KÜRESELLEŞME FURYASINDA EZİLMEMEK İÇİN NE YAPMALI ? Küreselleşme ile ilgili bundan önceki iki yazımda da belirttiğim gibi, kapitalist sistemin itici gücünü teşkil eden, sermayenin akümülasyonu ve rant artırma çabası ekonomik küreselleşmenin gelişimini hızlanarak sürdüreceğini göstermektedir. Buna karşın küreselleşmenin uluslararası ve ulusal bazda ciddi olumsuz etkilerinin olduğu açıkça görülmektedir: Uluslararası bazda küreselleşmenin dünyadaki gelir dağılımını ciddi biçimde bozduğu ve bunun açlık, eğitimsizlik ve mülteci hareketleri gibi olumsuzluklarla kendini belli ettiği her an gözlemlenmektedir. Nitekim dünya ülkelerinin milli gelirleri toplamı içindeki yüksek gelirli ülkelerin oluşturduğu ilk %20’lik dilim ile en düşük gelire sahip yüzde son 20’lik dilim arasındaki fark son on yılda 40 mislinden 60 misline yükselmiştir. Küreselleşme ile muazzam bir büyüklüğe erişen çok uluslu şirketlerdeki krizler eskiden olduğu gibi yalnızca ulusal ekonomiyi sarsmakla kalmayıp küresel ekonomik krizleri tetikleyebilmektedirler. Küreselleşmenin kötü yönetişimi ve çok uluslu şirketlerdeki kötü yönetişim büyük ekonomik buhranların asıl nedeni olarak ortaya çıkmaktadır. Uzakdoğu krizi, küreselleşmenin getirebileceği büyük zararları incelemek açısından önemli bir laboratuar imkanı vermiştir. Unutmamak gerekir ki komünist sistemin beklenmedik çöküşünün ana nedeni kötü yönetişim ve insanların özgürlük gibi temel gereksinimlerini sağlamasındaki yetersizliktir. Enron, Woldcom gibi dev şirketlerin çöküşünü, kapitalist sistemin de aynı komünist sistem gibi çökebileceğinin bir belirtisi olarak algılayıp, buna göre önlem almak gerekmektedir. Küreselleşmeye ilişkin şimdiye kadar anlatılanlardan, gelişmekte olan ülkelerin, özellikle de ülkemizin küreselleşmenin olumsuz etkilerine karşı alması gereken önlemler konusunda aşağıdaki sonuçlara ulaşmak mümkündür: 1- Ekonomik Büyüklüğün Artırılması - Bölgesel Bütünleşmelere Gidilmesi Dış küresel ekonomik etkileri mümkün olan en az zararla aşmak için öncelikle ekonomik büyüklüğün artırılması gerekmektedir. İki kütlenin çarpışmasında olduğu gibi ekonomi ne kadar büyük olursa dış etkenlerin etkisi de o denli az olacaktır. Bu nedenledir ki küreselleşmenin getirdiği yoğun rekabet ortamının ve büyük çokuluslu şirketlerin getirdiği olumsuzluklara karşı koyabilmek için benzer özelliklere sahip, aynı coğrafi bölgede olan ülkeler güçlerini birleştirerek bölgesel bütünleşmeler gerçekleştirmişlerdir. Avrupa Kıtasında Avrupa Birliği (AB) ve Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi (EFTA), Amerika Kıtasında Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi (NAFTA) ve Güney Amerika Ortak Pazarı (MERCOSUR), Asya Kıtasında Güney Doğu Asya Ulusları Birliği (ASEAN) ve AsyaPasifik bölgesinde ise Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) en önemli bölgesel bütünleşmeler arasındadırlar. Halen dünya ticaretinin yüzde 90’ı bu bölgelerde gerçekleşmektedir. Aslında bölgesel bütünleşme, gelecekteki küreselleşmeye geçişin bir aşaması gibi algılanabilirse de gelişmiş ülkelerin ekonomik ve sosyal sorunlarla karşılaştıkları ölçüde içlerine kapandıkları görülmektedir. Bu nedenle koruma politikalarına ağırlık vererek kendi aralarında oluşturdukları blok içerisindeki