MUHAMMED geleceğe ilişkin bazı hususları haber vergerçekleşmesidir. ResOluilah okuma yazma bilmediği . tahsil görmediği ve kimseden özel bilgi almadığı halde geçmiş peygamberlerin mücadeleleri ve Ashab-ı Kehf kıs­ sası gibi tarihi olayları haber vermiş. baş­ ta Ehl-i kitap olmak üzere dönemin alimleri tarafından herhangi bir itirazla karmesi ve bunların bildirdiği şekilde şılaşmamıştır. Aynı şekilde Bizanslılar'ın İranlılar'ı yeneceğini (er-ROm 30/2-4 ı. müş­ riklerin ileride bozguna uğrayacağını (e IKamer 54/44 -45). Mekke'nin fethedileceğ i ni ve müslümanların geleceğinin parlak olacağın ı (en-N Or 24/55; el-Ahzab 33/ 22; el-Feth 48/1 ı , ı 5- ı 6, 27) bildirmiştir. Hz. Peygamber'in düşmanlarının kendisi için kurduğu tuzakları (Buhar!, "Tıb". 47, 49, 50, 55), bazı şehir ve ülkelerin fethedileceğini (Buhar!, "Mena~ıb" , 25; Müslim, "Fiten", 75-78) önceden haber vermiştir. Fitne ve savaşların ortaya çıkacağı (Buhar!, "Mena~ıb", 25, "Fiten", 2-8; Müslim, "Fiten", 9- ı 3), kıyametin kopmasına doğru bazı alametlerin zuhur edeceği (Buharl, "Fiten" , 24-25; Müslim, "Fiten", 39-84 ı gibi sünnet kaynaklı haberler de söz konusudur (Çe lebi, İslam inancmda Gayp Problemi, s. I 03- I 09, I 23 - I 42) ResOl-i Ekrem'in mucizelerikelam literatüründe önemli bir yer tutmaktadır. Bu konuda Kur' an'ın yaklaşımını esas alan kelamcılar hissi mucizelerden çok akli mucizeler üzerinde durmuştur. EbO MansOr el-Matürldl. Hz. Peygamber'den sadır olan olağan üstü hadiseleri onun erdemli şahsiyeti, hissi ve akli mucizeleri ve ona duyulan ihtiyaçtan doğan sosyolojik realitelerden hareketle ortaya koymaya çalışmıştır (Kitabü 't·Tevf:ıid, s. 3 ı 4- 332). Eş­ 'a ri. ResOiullah'ın mucizelerini Kur'an-ı Kerim ve hissi mucizeler şeklinde ele almış, Kur'an'ın i'cazına dair bilgilere yer verirken bazı hissi mOcizelere de temas etmiştir (el-Lüma', s. ı 96- ı 97) . Kadi Abdülcebbar. hissi mucizeleri reddeden Nazzam gibi alimiere karşı çıkarak mucizeleri zarurl (hissi) ve istidlall şeklinde ikiye ayır­ dıktan sonra birincisine çok sayıda insanın az miktarda yemekle doyması, elindeki taşların Allah'ı tesbih etmesi , çağ­ rısı üzerine ağacın hareket etmesi, üzerinde hutbe okuduğu kütüğün inlemesi gibi hadisleri örnek göstermiş , ikincisi için de Kur'an'ın muhtevasını zikretmiş­ tir ( Teşbftü dela'ili'n-nübüvve, 1, 46-59; ll, 403-405, 509-5 I O; Şerf:ıu '1-Uşüli ' l-l]amse, s. 585-597; el-Mul]taşar, s. 239). Ebü'J-Mu- ln en-Nesefı de mucizeleri hissi ve akli diye ele almakta, birincisini Peygamber'in 448 zatının dışında olanlar, zatıyla ilgili bulunanlar ve güzel ahlaki olmak üzere üçe. ikincisini de onun hali. nesebi. duaları, haberleri, yaşadığı yer ve zaman. getirdiği kitap ve şeriata dair olmak üzere sekize ayırmaktadır ( Tebşıratü '1-edille, 1, 48 7502). Kelam alimleri genelde bu çerçeveyi korumakla birlikte son dönemlerde kaleme alınan bazı eserlerde ResOiullah'ın şahsında ve