tc gazi üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü uluslararası ilişkiler

advertisement
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI
ORTA DOĞU VE AFRİKA ÇALIŞMALARI BİLİM DALI
SUDAN VE ULUSLARARASI POLİTİKADA DARFUR KRİZİ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
Özgün ARSLAN
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Hasan ÜNAL
ANKARA–2011
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI
ORTA DOĞU VE AFRİKA ÇALIŞMALARI BİLİM DALI
SUDAN VE ULUSLARARASI POLİTİKADA DARFUR KRİZİ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
Özgün ARSLAN
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Hasan ÜNAL
ANKARA–2011
ÖNSÖZ
Afrika kıtasının yüzölçümü bakımından en geniş ülkesi olan Sudan,
jeopolitik önemi ve zengin yer altı kaynaklarıyla dikkat çekmektedir. Yayıldığı
geniş toprakların yanı sıra etnik, dini ve kültürel çeşitliliği Sudan’a dünyanın
en heterojen toplumlarından biri olma özelliği kazandırmıştır. Bu geniş topraklarda ve çeşitlilik içerisinde mücadele neredeyse hiç eksik olmamış, kanlı
çatışma dönemleri Sudan tarihine damgasını vurmuştur.
Güneyde patlak veren iç savaş ve ardından Darfur kriziyle beraber
Sudan, uluslararası gündemin yakından izlenen konularından biri haline gelmiştir. Sudan ile geçmişten gelen tarihsel bağları Türkiye’nin bölgeye ilgi göstermesini zorunlu kılmasına rağmen konuya ilişkin literatür incelemesi yapıldığında bu alanda akademik çalışmaların yok denecek kadar az olduğu gözlenmektedir. “Sudan ve Uluslararası Politikada Darfur Krizi” konulu tez çalışmasıyla bu alandaki boşluğun giderilmesine katkı sağlamak amaçlanmıştır.
Bu çalışmanın son halini almasında büyük emeği geçen, bilgi ve tecrübesiyle bana yol gösteren değerli danışman hocam Prof. Dr. Hasan
ÜNAL’a, bölgeye ilgi duymama vesile olan, desteğini hep yanımda hissettiğim değerli hocam Prof. Dr. Türel YILMAZ ŞAHİN’e ve fikirleriyle çalışmama
ışık tutan değerli hocalarım Prof. Dr. Ramazan GÖZEN ve Yrd. Doç. Dr.
Mehmet ŞAHİN’e çok teşekkür ederim. Akademik çalışmalar yapma konusunda beni yüreklendiren ve değerli yorumlarını benden esirgemeyen saygıdeğer Emekli Büyükelçi Nüzhet KANDEMİR ve Emin GÜNDÜZ’e teşekkürlerimi bir borç bilirim. Sabır ve içtenlikle bana her konuda destek olan aileme
ayrıca minnettarlığımı bildiririm.
Özgün ARSLAN
Ankara-2011
ii
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ............................................................................................................İ
İÇİNDEKİLER .................................................................................................İİ
SİMGELER VE KISALTMALAR................................................................... İV
TABLOLAR /ŞEKİLLER ............................................................................... V
GİRİŞ ..............................................................................................................1
BİRİNCİ BÖLÜM
TARİHSEL SÜREÇTE SUDAN VE SÖMÜRGECİLİK
1.1. OSMANLI DÖNEMİ.............................................................................. 7
1.2. MEHDİ DÖNEMİ ................................................................................ 11
1.3. SÖMÜRGE DÖNEMİ ......................................................................... 14
1.3.1. Sömürgecilik Politikaları ve Kuzey-Güney Ayrışması .................. 17
1.3.1.1. Dolaylı Yönetim ..................................................................... 17
1.3.1.2. Hukuk ve Din......................................................................... 19
1.3.1.3. Eğitim .................................................................................... 20
1.3.1.4. Ekonomi ve Ticaret ............................................................... 21
1.3.2. Milliyetçilik Hareketleri ve Bağımsızlık ......................................... 23
İKİNCİ BÖLÜM
BAĞIMSIZLIKTAN GÜNÜMÜZE SUDAN
2.1. BAĞIMSIZ SUDAN DEVLETİ............................................................. 30
2.1.1. Siyasi Yapı ve Anayasa Girişimleri.............................................. 31
2.1.2. Askeri Darbe................................................................................ 33
2.1.3. Ekim Devrimi ve Demokrasi Çabaları .......................................... 34
