirin: Anti-inflamatuar etki için kan konsantrasyonu 15-25 mg/dL olmalıdır. Bu doz günde 3-6 grama karşılık gelir. İlaç bölünmüş olarak 4 ya da 6 saatte bir verilir. İndometazin: Ortalama günlük doz 75mg’dır. Haftalık 25 mg arttırılarak maksimal 200mg’a çıkılabilir. İbuprofen: Günlük doz 1200-2400mg arasında değişir. Günde 3 veya 4 bölünmüş dozda verilir. 30 Naproksen: Günlük ortalama doz 1000mg’dır. Tolmetin: Günlük ortalama doz 1200mg’dır. Genellikle bölünmüş olarak 8 saatte bir verilir. Diklofenak: Günlük doz 75-100 mg’dır. Maksimal günlük doz 150 mg’dır. 2-Metotreksat: Folik asit antagonistidir. İmmünomodülatör ve anti-inflamatuar etkisi vardır. Sinoviyumdaki proliferatif hücreler üzerinde direkt inhibitör etki yaptığı ileri sürülmüştür.Metotreksat tedavisine cevap veren hastaların biyopsi örneklerinde, TNFalfa ve IL-1B expresyonunda azalma olduğu saptanmıştır88. Metotreksat, haftada tek gün ve tercihen tek doz olarak alınır. Başlangıç dozu haftada 7.5-10mg’dır ve bu doz yeterli klinik yanıt alınıncaya kadar, her ay 2.5- 5 mg düzeyinde artırılır. İdame dozu olarak genellikle haftada 15-20mg kullanılır. Haftalık 25-50 mg’lık doz birçok romatolog tarafından, maximum doz olarak kabul edilir. Doz arttıkça ilacın absorbsiyon oranı, biyoyararlanımı azalır. Bu sebeple 20mg üzerindeki dozlar parenteral yolla verilmelidir. Genellikle 3-6 haftada etkisinin görüldüğü bildirilmiştir89. Metotreksat alan hastalarda bulantı, kusma, iştahsızlık, diyare, stomatit, kilo kaybı, baş dönmesi, baş ağrısı ve davranış değişiklikleri görülebilir. Düşük dozla tedavi alanlarda hematolojik toksisite görülme sıklığı % 5’ten azdır. Özellikle tedavinin başında karaciğer enzimlerinde hafif yükseklik görülür, ancak bir iki haftada normale döner91. Tedavi süresince ilk 6 ayda aylık, daha sonra 2 aylık intervaller ile kan sayımı, transaminazlar ve kreatin kontrolü yapılmalıdır. Düzenli alkol alanlar, karaciğer hastaları ve böbrek işlev bozukluğu olanlarda metotreksat kullanılmamalıdır. Metotreksat kullanırken ek olarak folik asit kullanılmasının etkide bir azalma yapmadığı ve yan etkileri azalttığı bilinmektedir. 31 3-Sulfasalazin 5-aminosalisilik(5-ASA) ile bir sülfomid olan sülfopiridin konjugesidir. RA’deki etkisinin sülfopiridin ile olduğu kabul edilmektedir. RA’de erozyon gelişimini yavaşlattığına dair kanıtlar vardır92. Başlangıç dozu 0.5 gr/gün olup, haftada 0.5 gr artırılarak 4 haftada 2 gr’a çıkarılması önerilir92,93.Genellikle terapötik etkisi 4-8 haftada başlar. Yan etkileri genellikle tedavinin ilk 3 ayında ortaya çıkar. Bulantı, karın ağrısı, başağrısı, deri döküntüsü nispeten sık görülen, buna karşılık hemoliz, lökopeni, trombositopeni ve oligospermi daha seyrek görülen yan etkileridir89. Tedavinin ilk 6 ayında aylık, daha sonra 3 ayda bir kan sayımı ve transaminaz seviyeleri kontrol edilmelidir. 4-Antimalaryal ilaçlar: Hidroksiklorokin ve klorokin bu grupta kullanılan ilaçlardır. Non-eroziv, hafif seyirli hastalığı olanlarda veya kombine tedavide kullanılmaktadır. Etkileri tam olarak bilinmemekle birlikte; fosfolipaz A2’yi baskılaması, nötrofil kemotaksisini ve fagositozunu engellemesi, immün kompleks oluşumunu engellemesi gibi etkileri olduğu düşünülmektedir. RA’de klinik ve labarotuvar olarak etkili oldukları gösterilmiş, ancak radyolojik olarak erozyonları önleyemedikleri anlaşılmıştır. Başlangıç dozu hiroksiklorokin için 400mg/gündür. 200 mg/gün idame dozu ile 3-6 ay içinde iyi bir klinik cevap görülür. En önemli yan etkisi kalıcı toksik retinopatidir. Bu yüzden, 6-8 ayda bir ayrıntılı oftalmolojik muayene yapılması önerilir94,95. 5-Kortikosteroidler: Aktif RA’li hastalarda, düşük doz kortikosteroid tedavisi (7.5mg/gün prednisolon) ile, inflamasyona bağlı semptomlar baskılanarak, dramatik olarak cevap alınır. Klinik pratikte düşük doz steroid tedavisi, metotreksat veya hastalığın seyrini değiştiren diğer ilaçların etkileri ortaya çıkana kadar, hastaların semptomlarının 32 rahatlatılması için kullanılır. Ayrıca düşük doz steroidin, eklem hasarını önleyici etkileri de mevcuttur96. RA’de düşük doz steroid tedavisi önerilen hasta gurupları şöyledir97: a-2 yıldan az süreli aktif hastalığı olanlarda eklemlerde erozyon gelişmiş olsun veya olmasın eklem hasarının hızını azaltmak amacıyla tedaviye eklenmelidir. b-3-5 yıldır aktif hastalığı olanlarda eklemlerde erozyon varsa düşük doz steroid ile daha fazla erozyon gelişmesi önlenir, fakat eklem erozyonu yoksa tedaviye steroid eklenmemelidir c-5 yıldan daha uzun süreli aktif hastalığı olanlarda eklem erozyonu olsun veya olmasın tedaviye seroid eklenmesi önerilmez. Yüksek doz steroid ise vaskülit, mononöritis multipleks, akut perikardit ve plörezi varlığında kullanılır. Son yıllarda uygulanmaya başlanan yüksek doz intravenöz metilprednizolon tedavisi 1000 mg/gün dozunda olmak üzere, 3 gün üst üste veya günaşırı 3 defada uygulanır. İntraartiküler kullanımda tercih edilen steroid, triamsinolon heksaasetoniddir. Genellikle oligoartiküler seyreden ve daha çok 1-2 eklemde aktif sinovit bulguları gösteren olgularda, intraartiküler olarak uygulanır89. 6-D-Penisilamin: Günümüzde diğer ilaçlara oranla daha az kullanılmaktadır. Bazı araştırmacılar, vaskülit ya da Felty sendromu gibi bazı ekstraartiküler bulguların olduğu vakalarda kullanımını önermektedir98. 7-Siklosporin: İmmünsüpresif ve immünomodülatör etkili bir ilaçtır. Erken evredeki hastalar ile ağırlaşma eğilimi olanlarda önemli rol oynar99. Başlangıç dozu 2.5-3.5mg/kg/gündür 48 hafta sonra doz 1-2 aylık intervaller ile 0.5-1mg/kg/gün artırılabilir. Maximum doz ise 5mg/kg/gündür. Klinik cevap genellikle 3 ayda görülür. Eğer 6 ay içinde cevap 33 alınamazsa ilaç kesilmelidir. Nefrotoksisite, hipertansiyon, gastrointestinal toksisite, lökopeni ve trombositopeni gibi ciddi yan etkileri vardır. Tedavi süresince ilk 3 ay boyunca her 2 haftada bir, daha sonra ise aylık intervaller ile serum kreatin seviyesi ve kan basıncı ölçülmelidir. Eğer serum kreatin seviyesi bazalin %30 üzerine çıkmış ise, ilaç dozu 0.5-1 mg/kg/gün azaltılmalıdır89. 8-Altın preperatları: Ülkemizde bulunmayan bu ilaçların antimikrobiyal, iltihabi supresyon ve enzim inhibisyonu gibi etkileri vardır. Klinik ve laboratuvar iyileşmeye ek olarak radyolojik iyileşmeyi de sağlarlar. Gastrointesitinal, dermotolojik, kemik iliği ve nefrotoksik yan etkileri vardır 95,100. 9-Leflunomid: RA tedavisi için geliştirilmiş olan yeni bir immünomodülatör ilaçtır. De nova primidin sentezinde rol oynayan dihidroorotat enzimini baskılayarak, aktive lenfositler üzerinde etki göstermektedir. Leflunomid tedavisi ile, sinoviyal doku makrofajlarının sayısının, intercelüler adezyon molekülleri(ICAM 1) ve vasküler hücre adezyon moleküllerinin(VCAM) ekspresyonunun azaldığı saptanmıştır101. RA tedavisinde metotreksattan daha etkili olduğu bildirilmiştir102. Genellikle 3 gün süre ile verilen günlük 100mg’lık yükleme dozundan sonra günde 10-20mg idame dozunda kullanılır. Karaciğer, gastrointestinal ve cilt toksisitesine yolaçabilir. 10-İnfliksimab: Monoklonal TNF-alfa antikorudur. Metotreksat tedavisine cevap vermeyen ağır ve aktif hastalığı olanlarda, semptomları kontrol altına almak amacıyla kombinasyon halinde kullanılır. 3mg/kg dozunda 8 saatte bir 3 kez infüzyon şeklinde verildikten sonra, aynı doz 2-4 haftalık intervaller ile tekrarlanır. Tedavi ile otoantikor oluştuğu bildirilmiştir 89,103. 