T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI ORTA DOĞU VE AFRİKA ÇALIŞMALARI BİLİM DALI SUDAN VE ULUSLARARASI POLİTİKADA DARFUR KRİZİ YÜKSEK LİSANS TEZİ Hazırlayan Özgün ARSLAN Tez Danışmanı Prof. Dr. Hasan ÜNAL ANKARA–2011 T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI ORTA DOĞU VE AFRİKA ÇALIŞMALARI BİLİM DALI SUDAN VE ULUSLARARASI POLİTİKADA DARFUR KRİZİ YÜKSEK LİSANS TEZİ Hazırlayan Özgün ARSLAN Tez Danışmanı Prof. Dr. Hasan ÜNAL ANKARA–2011 ÖNSÖZ Afrika kıtasının yüzölçümü bakımından en geniş ülkesi olan Sudan, jeopolitik önemi ve zengin yer altı kaynaklarıyla dikkat çekmektedir. Yayıldığı geniş toprakların yanı sıra etnik, dini ve kültürel çeşitliliği Sudan’a dünyanın en heterojen toplumlarından biri olma özelliği kazandırmıştır. Bu geniş topraklarda ve çeşitlilik içerisinde mücadele neredeyse hiç eksik olmamış, kanlı çatışma dönemleri Sudan tarihine damgasını vurmuştur. Güneyde patlak veren iç savaş ve ardından Darfur kriziyle beraber Sudan, uluslararası gündemin yakından izlenen konularından biri haline gelmiştir. Sudan ile geçmişten gelen tarihsel bağları Türkiye’nin bölgeye ilgi göstermesini zorunlu kılmasına rağmen konuya ilişkin literatür incelemesi yapıldığında bu alanda akademik çalışmaların yok denecek kadar az olduğu gözlenmektedir. “Sudan ve Uluslararası Politikada Darfur Krizi” konulu tez çalışmasıyla bu alandaki boşluğun giderilmesine katkı sağlamak amaçlanmıştır. Bu çalışmanın son halini almasında büyük emeği geçen, bilgi ve tecrübesiyle bana yol gösteren değerli danışman hocam Prof. Dr. Hasan ÜNAL’a, bölgeye ilgi duymama vesile olan, desteğini hep yanımda hissettiğim değerli hocam Prof. Dr. Türel YILMAZ ŞAHİN’e ve fikirleriyle çalışmama ışık tutan değerli hocalarım Prof. Dr. Ramazan GÖZEN ve Yrd. Doç. Dr. Mehmet ŞAHİN’e çok teşekkür ederim. Akademik çalışmalar yapma konusunda beni yüreklendiren ve değerli yorumlarını benden esirgemeyen saygıdeğer Emekli Büyükelçi Nüzhet KANDEMİR ve Emin GÜNDÜZ’e teşekkürlerimi bir borç bilirim. Sabır ve içtenlikle bana her konuda destek olan aileme ayrıca minnettarlığımı bildiririm. Özgün ARSLAN Ankara-2011 ii İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ ............................................................................................................İ İÇİNDEKİLER .................................................................................................İİ SİMGELER VE KISALTMALAR................................................................... İV TABLOLAR /ŞEKİLLER ............................................................................... V GİRİŞ ..............................................................................................................1 BİRİNCİ BÖLÜM TARİHSEL SÜREÇTE SUDAN VE SÖMÜRGECİLİK 1.1. OSMANLI DÖNEMİ.............................................................................. 7 1.2. MEHDİ DÖNEMİ ................................................................................ 11 1.3. SÖMÜRGE DÖNEMİ ......................................................................... 14 1.3.1. Sömürgecilik Politikaları ve Kuzey-Güney Ayrışması .................. 17 1.3.1.1. Dolaylı Yönetim ..................................................................... 17 1.3.1.2. Hukuk ve Din......................................................................... 19 1.3.1.3. Eğitim .................................................................................... 20 1.3.1.4. Ekonomi ve Ticaret ............................................................... 21 1.3.2. Milliyetçilik Hareketleri ve Bağımsızlık ......................................... 23 İKİNCİ BÖLÜM BAĞIMSIZLIKTAN GÜNÜMÜZE SUDAN 2.1. BAĞIMSIZ SUDAN DEVLETİ............................................................. 30 2.1.1. Siyasi Yapı ve Anayasa Girişimleri.............................................. 31 2.1.2. Askeri Darbe................................................................................ 33 2.1.3. Ekim Devrimi ve Demokrasi Çabaları .......................................... 34 2.1.4. Dış Politika Tercihlerinin Siyasi Yapıya Etkisi.............................. 36 2.2. GÜNEY SUDAN SORUNU VE İÇ SAVAŞ .......................................... 39 2.2.1. Tarihsel Perspektiften Güney Sorunu ve Birinci İç Savaş Dönemi .............................................................................................................. 39 2.2.2. Güney Sorununa Çözüm Arayışları ve Addis Ababa Antlaşması 41 2.2.3. İkinci İç Savaş Dönemi ................................................................ 42 2.2.4. Güney Sorununda Uluslararası Faktörler ................................... 44 2.2.5. Barış Müzakereleri....................................................................... 48 2.2.5.1. Maçakos ve Naivaşa Protokolleri .......................................... 49 iii 2.2.5.2. Nairobi Bütünleyici Barış Antlaşması .................................... 51 2.3. DARFUR SORUNU............................................................................ 52 2.3.1. Kaynaklara Egemen Olma Mücadelesi........................................ 53 2.3.2. Etnik Çatışma Süreci ................................................................... 55 2.3.3. Darfur Sorununda Sudan Yönetiminin Yeri.................................. 56 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM KÜRESEL BOYUTUYLA DARFUR KRİZİ 3.1. ULUSLARARASI VE BÖLGESEL KURULUŞLARIN DARFUR KRİZİNE YAKLAŞIMLARI........................................................................................ 60 3.1.1. Birleşmiş Milletler ........................................................................ 61 3.1.2. Uluslararası Ceza Mahkemesi..................................................... 63 3.1.3. Arap Ligi ...................................................................................... 65 3.1.4. Afrika Birliği ................................................................................. 66 3.2. KÜRESEL AKTÖRLERİN DARFUR KRİZİNE YAKLAŞIMLARI ......... 67 3.2.1. Çin ............................................................................................... 67 3.2.1.1. Siyasi Çıkarlar ....................................................................... 68 3.2.1.2 Ekonomik Çıkarlar.................................................................. 71 3.2.2 Amerika Birleşik Devletleri............................................................ 75 3.2.2.1 Barış Çabaları ........................................................................ 76 3.2.2.2 Siyasi Çıkarlar ........................................................................ 77 3.2.2.3. Ekonomik Çıkarlar................................................................. 79 3.2.3 Avrupa Birliği ................................................................................ 82 3.2.3.1 Barış Çabaları ........................................................................ 82 3.2.3.2 Siyasi Çıkarlar ........................................................................ 86 3.3. SUDAN HÜKÜMETİ VE DARFUR KRİZİ............................................ 87 SONUÇ.........................................................................................................91 KAYNAKÇA .................................................................................................97 ÖZET ..........................................................................................................103 ABSTRACT ................................................................................................104 iv SİMGELER VE KISALTMALAR AB : Avrupa Birliği ABD : Amerika Birleşik Devletleri a.g.e. : Adı geçen eser a.g.m. : Adı geçen makale AEH : Adalet ve Eşitlik Hareketi BBA : Bütünleyici Barış Antlaşması BM : Birleşmiş Milletler CNPC : Çin Ulusal Petrol Şirketi DBA : Darfur Barış Antlaşması DBP : Demokratik Birlik Partisi ed. : Editör HAKO : Hükümetler Arası Kalkınma Otoritesi HDP : Halk Demokratik Partisi HPF : Hükümetler Arası Kalkınma Otoritesi Partnerler Forumu s. : Sayfa SHKH : Sudan Halk Kurtuluş Hareketi SHKO : Sudan Halk Kurtuluş Ordusu SKO : Sudan Kurtuluş Ordusu UBP : Ulusal Birlik Partisi UCM : Uluslararası Ceza Mahkemesi UİC : Ulusal İslami Cephe UKP : Ulusal Kongre Partisi yy. : Yüzyıl v TABLOLAR /ŞEKİLLER Şekil1:Sudan ................................................................................................................................................. 29 Şekil2:Sudan’ınEtnikYapısı .................................................................................................................. 55 Şekil3:SektörlereGöre,Çin’inToplamEnerjiTüketimi ............................................................. 73 Şekil4:ÜlkelereGöre,Sudan’ınHamPetrolİhracatVerileri.................................................... 74 Şekil5:Sudan’ınYıllaraGörePetrolÜretimiveTüketimi .......................................................... 79 Şekil6:Sudan’dakiPetrolSahaları........................................................................................................ 80 GİRİŞ Sudan, İngiltere’den bağımsızlığını kazandığı 1956 yılından bu yana geçirdiği kanlı çatışma dönemleri ile uluslararası kamuoyunda dikkatleri üzerine çekmektedir. Sömürge döneminde yapay sınırlar yaratılırken ortaya çıkartılan etnik, dini ve kültürel farklılıklar birçok Afrika ülkesi gibi Sudan’a da sömürge mirası olarak bırakılmıştır. Yer altı madenleri ve enerji kaynakları bakımından zengin bir ülke olan Sudan, Batı’nın böl-yönet politikaları ekseninde farklılıklar temeline dayanan sorunlu bir yapı oluşturularak kontrol altına alınmak istenmiştir. Sudan’ın bağımsızlığından bu yana başa çıkmaya çalıştığı birçok meselenin temelinde bu sorunlu yapı yatmaktadır. Sudan’da tohumları çok önceden atılan kuzey ve güney arasındaki gerginlik kendisini açık bir şekilde ilk defa, İngilizler bölgeyi terk ederken göstermiştir. Mısır’da ortaya çıkan milliyetçi akımın en azından güneye inmesini engellemek amacıyla, sömürge döneminde Güney Sudan’ın “kapalı bölge” ilan edilerek diğer bölgelerde yaşayanların girişine yasaklanması, kuzeydeki Müslüman Araplar ile güneydeki Hıristiyan Afrikalılar arasında yabancılaşma sürecini başlatmıştır. Güney Sudan halkı için ulusal bağımsızlık, ülkede uzun yıllar hâkim olan İngiliz sömürge yönetiminin yerini Arap sömürgeciliğinin alacağı şeklinde yorumlanmıştır.1 Hartum’daki merkezi hükümetin Arap milliyetçiliğine dayanan politikaları Güney Sudan’da ayrılma eğilimlerini güçlendirirken, dış kaynaklı propagandaların da etkisiyle gerilim kısa sürede şiddete dönüşmüş ve Afrika’nın coğrafi bakımdan en geniş ülkesinde uzun soluklu bir iç savaş başlamıştır. Sudan’da yönetim parlamenter rejim ile askeri rejim arasında gidip gelmiş ancak sorunlar rejim değişikliği ile son bulmak yerine, ivme kazanarak devam etmiştir. Ne sivil parti programı ne de askeri kurallar, ülkede istikrarsızlığın temel faktörlerinin tamamen ortadan kaldırılmasında başarılı olmuş 1 Alex de Waal, “The Wars of Sudan”, The Nation, 19 Mart 2007, s.16. 2 tur. Zira kuzey-güney arasındaki anlaşmazlığın devam ettiği bir dönemde ülkenin batısında patlak veren Darfur krizi, güneyli ayrılıkçı gruplar ile mücadele eden Sudan hükümetinin karşısına çözülmesi gereken diğer önemli bir sorun olarak çıkmıştır. Darfur kriziyle birlikte Sudan uluslararası gündemin de yakından izlenen konularından biri haline gelmiştir. Özellikle 2003’ten itibaren uluslararası boyutta geniş yankı uyandıran Darfur’daki şiddet olayları, halk arasında son yıllarda yaşanan bir geçimsizlikten ziyade, Sudan sınırlarında uzun süredir var olan problemlerin birikmesinin bir sonucudur. Öte yandan bazı kaynaklarca, Darfur’da yaşananların temeli etnik farklılıklara dayandırılmaktadır. Özellikle Batı medyasının, savaşı Arap Sudanlıların Afrikalı Darfurluları katlettiği şeklinde yorumlaması, çok boyutlu olan Darfur krizini basite indirgeyerek yanlış algılamalara sebep olmaktadır. Genel olarak bakıldığında, Darfur’da yaşanan şiddetin patlak vermesinde, bölgenin problemlerinin ve kalkınmasının merkezi hükümet tarafından ihmal edilmesi, bu coğrafyada yaşayan etnik ve dini gruplar arasındaki ilişkiler, sınırda yaşanan Çad-Libya savaşının bölgeye olumsuz etkisi gibi birden fazla faktör rol oynamaktadır. Ayrıca Sudan’ın kemikleşen sorunu kuzey ve güney arasındaki iç savaş, Darfur bölgesindeki istikrarsızlığın beslendiği bir diğer önemli kaynaktır. Darfur krizini, daha derin kökleri olan kuzey-güney çatışmasından ayrı bir şekilde ele almanın kolay olmaması sebebiyle, tez çalışmasında Güney Sudan sorununa da geniş yer ayrılmaktadır. Üç bölüm halinde hazırlanan tez çalışmasının birinci bölümünde, Sudan siyasi tarihini şekillendiren dönemler üç alt başlık altında incelenmiştir. İlk olarak Sudan’ın bugünkü sınırlarının temellerinin atıldığı Osmanlı dönemi ve bu dönemde ülkede yaşanan gelişmelerden bahsedilmiştir. Özellikle geleneksel toplum yapısı üzerinde etkili olan Osmanlı kültürünün yanı sıra modern Sudan Devleti’nin şekillenmesinde rol oynanan ve Osmanlı modeline benzeyen idari ve hukuki yapılanma sürecine yer verilmiştir. Ancak Osmanlı hâkimiyeti boyunca kurumsallaşan idari yapı, hukuk alanında yaşanan gelişmeler ve sosyo-ekonomik iyileşmeler, Mısır’da olduğu gibi Sudan’da da mer 3 kezi yönetimin zayıflamaya başlamasıyla beraber yerini sorunlara bırakmıştır. Söz konusu sorunlar, Sudanlıların gözünde Osmanlı hâkimiyetinin itibarını zedelemiş ve yönetime duyulan hoşnutsuzluk Mehdi öncülüğünde bir halk direnişiyle sonuçlanmıştır. Osmanlı hâkimiyetinin son bulmasının ardından başlayan Mehdi dönemi, tez çalışmasının ilk bölümünde yer alan bir diğer başlık konusunu oluşturmaktadır. Mehdi, Osmanlı döneminin sonlarına doğru yozlaşmaya başlayan yönetime karşı, “Ensar hareketi” adıyla bir direniş başlatarak Sudan tarihinde önemli bir yer edinmiştir. Dini temellere dayanan Ensar hareketinin başarısının altında, kabileler arası düşmanlıkları bir kenara bırakarak farklı sorunları olan kesimleri tek bir hareket etrafında birleştirme konusunda gösterilen çaba yatmaktadır. Kısa zamanda halkın geniş katılımıyla büyük destek gören Mehdi, Mısır’ın işgalinin ardından bölgede hâkimiyet alanını sağlamlaştırmayı hedefleyen İngiltere'nin çıkarlarına ters düşmüş ve Londra açısından Ensar hareketinin hızlı ilerleyişinin önüne geçmek için tedbir almayı kaçınılmaz kılmıştır. Sudan milliyetçiliğinin ilk şekli olarak bilinen Ensar hareketini durdurmak için İngiliz komutasındaki birliklerin Sudan’a girmesiyle birlikte, etkileri günümüze kadar uzanan sömürge dönemi başlamıştır. Tez çalışmasının odak noktası olan Darfur krizi ve krizin yakından ilişkili olduğu Güney Sudan sorununun temellerinin, İngiliz-Mısır ortak yönetimi boyunca ülkede uygulanmakta olan sömürge politikalarına dayanması sebebiyle bu süreç ayrıntılı şekilde ele alınmaktadır. İngiltere, hâkimiyetinin ilk yıllarında, Mehdi tehdidinin dirilişini engelleme konusunda birtakım politikalar geliştirmiştir. Bu çerçevede, yönetime bağlılığın sağlanması amacıyla yerel otoritelere geniş imtiyazlar verilerek Sudan’ın kuzeyinde “dolaylı yönetim” sisteminin temelleri atılmıştır. Kuzeyde kabile reisleri ve feodallerin İngiltere’nin sömürge politikalarına hizmet etmesini öngören dolaylı yönetim sistemi uygulanırken, güneyde ise yıkıcı sonuçlar doğuracak olan ayrıştırıcı bir politika izlenmiştir. Sudan tarihine damga vuran politika gereğince, Sudan’ın güneyi “kapalı bölge” ilan 4 edilerek başka bölgelerden halkın girişi engellenmiş ve böylece Sudan’ın kuzeyi ve güneyi birbirinden suni bir şekilde ayrılmıştır. Sudan topraklarında, “sınırlayıcı kuralların hâkim olduğu kapalı bölgeler” şeklinde hayata geçirilen ve genel olarak sömürgeciliğin temelini oluşturan “böl ve yönet” stratejisi, Sudan’ın bugünkü sorunlarını anlayabilmek açısından büyük önem arz etmektedir. Buradan hareketle tez çalışmasının ilk bölümünde özellikle sömürgecilik politikaları çerçevesinde hız kazanan kuzey-güney ayrışması; ekonomiden eğitime, hukuk kurallarından dini yapıya kadar birçok yönden ele alınarak günümüze ışık tutan noktalar ön plana çıkarılmış, ayrıca sömürge politikalarına tepki olarak doğan milliyetçilik hareketleriyle birlikte bağımsızlığa geçiş süreci incelenmiştir. Tez çalışmasının ikinci bölümünde; bağımsız Sudan Devleti’nin coğrafi özellikleri, etnik ve dini yapısı, siyasi hayatı hakkında bilgi verilmektedir. Demokrasi çabaları ve askeri darbeler arasında gidip gelen Sudan’ın siyasi tecrübeleri ve sömürgecilik döneminin izlerini taşıyan ülke sorunları irdelenmektedir. Bu bölümde özellikle, Güney Sudan sorununu derinleştiren ve ülkeyi iç savaşa sürükleyen istikrarsız siyasi yapı, sömürgecilik döneminde yaratılan sorunlu yapı ile ilişkilendirilmiştir. Bunun yanı sıra iç savaşa zemin hazırlayan kuzey-güney ayrışmasıyla başlayan süreç için çözüm arayışları ve dış güçlerin müdahaleleri ele alınmaktadır. Henüz Güney Sudan sorununun devam ettiği bir dönemde patlak veren Darfur krizinin nedenlerine yer verilmesi ve krizin Güney Sudan sorunu ile ilişkisini ortaya koyan tespitler ile birlikte, tezin son bölümü için tarihsel bir perspektif yaratılmaktadır. Üçüncü bölümde ise, Darfur sorununun küresel boyutu ele alınmaktadır. Uluslararası çapta yürütülen ve reklâm kampanyalarına benzeyen faaliyetler sonucu Sudan’ın Darfur eyaleti tüm dünyada ismini duyurmaya başlamıştır. Bunlardan en önemlisi “Darfur’u Kurtaralım” adıyla başlatılan sivil girişim olmuştur. Darfur’da yaşanan çatışma ortamı Batı dünyasının gözünden anlatılmış ve birçok devlet adamı ve sinema sanatçısının verdiği destekle bu girişim, Hartum yönetiminin, Arap milisleri kullanmak suretiyle Darfur’da soy 5 kırım yaptığı konusunda dünya gündemini etkileme gücü bulmuştur. Bu bölümde Darfur sorununa, Sudan’ın iç meselesi olmaktan çıkıp “uluslararası boyutta bir kriz” olma özelliği yükleyen faktörlere yer verilmekte ve sürecin dış dinamiklerle ilgisi incelenmektedir. Buradan hareketle başta Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği olmak üzere Batı dünyasının süreçteki rolünün yanı sıra bölgede etkin nüfuza sahip olan Çin Halk Cumhuriyeti ile Arap Ligi ve Afrika Birliği gibi bölgesel aktörlerin krize bakış açısı incelenmektedir. Soruna müdahil olan aktörlerin sürece olumlu ve olumsuz katkılarının yanı sıra, kendi çıkarları doğrultusunda beklentilerinin neler olduğu sorusu cevaplanmak istenmiştir. Zira Sudan’ın, altın ve elmas gibi yer altı madenlerinin yanı sıra özellikle petrol ve uranyum açısından oldukça zengin bir bölge olduğu bilinmektedir. Sudan’ın bu denli zengin kaynaklara sahip olması, söz konusu kaynaklardan yararlanmak ve bölgede nüfuzunu artırmak isteyen aktörlerin müdahalelerini kaçınılmaz kılmaktadır. Darfur krizi bu açıdan değerlendirilerek, sömürge döneminde Sudan’da yaratılan yapının bir sonucu olan hem Güney Sudan sorununun hem de Darfur’daki krizin aslında aynı amaca hizmet ettiği ortaya konmuştur. Uluslararası aktörlerin Darfur’a duydukları ilginin ardından son olarak Sudan hükümetinin kriz ile ilgili politikalarına yer verilmiş ve bunun yanı sıra uluslararası müdahalelerin Beşir yönetimi tarafından ne şekilde yorumlandığı analiz edilmiştir. Her ne kadar Güney Sudan sorununda olduğu kadar Darfur krizinde de Hartum yönetimi tarafından zaman zaman yanlış politikalar izlense de, Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir, söz konusu sorunların ülkenin iç işleriyle ilgili olduğunu ve Sudan’ın kendisi tarafından çözülmesi gerektiğini savunmaktadır. Ancak Batı dünyası, Hartum yönetiminin tezlerine itibar etmemektedir. Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlemekle itham edilen Beşir hakkında alınan tutuklama kararı, Hartum yönetimini dünya kamuoyunda bir kez daha zora sokmuş ve Beşir yönetimini bölgede adeta hapsetmiştir. 6 Genel olarak bu çalışmanın amacı, Afrika kıtasındaki konumu itibariyle jeopolitik açıdan olduğu kadar, sahip olduğu zengin yer altı kaynaklarıyla da dikkat çeken Sudan’ın tarihsel süreçte geçirdiği dönemleri ve sömürge politikaları ekseninde şekillenen Güney Sudan sorunu ile özellikle Darfur krizinin seyrini ve günümüze etkilerini ortaya koymaktır. BİRİNCİ BÖLÜM TARİHSEL SÜREÇTE SUDAN VE SÖMÜRGECİLİK 1.1. OSMANLI DÖNEMİ Büyük Sahra Çölü’nün güneyinde kalan ve Kızıldeniz ile Atlas Okyanusu arasında uzanan yaşamaya elverişli coğrafi bölge İslam tarihi boyunca “Bilad el-Sudan” (Siyahlar Ülkesi) adıyla tanınmıştır. İslamiyet’in 7.yüzyıldan (yy.) itibaren Mısır’da yayılmaya başlamasıyla beraber bölgede hâkim olan Kıpti Hıristiyanlık inancının etkisi giderek zayıflamış ve Sudan 14.yy.da Müslüman olmuştur. Osmanlı Devleti’nin Sudan ile tarihsel bağları 16.yy.a dayanmaktadır. Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethetmesi, Osmanlı hâkimiyeti açısından Afrika’da yeni bir dönem başlatmıştır. Kıtaya olan ilgi Kanuni Sultan Süleyman zamanında da devam etmiş, Sudan, Eritre, Somali ve Habeşistan (Etiyopya) topraklarına düzenlenen başarılı seferlerle beraber Osmanlı Devleti’nin Afrika’daki askeri ve idari gücü artmıştır. Sudan’ın Kızıldeniz sahili Osmanlı Devleti tarafından kurulan Habeşistan eyaletine dâhil edilerek Osmanlı hâkimiyetine girmiştir.2 Ancak ülkenin iç kısımları merkezi yönetimin dışında, küçük krallıklar şeklinde yönetilmeye devam etmiştir. Mısır’da güçlü bir hâkimiyet kurmayı başaran Osmanlı Devleti’nin Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, güneye genişleme politikası kapsamında, “Siyahlar Ülkesi” adıyla tanınan bölgeyi tamamen egemenliği altına almak istemiştir. Mehmet Ali Paşa, 1821 yılında Osmanlı Halifesi adına düzenlediği askeri seferle birlikte 16.yy.dan itibaren Sudan’ın merkezinde hüküm süren 2 Tarig Mohammed Nour, “Birinci Dünya Savaşı'nda Emperyalizme Karşı Türklerin Yanında Yer Alan Darfur Hâkimi Ali Dinar”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 61, Cilt 21, Mart 2005, (Erişim) http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=DergiIcerik&IcerikNo=105, 15 Nisan 2010. 8 Func Sultanlığı’na son vermiş ve 12 Haziran 1821’de son Func Sultanı IV. Badi’nin Osmanlı’ya biat etmesi ile birlikte, bölgede altmış dört yıl devam edecek olan yeni bir dönem başlamıştır. Osmanlı Devleti adına Mısır valileri tarafından Sudan’da sürdürülen yönetim için genellikle “Türk-Mısır” terimi kullanılmaktadır.3 Sudan’da Mısır kültürünün etkisinden bahsedilse de, yönetim anlamında daha çok Osmanlı idari yapılanmasının izleri dikkat çekmektedir. Sudan, Orta Çağ‘dan beri gerçek anlamda Mısırlılar tarafından yönetilmemiş, ancak Mısır hâkimiyeti, ülkenin, Osmanlı’nın Mısır eyaletine bağlı olması ile ilişkilendirilmiştir. Mısırlı Araplar yönetimde ve ordu kademesinde genellikle alt düzey görevlere atanırken, yönetici grubunu Türkçe konuşan elitler oluşturmuştur. Bunun sonucunda, Türkçe konuşan bu yöneticiler, etnik kökeni ne olursa olsun “Türk” olarak tanımlanmıştır.4 Mısır’daki egemenliğini pekiştiren Mehmet Ali Paşa bölgeyi çok iyi tanıma fırsatı bulmuş ve Afrika içlerinden gelen kervanların Mısır’a vergi ödememek için yüklerini Sudan limanından gemilere yüklediklerini görmüştür.5 Bu sebeple Sudan’ın ele geçirilmesi ile birlikte ilk olarak ticaret yollarının kontrol altına alınması amaçlanmıştır. Öte yandan Sudan’ın beşeri ve ekonomik kaynaklarından yararlanma fikri, Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’nın ülkede hâkimiyet kurmak istemesinin altında yatan diğer önemli sebep olmuştur.6 Osmanlı ordusu için asker ihtiyacını karşılamayı ve devlet hazinesi için altın temin etmeyi amaçlayan söz konusu yönetim, hedeflerine beklenen ölçüde ulaşamasa da, birtakım önemli konularda modern Sudan Devleti’nin gelişimine katkı sağlamıştır. 3 Robert O. Collins, A History of Modern Sudan, Cambridge University Press, New York, 2008, s.12 4 Yusuf Fadl Hasan, “Sudan Özelinde Türk-Afrika İlişkilerinin Bazı Yönleri”, 23 Kasım 2005, (Erişim) http://www.tasamafrika.org/pdf/yayinlar/32-YFADL.pdf, 10 Şubat 2010. 5 Hıfzı Topuz, Kara Afrika, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1971, s.152. 6 Douglas H. Johnson, The Root Causes of Sudan’s Civil Wars, Indiana University Press, Indiana, 2007, s.4. 9 Sudan’ın bugünkü sınırlarının temeli, Türk-Mısır idaresi döneminde atılmıştır. Func döneminde Sinnar olan başkent, Osmanlı döneminde kurulan Hartum şehrine taşınmış ve Kordofon, Kızıldeniz Tepeleri, Kesale, Ekvatorya, Bahrül Gazel ve Darfur, Hartum merkezli ülkenin sınırlarına dâhil edilmiştir. Ayrıca modernleşmenin temelleri de bu dönemde atılmış, Sudan, siyasi ve ekonomik organizasyon yöntemleri, ürün taşıma teknikleri ve iletişim araçları ile tanışmıştır.7 Gelişmiş sulama sistemi ile modern tarıma geçiş süreci başlamış ve bazı bölgelerde özellikle pamuk üretimine büyük önem verilmiştir. Bununla birlikte yeni dönemde Sudan, Osmanlı modeline benzeyen yeni bir idari yapılanma sürecine girmiştir. Söz konusu idari yapılanma ile hükümet, eyalet yöneticilerinin de desteğini alan vali liderliğinde merkezi bir yapıya kavuşmuştur.8 Hukuk alanında da Osmanlı’nın izlerini taşıyan, hükümete bağlı kadı ve müftülerin oluşturduğu yeni bir sistem uygulamaya konulmuştur.9 Bu gelişmelerin hepsi, eski geleneksel toplum yapısı üzerinde etkili olmuş ve modern Sudan Devleti’nin şekillenmesinde büyük rol oynamıştır. Diğer taraftan Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’nın ölümünden sonraki dönemde, Mısır’da olduğu gibi Sudan’da da merkezi yönetim zayıflamaya başlamıştır. Ayrıca Osmanlı Devleti’ne bağlı valilerin Avrupalıların etkisinde uyguladıkları yanlış politikalar, Sudan halkının Türk-Mısır yönetimine karşı duyduğu hoşnutsuzluğun temel nedeni olmuştur. Zira I.Abbas döneminde memurların sürgün yeri haline gelen Sudan’ın yönetimi için olabildiğince az bütçe ayrılmasına özen gösterilmiş, halkın sorunlarına uzak kalınmış ve Sudan’daki valilik makamı etkisizleştirilmiştir.10 Batı kültüründen etkilenen Muhammed Said Paşa ise, Süveyş Kanalı’nın inşası gibi bazı önemli projelerde Avrupalılara verdiği geniş imtiyazlar ve savurgan harcamaları için Avrupa bankalarından aldığı krediler ile Sudan ekonomisini çıkmaza sokmuş, halk ağır vergi yükü altında ezilmiştir. Bunun 7 Hasan, a.g.m. Collins, a.g.e., s.12-13. 9 Hasan, a.g.m. 10 Collins, a.g.e., s.14. 