2.1.4. Dış Politika Tercihlerinin Siyasi Yapıya Etkisi.............................. 36
2.2. GÜNEY SUDAN SORUNU VE İÇ SAVAŞ .......................................... 39
2.2.1. Tarihsel Perspektiften Güney Sorunu ve Birinci İç Savaş Dönemi
.............................................................................................................. 39
2.2.2. Güney Sorununa Çözüm Arayışları ve Addis Ababa Antlaşması 41
2.2.3. İkinci İç Savaş Dönemi ................................................................ 42
2.2.4. Güney Sorununda Uluslararası Faktörler ................................... 44
2.2.5. Barış Müzakereleri....................................................................... 48
2.2.5.1. Maçakos ve Naivaşa Protokolleri .......................................... 49
iii
2.2.5.2. Nairobi Bütünleyici Barış Antlaşması .................................... 51
2.3. DARFUR SORUNU............................................................................ 52
2.3.1. Kaynaklara Egemen Olma Mücadelesi........................................ 53
2.3.2. Etnik Çatışma Süreci ................................................................... 55
2.3.3. Darfur Sorununda Sudan Yönetiminin Yeri.................................. 56
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
KÜRESEL BOYUTUYLA DARFUR KRİZİ
3.1. ULUSLARARASI VE BÖLGESEL KURULUŞLARIN DARFUR KRİZİNE
YAKLAŞIMLARI........................................................................................ 60
3.1.1. Birleşmiş Milletler ........................................................................ 61
3.1.2. Uluslararası Ceza Mahkemesi..................................................... 63
3.1.3. Arap Ligi ...................................................................................... 65
3.1.4. Afrika Birliği ................................................................................. 66
3.2. KÜRESEL AKTÖRLERİN DARFUR KRİZİNE YAKLAŞIMLARI ......... 67
3.2.1. Çin ............................................................................................... 67
3.2.1.1. Siyasi Çıkarlar ....................................................................... 68
3.2.1.2 Ekonomik Çıkarlar.................................................................. 71
3.2.2 Amerika Birleşik Devletleri............................................................ 75
3.2.2.1 Barış Çabaları ........................................................................ 76
3.2.2.2 Siyasi Çıkarlar ........................................................................ 77
3.2.2.3. Ekonomik Çıkarlar................................................................. 79
3.2.3 Avrupa Birliği ................................................................................ 82
3.2.3.1 Barış Çabaları ........................................................................ 82
3.2.3.2 Siyasi Çıkarlar ........................................................................ 86
3.3. SUDAN HÜKÜMETİ VE DARFUR KRİZİ............................................ 87
SONUÇ.........................................................................................................91
KAYNAKÇA .................................................................................................97
ÖZET ..........................................................................................................103
ABSTRACT ................................................................................................104
iv
SİMGELER VE KISALTMALAR
AB
: Avrupa Birliği
ABD
: Amerika Birleşik Devletleri
a.g.e.
: Adı geçen eser
a.g.m.
: Adı geçen makale
AEH
: Adalet ve Eşitlik Hareketi
BBA
: Bütünleyici Barış Antlaşması
BM
: Birleşmiş Milletler
CNPC
: Çin Ulusal Petrol Şirketi
DBA
: Darfur Barış Antlaşması
DBP
: Demokratik Birlik Partisi
ed.
: Editör
HAKO
: Hükümetler Arası Kalkınma Otoritesi
HDP
: Halk Demokratik Partisi
HPF
: Hükümetler Arası Kalkınma Otoritesi Partnerler Forumu
s.
: Sayfa
SHKH
: Sudan Halk Kurtuluş Hareketi
SHKO
: Sudan Halk Kurtuluş Ordusu
SKO
: Sudan Kurtuluş Ordusu
UBP
: Ulusal Birlik Partisi
UCM
: Uluslararası Ceza Mahkemesi
UİC
: Ulusal İslami Cephe
UKP
: Ulusal Kongre Partisi
yy.