34 11-Etanercept: TNF alfa’ya bağlanarak onların reseptörlerine bağlanmasını bloke eden, bir TNF reseptör füzyon proteinidir. Önerilen doz haftada iki kez 25mgdır. Subkütan uygulanır. Orta veya şiddetli derecede aktif RA’de kullanılır. Fırsatçı enfeksiyon ve otoantikor oluşması gibi yan etkileri vardır89. 12-Anakinra: IL-1 reseptör antagonistidir. Hastalığın seyrini değiştiren ilaçlara cevap vermeyen ağır olgularda, metotreksat ile kombine veya tek başına kullanımı önerilmiştir104. Hastalığın semptomlarını azaltması yanında, progresif eklem hasarının hızını da azalttığına dair çalışmalar vardır105. Önerilen kullanım şekli 100mg/gün dozunda subkütan uygulamadır. Şu ana kadar yapılan çalışmalarda, anakinranın fırsatçı enfeksiyonlara neden olduğuna dair bir kanıt yoktur106. 13-Biyolojik ajanlar: RA’in immünopatogenezi aydınlandıkça, hastalığın aktivitesini ya da kötüye gidişini yavaşlatan veya durduran yeni immünofarmokolojik ajanlar geliştirilmektedir. Bunlardan bazıları ile iyi sonuçlar alınmasına rağmen, daha büyük ve kontrollü çalışmalara gereksinim vardır. RA’de kullanılabilecek biyolojik ajanlar; hücresel işlevlerin baskılanması, sitokin/reseptör işlevlerinin baskılanması, immün cevabın TH1’den TH2’ye çevrilmesi, üç moleküllü kompleksin(TCR/peptid/MHC) inhibisyonu, apopitoz/büyüme faktörü ile ilgili tedaviler olarak kısaca bahsedilebilir107. RA’de Kombine Tedavi RA tedavisinde, tek bir ilaçla sürekli ve başarılı bir etki nadiren sağlanır. Bu ilaçlar bir zaman sonra, başlandıkları andaki etkilerini yitirmektedirler. Buna bağlı olrak hastalık reaktive olmakta veya ilerlemesine devam etmektedir. Yapılan çalışmalar 35 kombine tedavinin tekli veya ikili tedaviden daha üstün olduğunu göstermiştir. Yeni çıkan biyolojik ajanlar da bu kombinasyon içinde yer almaya başlamışlardır. RA’li her hastada aynı ilaç aynı doz diye bir tedavi şekli yoktur. Bu tamamen hastaya göre, hastalığın aktivitesine göre karar verilecek bir durumdur. Ancak tanı alan bir hastada tedavinin amacını düşünürsek; ağrının giderilmesi, hastalığın kontrol altına alınması, eklem erozyonlarının ve sistemik komplikasyonların gelişmesinin engellenmesi gibi, o zaman tedavide ağrı kesici, hastalığı modifiye edici, uzun etkili ve hatta biyolojik bir ajan olması gerekmektedir. Uzun etkili ilaçların tek başına kullanımı, hem klinik bulguların baskılanmasında, hem de radyolojik ilerlemenin durdurulmasında genellikle yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle bugün için etkili tedavi, erken dönemde yoğun bir ilaç kombinasyonu ve remisyon sağlandıktan sonra ilaçların azaltılmasıdır(step-down yaklaşımı). Metotreksat-Sulfosalazin-Hidroksiklorokin etkinliği kanıtlanmış ve sık kullanılan bir kombinasyondur108. Ayrıca Metotreksat-Etanercept109 ve MetotreksatLeflunomid110 kombinasyonlarının da tek başına MTX’dan daha etkili olduğu gösterilmiştir. RA’de Prognoz Aşağıdaki faktörler RA’in prognozunu etkiler. 1-Kadın cinsiyet 2-Sinsi başlangıç 3-Simetrik hastalık tablosu 4-Başlangıçtaki aktivitenin uzun olması 5-Erken dönemde birçok eklemde sıvı toplanması 6-Kilo kaybı ve iştahsızlık gibi genel semptomların varlığı 36 7- Romatoid nodüllerin erken ortaya çıkması 8- Romatoid nodüllerin tekrarı 9- Eklem dışı bulguların varlığı 10-Radyolojide erozyonların erken ortaya çıkması 11-RF’ün erken pozitifleşmesi ve yüksek titrelerde olması 12-Kriyoglobulinemi 13-HLA-DR4 ve DR-1’in pozitif olması 14-Yüksel eritrosit sedimentasyon hızı 15-Trombositoz 16-Eozinofili 17-Anti-R33 ve APF pozitifliği 18-Hastanın kendine yardımı reddetmesi ve negatif tutumda olması 19-Doğru ve uzun süreli temel tedavi verilmemesi 20- Özellikle uzun etkili ilaçlara olumlu cevap alınamaması Yukarıdaki faktörlere ek olarak daha az ölçüde olmak üzere, başka çevresel faktörler de hastalığın seyri üzerinde, olumlu ya da olumsuz etki yapabilir. Gebelik süresince hastalık aktivitesinde hafifleme görülür, ancak bu durum doğumdan sonra kaybolmaya başlar. Hastanın içinde bulunduğu fizik ve mental koşullar da hastalığı etkileyebilir. Paralitik ekstremitede RA daha hafiftir. Parkinsonlu hastalarda eklem erozyonları daha çok harabiyet yapar. Diyabetli RA’lilerde eklemler daha erken ve ağır bir harabiyet gösterir 37 B. QT DİSPERSİYONU VE KLİNİK ÖNEMİ QT MESAFESİ Q dalgasının başlangıcından T dalgasının izoelektrik hatta dönüşüne kadar geçen süre QT mesafesi olarak adlandırılır. QT mesafesi, ventriküllerin depolarizasyon ve repolarizasyonu için geçen süreyi yansıtır. Erişkinlerde 0.35 ile 0.44 saniye arasında değişir. QT mesafesi kalp hızıyla değişkenlik gösterdiği için Bazzet formülü ile düzeltilerek hesaplanır. Düzeltilmiş QT mesafesi(QTc), QT mesafesinin RR mesafesinin kareköküne bölünmesiyle elde edilir. Düzeltilmiş QT mesafesinin üst sınırı 0.46sn(460 msn)dir111. Şekil 1.Normal elektrokardiyogram 38 Bu süre; *Elektrolit bozuklukları *Bazı ilaçlar(antiaritmikler, psikotrop ilaçlar) *Santral sinir sistemi hastalıkları(subaraknoid kanama, menenjit) *Aritmiler(kronik idiyoventriküler ritim) *İskemi *Konjenital uzun QT sendromları *Hipotermi *Kalp hızı değişiklikleri gibi nedenler ile değişebilir. Diyabetik hastalarda da otonom nöropatiye bağlı olarak QT mesafesi uzamaktadır112. QT mesafesindeki uzama, miyokard enfarktüsünden sonra gelişen aritmilerin ve kötü prognozun tahmininde de rol oynar113. Kalp yetersizliğinde ani ölümlerle, artmış QT dağılımı arasında yakın ilişki saptanmıştır114. QT DİSPERSİYONU İlk kez 1985’te, Campbell ve ark. bir digitizer programı kullanarak, değişik derivasyonlardaki QT mesafeleri arasında, küçük fakat devamlı farklar bulmuşlardır115 . Daha sonra yapılan çalışmalarda, derivasyonlar arasında QT mesafesi değişikliklerinin kayıtlardaki artefaktlardan kaynaklanmadığı ve ventrikül toparlanma bozukluklarının altındaki sebepleri belirlemede faydalı olabileceği yönündeki kanıtlar gittikçe artmıştır116. EKG’deki en uzun QT mesafesi ile en kısa QT mesafesi arasındaki farka QT dispersiyonu(QTd), eğer düzeltilmiş QT mesafeleri kullanılırsa da düzeltilmiş QT dispersiyonu(QTcd) denir. QT mesafesinin bölgesel farklılığını gösterir. 50msn üst sınır olarak kabul edilir117. 39 QT dispersiyonunun, miyokard repolarizasyonundaki bölgesel hetorejeniteyi gösterdiği kabul edilir. Homojen olmayan miyokard repolarizasyon zamanının nedeni; bölgesel ileti yavaşlaması veya ileti yolu değişmesi sonucu aksiyon potansiyel süresindeki gecikme ile açıklanmaktadır. QT dispersiyonu ne kadar fazla ise ventrikül repolarizasyon homojenitesi o kadar azdır ve dolayısıyla ventriküler insitabilite o kadar fazla demektir118. Nonhomojen ileti değişimi, monofazik aksiyon potansiyel ölçümleriyle gösterilebilir ancak girişimsel elektrofizyolojik çalışmalar gerektiği için rutin olarak kullanılmamaktadır119. Ventriküllerin farklı bölgelerindeki homojen olmayan ileti hızları veya repolarizasyon, reentri mekanizması yolu ile ciddi ventriküler aritmilere, dolayısıyla da ani kalp ölümlerine sebep olabilir11. Miyokardial iskeminin veya ventriküler dilatasyonun sebep olduğu yama tarzındaki fibrozis, hetorejen ventrikül repolarizasyonuna neden olur. QTd’nun periferik damar hastalığında, iskemik kalp hastalığında, dilate ve hipertrofik kardiyomiyopatilerde, hipertansiyonda ve son dönem böbrek hastalarında artmış kardiyovasküler mortalite ve morbidite ile ilişkili olduğu gösterilmiştir120. Klinikte ve araştırmalarda QT dispersiyonunun kullanılma potansiyeli hala tam olarak belirlenmemiş olmakla birlikte, bu konudaki çalışmalar devam etmektedir. C. ROMATOİD ARTRİT