çevresinde gerçekleşen bütün olaylar mucize olarak takdim edilmiş­ tir. Halbuki ResOJ-i Ekrem'in sireti incelendiğinde kendisinin fiil ve davranışla­ rında sebep-sonuç ilişkisine titizlikle riayet ettiği görülür. Mesela Bedir Gazvesi'nde düşman hakkında bilgi toplamak üzere keşif kolları çıkarmış. ordusunu savaş bölgesinin coğrafi şartlarına göre yerleş­ tirmiş. ihtiyaç anında kullanılmak üzere yedek kuwetler ayırmıştır. Bu hazırlıklar­ dan sonra dua ederek Allah'tan dinine ve müminlere zafer vermesini istemiştir. Hz. Peygamber, Allah'ın emir ve yasaklarını insanlara tebliğ ederken öncelikle akli ve mantık! deliliere başvurmuş. baslret sahibi, ön yargısız insanlar bu öğretile­ rinden hareketle onun doğru sözlü olduğunu kabul etmiştir. Bazı kişiler de akli ve mantık! delillerle yetinmeyerek mucize talebinde bulunmuş. bu sebeple ona hidayet mucizeleri verilmiştir. Art niyetli bir üçüncü grup ise ondan hissi mucize istemiş, ancak Kur'an'da özellikle bu kategoriye giren talepler reddedilmiştir. BİBLİYOGRAFYA : /11üsned, IV, 128, 185; V, 89, 95, 105, 139; a.e. (ArnaOtJ. XXVIII, 395; XXIX , 196; XXXV, 182; XXXVI , 596; Buhari. "Mena~b" , 25, 27, "Tefsir" , 54/1, "Cihad ", 58, 89, "Tıb", 47-55, "Megazi", 4, "Feza'ilü'l-l):uran", ı, "i'tişam", ı , "Fiten", 28, 24-25; Müslim. "İman", 239, "Fiten", 9-13, 39-84, "Şıfatü'l-münafıl:;in" , 43-48, "Cihii.d", 58; Tirmizi. "Mena}5 ıb ", 3; İbn ishak. es-Sire, s. 22, 53-57, 257-264; ibn Hişam, es-Siretü'n-nebeviyye, Kahire, ts. (Darü 'l-fikr J. I, 180-183; ll, 672673; ibn Sa'd, et-Taba~atü '1-kübra, Beyrut 1960, 1, 152; Taber!, Tarfl:ı (Ebü 'l-Fazli. ll, 166-ı67 ; a.mlf .. Cami'u '/-beyan 1nşr. Sı d ki Cem ll el-Attar). Beyrut 1415/1995, XXVII, ll ı -1 ı6; Eş'ar!. el-Lüma', s. 196-197; Matür!d!, Kitabü't-Tev/:ıid (nşr. Bekir Topa J oğ lu -Muhammed Aruçi), Ankara 1423/2003, s. 294-296, 314 -332; Kadi Abdülcebbar. Teşbitü dela'ili'n-nübüvve 1nşr. Abdül kerim Osman ı. Beyrut 1386/1966,1, 46-59; ll , 403-405, 509-510; a.mlf.. Şerf:ıu'l-Uşuli'l­ f:ıamse (nşr. Abdü lker! m Osman), Kahire 1988, s. 585-597 ; a.mlf .. el-/11uf:ıtaşar {i uşuli 'd-din (nşr. Muhammed imare, Resa'llü'l-'adl ve't-tevf:ıid içinde). Kahire 1971, s. 239; Ebu Nuaym el-isfahan!, Dela'ilü 'n -nübüvve, H alep 13971 1977, ı, 46-48, 96, 535 -537; Maverd!, A'lamü 'nnübüvve ( nşr. Muhammed ei-Mu'tasım- Bill ah e i-Bağdad!J. Beyrut 1407 /]987, s. 222-242; Beyhaki. Dela'ilü'n-nübüvve ı rişr. Abdurrahman Mu hammed Osman). Kahire 1389/]969, 1, 103- 107; Nesefı. Tebşıratü 'l-edille(Sal ameı. 1, 487502; Kad! iyaz. eş-Şifa', ı, 341-533; Fahreddin er-Razı. Kitabü '1-Erba'fn 1nşr. Ahmed Hicaz! esSekka). Kahire 1406/1986, ll , 76-101 ; Zeheb!, Tari/] u '!