8 10 yanı sıra merkezi yönetim yerine eyalet sistemine benzer bir yapı tesis eden Said Paşa, radikal bir karar alarak, 1856 yılında Sudan’ın Hartum valiliğine Hıristiyan bir Ermeni olan Arakil Bey’i atamıştır. Bu durum, 16.yy.da “İslami krallık”11 olarak kurulan Func Sultanlığı döneminden itibaren İslami değerleri benimsemiş olan Sudanlılar arasında sert tepkilerin yükselmesine neden olmuştur. Arakil Bey’in ani ölümü, olası bir kaos ortamını engellemişse de, Said Paşa tarafından yapılan söz konusu atama, Hidiv12 İsmail Paşa dönemi için yıkıcı sonuçlar doğuracak bir emsal niteliği taşıması bakımından önemli bir gelişme olarak değerlendirilmektedir.13 Mısır valisi Hidiv İsmail Paşa, 1863’te göreve geldiğinden itibaren Sudan’daki merkezi yönetimin yeniden tesis edilmesine ve ekonomik yapının iyileştirilmesine odaklanmıştır. Ancak Mısır ve Sudan’da devleti kalkındırmak için yapılan yatırımlar nedeniyle İngiltere ve Fransa’ya borçlanılmış ve bazı gereksiz harcamalardan doğan masraflar yüzünden borçlar katlanarak artmıştır. 1869 yılında Süveyş Kanalı’nın açılması, Mısır topraklarına duyulan yoğun ilgi sürecine ivme kazandırmıştır. Bu çerçevede İngiltere ve Fransa, söz konusu borçları yönetim üzerinde bir tehdit unsuru olarak kullanmak suretiyle Mısır ve Sudan valilerini, ekonomik bakımından kendilerine bağlama politikası izlemiştir. Türk-Mısır yönetiminin ilk yıllarında Sudan’da kurumsallaşan idari yapı, sosyo-ekonomik ve teknolojik yenilikler kalkınma sürecine katkı sağlamıştır. Öte yandan Mısır’a ve Sudan’a atanan valilerin başarısız politikalarının bir sonucu olarak, merkezi yönetimin giderek zayıflaması ve ekonomik yapıdaki bozulma, halk arasında yönetime karşı tepkilerin doğmasına neden olmuştur.14 Batı kültüründen etkilenen valilerin, hükümet hizmetleri için Avrupalı 11 Yusuf Fadl Hasan, The Arabs and the Sudan, Edinburgh University Press, Edinburgh, 1967, s.180. 12 Osmanlı padişahı Abdülaziz zamanında Mısır valilerine verilen unvan. 8 Haziran 1867'de Sultan Abdülaziz, "hidiv" unvanını Büyük Fuad Paşa'nın isteği üzerine ilk defa Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın torunu İsmail Paşa'ya vermiştir. Mısır hidivleri protokolde sadrazam ve şeyhülislam ile aynı derecede sayılmıştır. 13 Collins, a.g.e., s.15. 14 Collins, a.g.e., s.14. 11 Hıristiyanları göreve getirmesinin yanı sıra İngiltere ve Fransa’nın baskılarına boyun eğen Hidiv İsmail Paşa’nın bu geleneği bir adım daha ileri götürerek 1869–1880 yılları arasında, art arda üç Avrupalıyı Sudan valiliğine ataması, halk arasındaki muhalif sesleri daha da artırmıştır. Sudan topraklarında hâkimiyet kuran Türk-Mısır yönetimine karşı duyulan hoşnutsuzluk ve yönetim ile Sudan halkı arasında yaşanan uyuşmazlık, Mehdi ayaklanmasıyla sonuçlanmıştır. 1.2. MEHDİ DÖNEMİ Türk-Mısır yönetiminin son dönemlerinde Hıristiyan Avrupalıların idari mevkilere atanması, İslami değerleri benimsemiş Sudanlılar açısından ciddi bir rahatsızlık kaynağı olmuştur. Halk arasında yönetime karşı eleştiriler artarken, en etkili ses Muhammed Ahmed Bin Abdullah’tan gelmiştir. Muhammed Ahmed, çevresindekilere, İslam'ın özünü korumak ve onu asli halinden uzaklaştırmaya çalışan yönetimleri ortadan kaldırmak üzere Allah tarafından görevlendirildiğini söyleyerek Mart 1881’de kendisini “Mehdi” ilan etmiştir.15 Hıristiyan Batı dünyasının etkisi altında olan yönetici sınıfın, Müslüman Sudan halkını yönetemeyeceğini savunan Muhammed Ahmed el-Mehdi, TürkMısır yönetimine karşı mücadele etme kararı almıştır. 1848 yılında Dongola’da doğan Muhammed Ahmed, Sufi inanışın etkisinde yetişmiş ve hayatını dini kurallar çerçevesinde şekillendirmiştir. Muhammed Ahmed el-Mehdi Haziran 1881’de müritleriyle beraber Ebba Adası’ndan harekete geçerek, Osmanlı döneminde yozlaşmaya başlayan yönetime karşı kendisinin “Ensar hareketi” olarak nitelendirdiği ayaklanmayı başlatmıştır.16 Mehdi’nin mesajları çabucak geniş kitlelere ulaşmış ve ayaklanma, halkın da desteğini alarak kısa sürede büyümüştür. Muhammed Ahmed kabileler arası düşmanlıkların bir kenara bırakılması için çaba göstermiş ve 15 16 Collins, a.g.e., s.21. Collins, a.g.e., s.21-22. 12 farklı sorunları olan kesimleri tek bir hareket etrafında birleştirmeyi başarmıştır.17 Böylece Ensar hareketi, kısa zamanda geniş bir alana yayılmıştır. Mehdi liderliğinde başlayan halk hareketinin Sudan’da artan etkisi, İngiliz hükümeti açısından tedbir almayı kaçınılmaz kılmıştır. İngiltere’nin bölgede sağlayacağı üstünlük, Mehdi sorunuyla başa çıkabilmek için atacağı adımlar konusunda hükümeti cesaretlendirecektir. Zira Hidiv İsmail Paşa döneminde Sudan ve Mısır’da zayıflayan merkezi yönetimin yanı sıra İngiltere ve Fransa’dan alınan borçlar sonucu mali açıdan bağımsızlığın kaybedilmesi Mısır halkı arasında büyük tepkilere neden olmuş ve İngiltere’nin fırsata dönüştüreceği bir ayaklanma başlamıştır. Ahmet Arabî Paşa öncülüğündeki ayaklanma sonucu askerlerin yönetimi ele geçirmesinin ardından ülkede çıkan karışıklıklardan yararlanan İngiltere 1882’de Mısır’ı işgal ederek önemli bir üs elde etmiştir. İngiliz yönetimi, Mısır’ın işgaliyle bölgede sağladığı üstünlüğü, Sudan’da halkın desteğiyle beraber etkisi hızla artan Mehdi direnişinin önünü kesme konusunda büyük bir kazanım olarak görmüş ve derhal harekete geçmiştir. Mısır kuvvetlerinin de yer aldığı İngiliz komutasındaki büyük bir ordu direnişi bastırmak için 1882’de Sudan seferine gönderilmiştir. Ancak Mehdi ordusu İngiliz-Mısır güçlerini ağır bir yenilgiye uğratmış ve Ensar hareketi, gösterdiği başarılarla hâkimiyeti altına aldığı topraklar üzerinde ayrı bir yönetim kurmuştur. Sudan milliyetçiliğinin ilk şekli olarak bilinen Ensar hareketinin hızlı yükselişini önleyebilmek amacıyla alınan önlemler, Mehdi ordusunu durdurmak için yeterli olamamıştır.18 İngiliz General Gordon komutasındaki İngilizMısır ordusu tarafından korunan Hartum, Mehdi’ye bağlı güçlerce kuşatılmış ve şehrin 26 Ocak 1885’te düşmesiyle birlikte Ensar hareketi en büyük zaferini ilan etmiştir. Hartum’u koruyamayan İngiliz birliği geri çekilince, Türk-Mısır yönetimindeki toprakların hâkimiyeti tümüyle Mehdi’ye geçmiştir. Bu tarihten 17 Sharif Harir, “Recycling the Past in the Sudan”, Short-Cut to Decay: The Case of Sudan, (ed: Sharif Harir, Terje Tvedt), The Scandinavian Institute of African Studies Press, Uppsala, 1994, s.31. 18 Johnson, a.g.e., s.6. 13 sonra Mehdi, Sudan’da kurduğu hâkimiyeti pekiştirmeye odaklanmış, ancak yakalandığı hastalık sebebiyle 22 Haziran 1885’de ölünce, gerçekleştirmek istedikleri yarım kalmıştır. Mehdi’nin ölümünün ardından ülkede doğan boşluğu fırsat bilen İngiliz kuvvetleri, 1889 yılında tekrar harekete geçerek Abdullah Bin Muhammed yönetimindeki Mehdi ordusunu yenmiş ve Ensar hareketine ağır bir darbe indirmiştir. Ancak bu adım yeterli olmamış, İngiltere tarafından büyük bir tehdit olarak algılanan Mehdi hâkimiyetinin tamamen yok edilmesi gerekli görülmüştür. Bu çerçevede İngiliz General Kitchener komutasındaki ordu 1898 yılında, eski yönetimin yanlış uygulamalarını düzeltmeyi amaçladıklarını ileri sürerek Sudan’ı işgal etmiş, Mehdi’nin başlattığı hareket tümüyle dağıtılmıştır.19 Sudan, Mehdi hâkimiyetinin İngiliz işgaliyle son bulmasının ardından yeni ayaklanmalara sahne olmuştur. Zira Osmanlı döneminde Sudan topraklarına katılan Darfur hanedanının ileri gelenlerinden Ali Dinar Zekeriya, Mehdi ordusu saflarında İngilizlere karşı mücadele vermiş, ancak yenilginin sonrasında, taraftarlarıyla birlikte Darfur’un başkenti El-Faşir’i ele geçirerek, kendisini “Sultan” ilan etmiştir. İngiltere ve Fransa sömürge devletlerinin sınırında olan bir bölgeyi tek başına idare etmek zor olsa da Ali Dinar, son Fur Sultanı olarak Sudan tarihinde yerini almıştır. Eylül 1898’de İngiliz güçleri ve Mehdi ordusu arasında geçen Omdurman Savaşı’nda İngiltere’nin galip gelmesiyle birlikte, Sudan’da Mehdi hâkimiyeti son bularak yeni bir döneme girilmiştir. İngiltere’nin, Mısır ve Süveyş Kanalı üzerindeki çıkarlarının korunduğu bu yeni dönemde Sudan’ın hâkimiyeti, 1899 yılında imzalanan Kondominyum Antlaşması ile İngiltere ve Mısır arasında paylaştırılmıştır. İngiliz genel valiler idaresindeki Sudan, İngiliz-Mısır ortak yönetimi adı altında, elli altı yıl boyunca İngiliz sömürgesi olarak varlık göstermiştir. 19 Collins, a.g.e., s.26-29. 14 1.3. SÖMÜRGE DÖNEMİ Sudan’da Mehdi hâkimiyetinin son bulması, bir taraftan İngiltere’yi bölgedeki hedeflerine bir adım daha yaklaştırırken, diğer taraftan ülkenin nasıl ve kim tarafından yönetileceği konusu İngiliz hükümetini çıkmaza sokmuştur. Sudan’ın Osmanlı dönemindeki sınırlarını korumak isteyen İngiltere, Darfur’da yaşanan tecrübeden yola çıkarak, Türk-Mısır yönetim yapısını korumayı ve böylece işgal edilme algısının tetikleyeceği direnişlerin önünü kesmeyi hedeflemiştir. Ancak söz konusu taktik, Mehdi devrimin nedenini Osmanlı dönemindeki baskıcı politikalara bağlayan İngiliz kamuoyunda rahatsızlık yaratmıştır.20 İngiltere’nin, birtakım yanlış uygulamalar konusunda düzenleme yapmak suretiyle Türk-Mısır yönetim anlayışını Sudan’da devam ettirme fikri, hükümete karşı eleştirilerin artmasıyla birlikte çıkmaza girince, çözüm yolu İngiliz bakan Lord Cromer’dan gelmiştir. İngiliz-Mısır Kondominyum Antlaşması’nın temelini oluşturan çözüm önerisi, Mısır kralı adına İngiliz genel valinin yetki kullandığı ancak Sudan’ın egemenliğinin temelde Mısır’ın elinde olduğu bir yönetim şekline dayandırılmıştır.21 Diğer taraftan o dönem İngiliz işgali altında olan Mısır, kendi topraklarında dahi egemenlik hakkını kullanamamıştır. Dolayısıyla Mehdi döneminin ardından Sudan topraklarında, İngiltere ve Mısır arasında paylaştırılan ortak yönetim yerine, gerçekte İngiliz sömürgeciliği egemen olmuştur. Sudan’da egemenliğini pekiştirmek isteyen İngiliz-Mısır ortak yönetimi Ensar hareketine karşı çıkan kesimlerle ittifak arayışına yönelmiştir. Bu çerçevede sömürge döneminin ilk yıllarında, özellikle kuzeyde nüfuz sahibi olan ve Hatmiye hareketinin kurucularından Mirgani ailesiyle ilişkiler derinleştirilmiştir. Hatmiye, tıpkı Mehdi hareketi gibi Sufi inanışın etkisinde olan dini bir yapılanmadır. Func Sultanlığı’nın Mısır’ın Osmanlı valisinin kontrolüne girmesiyle beraber Mirganiler, Türk-Mısır yönetimiyle yakın ilişkiler kurmuştur. Zira 20 21 Collins, a.g.e., s.33. Johnson, a.g.e., s.21. 15 Mirgani ailesi, Mısır’ın müttefiki olarak, 1880’lerde yükselişe geçen devrimci Mehdi rejimine karşı sert muhalefetiyle dikkat çekmiştir.22 Osmanlı döneminin ardından değişen dengeler üzerine Mirganiler, Mehdi ordusuna karşı İngilizlerin yanında yer almıştır. Mirganilerin nihai hedefi bölgedeki nüfuzlarını korumak iken, İngiliz-Mısır yönetiminin söz konusu işbirliğinden beklentisi Sudan topraklarında kurduğu hâkimiyetini güçlendirmek olmuştur.23 İngiliz-Mısır hükümeti, Mirganiler gibi nüfuz sahibi ailelere ve kabile reislerine birtakım ayrıcalıklar vermek ve Hatmiye gibi Ensar hareketinin dini rakiplerini desteklemek suretiyle, kuzeyde Mehdi hareketinin diriliş tehdidine karşı yönetimi güvence altına almak istemiştir. Sudan’ın kuzey bölgelerinde, ortak çıkarlar ekseninde verilen geniş imtiyazlar ile birlikte, uzun süre devam edecek olan yeni bir düzen tesis edilmiştir. Öte yandan kabile reisleri ile feodal unsurların yönetime ortak edildiği ve işgalden sivil yönetime geçiş olarak ifade edilen söz konusu düzen, uzun bir süre sadece kuzey bölgeler ile sınırlı kalmıştır.24 Zira Mehdi döneminde Faşoda, Bor ve Recaf gibi ana garnizonlar dışında güney bölgesi kontrol altına alınamamış ve dolayısıyla Ensar hareketi güneyde etkili olamamıştır. Yerel otoritelerin geniş imtiyazlar ile ödüllendirilmesi suretiyle hükümete bağlılığı sağlama politikasının, Mehdi tehdidinin kuzey bölgelere göre nispeten daha az olmasından dolayı güneyde uygulanması gereksiz görülmüştür. İngiliz-Mısır hükümeti için kuzey bölgelerin önemi artarken, fiziki ve coğrafi kısıtların da etkisiyle Sudan’ın güneyi, uzun bir süre, merkezi yönetimin dışında kalan, ikincil öneme sahip bir bölge haline gelmiştir.25 Diğer taraftan Sudan’ın güneyindeki otorite boşluğunun merkezi yönetim için başka tehditler yaratabileceği endişesi, hâkimiyetin güney bölgelerde de güçlendirilmesi zorunluluğunu doğurmuştur. Zira Ensar hareketinin gücünün kırılması ile beraber güneydeki Mehdi garnizonlarının tahliyesinin ardın 22 John O. Voll, “Sudan’da İslamizasyon ve İran Devrimi”, Dünya ve İslam Dergisi, Sayı 15, 1993, (Erişim) http://haksozhaber.net/okul_v2/article_print.php?id=4529, 12 Şubat 2010. 23 Johnson, a.g.e., s.9. 24 Johnson, a.g.e., s.9. 25 Collins, a.g.e., s.35. 16 dan bölge, İngiltere ve Fransa arasındaki sömürge rekabetine sahne olmuştur. Faşoda’da karşı karşıya gelen İngiliz ve Fransız birlikleri, dönemin konjonktürü gereği, giderek ciddi bir tehdit halini alan Almanya karşısında ittifak şansını kaybetmemek için geri adım atmış ve böylece savaşın eşiğinden dönülmüşse de, söz konusu gelişme İngiltere’nin, güneyde farklı bir yapılanma ile bölgenin kontrolünü ele alma, ayrıca Mısır nüfuzunun sınırlandırılarak Sudan’da tam hâkimiyet kurma fikrini canlandırmıştır.26 Mehdi tehdidinin dirilişini engellemek ve İngiltere hâkimiyetine bağlılığın sağlanması amacıyla geniş imtiyazlar verilen yerel otoriteler27 yönetime dâhil edilerek, Sudan’ın kuzeyinde “dolaylı yönetim” sisteminin temelleri atılmıştır. Kuzeyde kabile reisleri ve feodallerin İngiltere’nin sömürge politikalarına hizmet etmesini öngören dolaylı yönetim sistemi uygulanırken, güneyde ise yıkıcı sonuçlar doğuracak olan ayrıştırıcı bir politika izlenmiştir.28 Sömürge düzeninin devam ettirilmesinin hedeflendiği politika gereğince, Sudan’ın güneyi “kapalı bölge” ilan edilmiştir. Bahrül Gazel, Yukarı Nil, Kordofon gibi kapalı bölgelere, diğer bölgelerden girişin denetim altına alınması ile birlikte halk arasındaki etkileşim önlenmiş, böylece Sudan’ın kuzeyi ve güneyi birbirinden suni bir şekilde ayrılmıştır. İngiliz kuvvetleri tarafından ilhak edilerek Ocak 1917’de Sudan’a bağlanan Darfur bölgesinin de kapalı bölge düzenine dâhil edilmesiyle birlikte, kuzeydekine benzer şekilde kabile reislerine ve İngiliz yöneticilere geniş haklar veren yeni yönetim sisteminin uygulama alanı, ülkenin güneyinden batısına doğru genişletilmiştir.29 Özerk bir yapıya kavuşan kapalı bölgelerde, ayrı bir ordu kurulması, Arap kültürüne ait giysilerin yasaklanması, İngilizcenin resmi dil olması ve misyonerlik faaliyetleri ile Hıristiyanlığın teşvik edilmesi gibi birtakım özel poli 26 Collins, a.g.e., s.31-32. Mahmood Mamdani, Saviors and Survivors: Darfur, Politics and the War on Terror, Pantheon Books, New York, 2009, s.164. 28 Türkkaya Ataöv, Afrika Ulusal Kurtuluş Mücadeleleri, Sayı 411, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1977, s.79. 29 Harir, a.g.m., s.32. 27 17 tikalar hayata geçirilmiştir.30 Böylece “sınırlayıcı kuralların hâkim olduğu kapalı bölgeler” politikası, İngiliz sömürgeciliğinin temelini oluşturan “böl ve yönet” stratejisinin Sudan topraklarındaki uygulanış şekli olmuştur. 1.3.1. Sömürgecilik Politikaları ve Kuzey-Güney Ayrışması Sudan’ın kuzey ve güney bölgeleri için uygulanması öngörülen farklı yönetim yapısının temelleri sömürge döneminin ilk yıllarında atılmıştır. Arap çizgisinin korunduğu Sudan’ın kuzeyindeki bölgelerden farklı olmak üzere, güneydeki yönetimin Afrikalılaştırılması ve gelecekte İngiliz denetimindeki Doğu Afrika Sömürge Topluluğu’na dâhil edilmesi niyeti 1930 yılında İngiliz hükümeti tarafından “güney politikası” bildirgesi ile beyan edilmiş, böylece pratikte uygulanan ayrıştırıcı politikalar resmiyet kazanmıştır.31 Yerel otoritelerin ve örf-adet hukukunun, İngiltere’nin adalet ve yönetim anlayışı ile tutarlı olduğu müddetçe desteklendiği dolaylı yönetim sistemi, yerli güç unsurlarının çeşitliliği ve geleneklerdeki farklılıklar sebebiyle ortaya çıkan istikrarsız yapıya rağmen, Sudan’ın kuzey bölgelerinde uygulanmaya devam etmiştir.32 Bunun yanı sıra Sudan’ın güneyinde kapalı bölge kanunlarının sertleştirilerek, İslam’ın yayılmasını önlemek ve ekonomik kontrol sağlamak amacıyla tüccarların girişini denetleyen düzenlemeye diğer bölgelerde yaşayan halkın da dâhil edilmesiyle birlikte, kuzey ve güney arasında yapay sınırlar çizilmiştir. Böylece yönetimin farklı temeller üzerine inşa edildiği kuzey ve güney bölgeler arasındaki ayrışma süreci hız kazanmıştır. 1.3.1.1. Dolaylı Yönetim Yerel otoritelerin desteklenmesi temeline dayanan dolaylı yönetim, Mehdi devrimiyle nüfuzlarını kaybeden unsurların tekrar yönetime dâhil edil 30 Collins, a.g.e., s.35. Johnson, a.g.e., s.11. 32 Collins, a.g.e., s.40-41. 31 18 mesi suretiyle, sömürge döneminde uygulamaya konulmuştur. 1920’lerde yapılan bir düzenleme ile birlikte, feodaller, kabile reisleri ve din adamlarının adli ve idari yetkileri yasal güvence altına alınmıştır. Böylece, yasal yetkileri örfi ve şer’i hukuk kapsamında belirlenen, idari yetkileri ise İngiliz bölge temsilcileri tarafından denetlenen yerel güç merkezleri yaratılmıştır.33 Sudan’ın güneyinde, kuzey bölgelerdeki gibi çeşitlilik gösteren ve yönetime ortak edilebilecek yerli otorite unsurlarının bulunmayışı, uygulanmak istenen sömürge politikalarının önünde engel oluşturmuştur. İngiliz hâkimiyetini güçlendirmek amacıyla kuzeyde izlenen politikaların, güney bölgeler için de uygulanmasına imkân tanıyacak bir yapıya duyulan ihtiyaç, sömürge politikaları ile uyumlu yerli yönetim geleneklerinin oluşturulmasını gerekli kılmıştır. Bu çerçevede Sudan’ın güneyinde yerli güç unsurları yaratılarak, bunların tıpkı kuzey bölgelerdeki gibi geniş imtiyazlarla donatılması, böylece hiyerarşik bir düzen tesis edilmesi hedeflenmiştir. Sudan’ın güneyi için öngörülen politikaların uygulanması, farklılaşan kültürler sebebiyle her bölge için mümkün olmamıştır.34 Zira Yukarı Nil ve Bahrül Gazel’de yaşayan ve hayvancılıkla uğraşan halkın kurak mevsimlerde göç etmesi sebebiyle söz konusu topluluklara erişim güçleşmiş, kurulmak istenen hiyerarşik düzen için uygun ortam sağlanamamıştır. Diğer bölgelerde faaliyet gösteren yerel mahkemeler, bu bölgelerde otoriteden yoksun birer mekanizma olarak kalmaktan öteye gidememiştir. Diğer taraftan tarımla uğraşan toplulukların yaşadığı Ekvatorya, söz konusu politikalar için uygun bir bölge olarak görülmüştür. İngiliz yöneticilerin teşvikiyle kurulan yerel mahkemelerin yanı sıra, İngiliz sömürgesi Uganda’nın model alındığı yerel parlamentolar faaliyete geçirilmiştir.35 Böylece güneydeki toplumlar arasında yaratılan bürokratik gelenek ve hiyerarşik yapı, İngiltere’nin çıkarları temelindeki 33 Johnson, a.g.e., s.12. John O.Voll, Sarah Voll, The Sudan: Unity and Diversity in a Multicultural State, Westview Press, London, 1985, s.54. 35 Johnson, a.g.e., s.13. 34 19 dolaylı yönetim sisteminin bölgede uygulanmasının önündeki engelleri ortadan kaldırmıştır. 1.3.1.2. Hukuk ve Din Sömürge dönemi ile birlikte Sudan’da hukuk sistemi ve din kuralları, bölgelere göre farklılık gösteren ve sınırları keskin çizgilerle belirlenen bir nitelik kazanmıştır. Müslümanların yoğun olarak yaşadığı kuzey bölgelerde evlilik, boşanma, miras, mülkiyet ve toprak hakkı gibi konular şer’i hukuk kurallarına bağlanmıştır. Zira İngiliz-Mısır yönetimi, Mehdi hareketinin diriliş tehlikesine karşı Sünniliği desteklemek suretiyle Sufi inanışı kontrol altına almayı hedeflemiştir. Bu çerçevede uygulanacak hukuk sisteminde, temeli din bilginleri denen ayrıcalıklı ulema sınıfına ve kadıların başkanlık ettiği şeriat mahkemelerine dayanan Sünni yorum teşvik edilmiştir. 36 Öte yandan Sudan’ın güneyindeki bölgeler için, dolaylı yönetime uygulama alanı sağlamak amacıyla tesis edilen hiyerarşik yapının korunduğu ve kabilelerin örf ve adetlerine dayanan bir hukuk sistemi öngörülmüştür. Çeşitlilik gösteren hukuk sistemi gereğince her kabile dışarıdan gelecek etkilere karşı, kendi dinlerini, gelenek ve göreneklerini korumakla sorumlu tutulmuştur. İngiliz yöneticiler, kapalı bölgelerde yaşayan Sudan halkını İslami örf ve hukuk kurallarından uzak tutabilmek için, kabileler arası gelenek alışverişini dahi yasaklamıştır.37 Kuzey bölgelerde din ve hukuk politikaları, sistematik bir temel üzerine inşa edilirken güneyde, özellikle de kırsal bölgelerde, dini çeşitlilik teşvik edilmiş, bölgeden bölgeye değişen yerel dinler ise herkes için geçerli, homojen hukuk kurallarının uygulanmasını imkânsız kılmıştır. Öte yandan Sudan’ın güney bölgelerinde İslami değerler tam olarak baskı altına alınamamıştır. Çoğunlukla Müslümanlardan oluşan ordu 1920’lerde terhis edildikten sonra, eski askeri personeller ve aileleri güney 36 37 Collins, a.g.e., s.36. Johnson, a.g.e., s.13. 20 bölgelerde yaşamaya devam etmiştir.38 Ticaretle uğraşan Müslümanlar, kuzeyde olduğu gibi aileyi ilgilendiren konularda şer’i hukuk kurallarına tabii olmuştur. Ancak güneyde İslami değerlerin etkili olmasından rahatsızlık duyan sömürge yönetimi, Müslüman toplumların yaşam alanını bazı bölgelerle sınırlamış ve Müslümanların diğer bölgelerde yaşayan halkla etkileşimini mümkün olan en alt seviyede tutmaya özen göstermiştir. İslamiyet’in yayılma tehlikesine karşı ayrıca, yasak olan misyonerlik faaliyetlerine Sudan’ın güneyinde göz yumulmuş, hatta Hıristiyanlığın yayılmasını sağlayacak enstitülerin kurulması suretiyle misyonerler, sömürge yönetimi tarafından desteklenmiştir. Bunun yanı sıra güney bölgelerde eğitim, İngilizcenin resmi dil olması gerektiğini ve bunun uygulanmakta olan güney politikası için vazgeçilmez bir unsur olduğunu savunan Hıristiyan misyonerler tarafından verilmeye başlanmıştır.39 Kırsal kesimlerdeki çeşitli geleneksel dinlere ve bazı bölgelerde varlık gösteren İslam’a karşı Hıristiyanlık, eğitim faaliyetlerinin tekeline geçmesiyle birlikte, daha sonra yönetim alanında önemli kazanımlar sağlayacak olan stratejik üstünlük elde etmiştir. 1.3.1.3. Eğitim İngiliz-Mısır yönetimi boyunca Sudanlılar için öngörülen eğitim politikaları, sömürge anlayışı çerçevesinde şekillenmiştir. Bölgeden bölgeye değişen politikaların yanı sıra Sudan’da eğitim, İngiliz yöneticilerle işbirliği yapan varlıklı aileler ve tüccarlar ile sınırlandırılmış, söz konusu kesimler dışında yerli halka eğitim hakkı tanınmamıştır. Sömürge döneminin ilk yıllarında yönetim alanındaki personel ihtiyacı İngilizler dışında, Mısır ordusunda görev yapan eğitimli kişiler tarafından karşılanmıştır.40 Ancak yönetimin dışına itilen Sudanlıların sömürge yönetimine karşı daha sonra sorun yaratabileceği endişe- 38 Johnson, a.g.e.,s.13. Collins, a.g.e., s.43. 40 Johnson, a.g.e., s.15. 39 21 si, eğitimli bir sınıf yaratılarak idari birimlerde görevlendirilmesi ihtiyacını doğurmuştur. Alt kademelerde de olsa, Sudan halkının yönetim kadrolarında istihdam edilmesi amacıyla eğitimli bir sınıf oluşturulması fikri ilk olarak kuzeyde Gordon Memorial Koleji’nin kurulması ile hayata geçirilmiştir. İngiltere’nin teşvikiyle 1902 yılında kurulan koleje, seçilmiş ailelerin erkek çocukları dışında öğrenci kabul edilmemiş, eğitim hakkı belli kesimler ile sınırlı tutulmuştur.41 Diğer taraftan Sudan’ın güneyinde eğitim olanakları daha da sınırlı kalmıştır. Eğitimli elit kesim, sömürge yönetimi tarafından güneyde kabilecilik temeline dayanan statükocu düzene karşı tehdit olarak algılandığından dolayı Sudan’ın güney bölgelerinde eğitimin teşvik edilmesi mümkün olmamıştır.42 Dolaylı yönetimin eğitimi geri plana atması ve bu alanda yatırım yapmaması misyonerlik faaliyetlerinin önünü açmış, güneyde eğitim Hıristiyan misyonerlerin ve dini kurumların tekeline girmiştir. Kırsal kesimlerde Hıristiyan misyonerler tarafından kurulan dini kurumlar yönetim tarafından desteklenmiş, böylece etki alanları giderek genişlemiştir. Hıristiyanlığın yayılması amacına hizmet eden bu kurumlar dini yapının yanı sıra güneydeki Sudan halkının yaşam biçimini, örf-adetlerini ve dillerini de hedef almıştır. Eğitim dili olan İngilizce, Hıristiyan misyonerlerin baskısıyla resmi dil olarak kabul edilmiş, Arapça isimler yasaklanmış ve kamu hizmetlerinde görev alma, İngilizcenin akıcı şekilde konuşulması şartına bağlanmıştır.43 Farklılaşan dil yapısıyla birlikte Sudan’ın güneyi ile kuzeyi arasındaki ayrışma daha da körüklenmiştir. 1.3.1.4. Ekonomi ve Ticaret Sudan’da, Türk-Mısır yönetimi boyunca teşvik edilen modern tarıma geçiş süreci ve ticari hayat, Mehdi döneminde sekteye uğramıştır. Zira Mehdi 41 Collins, a.g.e., s.36. Collins, a.g.e., s.43. 43 Collins, a.g.e., s.43. 42 22 hareketinin yükselişini engellemek isteyen İngiltere ve Mısır, Sudan’daki ihraç mallarının yabancı marketlere girişini engelleyerek ticari hayata sınırlamalar getirmiştir. Ticari hayattaki durgunluk Sudan ekonomisini çıkmaza sokmuş, halk giderek yoksullaşmıştır. Ancak İngiliz işgali ile başlayan sömürge döneminde, ekonomik yapıda birtakım gelişmeler kaydedilmiştir. Sömürge döneminin ilk yıllarında Sudan, Orta Doğu ve Avrupalı tüccarların bölgeye girişi ile birlikte uluslararası rekabete sahne olmuş, ülkede ekonomik ve ticari hayat giderek canlanmıştır.44 O dönemin ticari ürünlerinden devekuşu tüyü, deri ve fildişinin temin edildiği Darfur bölgesi kısa sürede tüccarlar için geçiş noktası haline gelerek, Func Sultanlığı zamanındaki önemine kavuşmuştur. İngiltere, deri ve fildişi ihtiyacının çoğunu bu bölgeden karşılamaya başlamıştır. Ancak tüm bu ticari canlılığa karşın İngiliz yönetiminin asıl hedefi, Sudan’ı, Mısır ve Uganda sömürgeleri gibi pamuk üretiminin yapıldığı ana bölgelerden biri haline getirmek olmuştur.45 Bu çerçevede I. Dünya Savaşı’ndan sonra, Beyaz ve Mavi Nil kaynağına yakın yerlerde barajlar ve sulama sistemleri kurularak pamuk üretiminde önemli adımlar atılmıştır. Sömürge döneminin ilk yıllarında ülkede %10 olan pamuk ihracatı, savaş sonrasında %70’lere ulaşmıştır.46 Pamuk üretimindeki sıçrama kısa sürede demiryolu yapımını ve fabrikaların kurulmasını sağlamıştır. Ancak İngiliz yönetimi tarafından desteklenen pamuk üretimi ve ekonomik yatırımların merkezi Sudan’ın orta ve kuzey bölgeleri ile sınırlı kalmış, güneyde yer alan bölgeler geri planda tutulmuştur. Sudan’ın güneyini ve batısını kapsayan alanın kapalı bölge ilan edilmesiyle birlikte tüccarların bu bölgeye girişine sınırlamalar getirilmiş, böylece kapalı bölgelerde ticari faaliyetler durma noktasına gelmiştir.47 Demiryolu ve fabrikaların bulunduğu Hartum ve Omdurman gibi kentlerin yer aldığı bölgelerde yaşayan halkın refah düzeyi artarken, sömürge yönetiminin söz konusu 44 Johnson, a.g.e., s.16. Ataöv, a.g.e., s.77. 