VE QT DİSPERSİYONU RA’de mortalite artmıştır. Populasyondaki gözlenen ve beklenen olay oranlarını karşılaştıran standardize mortalite oranları, epidemiyolojik kontrollerle karşılaştırıldığında RA hastalarında iki kattan daha fazla artış olduğunu ortaya koymaktadır7. Ayrıca RA’in ortalama beklenen yaşam süresini erkeklerde 7 yıl, kadınlarda ise 3 yıl azalttığı gözlenmiştir121. RA’de mortalite artışının nedenleri multifaktoriyeldir. Kardiyovasküler hastalık, enfeksiyon, renal hastalık, malignansi, 40 gastrointestinal komplikasyonlar, osteoporoz, respiratuvar hastalık nedenler arasındadır122,123,124. Bunlar arasında en yaygın ölüm nedeni ise kardiyovasküler hastalıktır. RA’li hastalarda kardiyovasküler hastalıktan dolayı ölüm oranı normal populasyon ile karşılaştırıldığında anlamlı bir şekilde yüksek bulunmuştur 8,9,10. RA’de görülen kalp tutulumu değişik şekillerde olmaktadır. Perikardit, koroner arterit, miyokardit, kapak disfonksiyonu ve iletim anormallikleri hastalığın kardiak tutulumları arasında sayılabilir67,71. RA vaskülit, nodül formasyonu, amiloidoz, serozit, valvülit ve fibrozis mekanizmalarıyla kardiak hastalığa yol açar. Vaskülit ve nodül oluşumu endokard tutulumundan, aynı zamanda da miyokardiyal inflamasyon ve miyokardiyal fibrozisden sorumlu mekanizmalardır65,66. İletim sistemi anormallikleri genellikle iletim sistemini tutan romatoid nodüllere, aort veya mitral kapaktaki inflamasyonun iletim sistemine kadar uzanmasına ve amiloidozise bağlıdır69. Koroner arter tutulumunda ise en yaygın etiyoloji koroner ateroskleroz olmakla beraber75, vaskülit de önemli bir rol oynar72. RA’de kardiyak semptomlar genellikle ihmal edildiği için, klinik olarak tanı konması gecikir. Kalpte görülen değişikliklerin büyük çoğunluğu, ölümden sonra tespit edilir. Bu konuda yapılan anatomopatolojik çalışmalar klinik çalışmalardan çok daha fazladır. Klinik inceleme için kullanılan metodların kardiyak tutulumu göstermede çoğunlukla başarısız kalması da tanıyı geciktirir. Ayrıca karakteristik dinleme bulgusu ve tipik klinik semptomun olmayışı, elektrokardiyogram üzerindeki değişikliklerin spesifik olmayışı da buna katkıda bulunur QT dispersiyonundaki artışın reentry mekanizması ile ventriküler aritmilere neden olduğu125 ve iskemik kalp hastalığı olanlarda artmış QT intervalinin ani ölümlerle olan ilişkisi bilinmektedir126. Fakat RA’li hastalarda QT dispersiyonundaki artışın ventriküler aritmi riskini artırıp artırmadığı ve kardiyak mortaliteye neden olup olmadığı tartışmalıdır. RA’deki kardiyak tutulumların birçoğu iyi bilinmesine rağmen, 41 QT dispersiyonu ve QT mesafesi ile ilgili yapılan çalışmalar çok da tatmin edici sonuçlar vermemiştir. J.K. Alkaabi ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada kontrol grubu ile karşılaştırıldığında RA’li hastaların QT dispersiyonunun arttığı ve ekstraartiküler tutulumu olanlarda bu artışın daha bariz olduğu saptanmıştır127. Yine M. Alpaslan ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada da sağlıklı yetişkinlerle kıyaslandığında RA’li hastalarda QT mesafesi ve QTc dispersiyonunun artmış olduğu görülmüştür128. Fakat Wislowska ve arkadaşları yaptıkları iki çalışmada da, RA’li hastalarda QT mesafesinin kontrol grubuna göre bir farklılık göstermediğini ortaya koymuşlardır129,130. 42 3. MATERYAL VE METOD A-HASTA SEÇİMİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ Çalışmamıza Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Romatoloji Polikliniğine başvuran, 33 RA hastası alınmıştır. 15 sağlıklı bireyden de kontrol grubu oluşturulmuştur. Hastalık tanısı Amerikan Romatizma Birliği’nin 1987’deki gözden geçirilmiş tanı kriterlerine göre kondu(Tablo 1). Buna göre en az 4 pozitif kriteri olan hastalar RA olarak kabul edildi. Kalp yetmezliği, diabetes mellitus, hipertansiyon, amiloidoz, romatizmal ateş ,eforlu EKG testi veya koroner anjiografi ile iskemik kalp hastalığı tanısı almış, klinik olarak kapak hastalığı saptanan, fizik muayene ve PA akciğer grafilerine göre pulmoner hastalığı olan, EKG’de dal bloğu, aritmileri, kardiyotoksik veya QT aralığını etkileyen herhangi bir ilaç kullanan, elektrolit bozuklukları olan hastalar çalışmaya dahil edilmedi. Hastaların yaşı, boy ve kiloları, vücut kitle indeksleri, hastalığın süresi, geçmişte veya hali hazırda steroid kullanımı kaydedildi. Tüm olguların sistolik ve diyastolik kan basıncı, en az 5 dakika dinlendikten sonra sağ brakial arterden havalı monometere kullanılarak, vücut ağırlığı ise üzerinde hafif giyeceklerle, ayakkabısız olarak 0,1kg hassasiyetle ayarlanmış tartı ile ölçüldü. Boy ölçümleri; ayakta durmakta iken 0,01m hassasiyetle ayakkabısız olarak yapıldı. Vücut kitle indeksi; vücut ağırlığı metre olarak boyun karesine bölünerek (kg/m2) hesaplandı. Hastaların kan şekeri, total kolesterol, HDL-kolesterol, LDL-kolesterol, trigliserid ölçümleri için kan örnekleri; 12 saatlik açlık sonrası, saaat 08.30-09.00 arasında, ön kol veninden, kola en çok 30sn turnike uygulanarak, 20 gauge iğne uçlu 43 vacutainer ile kuru tüpe 5ml alındı. Ölçümler, Roche E-170 pp otoanalizöründe immünoturbimetrik ölçümle yapıldı. LDL-kolesterol düzeyi Friedewald formülü ile hesaplanmıştır. Kontrol grubunda da hastalar için yapılan tüm ölçümler ve laboratuvar tetkikleri yapıldı. EKG kayıtları alındı. B-QT DİSPERSİYONUNUN ÖLÇÜMÜ QT aralığının ölçümleri için 12 kanallı EKG kayıtları alındı. EKG kayıtları; Petaş Kardiyopet 500 kayıt cihazı kullanılarak 25 mm/sn ve 10 mm/mV genlikte yapıldı. Q dalgasının başından T dalgasının izoelektrik hatta döndüğü son noktaya kadarki mesafe, QT aralığı olarak, milisaniye cinsinden ölçüldü. U dalgası olan EKG’lerde, T ve U dalgaları arasındaki en düşük nokta T dalgasının sonu olarak kabul edildi. T dalgasının bitişi tam olarak tespit edilemeyen derivasyonlar analiz edilmedi. Kalp hızına göre Bazzet formülü(QT/√R-R) ile düzeltilmiş QT aralığı hesaplandı111. Her derivasyonda ard arda gelen üç atımın düzeltilmiş QT(QTc) aralığının ortalaması o derivasyonun QTc aralığı olarak alındı.En az 9 derivasyonda QTc aralığı hesaplanan hastalar çalışmaya dahil edildi. QTc dispersiyonu, en uzun QTc aralığı(QTcmax) ile en kısa QTc(QTcmin) aralığı arasındaki fark hesaplanarak ölçüldü. QTc dispersiyonunun üst sınırı 50 milisaniye olarak kabul edildi. Bütün ölçümler manuel olarak yapıldı. C.İSTATİSTİKSEL İNCELEMELER Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için SPSS(Statiscal Package for Social Sciences) for Windows 10.0 programı kullanıldı. Çalışma verileri değerlendirilirken, tanımlayıcı istatistiksel metodların (Ortalama,Standart sapma) yanısıra parametrelerin Kolmogorov Smirnov testi ile 44 normal dağılım gösterdikleri saptandı ve verilerin karşılaştırılmasında t Student testi kullanıldı; çalışma grubunda hastalık sürelerine göre QTcd parametresi değerlendirmesi olgu sayısı nedeniyle Kruskal Wallis test ile steroid kullanımı değerlendirmesi de yine olgu sayısı nedeniyle Mann Whitney U test ile değerlendirildi. Sonuçlar %95’lik güven aralığında, anlamlılık p<0,05 düzeyinde değerlendirildi. 