: Yüzyıl
v
TABLOLAR /ŞEKİLLER
Şekil1:Sudan ................................................................................................................................................. 29
Şekil2:Sudan’ınEtnikYapısı .................................................................................................................. 55
Şekil3:SektörlereGöre,Çin’inToplamEnerjiTüketimi ............................................................. 73
Şekil4:ÜlkelereGöre,Sudan’ınHamPetrolİhracatVerileri.................................................... 74
Şekil5:Sudan’ınYıllaraGörePetrolÜretimiveTüketimi .......................................................... 79
Şekil6:Sudan’dakiPetrolSahaları........................................................................................................ 80
GİRİŞ
Sudan, İngiltere’den bağımsızlığını kazandığı 1956 yılından bu yana
geçirdiği kanlı çatışma dönemleri ile uluslararası kamuoyunda dikkatleri üzerine çekmektedir. Sömürge döneminde yapay sınırlar yaratılırken ortaya çıkartılan etnik, dini ve kültürel farklılıklar birçok Afrika ülkesi gibi Sudan’a da
sömürge mirası olarak bırakılmıştır. Yer altı madenleri ve enerji kaynakları
bakımından zengin bir ülke olan Sudan, Batı’nın böl-yönet politikaları ekseninde farklılıklar temeline dayanan sorunlu bir yapı oluşturularak kontrol altına alınmak istenmiştir. Sudan’ın bağımsızlığından bu yana başa çıkmaya
çalıştığı birçok meselenin temelinde bu sorunlu yapı yatmaktadır.
Sudan’da tohumları çok önceden atılan kuzey ve güney arasındaki
gerginlik kendisini açık bir şekilde ilk defa, İngilizler bölgeyi terk ederken göstermiştir. Mısır’da ortaya çıkan milliyetçi akımın en azından güneye inmesini
engellemek amacıyla, sömürge döneminde Güney Sudan’ın “kapalı bölge”
ilan edilerek diğer bölgelerde yaşayanların girişine yasaklanması, kuzeydeki
Müslüman Araplar ile güneydeki Hıristiyan Afrikalılar arasında yabancılaşma
sürecini başlatmıştır. Güney Sudan halkı için ulusal bağımsızlık, ülkede uzun
yıllar hâkim olan İngiliz sömürge yönetiminin yerini Arap sömürgeciliğinin alacağı şeklinde yorumlanmıştır.1 Hartum’daki merkezi hükümetin Arap milliyetçiliğine dayanan politikaları Güney Sudan’da ayrılma eğilimlerini güçlendirirken, dış kaynaklı propagandaların da etkisiyle gerilim kısa sürede şiddete
dönüşmüş ve Afrika’nın coğrafi bakımdan en geniş ülkesinde uzun soluklu bir
iç savaş başlamıştır.
Sudan’da yönetim parlamenter rejim ile askeri rejim arasında gidip
gelmiş ancak sorunlar rejim değişikliği ile son bulmak yerine, ivme kazanarak
devam etmiştir. Ne sivil parti programı ne de askeri kurallar, ülkede istikrarsızlığın temel faktörlerinin tamamen ortadan kaldırılmasında başarılı olmuş
1
Alex de Waal, “The Wars of Sudan”, The Nation, 19 Mart 2007, s.16.
2
tur. Zira kuzey-güney arasındaki anlaşmazlığın devam ettiği bir dönemde
ülkenin batısında patlak veren Darfur krizi, güneyli ayrılıkçı gruplar ile mücadele eden Sudan hükümetinin karşısına çözülmesi gereken diğer önemli bir
sorun olarak çıkmıştır. Darfur kriziyle birlikte Sudan uluslararası gündemin de
yakından izlenen konularından biri haline gelmiştir.
