Sayfa 2 Kasım 2001 Serxwebûn PKK’nin yeni stratejik yaklafl›m› çözüm alternatifidir olitik süreç çok hızlı ve yoğun geçmektedir. Siyasi gelişmeleri takip etmek ve değerlendirmek gerekiyor. Tasavvur edebildiğimiz kadarıyla uygarlık şekillenmesini tartışıyoruz. Siyasetin oluşumunu, siyasal gücün ortaya çıkışını, günümüze kadar gelen ve uluslararası bir siyasi sistem halini alan yapılanmanın mantığını, tarihsel çizgilerini anlamaya çalışıyoruz. Tarihle güncel arasında bağ kurmak, günümüzü tarihte görmek, tarihsel gelişmelerin seyrini güncel durumun değerlendirmesinden çıkartmak gerekir. Parti Önderliğimiz bunu bir ilke haline getirdi ve “Tarih günümüzde gizli, biz tarihin başlangıcında gizliyiz” dedi. Bugünü anlamak için tarih bilinci gereklidir. Yeterince tarih bilinci olmayan ve tarihsel gelişme yasalarını bilmeyenler günümüzü anlayamaz, güncel durumu çözümleyemezler. Günümüzdeki insan ve toplum yaşamının değişik alanlarına hükmeden yasaları bilemez, dolayısıyla doğru çözümleme yapamazlar. O da yaşam karşısında doğru, etkili ve yeterli bir tavır alınmasını engeller. Tarih bilimi bilimlerin anası olarak değerlendiriliyor. Bütün toplumsal bilimlerin tarih biliminden ortaya çıktığı belirtiliyor ki, bu denli temel bir konudur. Tarih bilimi, mekanik bilgiler toplamı değildir. Her şey yazılı tarihle belirlenen kronolojik bilgiyle ifadesini bulmuyor. O da bir çeşit tarih; fakat o bilgileri bilmek değil, onları veren yasaları, ekonomik, siyasal ve kültürel gelişme yasalarını bilmek, dolayısıyla kronolojik bilgileri içeren olayların nasıl ortaya çıktığını anlamaya çalışmak önemlidir. Esasında tarih bilimi bu yasaların bilimi oluyor. Egemenler bu bilimi çarpıtarak, sadece kronolojik bilgilerle tarih bilimini tanımlamaya çalışıyor, derinlikten ve düşünce gücünden yoksun bir beyin ortaya çıkarıyorlar. Onlara tarihin görüntü veya hikaye kısmı, olayların bilgilendirme kısmı diyelim. Esas olan, o tür olayların ortaya çıkmasına yol açan etkenlerin, doğurduğu sonuçların, gelişmelerin bilinmesidir. Bunları bilmek için de günümüzü iyi anlamak gerekiyor. Günümüzün yaşam diyalektiğini, yaşama yön veren yasalarını iyi kavrayamayan, dünü hiç anlayamaz; dolayısıyla tarihsel olayları kavrayamaz. Belki kronolojik olarak bazı şeyleri ezberler, ama bu tarih bilgisi edindiği anlamına gelmez. Bugün yaşanan, pratikte içinde yer alınan olay ve olguları çözemeyen, neden ve sonuçlarıyla yeterli bir değerlendirmeye tabi tutamayanlar, dünün olaylarını hiç çözümleyemezler. O açıdan tarihi anlamak bugünü çözümlemekten geçiyor. Önderliğin AİHM için hazırladığı değerlendirme, kapsamlı bir güncel çözümleme ve tarih bilincini ortaya koyuyor. Toplumsal gelişmelerin yasalarını ortaya çıkartmak; tarih bilimini doğru tanımlamak, doğru bir tarihsel bakış açısıyla insanlığın ve toplumların gelişim çizgisini incelemek anlamına geliyor. Bu konuda ciddi çarpıtmalar var. Herkesin tarihi kendine göre, kendi çıkarlarına uyumlu hale getirecek şekilde ifadelendirme, dolayısıyla somut gerçekleri çarpıtma, tersyüz etme durumu var. Tarih olgusunun bundan kurtarılması gerekiyor. Önderliğin AİHM değerlendirmeleri bu gücü, özü, içeriği veriyor. Esas amacı budur ve bütünlüklüdür. Çok fazla kronolojik bilgi içermiyor, sadece olayları