45 4.BULGULAR Çalışma 33’ü çalışma ve 15’i kontrol grubunda yer alan toplam 48 olgu üzerinde yapılmıştır. Olguların yaşları 26 ile 65 yıl arasında değişmekte olup ortalama yaş 47,81±10,41 yıldır. Çalışma ve kontrol grubundaki olguların tümü kadındır. Demografik özelliklere göre değerlendirmeler Tablo 2’de gösterilmiştir. Tablo 2: Demografik özelliklere göre olguların dağılımı Çalışma Grubu Kontrol Grubu Test (n=33) (n=15) Değeri; p Ort. SD Ort. SD Yaş (yıl) 49,78 8,90 43,46 12,39 Boy (cm) 159,51 7,16 159,33 4,45 Kilo (kg) 73,57 11,79 69,27 7,95 28,88 4,41 27,33 3,27 122,21 9,31 118,33 12,91 72,61 6,78 76,00 7,61 Vücut Kitle İndeksi (kg/m2) Sistolik Kan Basıncı (mmHg) Diyastolik Kan Basıncı (mmHg) t: Student test t:2,001; p:0,053 t:0,107; p:0,915 t:1,285; p:0,205 t:1,212; p:0,232 t:1,182; p:0,243 t:-1,548; p:0,128 *p<0,05 Grupların yaş ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktur (p>0,05). Grupların kilo dağılımları, boy dağılımları, vücut kitle indeksleri, sistolik kan basıncı ve diyastolik kan basıncı ölçümleri arasında da istatistiksel olarak anlamlı farklılık görülmemektedir (p>0,05). 46 Yaş (yıl) Ortalam 50 40 30 20 10 0 Çalışma Grubu Kontrol Grubu Şekil 2: Yaş Ortalama Değerlerinin Gruplara Göre Dağılımı Tablo 3: Hastalık süresi ve steroid kullanımı dağılımı Hastalığın Süresi n % ≤ 5 yıl 16 48,5 5-10 yıl 11 33,3 > 10 yıl 6 18,2 Var 25 75,8 Yok 8 24,2 Steroid Kullanımı Çalışma grubu olgularında hastalık süresi 5 yıl ve altında olan olgular 16 (%48,5); 5-10 yıl arasında olanlar 11 (%33,3) ve 10 yıl üzerinde olanlar 6 (% 18,2) oranındadır. Olguların 25 (%75,8)’inde steroid kullanımı mevcuttur. 47 Hastalığın Süresi > 10 yıl 18,2% <= 5 yıl 48,5% 5-10 yıl 33,3% Şekil 3: Hastalık Sürelerine Göre Dağılım Grafiği Oran (%) 80 70 60 50 40 30 20 10 0 Var Yok Steroid Kullanımı Şekil 4: Steroid Kullanımına Göre Dağılım Grafiği 48 Tablo 4: Gruplara göre biyokimyasal parametrelerin değerlendirilmesi Çalışma Grubu Kontrol Grubu Test (n=33) (n=15) Değeri; p Ort. SD Ort. SD t:-0,948; 92,39 95,60 11,15 10,17 Glukoz (mg/dl) p:0,348 t:-0,245; 120,21 122,40 25,96 33,99 LDL (mg/dl) p:0,807 t:-1,881; 109,24 123,27 49,87 53,79 Trigliserid (mg/dl) p:0,383 t:0,041; 48,67 48,53 11,13 8,90 HDL (mg/dl) p:0,968 Total Kolesterol t:-1,164; 190,76 204,80 34,58 46,94 (mg/dl) p:0,251 t:0,760; 75,21 72,80 10,21 10,15 Kalp Hızı p:0,451 t: Student t test Grupların glukoz, LDL, trigliserit, HDL, total kolesterol ve kalp hızı ölçümleri arasında ise istatistiksel olarak anlamlı farklılık görülmemektedir (p>0,05). Tablo 5: QT parametrelerinin gruplara göre değerlendirme sonuçları Çalışma Grubu (n=33) Ort. SD Kontrol Grubu (n=15) Ort. SD QTmax (ms) 383,42 20,24 378,20 24,17 QTmin (ms) 341,42 22,11 342,87 25,78 QTcmax(ms) 434,79 18,40 419,60 20,25 QTcmin(ms) 383,48 19,97 375,60 21,09 QTd (ms) 42,00 15,40 35,33 9,29 QTcd (ms) 51,30 16,16 44,00 9,57 t: Student test *p<0,05 49 Test Değeri; p t:0,780; p:0,439 t:-0,199; p:0,843 t:2,570; p:0,013* t:1,246; p:0,219 t:1,548; p:0,128 t:2,120; p:0,043* QTmax değeri çalışma grubunda daha yüksek olarak saptanmasına rağmen gruplara göre istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0,05). QTmin değerleri de gruplara göre istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0,05). QTcmax ölçümleri çalışma grubu olgularında kontrol grubuna göre anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur (p<0,05). QTcmin ölçümleri gruplara göre istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0,05). QTd ölçümleri de gruplara göre istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0,05). QTcd ölçümleri çalışma grubu olgularında kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur (p<0,05). Ortalama ms 400 350 300 250 200 150 100 50 0 QTmax QTmin Çalışma Grubu Kontrol Grubu Şekil 5: QTmax ve QTmin Ölçümlerinin Gruplara Göre Dağılımı 50 Ortalama ms 450 400 350 300 250 200 QTcmax QTcmin Çalışma Grubu Kontrol Grubu Şekil 6: QTcmax ve QTcmin Ölçümlerinin Gruplara Göre Dağılımı Ortalama ms 60 50 40 30 20 10 0 QTd QTcd Çalış ma Grubu Kontrol Grubu Şekil 7: QTd ve QTcd Ölçümlerinin Gruplara Göre Dağılımı 51 Tablo 6: Çalışma grubu olgularında hastalık süresi ve steroid kullanımı durumuna göre QTcd dağılımı QTcd (ms) Hastalığın Süresi Test Değeri; p Ort. SD ≤ 5 yıl (n=16) 45,69 16,65 5-10 yıl (n=11) 55,91 11,73 > 10 yıl (n=6) 57,83 19,11 Var (n=25) 52,60 15,91 Z:-0,989; Yok (n=8) 47,25 17,35 p:0,323 KW:2,814; p:0,245 Steroid Kullanımı KW: Kruskal Wallis test z: Mann Whitney U test Hastalık sürelerine göre QTcd ölçümleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0,05); hastalık süresi arttıkça QTcd ortalama değerleri de yükseliş göstermekte fakat bu yükseliş anlamlı olarak bulunmamıştır. Steroid kullanan olguların QTcd ölçümleri yüksek bulunmasına rağmen istatistiksel olarak anlamlı değildir (p>0,05). 60 Ortalama QTcd (ms) 50 40 30 20 10 Hastalığın Süresi Yok Var > 10 yıl 5-10 yıl <= 5 yıl 0 Steroid Kullanımı Şekil 9: Çalışma grubu olgularında hastalık süresi ve steroid kullanımı durumuna göre QTcd dağılımı 52 5.TARTIŞMA Kronik multisistemik bir hastalık olan RA, kardiyovasküler sistemi de etkilemektedir. RA’in kalp tutulumu; perikardit, miyokardit, koroner arterit, kapak lezyonları, iletim bozuklukları ve aortit şeklinde olabilmektedir72. Kardiyovasküler sistem değişiklikleri, her ne kadar eklem belirtilerinin gölgesinde kalıyorsa da aslında bu hasta grubunda en yaygın ölüm nedenini oluşturmaktadır9,10. Wallberg -Jonsson ve arkadaşları RA’li hastalarda kardiyovasküler nedenlerden dolayı ölüm oranını kadınlarda 1.64, erkeklerde ise 1.47 oran ile normal populasyona göre artkın bulmuşlardır8. EKG’deki en uzun QT mesafesi ile en kısa QT mesafesi arasındaki farkın hesaplanmasıyla elde edilen QT dispersiyonu, miyokard repolarizasyonundaki bölgesel heterojeniteyi gösterir. Miyokarddaki bölgesel ileti yavaşlaması veya ileti yolu değişmesi sonucu aksiyon potansiyel süresindeki gecikme, repolarizasyonda bölgesel heterojeniteye sebep olur. QT dispersiyonu ne kadar fazla ise ventrikül repolarizasyon homojenitesi o kadar azdır ve dolayısıyla ventriküler insitabilite o kadar fazla demektir118. Ventriküllerin farklı bölgelerindeki homojen olmayan ileti hızları veya repolarizasyon reentri mekanizması yolu ile ciddi ventriküler aritmilere dolayısıyla da ani kalp ölümlerine sebep olabilir11. QT dispersiyonunun Bazzet formülüne göre düzeltilmiş değeri olan; düzeltilmiş QT dispersiyonunun milisaniyedir(ms)117. Düzeltilmiş QT dispersiyonu artmış olan üst sınırı 50 bireylerde ciddi ventriküler aritmiler ve ani kardiyak ölüm riski artmaktadır131. RA’deki kardiyak tutulumların birçoğu iyi bilinmesine rağmen, ventriküler aritmi riskine yatkınlığın göstergesi olan QT dispersiyonuyla ilgili elimizde çok da 53 tatmin edici veriler yoktur. Çalışmamızda QT dispersiyonu RA grubunda 42,00±15,4ms, kontrol grubunda 35,33±9,29ms değerleriyle RA grubunda daha yüksek saptanmış, fakat bu yükseklik istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır(p>0,05). Düzeltilmiş QT dispersiyonu ise RA grubunda 51,30±16,16ms, kontrol grubunda 44,00±9,57ms değerleri ile RA grubunda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek tespit edilmiştir(p<0,05). RA grubundaki düzeltilmiş QT dispersiyonunun artmış ve istatistiksel olarak olarak anlamlı bulunması, RA’de homojen olmayan ventrikül repolarizasyonuna ve reentri mekanizması yolu ile ventriküler aritmi riskine yatkınlığını artırmaktadır. Ayrıca QT dispersiyonu iki grup arasında anlamlı farklılık göstermezken, düzeltilmiş QT dispersiyonunun istatistiksel olarak anlamlı bulunması QT dispersiyonunun kalp hızına göre düzeltilmiş değerinin önemini ortaya koymaktadır. Ayrıca, ventriküllerin depolarizasyon ve repolarizasyonu için geçen süreyi yansıtan QT mesafesi de, ventriküler aritmilere yatkınlığı göstermektedir132. QT