Özellikle 2003’ten itibaren uluslararası boyutta geniş yankı uyandıran
Darfur’daki şiddet olayları, halk arasında son yıllarda yaşanan bir geçimsizlikten ziyade, Sudan sınırlarında uzun süredir var olan problemlerin birikmesinin
bir sonucudur. Öte yandan bazı kaynaklarca, Darfur’da yaşananların temeli
etnik farklılıklara dayandırılmaktadır. Özellikle Batı medyasının, savaşı Arap
Sudanlıların Afrikalı Darfurluları katlettiği şeklinde yorumlaması, çok boyutlu
olan Darfur krizini basite indirgeyerek yanlış algılamalara sebep olmaktadır.
Genel olarak bakıldığında, Darfur’da yaşanan şiddetin patlak vermesinde, bölgenin problemlerinin ve kalkınmasının merkezi hükümet tarafından
ihmal edilmesi, bu coğrafyada yaşayan etnik ve dini gruplar arasındaki ilişkiler, sınırda yaşanan Çad-Libya savaşının bölgeye olumsuz etkisi gibi birden
fazla faktör rol oynamaktadır. Ayrıca Sudan’ın kemikleşen sorunu kuzey ve
güney arasındaki iç savaş, Darfur bölgesindeki istikrarsızlığın beslendiği bir
diğer önemli kaynaktır. Darfur krizini, daha derin kökleri olan kuzey-güney
çatışmasından ayrı bir şekilde ele almanın kolay olmaması sebebiyle, tez
çalışmasında Güney Sudan sorununa da geniş yer ayrılmaktadır.
Üç bölüm halinde hazırlanan tez çalışmasının birinci bölümünde, Sudan siyasi tarihini şekillendiren dönemler üç alt başlık altında incelenmiştir. İlk
olarak Sudan’ın bugünkü sınırlarının temellerinin atıldığı Osmanlı dönemi ve
bu dönemde ülkede yaşanan gelişmelerden bahsedilmiştir. Özellikle geleneksel toplum yapısı üzerinde etkili olan Osmanlı kültürünün yanı sıra modern Sudan Devleti’nin şekillenmesinde rol oynanan ve Osmanlı modeline
benzeyen idari ve hukuki yapılanma sürecine yer verilmiştir. Ancak Osmanlı
hâkimiyeti boyunca kurumsallaşan idari yapı, hukuk alanında yaşanan gelişmeler ve sosyo-ekonomik iyileşmeler, Mısır’da olduğu gibi Sudan’da da mer
3
kezi yönetimin zayıflamaya başlamasıyla beraber yerini sorunlara bırakmıştır.
Söz konusu sorunlar, Sudanlıların gözünde Osmanlı hâkimiyetinin itibarını
zedelemiş ve yönetime duyulan hoşnutsuzluk Mehdi öncülüğünde bir halk
direnişiyle sonuçlanmıştır.
Osmanlı hâkimiyetinin son bulmasının ardından başlayan Mehdi dönemi, tez çalışmasının ilk bölümünde yer alan bir diğer başlık konusunu oluşturmaktadır. Mehdi, Osmanlı döneminin sonlarına doğru yozlaşmaya başlayan yönetime karşı, “Ensar hareketi” adıyla bir direniş başlatarak Sudan tarihinde önemli bir yer edinmiştir. Dini temellere dayanan Ensar hareketinin başarısının altında, kabileler arası düşmanlıkları bir kenara bırakarak farklı sorunları olan kesimleri tek bir hareket etrafında birleştirme konusunda gösterilen çaba yatmaktadır. Kısa zamanda halkın geniş katılımıyla büyük destek
gören Mehdi, Mısır’ın işgalinin ardından bölgede hâkimiyet alanını sağlamlaştırmayı hedefleyen İngiltere'nin çıkarlarına ters düşmüş ve Londra açısından
Ensar hareketinin hızlı ilerleyişinin önüne geçmek için tedbir almayı kaçınılmaz kılmıştır. Sudan milliyetçiliğinin ilk şekli olarak bilinen Ensar hareketini
durdurmak için İngiliz komutasındaki birliklerin Sudan’a girmesiyle birlikte,
etkileri günümüze kadar uzanan sömürge dönemi başlamıştır.