46 Ataöv, a.g.e., s.77-78. 47 Johnson, a.g.e., s.17. 45 23 bölgeler dışında kalan yerleri ihmal etmesinde dolayı Nübya, Bahrül Gazel ve Darfur gibi bölgelerde yaşam koşulları giderek kötüleşmeye başlamıştır. Sömürge yönetiminin Sudan’ın güneyini tecrit eden politikaları ülkede, yönetim yapısından kültür, eğitim ve ekonomik düzene kadar birçok alanda ortaya çıkartılan farklılıkların daha da belirginleşmesini sağlamıştır. Diğer taraftan Sudan’ın merkezinde ve kuzey bölgelerinde yaşanan refah dönemi fazla uzun sürmemiştir. Zira 1929 Dünya Ekonomik Buhranı, Sudan’ı da etkilemiştir. Tek tip üretimle İngiltere’ye bağlanan Sudan ekonomisi, dünyada pamuk talebinin azalması ve fiyatlardaki düşme ile birlikte ani bir çöküş yaşamıştır.48 Ekilen toprakların azalması ve hükümet gelirlerindeki düşüşün yanı sıra tehlikeli boyutlara ulaşan işsizlik, halkı yönetime karşı isyan etmeye itmiştir. Ekonomik kriz, Sudan’da İngiliz sömürge yönetiminin egemenliğini zedeleyecek ulusal bilincin de tetikleyicisi olacaktır. 1.3.2. Milliyetçilik Hareketleri ve Bağımsızlık Sömürgecilik politikaları ile birlikte Sudan’ın kuzeyi ile güneyi arasında sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi açıdan ayrışma süreci hız kazanmıştır. Bu dönemde İngiltere, Sudan’ın güneyini kuzeyden tamamen koparıp, kendi denetimi altındaki Doğu Afrika Sömürge Topluluğu’na dâhil etmek istemiştir. Böylece Mısır’da filizlenmeye başlayan milliyetçi akımın hiç değilse güneye inmesinin engellenmesi ve Sudan’ın güneyinde mevcut düzenin korunarak bölgenin daha uzun süre İngiliz sömürgesi olarak kalması hedeflenmiştir. Sudan’ın güneyinde İngilizlerle işbirliği yapan yöneticilerin çoğu sömürgecilik politikalarını benimserken, kuzey bölgelerden de destek alan bir kesim ise, Sudan için bağımsızlık vakti geldiğinde kapalı bölgelerin Sudan’dan kopartılarak ülkenin ikiye bölünmesi fikrine karşı çıkmıştır. Muhalifler ülkenin karışık etnik yapısının, sınırların her kesimin taleplerini karşılayacak 48 Collins, a.g.e., s.45. 24 şekilde belirlenmesinin önünde büyük bir engel olacağını savunmuştur.49 Zira genellikle güneyde yaşayan Afrika kabileleri, Arapların çoğunlukta olduğu kuzey bölgelerde de varlık göstermiştir. Bununla beraber, Sudan’ın bir bütün olarak kalması, ülkenin güney bölgesinin Müslümanlar ile gayrimüslimler arasında bir köprü görevi üstlenebilmesi açısından oldukça önemli görülmüştür.50 Güney Sudan konusundaki tartışmaların devam ettiği bir dönemde ulusal bilinç özellikle merkezde ve ülkenin kuzey bölgelerinde artmaya başlamıştır. Mısır’daki İngiliz karşıtı söylemlerin etkisinde kalan kuzey bölgesi ve endüstrinin gelişmesi ile feodal kısıtlamaların kalktığı merkez bölgede ortaya çıkan ulusal bilincin tetiklediği kurtuluş hareketleri, sömürge sisteminin çökmeye başladığı II. Dünya Savaşı sırasında doruk noktasına ulaşmıştır. Zira aydınlar tarafından kurulan ve o zamanlar Sudan’da tek ulusal örgüt olan Mezunlar Kongresi, sömürge döneminin son bulması ve ülkeyi yönetecek yerli hükümet kurulması talebini açıkça dile getirmekten çekinmemiştir. Eğitimli sınıfın çıkarlarını temsil eden Mezunlar Kongresi’nin temeli Şubat 1938’de, Gordon Memorial Koleji’nde ders veren İsmail el-Azhari tarafından organize edilen ve yaklaşık bin Sudanlı mezunun katılımıyla Omdurman’da gerçekleştirilen protesto eylemleri ile atılmıştır.51 Kısa sürede ulusal bilinç geniş kitleleri etkilemiş, Kongre Sudan çıkarlarının temsilcisi konumuna yükselmiştir. 1929 Dünya Ekonomik Buhranı’ndan etkilenen Sudan halkının yaşam seviyesinin kötüye gitmesine yol açan ekonomik kriz, ulusal bilinci ve bağımsızlık mücadelesini kamçılayan bir başka önemli unsur olmuştur. Bu çerçevede, Sudan’ın kalkınmasının önünde engel olarak görülen sınırlı eğitim hakkının genelleştirilmesini savunan Mezunlar Kongresi ayrıca İngiltere’nin dış ticaretteki tekelinin son bulmasını ve Sudan sermayesinin yabancı pazarlarda kabul görmesini hedeflemiştir. Azhari liderliğindeki kong 49 Shadrack W. Nasongo, Godwin R. Murunga, “Lack of Consensus on Constitutive Fundamentals: Roots of the Sudanese Civil War and Prospects for Settlement”, African and Asian Studies, Sayı 4, 2005, s.59. 50 Oliver Albino, The Sudan: A Southern Viewpoint, Oxford University Press, London, 1970, s.22. 51 Collins, a.g.e., s.49. 25 re, milliyetçi bir oluşum olarak İngiliz yöneticilerden bağımsız bir yapıya odaklanmış ve Sudan’ın kalkınması için ihtiyaç duyulan finansal destek açısından Mısır’la sıkı bağların gerekliliğine vurgu yapmıştır. Mezunlar Kongresi’nin faaliyetleri ile özellikle Sudan’ın kuzey bölgelerinde etki alanı artan ulusal kurtuluş söylemleri İngiliz sömürge yönetimini rahatsız etmiştir. Sömürge yönetimi tarafından Mayıs 1944’te, Kuzey Sudan Danışma Kurulu adında, merkezi bir örgüt kurulmasına karar verilmiştir.52 Söz konusu tedbirler, halka demokrasiye geçiş aşamaları olarak dayatılmış ancak üst sınıflara, yani feodaller ve kabile reislerine verilen bu ufak tavizlerle varılmak istenen asıl amaç, ulusal bilincin önüne geçmek ve bağımsızlık mücadelelerini yavaşlatmak olmuştur. Mezunlar Kongresi’nde faaliyet gösteren bazı önemli isimlerin, İngiliz genel valisi tarafından çıkar gruplarını temsil eden kurul üyeleri olarak atanması, kongrenin iç yapısında daha sonra ortaya çıkacak fikir ayrılıklarının da temelini oluşturmuştur. Mezunlar Kongresi, bünyesine katılan yeni üyeleri ve ülkenin birçok yerinde açtığı şubeleri ile büyük ve oldukça güçlü bir siyasal örgüt niteliği kazanmıştır. İngiliz askerlerinin Sudan’dan çıkartılmasını ve Mısır ile federatif esaslar içinde birleşmeyi öngören Ağustos 1945’teki Mezunlar Kongresi kararı, ulusal kurtuluş mücadelesinin temel dayanağı olmuştur. Ancak bu fikirler daha sonra kongre içinde birtakım tartışmaları beraberinde getirmiş ve ulusalcı kanatta yaşanan fikir ayrılığı, kongrenin bölünmesine neden olmuştur.53 Yaşanan çekişmeler sonucu bağımsız bir Sudan konusunda hemfikir olan, ancak İngiltere ile mümkün mertebe kuvvetli bağların korunması taraftarı olan kongre üyeleri Ümmet Partisi’ni kurarken, kongrenin 1945 yılında aldığı kararları kendisine ilke edinen üyeler ise Ulusal Birlik Partisi’ni (UBP) oluşturmuşlardır.54 Kongrenin bölünmesi sonucunda ortaya çıkan her iki siyasi parti de, bağımsızlık mücadelesi faaliyetlerine devam etmiştir. Böylece bir tarafta Ensar hareketinin lideri Mehdi ailesiyle bağları bulunan Ümmet Partisi, diğer 52 Collins, a.g.e., s.52. Ataöv, a.g.e., s.81. 54 Harir, a.g.m., s.25. 53 26 taraftan Hatmiye hareketinin lideri Mirgani ailesine yakın UBP, Sudan’ın ulusal bağımsızlık mücadelesinde başı çeken iki önemli parti olmuştur.55 Bağımsız Sudan fikri kısa sürede kitleleri harekete geçirmiş, özellikle büyük kent merkezlerinde, İngiliz-Mısır ortak yönetimini kuran Kondominyum Antlaşması’nın sona erdirilmesini isteyen protestolar başlamıştır. Sudan’ın güney bölgesini tamamen Afrikalılaştırma politikası üzerinde duran İngiltere için, ülkenin merkezindeki ve kuzey bölgesindeki başkaldırılar en önemli gündem maddesi haline gelmiştir. İngiltere isyanları önlemek için, verilen tavizleri genişletme yoluna gitmiştir. 1944 yılında kurulan Kuzey Sudan Danışma Kurulu yerine, ülkenin bütününü temsil edecek olan bir Yasama Meclisi kurulmuş ve 1948’de yeni bir anayasa reformu ilan edilmiştir.56 İngiltere’nin ayırıcı güney politikasından resmi olarak vazgeçmesiyle beraber Sudan’ın kuzey ve güney bölgelerinin tek bir siyasi çatı altında varlıklarını sürdürmesine karar verilmiştir. Sömürge politikaları çerçevesinde atılan bu adım, aynı ülke sınırları içinde yaşayan ancak etnik kökenlerine, kültürlerine ve dillerine yabancılaştırılan toplumlar arasında yaşanacak gerilimi kaçınılmaz kılmıştır. Kuzeyden ayrı bir siyasi yapılanma üzerinde duran güneydeki Afrikalılar, gelişmeleri kaygı verici olarak değerlendirmiştir. Taleplerinin göz önüne alınmayacağı ve hatta kaderlerinin tamamıyla Arapların elinde olacağı endişesi, güneydeki halk arasında tansiyonun artmasına neden olmuştur. Diğer taraftan kuzeydeki Araplar ise, ülkenin bütünlüğünün korunarak bağımsızlık için hep beraber mücadele etmenin gerektiğini vurgulamıştır. Kuzey Sudanlılar güneydeki halkın ayrılma taleplerini, sömürgeci yönetimin böl-yönet politikası ışığında değerlendirmiş ve bu konuda başarı sağlandığı takdirde, bağımsızlık sürecinin sekteye uğrayacağını savunmuştur.57 Ayrıca güney bölgesinin Sudan’dan ayrılması, yer altı ve yer üstü kaynaklarına sahip Bahrül Gazel, Darfur gibi bölgelerin zenginliklerinden kuzeyde yaşayan Sudanlıların mahrum bırakılması olarak değerlendirilmiştir. Bu sebeple güney ve kuzey 55 Mamdani, a.g.e., s.171. Collins, a.g.e., s.53-54. 57 Nasongo, Murunga, a.g.m., s.64. 56 27 bölgelerinin bir bütün halinde Sudan sınırlarında varlığına devam etmesi, ülkenin geleceği açısından oldukça önemli görülmüştür. İngiliz-Mısır ortak sömürge yönetimi 1952 yılında Mısır’daki iktidar değişikliğinin ardından önemli bir dönemece girmiştir. Mısır’ın, eşit esaslara dayanmadığı gerekçesiyle Kondominyum Antlaşması’na bağlı olmadığını ilan etmesinin ardından Şubat 1953’te imzalanan İngiliz-Mısır Antlaşması’na göre İngiltere, Sudan halkının kendi geleceğine karar verme hakkını tanımak zorunda kalmıştır.58 Yine bu antlaşmaya göre, üç yıllık geçici dönemin ardından Sudan için tam bağımsızlık ya da Mısır ile federatif esaslar çerçevesinde birleşme konusunun Sudan parlamentosunca karara bağlanması öngörülmüştür.59 Tüm bu gelişmelerin ardından Sudan’da Kasım 1953’te ilk kez çok partili seçimler yapılmıştır. İngiliz yönetimine son vererek Mısır ile federatif esaslar içinde birleşme üzerinde duran ve Kahire yönetimi tarafından desteklenen UBP’nin seçimleri kazanması, tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Seçimlerin özgür bir ortamda yapılması bakımından ülkedeki tüm yabancı askerlerin ve yetkililerin uzaklaştırılmasına rağmen Ensar hareketinin siyasi kanadı olan Ümmet Partisi ve İngiliz basını Mısır’ın, seçim sonucunu etkileyecek müdahalelerde bulunduğunu iddia etmiştir.60 Seçim sonuçları iptal edilmemiş ancak Sudan’da siyasi istikrarın önünde engel olan yeni gelişmeler yaşanmıştır. 1 Mart 1954’te parlamentonun açılış gününde, Mısır ile birleşmeyi reddeden grupların başlattığı protestolar kısa sürede kanlı çatışmalara dönüşünce, UBP Mısır ile birleşme konusunu gözden geçirme gereği duymuştur. Ağustos 1955’te ise ülkenin güneyinde, Juba bölgesinde, askeri birliklerin ön 58 Collins, a.g.e., s.59. Ataöv, a.g.e., s.83. 60 Atta el-Battahani, “Multi-Party Elections and the Predicament of Northern Hegemony in Sudan”, Multi-Party Elections in Africa, (ed: Michael Cowen, Liisa Laakso), Palgrave Press, New York, 2002, s.254. 59 28 ayak olduğu geniş çaplı isyanlar başlamıştır.61 Ülkenin iç savaşa sürüklendiği bir zamanda Mısır ile birleşme kararında ısrarcı olmanın yanlış olacağını anlayan UBP’nin lideri ve Başbakan İsmail el-Azhari bağımsız bir devlet olma yolunu seçmiş ve bağımsızlık resmi olarak 1 Ocak 1956’da Sudan parlamentosunca karara bağlanmıştır. 1953 seçimleri ile 97 sandalyelik Sudan parlamentosunda, o dönemde nüfusun %30’unu oluşturan güneydeki Afrikalılar 22 milletvekili62 ile temsil edilme hakkı bulmuş ancak bazı sebepler ile güneyli üyelerden altısı diskalifiye edilince UBP, parlamentodaki etkisini daha da artırmıştır. Bunun sonucu olarak güneyde yaşayan halkın çıkarlarının ikinci plana atılacağı ve hükümetin Araplaştırma politikası ile Hıristiyan Afrikalıları asimile edeceği yönündeki endişelerin alevlenmesi Güney Sudan’ın ayrılma eğilimlerini güçlendirmiştir.63 Tüm bu gelişmelerin ülkedeki coğrafi ve toplumsal farklılıklar bir yana, sömürgeci yönetimin yıllardan beri uyguladığı ayırıcı güney politikasının bir sonucu olarak değerlendirilmektedir.64 Bağımsızlıktan bu yana Sudan’da bir türlü istikrar sağlanamamasının temelinde, sömürge döneminde yaratılan bu sorunlu yapı yatmaktadır. 61 Harir, a.g.m., s.34-35. Albino, a.g.e., s.32. 63 Mamdani, a.g.e., s.180. 64 Ataöv, a.g.e., s.84. 62 İKİNCİ BÖLÜM BAĞIMSIZLIKTAN GÜNÜMÜZE SUDAN Afrika kıtasının yüzölçümü bakımından en geniş ülkesi durumundaki Sudan, kuzeyi ile güneyi, doğusu ile batısı arasında bir köprü görevi üstlenmektedir. Zira bir Doğu Afrika ülkesi olan Sudan; kuzeyden Mısır, kuzeydoğudan Kızıldeniz, doğudan Etiyopya ve Eritre, güneyden Kenya, Uganda ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti, batıdan Orta Afrika Cumhuriyeti ve Çad, kuzeybatıdan ise Libya ile çevrili olmak suretiyle, stratejik açıdan oldukça önemli bir yere sahiptir.65 Şekil1:Sudan 65 “Africa: Sudan”, The World Fact Book, (Erişim) https://www.cia.gov/library/publications/theworld-factbook/geos/su.html, 10 Mayıs 2010. 30 Ülke yirmi altı eyaletten oluşan federal yapısı, etnik ve kültürel çeşitliliği ile dikkat çekmektedir. Zira Sudan’da varlığını sürdüren 597 kabilenin dört yüzden fazla dil konuştuğu bilinmektedir.66 Bunun yanı sıra dini yapı, Sudan’ın siyasi hayatını ve dış politika tercihlerini şekillendiren etkili bir faktör olarak görülmektedir. Sudan halkının dini inançları temelde Müslümanlık, Hıristiyanlık ve yerel Afrika dinlerine dayansa da, her bir din kendi içinde, çeşitli gelenek ve uygulamalara sahip olması bakımından kollara ayrılmıştır. Ülkedeki çeşitlilik gösteren etnik ve dini grupların varlığı Sudan’a, dünyanın en heterojen toplumlarından biri olma özelliğini kazandırmıştır. Etnik, dini ve kültürel farklılıklar, sömürge döneminde suni sınırlar yaratılırken ortaya çıkartılmış ve birçok Afrika ülkesi gibi Sudan’a da sömürge mirası olarak bırakılmıştır. Sömürge dönemi boyunca farklılıkların vurgulanması suretiyle ülke, kontrol altında tutulmak istenmiştir. Sudan 1 Ocak 1956’da bağımsızlığına kavuşmuş ancak sömürgecilik politikalarının izleri bağımsızlıktan günümüze gelen birçok sorunla birlikte kendini göstermeye devam etmiştir. Ekonomik sorunların yanı sıra bağımsızlığın ardından yaşanan siyasi çekişmeler ve istikrarsızlaşan siyasi yapı, halk arasındaki gerilimin artmasına neden olmuş, Sudan bölünmenin eşiğine gelmiştir. Sudan’ın halen başa çıkmaya çalıştığı birçok meselenin temelini, kuzey ve güney bölgelerini ayrıştıran ve halkı birbirine yabancılaştıran sömürge politikaları oluşturmaktadır. Bu bölümde, temelleri sömürge politikalarına dayanan ve bağımsızlığın kazanılmasıyla baş gösteren siyasi sorunların çizdiği istikrarsız dönem ve bu dönemde şekillen Güney Sudan ile Darfur sorunlarının nedenleri ve gelişim süreci incelenmektedir. 2.1. BAĞIMSIZ SUDAN DEVLETİ Ülkede ulusal bilincin uyanması geniş kitleleri harekete geçirmiş ve elli altı yıl boyunca sömürge yönetimi altında varlık gösteren Sudan, bağımsız bir 66 Peter K. Bechtold, “More Turbulence in Sudan”, State and Society in Crisis, (ed: John O. Voll), Indiana University Press, ABD, 1991, s.1. 31 devlet olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Diğer taraftan siyasi bağımsızlık, ülkenin içinde bulunduğu durum gereği, onu tamamlayacak olan ekonomik bağımsızlıkla desteklenememiştir. Mali sıkıntıların yanı sıra bağımsızlığın ardından, etnik ve dini farklılıklar sebebiyle yaşanan siyasi kutuplaşma istikrarlı yönetime engel olmuş ve Sudan halkı için, uzun yıllar sürecek yeni sorunlar ortaya çıkmıştır. 2.1.1. Siyasi Yapı ve Anayasa Girişimleri Sömürge yönetiminin son bulmasıyla birlikte Sudan, uluslararası arenada bağımsız bir aktör olarak varlık göstermeye başlamıştır. Ancak siyasi çekişmeler ve mali sorunlar, bağımsızlık ile yaratılan genel iyimserlik havasını dağıtmıştır. Azhari’nin başkanı olduğu iktidardaki UBP, Mısır ile birleşme sloganını terk etmek zorunda kalınca ideolojik içeriği kalmamış, parti içinde bölünmeler yaşanmıştır.67 Bunun sonucu Azhari hükümeti istifa etmiş, yerini UBP’den ayrılan üyelerin kurduğu Halk Demokratik Partisi (HDP) ve Ümmet Partisi koalisyon hükümeti almış, Ümmet Partisi Genel Sekreteri Abdullah Halil başbakan olmuştur. Koalisyon hükümetini iktidara geldiği günden itibaren zora sokan konulardan biri, dünyada genelindeki ekonomik durgunluk olmuştur. Hükümetin uyguladığı sıkı ekonomi politikaları sebebiyle fiyatların yüksek seyretmesi ve rekabetçi ortama ayak uyduramayan Sudan pamuğunun satılamaması ciddi sıkıntılar yaratmıştır.68 Bunun üzerine Amerika Birleşik Devletleri (ABD), kötü giden Sudan ekonomisinin seyrini değiştirmek ve hükümetin kalkınma planlarına finansal destek sağlamak amacıyla yardım paketi teklifinde bulunmuştur. Abdullah Halil ve Batı yanlısı Ümmet Partisi bu teklife sıcak bakarken HDP, yardımların Sudan’ı, Sovyetler Birliği ile iyi ilişkiler içinde olan Mısır’dan koparma amacına hizmet ettiğini savunarak ABD’nin teklifine karşı olduğunu 67 68 Ataöv, a.g.e., s.84-85. Collins, a.g.e., s.69-70. 32 açıklamıştır.69 HDP ve Ümmet Partisi arasında baş gösteren görüş ayrılığı kısa sürede siyasi çekişmeye dönüşmüş ve koalisyon işlevsiz hale gelmiştir. Sudan, ekonomisinde olduğu gibi siyasi yapısında da istikrardan yoksun bırakılmıştır. Koalisyon hükümeti içinde bir diğer önemli görüş ayrılığı ise, hazırlanması öngörülen yeni anayasa konusunda yaşanmıştır. Sömürge döneminde İngilizler tarafından hazırlanan hukuk kuralları, bağımsızlığın ardından geçici anayasa olarak kullanılmıştır.70 Ancak Sudan’da mevcut veya sonradan ortaya çıkabilecek sorunlara ilişkin demokratik barış ve toplumsal uzlaşı temelindeki yöntemleri oluşturmak amacıyla köklü bir anayasa reformuna ihtiyaç duyulmuştur. Toplumsal uzlaşı çerçevesinde kabul edilecek olan sivil anayasa özellikle güney bölgelerde umut verici bir gelişme olarak kaydedilirken, ülke genelinde içeriğe ilişkin tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Sudan’da üniter yapının korunması veya federal devlet sistemine geçiş konusunda güney ve kuzey bölgelerden yükselen farklı sesler, anayasa üzerinde anlaşmanın kolay olmayacağının sinyallerini vermiştir. Sudan’ın güney bölgelerinde yaşayanlara göre federal yapı güneyi, kuzeydeki merkezi hükümetin hâkimiyeti altında, geri plana atılmış bir bölge olmaktan kurtaracak çözüm yolu olarak algılanmaktadır.71 Kuzey Sudanlıların federalizme karşı üniter yapıyı desteklemesinin nedeni ise, federal yapı ile ortaya çıkacağı düşünülen ayrılıkçı hareketlerin önüne geçmek ve ülkenin bölünmesini engellemektir. Ülke genelinde tartışmalar devam ederken kuzeydeki siyasi partiler, üniter yapının korunduğu bir anayasa ile ülkenin geleceğinin korunması için hükümete baskı yapmaya başlamıştır. Bağımsızlık mücadelesi boyunca kuzeyde faaliyet gösteren siyasi partilerin güney bölgelerden de destek almak amacıyla “federal anayasa taleplerinin bağımsızlık sonrasında geniş çaplı değerlendirileceği garantisi”ni vermesi ancak daha 69 Collins, a.g.e., s.72. Marti Alane Flacks, “Sudan’s Transitional Constitution: Potential Perils and Possibilities for Success”, Journal of International Policy Solutions, (Erişim) http://irps.ucsd.edu/assets/004/5377.pdf, 15 Mart 2010. 71 Johnson, a.g.e., s.30. 70 33 sonra federal devlet fikrine karşı çıkması, bir taraftan hayal kırıklığı yaratırken diğer taraftan güneyli siyasi oluşumları etkili şekilde organize olma konusunda motive etmiştir.72 Bağımsızlıktan sonra ilk çok partili seçimlerde, güneyde yaşayan halkın ideallerini yansıtan Federal Parti, parlamentoda güney bölgeler için ayrılan sandalyelerin tamamına tek başına sahip olmuştur. Tek ağızdan, daha güçlü bir şekilde dile getirilen güney Sudanlıların federal anayasa talepleri hükümetin katı tutumunda değişiklik yapmasını gerekli kılmış ve konu tekrar tartışmaya açılmıştır. Ancak Sudan’ın ulusal kimliği üzerine tartışmalar ve yapılması öngörülen anayasal düzenlemeler bazı kesimlerde rahatsızlık yaratmış, hükümetin anayasa açılımı askeri darbeyle kesintiye uğramıştır. Sivil anayasa girişimlerinin rafa kaldırıldığı askeri rejim dönemi boyunca geçici anayasa kuralları uygulanmıştır.73 2.1.2. Askeri Darbe Bağımsızlıkla başlayan parlamenter rejim dönemi fazla uzun sürmemiş, 1958 yılında gerçekleştirilen darbe ile asker yönetime el koymuştur. General İbrahim Abbud, ordu gücüyle desteklenen baskıcı bir yönetimle ülkeyi kontrol altına almak istemiş, askeri rejim ilk olarak siyasi partileri yasaklamış, önemli mevkilerdeki bakanları hapse atmış, yayın organlarını susturmuş ve ülke genelinde sıkıyönetim ilan etmiştir.74 Başbakanlık, devlet başkanlığı ve savunma bakanlığı mevkilerine Abbud getirilmiş, demokrasi bir kenara bırakılarak güç tek elde toplanmıştır. Ancak özgürlüklerinin geri verilmesini isteyen halktan yönetime tepkiler gecikmemiş, askeri diktatoryaya karşı siyasal örgütler kurulmuştur. Abbud rejiminin iç politikası pan-Arapçılık temeli üzerine kurulmuştur. Ekonomik kriz için çözüm önerilerine odaklanmak yerine öncelikli olarak, gay 72 Collins, a.g.e., s.72. Flacks, a.g.m., s.4. 74 Ataöv, a.g.e., s.85. 73 34 rimüslim Afrikalıların yaşadığı güney bölgelerde Arap kültürünü ve dilini yerleştirmek için faaliyete geçilmiştir. İslamlaştırma ile desteklenen Araplaştırma politikası kapsamında güney bölgelerdeki Hıristiyan okulları ve kiliselerin faaliyetleri sınırlandırılmış, İngilizce olan resmi dil tekrar Arapça olarak değiştirilmiş, Cuma günü tüm ülkede resmi tatil ilan edilmiştir.75 Güney bölgelerde uygulanan baskıcı politikalar, Afrika kökenli halk arasında var olan gerilimi daha da tırmandırmış, sömürge döneminden kalan Güney Sudan sorunu daha ciddi bir hal almış ve ülke iç savaşın eşiğine gelmiştir. Bağımsızlığın ilk yıllarından itibaren Sudan’ın ulusal kimliği üzerine yapılan tartışmalar, baskıcı askeri rejim döneminde de devam etmiştir. Sudan halkını birbirine daha da yabancılaştırdığı savunulan politikaları sebebiyle asker rejime karşı eleştiriler, siyasi oluşumlar dışında öğrenci topluluklarından da gelmeye başlamıştır. Hartum Üniversitesi öğrencileri tarafından düzenlenen güney sorununun ele alındığı toplantılar kısa sürede, rejime muhalefet eden kesimlerin tartışma platformuna dönüşmüş ve askeri rejim iktidarda olduğu sürece Güney Sudan sorununda çözüme ulaşılamayacağı yaygın görüş olarak kabul görmüştür.76 Eleştirilerden rahatsız olan Abbud rejiminin üniversitede düzenlenen toplantıların yasaklanmasına dair verdiği karar, rejimi eleştiren kesimleri kışkırtmış ve sivil darbenin önünü açmıştır. 2.1.3. Ekim Devrimi ve Demokrasi Çabaları Halkın tercihleriyle ters düşen Abbud rejimine karşı muhalifler seslerini, Hartum Üniversitesi öğrencilerinin düzenlendiği protesto eylemleri ile duyurmuştur. Polisin müdahale ettiği gösterilerde Ahmed Kuraşi isimli bir öğrencinin ölmesi, askeri rejime karşı başkaldırıyı tetiklemiş ve Ekim Devrimi kitleleri harekete geçirmiştir. Sudan’da genel grev ilan edilmiş ve Abbud rejimi siyasi partilerin, sendikaların ve öğrenci örgütlerinin birleşerek başlattığı ge 75 Dunstan Wai, The African-Arab Conflict in the Sudan, African Publishing Company, New York, 1981, s.86 76 Collins, a.g.e., s.80. 35 niş çaplı protesto eylemleri ile devrilmiştir. 30 Ekim 1964’te geçici bir hükümet kurulmuş, başbakanlık görevine Hatim el-Halife getirilmiştir. Hatim el-Halife hükümeti önemli konularda demokratik tedbirler almıştır. İlk olarak askeri rejime son verilmiş, anayasal düzen geri getirilmiştir. Bununla birlikte yeni hükümet güney sorununu da ele almış, Güney Sudan siyasi parti temsilcileriyle görüşen başbakanın teşvikiyle, yapıcı bir tasarı hazırlamakla görevli bir komisyon kurulmuştur.77 Ayrıca askeri rejim döneminde kapatılan siyasi partiler tekrar faaliyete geçirilmiş ve siyasi tutuklular serbest bırakılmıştır. Geçici hükümetin de desteğiyle Sudan’da seçim hazırlıklarına başlanmıştır. Diğer taraftan geçici hükümetin politikalarına karşı çıkan bir kesim özellikle güneyli politikacılarla görüştükten sonra belirlenmesi öngörülen seçim tarihi konusunda rahatsızlıklarını dile getirmiş, ülke yeni bir tartışma ortamına girmiştir. Muhafazakâr kesim, güneyli politikacılarla yapılan görüşmelerin sonucu ne olursa olsun erken seçimlere gidilmesi gerektiğinde ısrarcı olurken, sol eğilimli kesim, Güney Sudan’ın hazırlanamaması ve seçimlere katılamaması durumunda kopma eğilimlerinin güçleneceğini savunmuştur.78 Ülke genelinde tartışmaların devam ettiği bir dönemde, yabacıların da kışkırtmasıyla Sudan’da erken seçimin önünü açacak provakatif söylemler yükselmeye başlamıştır. Hükümetin komünist çıkarlara hizmet ettiği iddia edilmiş, bazı resmi faaliyetler ihanet olarak nitelendirilmiş ve ülkeyi komünizm tehlikesinden kurtarmak için harekete geçilmesi gerektiği yönünde çağrıda bulunulmuştur. Şubat 1965’te Sadık el-Mehdi liderliğinde organize olmuş on binlerce Ensar taraftarı Hartum sokaklarına dökülmüş, galeyana gelen halk resmi daireleri basmış ve hükümette zorla değişiklik istenmiştir.79 Zayıflatılan geçici hükümet, demokratik hakların savunulması esasına dayalı politikalarını uygulama şansı bulamadan 18 Şubat 1965’te istifa etmiş, Sudan bu istikrarsız atmosferde seçime gitmiştir. 77 Ataöv, a.g.e., s.88. Ataöv, a.g.e., s.89. 79 Collins, a.g.e., s.82. 78 36 Ülkedeki demokrasi dışı uygulamalara tepki amacıyla HDP ve güneydeki önemli partilerin boykot kararı alarak seçimlerden çekilmesi ile birlikte Ümmet Partisi mecliste çoğunluğu elde etmiş ve Azhari liderliğindeki UBP ile koalisyon hükümeti kurmuştur. Sadik el-Mehdi’nin başbakan olduğu sivil hükümet güney sorununda barışçıl bir politika izleneceğini, yerli ve yabancı sermayeye destek verileceğini ve mali sorunların çözüleceğini vaat etmesine karşın, yaşanan fikir ayrılıkları ve siyasi çekişmeler kalıcı çözüm yollarının önünü tıkamıştır. Koalisyon dönemi boyunca başbakanlık koltuğu birçok kez el değiştirmiş, parlamento işlevsiz hale gelmiş ve ülkenin ana gündem maddesini oluşturan sorunlar arka plana atılmıştır. Sudan’da kemikleşen siyasi sorunlar ve çıkmaza giren ekonomik hayat yeni bir askeri darbeye davet çıkarmış ve 25 Mayıs 1969’da General Cafer Numeyri liderliğinde ordu yönetime el koymuştur. 2.1.4. Dış Politika Tercihlerinin Siyasi Yapıya Etkisi Sivil iktidar döneminde Sudan’da hareketli iç politikanın yanı sıra dış politikada da aktif bir seyir izlenmiştir. İsrail’e yönelik Arap politikasını şekillendiren 1967’deki savaşın ardından İsrail’e karşı müzakerelerin yürütüldüğü Arap Zirvesi için başkent Hartum önemli bir merkez olmuştur. Siyasi çekişmeler, ekonomik kriz ve güney sorunun yarattığı istikrarsız siyasi yapı sebebiyle iç meselelere yoğunlaşan Sudan, Arap-İsrail savaşı ile birlikte uluslararası arenada daha aktif rol almaya başlamıştır. 