mesafesindeki uzamanın, miyokard enfarktüsünden sonra gelişen aritmilerin ve kötü prognozun tahmininde de rol oynadığı kabul edilmektedir113. Çalışmamızda düzeltilmiş QTmax değeri RA grubunda 434,79±18,40ms, kontrol grubunda ise 419,60±20,25ms olarak tespit edilmiş ve iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmuştur(p<0,05). Mete Alpaslan ve arkadaşları 64 RA hastası ile sağlıklı kontrolleri karşılaştırdakları çalışmada, QT mesafesi ve düzeltilmiş QT dispersiyonunu ölçmüşlerdir128. RA ve kontrol grubunda sırasıyla QT dispersiyonu 56±24ms ve 40±15ms, düzeltilmiş QT dispersiyonu 65±27ms ve 45±19ms, düzeltilmiş QTmax 459±30ms ve 436±28ms, QTmin 338±28ms ve 352±26ms olarak iki grup arasında anlamlı derecede farklı bulmuşlar ve RA grubunda QT dispersiyonundaki bu artışın aritmileri tetikleyebileceğini ileri sürmüşlerdir. Bu 54 çalışmada bulunan sonuçlar çalışmamızı desteklemektedir. RA’li hastalarda, QT dispersiyonundaki artışın ventriküler aritmi riskini artırdığını ortaya koyan bir başka çalışma da, Goldeli ve arkadaşları tarafından yapılmış ve 24 saat ambulatuar elektrokardiyografi kayıtlarıyla, prematur ventriküler repolarizasyon kompleksleri ile dispersiyon paremetreleri arasındaki korelasyonu ortaya koymuşlardır133. Alkaabi ve arkadaşlarının RA hastalarında subklinik aterosklerozu araştırmak için yaptıkları çalışmada, daha önce kardiyak hastalık öyküsü olmayan RA hastaları ile sağlıklı kontrol grubu çalışmaya alınmış, hastaların QT dispersiyonu ile beraber karotis intima media kalınlıkları, brakial kan basıncı indeksi ölçümleri de yapılmıştır127. RA grubunda QT dispersiyonu 55ms, kontrol grubunda ise 40ms olarak hesaplanmış ve aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur.Ayrıca daha yüksek karotis hastalık ve periferal hastalık prevelansı ile, subklinik vasküler hastalık riski artışını gösteren iki parametre de anlamlı bulunmuştur. Bulunan sonuçlar çalışmamızı desteklerken, bu çalışmada farklı olarak QT dispersiyonu ile karotis intima media kalınlığı arasındaki ilişki de incelenmiş ve pozitif korelasyon saptanmıştır. Wislowska ve arkadaşları 100 RA hastası üzerinde, 24 saat elektrokardiyografik holter monitorizasyonu, elektrokardiyografi bulguları ve ekokardiyografi ile hastalığın kardiyak tutulumunu araştırmışlardır130. EKG’de QT mesafesi RA grubunda 378±32ms, kontrol grubunda 376±30ms ile iki grup arasında anlamlı farlılık bulunamazken, 24 saat Holter EKG monitorizasyonu ile ritim bozuklukları açısından da iki grup fark göstermemiştir. Fakat RA grubunda standart EKG kayıtları, daha sık repolarizasyon değişikliği olduğunu ortaya koymuştur. Bu değişkenlik hastalığın aktivitesi, fonksiyonel indeksi ve süresi ile karşılaştırıldığında anlamlı bulunmuştur. Yine Wislowska ve arkadaşları yaptıkları ikinci bir çalışma ile de, nodüler ve non nodüler RA hastalarıyla kontrol grubunu karşılaştımışlardır129. Nodüler RA grubunda QT mesafesi 373±35ms, 55 non-nodüler RA grubunda 377±25ms ve kontrol grubunda 377±25ms olarak saptanmış ve gruplar arasında farklılık bulunmamıştır. Nodüler RA grubunda supraventriküler ve ventriküler prematür atımlara daha sık rastlanmasına rağmen gruplar arasında istatistiksel anlamlılık saptanmamıştır. Nodüler grupta %14, non nodüler grupta %2.8 hastada ritim ve iletim anormalliği gözlenmiştir. Bu iki çalışmada bizim çalışmamızdan farklı olarak QT mesafeleri gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bulunmasa da, RA grubunda daha sık repolarizasyon değişkenliği, ritim ve iletim anormalliği saptandığını göstermiştir. Belki yukarıdaki bu iki çalışmada da, ventrikül repolarizasyon inhomojenitesi için daha iyi bir gösterge olan QT dispersiyonu bakılmış olsaydı, anlamlı sonuçlar alınabilirdi. RA ile ilgili yapılan mortalite çalışmaları hastalığın süresi ile mortalite arasındaki ilişkiyi ortaya koymuştur. Cobb ve arkadaşları yaptıkları çalışmada RA’li olgularda yaşam beklentisinin daha az olduğunu göstermişlerdir27. Çalışmamızda hastalık süresi arttıkça, düzeltilmiş QT dispersiyonu ortalama değerleri de yükseliş göstermektedir. Hastalık süresi 5 yıl ve altında olanlarda düzeltilmiş QT dispersiyonu 45,69 ±16,65ms iken, 5-10 yıl arasında olanlarda 55,91±11,73ms ve 10 yıldan fazla olanlarda ise 57,83±19,11ms olarak saptanmış fakat bu yükseliş, istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır(p>0,05). Benzer şekilde Alpaslan ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada da, düzeltilmiş QT dispersiyonu ile hastalık süresi karşılaştırılmış ve aralarında korelasyon kurulamamıştır128. Alkaabi ve arkadaşları da çalışmalarında QT dispersiyonu ile hastalık süresi arasında korelasyon bulamamışlardır127. QT dispersiyonu ventrikül ileti sisteminde aritmiye yatkınlık ve buna bağlı olarak ani kardiyak ölümle ilişkili olduğundan, QT dispersiyonu hastalığın süresinden bağımsız olarak, artmış kardiyovasküler ölüm riskinin belirteci olarak düşünülebilir. Alkaabi ve arkadaşlarının çalışmasında, ekstraartiküler tutulumu olan grupta QT dispersiyonu 56 63ms, olmayan grupta 49ms, yine erozyon olan grupta QT dispersiyonu 57ms, olmayan grupta 44ms olarak bulunmuş, ekstraartiküler tutulumu ve erozyonu olan hastalarda QT dispersiyonunun anlamlı derecede yüksek olduğunu ortaya konmuştur. Bu verilerle genellikle göz ardı edilen kardiyak tutlumun, doğal olarak ekstraartiküler tutulumu olan vakalarda daha sık olduğu söylenebilir. Benzer şekilde ağır hastalığı ifade eden erozyonu olan RA’lilerde de artmış kardiyak tutulum riski olduğu düşünülebilir. Ancak bu şekilde planlanmış çalışmalar olmadığından kesin bir yargıya varmak güçtür. Bu sonuçlara göre hastalığın süresinin, kardiyak tutulum riskini yansıtmadığı yorumu yapılabilir. Steroidler ile uzun süreli tedavinin aterosklerozu hızlandırdığı bilinmektedir134.Çalışmamızda steroid kullanan olguların düzeltilmiş QT dispersiyonu 52,60±15,91ms iken, kullanmayan olguların düzeltimiş QT dispersiyonu 47,25±17,35ms değerleri ile steroid kullanan grupta ölçümler daha yüksek bulunmasına rağmen, istatistiksel olarak anlamlı değildir(p>0,05). Alkaabi ve arkadaşları geçmişte veya halihazırda 6 aydan fazla steroid alan grupla, almayanların QT dispersiyonlarını karşılaştırmışlar ve steroid alan grupta daha yüksek değerler saptayarak, istatistiksel olarak anlamlı bulmuşlardır127. Bu anlamlılığın steroidin etkisinden ziyade steroid tedavisi daha ağır vakalarda kullanıldığı için direk hastalığın etkisi olabileceği düşünülebilinir. Bizim çalışmamızda istatistiksel olarak anlamlı bulunmayışının, çalışma grubumuzun küçük olmasından kaynaklanabileceği kanısındayız. RA’li hastalarda kardiyovasküler mortalite, sağlıklı bireylere göre daha yüksektir. Vaskülit, nodül formasyonu, ateroskleroz, amiloidoz ve fibrozis gibi mekanizmalar ile kardiak hastalığa yol açan RA’de, tüm bu mekanizmalar ventriküler insitabiliteyi arttırarak, ciddi ventriküler aritmilere ve ani kalp ölümlerine sebep olabilir. 57 Kolay ve ucuz bir yöntem olan EKG ile saptanan QT dispersiyonu, ventrikül repolarizasyon heterojenitesi ve aritmiye yatkınlık, buna bağlı olarak ani kalp ölümü ile ilişkilidir. Ekstraartiküler tutulumu olan ve eroziv hastalığı olan RA’lilerde daha yüksek olarak saptanan QT dispersiyonu, bu gruplarda kardiyak tutulumun daha sık olduğunu düşündürebilir. Sonuç olarak; RA’li hastalarda düzeltilmiş QT dispersiyonunun arttığı ve bunun sonucu olarak, kardiyovasküler ölüm riskini belirlemede yol gösterici olabileceği kanısına varıldı. 