neden ve sonuç bağlantısı kurma temelinde değerlendirebilmek için ihtiyaç duyulan bilgileri veriyor. Onun dışındakiler, o bilgilere dayanarak yapılan yorum ve değerlendirmelerdir. Bu, tarih biliminin düzeltilmesi ve zenginleştirilmesi; emekçiler, halklar için, insanlığın doğru gelişim çizgisi için gereken tarih biliminin ortaya çıkarılması anlamına geliyor. P Serxwebûn internet adresi: www.Serxwebun.com E-mail adresi: [email protected] “Bugünü anlamak için tarih bilinci gereklidir. Tarihsel geliflme yasalar›n› bilmeyenler günümüzü anlayamaz, güncel durumu çözümleyemezler. Günümüzdeki insan ve toplum yaflam›n›n de¤iflik alanlar›na hükmeden yasalar› bilemez, dolay›s›yla do¤ru çözümleme yapamazlar. O da yaflam karfl›s›nda etkili ve yeterli bir tav›r al›nmas›n› engeller.” Düflüncenin oluflumu zamana ba¤l›d›r Ö te yandan bunun karşısında olan güçlerin yaklaşımları var. Türkiye devleti de buna karşı sekiz-on sayfalık bir savunma yapmış. Elbette işin bu yanına hiç değinmiyor. Çok siyasal ve karmaşık bir konudur. Daha çok “o yana çekilmek isteniyor” denilerek çok sığ, dar ve çıkar arz eden bir hukuksal çerçevede sorunu değerlendirip çözüme götürmek istiyor. Esas olarak kapsamlı, toplumu yönlendiren çabalarıyla, eğitim, kültür, ekonomik ve siyasi düzeniyle kendi çıkarlarını tesis ediyor. Bunu sorgulayan yaklaşımlar ortaya çıktı mı işin özüne, derinliğine girmemek için bu yaklaşımları çok dar ve yüzeysel bir hukuk çerçevesinde ele alarak geçiştirmeyi yeğliyor. AİHM değerlendirmeleri çerçevesinde tartışılan konuları bu temelde ele almak gerekiyor. Ezberlemek iyi değildir, fakat tarihsel olayları da bilmek gerekir. Özellikle tarihin temel gelişme dönemlerine yön veren olayları bilmek gerekir ki, tarihsel gelişme üzerine değerlendirme yapabilelim, gelişmenin mantığını iyi özümseyip kavrayabilelim. Geçmişe, on binlerce yıllık insanlık tarihine ilişkin hususlar çoğunlukla sınırlı verilere dayalı bilgiler içeriyor. Bu doğal bir durumdur. Yazılı tarih –ki daha çok belgelidir– insanlık tarihinin son beş-altı bin yıllık kısmıdır. Ondan öncesine ilişkin bilgiler çoğunlukla sınırlı kalıntılar ve izler olmaktadır. Bir de yazılı tarihin gelişim diyalektiğine bağlı olarak yapılan, bu sınırlı bilgilerin değerlendirilmesini içeren yorumlar oluyor. Tarih bilincine bu çerçevede yaklaşmak önemlidir. Yani çok ezberleyip, bazı mekanik ve dogmatik bilgilerle tarih anlayışı edinmek yararlı olmaz. Günümüzde insanın doğa üzerinde önemli bir etkinliği gelişmiş durumda. İnsanlık çok ileri düzeyde bir toplumsal gelişme sürecini yaşıyor. İnsanlığın her zaman böyle olduğunu söyleyemeyiz, bu mümkün değildir. Çünkü dün böyle olmadığı- nı adımız gibi biliyoruz. Bir insanın yaşamı bile, toplumsal yaşamın değişik alanlarında ne kadar değişim olduğunu gözleyecek süreci içeriyor. Tarihin çok eski zamanlarına dair düşünce üretirken, onları tartışırken, bugünkü ölçülerle ve ulaşılan düzeyle bakmamak gerekiyor. Bu açıdan, hem sınırlı bilgilerden hem de günümüzdeki mevcut durumdan geçmişe, insanlığın gelişim çizgisine dair doğru ve yeterli yorumlar çıkartabilecek güce sahip olmamız gerekiyor. Bakış açısı, düşünce tarzı dediğimiz budur. Bunu da oldukça doğru bir bakış açısıyla edinmemiz gerekir. Diyalektik yöntem bu bakış