29 Ağustos–3 Eylül 1967 tarihleri arasında Hartum’da gerçekleştirilen Arap Zirvesi’nde, İsrail’e karşı Arap ülkeleri arasındaki askeri işbirliği vurgulanmıştır.80 Zirvede alınan kararlar doğrultusunda şekillenen Sudan’ın dış politika söylemleri Batı’dan ters istikamette seyretmeye başlamıştır. Sivil iktidar döneminde temelleri atılan aktif dış politika süreci, Numeyri liderliğindeki askeri rejim döneminde de devam etmiştir. Mayıs 80 Türel Yılmaz, Uluslararası Politikada Ortadoğu, Akçağ Yayınları, Ankara, 2004, s.156. 37 1969’da askeri darbeyle işbaşına gelen Numeyri rejimi pan-Arapçılık politikasını benimsemiş ve Mısır ve Libya’daki laik rejimlerin sempatisini kazanmıştır. Sudan Komünist Partisi’nin desteğini arkasına alan askeri rejim ayrıca Sovyetler Birliği ile ilişkilerini sağlamlaştırma yolunda adımlar atmıştır. Ancak Numeyri rejiminin izlemiş olduğu bu dış politika, Sudan’ı Arap Yarımadası ve Etiyopya’dan uzaklaştırmıştır. Sudan’da bağımsızlığın ilk yıllarından itibaren yaşanan mali sorunları çözebilmek amacıyla tarım ve sanayi alanında hedeflenen gelişme, dış politika tercihlerini sorgulanır hale getirmiştir. Kalkınma hamleleri için gerekli teknolojik ve ekonomik yardım açısından Batı ve petrol zengini Arap Yarımadası ile iyi ilişkilerin gerekliliğini kavrayan Numeyri rejimi, çok geçmeden yön değiştirmek zorunda kalacaktır.81 Bunun yanı sıra Soğuk Savaş koşulları ve bölgesel rekabetler, Numeyri’yi taraf tutmaya zorlamıştır. 1974 yılına gelindiğinde, Etiyopya’daki rejimin Sovyetler Birliği’ne yakın bir askeri darbeyle devrilmesi ve uzun süre devam eden ABD askeri varlığının Etiyopya’da sona ermesi, Sudan-ABD ilişkilerine yeni açılımlar kazandırmıştır. Ocak 1979’da İran’daki Şah rejiminin devrilmesi, Washington yönetimin alternatif üs edinme çabalarını hızlandırmıştır. Hemen ardından Aralık 1979’da Sovyetler Birliği’nin Afganistan işgali ve sadece Etiyopya’da değil Güney Yemen’de de varlığını artırması, ABD’nin, petrol hatlarına olabilecek bir Sovyet hâkimiyetinden endişe duymasına sebep olmuş, kısa sürede Sudan, Washington için yeni bir üs haline gelmiştir.82 Numeyri rejiminin komünizme karşı verilen mücadelede yerini benimsemesi açısından, ABD askeri ve ekonomik yardımlarını artırma kararı almış, ABD ile bu ortaklık ilişkisi sayesinde Sudan IMF, Dünya Bankası ve birçok Arap fonundan yüklü miktarda kredi çekme olanağı bulmuştur.83 81 Abdel S. Sidahmet, Politics and Islam in Contemporary Sudan, Routledge Curzon Press, London, 1997, s.18-19. 82 Ann M. Lesch, “Sudan’s Foreign Policy”, State and Society in Crisis, (ed: John O. Voll), Indiana University Press, ABD, 1991, s.46-47. 83 Alex de Waal, War in Darfur and the Search for the Peace, Harvard University Press, ABD, 2007, s.16-17. 38 Sovyet yanlısı Nasır rejiminin ardından Mısır dış politikasının yönünün değişmesi üzerine Numeyri rejimi, ABD’nin yanı sıra Mısır’la olan ilişkisini de derinleştirmeye başlamıştır. 1974 yılında imzalanan “Bütünleşme Paktı” ile iki ülkenin birbirine daha da yakınlaşmasının yanı sıra Mısır-Sudan arasındaki kanal projesinde önemli bir adım atılmıştır.84 Libya’da sürgünde olan sivil ve siyasi güçlerin Numeyri rejimine karşı düzenledikleri darbe girişiminin engellenmesinde Enver Sedat önemli rol oynamış ve Numeyri rejiminin devam etmesine katkıda bulunmuştur. Bununla beraber 1979 yılında Mısır-İsrail arasında imzalan barış antlaşmasının ardından tüm Arap hükümetleri Mısır ile diplomatik ilişkilerini keserken Numeyri, Enver Sedat’a arka çıkmış ve 1980’lerin başı itibariyle Mısır’ın Arap dünyasındaki pozisyonunu yeniden eski haline getirmek için öncü rol üstlenmiştir. Öte yandan Sudan’ın Mısır ve ABD ile kurmuş olduğu yakın ilişki, bölge güçleriyle düşmanlıklara yol açmaya başlamıştır. Libya, Etiyopya ve Güney Yemen arasında 1981 yılında yapılan bir antlaşma ile Sudan bölgede savunmasız bir konuma itilmiştir.85 Ayrıca Libya’nın Çad’ı işgal etmesiyle çıkan savaşta Darfur’daki birçok köy zarar görmüş, batı sınırını koruyamayan Sudan yönetimi, sorunu, müttefiki olan Mısır ve ABD’nin yardımıyla çözme yoluna gitmiştir. Kahire ve Washington’la olan yakın ilişkilerinden dolayı Numeyri rejimine bölgedeki aktörlerin yanı sıra ülkedeki siyasi aktörlerden de tepkiler gelmiştir. İran İslam Cumhuriyeti ile yakınlaşmaya önem veren Hasan elTurabi liderliğindeki Ulusal Kongre Partisi (UKP), ABD yanlısı Numeyri’yi İran-Irak savaşında, Baasçı Irak’a verdiği aktif destekten dolayı sert bir şekilde eleştirmiştir. Diğer yandan Sudan’ın ulusal çıkarlarının Mısır’a bağlı olacağını ve hatta ikinci plana atılacağını düşünen bir kesim, Kahire ve Hartum yönetimleri tarafından hedeflenen bütünleşme projesinden dolayı Numeyri’yi sert bir şekilde eleştirmiştir. 84 Lesch, a.g.m., s.48. Martin Daly, Darfur’s Sorrow- A History of Destruction and Genocide, Cambridge University Press, Cambridge, 2007, s.13. 85 39 Mısır-Sudan bütünleşmesinin, Sudan’ın Arap ve İslam yönünü kuvvetlendirirken, Afrika ve çok dinli karakterini zayıflatacağına olan inanç özellikle güneydeki gayrimüslimler için ciddi bir endişe kaynağı olmuştur.86 Mısırlı köylülerin, Mısır-Sudan arasında inşa edilecek olan kanalın etrafında yerleşecekleri söylentisi hızla yayılmış, 1974 yılında Güney Sudan’da büyük çaplı isyanlar çıkmıştır. Ancak Numeyri yönetimi çıkan isyanları yatıştırmak yerine, halk arasında tırmanan gerilimi daha da tırmandıracak adımlar atmıştır. Kemikleşen siyasi sorunlar, ekonomik yapı ve güney sorununa karşı izlenen politikalar istikrarın önünde engel olmuş, Sudan, Afrika’nın en uzun soluklu iç savaşını tecrübe etmiştir. 2.2. GÜNEY SUDAN SORUNU VE İÇ SAVAŞ Sömürge döneminde izlenen politikalar gereğince Sudan’ın güney bölgesi, farklı yönetim yapısı, hukuk kuralları, sosyal ve kültürel özellikleriyle ülkenin genelinden oldukça farklı bir hale gelmiştir. Kapalı bölgeler şeklinde yönetilmesi sebebiyle diğer bölgelere geçişin olmadığı, aynı şekilde diğer bölgelerden halka da girişin yasaklanması sebebiyle ülke içinde adeta farklı özellikler yüklenen yeni bir ülke yaratılmıştır. Ancak bu suni yapı çok fazla direnememiş ve ülkeyi temelden sarsacak gelişmelerin yaşanması kaçınılmaz olmuştur. 2.2.1. Tarihsel Perspektiften Güney Sorunu ve Birinci İç Savaş Dönemi Elli altı yıl devam eden sömürge yönetiminin ardından Sudan’ın bağımsızlığına kavuşması, güneyde yaşayan Afrikalılar için, İngiliz sömürge yönetiminin yerini Arap sömürgeciliğinin alması bakımından endişe kaynağı olmuştur. Bu çerçevede güneyli halk, ülke sınırlarında federal bir yönetim 86 Lesch, a.g.m., s.51. 40 konusunda hükümete baskı yapmaya başlamıştır. Bağımsızlık mücadelesi boyunca kuzeyde faaliyet gösteren siyasi partilerin güney bölgelerden de destek sağlamak amacıyla federalizm konusunda vaatlerde bulunması ancak daha sonra ülkeyi bölünmeye götürebileceği nedeniyle federal devlet fikrine karşı çıkması, çıkarlarının temsil edileceği siyasi oluşumlar konusunda güneydeki halka motivasyon sağlamıştır. Siyasi örgütler ile birlikte Güney Sudan halkının siyasi talepleri parlamentoda dile getirilmeye başlanmış ancak 1958 yılında gerçekleştirilen askeri darbe, anayasal taleplerin tartışılması sürecine son vermiştir. Ordu gücüyle desteklenen baskıcı yönetimin göreve geldiği ilk yıllardan itibaren uygulamaya koyduğu politikalar ile birlikte güneyi kontrol altında tutmayı hedeflemiştir. Zira İslamlaştırma ile desteklenen Araplaştırma politikası kapsamında Hıristiyan okulları ve kiliselerin faaliyetleri sınırlandırılmış, Cuma günü tüm ülkede resmi tatil ilan edilmiş, İngilizce olan resmi dil Arapça olarak değiştirilmiş fakat güneyi kontrol altında tutmak amacıyla alınan baskıcı önlemler, Afrika kökenli halk arasında zaten var olan gerilimi daha da tırmandırmıştır. Güney Sudanlılar söz konusu gelişmeler ile birlikte federal anayasa taleplerinin yanı sıra, iç işlerinde olduğu kadar dış işlerinde de bağımsız olacakları, Sudan’dan ayrı bir devlet yapılanması üzerinde durmaya başlamışlardır.87 Askeri rejimin baskıları artırmasıyla beraber güneyliler seslerini, “Anyanya” adındaki gerilla hareketiyle duyurma yoluna gitmiştir.88 Sömürge dönemi boyunca tohumları atılan kuzey-güney ayrışması böylece sonuç vermiş, Sudan’ın bölünme süreci hız kazanmıştır. Güney Sudan sorununun şiddetini artırması üzerine merkezi hükümet tarafından bazı önemli adımlar atılmışsa da, Sudan için tarafların üzerinde uzlaştığı, kalıcı bir çözüme ulaşmak kolay olmamıştır 87 88 Voll, Voll, a.g.e., s.75. Johnson, a.g.e., s.31. 41 2.2.2. Güney Sorununa Çözüm Arayışları ve Addis Ababa Antlaşması Güney Sudan sorununun çözümünde ilk adım, 1964’te askeri rejime son verilmesinin ardından iktidara gelen Hatim el-Halife hükümeti tarafından atılmıştır. Coğrafi ve tarihi faktörlerden kaynaklanan kuzey-güney arasındaki etnik ve kültürel farklılıklara saygılı olduğunu açıklayan yeni hükümet Mart 1965’te, Güney Sudan siyasi partilerinden temsilcilerin katıldığı bir konferans düzenlemiştir. Güneyli katılımcılar konferansta, Sudan’ın güneyinde federasyon ya da ayrı bir devlet kurma konusunda referanduma gidilmesi gerektiğinin altını çizerken, federal bir yapının ayrılma eğilimlerini güçlendireceği endişesi ile hükümet, geçmişten gelen hataların düzeltilerek mevcut sistemin korunması gerektiğini savunmuştur.89 Üç ay süren müzakerelerin sonunda ne güneyli yetkililer ne de hükümet taviz vermeye yanaşmayınca, Güney Sudan sorununda barışçıl bir çözüme ulaşılamamıştır. Güneydeki halkın, dış kaynaklı propagandaların da etkisiyle, ayrılma taleplerinde ısrarcı olmaları üzerine hükümet, Güney Sudan’a askeri müdahale kararı almıştır. Haziran 1965’te başlayan saldırılar sonucu çok sayıda Güney Sudanlının ölmesi üzerine Anyanya harekete geçmiş ve her iki tarafın da büyük kayıplar verdiği gerilla savaşı başlamıştır. Bölge ülkelerinin yanı sıra, amacı Arap yönetimlerini sınırlamak olan İsrail’den gelen silah yardımıyla beraber Anyanya örgütü gücünü iyice artırmış ve güneydeki birçok ili kontrol altına almıştır.90 Güney Sudan sorununun çıkmaza girdiği bir anda, Mayıs 1969’da askeri darbeyle yönetime gelen Cafer Numeyri’nin soruna yaklaşımı ilk etapta umut vaat edici olarak değerlendirilmiştir. Tıpkı Halife gibi Numeyri de, kuzeygüney arasındaki tarihi ve kültürel farklılıklara saygılı olduğunu ve Sudan’da ulusal birliğin bu realiteler üzerine inşa edilmesi gerektiğini belirtmiştir.91 89 Nasongo, Murunga, a.g.m., s.65. Ann M. Lesch, “External Involvement in the Sudanese Civil War”, Making War and Waging Peace: Foreign Intervention in Africa,(ed: David R.Smock), Unites States Institute of Peace Press, Washington, 1993, s.81. 91 Voll, Voll, a.g.e., s.83. 90 42 Numeyri rejimi barış için somut adımlar atarak, Anyanya ile müzakerelere başlamış ve taraflar arasında 1972 yılında imzalanan Addis Ababa Antlaşması ile Sudan’ın güneyindeki iç savaş sona ermiştir. Birtakım sorunlarda kesin çözüme ulaşılamasa da, Sudan sınırlarında kalmak suretiyle güney bölgesinde özerk bir yönetim kurulmasına karar verilmiştir.92 Geçmişte güneye yapılan baskıların sorunları daha fazla alevlendirmekten başka bir sonuç doğurmadığını gören Numeyri, baskıyı bir siyaset aracı olarak kullanmayı reddetmekle birlikte, hükümetin güney politikasının temeli Sudan’da mevcut düzenin ve sınırların korunmasına dayandırılmıştır.93 2.2.3. İkinci İç Savaş Dönemi Güney Sudan sorununda kısmen de olsa çözüme ulaşılmasının ardından Numeyri hükümeti bu kez de, rejimin devrilmesine yönelik girişimlerle karşı karşıya kalmıştır. Bunu önlemek amacıyla ülkenin önde gelen dini liderlerine hükümette önemli görevler verilerek rejimin meşruluğu sağlanmak istenmiştir. Sol eğilimli olmasına rağmen Numeyri’nin, İslamcı söylemleri ağır basan politikacılarla yakınlaşma süreci, Sudan’da yeni bir dönemin başlayacağının habercisi olmuştur. İran tarafından desteklenen Hasan el-Turabi’nin de etkisiyle Numeyri, 9 Eylül 1983’te ülke genelinde şeriat ilan etmiştir. Şeriat yasalarının gayrimüslim bölgelerde de geçerli olması, güneydeki halk arasında tansiyonun artmasına sebep olmuştur. Numeyri ayrıca güneyde özerk yönetime müdahale etmeye başlamış ve Addis Ababa Antlaşması ile tek yönetim altında birleştirilen Güney Sudan’ı, Haziran 1983’te tekrar bölgelere ayırmıştır. Rejime güçlü bir zemin sağlayabilmek amacıyla kuzeydeki köktencilerin şeriat yasaları ve güneyin bölgelere ayrılması talepleriyle uyumlu olan Numeyri yöneti- 92 93 Collins, a.g.e., s.119. Ataöv, a.g.e., s.91. 43 minin politikaları, Güney Sudanlılar tarafından Addis Ababa Antlaşması’nın ihlali şeklinde yorumlanmıştır.94 Afrikalı Sudanlıların yaşadıkları bölgelerde ekonomik ve siyasi ayrımcılığa karşı başlatılan bir girişim olan Sudan Halk Kurtuluş Hareketi(SHKH) öncülüğünde birçok Sudanlı, Numeyri yönetimine karşı protestolara başlamıştır. Güney bölgesinde yükselen seslerin yanı sıra Sudan’ın İslam rejimine dönüşünü bölge ülkeleri tehdit olarak algılarken Batı dünyası, Tahran’daki Humeyni rejimine benzerliği açısından endişe verici bir gelişme olarak değerlendirmiştir.95 ABD, Numeyri’nin baskıcı politikalarını eleştirmenin yanı sıra ekonomik kalkınma için verilen kredileri ve yardımları askıya aldığını duyurmuştur. Batı’nın, bölge ülkelerinin ve Güney Sudanlıların baskıları arttırması sonucu Numeyri, şeriat yasalarının uygulanmaya konulması konusunda şartlar olgunlaşıncaya kadar ertelemeye gidilebileceğini söylemiş, ancak gayrimüslim bölgelerdeki uygulama konusunda geri adım atmamıştır.96 Bunun üzerine, asıl hedefleri Numeyri rejimini ortadan kaldırıp şeriata son vermek olan isyancılar, hükümete karşı silahlı eylemlere başlamıştır. 1972 yılında sağlanan barışın ardından Sudan’da ikinci kez iç savaş ortamına girilmiştir. SHKH’nin askeri kanadı olan, Albay John Garang liderliğindeki Sudan Halk Kurtuluş Ordusu’na(SHKO) Etiyopya gibi komşu ülkelerden sağlanan para ve silah yardımıyla gücünü iyice arttıran isyancılar karşısında hükümet güçleri yetersiz kalmaya başlamıştır. Ayrıca 1983–1984 yıllarında yaşanan kuraklık ve Batı’nın yardımlara son verdiğini açıklamasının ardından Sudan’da derinleşen ekonomik kriz, iç savaşı daha da alevlendirmiştir. Zayıflayan Numeyri rejiminin Nisan 1985’te devrilmesiyle iktidara gelen Sadık el-Mehdi hükümeti de, ne ekonomiyi iyileştirme konusunda ne de Sudan’ın güneyinde yaşanan problemlere çözüm arayışında yeterli olamamıştır. Ülke genelinde şiddet olaylarının arttığı bir dönemde General Ömer el-Beşir 94 Donald Rothchild, Managing Ethnic Conflict in Africa, Brooking Institution Press, Washington, 1997, s.236-237. 95 Abdelwahab el-Afendi, Turabi’s Revolution: Islam and Power in Sudan, Grey Seal Press, London, 1991, s.145-147. 96 Rothchild, a.g.e., s.237. 44 liderliğindeki askeri darbeyle Ulusal İslami Cephe (UİC) Hartum’daki iktidara el koymuştur. Radikal İslamcı bir ideolojiye sahip olan UİC, güneyde yaşanan çatışmalarda taraf olmuş ve SHKO’yu askeri yönden bozguna uğratacak adımlara odaklanmıştır. Beşir hükümeti SHKO’yu sıkıştırmaya başlayınca ayrılıkçılar batıya hareket etmiş ve Darfur bölgesini üs olarak kullanmak suretiyle, mücadelelerini farklı bölgelere kaydırma kararı almıştır.97 Darfur, kuraklığın ve ekonomik krizin de etkisiyle zaman zaman yerleşik Afrikalılar ile göçebe Araplar arasında çatışmalara sahne olmuştur ancak ayrılıkçıların kışkırtmasıyla beraber yerleşikler ile göçebeler arasındaki çatışmalar farklı bir boyut kazanmıştır. 2.2.4. Güney Sorununda Uluslararası Faktörler 1983’te güneyde patlak veren iç savaşın ülke içinde bölünmeleri artırmasına kayıtsız kalan Numeyri rejimi, uluslararası arenada olduğu kadar Sudan’da da büyük tepkilerin doğmasına sebep olmuştur. Afrika kökenli Sudanlıların çıkarlarının temsilcisi olarak kabul edilen SHKH öncülüğünde birçok Sudanlı, Numeyri’nin Eylül 1983’te İslam hukukunun uygulanmaya konulduğunu ilan etmesiyle beraber rejime karşı ağır eleştirilere başlamıştır. Başkent Hartum’daki laik İslam çizgisini benimsemiş siyasi hareketler Numeyri’ye bu otoriter tavrından dolayı karşı çıkarken, İran ile yakın bağları bulunan UKP Numeyri’yi desteklemiş, hatta SHKH ve diğer muhaliflere sıkı yaptırımlar uygulanması gerektiğini savunmuştur. Bölgedeki Numeyri karşıtları, Sudan’da yaşanan bu iç çekişmelerden avantaj sağlama yoluna gitmiş, Kenya, Uganda ve Etiyopya, Sudan’daki SHKH üyeleri için ülkelerinde sığınma imkânı sağlarken Libya, örgütün askeri 97 Hasan Öztürk, “Darfur veya Bir Krizi İsimlendirme Sorunu”, 29 Temmuz 2008, (Erişim) http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=174:darfurveya-bir-krizi-simlendirme-sorunu&catid=80:analizler-afrika&Itemid=141, 7 Nisan 2010. 45 kanadı olan SHKO için para ve silah yardımında bulunmuştur.98 Ayrıca SHKH, Albay John Garang liderliğinde Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’da siyasi bürolar kurmuş ve buralarda SHKO askerleri Etiyopya ordusu tarafından eğitilmiştir. Tüm bu gelişmeler, bölgede muhalif güçler tarafından çevrelenmiş Numeyri rejimini Mısır’a ve ABD’ye daha bağımlı hale getirmiştir. Ancak Numeyri yönetiminin politikaları, ABD ve Mısır’da da endişelere sebep olmuştur. Sudan’ın katı bir İslam rejimine dönüşü, komşusu Mısır’da tehdit olarak algılanırken, ABD’ye Tahran’daki Ayetullah Humeyni yönetimini hatırlatmıştır. Çıkarlar doğrultusunda her iki ülke güneydeki halkın sorunlarına eğilmiş ve Numeyri’nin baskıcı politikaları ile birlikte ülkenin şeriatla yönetilmesini eleştirmiştir.99 ABD ve Mısır, Numeyri rejiminden duydukları rahatsızlığı eylemlerine de yansıtmıştır. İlk olarak ABD Sudan’a yaptığı ekonomik yardımları askıya almış, hemen ardından Mısır Sudan’a destek için gönderdiği savunma birliklerini geri çekmiştir.100 Ülke içinden ve dışından gelen baskılar sonucu zayıflayan Numeyri rejiminin Nisan 1985’te devrilmesinin ardından iktidara gelen Sadık el-Mehdi hükümetinin dış politika temelleri, komşu ülkelerle dengeli ilişkiler üzerine kurulmuştur.Numeyri’nin Mısır ve ABD ile kurmuş olduğu ittifak ilişkisini eleştirerek Sudan’ın çok boyutlu karakterine vurgu yapan Mehdi, her ülkeye karşı eşit mesafeli bir duruş, dengeli bir dış politika izlemek gerektiğini savunmuştur.101 Libya, Etiyopya ve Sovyetler Birliği ile iyi ilişkilerin, ABD ve Mısır’la düşman olmak anlamına gelmediğine vurgu yapan Mehdi ilk olarak Moskova ve Washington’la, hemen ardından Libya, Suudi Arabistan ve İran’la temaslarda bulunmuş, bakanlarını Mısır, Uganda, Irak ve Çad ziyaretleri ile görevlendirmiştir. Ancak güney sorunu, Mehdi hükümetinin bölge ülkeleriyle iyi ilişkiler politikasının önünde büyük bir engel teşkil etmiştir. 98 Johnson, a.g.e., s.59. Johnson, a.g.e., s.58. 100 Lesch, “Sudan’s Foreign Policy”, s.52. 101 Johnson, a.g.e., s.79. 99 46 İç savaşla başa çıkabilmek için Etiyopya ile görüşmelere önem veren Mehdi, SHKO’ya verdiği desteği kesmesi için Etiyopya’yı ikna etmeye çalışmış, ancak başarılı olamamıştır. Etiyopya’nın Sudan hükümetine, özellikle güneydeki gayrimüslim grupların ayaklanmalarına neden olan ve o bölgelerde kaosu tırmandıran şeriat yasalarını bir an önce yürürlükten kaldırması konusundaki baskıları artırmasına rağmen, Mehdi hükümeti bu konuda adım atmaya yanaşmamıştır. Böylece iki ülke arasındaki ilişkiler başlamadan bitmiş, Mehdi hükümetinin iç savaşa son verme konusunda Etiyopya’dan beklentisi kalmamıştır. Sadık el-Mehdi, SHKH ile barış görüşmeleri için hiçbir girişimde bulunmazken, meclisteki Demokratik Birlik Partisi (DBP), Mısır’ın da desteğini alarak, SHKH ile temaslarda bulunmuştur. Kasım 1988’de DBP lideri Osman el-Mirgani ile SHKH lideri John Garang arasındaki görüşmede, şeriat yasalarının güney bölgelerde kaldırılmasını ve ateşkesin sağlanmasını öngören anlaşmanın çerçevesi çizilmiştir. Mayıs 1988 seçimlerinde meclise giren Ulusal Kongre Partisi (UKP) bu görüşmeleri kınarken Sadık el-Mehdi, barış görüşmelerinin ancak kendi denetiminde olduğu takdirde meşru olabileceğini söyleyerek, görüşmelerden çıkacak sonucu tanımayacağını belirtmiş, böylece barış çabaları sonuçsuz kalmıştır.102 Güney Sudan’daki çatışmalar Mehdi dönemi boyunca devam etmiştir. Güney kasabalarını hızla işgal eden SHKH, Numeyri tarafından 1983’de yürürlüğe giren şeriat yasalarının iptal edilmesi için hükümete baskıyı artırmasına rağmen, hükümet bu konuda taviz vermekten kaçınmıştır. SHKH ile hükümet arasında artan tansiyonun iç savaşı körüklemesi üzerine 30 Ocak 1989’da, Hasan el-Turabi’nin desteklediği General Ömer Hasan el-Beşir tarafından yapılan bir darbe ile Sudan’da son sivil iktidar dönemi sona ermiştir. Sudan dış politikasında ABD ve Mısır gibi geleneksel müttefiklerden uzaklaşma süreci, 1989 darbesiyle ivme kazanarak devam etmiştir. Beşir yönetiminin ABD’den uzaklaşma sürecinin en önemli işareti 1991 Körfez Sa 102 De Waal, a.g.e., s.15. 47 vaşı ile kendisini göstermiştir. Körfez Savaşı’nda Sudan, Bağdat yönetiminden gelen yardımların da etkisiyle, Irak yanlısı bir yaklaşım sergilemiştir.103 Beşir yönetiminin Irak’ın Kuveyt işgalini kınayan Arap Birliği’ne katılmayı reddetmesi, başta Mısır ve Suudi Arabistan olmak üzere bölgedeki birçok ülkenin tepkisine neden olurken, Mısır’daki Asvan Barajı ve Suudi Arabistan’daki Kızıldeniz Limanı’nı hedef alan Irak füzelerinin Kuzey Sudan topraklarında konuşlandırıldığı iddiası, Beşir yönetimine olan tepkileri daha da artırmıştır. Gelişmeler üzerine ABD yönetimi tepki olarak, diğer Batılı devletleri de yanına alarak Sudan’a ekonomik yaptırım kararı almış ve Arap ülkelerince Sudan’a verilen kredilerin kesilmesini sağlamıştır. Buna ilaveten Mısır, Hartum’daki elçilerini geri çektiğini duyurmuş ve ardından SHKH ve diğer muhalif gruplara açıkça finansal destek sağlamaya başlamıştır. Benzer şekilde Suudi Arabistan da, Sudan’a karşı sert bir duruş içerisine girmiş, ülkenin ihtiyaç duyduğu ekonomik yardımları keseceğini duyurmuştur.104 ABD ile çatışan Beşir yönetimi bölgede ve uluslararası arenada yalnızlığa itilmiştir. Beşir yönetiminin durumunu fırsat bilen ayrılıkçı gruplar tarafından, hükümet aleyhine faaliyetler 1990’lar boyunca ivme kazanarak devam etmiştir. Ayrılıkçı grupların en büyüğü olarak bilinen SHKH’nin, ABD’nin yanı sıra bölge güçlerinden de aldığı destekle saldırılarını artırması iç savaşı daha da şiddetlendirmiştir. Bunun üzerine ayrılıkçıları gerilla savaşıyla sindirmeye odaklanan Beşir yönetimi, stratejisinde değişiklik yapmış ve güneydeki gruplarla anlaşma imzalamak suretiyle SHKH’yi zayıflatma politikası benimsemiştir. Söz konusu anlaşma ile birlikte şeriat yasalarının Sudan’ın güneyinde, gayrimüslimlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde zorunlu olmaktan çıkarılmasına karar verilmiştir. Anlaşma gereğince dört yıllık bir geçiş dönemi tayin edilerek bu süre içinde, iç savaş yüzünden tahribata uğrayan bölgelerin yeniden yapılandırılması, çatışmalar yüzünden bölgeyi terk edenlerin geriye dönebilmeleri için şartların oluşturulması öngörülmüştür. Ayrıca geçiş dönemi 103 104 De Waal, a.g.e., s.17. Lesch, a.g.m., s.65. 48 nin hemen ardından, bölge halkına bağımsızlık isteyip istemediklerinin sorulması amacıyla referanduma gidilmesi kararı alınmıştır. 1983’ten beri çok sayıda insanın ölümüne ve yaşadıkları yerlerden göç etmelerine sebep olan Güney Sudan sorununun çözümünde önemli bir adım atılmıştır. Ancak silahlı eylemlerin son bulmaması üzerine, Batı tarafından desteklenmeyen ve sorunun başını çeken SHKH’nin katılmadığı bir anlaşmanın, çatışmaların son bulması ve ülkenin istikrarlı bir yapıya kavuşmasında yeterli olmadığı anlaşılmıştır. Dolayısıyla, Sudan topraklarında petrolün bulunmasının ardından Sudan politikasını gözden geçirerek Beşir’e karşı yumuşama sinyalleri veren ABD yönetiminin arabuluculuğu, Hartum hükümeti tarafından kabul edilmiştir.105 Çatışmalar devam ederken, Sudan yönetimi ve ayrılıkçı grup SHKH arasındaki barış görüşmeleri için ABD öncülüğünde zemin hazırlanmıştır. Sudan’ın güneyinde istikrar sağlanması sadece Sudan halkı için değil, Afrika’daki komşu ülkeler açısından da önemli görülmüştür. Zira güvenlik endişesi ile halk, komşu ülkelere iltica etmeye başlamış, karışıklıklardan dolayı bölgede ticaret durma noktasına gelmiştir. Barışın sağlanması, mültecilerin yurtlarına geri dönebilmesi ve ticaretin normalleşme sürecine girmesi bakımından önemli addedilmiştir.106 Bu sebeple uluslararası toplumun yanı sıra komşu ülkelerden de barış görüşmelerine destek gelmiştir. 2.2.5. Barış Müzakereleri Sudan’ın bağımsızlığından itibaren istikrarın önünde engel teşkil eden güney sorununa çözüm arayışı konusunda, “Hükümetler Arası Kalkınma Otoritesi” (HAKO) tarafından başlatılan barış girişimi ile birlikte önemli bir adım atılmıştır. Kenya, Etiyopya, Eritre, Cibuti, Somali ve Uganda’nın üye olduğu 105 İbrahim Tığlı, “Sudan-ABD İlişkileri”, 6 Ağustos 2009, (Erişim) http://www.dunyabulteni.net/news_detail.php?id=85532, 10 Nisan 2010. 106 Hasan Öztürk, “Sudan’da Barış İçin Bir Umut mu?”, 3 Şubat 2005, (Erişim) http://www.tasam.org/index.php?altid=23, 10 Nisan 2010. 49 HAKO’nun güney sorununda barışçıl çözüm önerilerine dayanan arabuluculuk süreciyle birlikte, Sudan hükümetiyle ayrılıkçı gruplar arasında daha önce imzalanan ve istenen sonuçları doğurmayan antlaşmalar bir kenara bırakılmış, sorunu tamamen çözecek somut adımlara odaklanılmıştır. Taraflar arasında yürütülen müzakere süreci ayrıca, aralarında ABD, İngiltere ve Norveç’in de bulunduğu Hükümetler Arası Kalkınma Otoritesi Partnerler Forumu (HPF) tarafından aktif bir şekilde desteklenmiştir. 2.2.5.1. Maçakos ve Naivaşa Protokolleri Sudan hükümeti ve ayrılıkçı SHKH arasında Temmuz 2002’de yapılan barış görüşmelerine HAKO ev sahipliği yapmıştır. Kenya’nın Maçakos kentinde gerçekleştirilen görüşmelerde imzalanan Maçakos Protokollerinin çerçevesini, güneyde yaşayan Sudanlılar için din özgürlüğü ve self determinasyon prensibi kapsamında referandum hakkı oluşturmaktadır. Barış antlaşmasından ziyade kalıcı bir barış için gerekli çözümlerin esas alındığı protokollerde ayrıca yetki paylaşımı, Güney Sudan için öngörülen coğrafi sınırlar ve güneyde yaşayan gayrimüslimler için din özgürlüğü gibi konuları mümkün kılacak koşulların temelleri atılmıştır.107 Uluslararası toplum tarafından Maçakos Protokolleri, Sudan’da barış ve istikrara katkı sağlayacak iyi bir fırsat olarak değerlendirilmiştir. Zira protokoller, Sudan’da iç savaşa neden olan faktörlerin tespit edilmesi ve ortadan kaldırılmasına yönelik çabalar çerçevesinde temellendirilmiş ve birtakım konularda, daha önceki barış görüşmelerine göre önemli farklılıklar göstermiştir.108 Bu farklılıklardan ilkini, altı yıllık geçici dönemin ardından güney için bağımsızlığın oylanacağı bir referandum yapılması konusunda Sudan hükümeti ve SHKH arasındaki uzlaşma oluşturmaktadır. Taraflar arasında antlaşmanın imzalanması durumunda söz konusu altı yıl boyunca ülkenin yetki paylaşımı mekanizmasıyla yönetilmesine karar verilmiştir. İkinci önemli farklı 107 108 Johnson, a.g.e., s.179. Nasongo, Murunga, a.g.m., s.69. 