ilişkileri geliştirmeye öncelik tanımaktadırlar. Bütünleşmelerde iç ilişkiler önem kazanmakta, bütünleşme dışı kalan ülke veya bloklarla ilişkiler ikinci plana itilmektedir. Örneğin Avrupa Birliği sürecinde oran olarak AB içi ticaretin arttığı, AB dışındaki ülkelerle yapılan ticaretin azaldığı görülmektedir. Aynı şekilde göstergeler, NAFTA içi ticaretin artmakta olduğunu, NAFTA ülkelerinin NAFTA dışına yaptıkları ihracatın azalmakta olduğu göstermektedirler. AB ve NAFTA karşılaştırıldığında; NAFTA’nın GSYİH’sının dünya GSYİH’sının %26,5’ine ulaşarak %21,9 olan AB’nin payını geride bıraktığı, buna karşın dışa açıklık göstergesi olan ticaret hacminin GSYİH’sına oranında NAFTA’nın ancak AB’ninkinin yarısına ulaşabildiği görülmektedir. Buna göre bölgesel bütünleşmeye dahil olabilmiş ülkelerin bütünleşme dışındaki ülkelere kıyasla küreselleşmeden daha çok avantaj sağladıkları açıkça görülmektedir. 2-Üretim Unsurlarının Hareket Yeteneklerinin Uyumlaştırılması Bölgesel bütünleşmeler ile üretim unsurlarının bölgedeki hareket serbestisinin artırılmasıyla bölgede bulunan kaynakların daha etkin kullanılması sağlanarak ciddi verimlilik ve rekabet gücü artışları elde edilebilir. Sermaye ve diğer üretim faktörlerinin küreselleşmesi açısından AB gibi büyük toplulukların önemli ölçüde verimlilik ve rekabet avantajları bulunmaktadır. Bu nedenledir ki dünya bir taraftan küreselleşirken diğer taraftan da bölgesel bütünleşmelere sahne olmaktadır. Bu da ülkeler arasında ekonomik, politik ve teknolojik bağların artmasını ve bölgesel işbirliğini körüklemektedir. Temel üretim unsurları olan işgücü, üretim araçları ve teknoloji ile sermayenin hareket yetenekleri karşılaştırıldığında, işgücü ve üretim araçlarının hareket yetenekleri doğaları gereği veya ulusal politikalarla kısıtlı kalırken, sermaye faktörü hemen hiç bir kısıtlamaya tabi tutulmamakta ve günümüzün iletişim olanaklarıyla anında dünyanın herhangi bir yerinde etkin olabilmektedir. Bu sıcak para akımı ülkelerdeki üretim faktörleri arasındaki dengeyi tümüyle bozmakta, ortaya çıkan gerilim tıpkı bir depremde fay hatlarının kırılması gibi ekonomileri derinden sarsabilmektedir. Dünya mali piyasalarının değerlerinin dünya ticaret hacmi ile karşılaştırılamayacak derecede olağanüstü yüksek olduğu, dünya sermaye hareketlerinin yalnızca yüzde birinin dünya ticareti için yeterli olacağı düşünüldüğünde, artık reel sektörle ilişkisi kesilmiş, bu denli büyük hacimdeki ve inanılmaz hareket kabiliyetine sahip sermaye unsurunun ekonomiler için büyük tehdit unsuru haline geldiği değerlendirilebilir. Ülkelerin bu ekonomik depremlerden korunma yolu ise kuramsal olarak üretim faktörlerinin farklı hızlarının eş düzeye getirilmesinde yatmaktadır Buna göre mal ve hizmet dolaşımı bir yandan bölgesel bütünleşmeler, ikili ticaret anlaşmaları vb şekilde hızlandırılırken, sermaye akımı da bunlara paralellik arz edecek şekilde denetim altına alınmak durumundadır. Burada ortalama sermaye hareketliliğini azaltması dolayısıyla doğrudan yabancı yatırımların teşviki ön plana çıkmaktadır. Buna karşın sıcak paranın ülke içindeki kısa vadeli portföy yatırımlarının ve para piyasasının sıkı bir şekilde denetlenmesi gerekmektedir. Nitekim Türkiye'de 2.Dünya Savaşından bu yana reel sektöre giren yabancı sermaye toplamı 25 milyar dolar civarında olmasına karşın, son on yılda spekülatif sermaye girişi bunun neredeyse iki katıdır. Kontrolsüz sıcak paranın ülke ekonomisine saadet değil felaket getirdiğini 2001 Şubat Krizi ile tüm Türkiye gördü. Küreselleşmenin ekonomik etkisi, sermaye ile birlikte diğer üretim faktörlerinin gelişimi ve hareketliliği ile paralellik arz ettiği sürece olumlu olacaktır. 