-islam: es-Siretü 'n -nebeviyye, s. 57 -59; ibn Kes!r. es-Sire, 1, 24 7; SüyQt!. el-ljaşa'işü '1kübra, Beyrut ı405/ı985, 1, 78-100, 141-146; Ali el-Karl. /11evzu'at, istanbul1289 , s. 109; NQreddin ei-Haleb!. insanü '/-'uyun, Kahire 1308, 1, 46; Meclisi. Bi/:ı!irü '1-envar, Beyrut 1403/1983, XVII, 342-362; Seffarını. Leva'if:ıu '1-envar, Ri yad 1994, ll , 278-279; Muhammed ei-Hüt. Esne'l-metalib {i ef:ı!idişi mul]teli{eti 'l-meratib (nş r. Hal\1 el-Meys), Beyrut 1403/1983, s. 375; Yusuf b. ismail en-Nebhani. ljüccetullah 'ale'l'alemin, Diyarbakır, ts. (e l-Mektebetü'l-islamiyye). s. 254-260; Şibl! Nu'man!. islam Tarihi: Asr-ı Saadet ı tre. Ömer Rıza [Do ğ ru i [ ). istanbul1346/ 1928, 1, 188-189, 199-202; Süleyman Nedv!. is- · lam Tarihi: Asr-ı Saadet (tre. Ömer R ı za [ Doğ­ ru lll. istanbul ı347/1928, lll, 1306, 1317-1318, 1364, ı394; IV, 1557-1558, 1605, 1655-1677, 1772-1777; Reş!d Rıza. Tefsirü 'l-menar, IV, 113; Ahmed Cevdet Paşa. Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hule{a, istanbul 1386/1966, 1, 75-80; Seyyid Kutub. Fi 4,ılali'l-Kur'an, Beyrut, ts . 1Daru ihyiii'ttürasi'I-Arab\), IV, 2237; Ham!dullah. islam Peygamberi, 1, 24, 51, 135-138 ; Hasan Ziyaeddin !tr. Nübüvvetü /11uf:ıammed {i'l-Kur'an, Halep 1393/1973, s. 236 ; Abdülaz!z es-Sealib!, /11u'cizü /11uf:ıammed Resulillah , Beyrut 1986, s. 114- ı 16; Muhammed Abduh. Risaletü 't-Tev f:ıid, Beyrut 1986, s. 88-129; Muhammed Ahmed ei-Gamrav!. el-islam fi 'aşri'l-'ilm, Kah i re 1987, s. 122-132; Gülgün Uyar. Hz. Muhammed'in Risalet Öncesi Hayatına Dair Bazı Riuayet Farklarının Tesbiti (yüksek lisans tezi , 199 3). MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü , s. 65-66; ilyas Çelebi. islam inancında Gayp Problemi, istanbul1996, s. ıo3-109, ı23-142 ; a.mlf .. islam inanç Sisteminde Akılcılık ve Kadı Abdü/cebbar, istanbul 2002, s. 318-322; Yusuf Şevki Yavuz v.dğr.. islam 'da inanç Esasları, isr:;;:ı . tanbul 1998, s. 195-206. ı;ıJ lLYAS ÇELEBİ IV. İSLAM KÜLTÜRÜNDE HZ. MUHAMMED A) Tasavvuf. 1 (VII) ve ll. (VIII.) yüzyıl­ larda abid ve zahidlerin ResOJ-i Ekrem'i algılayış tarzı, diğer müslümanlara nisbetle kendilerini daha fazla ibadete verme ve daha çok ahirete yönelme şeklin­ de ortaya çıkıyordu; bu da teorik olmaktan ziyade pratik bir farklılıktı. Bu tür anlayışlar Hz. Peygamber döneminde Ebu Zer ei-Gıfarl, Abdullah b. Ömer. Abdullah b. Amr b. As, Ebü'd-Derda ve Osman b. Maz'On gibi ibadet ve zühd hayatı ile tanınan sahabiler arasında da mevcuttu. Hz. Osman'ın son döneminde başlayan ve Emevller devrinde devam eden karışıklık­ lar ve iç savaşlar bazı müslümanları kendilerini i badete vermeye. dünyadan el etek' çekmeye sevketmiş. bu da söz konusu farkların belirgin hale gelmesine sebep olmuştur. MUHAMMED iık zahid ve sufıler gerek dünyaya karşı mesafeli durup ahirete yönelme. gerekse daha çok ve daha nitelikli ibadet etme bakımından Resulullah'ı örnek alıyor ve bu tutumlarını ahlaki davranışlarında da sürdürüyorlardı. Allah'ı görüyormuş gibi ibadet eden takva sahibi bir mürnin olmak (Buhar!, "Iman", 37; Müslim, "Iman", I) onların gayeleriydi. Zühd ve fakrı tercih edip