50 lığı ise dini özgürlükler konusu oluşturmaktadır. Zira protokoller ile birlikte şeriat yasalarının ülkenin sadece kuzey bölgeleriyle sınırlandırılması için zemin oluşturulmuştur. Öte yandan protokoller, HAKO girişimi tarafından başlatılan müzakere sürecinin başarısı olarak değerlendirilmiş ve uluslararası toplum tarafından desteklenmiştir. Barış sürecine katkıda bulunmanın yanı sıra protokoller, birtakım sınırlamaları da beraberinde getirmiştir. Zira öncelikle tarafların prensipte anlaştığı yetki paylaşımı konusunun detayları tam olarak açıklığa kavuşturulmamıştır. Tarafların üzerinde uzlaşma sağlayarak tanımlayamadıkları bir diğer maddeyi ise, şeriat kanunlarının uygulamadan kaldırılacağı bölgeler açısından önemli olan kuzey ve güney arasındaki coğrafi sınırlar oluşturmaktadır. Bu çerçevede tartışmalı bölgeler olan Nuba Dağı bölgesi, Abye ve Mavi Nil bölgesi Sudan hükümeti ile SHKH arasındaki müzakere sürecinde sorun yaratmıştır.109 Öte yandan güneyde yer alan ancak kuzeydeki merkezi hükümetin kontrolünde bulunan petrol rezervlerinden sağlanacak gelirlerin paylaşımı konusuna protokollerde çözüm getirilememiştir. Çözümsüz bırakılan konulara rağmen Maçakos Protokolleri, güney sorununda taraflar arasındaki barış temellerinin atıldığı bir girişim olması bakımından önemli görülmüştür. Sudan hükümetinin Torit’teki saldırılardan SHKO’yu sorumlu tutması üzerine sürece ara verilse de, HAKO arabuluculuğunda tarafların tekrar masaya oturması sağlanmış ve süreç Kenya’nın Naivaşa kentinde devam etmiştir.110 Sudan hükümeti ile SHKH arasındaki barış müzakerelerinin bir diğer önemli ayağını, 26 Mayıs 2004’te imzalanan Naivaşa Protokolleri oluşturmaktadır. Nihai barış antlaşmasının çerçevesini çizen protokoller, yetki paylaşımı, petrol gelirlerinin bölgelere göre dağılımı, şeriat yasalarının rafa kaldırılacağı tartışmalı bölgeler ve Güney Sudan’ın geleceği konularını kapsamaktadır.111 HAKO barış girişiminin desteğiyle başlayan Maçakos sürecinin devamı niteli 109 Nasongo, Murunga, a.g.m., s.70. Collins, a.g.e., s.265. 111 Collins, a.g.e., s.268. 110 51 ğindeki Naivaşa Protokolleri HPF tarafından desteklenmiş ve özellikle maddi yardımlarla tarafların sürece bağlılığı sağlanmak istenmiştir. Zira AB, iç savaş sonrası Sudan’ın yeniden yapılandırılması için harcanması öngörülen yardım paketi teklifinde bulunurken ABD yönetimi, taraflar arasında kapsamlı bir barış antlaşmasının imzalanması durumunda Sudan’ın teröre destek veren ülkeler listesinden çıkarılacağını ve ülkeye uygulanan ekonomik yaptırımlara son verileceğini vaat etmiştir.112 2.2.5.2. Nairobi Bütünleyici Barış Antlaşması HAKO girişiminin desteğiyle 2002 yılında Maçakos’ta başlayan ve Naivaşa’da devam eden müzakere süreci ile birlikte barış yolunda önemli adımlar atılmıştır. SHKH adına John Garang ve Sudan hükümeti adına Cumhurbaşkanı Yardımcısı Ali Osman Taha tarafından 9 Ocak 2005 tarihinde Kenya’nın Nairobi kentinde imzalanan Bütünleyici Barış Antlaşması (BBA) ile taraflar arasında yürütülen müzakere sürecinin meyvesi somut bir şekilde ortaya çıkmıştır.113 Temeli, barış müzakereleri boyunca imzalanan protokoller çerçevesinde oluşturulan BBA ile Afrika’nın en uzun iç savaşına ortam sağlayan unsurların ortadan kaldırılmasına yönelik kalıcı çözümler hedeflenmiştir. BBA ile 2009’da ülke genelindeki seçimlerin yanı sıra, Güney Sudan için 2011 yılında yapılması öngörülen bağımsızlık referandumu garanti altına alınmıştır. Ayrıca iki parlamentolu bir federal sistem ile güneyin de ülke yönetimine dâhil edilmesi öngörülmüştür. Öte yandan taraflar arasında tartışma yaratan konular da nihai antlaşmayla çözüme kavuşturulmuştur. Zira petrol gelirlerinin kuzey ve güney arasında yarı yarıya paylaştırılmasına karar verilmiştir. Bununla birlikte tartışmalı bölgelerin nasıl yönetileceği konusu açıklığa kavuşturulmuştur. Ayrıca yetki paylaşımı sorunu da çözülmüş, altı yıllık geçici hükümet sürecinde SHKH lideri John Garang, Cumhurbaşkanı yardımcısı 112 Julie Flint, Alex de Waal, Darfur: A New History of a Long War, Zed Press, New York, 2008, s.31. 113 Collins, a.g.e., s.271. 52 olarak görevlendirilmiştir. BBA gereğince, ateşkes ortamının korunabilmesi amacıyla BM barış gözlemcilerinin Şubat 2005’e kadar Sudan’da faaliyete geçmesi kararlaştırılmıştır.114 BBA ile kuzey ve güney arasındaki iç savaş resmi olarak sona ermiştir. Ancak antlaşma, uygulama sürecindeki aksaklıklar sebebiyle beklentileri karşılayamamıştır. Zira ülke genelindeki hâkimiyetini kaybetmek istemeyen Beşir yönetimi, BBA’daki federalizm ve yetki paylaşımı ile ilgili maddelerin uygulanma sürecini ağırdan almıştır.115 Siyasi irade eksikliğinin yanı sıra uluslararası desteğin tutarlılık göstermemesi nedeniyle hükümet ve ayrılıkçılar arasındaki normalleşme sürecinde yaşanan tıkanıklıklar, ülkedeki hassas dengenin korunmasını zorlaştırmıştır. Sudan hükümeti ile SHKH arasındaki güven bunalımın da etkisiyle artan gerilim zaman zaman şiddete dönüşmüş, bu durum tarafları her zaman tetikte olmaya zorlamıştır. Yirmi yılı aşkın bir süredir devam eden, Sudan’ın iç siyasetine olduğu kadar dış politikasına da damgasını vuran iç savaş BBA ile resmi olarak son bulsa da, Sudan topraklarında kalıcı bir barış ortamı henüz sağlanamamıştır. 2.3. DARFUR SORUNU Sömürge döneminde Sudan’da yaratılan sorunlu yapı, henüz İngilizler ülkeden ayrılmadan kendini göstermiştir. Bağımsızlığın ilk yıllarından itibaren merkezi hükümetlerin en büyük sorunu, dış güçlerin ve bölgede faaliyet gösteren misyoner teşkilatların desteklediği ayrılıkçı hareketler olmuştur. Öte yandan güneydeki başkaldırıların devam ettiği bir dönemde Hartum hükümetini dünya kamuoyunda zora sokacak bir diğer gelişme ise Müslüman bir eyalet olan Darfur’da yaşanmıştır. Sudan’ın en geniş bölgesi Darfur’da, çiftçilikle uğraşan yerli Afrikalılar ile hayvancılıkla geçinen göçebe Araplar arasındaki gerilimin sebebini, Batı medyasında yapıldığı gibi, yalnızca etnik farklılıklara 114 Nasongo, Murunga, a.g.m., s.72. Ceren Gürseler, “Sudan’da Kuzey ve Güney Arasındaki Gergin Bekleyiş Sürüyor”, Stratejik Analiz, Sayı:99, Temmuz 2008, s.13. 115 53 indirgemek sorunu basitleştirerek yanlış algılamalara sebep olabilmektedir. Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir’e yöneltilen suçlamaları daha iyi anlayabilmek için, Darfur krizinin nedenlerini farklı boyutlardan ele almak gerekmektedir. 2.3.1. Kaynaklara Egemen Olma Mücadelesi Darfur sultanlık döneminden beri, diğer bölgelere göre nispeten elverişli iklimi ve verimli toprak yapısıyla tarım ve hayvancılığın yapılabildiği önemli merkezlerden biri olmuştur. Ancak 1983–84 yıllarında yaşanan kuraklık felaketi ile su kaynakları ciddi ölçüde azalmış ve çölleşen topraklar yerleşik halk ile göçmenler arasında büyük bir rekabetin doğmasına neden olmuştur.116 Yerli Afrikalılar ile göçebe Araplar arasındaki su kaynakları ve otlakların kullanımı konusunda çıkan anlaşmazlıklar kısa sürede şiddete dönüşmüştür. Arapların, yerli Afrika halkının yaşadığı köylere girip tarım alanlarına zarar vermesi üzerine Afrikalılar da Arapların su kaynaklarından yararlanmalarını engellemiş ve hayvanların otlatıldığı alanları yakmak suretiyle tahribata yol açmıştır. Güney Sudan sorununa yoğunlaşan merkezi hükümetin Darfur’da yaşanan olaylara sessiz kalması, taraflar arasındaki şiddetin dozunu daha da artırmış, bölgede ağır kayıplar verilen bir iç savaş ortamına girilmiştir. Taraflar, savaşın asıl sorumlusu olarak birbirlerini suçlamanın yanı sıra, sessiz kalan hükümeti ve bölgeyle ilgili politikalarını da eleştirmiştir.117 Darfur’da yaşananlar Afrika halkına göre Fur topraklarının Araplar tarafından istila edilmesi şeklinde yorumlanırken, Araplar ise varlıklarını devam ettirebilmek için gerekli olan otlaklara ve su kaynaklarına erişim haklarının, Afrikalı halk ve bölgesel yönetim tarafından ihlal edildiğini savunmuştur.118 Çatışma 116 Jok Madut Jok, Sudan: Race, Religion and Violence, Oxford Press, England, 2007, s.125. Jok, a.g.e., s.126. 118 Sharif Harir, “Arab Belt Versus African Belt”, Short-Cut to Decay: The Case of Sudan, (ed.: Sharif Harir, Terje Tvedt), The Scandinavian Institute of African Studies Press, Uppsala, 1994, s.149. 117 54 lar sırasında ölüm olaylarının artması ve okul, hastane gibi kamu binalarına zarar verilmesi merkezi hükümeti harekete geçmeye zorlamıştır. Araplardan yana bir tutum izleyen hükümet güçleri savaşı sona erdirme konusunda yeterli olamamış ancak 1988’de Darfur’a vali olarak atanan Tigani Sese, bölgede barışın sağlanması için önemli projeler geliştirmiştir. Tigani Sese taraf tutma geleneğini bir kenara bırakarak, Fur ve Arap halkının bir arada yaşayabilmelerine imkân sağlayacak çözüm önerilerine odaklanmıştır. Taraflar arasındaki anlaşmazlığın sebeplerinden ya da kimin suçlu olduğundan ziyade, bölgede yaşayan Araplar ile Afrikalılar arasındaki ortak tarihi geçmişe vurgu yaparak problemin medeni yollardan çözülmesi gerektiği mesajını vermiştir. Göreve geldiği günden itibaren bölgede barış sağlanması için büyük çaba gösteren Sese, tarafları 29 Mayıs 1989’da Darfur’un başkenti El-Faşir’de yapılacak barış müzakereleri için ikna etmeyi başarmış ancak 30 Haziran 1989’da Ömer el-Beşir liderliğindeki askeri darbeyle hükümet devrilince Sese görevinden uzaklaştırılmıştır. Ancak Beşir yönetimi Darfur’da Sese’nin önayak olduğu barış sürecini desteklemiş ve bu desteğin retorikten ibaret olmadığını, görüşmeler boyunca tarafları anlaşmaya teşvik eden tutum ve eylemleriyle kanıtlamıştır. 8 Temmuz 1989’da taraflar arasında imzalanan Fur-Arap Barış Antlaşması’nı onaylayan Hartum hükümeti, antlaşma maddelerini herhangi bir ihlal söz konusu olduğunda hukuki yaptırımlar uygulamak suretiyle, bölgede barışı ve güvenliği koruyacağı garantisini vermiştir. Ancak birkaç ay sonra yerli Afrikalılar, Arapları, köylerine girip güvenliklerini tehdit etmekle suçlamaya başlamıştır. Araplar ise antlaşmanın su kaynaklarına eşit erişim maddesine Afrikalıların uymadığını iddia etmiştir. Tüm enerjisini Güney Sudan’da artan şiddet olaylarına yoğunlaştıran merkezi hükümet, Darfur’da yaşanan olaylara müdahale edememiş ve bölge tekrar kaos ortamına sürüklenmiştir. 55 2.3.2. Etnik Çatışma Süreci Darfur’da Afrikalı yerliler ile göçebe Araplar arasında yaşanan çatışmalar, güneydeki ayrılıkçı grupların hükümete karşı verdikleri mücadeleler için bölgeyi üs olarak kullanmaya başlamasıyla beraber farklı bir boyut kazanmıştır. Numeyri rejimi ile resmiyet kazanan Arap-İslam sentezli politikalara karşı çıkan ayrılıkçıların siyasi kanadı SHKH, Darfur’da propagandalara başlamıştır. Darfur’daki Afrikalılar İslam dinini benimsemiş olsalar da, gelenek göreneklerinde ve dini uygulayış biçimlerinde bölgedeki Müslüman Araplardan farklı oldukları bilinmekte ve onlara kıyasla İslamiyet’e daha uzak oldukları kabul edilmektedir.119 Şekil2:Sudan’ınEtnikYapısı Bu durumu fırsat bilen ayrılıkçılar farklılıkları ön plana çıkarmak suretiyle Fur, Musalit ve Zaghava gibi yerli Afrika kabilelerini kışkırtma yoluna gitmiştir. Darfur’da başlayacak isyanların, SHKH’nin kurulduğu günden beri gündeminde olan laik temelli “Yeni Sudan” için hükümeti taviz vermeye zorlayacağına inanılmıştır.120 Güneyli ayrılıkçıların Darfur’da yaşayan Afrikalılara, 119 Benjamin R. Maitre, “What Sustains Internal Wars? The Dynamics of Violence, Conflict and State Weakness in Sudan”, Third World Quarterly, Vol.:30 Issue:1, February 2009, s.60. 120 Johnson, a.g.e., s.142. 56 sorunlarına çözüm bulmada en etkili yolun silahlı mücadelen geçtiği fikrini dayatmasıyla beraber, uzun zamandır yerliler ile göçebeler arasında var olan anlaşmazlık Afrikalı-Arap şeklinde tanımlanan bir etnik çatışmaya dönüşmüştür. 2.3.3. Darfur Sorununda Sudan Yönetiminin Yeri Hartum hükümeti için Darfur’un güvenliği her zaman önemli olmuştur. Zira bazı kaynaklarda Darfur’un Çad Gölü havzasının doğu bölgesi olduğu ve Nil Vadisi havzasında yer almadığı öne sürülmektedir. Buna göre coğrafi olarak Darfur Çad’a aittir ve geçmişte burada yaşayanlar kendilerini batıdaki akrabalarına, doğudaki Araplardan daha yakın hissetmektedir.121 Sudan hükümetine göre ise Darfur, ayrılıkçılı hareketlerin doğma potansiyeline sahip ve komşu ülkelerin müdahalesine açık bir bölgdir. Geçmişten beri Sudan ile Çad arasında Darfur’dan kaynaklanan gerilim, 1986 yılında patlak veren Libya-Çad savaşında Hartum hükümetini Libya ile yakınlık kurmaya teşvik etmiştir.122 Hartum yönetimi savaş boyunca Libya’nın Çad’a karşı verdiği mücadelede Darfur bölgesini üs olarak kullanmasına göz yummuştur.123 Ancak bölgeye getirilen yüklü miktardaki silah ve askeri mühimmat halkın eline geçince, Afrikalı yerliler ile göçebe Araplar arasındaki çatışmalarda verilen kayıplar daha da artmıştır. Silahlanan Fur, Musalit ve Zaghava kabileleri, SHKO’nun desteğiyle kurulan Sudan Kurtuluş Ordusu (SKO) adı altında birleşip, Araplara karşı verdikleri mücadelenin yanı sıra hükümete karşı isyan etmeye başlamıştır. Meselenin yerel boyutunu tetikleyen bir diğer gelişme ise, Beşir yönetiminin, ülkenin önde gelen dini liderlerinden olan Meclis Başkanı Hasan elTurabi’yi, yetkilerini aştığı gerekçesiyle tutuklayarak hapse atması ve eleştiri 121 Öztürk, a.g.m. Klejda Mulaj, “Forced Displacement in Darfur, Sudan: Dilemmas of Classifying the Crimes”, International Migration, Vol.:46(2), 2008, s.29. 123 Flint, De Waal, a.g.e., s.24. 122 57 lerin artması üzerine hükümette görev yapan Darfurlu Turabi yandaşlarını görevden alması olmuştur. Devletle ilişiği kesilen isimler Adalet ve Eşitlik Hareketi’ni (AEH) kurmuş ve merkezi hükümetin Darfur bölgesini ihmal ettiği ve Araplar ile bölgedeki Afrika kabileleri arasında ayrımcılık yaptığı gerekçesiyle, SKO ile hükümete karşı silahlı eylemlere başlamıştır.124 İsyancı gruplar daha da ileri giderek Nisan 2003’te Darfur’un başkenti El-Faşir’deki ana ordu üssüne saldırmış ve çok sayıda uçağı tahrip ederek hükümeti ciddi zarara uğratmıştır. 125 Beşir yönetimi 1990’lı yılların başlarından itibaren güney Sudanlı isyancıların yanı sıra, Darfur bölgesindeki yerel kabilelerin ayaklanmalarıyla da uğraşmış ancak boyutları bakımından bu denli ciddi bir saldırıyla karşılaşmamıştır. Darfur’daki isyanlar, merkezi hükümet ile SHKH arasında Şubat 2002’de başlayan barış görüşmelerini sekteye uğratabilmesi açısından önüne geçilmesi gereken ciddi bir tehdit olarak algılanmıştır.126 Batılı ülkelerle ilişkileri olan isyancı grupların Darfur’daki soruna çözüm yolunu Sudan’dan ayrılma ya da ayrıcalıklı federasyon olarak göstermesi, merkezi hükümeti savunmaya geçirmiştir. Beşir yönetimi, hükümet güçlerinin yetersiz kaldığı bölgelerde, isyancı kabilelere karşı “Cancevid” denilen Arap milislerini desteklemiş, silahlandırdığı bu grupları isyanları bastırmak için kullanmıştır. Ancak hükümetin desteğini arkasına alan Cancevidler Darfur’da, Afrika kökenli halkın katledilmesiyle ya da yaşadıkları yerlerden göç etmesiyle sonuçlanacak olan bir çatışma döneminin de başlamasına sebep olmuştur. Darfur’da yaşanan şiddet olayları, Batı’da Beşir yönetimi aleyhine düzenlenen kitle yürüyüşleri ve protestolarla beraber 2003 yılından itibaren uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmeye başlamıştır. Öğrenci toplulukları ve insan hakları örgütlerinin Hartum hükümetini hedef göstererek “21.yy.ın ilk soykırımı” olarak nitelendirilen olaylara son vermek için ABD’nin sorumluluğunu yerine getirmesi gerektiğini düzenledikleri kampanyalarla duyurma yo 124 Jok, a.g.e., s.126-127. Collins, a.g.e., s.288. 126 Wanjala, a.g.m., s.75. 125 58 luna gitmiştir.127 Tüm bu çabalar sonuç vermiş ve 9 Eylül 2004’te ABD eski Dışişleri Bakanı Colin Powell, Darfur’daki olayları soykırım olarak tanımlamıştır.128 Hemen ardından BM Güvenlik Konseyi harekete geçmiş ve Darfur’daki olayları araştırmak üzere bir komisyon kurulmasına karar vermiştir. İnsan hakları ihlallerine karşı zaman zaman kayıtsız kalan ABD’nin Darfur’a gösterdiği yoğun ilgi ve bölgede yaşanan olayları kesin bir hükümle soykırım şeklinde nitelendirmesi oldukça dikkat çekicidir. Darfur krizinin başladığı günden itibaren Beşir yönetiminin, olayların daha çok asayiş yönüyle ilgilenip ülkenin geleceği açısından güvenlik problemi olarak görmesi sebebiyle, yaşanan insani dramın ortaya çıkmasında ve Sudan’a dünya kamuoyundan ağır eleştiriler gelmesinde sorumluluğu bulunmaktadır. Zira hükümet ilk olarak insani yardım kuruşlarından gelen görevlilerin bölgeye girişi için gerekli izin belgelerinin verilmesinde zorluk çıkarmış, doktorlar ve sağlık görevlileri uzun süre başkent Hartum’da beklemek zorunda kalmıştır. Sudan hükümeti ayrıca çatışmaların yaşandığı bölgelere yabancı gazetecilerin girişini sınırlandırmış, 2003 yılı boyunca sadece iki gazetecinin bölgeye girmesine izin vermiştir.129 Güvenlik endişesi ile alınan tedbirler, Darfur sorunu için soykırım etiketini kullananlar tarafından, Sudan hükümetinin çatışmaları durdurma girişiminde bulunmadığı ve hatta mağdurlara gönderilen insani yardım çalışmalarını önlemeye çalıştığı şeklinde değerlendirilmiştir.130 Uluslararası tepkilerin giderek artan bir hal almasının da etkisiyle hükümet ile çatışan gruplar arasındaki ilk ciddi barış girişimi Mart 2004’te başlamış ve 8 Nisan 2004’te Darfur’da faaliyet gösteren ayrılıkçılar AEH ve SKO ile Hartum hükümeti arasında ateşkes antlaşması imzalanmıştır. Ancak SKO lideri Abdül Wahid Nur ile güneydeki ayrılıkçı SHKO lideri John Garang’ın Eritre’de yaptığı gizli görüşmelerin ortaya çıkması, o sıralarda yeni başlayan 127 De Waal, a.g.m., s.18. Hugo Slim, “Dithering Over Darfur? A Preliminary Review of International Responses”, International Affairs, No.80, Mayıs 2007, s.812. 129 Wanjala, a.g.m., s.76. 130 Öztürk, a.g.m. 128 59 barış çabalarına önemli bir darbe indirmiştir.131 Ayrıca hükümet yanlısı Cancevid milisleri ile Darfur’daki yerli halk arasındaki çatışmalara da son verilememiştir. Hartum hükümetinin iç karışıklığı bastırmak için kullandığı ancak daha sonra kontrol edemediği Cancevidler, Afrikalıların yaşadığı köylere girmeye devam etmiştir. Hartum hükümetinin iç çatışmalarda bölgesel destek sağlamak ve Arap milislerini mobilize etmek için kullandığı Arap milliyetçiliğini azalan doğal kaynaklarda kendi çıkarlarını korumak için kullanılabilecek bir araç olarak gören Cancevidler, bölge halkına ağır zararlar vermeye başlamıştır. Hükümetin izlediği politikalar sonucunda yaşanan gelişmeler sebebiyle uluslararası kamuoyunun gözü Darfur’daki insan hakları ihlallerine çevrilmiştir. 131 Collins, a.g.e., s.287. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM KÜRESEL BOYUTUYLA DARFUR KRİZİ Kaynak mücadelesiyle başlayan Darfur sorunu zaman içerisinde, dış müdahalelerin de etkisiyle, uluslararası boyutta bir krize dönüşmüştür. Bu bölümde Darfur sorununun Sudan’ın sınırlarını aşma süreci özellikle ABD, Avrupa Birliği (AB), Çin gibi küresel aktörler ve Birleşmiş Milletler (BM), Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Arap Ligi, Afrika Birliği gibi uluslararası ve bölgesel kuruluşlar bağlamında analiz edilecektir. Bu çerçevede, ilk olarak BM ve UCM’nin kriz süresince Darfur’a ilişkin tutumları ve Beşir yönetimine yapılan baskılar incelenecek, daha sonra ise bölgenin iki önemli bölgesel kuruluşu olan Afrika Birliği ve Arap Ligi’nin baskı sürecine karşı görüşlerine yer verilecektir. Uluslararası ve bölgesel kuruluşların Darfur krizine ilişkin yaklaşımlarının ardından ABD, AB ve Çin’in Darfur krizini nasıl algıladıkları ve barış sürecinde oynadıkları rol incelenecektir. Daha sonra, bölgede barışın tesis edilmesine ilişkin girişimlerinin yanı sıra söz konusu ülkelerin Sudan politikalarını şekillendiren stratejik çıkarları değerlendirilecek ve son bölümde, Beşir yönetiminin Darfur krizine ilişkin görüşlerine ve dış müdahaleleri nasıl algıladığına yer verilecektir. 3.1. ULUSLARARASI VE BÖLGESEL KURULUŞLARIN DARFUR KRİZİNE YAKLAŞIMLARI Sudan’ın Darfur eyaletinde patlak veren şiddet olayları bölgesiyle sınırlı kalmamış ve dünya kamuoyundan yükselen sesler uluslararası mekanizmaları harekete geçirmiştir. Darfur’da yaşanan olayları araştırmak için adımlar atılmış ve sonucunda edinilen bilgilerden yola çıkarak Hartum yönetimini de bağlayıcı bazı kararlar alınmıştır. Krizin seyri açısından söz konusu kararlar önem arz etmekle beraber, Sudan için istikrar ve barış ortamı tesis 61 etme konusunda beklentileri karşılamaktan uzak birtakım gelişmelere ön ayak olmuştur. 3.1.1. Birleşmiş Milletler Batı’da yoğun bir medya propagandasının başlamasıyla beraber, dünyanın gözü Darfur’daki gelişmelere çevrilmiştir. Bölgede çatışmaların yoğunlaşması ve Cancevid milislerinin kitlesel katliamlar uygulaması, uluslararası toplumda artan beklentinin de etkisiyle BM Güvenlik Konseyi’ni harekete geçirmiştir. 18 Eylül 2004 tarihinde alınan 1564 sayılı Güvenlik Konseyi kararıyla, Darfur’daki olayları araştırmak üzere uluslararası bir soruşturma komisyonu kurulmasına karar verilmiştir.132 Komisyonun araştırma ve yerinde gözlemlere dayanan raporunda Darfur’da yaşananlar barışa ve insanlığa karşı suç olarak nitelendirilse de, Sudan hükümetinin soykırım politikası izlemediği hükmüne varılmıştır. Zira raporda, hükümetin desteklediği milisler tarafından gerçekleştirilen saldırıların etnik, dinsel ve ırksal bakımdan ayrı özellikler taşıyan bir grubu, sırf bu özelliklerinden dolayı yok etme kastını içermediği, daha ziyade bunların direniş karşıtı eylemler olarak yorumlanabileceği ifade edilmiştir.133 Darfur sorunu için soykırım etiketini kullananların aksine BM Araştırma Komisyonu Darfurluların ortadan kaldırılmasına yönelik bir niyet tespit etmemiş ancak Beşir, Uluslararası Kriz Grubu’nun da belirttiği gibi binlerce kişinin ölümüne ve yaşadıkları yerlerden göç etmesine yol açan şiddet olaylarını yönlendirmekle suçlanmıştır.134 BM Araştırma Komisyonu, Darfur’da insanlığa karşı işlenen suçların ağırlığı dikkate alındığında UCM’nin devreye girmesi gerektiğinin altını çizmiştir. 132 Funda Keskin, “Darfur: Koruma Yükümlülüğü ve İnsancıl Müdahale Kavramları Çerçevesinde Bir İnceleme”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 6, Sayı 21, Bahar 2009, s.68. 133 Mehmet Dalar, “İnsanlık Suçu ve Soykırım Tartışmaları Bağlamında Darfur Sorunu ve Türkiye”, Ortadoğu Analiz, Cilt 1, Sayı 12, Aralık 2009, s.95. 134 Mulaj, a.g.m., s.35-36. 62 BM Güvenlik Konseyi’nin 20 Temmuz 2004 tarihinde Darfur’la ilgili aldığı 1556 sayılı kararda, Sudan yönetiminden Cancevid milislerini otuz gün içinde silahsızlandırması istenmiştir. BM’nin bölgedeki çatışmaların durdurulması konusunda hükümete süre vermesi ancak ayrılıkçı milislerin engellenmesine yönelik ciddi bir kararlılık ortaya koymaması, olayların tek sorumlusu olarak Beşir yönetiminin görüldüğü izlenimini vermektedir. Oysa çatışmalar ilk olarak ayrılıkçıların El-Faşir’deki ana ordu üssüne organize saldırılarıyla başlamış ve devam eden şiddet eylemleriyle, söz konusu gruplar, çatışmaların daha ciddi bir boyut kazanmasında önemli bir rol oynamıştır. BM’nin Darfur sorununa yaklaşımı Sudan hükümeti tarafından eleştirilmiş ve objektif bulunmayan karar reddedilmiştir. Barış konusunda önemli bir adım olarak ilan edilen BM kararı böylece başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Öte yandan bölgede barışın sağlanması için, Batı’nın desteğiyle Mayıs 2006’da imzalanan Darfur Barış Antlaşması’na rağmen Araplarla Afrikalılar arasında çatışmaların dozu artınca, BM tekrar harekete geçmiştir. Görüşmeler sonucu BM Güvenlik Konseyi’nde 31 Ağustos 2006 tarihinde alınan 1706 sayılı kararla, Darfur’daki 7 bin kişilik Afrika Birliği Gücü’nün yerini 26 bin kişilik BM-Afrika Birliği Ortak Barış Gücü askerlerinin alması öngörülmüş, böylece bugüne kadarki en büyük barış gücünün bölgede konuşlandırılmasına onay verilmiştir. Ancak bölgedeki BM askerlerine karşı çıkan Hartum hükümetinin engellemeleri nedeniyle, sadece 9 bin asker bölgede barışı korumaya yönelik faaliyet göstermektedir.135 Askeri nitelikli kararların yanı sıra BM, Darfur kriziyle ilgili hukuki süreç başlatan kararlara da imza atmıştır. BM Güvenlik Konseyi’nde alınan 1593 sayılı kararla insanlığa karşı işlenen suçların faillerinin sorgulanması konusunda yetkilendirilen UCM, 14 Temmuz 2008’de Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir hakkında dava açmıştır. Beşir hakkındaki soykırım suçlamaları yeterli kanıt olmadığı gerekçesiyle düşürülmüş ancak Sudan Devlet Başkanı, sa 135 Ceren Gürseler, “Çad-Sudan Anlaşması İstikrar Getirecek mi?”, 17 Mart 2008, (Erişim) http://www.asam.org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=2057&kat1=&kat2=1, 2 Nisan 2009 63 vaş suçu ve insanlığa karşı suç işlemekle itham edilmiştir. Dava sonucunda mahkemenin 4 Mart 2009 tarihinde aldığı tutuklama kararı karşısında BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri görüş ayrılığı içine girmiştir. ABD ve Fransa’nın sahip çıktığı karara, Sudan’ın önemli ticaret partnerlerinden Çin ve Rusya tepki göstererek, kararın bölgeyi yeniden kaos ortamına sürüklemesinin muhtemel olduğu ifade edilmiş ve Sudan’ın iç sorununun çözümünün kendisine bırakılmasının gerekliliği savunulmuştur.136 3.1.2. Uluslararası Ceza Mahkemesi UCM, savaş suçları, insanlığa karşı işlenen suçlar, soykırım suçları ve saldırı suçlarına bakan uluslararası bir mahkeme olarak 1 Temmuz 2002 tarihinde Hollanda’nın Lahey kentinde kurulmuştur. Sudan, UCM’yi kuran Roma Statüsü’nü imzaladığı halde onaylamamıştır. Roma Statüsü’ne ve dolayısıyla da UCM’ye taraf olmaması sebebiyle Sudan’daki olaylar ile ilgili UCM savcısı doğrudan soruşturma açamamakta, soruşturma için Güvenlik Konseyi kararına ihtiyaç duymaktadır. Zira savcının kendiliğinden harekete geçerek soruşturma açabilmesi için soruşturmaya konu olan hadiselerin statüye taraf bir ülke sınırları içinde gerçekleşmiş olması veya soruşturulacak kişilerin statüye taraf ülke vatandaşları olmaları gerekmektedir.137 BM Komisyonu’nun hazırladığı rapor ile birlikte Darfur’daki insan hakları ihlallerinin soruşturulmasında UCM tek seçenek olarak ortaya çıkmış ve bu konuda yetki, Güvenlik Konseyi tarafından UCM’ye verilmiştir.138 Güvenlik Konseyi kararı ile Darfur’daki olayları soruşturma yetkisine kavuşan UCM derhal harekete geçmiştir. 