Tez çalışmasının odak noktası olan Darfur krizi ve krizin yakından ilişkili olduğu Güney Sudan sorununun temellerinin, İngiliz-Mısır ortak yönetimi
boyunca ülkede uygulanmakta olan sömürge politikalarına dayanması sebebiyle bu süreç ayrıntılı şekilde ele alınmaktadır. İngiltere, hâkimiyetinin ilk yıllarında, Mehdi tehdidinin dirilişini engelleme konusunda birtakım politikalar
geliştirmiştir. Bu çerçevede, yönetime bağlılığın sağlanması amacıyla yerel
otoritelere geniş imtiyazlar verilerek Sudan’ın kuzeyinde “dolaylı yönetim”
sisteminin temelleri atılmıştır.
Kuzeyde kabile reisleri ve feodallerin İngiltere’nin sömürge politikalarına hizmet etmesini öngören dolaylı yönetim sistemi uygulanırken, güneyde
ise yıkıcı sonuçlar doğuracak olan ayrıştırıcı bir politika izlenmiştir. Sudan
tarihine damga vuran politika gereğince, Sudan’ın güneyi “kapalı bölge” ilan
4
edilerek başka bölgelerden halkın girişi engellenmiş ve böylece Sudan’ın kuzeyi ve güneyi birbirinden suni bir şekilde ayrılmıştır. Sudan topraklarında,
“sınırlayıcı kuralların hâkim olduğu kapalı bölgeler” şeklinde hayata geçirilen
ve genel olarak sömürgeciliğin temelini oluşturan “böl ve yönet” stratejisi, Sudan’ın bugünkü sorunlarını anlayabilmek açısından büyük önem arz etmektedir. Buradan hareketle tez çalışmasının ilk bölümünde özellikle sömürgecilik politikaları çerçevesinde hız kazanan kuzey-güney ayrışması; ekonomiden
eğitime, hukuk kurallarından dini yapıya kadar birçok yönden ele alınarak
günümüze ışık tutan noktalar ön plana çıkarılmış, ayrıca sömürge politikalarına tepki olarak doğan milliyetçilik hareketleriyle birlikte bağımsızlığa geçiş
süreci incelenmiştir.
Tez çalışmasının ikinci bölümünde; bağımsız Sudan Devleti’nin coğrafi özellikleri, etnik ve dini yapısı, siyasi hayatı hakkında bilgi verilmektedir.
Demokrasi çabaları ve askeri darbeler arasında gidip gelen Sudan’ın siyasi
tecrübeleri ve sömürgecilik döneminin izlerini taşıyan ülke sorunları irdelenmektedir. Bu bölümde özellikle, Güney Sudan sorununu derinleştiren ve ülkeyi iç savaşa sürükleyen istikrarsız siyasi yapı, sömürgecilik döneminde yaratılan sorunlu yapı ile ilişkilendirilmiştir. Bunun yanı sıra iç savaşa zemin hazırlayan kuzey-güney ayrışmasıyla başlayan süreç için çözüm arayışları ve
dış güçlerin müdahaleleri ele alınmaktadır. Henüz Güney Sudan sorununun
devam ettiği bir dönemde patlak veren Darfur krizinin nedenlerine yer verilmesi ve krizin Güney Sudan sorunu ile ilişkisini ortaya koyan tespitler ile birlikte, tezin son bölümü için tarihsel bir perspektif yaratılmaktadır.
Üçüncü bölümde ise, Darfur sorununun küresel boyutu ele alınmaktadır. Uluslararası çapta yürütülen ve reklâm kampanyalarına benzeyen faaliyetler sonucu Sudan’ın Darfur eyaleti tüm dünyada ismini duyurmaya başlamıştır. Bunlardan en önemlisi “Darfur’u Kurtaralım” adıyla başlatılan sivil girişim olmuştur. Darfur’da yaşanan çatışma ortamı Batı dünyasının gözünden
anlatılmış ve birçok devlet adamı ve sinema sanatçısının verdiği destekle bu
girişim, Hartum yönetiminin, Arap milisleri kullanmak suretiyle Darfur’da soy
5
kırım yaptığı konusunda dünya gündemini etkileme gücü bulmuştur. Bu bölümde Darfur sorununa, Sudan’ın iç meselesi olmaktan çıkıp “uluslararası
boyutta bir kriz” olma özelliği yükleyen faktörlere yer verilmekte ve sürecin dış
dinamiklerle ilgisi incelenmektedir.