Allah'a çok şükreden bir kul olmak için gecenin bir bölümünü ibadetle geçiren Hz. Peygamber'i (Buharı. "Teheccüd", 6; Müslim , "Münafıl5In", 79) örnek alıyor, onun izinden giderek kurtuluşa ereceklerine inanıyorlardı. Bundan dolayı farzların yanı sıra nafile ibadetleri de yerine getirmeye çalışıyor, ayrıca hak hukuk gözetmede hassasiyet gösteriyorlardı. Kur'an'da Allah'ı sevmek ve O'nun tasevilmek için Peygamber'e itaat şart koşulduğundan (Al-i im ran 3/3 ı) ilk sufıler Resul-i Ekrem'in daha çok Allah'ın sevgili kulu (habTbullah) olma (Tirmizi, "Menal5ıb", ı) niteliği üzerinde durmuştur. Allah 'ı, resulünü ve Allah yolunda mücahedeyi her şeye tercih etme konusunda Kur'an'da yer alan uyarılar (etTevbe 9/24) ve iyi bir müminin Peygamber'i kendisinden daha çok sevmesi gerektiğini belirten hadisler (Wensinck, elMu'cem, "l:ıbb" md.) onlar üzerinde etkili olmuştur. ll. (VIII.) yüzyılın ikinci yarısın­ dan itibaren Basra'da Rabia el-Adeviyye'nin öncülük ettiği bir grup sufı daha çok ilahi sevgi üzerinde durmaya ve sevgi unrafından Cı r cırl ı Ali Efend i'n in celi sülüs hatla yazd ı ğı Hz. Muham med'! öven bir kıta (M. Hilmi Şenalp özel koleksiyonu) surunu öne çıkarmaya başladı . Cenab-ı Hakk'ın Hz. Muhammed'e yönelik ezel1 sevgisi olmasaydı hiçbir şeyin var olmayacağına inanan sufıler için ku ts! hadis olarak kabul ettikleri, "Sen olmasaydın felekleri yaratmazdım" ifadesi (Aci On!, ll, 164) büyük bir önem taşır. SOfıler arasında sıkça görüldüğü nakledilen kerametler ResOl-i Ekrem'in yolundan gitmenin bir semeresi olarak kabul edilmiş, her ne kadar onun vefatıyla vahiy sona ermişse de rüya, ilham ve firaset yoluyla bazı bilgilere sahip olmak mümkün görülmüştür. Sufılerin kendilerini Peygamber'in varisi saymalarının sebebi , onun yaşadığı manevi ve ruhani hayatı devam ettirdiklerine dair inançların­ dan kaynaklanmaktadır. lll. (IX.) yüzyılda Ebu Said el-Harraz ve Se hi b. Abdullah et-Tüsterl tarafından ResOl-i Ekrem Kur'an gibi bir nur olarak (el-Maide 5/1 5) algılanmaya başlanmış, onların ardından Hallac-ı Mansur Kitô.bü't-Tavô.sin'de bu anlamda nur üzerinde genişçe durarak nur-ı Muhammed! teorisini geliştirmiştir. Buna göre Allah ilk önce Hz. Muhammed'in nurunu, bu nurdan da diğer varlıkları yaratmıştır. Bu görüşle ilgili olarak, "Allah'ın ilkyarattığı kale md ir" (Tirmizi, "Tefslr", 68/1 ); "Adem ruhla beden arasında iken ben peygamber idim" (Müsned, IV, 66); "Allah'ın ilkyarattığı şey akıldır" (Aci On!, 1, ı 48, 263) gibi hadisler rivayet edilmiştir. Burada akıl ve kalemden maksat Hz. Peygamber'in nuru olup onun m.3nev1 hüviyeti anlamına gelen bu nura hakikat-i Muhammediyye de denilmiştir. Hz. Adem'den başlayıp bütün peygamberlerde tecelli eden bu nurun en son ResOiullah'ta ge~çek sahibiyle buluştuğu kabul edilmiştir (bk HAKIKAT-i MUHAMMEDİYYE). Gizli bir hazine olan Cenab-ı Hak bilinmeyi murat etmiş ve ilk defa taayyün-i hubbl şeklinde, yani