1593 sayılı kararın alınmasından bir gün sonra UCM başsavcısı yaptığı basın açıklaması ile Darfur’daki durumun UCM sav 136 “El-Beşir İçin Tutuklama Emri”, Cumhuriyet Gazetesi, 5 Mart 2009. Cenap Çakmak, “Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Darfur Krizi’ne Müdahil Olması ve ABD’nin Süper Güç Olarak Limitleri”, 18 Mayıs 2009, (Erişim) http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/ILI1iMy2U84YSdaYjZYpzEYJZvfmNa.pdf, 5 Ekim 2010, s.66. 138 Jok, a.g.e., s.145. 137 64 cısına havale edildiğini bildirmiş ve ardından Darfur Krizi ile ilgili soruşturma başlatmıştır. Sudan hükümeti, UCM’ye Darfur’daki olayları soruşturma yetkisi tanıyan Güvenlik Konseyi kararının kabul edilmesinden sonra yaptığı açıklamada, hükümetin, olaylarda suçlu oldukları belirlenen kişileri Sudan mahkemelerinde yargılayacağını duyurmuştur. Attığı bu adımla Sudan hükümeti, Darfur’daki olayları soruşturma ve gerekirse olaylarda sorumlu olanları yargılama iradesi gösterdiği mesajını vermek istemiştir. Hükümetin sorumluları yargılama ve cezalandırma iradesi ve yeteneğinin olduğunun ispat edilmesi, UCM’yi Darfur sürecinin dışında tutmak istemesiyle alakalıdır. Ancak Sudan hükümetinin beklentisi gerçekleşmemiş ve savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlemekle itham edilen Sudan Devlet Başkanı Beşir hakkında 4 Mart 2009 tarihinde tutuklama kararı alınmıştır. Böylece ilk kez görevdeki bir devlet başkanı için uluslararası bir mahkeme tarafından tutuklama kararı çıkarılmıştır. Tutuklama kararının ardından Sudan Devlet Başkanı, UCM’ye taraf olan 108 ülkeye seyahat etmekten kaçınmış, ancak Türkiye gibi statüye taraf olmayan ülkelere ziyaret gerçekleştirme konusunda bir çekince yaşamamıştır. Zira daha önce de Türkiye’de temaslarda bulunan Ömer el-Beşir, UCM’nin kararı sonrasında Ankara hükümeti tarafından Türkiye-Afrika İşbirliği amacıyla yapılan daveti reddetmemiştir. Ancak Beşir’in Kasım 2009’da İstanbul’da düzenlenen İslam Konferansı Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi’nin (İSEDAK) 25. yıl dönümü toplantısına katılmak üzere Türkiye’ye gelme ihtimali karşısında ABD ve AB’nin Ankara hükümetini uyarmasıyla birlikte iç kamuoyunun da tepkisi üzerine Beşir, Türkiye ziyaretini iptal etmiştir.139 Görüldüğü gibi ABD ve BM nezdinde başlatılan süreç ve UCM’nin Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir hakkında aldığı karar ile uluslararası kamuoyunun Sudan üzerindeki baskıları doruğa ulaşmış ve ülke adeta bölgesine hapsedilmiştir. 139 Dalar, a.g.m., s.97. 65 3.1.3. Arap Ligi Sudan’ın Darfur bölgesinde yaşananlar 2003 yılından itibaren dünyanın gündemini meşgul eden bir kriz haline dönüşürken, Arap kamuoyu Darfur’la ilgili sessiz kalmayı tercih etmiştir.140 Arap dünyasında birçok insanın, Darfur'daki insanlık dramına sanki yokmuş gözüyle bakmasının temel nedeni, Arap medyasının bu soruna gereken önemi vermemesinden kaynaklanmaktadır. Arap kamuoyu, Arapların dâhil olduğu birçok sorunun aksine Darfur’daki çatışmaları “Sudan’ın iç meselesi” olarak görmektedir. Darfur’da yaşanan olayları kendi meselelerinin dışında tutan Arap medyasına göre kriz, Sudan’ı parçalama ve doğal kaynaklarını yağmalama amacı güden SiyonistAmerikan komplosundan ibarettir.141 Darfur’da yaşanan çatışmaların nedenini Batı komplosuna bağlayan Arap kamuoyu, bölgedeki binlerce insanın ölümüyle ve yaşadıkları yerlerden göç etmesiyle sonuçlanan şiddeti görmezden gelmektedir. Arap kamuoyunda, 17 Ekim 2006 tarihinde sınırlı sayıda aydının yayınladığı, "Darfur'da yaşanan insani trajedinin karşısında Arap dünyasının suskunluğunu" kınayan deklarasyon dışında Darfur’la ilgili ciddi bir duruş sergilenmemiştir. Arap kamuoyu gibi Arap Ligi de Darfur’da yaşananlara ilk başlarda tepkisiz kalmış, barış sürecinde aktif rol almaktan kaçınmıştır.142 Bunun yanı sıra Arap Ligi, Sudan’ın tezlerine destek vererek bölgeye uluslararası bir barış gücü yerine, bölgede güvenliğin sağlanmasında Afrika Birliği askerlerinin yeterli olacağını savunmuştur. Arap ülkeleri yönetimleri, Arap-İsrail çatışması karşısında gereken tutumu takınmadığı gerekçesiyle uluslararası toplum tarafından uygulanan çifte standardı eleştirmiştir.143 Ancak UCM’nin Temmuz 2008’de Ömer el-Beşir hakkında açtığı dava sonrasında Arap Ligi, Darfur meselesiyle ilgili somut adımlar atmaya başlamıştır. Ocak 2009’da Doha’da 140 Jok, a.g.e., s.144. “The Tragedy of Darfur: Double Standarts Being Applied”, El-Hayat Gazetesi, (Erişim) http://www.qantara.de/webcom/show_article.php/_c-476/_nr-732/_p-1/i.html, 9 Mayıs 2009. 142 Robert O.Collins, “Darfur and Arab League”, Ağustos 2006, (Erişim) http://www.ciaonet.org/pbei/winep/policy_2006/2006_1111/index.html, 1 Haziran 2009. 143 El-Hayat Gazetesi, a.g.m. 141 66 Darfurlu ayrılıkçı grup AEH ve Sudan hükümeti arasında doğrudan görüşmeleri başlatan Katar başkanlığındaki Arap Ligi Darfur Komitesi, tarafların iyi niyet belgesi imzalamasını sağlamış ve kapsamlı görüşmelere geçilebilmesi yönünde adımlar atmıştır. Bu çerçevede Arap Ligi üyeleri UCM’nin tutuklama kararını, barış çabalarını sekteye uğratacak bir gelişme olarak değerlendirmiştir. Sudan’ın isteği üzerine olağanüstü toplanan Arap Ligi Zirvesinde, UCM kararının ertelenmesi gerektiği vurgulanarak Hartum hükümetine destek verilmiştir.144 3.1.4. Afrika Birliği 2004 yılında kurulan Afrika Birliği Barış ve Güvenlik Konseyi, kıta içindeki sorunları kıta dışındaki aktörlerin müdahalesi olmaksızın kendileri çözmek istediklerini belirtmiştir. Tıpkı BM Araştırma Komisyonu gibi Afrika Birliği de, Darfur’daki olayları araştırmak üzere bölgeye Haziran 2004’de Ömer Konare başkanlığında bir komisyon göndermiştir. Komisyonun hazırladığı rapor ışığında Afrika Birliği, Darfur’da soykırım ya da etnik temizliğin söz konusu olmadığını, ancak toplu ölümlerin gerçekleştiğini belirtmiştir.145 Afrika Birliği Komisyonu Başkanı Konare, Sudan’ın Darfur bölgesinde barış ve güvenliğin sağlanması için askeri gücün konuşlandırılması gerektiğini ifade ederken, bu konuda Afrika ülkelerinin taahhütlerinin yeterli olduğunun yani bölgede yabancı askere ihtiyaç olmadığının altını çizmiştir. Ancak genç bir örgüt olan Afrika Birliği’nin Darfur’daki çatışmaları durdurmaya yönelik görevi tek başına üstlenebilecek maddi güce sahip olmaması ve örgütün güvenlik konularında BM kaynaklarına bağımlı olması sebebiyle, bölgede 30 Aralık 2007’de BM-Afrika Birliği Barış Gücü’nün konuşlandırılmasına karar verilmiştir.146 144 “Karar İkiye Böldü”, Cumhuriyet Gazetesi, 6 Mart2009. Öztürk, a.g.m. 146 Adam Keith, “The African Union in Darfur: An African Solution to a Global Problem?”, Mart 2007, (Erişim) http://www.ciaonet.org/journals/jpia/v18i0/08.html, 25 Mayıs 2009. 145 67 UCM savcısının 14 Temmuz 2008’de Beşir hakkında tutuklama kararı çıkarılması talebini Afrika Birliği, endişe verici bir sürecin başladığı şeklinde değerlendirmiştir. Örgüt, devam eden barış çabalarının tehdit edileceği gerekçesiyle UCM Roma Statüsü’nün 16.maddesine uygun olarak, yargılanmanın ertelenmesi çağrısında bulunmuştur. Afrika Birliği çabalarında başarılı olamamış ve 4 Mart günü UCM, Beşir hakkında tutuklama emri çıkartmıştır. Aynı gün Afrika Birliği ülkeleri tutuklama kararını tanımayacaklarını kesin bir dille ifade etmiştir. Böylece, Sudan’ın da üye olduğu Afrika Birliği Darfur krizinde Beşir yönetiminden yana bir tavır sergilemiştir. 3.2. KÜRESEL AKTÖRLERİN DARFUR KRİZİNE YAKLAŞIMLARI Sudan’ın Darfur eyaletinde yerli halk ile göçebeler arasında çıkan sorun zamanla uluslararası bir boyut kazanmış ve çok geçmeden birçok aktörün dâhil olduğu bir kriz haline dönüşmüştür. Darfur’da yaşanan insani dramın önüne geçme amacının yanı sıra uluslararası aktörlerin bu süreçte yer almalarının altında yatan birtakım önemli nedenler bulunmaktadır. Afrika kıtasının genelini sınırsız bir rekabet alanına dönüştüren ekonomik ve siyasi çıkarlar, uluslararası aktörlerin Darfur krizine ilişkin politikalarının da belirleyici unsuru olmaktadır. Bu bağlamda Çin, ABD ve AB’nin Darfur krizi sürecinde oynadıkları rol ile birlikte süreçten beklentileri, krizin seyri açısından önem taşımaktadır. 3.2.1. Çin Küresel bir aktör olarak Çin, Afrika kıtasında ciddi bir nüfuz alanı yaratmıştır. Kıtadaki gelişmelerin dışında kalamayan Çin, Sudan’da yaşanan sürecin temel aktörlerinden biri olarak ön plana çıkmaktadır. Çin’i diğer küre- 68 sel güçlerden farklı kılan özelliği ise, Sudan ile ilişkilerini farklı bir zemine oturtmasından kaynaklanmaktadır. 3.2.1.1. Siyasi Çıkarlar Güvenlik Konseyi daimi üyelerinden Çin ile Sudan’ın ilişkileri oldukça eskiye dayanmaktadır. Numeyri döneminde özellikle silah ticaretine dayanan ilişkiler son dönemde, Çin’in petrole artan ilgisiyle birlikte daha da derinleşmiştir. Zira Afrika’nın coğrafi açıdan en büyük ülkesi olan Sudan topraklarında özellikle 1990’lı yıllarda Çin, Malezya ve Kanada firmaları tarafından yapılan petrol arama faaliyetleri sonucunda, ülkede önemli miktarda petrol rezervinin olduğu ortaya çıkmıştır. Ülkenin güneyinden Port Sudan’a kadar uzanan Bentui-Suakin petrol boru hattının tamamlanmasıyla birlikte Sudan, 1999 yılından itibaren ham petrol ihraç etmeye başlamıştır.147 Sudan’ın en çok ithalat-ihracat yaptığı ülkeler sıralamasına bakıldığında, Çin’in Sudan’ın en önemli ticari ortağı haline geldiği görülmektedir. İkili ilişkiler, Çin’in genel olarak Afrika kıtasıyla ilişkilerinin temeli olan kazankazan prensibine dayanmaktadır. Zira Çin’in yatırımlarıyla büyüyen ekonomisinin yanı sıra Sudan ihtiyaç duyduğu başta gıda maddeleri, işlenmiş ürünler, makine ve teçhizat gibi ihtiyaçlarının çoğunu Çin’den karşılarken, Çin ise artan enerji gereksinimi için Sudan’a ihtiyaç duymaktadır. Çin-Sudan ilişkilerindeki derinleşme sürecinin hız kazanması, ilişkilerin tek taraflı kazanımdan ziyade karşılıklı fayda çerçevesinde şekillenmesinden kaynaklanmaktadır. Zira Çin, Sudan’daki en büyük yatırımcı ülke konumunu halen korumaktadır. Enerji gereksinimi olağanüstü olan Çin, Sudan'ın ihraç ettiği petrolün üçte ikisini tek başına satın alırken bir yandan da ülkede üretimin artmasını desteklemektedir.148 Sudan’ın 2006 yılında ekonomisi 147 “Sudan Ülke Bülteni”, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK), (Erişim) http://www.deik.org.tr/Lists/Bulten/Attachments/113/Sudan%20Ulke%20Bulteni%20%20Ocak%202008_TR.pdf, 20 Mayıs 2010, s.8. 148 Sedat Laçiner, “Enerjide Batı Tekeli Kalkarken: Yeni Bir Aktör Olarak Çin, Hindistan, Japonya”, 69 %12 oranında büyürken, bunda Çin’in gerçekleştirdiği yatırımların önemli bir payı bulunmaktadır.149 Çin, Sudan ile ekonomik ilişkilerinin yıpranmamasına büyük özen göstermektedir. Nitekim, 2003 yılında patlak veren Darfur krizini Sudan’ın iç meselesi olarak görmekte ve dış müdahalelerin, sorunu daha da büyüteceğini savunmaktadır. Bunun yanı sıra BM yoluyla Sudan’a ambargo ve diğer kısıtlamalar uygulanmasına karşı çıkan Çin birçok kez, Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerinden biri olarak bu tür tavırları ve kararları veto edeceğini ifade etmiştir.150 Zira Beşir yönetiminin karşı çıktığı BM Barış Gücü konusunda Çin, BM Güvenlik Konseyi'nde sürekli olarak veto hakkını kullanmış ve sorunun çözümünü Sudan’a bırakmak gerektiğinin altını çizmiştir. Çin’in bu yaklaşımı Batı dünyası tarafından uluslararası arenada yalnızlığa itilen Beşir yönetimi için memnuniyet verici bir gelişmeyken, rejim muhaliflerine göre Çin, Hartum hükümetinin yanında yer alarak Sudan politikasına etkin şekilde müdahale etmektedir. Çin’in kendi iç politik kaygıları da Darfur krizine ilişkin bu şekilde bir tavır sergilemesinin önemli bir sebebi olarak görülmektedir. Tibet ve Sincan Uygur bölgesinde ortaya çıkan ve çıkabilecek gelişmelerin Darfur’dakine benzer bir şekilde gelişebileceği olasılığı Çin’in Darfur krizinde Hartum yanlısı bir politika izlemesini zorunlu kılmaktadır. BM Güvenlik Konseyi kararı ile Sudan’a yerleştirilen BM ve Afrika Birliği Barış Güçleri Sudan tarafından, Çin Devlet Başkanı Hu Jintao’nun ülkeye ziyareti sonrası isteksiz bir şekilde kabul edilmiştir. Fakat bu süreç içerisinde konuya ilişkin olarak Çin Devlet Başkanı dört ana prensip ortaya koymuş ve bir yandan Sudan olan ilişkilerini sağlamlaştırırken diğer taraftan Batı diplomasisinin kurmuş olduğu baskıyı azaltmıştır. Bu çerçevede Çin’in beklentileri, Sudan’ın bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne ve Darfur krizini yönetmesine Mart 2006, (Erişim) http://www.usakgundem.com/makale/61/enerjide-bat%C4%B1-tekeli-kalkarken-yeni-birakt%C3%B6r-olarak-%C3%A7in-hindistan-ve-japonya.html, 5 Haziran 2010. 149 Marc Engelhardt, “China’s Involvement in Sudan, Criticism of Red Giant”, 1 Mart 2007, (Erişim) http://en.qantara.de/webcom/show_article.php/_c-476/_nr-740/_p-1/i.html, 1 Mayıs 2010. 150 Laçiner, a.g.m. 70 saygı duyulması, tarafların sorunları diyalog ve barışçıl yollarla çözmesi, BM ve Afrika Birliği’nin Darfur’daki barış süreci içerisinde yapıcı rol oynaması ve son olarak da Darfur’da istikrarın sağlanması ve yerel halkın yaşam koşullarının yükseltilmesi şeklinde olmuştur.151 Çin ve Sudan uluslararası platformlarda ülkelerini ilgilendiren bazı önemli konularda birbirlerini desteklemektedirler. Örneğin Çin, BM Güvenlik Konseyi’ndeki gücünü kullanarak Sudan’a karşı yaptırımları engellemeye çalışırken Sudan da, Çin’in Tibet’te uygulamış olduğu politikalara ve 2009’da Sincan’ın Uygur otonom bölgesinde Uygurlar ve Hanlar arasında çıkan gerilimin durdurulması için güç kullanımını açık bir şekilde desteklemiştir.152 Öte yandan Çin, her ne kadar Darfur politikasından dolayı Sudan hükümetine karşı BM yaptırımlarının uygulanmasına karşı çıkacağını ifade etmişse de, BM Güvenlik Konseyi’nde Sudan’a ilişkin oylamalarda çekimser kalmıştır.153 Çin ilk olarak, Cancevid milislerinin silah bırakmasına yönelik Temmuz 2004’te yapılan oylamada çekimser kalmıştır.154 Bunun yanı sıra Ağustos 2006’da BM Barış Gücü’nün Güney Sudan’daki ve Darfur’daki görev süresini uzatan oylamalarda da çekimser tavrını devam ettirmiştir. Öte yandan 2006’nın sonlarına gelindiğinde bir yandan Çin hükümetinin konuya ilişkin uluslararası baskılara maruz kalması, diğer yandan 2008 Yaz Olimpiyatları’nın Pekin’de yapılacak olması, Çin’in Darfur politikasında birtakım değişikliklere gitmesini zorunlu kılmıştır.155 Bu bağlamda, Kasım 2006’da Çin Devlet Başkanı Hu Jintao Pekin’de yapılan Afrika Zirvesi’nde, Sudan Devlet Başkanı Beşir’e, ülkesinin, Sudan’ın Darfur ile ilgili kaygılarını anladığını fakat Sudan hükümetinin soruna çözüm 151 “Chinese President Puts Forward Four-point Principle on Solving Darfur Issue”, Xinhua News Agency, 3 Şubat 2007, (Erişim) http://china.org.cn/english/infernational/198792.htm , 14 Aralık 2010. 152 David H. Shinn, “China and the Conflict in Darfur”, The Brown Journal of World Affairs, Vol.:16, Sonbahar/Kış 2009, s.91. 153 Shinn, a.g.m. 154 Jonathan Holslag, “China’s Diplomatic Victory in Darfur,” BICSS Asia Paper, 15 Ağustos 2007, s.7. 155 Daniel Large, “China and the Changing Context of Development in Sudan,” Development, Vol.: 50, no.: 3, 2007, s.60 71 bulunmasında bütün taraflarla ilişkilerini geliştirmesi gerektiğini belirtmiştir.156 Öte yandan Çin’in BM Büyükelçisi Wang Guangya, BM-Afrika Birliği yönetimindeki barış gücünün Darfur’da konuşlandırılmasının Sudan hükümeti tarafından kabul edilmesinden yana olduklarını belirtmiştir.157 Çin’in Sudan’a ilişkin tutumundaki bu değişim, konuya ilişkin bazı çalışmalarda, devletlerin iç işlerine karışmama şeklindeki geleneksel politikasından sapma olarak değerlendirilmiştir. Çin’in Sudan’a ilişkin bu tutumu ABD’nin de ilgisini çekmiş ve ABD Dışişleri Bakanlığı yapmış olduğu açıklamada Çin’in Darfur’daki barış gücüne ilişkin politikasını memnuniyetle karşıladıklarını belirtmiştir.158 Bu gelişmeye paralel olarak Nisan 2007’de Çin Dışişleri Bakan Yardımcısı Zhai Jun Sudan’a yapmış olduğu ziyarette, Ömer el-Beşir’i Darfur’daki BM gücü konusunda daha esnek olması hususunda bir kez daha cesaretlendirme yoluna gitmiştir. Ülkedeki siyasi ve ekonomik çıkarlarını gözeten Çin, Darfur politikasına ilişkin söz konusu siyasi manevrasıyla Batı dünyasının kurmuş olduğu baskıyı bir süreliğine hafifletmiştir. 3.2.1.2 Ekonomik Çıkarlar 1993 yılında Sudan’ın ABD tarafından terörü destekleyen ülkeler listesine alınması, ülkeyi Batı dünyasından izole etmiş ve uluslararası arenada Çin’e yaklaştırmıştır. Her ne kadar 1980’lerin ortalarında Amerikan petrol şirketi Chevron ülkede bulunan bazı petrol kaynaklarını işletmeye başlasa da, ülkede baş gösteren iç savaş sonucunda üretimi durdurmuş ve daha sonra ABD’nin Sudan’a karşı uyguladığı yaptırımlardan dolayı ülkeye geri dönememiştir.159 1994 yılına gelindiğinde Sudan hükümeti Çin’e Chevron’un işle 156 Chris Buckley, “China’s Hu Says Understands Sudan’s Darfur Concerns”, Reuters, 2 Kasım 2006, (Erişim) http://www.turkishweekly.net/news/40644/china-s-hu-says-understands-sudan-s-darfur concerns.html, 10 Ekim 2009. Shinn, a.g.m, s.91. 158 Wasil Ali, “China Uses Economic Leverage to Pressure Sudan on Darfur – US,” Sudan Tribune, 6 Mart 2007. 159 Shinn, a.g.m., s.87. 157 72 timini bırakmış olduğu petrol rezervlerini işletmesini teklif etmiş, bu da Çin ile olan ilişkilerinde yeni bir başlangıç olmuştur.160 1997 yılında petrol üretim şirketlerinin oluşturdukları bir konsorsiyum, Güney Sudan’daki üç önemli sahada petrol arama çalışmalarına başlanması için alt yapının oluşturulması amacıyla Büyük Nil Petrol Şirketi’ni kurmuştur. Oluşturulan bu konsorsiyumda %40 payla en büyük hisseyi Çin Ulusal Petrol Şirketi (CNPC) almış, Çin’i sırasıyla Malezya Devlet Şirketi (%30), Hindistan Devlet Şirketi (%25) ve Sudan Devlet Şirketi (%5) izlemiştir. Bunun yanı sıra Çin Petrol Mühendisliği ve Yapı Ortaklığı, günümüzde de ülkede üretilen petrolün ihracatı açısında büyük öneme sahip bu sahalardan Port Sudan’a petrol taşıyan boru hattını inşa etmiştir. Bunun yanında CNPC ülkenin ikinci büyük petrol sahası olarak bilinen Yukarı Nil bölgesindeki petrol sahalarının işletimini yapan Petrodar Şirketi’nin de %41’lik hissesini elinde bulundurmaktadır. Ülkedeki yatırımlarıyla dikkat çeken Çin’in Sudan’daki yatırımlarının değerinin yaklaşık olarak 5 milyar dolar olduğu ve bunun 300 milyon dolarını da otel sektörüne yatırdığı bilinmektedir.161 Petrol arama çalışmaları yapılırken Sudan hükümetinin, arama yapılan bölgelerdeki halkı başka bölgelere sürdüğü ve insan hakları ihlallerinde bulunduğu iddiaları dünya kamuoyunda geniş yer bulmuştur. Ancak Çin, bu iddialarla ilgilenmek yerine ekonomik çıkarlarına odaklanmaya devam etmiştir. Diğer taraftan güneydeki çatışmalar petrol boru hatlarının olduğu bölgelere de sıçramış ve bunu sonucu olarak petrol üretiminde sıkıntılar ortaya çıkmıştır. Bu çatışmalar sadece Sudan’ın üretim kapasitesini olumsuz etkilemekle kalmamış, bunun yanı sıra bölgede petrol üzerine çok büyük yatırımları olan Çin’i de rahatsız etmiştir. 160 161 Shinn, a.g.m. Shinn, a.g.m. 73 Şekil3:SektörlereGöre,Çin’inToplamEnerjiTüketimi Amerikan Enerji Bakanlığı tarafından hazırlanmış olan verilere göre, Çin ABD’den sonra dünyadaki en büyük ikinci petrol tüketicisi konumunda yer almaktadır. Ancak 1990’ların başında net petrol ihracatçısı olan Çin 2006 yılında dünyanın en büyük üçüncü petrol ithalatçısı konumuna gerilemiştir.162 Bunda Sudan’ın güneyindeki çatışma ortamının, petrol boru hatlarının olduğu bölgelere sıçramasının büyük payı bulunmaktadır. Yukarıdaki grafikte de görüldüğü üzere, her ne kadar Çin’in enerji tüketiminde kömür %71 oranla birinci sırayı alsa da, petrolün Çin’in enerji tüketimindeki yeri günden güne artmakta ve bu da Çin’in petrol ithal ettiği ülkeleri farklılaştırma yoluna gitmesine sebep olmaktadır. Bu çerçevede Çin, Arap ülkelerinin yanı sıra Afrika’ya yönelmiş ve özellikle Sudan ile ekonomik işbirliğini derinleştirmiştir. Çin, Sudan’ın ihraç etmiş olduğu petrolün % 65’ini almakta, bu da genel olarak Çin’in toplam petrol ithalatının % 5-7’sine denk gelmektedir. 162 “Sudan”, U.S. Energy Information Administration-Independent Statistics and Analysis, (Erişim) http://www.eia.doe.gov/country/country_energy_data.cfm?fips=CH, 15 Aralık 2010. 74 Şekil4:ÜlkelereGöre,Sudan’ınHamPetrolİhracatVerileri Çin ve Sudan arasındaki ekonomik işbirliği, enerji dışındaki sektörlerde de sürmüştür. Zira Sudan’ın toplam ihraç ürünlerinin %30’u Çin tarafından satın alınmaktadır.163 Enerji sektörü dışında ekonomik işbirliğinin geliştiği bir diğer alan ise, silah sanayidir. Çin yıllar boyunca Sudan için önemli bir silah ihracatçısı olmuştur. Çin, Sudan’a silah satması ve Darfur’a ilişkin politikası nedeniyle birçok kez insan hakları örgütleri tarafından eleştirilmiş fakat bu eleştiriler Çin’in Sudan’a silah satmasını engellememiştir. Çin Sudan’a sadece silah satmakla kalmamış, bunu yanı sıra Sudan’ın Afrika’da, Güney Afrika ve Mısır’dan sonra en büyük üçüncü silah endüstrisini kurmasına katkıda bulunmuştur.164 2003 ve 2006 yılları arasında Çin, Sudan’ın en büyük silah tedarikçilerinden biri olmuştur. Zira Çin’in Sudan’a her yıl ortalama 14 milyon dolarlık silah sattığı bilinmektedir.165 163 Shinn, a.g.m., s.88. Shinn, a.g.m., s.90. 165 Shinn, a.g.m. 164 75 2004 yılına gelindiğinde BM Güvenlik Konseyi’nin almış olduğu kararla Darfur’daki bütün hükümet dışı oluşumlara ve bireylere silah transferine ambargo konulmuş, bundan yaklaşık bir yıl sonra ise Darfur bölgesinde bulunan Sudan güçlerine silah satışı yasaklanmıştır. Her ne kadar Çin, BM Güvenlik Konseyi’nde yapılan her iki oylamada da çekimser kalmış ise de, alınan karalar geçerliliğini korumuştur. Fakat Çin, ambargo sonrasında da Sudan’a silah satmaya devam etmiş ve bu silahların Sudan’daki silahlı güçler tarafından kullanılmadıkça ambargonun ihlal edilmeyeceğini öne sürmüştür. Fakat Çin’in de aralarında bulunduğu birtakım ülkelerin Sudan’a satmış oldukları silahların Darfur’da Sudan hükümeti tarafından kullanılmasının yanı sıra silahlı güçler tarafından da kullanıldığına dair güçlü kanıtlar olduğu ileri sürülmektedir.166 2006 yılında BM uzmanları tarafından Darfur’da toplanan 222 mermi kovanının Çin ordusuna ait olduğu tespit edilmiştir. Bunun üzerine açıklama yapan Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Sudan hükümetine satılan silahlara ilişkin birtakım şartlar konulduğunu, satılan silahların hiçbir şekilde Darfur da kullanılmayacağı ve devlet dışı oluşumlara silah verilmeyeceği konusunda anlaşıldığını belirtmiştir.167 Her ne kadar Çin, BM Güvenlik Konseyi kararları paralelinde hareket ettiği izlenimini vermek istese de, Sudan’a silah satışına devam etmiş ve böylece ülke üzerindeki enerji ve silah temelli ekonomik gücü vasıtasıyla siyasi gücünü sağlamlaştırma yoluna gitmiştir. 3.2.2 Amerika Birleşik Devletleri ABD, Güney Sudan sorunuyla birlikte Sudan’da yaşanan sürecin temel dış dinamiklerinden biri olarak bölgede varlık göstermiş ve Darfur kriziyle birlikte etki alanını daha da genişletmiştir. ABD’nin Sudan politikası, ekonomik ve siyasi çıkarları çerçevesinde şekillenmektedir. Ancak diğer küresel 166 Shinn, a.g.m. “China Denies Report of Arms Sales to Sudan”, China Daily, 15 Mart 2008, (Erişim) http://www.chinadaily.com.cn/china/2008-03/15/content_6538395.htm, 1 Aralık 2010. 167 76 güçlerin bölgede varlık göstermeye başlamasıyla birlikte Sudan, ABD için özgür bir faaliyet alanı olmaktan çıkmış ve çıkarların çatıştığı bir bölgeye dönüşmüştür. 3.2.2.1 Barış Çabaları BM’nin Darfur’la ilgili kararının ardından ABD liderliğinde Batı dünyası Sudan’a karşı sert bir tavır içine girmiş ABD, El-Kaide lideri Usame Bin Ladin’e 1990’lı yıllarda ev sahipliği yaptığı gerekçesiyle Sudan’ı “teröre destek veren ülkeler listesi”ne almış ve 11 Eylül saldırılarının ardından başlattığı terörle mücadele kapsamında Sudan’a yönelik baskı politikasının dozunu daha da artırmıştır. Beşir yönetimi ABD’nin ambargo kararı ve ardından BM’nin başlattığı süreçle birlikte uluslararası arenada izole edilmiştir. Güneyli ayrılıkçılar ile Darfur’lu isyancıların yanı sıra uluslararası toplum tarafından da baskı altına alınan Beşir yönetimine ABD, ayrılıkçılarla barış sağlandığı takdirde Sudan’a uyguladığı ekonomik yaptırımlara son vereceğini duyurmuştur.168 ABD’nin öncülüğündeki uluslararası destek ile Sudan yönetimi ve SHKH’nin barış görüşmeleri için masaya oturması sağlanmıştır. SHKO lideri John Garang ile Cumhurbaşkanı Yardımcısı Ali Osman Taha’nın Nairobi’de imzaladığı BBA ile kuzey ve güney arasındaki iç savaşa kısmen de olsa son verilmiştir. BBA ile 2009’da ülke genelinde seçimlerin yapılmasına karar verilmesinin yanı sıra, Güney Sudan için 2011’de bağımsızlık referandumuna gidilmesi öngörülmüştür. Güney Sudan sorununda çözümün ardından Mayıs 2006’da yine ABD’nin teşvikiyle, Darfur konusunda hükümet ile ayrılıkçılar arasında barış müzakereleri başlamıştır. Beşir yönetiminin bölgedeki sosyoekonomik dengeleri iyileştirme ve asayişi bozduğu tespit edilen Cancevid milisler konusunda gerekli adımların atılacağını taahhüt etmesiyle birlikte, Darfur’da özerk yönetim isteyen SKO lideri Abdül Wahid Nur’un karşı çıkma- 168 Wanjala, a.g.m., s.71. 