58 6. ÖZET Amaç: RA’de çok çeşitli şekillerde kardiyovasküler sistem tutulumu görülebilmektedir. RA’deki kalp tutulumu genellikle asemptomatik olmasına rağmen, mortalite artışının en önemli nedenini oluşturur. Bu çalışma, miyokard repolarizasyonundaki bölgesel heterojeniteyi gösteren ve reentri mekanizması ile ciddi ventriküler aritmilere ve ani kalp ölümlerine sebep olan QT dispersiyonunun ve kalp hızına göre düzeltilmiş değeri olan QTc dispersiyonunun, RA hastalarında artıp artmadığını saptamak amacıyla planlandı. Materyal ve Metod: Çalışmaya Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Romatoloji Polikliniğine başvuran, Amerikan Romatizma Birliği’nin 1987’deki gözden geçirilmiş tanı kriterlerine göre tanı konan, kalp yetmezliği, diabetes mellitus, hipertansiyon, amiloidoz, romatizmal ateş, iskemik kalp hastalığı, kalp kapak hastalığı, pulmoner hastalığı olmayan, EKG’de dal bloğu, aritmileri, bradikardisi veya taşikardisi olmayan, kardiyotoksik veya QT aralığını etkileyen herhangi bir ilaç kullanmayan ve elektrolit bozuklukları olmayan 33 RA hastası alındı. Çalışma ve kontrol grubundaki ollguların hepsi kadındı. Sabah tetkikler için hastaların kanları ve EKG kayıtları alındı. Hasta grupla benzer yaşta ve aynı cinsiyette 15 sağlıklı bireyden de kontrol grubu oluşturuldu.Aynı tetkikler yapıldı, EKG kayıtları alındı. Bazet formülü kullanılarak QTc mesafeleri hesaplandı. En uzun QTc ile en kısa QTc mesafesinin farkı QTc dispersiyonu olarak hesaplandı. Bulgular: RA’li hastalardan oluşan çalışma grubunda QTc dispersiyonu, kontrol grubuna göre anlamlı derecede artmış olarak bulunmuştur(p<0,05). Ayrıca hasta 59 grubun QTcmax değeri daha yüksek saptanmıştır. Hastalık süresi arttıkça QTc dispersiyonu ortalama değerleri de yükseliş göstermesine rağmen, bu yükseliş istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır(p>0,05). Yine steroid kullanan olgularda QTc dispersiyonu daha yüksek bulunmasına rağmen, istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır(p>0,05). Grupların yaş, vücut kitle indeksi, sistolik ve diyastolik kan basıncı ölçümleri, glukoz, total kolesterol, LDL-kolesterol, HDL-kolesterol, trigliserid değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık görülmemiştir(p>0,05). Sonuç: RA’li hastaların, normal sağlıklı bireylere göre daha uzun QTc dispersiyonuna sahip oldukları saptanmıştır. Hastalık süresi ve steroid kullanımı ile QTc dispersiyonu arasında herhangi bir ilişki tespit edilmemiştir. Ventriküler aritmi riskine yatkınlığı arttırdığı bilinen, kolay ve ucuz bir yöntem olan EKG ile saptanabilen QTc dispersiyonunun, RA’li hastalarda hastalığın süresinden bağımsız olarak, kardiyovasküler ölüm riskini göstermede yol gösterici olabileceği sonucuna varıldı. 60 KAYNAKLAR 1. Gümüşdiş G: Bağ Dokusu Hastalıkları:Romatoid artrit: Gümüşdiş G, Doğanavşargil E (eds). Klinik Romatoloji, Deniz Matbaası 1999, İstanbul, sf: 269-279 2. Hurd ER Extraarticular manifestations of RA. Semin Arthritis Rheum. 1979; 8(3):151176 3. Portio V, Minisola G, Porzio F. Extraarticular manifestations of RA. Clin Ter; 1991; 139(5-6):233-236 4. Bely M, Apathy A, Beke-Martos E.Cardiac changes in RA. Acta Morphol Hun 1992; 40:149-186 5. Bonfiglio T, Atwater EC. Heart disease in patients with seropositive rheumatoid arthritis:a controlled autopsy study and review.Arch Intern Med.1969;124:714-719 6. Goldenberg J, Ferraz MB, Pessoa AP et al. Symptomatic cardiac involvement in juvenile rheumatoid arthritis. Int J Cardiol 1992;34:57-62 7. Wolfe F, Mitchell DM, Sibley JT et al. The mortality of rheumatoid arthritis. Arthritis Rheum 1994;37:481-494 8. Wallberg Jonsson S, Ohman Ml. Cardiovascular morbidity and mortality in patients with seropositive Rheumatoid arthritis. J Rheumatol 1997; 24: 445-451 9. Jacobsson LTH, Knowler WC, Pillemar S. et al. Rheumatoid arthritis and mortality. A longitudinal study in Pima Indians. Arthritis Rheum 1993;36:1045-1053. 10. Myllykangas-Luosujarvi R, Aho Ket al. Cardiovascular mortality in women with rheumatoid arthritis. J Rheumatol 1995;22:1065-1067 11. Pye Mp, Cobbe Sm:Mechanisms of ventricular arrhytmias in cardiac failure and hypertrophy.Cardiovasc Res 1992;26:740-750 12. Prof. Dr. G. İliçin, Prof. Dr. K.Biberoğlu, Prof. Dr. G. Süleymanlar; Temel İç Hastalıkları, Romatoid Artrit. Ertem Matbaası 2003; sf:2702-2713 13. Silman AJ, Hochberg MC.Epidemiology of the rheumatic diseases, 2nd edn.Oxford: Oxford University Press;2001 14. Fleming A, Crown JM,Corbett M.Early rheumatoid disease.I.Onset II.Patterns of joint involvement.AnnRheumDis1976;35:357-363 61 15. Jacoby RK,Jayson MIV,Cosh JA.Onset, early stages and prognosis of rheumatoid arthritis:a clinical study of 100 patientswith 11 year follow-up. BMJ.1973;2:96-100 16. Garrod AB.The nature and treatment of gout and rheumatoid gout: London.Walton and Maberley ;1859 17. Symons DP, Bankhead CR,Harrison BJ et al.Blood transfusion,smoking,and obesity as risk factors for the development of rheumatoid arthritis:results from a primary care-based incident case-control study in Norfolk,England.Arthritis Rheum 1997;40;1955-1961 18. Albert LJ.Infection and rheumatoid arthritis:guilt by association? J Rheumatol 2000;27:564-566 19. Kouri T,Peterson J,Rhodes G et al.Antibodies to synthetic peptides from Epstein–Barr nuclear antigen-1 in sera of patients with early rheumatoid arthritis and in preillness sera.J Rheumatol 1990;17:1442-1449 20. Hajeer AH,MacGregor AJ,Rigby AS et al.Influence of previous exposure to human parvovırus B19 infection in explaining susceptibility to rheumatoid arthritis. Ann Rheum Dis 1994;53:137-139 21. Walker DJ,Griffiths ID,Madeley R.Autoantibodies and antibodies to microorganisms in rheumatoid arthritis:comparison of histocompatible siblings.J Rheumatol 1987;14:426-428 22. Anthony S,Eugene Braunwald,Kurt J.Harrison’s Principles of İnternal Medicine.Rheumatoid Arthritis. 14th edn.volume:2 sf:1880-1888 23. Gümüşdiş G:Bağ Dokusu Hastalıkları:Romatoid Artrit.Gümüşdiş G, Doğanavşargil E(eds).Klinik Romatoloji El Kitabı,Güven Matbaası .2003;sf:29,09-227 24. Brothers GB,Hadler NM.Diurnal variations in rheumatoid synovial effusions. J Rheumatol.1983;10:471-474 25. Direskeneli H:Romatoid Artrit Etyopatogenezi.Hamuryudan 5th edition. Romatoid artrit, MD yayıncılık , 2002; sf:8-15 26. Arnett FC, Edworthy SM,Bloch DA et al.The American Rheumatism association 1987 revised criteria for the classification of rheumatoid arthritis.Arthritis Rheum 1988;31:315-324 27. Cobb S, Anderson F, Bauer W.Length of life and causeof death in rheumatoid artritis.N Engl J Med1953;249:553-6 62 28. Myllykangas-LuosujarviR, Aho K, İsomaki H.Mortality in rheumatoid arthritis. Semin arthritisRheum 1995;25:193-202 29. Yavuz K Ş .Romatoid artritin eklem bulguları.Hamuryudan V (ed)romatoid artrit MD yayıncılık2002; sf :16-19 30. Ragan C, Farrington E:The clinical features of rheumatoid arthritis. Prognostic indices.JAMA 1999;2:16 31. Wisnieski JJ,Askari AD,Rheumatoid nodulosis:a relatively benign rheumatoid variant .Arch intern Med 1981;14:615-619 32. Segal R, Caspi D ,Tisher M etal.Accelerated nodulosis and vasculitis during metotrexate terapy for RA.Arthritis Rheum 1988;31:1182-1185 33. Combe B, Didry C, Gutierrez M et al.Accelerated nodulosis and systemic manifestations during metotrexate therapy for RA .Eur J Med.1993;2:153-156 34. Fernandes L,Sullivan S,McFarlane JG et al.Studies on the frequency and