Buradan hareketle başta Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği
olmak üzere Batı dünyasının süreçteki rolünün yanı sıra bölgede etkin nüfuza
sahip olan Çin Halk Cumhuriyeti ile Arap Ligi ve Afrika Birliği gibi bölgesel
aktörlerin krize bakış açısı incelenmektedir. Soruna müdahil olan aktörlerin
sürece olumlu ve olumsuz katkılarının yanı sıra, kendi çıkarları doğrultusunda
beklentilerinin neler olduğu sorusu cevaplanmak istenmiştir. Zira Sudan’ın,
altın ve elmas gibi yer altı madenlerinin yanı sıra özellikle petrol ve uranyum
açısından oldukça zengin bir bölge olduğu bilinmektedir. Sudan’ın bu denli
zengin kaynaklara sahip olması, söz konusu kaynaklardan yararlanmak ve
bölgede nüfuzunu artırmak isteyen aktörlerin müdahalelerini kaçınılmaz kılmaktadır. Darfur krizi bu açıdan değerlendirilerek, sömürge döneminde Sudan’da yaratılan yapının bir sonucu olan hem Güney Sudan sorununun hem
de Darfur’daki krizin aslında aynı amaca hizmet ettiği ortaya konmuştur.
Uluslararası aktörlerin Darfur’a duydukları ilginin ardından son olarak
Sudan hükümetinin kriz ile ilgili politikalarına yer verilmiş ve bunun yanı sıra
uluslararası müdahalelerin Beşir yönetimi tarafından ne şekilde yorumlandığı
analiz edilmiştir. Her ne kadar Güney Sudan sorununda olduğu kadar Darfur
krizinde de Hartum yönetimi tarafından zaman zaman yanlış politikalar izlense de, Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir, söz konusu sorunların ülkenin iç
işleriyle ilgili olduğunu ve Sudan’ın kendisi tarafından çözülmesi gerektiğini
savunmaktadır. Ancak Batı dünyası, Hartum yönetiminin tezlerine itibar etmemektedir. Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlemekle itham edilen Beşir hakkında alınan tutuklama kararı,
Hartum yönetimini dünya kamuoyunda bir kez daha zora sokmuş ve Beşir
yönetimini bölgede adeta hapsetmiştir.
6
Genel olarak bu çalışmanın amacı, Afrika kıtasındaki konumu itibariyle jeopolitik açıdan olduğu kadar, sahip olduğu zengin yer altı kaynaklarıyla
da dikkat çeken Sudan’ın tarihsel süreçte geçirdiği dönemleri ve sömürge
politikaları ekseninde şekillenen Güney Sudan sorunu ile özellikle Darfur krizinin seyrini ve günümüze etkilerini ortaya koymaktır.
BİRİNCİ BÖLÜM
TARİHSEL SÜREÇTE SUDAN VE SÖMÜRGECİLİK
1.1. OSMANLI DÖNEMİ
Büyük Sahra Çölü’nün güneyinde kalan ve Kızıldeniz ile Atlas Okyanusu arasında uzanan yaşamaya elverişli coğrafi bölge İslam tarihi boyunca
“Bilad el-Sudan” (Siyahlar Ülkesi) adıyla tanınmıştır. İslamiyet’in 7.yüzyıldan
(yy.) itibaren Mısır’da yayılmaya başlamasıyla beraber bölgede hâkim olan
Kıpti Hıristiyanlık inancının etkisi giderek zayıflamış ve Sudan 14.yy.da Müslüman olmuştur.
Osmanlı Devleti’nin Sudan ile tarihsel bağları 16.yy.a dayanmaktadır.
Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethetmesi, Osmanlı hâkimiyeti açısından Afrika’da yeni bir dönem başlatmıştır. Kıtaya olan ilgi Kanuni Sultan Süleyman
zamanında da devam etmiş, Sudan, Eritre, Somali ve Habeşistan (Etiyopya)
topraklarına düzenlenen başarılı seferlerle beraber Osmanlı Devleti’nin Afrika’daki askeri ve idari gücü artmıştır. Sudan’ın Kızıldeniz sahili Osmanlı Devleti tarafından kurulan Habeşistan eyaletine dâhil edilerek Osmanlı hâkimiyetine girmiştir.2 Ancak ülkenin iç kısımları merkezi yönetimin dışında, küçük
krallıklar şeklinde yönetilmeye devam etmiştir.