77 sına rağmen, hükümet ile isyancılar arasında Darfur Barış Antlaşması (DBA) imzalanmıştır.169 Mayıs 2006’da imzalanan DBA, sorunu çözmekten ziyade bir ateşkes ortamı hazırlamakta ve çözüme yönelik planların eyleme dönüştürülmesi amacı taşımaktadır. Ancak SKO içinde yaşanan fikir ayrılıkları sonucu bazı grupların antlaşmayı onaylamamasının yanı sıra AEH’nin de karşı çıkması sebebiyle ateşkes ortamı tam olarak sağlanamamıştır. Ayrıca Hartum hükümeti Cancevid milislerini silahsızlandırma konusunda üzerine düşen görevi yerine getirmemiş, Araplar ile Afrikalılar arasındaki çatışmalar önlenememiştir. ABD liderliğindeki Batı dünyasının, ayrılıkçılar ve barış konusunda Hartum hükümetine uyguladıkları baskı politikasının nedeni, sorunları çıkarlar doğrultusunda kullanmaya uygun zemin oluşturmak şeklinde değerlendirilebilir. Hem Güney Sudan’daki hem de Darfur’daki barış sürecine bakıldığında, Batı merkezli politikaların, çatışmalara son verecek tarafsız çözüm önerilerinden ziyade alınan tek yanlı kararlarla Sudan hükümetini zor durumda bırakarak ayrılıkçıların önünü açmayı amaçladığı görülmektedir. Zira yıllar süren çatışmalar boyunca ayrılıkçılara verilen lojistik destek sonucu güney bölgesinde yaşanan gelişmeler ayrılma taleplerini kuvvetlendirmiştir. Benzer şekilde Darfur krizi kullanılmış, böylece Beşir yönetimini zayıflatmak suretiyle ülkedeki bölünmüş yapı canlı tutulmuştur. Darfur krizi bu açıdan değerlendirildiğinde, ABD öncülüğündeki dış müdahalelerin, 2011’de Sudan’da kurulması beklenen Hıristiyan devletine yaşam alanı sağlama girişimiyle yakından ilgili olduğu görülmektedir. 3.2.2.2 Siyasi Çıkarlar ABD, Sudan karşısında izlediği stratejinin hedeflerini bölgede uzun yıllar devam eden ve çok sayıda insanın ölümüne neden olan çatışma orta 169 De Waal, a.g.m., s.18. 78 mının son bulmasına ve barış anlaşmasının uzun vadeli uygulanabilmesinin sağlanmasına dayandırmaktadır. Bu hedeflerin gerçekleştirilememesinin daha fazla soruna, bölgesel istikrarsızlığa ve bölgenin uluslararası teröristler için güvenli bir sığınağa dönüşmesine sebep olabileceğinden endişe ettiğini dile getirmektedir. ABD’nin Sudan’daki gelişmelere müdahil olması ve hatta gelişmeleri yönlendirmesinin ardında şüphesiz stratejik çıkarları yatmaktadır. Bu çerçevede ABD, Sudan’ın, tehdit oluşturabilecek bir devlet olmasını engellemekle ilgili stratejik hedeflerini gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır. Asıl hedef, ülkede yaşanan sorunları çıkarları doğrultusunda kullanmak suretiyle Beşir yönetimini baskı altında tutarak güneyin bir devlet olarak güçlenmesine katkıda bulunmak olsa gerekir. ABD’nin stratejik çıkarları iki temel konu üzerinde şekillenmektedir. Bunlardan birincisi, ABD’nin 11 Eylül sonrası teröre karşı başlattığı savaşın Sudanı da kapsamasıdır. ABD’nin Sudan üzerindeki stratejik çıkarlarının oluşumundaki ikinci önemli faktör ise, ekonomik büyümesine bağlı olarak günden güne artan enerji tüketiminin sürdürülebilir bir yapı içerisinde olması için farklı kaynak ülkelerin var olmasıdır. Bu çerçevede, Sudan ABD’nin teröre karşı yürüttüğü savaşta önemli bir yere sahiptir. Sudan hükümeti 1996 yılı Mayıs ayında El-Kaide’nin liderini sınır dışı etmiş170 ancak Bin Ladin geride Sudan için ciddi sorunlar bırakmıştır. 11 Eylül sonrası dönemde artan baskılar sonucu Sudan hükümeti ABD yönetiminin terörle mücadelede işbirliği teklifine olumlu yaklaşmışsa da, ABD’nin konuya ilişkin tüm kaygılarını giderememiştir.171 Sudan yönetimi uluslararası terörle savaşta ABD cephesinde yer alacağı konusunda sinyaller göndermiştir. Ancak tarafsız gözlemcilerin ifade ettiği gibi 1990’lı yıllar boyunca Amerikan istihbaratı tarafından Sudan üzerine hazırlanan birçok rapor 170 David Rose, “Working for Peace in Sudan: The Osama Files”, No. 497, Ocak 2002, (Erişim) http://www.vanityfair.com/politics/features/2002/01/osama200201?currentPage=2, 13 Aralık 2010, s.4. 171 J.S. Morrison. “Africa and the War on Global Terrorism”, 15 Kasım 2001, (Erişim) http://csis.org/files/media/csis/congress/ts011115morrison.pdf, 15 Aralık 2010. 79 eksik ya da hatalı bilgilerin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır.172 Söz konusu raporlarda, Sudan hükümetinin teröre karşı işbirliği konusundaki olumlu mesajları göz ardı edilmek suretiyle yönetim yanlış yönlendirilmiş ve ABD Başkanı Clinton, Sudan’ı teröre destek veren ülkeler listesinden çıkarmayı sert bir şekilde reddetmiştir. 3.2.2.3. Ekonomik Çıkarlar ABD, Sudan üzerindeki stratejik çıkarlarını her ne kadar El-Kaide üzerinde temellendirse de, Sudan’ın ciddi enerji kaynaklarına sahip olması ve ABD’nin giderek artan enerji açığı, ülkeye ilişkin politikalarında petrolün de belirleyici bir faktör olmasını zorunlu kılmıştır. Şekil5:Sudan’ınYıllaraGörePetrolÜretimiveTüketimi 2001'de yapılan çalışmalar sonucu Sudan’ın 262 milyon varil petrol rezervi olduğu saptanmıştır. 2006'da ise, günlük 381 bin varillik bir üretim kapasitesine ulaşıldığı gözlenmiştir. Bazı analistler ve hükümet raporları tarafından ortaya konulan araştırmalar sonucu, Ocak 2010 itibariyle Sudan Dev 172 Marie Gilbert, “The European Union in the IGAD-Subregion: Insights from Sudan & Somalia”, Review of African Political Economy, Vol. 33, No. 107, Mart 2006, s.146. 80 leti’nin 6 milyar varil petrol rezervinin olduğu belirtilmektedir.173 ABD Enerji Bakanlığı tarafından hazırlanan veriler ışığında 2009 yılında, Sudan’ın günlük petrol ihracatı 485 bin varil, 2010 yılında ise 518 bin varili bulmuştur. Ayrıca üretim ve tüketim arasındaki miktar, üretim lehine artmakta, bu da Sudan’ın petrol ihracatçısı ülkeler arasında yerini alması açısından büyük önem taşımaktadır. Bu veriler değerlendirildiğinde, ABD’nin Sudan’a duyduğu artan ilginin nedeni açıklık kazanmaktadır. Sudan’daki petrolün büyük bir kısmı Petrodar konsorsiyumunun kontrolü altında olan petrol sahalarından çıkarılmaktadır. Bu sahaların günlük 240 bin varil üretebildiği belirtilmektedir. Bunlara ilaveten günlük 180 bin varille ülkedeki petrol üretiminde ikinci olan petrol sahalarını ise Büyük Nil Petrol Projesi kapsamındaki bölgeler oluşturmaktadır.174 Şekil6:Sudan’dakiPetrolSahaları Ülkenin en büyük petrol sahalarını yöneten Petrodar ve Büyük Nil Petrol Şirketlerinde hisselerinde Amerikan hissesi olmaması ilgi çekicidir. Diğer taraftan Çin’in en büyük petrol ve doğal gaz şirketi olan CNPC’nin %40 ile en büyük hisseyi elinde bulundurması, ABD açısından ciddi bir sorun olarak de 173 “Sudan”,U.S. Energy Information Administration-Independent Statistics and Analysis, (Erişim) http://www.eia.doe.gov/cabs/Sudan/Oil.html, 15 Aralık 2010. 174 U.S. Energy Information Administration-Independent Statistics and Analysis, a.g.m. 81 ğerlendirilmektedir. Öte yandan grafikte de görüldüğü üzere, söz konusu petrol sahalarının büyük bir kısmının ülkenin güneyinde bulunması175 ve Ocak 2011’de yapılacak referandum sonrası ülkenin ikiye bölünmek suretiyle güneyde ayrı bir devlet kurulması, ABD çıkarlarına hizmet edecek bir gelişme olarak algılanmaktadır. Bölünmenin ardından BM Güvenlik Konseyi vasıtasıyla uygulanmakta olan yaptırımların ortadan kalkması ve bu bölgeye Amerikan şirketlerinin nüfuz ederek birtakım yeni ortaklıklar kurulması muhtemel görülmektedir. Petrolün yanı sıra Sudan doğalgaz rezervleri bakımından da dikkat çekmektedir. 2009 yılına gelindiğinde, ülkenin birtakım doğalgaz rezervlerine sahip olduğu belirtilmiş fakat ticari açıdan henüz değerli olup olmadığına karar verilememiştir. Her ne kadar ülkenin sahip olduğu bu rezervlerin ticari açıdan değerli olup olmadığı netlik kazanmasa da, ABD Enerji Bakanlığı verilerine göre, Sudan’ın 3 milyar metreküp doğalgaz rezervi olduğu tahmin edilmektedir.176 Sudan’ın günlük petrol üretim kapasitesi Çin, ABD ve AB gibi enerji açığına sahip küresel güçler için büyük önem arz etmektedir. Petrol üretimi 1990’ların sonlarına doğru başlamış ve 1999 yılında Sudan limanına petrol taşıyan boru hattının yapılması ile Sudan’ın petrol ihracatı artmış ve artmaya devam etmektedir. ABD bu pastadaki payını artırmak istemekte ve bunun için başta Darfur krizini kullanmak suretiyle Beşir hükümetini baskı altına alma ve bu süreçte Çin’in ülkedeki güçlü enerji nüfuzuna karşı dengeleri kendi lehine değiştirme amacı gütmektedir. Siyasi ilişkilere bakıldığı zaman, ülkedeki enerji kaynaklarının kullanımı açısından birtakım sorunlarla karşı karşıya kalsa da, ABD’nin durumu lehine çevirmek için girişimlerde bulunduğu görülmektedir. Zira Sudan’ın ikiye bölünerek güneyde yeni bir devlet kurulmasına verdiği destek, ABD’nin bir 175 “Now For the Hard Part”, The Economist, 3 Şubat 2011, (Erişim) http://www.economist.com/node/18070450?story_id=18070450, 10 Şubat 2011. 176 “Sudan”, U.S. Energy Information Administration-Independent Statistics and Analysis, (Erişim) http://www.eia.doe.gov/cabs/Sudan/pdf.pdf, Aralık 2010, s.215. 82 taraftan güneydeki enerji kaynaklarından faydalanması, diğer taraftan da uluslararası teröre karşı savaş çerçevesinde önemli bir hareket alanı sağlaması bakımından ciddi kazanımlar sağlayacak bir teminat olarak değerlendirilmektedir. 3.2.3 Avrupa Birliği AB, Sudan’da yaşanan sürecin dış dinamiklerini oluşturan bir diğer önemli küresel aktör olarak ön plana çıkmaktadır. AB, Sudan ile geliştirdiği ilişkinin temelini ekonomik yardımlara dayandırmakta ve bölgede gösterdiği faaliyetin hedefini, insan hakları ve demokrasinin gelişmesi şeklinde ifade etmektedir. Ülkeye yapmış olduğu yardımların Sudan’da istikrarı sağlamaya yönelik faaliyetler olarak nitelendirilmesinin yanı sıra AB’nin, Sudan’da olduğu kadar kıta genelinde de kazanç sağlamasına yönelik beklentisi dikkatten kaçmamaktadır. 3.2.3.1 Barış Çabaları AB ve Sudan arasındaki ikili ilişkiler, AB’nin Sudan Devleti’ne yapmış olduğu ekonomik yardımlar temeline dayanmaktadır. Ancak ülkede baş gösteren iç savaşın bir sonucu olarak Sudan’da yaşanan insan hakları ihlalleri ve askeri darbeler sebebiyle demokrasi sürecinin sekteye uğraması Mart 1990’da ikili ilişkileri kopma noktasına getirmiştir.177 Ancak Kasım 1999’da AB, ülkedeki insan hakları ihlallerinin giderilmesi, demokratikleşme sürecinin hızlandırılması ve hukukun üstünlüğünün sağlanması gibi konuları kapsayan siyasi diyalog sürecini başlatmıştır.178 AB ile Sudan arasındaki bu siyasi diyalogun sonucu olarak ilişkilerde ilerleme gözlenmiştir. Bölgede barış sağlanması konusunda AB’nin de desteğiyle 177 “Bilateral Relations”, The European Comission’s Delegation to the Sudan, (Erişim) http://ec.europa.eu/delegations/delsdn/en/eu_and_sudan/bilateral_relations.htm, 10 Aralık 2010. 178 The European Commission’s Delegation to the Sudan, a.g.m. 83 2002–2003 yılları arasında Beşir yönetimi ile SHKH arasında müzakereler başlamıştır. 1999 yılında Sudan ve AB arasında başlamış olan siyasi diyalog sürecinde yaşanan ilerlemeler, AB’nin Sudan ile olan ilişkilerini farklı bir düzleme taşımasına ve ilişkilerde normalleşme sürecinin başlamasına katkıda bulunmuştur. Sudan ve AB arasındaki işbirliği sürecinin başlaması Sudan hükümeti ile ayrılıkçılar arasında başlayan barış görüşmelerine bağlanmıştır. Bu çerçevede, Sudan ve AB arasındaki işbirliği, Nairobi Barış Antlaşması’nın ardından ivme kazanarak devam etmiştir. Her ne kadar AB, 1990 ve 2005 yılları arasında Sudan’a ulaştırılacak olan yardımlar için resmi bir mekanizma oluşturamasa da, Avrupa Komisyonu ülkenin güney ve kuzey bölgelerine temel ihtiyaçlar çerçevesinde önemli yardımlarda bulunmuştur.179 2005 yılına kadar Sudan’a yapılan yardımların miktarı 500 milyon avroyu geçmiş, bu yardımların yaklaşık 315 milyon avroluk kısmı Avrupa Komisyonu İnsani Yardım Ofisi tarafından sağlanmıştır. 9 Ocak 2005’te Sudan hükümeti ve SHKH arasında imzalanan Bütünleyici Barış Antlaşması, Sudan Devleti’nin AB ile olan ikili ilişkilerinde yeni bir dönem başlatmıştır. İmzalanan bu antlaşma, taraflar arasında güven tazelenmesine zemin hazırlamıştır. Antlaşmanın hemen ardından 25 Ocak 2005’te Sudan hükümeti ile Avrupa Komisyonu arasında Strateji Belgesi imzalanmış ve SHKH bu görüşmelerde temsilci bulundurmak suretiyle rol almıştır.180 AB’nin Sudan ile olan işbirliği, 400 milyon avroluk yardımın 2005–2007 yılları arasında etkin şekilde ülkeye tahsis edilmesiyle birlikte resmiyet kazanmıştır.181 Yapılan bu yardımların etkin bir şekilde dağıtılması Sudan hükümeti ve SHKH arasında imzalanmış olan BBA’nın işleyişine ve tarafların Darfur krizinin çözümüne ilişkin gösterecekleri yapıcı çabalara bağlanmıştır. 179 The European Commission Delegation to the Sudan, a.g.m. The European Commission Delegation to the Sudan, a.g.m. 181 Rhett L.Miller, Christian W.Bock, “Again, Never: The EU’s Failure To Act in Darfur”, Journal of European Affairs, Vol.2, No.2, Aralık 2004, (Erişim)http://ssrn.com/abstract=633483, 1 Kasım 2010. 180 84 Avrupa Komisyonu’nun Sudan’a ilişkin stratejik yaklaşımı, ülkenin çatışmalar sonrası yeniden yapılandırılması ve kalkınması yönünde şekillenmiştir. Bu çerçevede ülkedeki siyasi atmosferin yeni bir gerginliğe sebebiyet vermemesi ve barış antlaşmasının uygulanmasının önündeki engellerin kaldırılması açısından, ekonomik yardımların etkin bir şekilde tahsis edilmesi planlanmıştır.182 Avrupa Komisyonu, Sudan ile ekonomik yardımlar temelinde şekillenen işbirliğini iki kategoriye ayırmıştır. Komisyon birinci aşama olarak barış sürecine olumlu katkı yapması beklenen ekonomik yardımları, iç savaştan ciddi şekilde etkilenen bölgelere aktarmaya ve iç savaş süresince evlerinden edilmiş Sudanlıların geri dönüşleri ile ilgili çalışmalara ayırmıştır. Birinci aşamaya paralel olarak ikinci aşamada ise, AB Komisyonu, Hartum ve Güney Sudan’da özellikle iç savaş sırasında zayıflamış olan sektörleri güçlendirmek amacıyla, aktif olarak sektörler arası diyalogu başlatmıştır.183 318 milyon avro ülkenin en önemli iki sektörü olan eğitim ve gıda güvenliğine aktarılmıştır. Diğer taraftan Avrupa Komisyonu ve Sudan Hükümeti arasında, bölgede barışın ve refahın tesisi için önemli düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemelerden ilki İnsani Yardım Programı olarak adlandırılan, genel olarak halkın yaşam standartlarını yükseltmek ve temel ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla 2001 yılında Sudan Hükümeti ve AB arasında imzalanmıştır. AB ve Sudan Hükümeti tarafından oluşturulan diğer bir düzenleme ise, iç savaştan etkilenen bölgelerde yaşayan halka yardımların ulaştırılmasına ilişkindir. Bunun yanı sıra, BBA’nın imzalanmasından kısa bir süre sonra AB Komisyonu, BM Kalkınma Programı tarafından finanse edilen 52 milyon avroluk yardımla Yeniden Yapılandırma ve İyileştirme Programını başlatmıştır.184 Bu program çerçevesinde, Sudan’da özellikle tarım gibi önemli sektörlerde yatırımlar yapılmış ve ülkede iç savaş sonucunda ortaya çıkan sorunların çözümü için altyapı hizmetleri sağlanmıştır. 182 The European Commission Delegation to the Sudan, a.g.m. The European Commission Delegation to the Sudan, a.g.m. 184 The European Commission Delegation to the Sudan, a.g.m. 183 85 Öte yandan AB, uzun vadeli barış ortamının güvencesi olarak görülen BBA’nın uygulanabilmesi yönünde, Sudan hükümetini cesaretlendirmek için birtakım düzenlemelerde bulunmuştur. Örneğin, çatışma sonrası geçiş süreci programı çerçevesinde Sudan hükümeti ile geliştirdiği işbirliği, ülkenin yeniden demokratikleşmesi açısından oldukça önemli görülmektedir. Söz konusu işbirliği çerçevesinde ülkede seçimlerin zamanında yapılması teşvik edilerek demokrasiye sağlam bir temel oluşturmak istenmiştir. AB, ülkede barış sağlanmasına yönelik olarak atmış olduğu adımlara ek olarak, 2006 yılında ortaya koymuş olduğu Silahsızlanma ve Yeniden Bütünleşme Programı için önemli miktarda fon ayırarak, ülke içerisinde barışın tesisine katkı sağlamayı hedeflemiştir.185 AB Komisyonu ayrıca eğitim alanında yapılması gerekli iyileştirmelerle de ilgilenmiş, özellikle Sudan’da iç savaş sonucunda ciddi sorunlarla karşı karşıya kalan eğitim sektörünün canlandırılması için çalışmalar yapmak üzere UNICEF’in de desteğiyle, 441 bin avroluk kaynak ayırmıştır. Bunun yanı sıra, İnsan Hakları ve Demokrasi için Avrupa Girişimi olarak adlandırılan diğer bir programla Sudan’daki sivil toplum örgütleri desteklenerek, demokrasinin gelişimi için çaba gösterilmiştir. Bu program çerçevesinde AB Komisyonu Mart 2005’de ilk olarak 8 sivil toplum örgütü için ayırdığı 435 bin avroluk fonu, Şubat 2006’da 1 milyon avroya çıkarmıştır.186 Söz konusu girişim, Sudanlı sivil toplum örgütlerinin projelerini destekleyerek ülkede insan hakları ve demokrasinin güçlendirilmesinin önünü açmayı hedeflemiştir. İnsan hakları ve demokrasi çabalarının yanı sıra AB Komisyonu, Sudan’daki askeri darbeler ve iç savaş ortamı ile yıpranan hukuk sisteminin işlevini yeniden kazanmasını sağlamak amacıyla BM Kalkınma Programıyla beraber 1,4 milyon avroluk bir proje başlatmıştır. Genel olarak incelendiği zaman AB, Sudan ile ilişkilerini daha çok ekonomik düzlemde devam ettirmiştir. Darfur krizi sonrasında özellikle ülkede 185 186 The European Commission’s Delegation to the Sudan, a.g.m. The European Commission’s Delegation to the Sudan, a.g.m. 86 barışı ve istikrarı sağlamaya yönelik atılan adımlar, Sudan’a aktarılan ekonomik yardımlar çerçevesinde şekillenmiştir. BM ile ortaklaşa veya direkt olarak kendi girişimleriyle sağlamış olduğu yardım paketlerini, ülkede siyasal sistemin yeniden tesis edilebilmesi amacıyla iç savaştan zarar gören sektörlere dağıtmak üzere etkin şekilde kullanmayı hedeflemiştir. AB, Joseph Nye tarafından ortaya atılan ve günümüzde uluslararası politikanın oluşumundaki önemli araçlardan biri olan “yumuşak güç” stratejisini Darfur krizi ekseninde Sudan üzerinde etkili şekilde uygulamış ve siyasi sistemin oluşturulmasında rol oynamak suretiyle stratejik çıkarları doğrultusunda ülkede etki alanları oluşturma yoluna gitmiştir. 3.2.3.2 Siyasi Çıkarlar 11 Eylül saldırılarının ardından Londra ve Madrid’de gerçekleştirilen El-Kaide saldırıları, AB’nin Darfur krizi eksenindeki Sudan politikasını şekillendiren çıkarlarını, özellikle uluslararası terör açısından stratejik düzeye taşımıştır. AB, ABD liderliğinde uluslararası terörizmle savaşa yönelik Afrika Boynuzunda yürütülen operasyonlara bizzat katılmaya başlamıştır. Bu çerçevede AB, ABD’nin bölgede gerçekleştirmiş olduğu operasyonlara hava, kara ve denizden destek vermiştir. Bunun yanı sıra AB üyesi devletlerden Fransa, İngiltere ve İtalya bölgeye donanımlı istihbarat görevlileri de göndermiştir.187 AB, her ne kadar ABD tarafından uluslararası terörizme karşı yürütülen operasyonlarda aktif rol alsa da, 2001’de Avrupa Konseyi’nde kabul edilen “Terörizmle Mücadelede Ortak Tutum” belgesinin ardından oluşturduğu terör grupları listesiyle birlikte 13 terörist grubun ve 29 teröristin isimlerini yayınlamış ancak listede El-Kaide lideri Usame Bin Ladin’e yer vermemiştir. 188 187 “Biting the Somali Bullet”, International Crisis Group, Africa Report No:79, 4 Mayıs 2004, (Erişim) http://www.crisisgroup.org/en/regions/africa/horn-of-africa/somalia/079-biting-the-somalibullet.aspx, 5 Nisan 2009. 188 Mehmet Özcan, Serkan Yardımcı, “Avrupa Birliği ve Küresel Terörizmle Mücadele”, Terör, Terörizmle ve Küresel Terörle Mücadelede Ulusal ve Bölgesel Deneyimler, (ed: İhsan Bal), USAK Yayınları, Ankara, Nisan 2006, s.222-223. 87 AB Konseyi tarafından Mart 2005’de güncellenen listeye 16 kişi ve 34 örgütün189 alınmasına karşın, konseyin El-Kaide’yi listeye almaktan kaçınması Amerikan ve Avrupa istihbarat servisleri arasında birtakım anlaşmazlıklar doğurmuştur. Ortaya çıkan bu durum sonrasında AB, ABD’ye bu bölgede yapmış olduğu operasyonlarda destek vermekten ziyade, AB içerisinde bulunan ElKaide bağlantılı teröristlere karşı operasyonlar düzenlemeye başlamıştır. Kısacası, Avrupalı devletler ABD’nin bölgedeki operasyonlarına katılmaktansa, kendi iç güvenliklerini artırmayı daha doğru bulmuştur. ABD’nin aksine AB, Sudan politikasının ve Darfur krizinin çözümüne yönelik girişimlerinin temelini daha çok ekonomik yardımlar çerçevesinde ülkedeki siyasi sistemin yeniden inşasına dayandırmaktadır. Her ne kadar AB, Sudan’ı da içine alan Afrika Boynuzunda barış ortamının tesis edilmesi amacına yönelik askeri operasyonlarda sınırlı bir rol üstlense de, Birliğin Afrika ülkelerine yapmış olduğu yardımlar ve bu yardımlar sayesinde yürütülen projelerle birlikte, kıtadaki nüfuzunu korumak istediği görülmektedir. Bu çerçevede AB’nin kıtadaki çıkarlarını korumak amacıyla uygulamaya koyduğu stratejik girişimler, Sudan politikasını da şekillendirmektedir. Zira AB, ekonomik yardımlar vasıtasıyla, Sudan’da güney sorunuyla başlayan iç savaş dönemi ve ardından yaşanan Darfur kriziyle uzun yıllar devam eden istikrarsız yapının son bulmasına katkı sağlayarak yeniden yapılanma sürecinde aktif rol almayı hedeflemiştir. 3.3. SUDAN HÜKÜMETİ VE DARFUR KRİZİ Sudan sınırlarında bütünlüğün korunmasına önem veren Beşir yönetimi, güneydeki ayrılıkçı sorunu çözmek için büyük çaba sarf etmiştir. Bir önceki hükümetin güneyli ayrılıkçılarla yaşanan problemleri diplomasiyle çözme yoluna gitmesi ancak başarılı olamaması sebebiyle Beşir yönetimi, SHKO’yu 189 Özcan, a.g.m., s.223. 88 askeri yönden bozguna uğratacak adımlara odaklanmıştır. Hükümet ile güneyli ayrılıkçılar arasında şiddetli çatışmaların yaşandığı bir dönemde Darfur bölgesinde, yerli Afrikalılar ile göçebe Araplar arasında otlaklar ve su kaynaklarının kullanımı konusunda bölgesel güç mücadeleleri başlamıştır. Olayların kısa sürede ayaklanmalara dönüşmesi, Sudan hükümetini askeri önlemlere itmiş, Beşir yönetimi, ülkenin geleceği söz konusu olduğundan isyanları bastırabilmek adına şiddet kullanmaktan çekinmemiştir. Ancak isyancıların saldırılarını artırması karşısında Beşir yönetimi, hükümet güçlerinin yetersiz kaldığı bölgelerde Arap milisleri kullanmak suretiyle savunmaya geçmiştir. Sudan hükümeti bir yandan güneyli ayrılıkçılarla ve Darfurlu isyancılarla mücadele ederken diğer taraftan da uluslararası baskıları göğüslemeye çalışmıştır. ABD, 1990’lı yıllar boyunca Sudan’ın El-Kaide lideri Bin Ladin’e ev sahipliği yaptığı gerekçesiyle Beşir yönetimini hedef haline getirmiştir. Güney Sudan sorununun ardından Darfur krizinin patlak vermesiyle beraber ülkeye amborgo uygulanması, Beşir yönetimini uluslararası arenada giderek yalnızlığa itmiştir. Tüm bu baskı politikasının devam ettiği bir dönemde, ABD ve AB öncülüğündeki uluslararası destekle birlikte Sudan hükümetinin ayrılıkçı grup SHKH ile barış görüşmeleri için masaya oturması sağlanmıştır. Addis Ababa Antlaşması’nda eksik kalan yerlerin giderilmesi sonucu ortaya çıkan BBA ile 2009’daki genel seçimlerin ardından 2011 yılında yapılacak referandum ile kuzeyden ayrı bir devlet kurup kurmamaya karar verilmesi öngörülmüştür. Bağımsızlığın ilk yıllarından beri gündemde olan güneyli ayrılıkçılar meselesinde hükümeti bu denli ciddi tavizler vermeye iten birtakım sebepler bulunmaktadır. Sudan hükümeti öncelikle, güneyli isyancı gruplarla imzalanacak bir barış antlaşmasını ülkenin bütünlüğünün korunması açısından son bir şans olarak değerlendirmektedir. Güneyli ayrılıkçıların taleplerine cevap verilerek Sudan’da şiddetin son bulması ve istikrarın sağlanması hedeflenmiştir. Ayrıca hükümet, istekleri karşılanan ayrılıkçı grupların Darfur’da provakatif faaliyetlere son vermesi ile Güney Sudan sorununda olduğu kadar 89 Darfur krizinde de kazanım elde edeceğini düşünmüştür. Öte yandan hükümet barışçıl çözümler doğrultusunda atacağı adımlarla, Sudan’a uygulanan ambargo ve izolasyon politikalarından kurtulmayı da hedeflemiştir.190 2005 yılında güneyli ayrılıkçılarla imzalanan barış antlaşmasının ardından hükümet Mayıs 2006’da Darfur’daki isyancı gruplarla barış görüşmelerine başlamıştır. 2011 referandumunu etkileyecek olan 2009 genel seçimlerinde mevcut yönetim lehine bir sonuç için Sudan hükümeti, barış görüşmeleri sayesinde içeride yaşanan sorunları fırsata dönüştürme yoluna gitmiştir. Ancak SHKO lideri Garang’ın helikopter kazası sonu hayatını kaybetmesinin ardından güneydeki ayrılıkçıların yeniden ayaklanmasının yanı sıra, SKO içinde yaşanan fikir ayrılıkları sonucunda DBA’yı bazı grupların onaylamaması nedeniyle ne güneyde ne de Darfur bölgesinde tam olarak barış ortamı sağlanamamıştır. Darfur’da barışı korumak için dünyanın en büyük uluslararası barış gücünün bölgede konuşlandırılması ile ilgili BM kararına şiddetle karşı çıkan Sudan hükümeti Afrika Birliği tarafından bölgeye gönderilecek ateşkes gözlem ekibinin yeterli olacağını savunmuştur. Beşir yönetimi barışı korumak amacıyla bölgeye yabancı birliklerin girişini iç işlerine müdahale sürecinin başlangıcı olarak değerlendirmektedir. Bu sebeple hükümet bölgedeki BM askerlerine, ancak 7 bin kişilik Afrika Birliği Barış Gücü’ne destek niteliğinde olması şartıyla onay vermiştir.191 Şu an itibariyle Darfur’da halen 9 bin kişilik BM-Afrika Birliği Ortak Barış Gücü faaliyet göstermektedir. Durumdan memnun olmayan BM, barış gücü askerlerinin sayısını artırma konusunda Sudan hükümetine baskılar yapsa da Beşir yönetimi için konu oldukça hassas görülmektedir. Ortak barış gücü tartışmalarının devam ettiği bir dönemde UCM’nin Beşir hakkında açtığı dava Hartum hükümetinde tansiyonun artmasına sebep olmuştur. UCM’yi tanımayan hükümet, iddiaları kesinlikle kabul etmediğini 190 191 De Waal, a.g.m., s.17. De Waal, a.g.m., s.18-19. 90 belirterek, ortada bir hukuk ihlali varsa, bu konuda ulusal mahkemelerin üzerine düşen görevi yerine getireceğini savunmaktadır. Zira UCM’nin, Cancevid milislerin lideri Ali Abdürrahman ve Sudan İnsani İşler Bakanı Ahmet Harun hakkında 2007 yılında verdiği tutuklama kararına uymayan Sudan hükümeti, söz konusu yetkilileri mahkemeye teslim etmek yerine, Sudan’da yargılanmaları için hukuki süreç başlatmıştır. Temmuz 2008’de açılan dava sonucunda UCM’nin Beşir’i tutuklama kararını hükümet, “yeni sömürgecilik” planının bir parçası olarak değerlendirmektedir.192 Mahkemenin kararını siyasi bulan Sudan hükümeti, ülkenin istikrara kavuşmasında Batı’yı büyük bir engel olarak görmektedir. ABD liderliğinde uygulanan bu baskı politikası Beşir yönetimi açısından, sorunları barışçıl yollarla çözmekten ziyade çıkarlar doğrultusunda kullanmaya uygun zemin yaratma çabaları olarak değerlendirilmektedir. ABD liderliğindeki “yeni dünya düzeni”nde Batı’dan farklı bir yol benimseyen Sudan, tehdit olarak algılanmaktadır. Bu bağlamda “Batı ile çatışan” mevcut rejimin tasfiye edilip yerine “Batı ile çalışan” bir yönetim getirilmek istendiği izlenimi doğmaktadır. On beşinci yüzyılda başlayan sömürgecilik faaliyetlerinin başka bir yapıyla, birçok Afrika ülkesinde olduğu gibi, Sudan’da da devam ettirilme tehlikesi, Beşir yönetimi için ciddi bir endişe kaynağı olarak görülmektedir. 