açısını veriyor. Başka bakış açıları da var; idealist bakış açısı var, metafizik yöntem kullanılıyor. Önemli olan sınırlı bilgilerle de olsa doğru bir bakış açısına sahip olma temelinde geçmişe dair doğru ve yeterli bir bilinç edinebilmektir. Bu da başta belirttiğimiz gelişme yasalarını kavrayabilmekle mümkündür. İnsan ve toplum yaşamının ölçülerini, bunlara yön veren yasaları kavramak gerekiyor. İnsan nasıl insan oldu, insan olma neyle başladı? Yaşamını neye dayanarak örgütledi, geliştirdi? Bu gelişme hangi aşamalardan geçti, bu gelişmeye neler yön veriyor, etkide bulunuyor? Günümüze kadar nasıl geldi? Bunlar gibi birçok hususu kavramak gerekiyor. Geçmişe dair tartışmalarımız bu biçimdedir. Bütün bu gelişmelerin nerede olduğunu ve nasıl bir gelişme seyri izlediğini anlamak gerekiyor. Böylece doğru bir bakış açısı ve düşünce tarzı edinmek mümkündür. Demek ki, düşüncenin oluşumu zamana bağlıdır. Hangi zamanda ne tür gelişmeler yaşandı, nerede ne tür gelişmeler oldu? Hangi koşullar bu tür gelişmeleri doğurdu? Değişik olaylar ne tür gelişmelere yol açtı? Bu sorular temelinde geçmişe bakarak tarihi anlamaya ve çözümlemeye çalışmak gerekir. Zaman, mekan ve koşullardan kopuk bir değerlendirme, bilgi edinme, tarih bilinci edinmeye çalışma olmamalıdır, çünkü doğru kavratmaz. Dogmatizm, kalıpçılık, sığ ve dar yaklaşımların hepsi, bu tarz bir bakış açısından yoksun olmaktan kaynağını alır. Neolitik çağ –ki eskiden ilkel komünal yaşam düzeni deniliyordu– eşitsizliğin ve sömürünün fazla olmadığı, insanlaşmanın, biraz da toplumsallaşmanın geliştiği, uygarlığa geçişin yaşandığı binlerce yılı alan dönemdir. İnsanlığın daha fazla üretim yapabilir hale gelmesiyle doğan sınıflı toplum uygarlığı ve onun ilk biçimi olan köleciliğin gelişiminin en köklü biçimde, bütün özellikleriyle yaşandığı saha Mezopotamya’dır. Altın Hilal denen Yukarı ve Aşağı Mezopotamya’nın, dağla ovanın kesiştiği sahalardır. Sınıflı toplum uygarlığına geçişte Aşağı Mezopotamya’nın oynadığı rol; Sümer uygarlığının kurulması, devletleşme, siyasal kurumlaşma ve buradan doğuya, batıya, kuzeye uygarlıksal yayılmanın değişik aşamalardan geçerek gerçekleşmesi ve günümüze kadar gelmesidir. Günümüz siyaseti de bu gelişmeler üzerinde ortaya çıkan bir siyasettir. Günümüzdeki siyasal mücadelelerin kökü orada yatıyor. O zamandan başlayıp günümüze kadar uzanan, gelişen bir sınıflı toplum sistemi var. Bu sistemin 20. yüzyılda aldığı uluslararası düzey –ki dünyanın tümünü içine alma gerçeği var– başlangıçta böyle değildi. Bunun adım adım nasıl geliştiğini Önderliğin değerlendirmelerinde, tarihi gelişme sürecine ilişkin ortaya koyduğu çözümlemelerde görüyor ve anlıyoruz. Dünya savafllar› Ortado¤u üzerinde geliflen savafllard›r 21. yüzyılın başında bu gelişmelerin tümü yeniden yapılanma sorunu olarak yakıcı bir biçimde kendisini gündemleştirmiş bulunuyor. İnsanın nasıl oluştuğunun, neolitik çağın nasıl geliştiğinin, sınıflaşmanın, köleciliğin nasıl ortaya çıktığının, nerede olduğunun ve bunların ne tür ilişkilere, olay ve çatışmalara yol açtığının anlaşılması önemlidir. Günümüzde bütün bunların olduğu sahada çok yoğun ve derinleşmiş çelişkiler, mutlak çözüm isteyen sorunlar ve bunların bir dayatma haline gelme durumu var. Buradan