pathogenesis of liver involvement in RA.Ann Rheum Dis 1979;38:501-506 35. Thorne C,Urowitz MB, Wanless I et al.Liver disease in Felty’s syndrome. Am J Med. 1982;73:35-40 36. M.C.Hochberg, A.J.Sılman, J.S. Smolen. Rheumatology. Rheumatoid Arthritis: Extraarticular manifestations of rheumatoid arthritis and systemic involvement. Eric L Matteson.Third edition 2003. Volume 1, sf:781-792 37. Voulgari PV, Kolios G,Papadapaolus Gk et al.Role of cytokines in the pathogenesis of anemia of chronic disease in rheumatoid arthritis.Clin immünol1999;92:153-160 38. Davis D, Charles PJ, Potter A et al.Anemia of chronic disease in rheumatoid arthritis;in vivu effectsof tumor necrosis factor alpha blockade.Br J Rheumatol 1997;36:950-956 39. PincusT, Olsen NJ, Russel Jlet al. Multicenter study of recombinant human erythropoietinin correction of anemia in RA.Am J Med1990;89:161-168 40. Crisp AJ,Armstrong RD,Grahame R at al.Rheumatoid lung disease, pneumothorax and eosinophilia.Ann Rheum Dis 1982;41:137-140 41. Isomaki H, Koivisto O, Kivinity K.Splenomegaly in rheumatoid aryhritis.Acta Rheumatol Scand 1971;17: 23-61 42. Walker WC, Wright V. Pulmonary lesions and RA. Medicine 1968;47: 501-520 63 43. Ellman P, Ball RE.Rheumatoid disease with joint and pulmonary manifestations. BMJ 1948;2:816-823 44. Tanoue LT.Pulmonary manifestations of rheumatoid arthritis.Clinic Chest Med.1998;19:667-685 45. Shadick NA,Fanta CH, Weinblatt ME at al.Bronchiectasis: alte fitore of RA.Medicine 1994;73:161-170 46. Anaya JM,Dicthelm L,Ortiz LA at al.Pulmonary involvementin RA.Sem Arthritis Rheum1995;24:242-254 47. Flipo RM,Danze PM.Castelain V at al.Systemic manifestations of RA; Prognostic value of the HLA DRB1 0405 allele.Rev Med İnt 1993;14:1014-1017 48. Tonoue LT.Pulmonary manifestations of RA.Clinic Chest Med.1998;19: 667-685 49. Lipson SJ .Rheumatoid arthritis of cervical spine.Clin Ortoph 1984;182: 143-149 50. Markenson JA,McDougal JS, Tsairis P at al.Rheumatoid menengitis:a localized immün process.Ann Intern Med.1979; 90:786-789 51.Helin HJ, Korpela MM, Mustonen JT.Renal biopsy findings and clinicopathologic correlations in RA.Arthritis Rheum 1995;38:242-247 52. Pedersen LM; NordinH, SvenssonB. Microalbuminuria .in patients with RA.Ann Rheum Dis 1995;54:1891-1892 53. Titinen S, Kaarela K, Helin H at al. Amyloidosis:incidence and early risk factorsin patients with RA.Scand J Rheumatol 1993;22:158-161 54. Chambers RE, MacFarlane CG, Whicher JT.serum amyloid-A protein concentration in RA and its role in monitoring disease activity.Ann Rheum Dis 1983; 42:665-667 55. Hazenberg BP, Van Rijswijk MH.Clinical and therapeutic aspects of AA amyloidosis.Clin Rheumatol 1994;8:661-690 56. Weyand CM, Hickok KC, Conn DL, Goronzy JJ.The influence of HLADRB1 genes on disease severity in RA.Ann İntern Med1992;117:801-806 57. Scott DGI, Bacon PA, Allen C et al.Ig G rheumatoid factor,complement andimmüne complexes in the rheımatoid synovitisand vasculitis:comparative and serial studies during cytotoxic therapy.Clin Exp İmmunol 1981;43:54-63 64 58. Wislowska M, Sypula S, KowalikI.Echocardiographic findings, 24 hour electrocardiographiv Holter monitoring in patients with rheumatoid arthritis according to Steinbrocker’s criteria, functional index, value of Waaler- Rose titre and duration of disease Clin Rheumatol 1998;17:369-377 59. Charcot J.Clinical lectures on senile and chronic disease.New Sydenham Soc 18881;95:172-175 60. Kirk J,Cosh J.The pericarditis of rheumatoid arthritis .QJM1969;38:397-423 61. Hara KS, Ballard DJ,İllstrup DM et al.Rheumatoid pericarditis:clinical features and survival.Medicine(Baltimore)1990; 69:81-91 62. Bacon PA,Gibson DG.Cardiac involvement in rheumatoid arthritis:an echocardiographic study. Ann Rheum Dis 1974;33:20-24 63. Thould AK.Constructive perikarditis in rheumatoid arthritis.Ann Rheum Dis.1986;45:89-94 64. Thadani U, Iveson JM, Wright V. Cardiac tamponad,constrictive pericarditis and pericardial resection in rheumatoid arthritis .Medicine (Baltimore)1975;54:261-270 65.Schwartz S:Rheumatoid carditis.JAMA 1977;201:556-558 66. Sweezy RL:Miyocardial infarction due to rheumatoid arthritis.JAMA 1967;199:855-857 67. Maione S, Valentin G, Giunta A.Cardiac involvement in rheumatoid arthritis:an echocardiographic study.1993;83:234-239 68. Mustonen J,Laakso M, Hirvonen T et al.Abnormalities left ventricular diastolik function in male patients with RA without clinically evident cardiovascular disease.Eur Heart 1995;16:253-256 69. Ahern M, Lever JV,Cosh J.Complete heart block in rheumatoid arthritis. Ann Rheum Dis 1983;42:389-397 70. Baggenstoss A, Rosenberg E.Cardiac lesions associated with chronic infectios arthritis.Arch Intern Med 1941;67:241 71. Roberts WC, Kehoe JA, Carpenter DF et al.Cardiac valvular lesions in rheumatoid arthritis.Arch İntern Med.1968;122:141-146 72. Leibowitz WB, .The heart in rheumatoid arthritis.A clinical and pathological study of 62 cases.Ann İntern Med 1963;58:102-123 73. Mody G, Stevens JE, Meyers Ol.the heart in rheumatoid arthritis:a clinical and echocardiographic study.QJ med 1987;65:921-928 65 74. Slack JD, Waller B.Acute congestive heart failure due to the arteritis of rheumatoid arthritis:early diagnosis by endomyocardial biopsy:a case report.Angiology 1986; 37:477-482 75. M.C. Crawford, J.P. Dimarco.Crawford Kardiyoloji. Romatolojik hastalıklar ve kalp.Carlos A Roldan.1. baskı, 3. cilt ;2004 76. Gravallese EM; Corson JM,Coblyn JS.Rheumatoid arthritis:a rarely recognized but clinically significant entity.Medicine 1989;68:95-106 77. Ratlif N, Estes ML, Myles JL et al. Diagnosis of chloroquine cardiomyopathy endomyocardial biopsy. N Engl J Med 1987;316:191-193 78. Conaghan PG,Green Mj,Emery P. Established romatoid arthritis.Baillieres Best Pract Res Clin Rheumatol 1999;13:561-575 79. Scott DL. Prognostic factors in early rheumatoid arthritis.Rheumatolgy 2000;39:124-129 80. Gümüşdiş G: Bağ Dokusu Hastalıkları:Romatolojik hastalıklarda radyoloji Üstün E. Klinik Romatoloji, Deniz Matbaası 1999; sf: 170-174 81. Hazes JMV, Cats A.Management:End stage and complications. Rheumatology. second edition.Klippel HJ, Dieppe PA.Mosby, London 1998.S:15.1-9 82. Buljina AI, Taljanovic MS, Avdic DM, et al.physical and exercise therapy for treatment of the rheumatoid hand.Arthritis Rheum 2001;45:392-397 83. Falconer J. Hand splinting in rheumatoid arthritis.A perspective on current knowledge and directions for research.Arthritis Care Res 1991;4:81-86 84. Lanyi VF.Rehabilitation manegement in arthritis and related disorders. Joseph Goodgold (Ed).Rehabilitation medicine the CV Mosby Company.Washington 1988:209 85. Lineker SC,Bell MJ,Wilkins AL et al.Improvements following short term home based physical therapy are maintened at one year in people with moderate to severe rheumatoid arthritis.J Rheumatol 2001;28:165-168 86. Brooks PM: Nonsteroidal antiinflammatory drugs:Differences and similarities. N Engl J Med 1991;324:1716-1725 87. Vane JR.Mechanisms of action of NSAIDs.Br J rheumatol 35 suppl 1: 1-3;1996 66 88. Dolhain RJEM; Takk P, Dijkmans BAC et al. Metotrexate treatment reduced inflammatory cell numbers expressions monokines and of adhesion molecules in synovial tissue of patients with RA.Br J Rheumatol 1998;37:502-508 89. M.C.Hochberg, A.J.Sılman, J.S.Smolen. Rheumatology. Management of rheumatoid arthritis; Brasnihan B.Third edition 2003. Volume 1, sf:907-913 90. Van Ede AE, Laan RF; Blom