Jack Kerouac Yoldaş Hippilerden önceki dönemde, hippilerin

advertisement
Jack Kerouac Yoldaş
Hippilerden önceki dönemde, hippilerin köklerini oluşturan kuşağın kutsal kitabıdır Yolda.
Beat Kuşağı kadar varlık içerisinde yokluk çeken bir kuşak daha bulabilir miyiz bilmiyorum. Kültürel
olarak doruklara ulaşabilmiş insanların bu kadar yokluk fetişisti olması ise üzerine düşünülmeyi,
tartışılmayı hak eden bir konu. Başlayalım öyleyse.
Öncelikle dönemin koşullarını bir incelemek gerekiyor bence. Düşünün bir yandan jazz ve
country müzik tarzları en verimli dönemlerini yaşıyor, dünya “bir köy” haline gelmeye başlamış,
kültürel etkileşimler had safhada; öbür yandan vahşi kapitalizmin en pislik en sömürücü dönemi,
modernist şehir planlamalarının altında ezilen varoşlar, trene para vermemek için arkasına doluşan
insanlar ve otostop.
Bir dönemin zıtlıkları bu kadar iyi tasvir edilemezdi. Tasvir etmek yetmiyor, her ne kadar
değiştirmek gerekiyorsa da şimdilik bu konuya girmiyorum, çünkü girince çıkamıyorum. Her neyse bu
kadar zıtlık var ortada ve azıcık insan olduğunu hisseden birinin tarafıysa zaten belli. Kitaptan da
gördüğümüz üzere varoş güzellemeleri, fakirlikten tat almaya çalışmak Kerouac’ın tarafını o farkında
olmasa da belli ediyor.
Üstelik bunlara bir de Keouac’ın betimleme gücü eklenince belki de hayatımızda
okuyabileceğimiz en kuvvetli tasvirler ortaya çıkıyor:
“Otuz beşer sent ödeyip eski filmler gösteren bir sinemaya girdik, balkona yerleştik ve
sabah kovulana kadar bir yere kıpırdamadık. Seyirciler işsiz güçsüz insanlardı: bir
söylenti üzerine araba fabrikalarına çalışmaya gelmiş Alabamalı asi zenciler; yaşlı
beyaz serseriler; şaraplarını yanlarında taşıyan, yolun sonuna varmış uzun saçlı
modern gençler; orospular; sıradan çiftler ve yapacak işi, gidecek yeri, inanacak şeyi
olmayan ev kadınları. Detroit elekten geçirilse bundan daha isyankar bir topluluk elde
edilemezdi.”
Somut bir toplamı elekten geçirerek soyut bir isyankarlık elde ediyor. Açıkçası okuduğum en
güzel betimlemelerden biri.
Benim bu kitaptan anladığım, insan ne kadar okuyup yazıyorsa, ne kadar kendini
dolduruyorsa o kadar sorumludur insanlara, insanlığa karşı. Bunu Kerouac’ın anlamadan yaşadığını
düşünüyorum.
Başta bu kadar varlık içerisinde yokluk yaşayan başka bir kuşak var mıdır diye sormuştum, biz
ne güne duruyoruz ? Müzik için bar bar gezip jazz duayenleri aramamıza gerek yok, nadir kitaplar için
sahaf sahaf dolaşıp en az zarar görmüş en kaliteli baskıları aramamıza gerek yok, elimizde internet
var; kullanmasını bilene. Sanatın yanı sıra bilim de gerçekleri daha iyi anlatabilir bir konumda,
derslerde gördüklerimiz o zamana oranla o kadar gerçek hayatla iç içe ki…
Ve bu kadar varlığın arasında herkes bir postmodernist yakınmada, nihilist serzenişte
bulunuyor. Ne yokluk ama!
Belki de bizim yokluğumuzu yaratan da yollarda, hayatta olmamamız; teknolojiden –nasıl
becerebiliyorsak- “zarar”lanmayı becerebilmemizdir. Belki de ihtiyacımız olan sahalara inmemiz,
yollara düşmemizdir. Ne de olsa yaşadığımız kadar düşünebiliriz ve düşünebildiğimiz kadar yaşamaya
ve yaşatmaya çalışırız.
Bizim kuşağımızın bu eşiği Gezi Parkı olaylarında yaşadığını düşünüyorum. Sahalara indik, bir
şeylere karşı durduk, duvarlara güzel şeyler yazdık.
Artık ikinci aşamaya gelmekteyiz. Şiirsokakta akımını, kızlı-erkekli eylemleri ben buna
bağlıyorum. Düşüncelerimizi hayatımıza uygulamaya başlıyoruz. Üstelik sadece kendi hayatımıza
değil, çevremizdeki hayatlara da uygulamaya çalışıyoruz. Yola çıktık!
Karl Jaspers’ın ünlü bir sözü vardır: “Felsefe yolda olmaktır”. Evet bu yol bize çok şey
düşündürecek, öğretecek ama diğer yandan yolda olmanın felsefesini de yapmamız gerekiyor. Bir
genç ne ister ve “ne yapmalı”dır, bu soruların cevabını aramamız lazım. Sonrası zaten belli: Dünyayı
anlamak yetmiyorsa, onu değiştirmek gerekiyorsa ve dünyayı anlamak için felsefe gerekiyorsa, onu
değiştirmek için mücadele gerekiyor. Yoldan çıkaranlara inat mücadele.
Yani kısacası dostlar, felsefe yolda olmaksa, mücadele yoldaş olmaktır.
Download