3- Kamusal ve Kurumsal Düzeyde İyi Yönetişimin Sağlanması (Governance) Küreselleşmenin olumsuz etkilerine en iyi uyum sağlayan ülkelerin temel insan haklarının güvence altına alındığı ve sivil toplum örgütlerinin etkin olduğu demokratik rejime sahip olan ülkeler olduğu kolaylıkla teşhis edilebilir. Bu nedenle diğer önlemlere paralel olarak ülkede demokrasinin hızla geliştirilerek sivil toplum kuruluşları aracılığıyla örgütsel katılımın desteklenmesine, kısacası kamusal alanda iyi yönetişim ilkelerinin yerleşmesine özel önem vermek gerekmektedir. Yine kurumsal bazda iyi yönetişimin sağlanarak gerek hissedarların gerekse şirket çalışanlarının haklarının korunması ve kurumsal sosyal sorumluluk bilincinin yerleştirilmesi ekonomik etkinliğin en üst düzeyde gerçekleşmesinin ön koşulunu oluşturmaktadır. 4- Uluslararası Düzenleyici Kuruluşlarda Etkinliğin Artırılması Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Dünya Bankası (IBRD), Birleşmiş Milletler (BM) gibi kuruluşlar küreselleşme çerçevesinde ülkelerin işbirliğini simgelemekte ve küreselleşmenin temel taşlarını oluşturmaktadırlar. Nitekim bu kuruluşlar sayesinde uluslararası ticaret hızla gelişmiş ve ulusal ekonomiler küresel koşullara uyum sağlamak durumunda kalmışlardır Bu kuruluşlardaki çalışmalara ülkenin etkin katılımı ve lobi faaliyetlerine önem verilmesi kararların ulusal çıkarlar yönünde alınmasını sağlayabilecektir. Diğer taraftan, yukarıda bahsedilen kuruluşlara dolayısıyla küreselleşmeye asıl yön verenlerin, ekonomisi güçlü devletlerin oluşturdukları özel ülke grupları olduğu unutulmamalıdır. G-7, G-10, G20 diye anılan bu gruplar arasında en etkilisi şüphesiz G-7’dir. G-7 Grubu ABD, Japonya, Almanya, İngiltere, Fransa, Kanada ve İtalya ve Rusya’dan oluşmaktadır. G-7’yi oluşturan ülkeler, 1999 yılı itibariyle dünya GSMH’ndaki payları %65, dünya ticaretindeki payları ise %52’dir. Bu nedenle grubun aldığı kararlar dünya ekonomisinin geleceğini şekillendirecek güçtedir. Sonuç Kısaca özetlemek gerekirse küreselleşmenin olumsuz etkilerine karşı; AB ve diğer komşu ülkelerle ekonomik bütünleşme çabalarının sürdürülmesi, Üretim unsurlarından işgücü ve üretim araçlarının hareket kabiliyetinin artırılmasına ve sermaye hareketlerinin hızını yavaşlatılmasına, diğer bir deyişle sıcak paranın hareketlerinin denetim altına alınırken doğrudan yabancı yatırımların teşvik edilmesi, Kamusal ve kurumsal düzeyde iyi yönetişimin sağlanması, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınarak sivil toplum örgütlerinin etkin olduğu saydam ve katılımcı demokratik ortamın yaratılması, şirketlerde hissedar ve çalışan haklarını güvence altına alınması ve Uluslararası düzenleyici kuruluşlarda lobi faaliyetleri vb önlemlerle uluslararası etkinliğin artırılması gerekmektedir. Ali Güner TEKİN Ekonomistler Bülteni – Mart 2003