Askeri harcamalarda tek taraflı kesinti! Yıllardır Türk ve Yunan devletleri, mütecaviz politikalar izleyen tarafın kendisi değil, öteki ülke olduğunu iddia edip, duruyor. Her iki ülke de, barışçıl ve halis niyetlere haiz olduğunu tekrar etmekten usanmıyor. Esasında her ikisi de diğerini suçlarken haklı bir noktaya parmak basıyor! Çünkü Türk ve Yunan egemenleri bir diğeriyle rekabet edip, dalaşmak hususunda sınır tanımıyor. Aralarındaki tartışma özünde kutsal ecdatlarla, dinle veya ulusal azınlıklarla, kendi içinde birer amaç olarak toprak ya da denizler hakimiyetiyle ilişkili değil. Tartışma, iki ülke hükümeti ve burjuvazisinden hangisinin bölgesel piyasalara hakim olacağı meselesine ilişkin. Kendi ülkelerinin burjuvazisi bir yana, ortada Türk ve Yunan işçi sınıfının birbirine düşman olmasını gerektirecek bir sebep bulunmuyor. Her iki ülkedeki işçi sınıfının esas düşmanı, ulusal hükümetleri ve ulusal burjuvazisinden başkası değil. Sözü edilen iki ülkede de işçiler, ülkelerinin iç dinamiklerinin kendine özgülüğü vesilesiyle kısmen farklılaşsa da, esasında aynı problemlerle cebelleşiyor: neoliberal politikalar ve onun sonucu olarak büyük çaplı özelleştirmeler, hiç bitmeyen kemer sıkma politikaları, oldukça yüksek işsizlik oranı, zayıf bir refah devleti ve cebbar kolluk kuvvetleri, yükselişte olan milliyetçilik, ırkçılık ve dini köktencilik. İki ülkede de işçi sınıfının karşısındaki esas sorun; bu ülkelerin ulusal burjuvazileri ile, kapitalizmin iktisadi ve ekolojik krizinden başkası değil. Buna rağmen yine her iki ülkede burjuvazi, özellikle konu askeri harcamalara gelince, ülkesindeki işçi sınıfını bir diğerine karşı kullanmakta beis görmüyor. Bizzat NATO verilerine göre Yunanistan ile Türkiye, ittifakın gayrisafi milli hasılaya oranla en üst düzeyde askeri harcama yapan iki ülkesini teşkil ediyor(2009: Yunanistan için %3.1, Türkiye için %1.8). Bu demektir ki her iki ülke, ‘’savunma’’ amacıyla yılda 10 milyar dolardan fazlasını israf ediyor. Yunanistan ve Türkiye, Avrupa’nın en çok konvansiyonel silah ithal eden iki ülkesidir. (Stockholm Uluslararası Barış Çalışmaları Enstitüsü, 2009). Bu ülkelerdeki egemenlerin kullandığı esas ve aldatıcı gerekçe, ‘’Ege’nin karşı yakasındaki ülkenin saldırganlığı’’ndan başka birşey değil. Sözü edilen aşırı harcama; toplumsal yatırımlar, refah ve ücretlerin yükseltilmesi adına alınabilecek tüm iktisadi önlemleri olanaksız kılıyor. Özellikle iktisadi kriz dönemlerinde, gıda ile havantopu arasında yapılacak tercihin ehemmiyeti artıyor. Hem Türk hem de Yunan hükümeti, askeri harcamalarda kesintiye gitmeye can attığı, fakat problemin kaynağının ‘’öteki ülke’’ olduğu konusunda ısrarcı. Bu, askeri harcamalarda kesintiye gidilmemesinin temel bahanesini teşkil ediyor. Oysa yıllardır koordine silah azaltımına yönelik herhangi bir anlaşma veya bu tür bir anlaşma doğrultusunda ufak bir adım atılması söz konusu olmadığı gibi, ortada bu iki ülkeden birinin samimi olduğuna dair herhangi bir delil bulunmamaktadır. Üstelik Ege Denizi üzerinde sürdürülen ‘’savaş oyunları’’ devam ediyor. 1996’daki Imia/Kardak krizinin göstermiş olduğu gibi, bunlar basitçe ‘’oyun’’ değildir, her an patlamaya ve iki ülkeyi savaşa tutuşturmaya yetecek dinamiklerin taşıyıcılığını yapmaktadır. İki ülke egemenleri arasındaki temel sorunların çözümü adına hiçbir ciddi ilerleme kaydedilmediğini akılda tutarsak; bir ‘’ısınıp’’, bir ‘’soğuyan’’ Türk-Yunan dış ilişkilerinin bugünkü ahvalinden yola çıkarak, kalıcı bir barış için hükümetlere güvenmenin büyük bir yanlış olduğu sonucuna varırız. Kıbrıs, ulusal azınlıklar ya da Ege Denizi’ne ilişkin sorunların, bu iki ülke devletlerince işçi sınıfı yararına çözüleceğine inanmak hatadır. Farklı ulusların burjuvazisi, tek bir şirketin hissedarları gibidir: bir gün iyi ortak olur, diğer gün ölümüne düşman kesilirler - zaten yıllardır izlediğimiz film de bunu gösteriyor. Yalnız Türk ve Yunan işçi sınıfı, tüm bu sorunları ilanihaye çözme kudreti ve becerisine sahiptir: Çünkü bu, iki ülke arasındaki sorunları herhangi bir çatışmaya mahal vermeksizin, aşağıdan bir mücadele yoluyla çözme yetisine sahip olan işçi sınıfının enternasyonal çıkarlarıyla ilintilidir. İstenilen sonuca ulaşmak adına, iki ülke arasında savaş çıkarabilecek en esaslı ve yakıcı sorunla yüzleşmek gerekiyor: Silahlanma yarışıyla. Dördüncü Enternasyonal’in Türk ve Yunan seksiyonları olarak bizler, ivedilikle her iki ülkede yürürlükte olan silah sipariş anlaşmalarının iptalini ve askeri harcamalarda nihai bir kesintiye gidilmesini talep ediyoruz. Hükümetlerimizin, Ege Denizi’nin diğer yakasındaki ülkenin gönülsüzlüğü perdesi arkasına sığınarak, silahlanma yarışına son vermekteki isteksizliğini gözlerden ırak tutmasına izin vermeyeceğiz. Bahane dinlemek istemiyoruz; bulunduğumuz ülkelerde askeri harcamaların tek taraflı olarak azaltılmasını talep ediyoruz. Bu, örgütlerimizin eylemliliği olmaksızın başarılabilecek bir iş değildir. Bu yüzden Türkiye ve Yunanistan’daki sol ve enternasyonalist örgütler ile işçileri, iki ülkede askeri harcamaların tek taraflı azaltılması adına ortak bir kampanya örgütlemeye çağırıyoruz. Türk ve Yunan işçileri birleşin! Έλληνες και Τούρκοι εργάτες ενωμένοι!