HJ et al. Methotrexate in rheumatoid arthritis : an update with focus on mechanisms involved in toxicity.Semin arthritis Rheum 1998; 27:277-292 91. Van Der Heijde DM,Van Riel Plet al.Effects of hydroxychloroquine and sulfasalazine on progression of joint damagein RA.Lancet 1989;1:1036-1038 92. Roins CP, NobleS, FauldsD.Sulfasalazine.A review of its pharmacological properties and therapeutic efficacy in the treatment of rheumatoid arthritis.Drug 1995; 50:137-156 93. Kimberley RP,Plotz PH.Clinical pharmacology in rheumatic disease. Salicylates inducing aspirin and sulfasalazine. Kelley WN,Harris ED, Ruddy S. Textbook of Rheumatology WB Saunders Company,Philadelphia 1989:749 94. Rynes RI: Antimalarial drugs in the treatment of rheumatological disease.Br J Rheumatol 1997;36:799 95. Conagan PG, Brooks P: Disease modifiying antirheumatic drugs, including methotrexate, gold, antimalaials and D-penicilamine.Curr Opin Rheumatol 1995;7: 167-173 96. Kirvan J.The effect of glucocorticoid on joint destruction in rheumatoid arthritis.N Engl J Med 1995;333:142-146 97. Lim K, Kirwan JR.Do corticosteroids have a disease- modifying role in rheumatoid arthritis? Therapy of systemic rheumatic disorders. NewYork: Marcel Dekker; 1998:277-288 98. Lakhanpal S, Luthra HS.D-penicilamine in Felty’s syndrome. J Rheumatol 1985;12:703-706 99. Spisani S, Fabbri E, Muccinelli M et al.İnhibition of nutrophil responses by cyclosporin A. An insight into molecular mechanisms.Rheumatology (Oxford) 2001;40:794-800 100. Yurdakul S:Uzun etkili ilaçlar. Hamuryudan 5.(ed). Romatoid Artrit, Md yayıncılık, 2002; sf: 80-87 67 101. Kraan MC, Reece RJ, Barg EC et al. Modulation of inflammation and metalloproteinase expression in synovial tissue by leflunomide and methotrexate in patients with active rheumatoid arthritis.Arthritis Rheum 200;43:1820-1830 102. Cohen S, Cannon GW, Schiff M et al.Two-year, blinderandomized, controlled trial of treatment of active rheumatoid arthritis with leflunomide compared with methotrexate. Utilization of Leflunomide in the Treatment of of Rheumatoid Arthritis Trial Investigator Group. Arthritis Rheum 2001;44:1984-1992 103. Lipsky P, Clair EW et al.Infliximab and methotrexate in the treatment of rheumatoid arthritis. N Engl J Med 2000;343:1594-1602 104. Cohen S, Hurd E,Cush J et al.Treatment of rheumatoid arthritis with anakinra, a rekombinant human interleukin-1 receptör antagonist.Arthritis Rheum 2002, 46:614-624 105. Bresnihan B,Alvaro-Garcia Jm,Cobby M.Treatment of rheumatoid arthritis with recombinant human interleukin-1 receptor antagonist.Arthritis Rheum 1999;41:2196-2204 106. Jiang Y,Genant HK,Watt I et al.A multicenter,double-blind,doseranging,randomized and placebo kontrolled study of recombinant human interleukin-1 receptor antagonistin patients with rheumatoid arthritis:Radiologic progression andcorrelation of Genant and Larsen scoring methods.Arthritis Rheum 2000;43:10011009 107. Yücel E A: RA tedavisinde biyolojik ajanlar. Hamuryudan V(ed) Romatoid artrit, Md yayıncılık 2002; sf-102 108. O’Dell JR,Haire C,Erikson N et al.Efficacy of triple DMARD therapy in patients with RA with suboptimal response to metotrxate.J Rheumatol Suppl 1996;44:72-74 109. Bathoon JM,Martin RW,Fleischmann RM et al.A comparision of etanercept and methotrxate ain patients early rheumatoid arthritis.N Engl J Med 2000;342:763-769 110. Weinblatt ME,Kremer JM,Coblyn JS et al.Pharmacokinetics,safety, and efficacy of combination treatment with methotrexate and leflunomide in patients With active rheumatoid arthritis.Arthritis Rheum .1999;42:1322-1328 111. Marriot’s practical electrocardiography 10th edition.Lippincott Williams and Wilkins; bölüm 3;sf:62 68 112. Pagani M, Malfatto G,Pierini S et al. Spectral analysis of heart rate variability in the assasment of diabetic autonomic neuropathy.J Auron Nerv.Sys 1988; 23(2):143-153 113. Glancy JM,Garrat CJ, Woods Kl.. QT dispersion and mortality after miyocardial infarction.Lancet 1995;345:945-948 114. Barr CS, Naas A, Lang Cc et al. QT dispersion and sudden unexpected death in chronic heart failure. Lancet 1994;343:327-329 115. Campbell RWF,Gardiner P,Amos PA.Measurement of the QT interval.Eur Heart J 1985;6:81-83 116. Cowan JC, Yusoff K, Moore M. Importence of lead selection in QT interval measurement-Higham PD, Hilton CJ, Aitcheson DA.QT dispersion does reflect regional variation in ventricular recovery.Circulation 1992;86:392 117. Van de Loo A, Arendts W, Hohnloser Sh.Variability of QT dispersion measurements in the surface electrocardiogram in patients with acute miyocardial infarction and in normal subjects.Am J Cardiol 1994;74:1113-1118 118. Day CP, McComb Jm, Campbell Rw: QT dispersion: An indication of arrhytmia risk in patients with long QT intervals.Br Heart J 1990; 63:342-344 119. Malik M, Batcherov V: Measurement, interpretation and clinical potantial of QT dispersion.J of American Collage of CardiologyVolume;36:1749-1766 120. Eliot R, Ge0rge B, Jawad Akhtar. Value of corrected QT interval dispersion in identifyingpatients initiating dialysis at increased risk of total cardiovascular mortality. American Journal of Kidney Disease. 2002; 39: 834-842 121. Vanden Broucke J,Hazevoet H, Cats A.Survival and cause of death in rheumatoid arthritis :a 25 year prospective follw up.J Rheumatol 1984;11:158-161 122. Braunvald E,.Heart disease.a textbook of cardiovascular medicine,5th ed:Wb Saunders;1997 123. Allebeck P:increased mortality in rheumatoid arthritis.Scand J rheumatol 1982;11:81-86 124. Prior P, Symmons DPM, Scott DL.Cause of death in RA.Br J Rheumatol 1984;23:92-99 125. Karjalainen J, Reunanen A, Ristola P. QT interval as a cardiac risk factor in a middle aged population.Heart 1997;77:543-548 69 126. Puddu P E, Bourassa M G. Prediction of sudden death from QTc interval prolongation in patients with chronic ischemic heart disease.J Electrocardiol 1986; 19:203-211 127. J. K. Alkaabi, M. Ho, R. Levison.Rheumatoid arthritis and macrovascular disease. Rheumatology 2003;42:292-297 128. M. Alpaslan, S. Alpaslan, E. Onrat. QT dispersion ın rheumatoid arthritis Journal of Ankara Medical School 2001;23 (2): 137-142 129. M.Wislowska, S. Sypula, I. Kowalik. Echocardiographic findings and 24-h electrocardiographic Holter monitoring in patients with nodular and non-nodular rheumatoid arthritis.Rheumatol Int 1999;18:163-169 130. M.Wislowska, S. Sypula, I. Kowalik. Echocardiographic findings and 24-h electrocardiographic Holter monitoring in patients with Rheumatoid Arthritis according to Steinbrocker’s criteria, functional index, value of waaler- rose titre and duration of disease. Clin Rheumatol 1998;17: 369-377 131. Galinier M,Vialette JC, Fourcade J et al:QT interval dispersion as a predictor of arrhythmic events in congestive heart failure.Importance of aetiology.Eur Heart J 1998;19:1054-1062 132. Vaughan Williams EM.Significance of the action potential duration and the QT interval in the origin and treatment of ventricular arrhythmias.In:Boutros GS,Schwartz PJ,eds.Clinical aspectsof ventricular repolarization.London:Farrand Press; 1989:243-250 133. Goldeli O,dursun E,Komsuoğlu B.Dispersion of ventricular repolarization:a new marker of ventricular arrhytmias in patients with rheumatoid arthritis J Rheumatol 1998;25:447-450 134. Kalbak K.Incidence of arteriosclerosis in patients with RA receiving long term corticoseroids therapy.Ann Rheum Dis 1972;31:196-200 70