Hz. Peygamber'in nuru ve sevgisi olarak tecelli etmiş , ardından diğer varlıkların hepsini bu nurdan yaratmıştır. Onun alemiere rahmet oluşunun (el-Enbiya 2 III 07) anlamı budur (Aynülkudat el-Hemedanl, s. 254; Necmeddln-i Daye, s. 2 ı, 30). Buna göre evrenin var oluş sebebi Allah'ın Hz. Muhammed'e duyduğu sevgidir. Süleyman Çelebi, "Gel hablbim sana aşık olmuşarn 1 Cümle halkı sana bende kılmışam"; "Ben sana aşık olunca ey şerif 1Senin olmaz mı dü alem ey !atıf" gibi beyitlerde bu muhabbeti aşk olarak niteler. Muhyiddin İbnü'l-Arabl, Hakk'ın ResOl-i Ekrem'in nurunu ve bu nurdan halkı ya- Mahmud Celaleddin'in ce li sülüs hatla yazdığı Mevlana celaleddin-i Rü mi'nin münacatından bir k ı ta (Portakal Sanat ve Kültür Evi) ratmasını ayna misaliyle anlatır. Ona göre alem Hakk'a nazaran bir aynadır; Hak isim, fiil ve sıfatlarıyla bu aynada tecelli eder. Fakat insan yaratılmadan önce bu ayna cilalı olmadığından- ilahi tecellileri net olarak yansıtmıyordu . Adem (insan) bu aynanın cilası olmuş. her şeyde tecelli eden Hak en mükemmel şekilde insanda tecelli ettiğinden ona halife adı verilmiş­ tir. Aleme göre insan yüzüğün kaşı, göze göre ise göz bebeği gibidir (Fuşüş, s. 48). Şeyh Galib, "H oşça bakzatına kim zübde-i alemsin sen 1 Merdüm-i dlde-i ekvan olan ademsin sen" beytinde bunu anlatır. Hak, diğer insanlara nazaran Hz. Muhammed'de en mükemmel şekilde tecelli ettiğin­ den mutlak anlamda insan-ı kamil odur. Onun varisieri olmaları sebebiyle vel1lere de insan-ı kamil denir. Aziz Mahmud Hüdayl, "Aylnedir bu alem her şey Hak ile kaim 1 Mir'at-ı Muhammed'den Allah görünür daim" derken Hz. Peygamber'in bu özelliğini dile getirmiştir. Hakim et-Tirmizi, Kur'an'da geçen "hatemü 'n-nebiyyln" (son peygamber) ifadesinden (el-Ahzab 33/40) hareketle "hatemü'l-evliya" teorisinin temelini atmış. daha sonra bu görüşü İbnü'l-Arabl geliştir­ miştir (Fuşüş, s. 63; el-Fütü~atü'l-Mek­ kiyye, ll, 9). Bu telakki daha çok İbnü'l­ Arabl'nin izleyicileri veya onun etkisinde kalan mutasawıflar tarafından benimsenmiştir. Hz. Muhammed'in son peygamber olması sOfılere son veli telakkisini, onun mi'racı da ruhani mi'rac fikrini ilham etmiştir. Ruhani mi'rac yaptığını ilk defa söyleyen ve bunu uzunca anlatan Bayezld-i Bistaml'dir. İbnü'l-Arabl. el-Fü- 449 MUHAMMED tU.J:ıfıtü '1-Mekkiyye ve Kitdbü '1-İsrô.'da manevi mi'raclarını anlatır. SGfiler, kendilerine doğrudan ve dotaylı olmak üzere iki yoldan feyiz ve ilham geldiğini söylerler. Allah'tan vasıtasız aldık­ ları bilginin yanı sıra tarikat silsilesine dahil bulunan meşayih aracılığı ile de Hz. Peygamber'e ulaştıklarını , ondan bilgi aldıklarını ve her iki bilginin de kendilerine has olduğunu ifade ederler. Telkin yoluyla Allah'tan Cebrail'e, ondan Hz. Muhammed'e, ondan Hz. Ali'ye (Nakşibendiyye'­ de Hz. Ali ve Hz. EbG Bekir' e) intikal eden özel bilgi ve manevi mirasın tarikatın silsilesinde yer alan veliler aracılığıyla