192 “El-Beşir İçin Tutuklama Emri”, Cumhuriyet Gazetesi, 5 Mart 2009. SONUÇ Tarihten günümüze Sudan, birbirinden farklı dönemler ve her dönemde farklı sorunlar tecrübe etmiştir. Sudan tarihi incelendiğinde, günümüze yansıyan sorunların çoğunun, sömürge döneminde izlenen politikalardan kaynaklandığı görülmektedir. Her ne kadar sömürgecilik Sudan tarihine damgasını vursa da, dönemin son bulması Sudan halkı için sorunların son bulması anlamına gelmemiştir. Sudan bağımsızlığını kazandıktan sonra yeni sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Beklenenin aksine bağımsızlık, Sudan halkı için çözüm olamamıştır. Bölgenin yer altı madenleri ve enerji kaynakları bakımından zengin olması, Sudan’a olan ilgiyi canlı tutmaktadır. Ancak bu ilgi çoğu zaman, ülkeyle ikili ilişkiler geliştirmekten ziyade, İngiliz sömürge döneminden miras kalan sorunlu yapıya müdahil olma şeklinde kendini göstermektedir. Farklılıklar temeline dayanan bu yapı, Sudan halkına yoksulluk ve savaş getirirken, küresel güçler, bölgedeki karışıklığın da yardımıyla, Sudan’ın zenginliklerinden pay kapma hevesi içine girmektedir. Sudan; etnik, dini ve kültürel açıdan dünyanın en heterojen toplumlarından biri olma özelliğiyle dikkat çekmektedir. Suni sınırlar yaratılırken ortaya çıkartılan ve sömürge sonrası döneme miras olarak bırakılan bu yapı, Sudan’ın bağımsızlığından bu yana başa çıkmaya çalıştığı birçok meselenin temelini oluşturmaktadır. Zira Afrika’nın en uzun iç savaşı ile ayrılıkçı sorununun devam ettiği bir dönemde patlak veren Darfur krizinin çerçevesini bu sorunlu yapı çizmektedir. Darfur bölgesinde yaşanan şiddet olaylarının uluslararası kamuoyunda yankı bulmasıyla birlikte Sudan, Batı için hedef ülke haline gelmiştir. Hem Güney Sudan sorunu hem de Darfur krizi sebebiyle Sudan hükümeti, ABD liderliğindeki Batı dünyası tarafından baskı altına alınmak istenmiştir. Ancak tüm bu baskılar, asıl hedefin, sorunları barışçıl yollardan çözmek yerine çı- 92 karlar doğrultusunda kullanmaya uygun bir zemin yaratma şeklinde olduğu şüphesini doğurmaktadır. ABD liderliğindeki “yeni dünya düzeni”nde Batı’dan farklı bir yol benimseyen Sudan, tehdit olarak algılanmaktadır. Bu bağlamda “Batı ile çatışan” mevcut rejimin tasfiye edilip yerine “Batı ile çalışan” bir yönetim getirilmek istendiği izlenimi verilmektedir. Küresel projeleri çerçevesinde Sudan’da yeni bir siyasi yapı oluşturmaya odaklanan ABD, bölgede varlık gösteren en önemli küresel aktörlerden biri olarak görülmektedir. ABD’nin Sudan’a yönelik siyasi ve ekonomik politikaları, terörle savaş ve artan enerji açığı çerçevesinde oluşturulmuştur. Buna göre Sudan, ABD’nin 2001 sonrası “uluslararası terörle savaş” adı altında Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki siyasi yapıların kendi çıkarları doğrultusunda tekrar yapılandırılması projesi kapsamında önemli bir yer arz etmektedir. Sudan’ın ABD açısından böylesine stratejik bir konuma sahip olmasının altında yatan en önemli neden, ülkenin ciddi bir petrol üreticisi olmasının yanı sıra ülkedeki bazı radikal İslamcı gurupların El-Kaide ile bağlantı içerisinde olması olarak gözlemlenebilir. Sudan’ın toplam petrol rezervlerinin 6 milyar varil olduğu bilinmektedir. Fakat bu petrol rezervleri üzerinde Amerikan şirketlerinin varlık gösterememesi ABD açısından büyük sorun teşkil etmekte ve son dönemde söz konusu durumun değiştirilmesine yönelik faaliyetler ön plana çıkmaktadır. Öte yandan en verimli petrol sahalarının ülkenin güneyinde bulunması, Sudan’ın bugün içinde bulunduğu durumu ve güneyde yaşanan sorunların nedenini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu bağlamda ABD tarafından desteklenen bağımsızlık referandumu sonrası ülkenin ikiye bölünerek güneyde ayrı bir devlet kurulması, ABD çıkarlarına hizmet edecek önemli bir fırsattır. Bölünmenin ardından Sudan, şüphesiz yeni bir şekillenme sürecine girecektir. Zira BM Güvenlik Konseyi vasıtasıyla Sudan üzerinde uygulanmakta olan yaptırımların ortadan kalkması ve bu bölgeye Amerikan şirketlerinin nüfuz etmesiyle birlikte ABD’nin bölgedeki çıkarlarını koruyacak birtakım yeni ortaklıklar kurulması muhtemel görülmektedir. Bunun yanı sıra güneyde 93 kurulacak olan devletin, ABD’nin uluslararası teröre karşı yürüttüğü savaşta önemli bir kazanım sağlayacağı da dikkatten kaçmamaktadır. Diğer taraftan ABD, her ne kadar ekonomik ve siyasi çıkarlarını maksimize etmeye yönelik realist bir yaklaşım ile şekillendirdiği Sudan politikasını uygulamaya çalışsa da, bölgedeki nüfuzu hızla artan küresel güçler sebebiyle ABD’nin bölgedeki hareket sahası oldukça daralmıştır. Bu çerçevede Çin, Sudan’da varlık gösteren bir diğer önemli küresel güç olarak dikkat çekmektedir. Çin’in, genelde Afrika kıtasına, özelde ise Sudan’a olan ilgisinin temelinde, ABD’ninkine benzer şekilde, artan enerji açığı ile kıta üzerindeki geniş çaplı ekonomik ve siyasi çıkarları yatmaktadır. Yıllık yüzde 10 oranıyla dünyanın en hızlı büyüyen Çin ekonomisinin sürdürülebilirliği açısından ülkenin enerji açığı büyük sorun oluşturmaktadır. Bu durum şüphesiz, Çin’in Sudan politikasının temel belirleyicisi olmuştur. Zira Sudan’ın günlük 580 bin varillik petrol ihracatına olanak sağlayan önemli petrol arama sahalarının büyük kısmında Çin Ulusal Şirketi CNPC’nin etkin olması, Çin’in Sudan’a yönelik ilgisinin kaynağını net bir şekilde ortaya koymaktadır. Çin’in Sudan ile enerji dışında ekonomik işbirliği geliştirdiği bir diğer alan ise silah sektörü olmuştur. Her ne kadar BM Güvenlik Konseyi yapmış olduğu çalışmalar sonucu Sudan’a karşı silah ambargosu kararı almış olsa da, özellikle 2003 ve 2006 yılları arasında Çin, Sudan’ın en büyük silah tedarikçilerinden biri olmuştur. Zira Çin’in Sudan’a her yıl ortalama 14 milyon dolarlık silah sattığı bilinmektedir. Sudan ile geliştirdiği işbirliği, ABD önderliğindeki Batı dünyası tarafından ağır eleştirilere sebep olsa da Çin, ekonomik ve siyasi çıkarları doğrultusunda izlemiş olduğu “Beşir yanlısı” olarak görülen Sudan politikasından vazgeçmemiştir. Çin’in, Güney Sudan sorunu ve Darfur krizinde Hartum hükümetini desteklemesinin, kendi siyasi sorunlarıyla da yakından ilgisi bulunmaktadır. Zira Sincan bölgesindeki Uygurlara karşı izlemiş olduğu baskıcı politika Pekin yönetimini, Beşir’den yana bir duruş sergilemeye itmiştir. Bu çerçevede Çin, BM Güvenlik Konseyi’nde Sudan’a ilişkin birçok görüşmede, 94 devletlerin iç işlerine karışmanın uluslararası hukuka aykırı olduğu savını öne sürerek sorunun Hartum yönetimi tarafından çözümünü desteklemiştir. Son dönemde Çin, her ne kadar BM Güvenlik Konseyi’nde Darfur’a ilişkin oylamalarda çekimser kalıp geleneksel politikasında değişime gidiyor gibi görünse de, Sudan’a olan yatırımlarını artırarak devam ettirmiş ve böylece ekonomik bağımlılık yaratmak suretiyle bölgedeki çıkarlarından vazgeçmeyeceğini göstermiştir. Bu çerçevede, Çin hem bölgeye hem de ülkeye yapmış olduğu yatırımlar sonucu ciddi bir ekonomik ve siyasi nüfuz alanı yaratmıştır. İktisadi temelli dış politika stratejisiyle Sudan üzerinde siyasi etki alanı yaratmaya çalışan diğer bir küresel güç ise, AB olmuştur. Sudan’a yapmış olduğu yardımlar sayesinde ülke üzerinde, Çin kadar olmasa da ciddi bir siyasi etki alanı yaratmayı başarmıştır. AB, ekonomik yardımlarını genel olarak, demokrasi ve insan haklarının geliştirilmesine bağlamıştır. Böylece AB, ülkedeki siyasal sistemin yeniden inşası sürecinde rol alarak Sudan’daki nüfuzunu artırmayı hedeflemiştir. Zira söz konusu strateji çerçevesinde AB, 2005 yılına kadar 500 milyon avroluk bir yardımda bulunurken bunun 315 milyon avroluk kısmı Avrupa Komisyonu İnsani Yardım Ofisi tarafından sağlanmıştır. Ayrıca Sudan hükümeti ile Avrupa Komisyonu arasında imzalanan Strateji Belgesi, AB’nin Sudan ile olan işbirliği sürecine olumlu katkıda bulunurken buna paralel olarak ülkeye yapılan yardımlar artırılmış ve AB, Sudan’da ekonomi temelli bir etki alanı yaratmıştır. AB’nin Sudan’a ilişkin politikalarını belirleyen bir diğer önemli noktayı ise, birliğin güvenlik kaygıları oluşturmaktadır. Zira 11 Eylül sonrası ABD önderliğinde yürütülen uluslararası terörle savaş siyaseti çerçevesinde yeniden şekillendirilmesi öngörülen coğrafyalarda ortaya çıkan siyasi ve ekonomik istikrarsızlıklar AB’nin güvenlik kaygılarını artırmıştır. Bu süreçte AB ilk olarak, El-Kaide’ye karşı ABD önderliğinde yürütülen askeri operasyonlarda yer almak suretiyle bölgede varlık göstermiştir. Ancak daha sonra, uluslararası terörle savaşa yönelik ortaya çıkan görüş farklılıkları 95 AB’nin, Sudan’ın istikrara kavuşturulmasında askeri metotlardan ziyade ekonomik metotların gerektiği fikrini benimsemesine sebep olmuştur. Böylece AB, ABD önderliğinde yürütülen askeri operasyonlara yoğun bir şekilde katılmaktansa, El-Kaide bağlantılı terörist oluşumlar ile mücadeleye yönelik kendi politikalarını ortaya koyma hedefi gütmüştür. Bu hedef bağlamında AB tarafından Sudan’ın istikrara kavuşturulmasına ilişkin belirlenen politikalar, ABD’nin “sert güç” temeline dayanan askeri müdahalesinin aksine, ülkedeki ekonomik ve siyasi düzenin yeniden yapılandırılmasına yardımcı olmak suretiyle “yumuşak güç” düzleminde devam ettirilmiştir. Görüldüğü üzere ABD, AB ve Çin, Sudan’a ilişkin politikalarını, ekonomik ve siyasi çıkarları çerçevesinde şekillendirmektedir. Bu çerçevede AB ve Çin bölgedeki çıkarlarını maksimize etmeye yönelik birtakım “yumuşak” dış politika yapım araçları kullanırken, ABD tam tersine askeri yöntemlerle özelde Sudan topraklarında, genelde ise Afrika kıtasındaki nüfuz alanını arttırmaya çalışmaktadır. Sudan’da, özellikle Darfur kriziyle başlayan süreçte her ne kadar Çin günden güne Sudan üzerindeki siyasi ve ekonomik etki alanını artırsa da, bağımsızlık referandumu sonucunda ABD’nin lehine gelişmeler yaşanması muhtemel görülmektedir. Bu çerçevede, referandum sonrası ülkenin güneyinin bağımsızlığını ilan etmesi durumunda, ABD’nin bölgedeki varlığının daha etkin hale geleceği ve bunun sonucu olarak şu an Çin’in kontrolünde olan birçok petrol sahasından pay almak isteyeceği bilinmektedir. Bu durumun bölge açısından dengeleri değiştirmesi kaçınılmaz görülmektedir. Bu çerçevede, özellikle Güney Sudan’da halen sürmekte olan Çin-ABD rekabeti daha da şiddetlenip genel olarak Sudan üzerinde olumsuz bir etki yaratabilir. Öte yandan, ülkenin güneyinde yeni bir oluşumun ortaya çıkması, AB açısından da ekonomik ve siyasi dengeleri değiştirecektir. Zira AB ülkeleri, artan enerji açığına alternatif yarabilmesi açısından, bölünmenin ardından güneyde yeni kurulacak devlet ile ilişkilerini geliştirmeye önem verebilirler. Çin’in kontrolünde olan güneydeki petrol sahalarından Avrupalı şirketlerin de 96 pay almak istemesi, ABD ve Çin arasında yaşanan rekabete AB’nin de katılması, bölgedeki gerilimi tırmandırabilir. Bu durum yeni kurulmuş olan devlet için istikrarsızlık kaynağı da olabilir. Böyle bir istikrarsızlık ortamının oluşması ise sadece güneyi etkilemekle kalmayıp, tüm ülke genelinde ve ayrıca bölgedeki diğer ülkeler açısından da ekonomik ve siyasi gerginliğe yol açabilir. Küresel rekabet alanı olmanın yanı sıra, Sudan’ın kendi iç dinamikleri açısından da bölünmeyle birlikte birtakım olumsuz gelişmelerin patlak vermesi muhtemel görülmektedir. Zira ülkenin ikiye bölünmesi sonucunda çoğunlukla Müslümanların yaşadığı Sudan’ın kuzey bölgesinin tamamen şeriat kanunları ile yönetilen bir yapıya bürünmesi, ülkeye Batı tarafından yöneltilen eleştirilerin daha da artmasına sebep olacak ve bu durum Beşir yönetimine karşı bir baskı unsuru olarak kullanılabilecektir. Ayrıca kuvvetle muhtemel görülen böyle bir durumun oluşması ABD’ye, teröre karşı savaş argümanını kullanma fırsatı vererek bölgede daha geniş bir hareket alanı sağlayabilir. Görüldüğü gibi, Sudan, küresel güçlerin en önemli rekabet alanlarından biri haline gelmiştir. Sudan’ın zengin yer altı madenleri ve petrol kaynaklarından faydalanma hedefine hizmet eden sömürgecilik politikaları, günümüzde küresel güçlerin bölgedeki faaliyetlerine ışık tutarken, diğer taraftan Sudan halkı için sömürge döneminden itibaren devam eden ve uzun yıllar etkilerinin sürmesi beklenen ekonomik, siyasi ve sosyal açıdan derin bir bunalıma yol açmıştır. Her ne kadar ABD, AB ve Çin bölgedeki faaliyetlerini, Sudan’da istikrarı sağlamaya yönelik politikalar şeklinde nitelendirse de, etnik ve dini temelli bu tahribat günümüzde ABD, AB ve Çin tarafından yürütülen politikalar sonucunda daha da derinleşmiştir. 97 KAYNAKÇA Kitaplar ALBINO, Oliver, The Sudan: A Southern Viewpoint, Oxford University Press, London, 1970. ATAÖV, Türkkaya, Afrika Ulusal Kurtuluş Mücadeleleri, Sayı 411, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1977. BESHIR, Omer Mohammed, Revolution and Nationalism in the Sudan, Rex Collings, London, 1977. COLLINS, Robert O., A History of Modern Sudan, Cambridge University Press, New York, 2008. DALY, Martin, Darfur’s Sorrow- A History of Destruction and Genocide, Cambridge University Press, Cambridge, 2007.. DE WAAL, Alex, War in Darfur and the Search for the Peace, Harvard University Press, ABD, 2007. EL-AFENDI, Abdelwahab, Turabi’s Revolution: Islam and Power in Sudan, Grey Seal Press, London, 1991. FLINT, Julie, DE WAAL, Alex, Darfur: A New History of a Long War, Zed Press, New York, 2008. GALLAB, Abdullah A., The First Islamist Republic: Development and Disintegration of Islamism in Sudan, Ashgate Pres, London, 2008. HASAN, Yusuf Fadl, The Arabs and the Sudan, Edinburgh University Press, Edinburgh, 1967. JOHNSON, Douglas H., The Root Causes of Sudan’s Civil Wars, Indiana University Press, Indiana, 2007. MAMDANİ, Mahmood, Saviors and Survivors: Darfur, Politics and the War on Terror, Pantheon Books, New York, 2009. ROTHCHILD, Donald, Managing Ethnic Conflict in Africa, Brooking Institution Press, Washington, 1997. SIDAHMET, Abdel S., Politics and Islam in Contemporary Sudan, Routledge Curzon Press, London, 1997. 98 TOPUZ, Hıfzı, Kara Afrika, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1971. VOLL, John O., VOLL, Sarah, The Sudan: Unity and Diversity in a Multicultural State, Westview Press, London, 1985. WAI, Dunstan, The African-Arab Conflict in the Sudan, African Publishing Company, New York, 1981. WOODWARD, Peter, Sudan 1898–1989: The Unstable State, Lester Crook Academic Publishing, London, 1990. YILMAZ, Türel, Uluslararası Politikada Ortadoğu, Akçağ Yayınları, Ankara, 2004. Makaleler ALİ, Wasil, “China Uses Economic Leverage to Pressure Sudan on Darfur – US,” Sudan Tribune, 6 Mart 2007. BECHTOLD, Peter K., “More Turbulence in Sudan”, State and Society in Crisis, (ed: Joh O. Voll), Indiana University Press, ABD, 1991, s.1–42. BUCKLEY, Chris “China’s Hu Says Understands Sudan’s Darfur Concerns”, Reuters, 2 Kasım 2006, (Erişim)http://www.turkishweekly.net/news/40644/china-s-hu-saysunderstands-sudan-s-darfur concerns.html, 10 Ekim 2009. COLLINS, Robert O., “Darfur and Arab League”, Ağustos 2006. (Erişim)http://www.ciaonet.org/pbei/winep/policy_2006/2006_1111/index.html, 1 Haziran 2009. ÇAKMAK, Cenap, “Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Darfur Krizi’ne Müdahil Olması ve ABD’nin Süpergüç Olarak Limitleri”, 18 Mayıs 2009, (Erişim) http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/ILI1iMy2U84YSdaYjZYpzEYJZvfmNa.p df, 5 Ekim 2010. DALAR, Mehmet “İnsanlık Suçu ve Soykırım Tartışmaları Bağlamında Darfur Sorunu ve Türkiye”, Ortadoğu Analiz, Cilt 1, Sayı 12, Aralık 2009, s.93–101. DE WAAL, Alex, “The Wars of Sudan”, The Nation, 19 Mart 2007, s.16–20. EL-BATTAHANI, Atta, “Multi-Party Elections and the Predicament of Northern Hegemony in Sudan”, Multi-Party Elections in Africa, (ed: Michael Cowen, Liisa Laakso), Palgrave Press, New York, 2002, s.251–277. 99 ENGELHARDT, Marc, “China’s Involvement in Sudan, Criticism of Red Giant”, 1Mart2007, (Erişim) http://en.qantara.de/webcom/show_article.php/_c-476/_nr-740/_p1/i.html, 1 Mayıs 2010. FLACKS, Marti Alane, “Sudan’s Transitional Constitution: Potential Perils and Possibilities for Success”, Journal of International Policy Solutions, http://irps.ucsd.edu/assets/004/5377.pdf. GILBERT, Marie, “The European Union in the IGAD-Subregion: Insights from Sudan & Somalia”, Review of African Political Economy, Vol. 33, No. 107, Mart 2006, s.142–150. GÜRSELER, Ceren, “Çad-Sudan Anlaşması İstikrar Getirecek mi?”, 17 Mart 2008(Erişim)http://www.asam.org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=2057&kat1=&kat2= 1, 2 Nisan 2009. GÜRSELER, Ceren, “Sudan’da Kuzey ve Güney Arasındaki Gergin Bekleyiş Sürüyor”, Stratejik Analiz, Sayı:99, Temmuz 2008, s.12-15. HARIR, Sharif, “Arab Belt Versus African Belt”, Short-Cut to Decay: The Case of Sudan, (ed: Sharif Harir, Terje Tvedt), The Scandinavian Institute of African Studies Press, Uppsala, 1994, s.145–185. HARIR, Sharif, “Recycling the Past in the Sudan”, Short-Cut to Decay: The Case of Sudan, (ed: Sharif Harir, Terje Tvedt), The Scandinavian Institute of African Studies Press, Uppsala, 1994, s.11–65. HASAN, Yusuf Fadl, “Sudan Özelinde Türk-Afrika İlişkilerinin Bazı Yönleri”, 23 Kasım 2005, (Erişim) http://www.tasamafrika.org/pdf/yayinlar/32YFADL.pdf, 10 Şubat 2010. HOLSLAG, Jonathan “China’s Diplomatic Victory in Darfur”, BICSS Asia Paper, 15 Ağustos 2007. KEITH, Adam, “The African Union in Darfur: An African Solution to a Global Problem?”,Mart2007, (Erişim) http://www.ciaonet.org/journals/jpia/v18i0/08.html, 25 Mayıs 2009. KESKİN, Funda, “Darfur: Koruma Yükümlülüğü ve İnsancıl Müdahale Kavramları Çerçevesinde Bir İnceleme”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 6, Sayı 21, Bahar 2009, s.67-88. 100 LAÇİNER, Sedat, “Enerjide Batı Tekeli Kalkarken:Yeni Bir Aktör Olarak Çin, Hindistan,Japonya”,Mart2006, (Erişim)http://www.usakgundem.com/makale/61/enerjide-bat%C4%B1-tekelikalkarken-yeni-bir-akt%C3%B6r-olarak%C3%A7in-hindistan-vejaponya.html, 5 Haziran 2010. LARGE, Daniel, “China and the Changing Context of Development in Sudan”, Development, Vol. 50, no.3, 2007, s.57-62. LESCH, Ann M., “External Involvement in the Sudanese Civil War”, Making War and Waging Peace: Foreign Intervention in Africa, (ed: David R.Smock), Unites States Institute of Peace Press, Washington, 1993, s.79– 105. LESCH, Ann M., “Sudan’s Foreign Policy”, State and Society in Crisis, (ed: John O. Voll), Indiana University Press, ABD, 1991. MAITRE, Benjamin R., “What Sustains Internal Wars? The Dynamics of Violence, Conflict and State Weakness in Sudan”, Third World Quarterly, Vol.:30 Issue:1, February 2009, s.53–68. MILLER, Rhett L., Christian W.Bock, “Again, Never: The EU’s Failure To Act in Darfur”, Journal of European Affairs, Vol.2, No.2, Aralık 2004, (Erişim) http://ssrn.com/abstract=633483, 2 Aralık 2010. MORRISON, J.S., “Africa and the War on Global Terrorism”, 15 Kasım 2001. (Erişim) http://csis.org/files/media/csis/congress/ts011115morrison.pdf, 15 Aralık 2010. MULAJ, Klejda, “Forced Displacement in Darfur, Sudan: Dilemmas of Classifying the Crimes”, International Migration, Vol.:46(2), 2008, s.27–47. NASONGO, Shadrack W., MURUNGA, Godwin R., “Lack of Consensus on Constitutive Fundamentals: Roots of the Sudanese Civil War and Prospects for Settlement”, African and Asian Studies, Sayı 4, 2005, s.51–82. NOUR, Tarig Mohammed, “Birinci Dünya Savaşı'nda Emperyalizme Karşı Türklerin Yanında Yer Alan Darfur Hâkimi Ali Dinar”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 61, Cilt 21, Mart 2005 (Erişim)http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=DergiIcerik&IcerikNo=105, 15 Nisan 2010. ÖZCAN, Mehmet, YARDIMCI, Serkan, “Avrupa Birliği ve Küresel Terörizmle Mücadele”, Terör, Terörizmle ve Küresel Terörle Mücadelede Ulusal ve Bölgesel Deneyimler, (ed: İhsan Bal), USAK Yayınları, Ankara, Nisan 2006. 101 ÖZTÜRK, Hasan, “Darfur veya Bir Krizi İsimlendirme Sorunu”, 29 Temmuz, (Erişim)http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=arti cle&id=174:darfur-veya-bir-krizi-simlendirme-sorunu&catid=80:analizlerafrika&Itemid=141, 17 Nisan 2010. ÖZTÜRK, Hasan, “Sudan’da Barış İçin Bir http://www.tasam.org/index.php?altid=23, 3 Şubat 2005. Umut mu?”, ROSE, David. “Working for Peace in Sudan: The Osama Files”, No. 497, Ocak2002(Erişim) http://www.vanityfair.com/politics/features/2002/01/osama200201?currentPag e=2, 13 Aralık 2010. SHINN, David H., “China and the Conflict in Darfur”, The Brown Journal of World Affairs, Vol.16, Sonbahar/Kış 2009,s.85-95. SLIM, Hugo, “Dithering Over Darfur? A Preliminary Review of International Responses”, International Affairs, No.80, Mayıs 2007. TIĞLI, İbrahim, “Sudan-ABD İlişkileri”, 6 Ağustos 2009, (Erişim) http://www.dunyabulteni.net/news_detail.php?id=85532, 10 Nisan 2010. VOLL, John O., “Sudan’da İslamizasyon ve İran Devrimi”, Dünya ve İslam Dergisi, Sayı 15, http://haksozhaber.net/okul_v2/article_print.php?id=4529, Yaz 1993. “Africa: Sudan”, The World Fact Book, (Erişim)https://www.cia.gov/library/publications/the-worldfactbook/geos/su.html, 10 Mayıs 2010. “Bilateral Relations”, The European Comission’s Delegation to the Sudan, (Erişim) http://ec.europa.eu/delegations/delsdn/en/eu_and_sudan/bilateral_relations.h tm, 10 Aralık 2010. “Biting the Somali Bullet”, International Crisis Group, Africa Report No:79, 4 Mayıs 2004, (Erişim) http://www.crisisgroup.org/en/regions/africa/horn-ofafrica/somalia/079-biting-the-somali-bullet.aspx, 5 Nisan 2009. “China Denies Report of Arms Sales to Sudan”, China Daily, 15 Mart 2008, (Erişim)http://www.chinadaily.com.cn/china/200803/15/content_6538395.htm, 1 Aralık 2010. “Chinese President Puts Forward Four-point Principle on Solving Darfur Issue”, Xinhua News Agency, 3 Şubat 2007, (Erişim) http://china.org.cn/english/infernational/198792.htm , 14 Aralık 2010. 102 “El-Beşir İçin Tutuklama Emri”, Cumhuriyet Gazetesi, 5 Mart 2009. “Karar İkiye Böldü”, Cumhuriyet Gazetesi, 6 Mart 2009. “Now For the Hard Part”, The Economist, 3 Şubat 2011, (Erişim) http://www.economist.com/node/18070450?story_id=18070450, 10 Şubat 2011. “Sudan Ülke Bülteni”, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK), (Erişim)http://www.deik.org.tr/Lists/Bulten/Attachments/113/Sudan%20Ulke% 20Bulteni%20-%20Ocak%202008_TR.pdf, 20 Mayıs 2010. “Sudan”, U.S. Energy Information Administration-Independent Statistics and Analysis, (Erişim) http://www.eia.doe.gov/country/country_energy_data.cfm?fips=CH, 15 Aralık 2010. “Sudan”, U.S. Energy Information Administration-Independent Statistics and Analysis, (Erişim) http://www.eia.doe.gov/cabs/Sudan/Oil.html, 15 Aralık 2010. “Sudan”, U.S. Energy Information Administration-Independent Statistics and Analysis, (Erişim) http://www.eia.doe.gov/cabs/Sudan/pdf.pdf, 5 Aralık 2010. 103 ÖZET ARSLAN, Özgün, Sudan ve Uluslararası Politikada Darfur Krizi, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2011. Afrika kıtasının en geniş ülkesi olan Sudan; etnik, dini ve kültürel açıdan dünyanın en heterojen toplumlarından biri olma özelliğiyle dikkat çekmektedir. Etnik, dini ve kültürel farklılıklar, sömürge döneminde yapay sınırlar yaratılırken ortaya çıkartılmış ve birçok Afrika ülkesi gibi Sudan’a da sömürge mirası olarak bırakılmıştır. Sömürge dönemi boyunca farklılıkların vurgulanması suretiyle ülke, kontrol altında tutulmak istenmiştir. Sudan 1 Ocak 1956’da bağımsızlığına kavuşmuş ancak sömürgecilik politikalarının izleri, bağımsızlıktan günümüze gelen birçok sorunla birlikte kendini göstermeye devam etmiştir. Zira Afrika’nın en uzun iç savaşı ile Güney Sudan sorununun devam ettiği bir dönemde patlak veren Darfur krizinin çerçevesini sömürgecilik politikaları ekseninde yaratılan yapı çizmektedir. Ekonomik sorunların yanı sıra bağımsızlığın ardından yaşanan siyasi çekişmeler ve istikrarsız siyasi yapı Sudan’ı bölünmenin eşiğine getirmiştir. Sudan’ın halen başa çıkmaya çalıştığı birçok meselenin temelinde, kuzey ve güney bölgelerini ayrıştıran ve halkı birbirine yabancılaştıran sömürge politikaları yatmaktadır. Jeopolitik öneminin yanı sıra sahip olduğu zengin yer altı kaynakları, Sudan’a olan ilgiyi canlı tutmuş ve ülkenin iç meselelerine dış aktörlerin müdahalelerini kaçınılmaz kılmıştır. İlk olarak Güney Sudan sorunuyla uluslararası arenada yer bulan Sudan, Darfur kriziyle birlikte özellikle 2003 yılından itibaren dünya kamuoyunun en çok ilgilendiği konulardan biri olmuştur. Darfur bölgesinde yaşanan şiddet olayları Beşir yönetimini, Batı dünyasının hedefi haline getirmiştir. Sudan; ABD, Çin ve AB’nin siyasi ve ekonomik çıkarları çerçevesinde şekillenen bir rekabet alanına dönüşmüştür. Anahtar Kelimeler: Sudan, Güney Sudan Sorunu, Darfur Krizi, Sömürgecilik, Ömer el-Beşir. 104 ABSTRACT ARSLAN, Özgün, Sudan and Darfur Crisis in International Politics, Master Thesis, Ankara, 2011. Sudan is the biggest landmass of African continent which attracts attentions with her heterogenic society in terms of ethnicity, religion and culture. Ethnic, religious and cultural differences appeared when artificial borders were created by colonial powers. These differences were left as colonial legacy to Sudan as left to many African countries. Sudan declared her independence in 1st of January 1956, however shadow of colonial policies were seen in many issues which comes from past to the present. In this respect, political structure which was created by colonial policies played considerable role in Darfur crisis in the period that problem of southern Sudan and Africa’s long standing civil war continued. In addition to economic problems, political contestation and unstable political structure led Sudan in the brink of separation. Thereby in this regard, core of the issues with which Sudan has still tried to cope stems from colonial policies that has led to alienation of people and separation of the South and the North. In addition to her geopolitics significance, the rich natural resources of Sudan led to foreign intervention inevitable to country’s domestic issues. As a result of that, initially Sudan attracted attentions in international arena with the problem of the Southern Sudan. Afterwards, with outbreak of Darfur crisis, Sudan has became one of the most significant issue in which international community interested in since 2003. Besides, atrocities that took place in Darfur region empowered the interventionist arguments of western world and made the administration of Bashir target. As a result of that, Sudan turned into an arena where the USA, the EU and China cope with each other in order to maximize their economical and political interests. Key Words: Sudan, Southern Sudan Colonialism, Omar al-Bashir. Problem, Darfur Crisis,