Mısır’da güçlü bir hâkimiyet kurmayı başaran Osmanlı Devleti’nin Mısır
valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa, güneye genişleme politikası kapsamında,
“Siyahlar Ülkesi” adıyla tanınan bölgeyi tamamen egemenliği altına almak
istemiştir. Mehmet Ali Paşa, 1821 yılında Osmanlı Halifesi adına düzenlediği
askeri seferle birlikte 16.yy.dan itibaren Sudan’ın merkezinde hüküm süren
2
Tarig Mohammed Nour, “Birinci Dünya Savaşı'nda Emperyalizme Karşı Türklerin Yanında Yer
Alan Darfur Hâkimi Ali Dinar”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 61, Cilt 21, Mart 2005,
(Erişim) http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=DergiIcerik&IcerikNo=105, 15 Nisan 2010.
8
Func Sultanlığı’na son vermiş ve 12 Haziran 1821’de son Func Sultanı IV.
Badi’nin Osmanlı’ya biat etmesi ile birlikte, bölgede altmış dört yıl devam
edecek olan yeni bir dönem başlamıştır.
Osmanlı Devleti adına Mısır valileri tarafından Sudan’da sürdürülen
yönetim için genellikle “Türk-Mısır” terimi kullanılmaktadır.3 Sudan’da Mısır
kültürünün etkisinden bahsedilse de, yönetim anlamında daha çok Osmanlı
idari yapılanmasının izleri dikkat çekmektedir. Sudan, Orta Çağ‘dan beri gerçek anlamda Mısırlılar tarafından yönetilmemiş, ancak Mısır hâkimiyeti, ülkenin, Osmanlı’nın Mısır eyaletine bağlı olması ile ilişkilendirilmiştir. Mısırlı
Araplar yönetimde ve ordu kademesinde genellikle alt düzey görevlere atanırken, yönetici grubunu Türkçe konuşan elitler oluşturmuştur. Bunun sonucunda, Türkçe konuşan bu yöneticiler, etnik kökeni ne olursa olsun “Türk”
olarak tanımlanmıştır.4
Mısır’daki egemenliğini pekiştiren Mehmet Ali Paşa bölgeyi çok iyi tanıma fırsatı bulmuş ve Afrika içlerinden gelen kervanların Mısır’a vergi ödememek için yüklerini Sudan limanından gemilere yüklediklerini görmüştür.5
Bu sebeple Sudan’ın ele geçirilmesi ile birlikte ilk olarak ticaret yollarının
kontrol altına alınması amaçlanmıştır. Öte yandan Sudan’ın beşeri ve ekonomik kaynaklarından yararlanma fikri, Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’nın ülkede hâkimiyet kurmak istemesinin altında yatan diğer önemli sebep olmuştur.6 Osmanlı ordusu için asker ihtiyacını karşılamayı ve devlet hazinesi için
altın temin etmeyi amaçlayan söz konusu yönetim, hedeflerine beklenen ölçüde ulaşamasa da, birtakım önemli konularda modern Sudan Devleti’nin
gelişimine katkı sağlamıştır.
3
Robert O. Collins, A History of Modern Sudan, Cambridge University Press, New York, 2008,
s.12
4
Yusuf Fadl Hasan, “Sudan Özelinde Türk-Afrika İlişkilerinin Bazı Yönleri”, 23 Kasım 2005, (Erişim) http://www.tasamafrika.org/pdf/yayinlar/32-YFADL.pdf, 10 Şubat 2010.
5
Hıfzı Topuz, Kara Afrika, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1971, s.152.
6
Douglas H. Johnson, The Root Causes of Sudan’s Civil Wars, Indiana University Press, Indiana,
2007, s.4.