şeyh­ Iere ulaştığını kabul ederler. Bundan dolayı sGfiler nezdinde Hz. Peygamber özel anlamda marifet ve ilham kaynağıd ı r. Tasawufta ResGl-i Ekrem'in şefaati. ona sı ğınma ve ondan yardım talebinde bulunma önemlidir. Mutasawıflar "dahitek ya Resülellah" (sana sığındım ey Allah'ın elçisi), "şefaat ya ResGlellah" deyip onun ruhundan yardım ve şefaat umarlar. Aynı şekilde mutasawıflar, fıkıh alimleri rnekruh saydıkları halde dua esnasında "bihakki resülike" (peygamberin yüzü suyu hürmetine) demekte bir sakınca görmezler ve bu tarzda dua etmeye önem verirler. "Fena" kelimesi tasawufta Allah'la ilgili olarak kullanıldığı gibi (fena fillah " Allah'ta fani olmak") Hz. Peygamber için de (fena fi'r-resGI) kullanılması adettir. Onlara göre Peygamber'de fani olmak Hak'ta fani olmanın mukaddimesidir. SGfi şairler mahbGb-i h uda olması itibariyle ResGl-i Ekrem'i güle benzetir. hilye-i şe­ rifleri gül şeklinde yaparlar; buna "gül-i Muhammed!" denir. "Rüyada beni gören gerçekten görmüş olur. çünkü şeytan benim süretime giremez" mealindeki hadise (Buhar!, "Ta9Jir", 10; Müslim, "Rü'ya", ı ı) dayanan bazı mutasawıflar Hz. Peygamber'i rüyada gördüklerini söylemiş tavrından çeşitli ve onun gördükleri manalar çıkarıp hayat- larını buna göre düzenlemişlerdir (İbra­ him b. Musa eş-Şatıbl, I, 260) Bu konuda birçok menkıbe anlatılır. Felç olan İmam BGslrl'nin rüyasında ResGl-i Ekrem'i gördüğü. hastalığının iyileşmesi için ondan öğüt aldığ ı . Peygamber sevgisini terennüm eden Kaşidetü'1-bürde'sini bunun üzerine yazdığı rivayet edilir. Ahmed erRifal'nin de ResGlullah'ın kabrini ziyaret ettiğinde böyle bir hal yaşadığı kaydedilmektedir. Dini bilginin kaynağına ulaşma konusunda zahir utemasından farklı bir yol takip eden mutasawıfların hadis alimlerince sahih kabul edilen bazı rivayetleri sahih saymadıkları, zaman zaman da hadis kitaplarında yer almayan bazı ifadeleri, "Hz. Peygamber'in sözü olduğu keşfen sabittir" gerekçesiyle sahih kabul ettikleri, hatta bu nitelikteki metinlere büyük önem verdikleri görülmektedir. Ahmed b. Mübarek es-Sicilmasl'nin e1-İbriz'in­ de İbnü'l-Arabl'nin e1-FütU.J:ıfıtü'1-Mek­ kiyye'sinde hadislerin keşf açısından değerlendirilmesine ve yorumlanmasına sık­ ça rastlanır. Bununla beraber hadis alimlerinin usulünü esas alıp hadis öğrenen ve rivayet eden mutasawıflar da vardır. SGfiler, insan-ı kamil olarak gördükleri ve Allah'a giden yolda rehber edindikleri Hz. Peygamber'in slretine. sünnetine, her türlü tutum ve davranışına büyük önem vermiş. her vesile ile ona olan bağlılık­ larının mutlak ve tam olduğunu ifade etmişlerdir. Şatıbl. e1~İ'tişô.m'da (1, 88-99) sGfilerin her hususta ResGl-i Ekrem'i örnek aldıklarını, sünnetine bağlı kaldıkla­ rını ve hadisiere önem verdiklerini vurgulamak için onların bu konuda söyledikleri sözleri nakletmiştir. SQfiler sahih hadislerdeki salavat örneklerini esas alıp salavatlar düzenlemişlerdir. Çoğu nesir. bir