kaynaklanan derin bir çatışma var. Siyasal çatışma farklı alanlarda kendisini yer yer silahlı çatışmaya da dönüştürüyor. Savaşı yürüten taraflar, bunların hepsine birden “III. Dünya Savaşı” adını taktılar. Böylece uygarlıksal gelişme, günümüzde en temel merkezinden kaynaklanmak üzere yeniden bir dünya savaşına yol açmış bulunuyor. Unutmayalım ki, I. Dünya Savaşı da bu alan üzerinde doğdu. II. Dünya Savaşı’nın da ana etkeni burayı ele geçirmekti. Dünya savaşları Ortadoğu üzerinde gelişen savaşlardır. Savaşan taraflar başka olabilir; I. Dünya Savaşı’nda Avrupa kendi içinde savaştı, II. Dünya Savaşı’nda Avrupa’nın bir bölümü olan orta bölümüyle, doğusu olan Rusya birbiriyle savaştılar. Mevcut durumda Amerika’yla Afganistan savaşıyor. Görünüşte öyle oluyor, ama bu savaşların hepsinin Ortadoğu üzerinde olduğu gerçeği iyi görülmelidir. I. Dünya Savaşı da Ortadoğu’yu bölüşme savaşıydı, nitekim öyle bir sonuç da doğurdu. Savaşın ortaya çıkardığı sonuçlara bağlı olarak bölgede bir siyasi coğrafya oluşturuldu. II. Dünya Savaşı bütünüyle Ortadoğu’ya nasıl inileceği üzerineydi. Almanya yayılmasını Türkiye ve Rusya üzerinde yapmak istedi; Ortadoğu üzerinden Güney Asya’yı ele geçirmeyi amaçlıyordu. Günümüzde de Güney Asya ve Ortadoğu üzerinde savaş olmaktadır. Üç dünya savaşı da böyle oldu. Çok büyük bir askeri çatışma olmayabilir. I. ve II. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi dünyanın büyük askeri güçleri karşı karşıya gelmeyebilir, ama savaşın mantığı, alanları ve hedefleri bir dünya savaşı gerçeğini ifade etmektedir. Dünya savaşları askeri boyutuyla birlikte, esas olarak yeniden bir siyasi sistem oluşturmayı öngörüyor. Varolan siyasi sistemin reddi, çözülmesi anlamına geliyor. Günümüzde gelişen savaş durumu da böyle bir sistem arayışı, sistem değişikliği hususlarını içermektedir. 20 yüzyılın sonuna doğru dünya savaşlarıyla ortaya çıkan sistemde çözülmeyle birlikte yeni bir sistem arayışının çok güçlü bir biçimde gündeme girdiğini biliyoruz. Sovyetlerin çöküşü ve Körfez Savaşı bu sürecin başlangıç adımı oldu. Şimdi de yeni bir adımla, 20. yüzyılda iki dünya savaşıyla ortaya çıkan sistem değiştiriliyor. Körfez Savaşı temelinde Doğu Avrupa’da, Balkanlar’da ve Kafkaslar’da önemli değişiklikler ortaya çıkartıldı. Ona dayanılarak siyasi coğrafyada çeşitli değişiklikler yapıldı. Ortadoğu’da da bazı sonuçlar alınmak istendi, bu yönlü çabalar harcandı. “Ortadoğu Barış Planı” diye bir plan geliştirildi. Kürdistan’a uluslararası komplo dayatıldı. Bütün bunlarla adına YDD denilen yeni bir dünya yaratılmaya çalışıldı. ABD’nin bu dönemdeki çabalarını, stratejisini de biliyoruz. Fakat YDD adıyla oluşturulmak istenen stratejinin hayata geçmesi için mevcut zemin yetmedi, yürütülen çalışmalar başarılı olmadı. Sovyetlerin çöküşüyle Körfez Savaşı’nın ortaya çıkardığı sonuçlar yeni bir uluslararası sistem yaratmak için yetmedi. ABD, YDD adı altında kendi çıkarlarını öngören bir dünya yaratmayı hedefledi, ama başaramadı. Onu aşan yeni bir uluslararası sistem oluşturma yönünde de çok fazla çaba harcanamadı. Dolayısıyla yeni bir uluslararası sistem ortaya çıkmadı. Bununla Amerika’nın kendi çıkarlarını öngören ve sadece siyasi sınırlarda değişiklik yapmayla yetinen bir dünya sis- Serxwebûn’dan