Büsiri'nin f:\aşidetü '1- bürde'sinden Sevki Efendi'nin sülüs nesih hattıyla m eş k murakkaından bir kıta (Ekrem Hakkı Ayverdi hat koleksiyonu) 450 kısmı manzum olan bu salavatların günlük vird şeklinde okunması tarikat adabı olarak uygulanagelmiştir. BİBLİYOGRAFYA : Wensinck, el-Mu'cem, " ])bb " md.; Müsned, IV, 66; Buhari, "Teheccüd", 6, "Münafi~in", 79, "İman" , 37, "Ta'b!r" , ı O; Müslim, "!man", ı, "Rü'ya" , 11 , 87, "Münafı~in", 79;Tirmiz1, "Mena~ıb" , 1, "Tefs!r" , 68/1; Serrac, el-Lüma', s. 130-146; Muhammed b . Ali es-Sehlegi. enf'/Cır min kelimati Ebi't- Tay{Cır(n ş r. Abdurrahman Bedevi, Şatai).atü 'ş-şü[iyye içinde). Kahire 1949, s. lll, 123, 164; Gazzaıı. il)ya', Kahire 1939, ll, 351-388; Aynülkudat ei-Hemedani, Temhfdat ( nşr. Af1f Useyran ). Tahran 1962, s. 254; İbnü'I-Cevzi, Şıfatü 'ş-şa{ue, 1, 46-234; İb­ nü'I-Arabi. Fuşüş (Aflf1) , s. 48, 63-64, 184; a.mlf .• el-Fütüf)atü 'l-Mekkiyye, Kahire 1293, I, 151, 244; ll, 9; IV, 442; Necmeddin-i Daye, Mirşadü'l-'ibad (nşr. M. Emi n Ri yahll. Tahran 1352 hş., s. 2, 21, 30; Takıyyüddin İbn Teymiyye, Mecmü'atü'r-resa'ili'l-kübra, Beyrut 1392/ 1972, ll, 353-362; İbrahim b. Musa eş-Şatıbl. el-i'tişam (n ş r. M. Reşld R ı za). Kahire 1332, I, 88-99, 260; Teftazan1, Şer!) u 'l-Makaşıd, istanbul 1307, ll , 187; Münavı. el-Keuakib, ı, 14-27; Ahmed b. Mübarek es-Sicilmasi, el-ibriz, Kah i re 1961, s. 64; Aclün1. Keşfü'l-i)afa', ı , 148, 263 ; ll, 164; İsmail Fenni, Vahdet-i Vücüd ue Muhyiddin-i Arabi, istanbul 1928, s. 16, 21; R. A. Nicholson. Fi't-Taşauuu[i'l-isltımi ue tarii)ih (tre. Ebü 'I-Aia Aflf1) , Kahire 1969, s. 108-120; Ebü'IAia Af1f1. Muhyiddin ibnü'l-Arabl'nin Tasauuu{ Felsefesi (t re. Mehmet Dağ). Ankara 1975, s. 83; A. Schimmel, islam'ın Mistik Boyutlan (tre. Ergun Ko cabıy ı k), istanbul 2001 , s. 212-225 . ~ SüLEYMAN ULUDAG B) Arap Edebiyatı . Asr-ı saadet'ten itibaren günümüze kadar Hz. Peygamber hakkında kaside, mersiye, mevlid, hilye, şernail vb. türlerde pek çok yazı kaleme alınmıştır. Bunlarda, "Hıristiyanların Meryem oğlu Isa'yı aşırı derecede övdüğü gibi beni de övmeye kalkışmayın" mealindeki hadise (Müsned, I, 23 , 24, 47; Buharl. "Enbiy a'", 48) genelde riayet edilmiş, aşırılık­ lar ulema tarafından eleştirilmiştir. Şiir­ lerin giriş bölümünde mecazi aşk ve kadın tasviri edebe uygun bulunmamış, bunun yerine hayali sevgilinin özlem ve hicranı dile getirilmiş ve Resülullah'ın anılarını barındıran yerlere duyulan hasret ifade edilmiştir. Çok sayıda şair Bô.net Sü'ô.d ve Muhammed b. Said el-Büslrl'ye ait Kaşidetü'1-bürde ve e1-Kaşidetü'1-hem­ ziyye'si gibi kasidelere taştır ve tahmis yoluyla bir nevi ilaveli nazlreler ortaya koymuştur. Hz. Peygamber için söylenen şi­ irlerin ilki muhtemelen amcası Ebu Talib'in "Lamiyye"sidir. EbG Talib yeğenini dardakalanların sığındığı, güvenilen, masum, halim, reşld, adil nitelikleriyle övmüştür (Sadreddin el-Basr!, s. ı ı 9). Onun