9
Sudan’ın bugünkü sınırlarının temeli, Türk-Mısır idaresi döneminde
atılmıştır. Func döneminde Sinnar olan başkent, Osmanlı döneminde kurulan
Hartum şehrine taşınmış ve Kordofon, Kızıldeniz Tepeleri, Kesale, Ekvatorya,
Bahrül Gazel ve Darfur, Hartum merkezli ülkenin sınırlarına dâhil edilmiştir.
Ayrıca modernleşmenin temelleri de bu dönemde atılmış, Sudan, siyasi ve
ekonomik organizasyon yöntemleri, ürün taşıma teknikleri ve iletişim araçları
ile tanışmıştır.7 Gelişmiş sulama sistemi ile modern tarıma geçiş süreci başlamış ve bazı bölgelerde özellikle pamuk üretimine büyük önem verilmiştir.
Bununla birlikte yeni dönemde Sudan, Osmanlı modeline benzeyen
yeni bir idari yapılanma sürecine girmiştir. Söz konusu idari yapılanma ile
hükümet, eyalet yöneticilerinin de desteğini alan vali liderliğinde merkezi bir
yapıya kavuşmuştur.8 Hukuk alanında da Osmanlı’nın izlerini taşıyan, hükümete bağlı kadı ve müftülerin oluşturduğu yeni bir sistem uygulamaya konulmuştur.9 Bu gelişmelerin hepsi, eski geleneksel toplum yapısı üzerinde etkili
olmuş ve modern Sudan Devleti’nin şekillenmesinde büyük rol oynamıştır.
Diğer taraftan Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’nın ölümünden sonraki dönemde, Mısır’da olduğu gibi Sudan’da da merkezi yönetim zayıflamaya başlamıştır. Ayrıca Osmanlı Devleti’ne bağlı valilerin Avrupalıların etkisinde uyguladıkları yanlış politikalar, Sudan halkının Türk-Mısır yönetimine karşı duyduğu hoşnutsuzluğun temel nedeni olmuştur. Zira I.Abbas döneminde memurların sürgün yeri haline gelen Sudan’ın yönetimi için olabildiğince az bütçe ayrılmasına özen gösterilmiş, halkın sorunlarına uzak kalınmış ve Sudan’daki valilik makamı etkisizleştirilmiştir.10
Batı kültüründen etkilenen Muhammed Said Paşa ise, Süveyş Kanalı’nın inşası gibi bazı önemli projelerde Avrupalılara verdiği geniş imtiyazlar
ve savurgan harcamaları için Avrupa bankalarından aldığı krediler ile Sudan
ekonomisini çıkmaza sokmuş, halk ağır vergi yükü altında ezilmiştir. Bunun
7
Hasan, a.g.m.
Collins, a.g.e., s.12-13.
9
Hasan, a.g.m.
10
Collins, a.g.e., s.14.
8
10
yanı sıra merkezi yönetim yerine eyalet sistemine benzer bir yapı tesis eden
Said Paşa, radikal bir karar alarak, 1856 yılında Sudan’ın Hartum valiliğine
Hıristiyan bir Ermeni olan Arakil Bey’i atamıştır. Bu durum, 16.yy.da “İslami
krallık”11 olarak kurulan Func Sultanlığı döneminden itibaren İslami değerleri
benimsemiş olan Sudanlılar arasında sert tepkilerin yükselmesine neden olmuştur. Arakil Bey’in ani ölümü, olası bir kaos ortamını engellemişse de, Said
Paşa tarafından yapılan söz konusu atama, Hidiv12 İsmail Paşa dönemi için
yıkıcı sonuçlar doğuracak bir emsal niteliği taşıması bakımından önemli bir
gelişme olarak değerlendirilmektedir.13
Mısır valisi Hidiv İsmail Paşa, 1863’te göreve geldiğinden itibaren Sudan’daki merkezi yönetimin yeniden tesis edilmesine ve ekonomik yapının
iyileştirilmesine odaklanmıştır. Ancak Mısır ve Sudan’da devleti kalkındırmak
için yapılan yatırımlar nedeniyle İngiltere ve Fransa’ya borçlanılmış ve bazı
gereksiz harcamalardan doğan masraflar yüzünden borçlar katlanarak artmıştır. 1869 yılında Süveyş Kanalı’nın açılması, Mısır topraklarına duyulan
yoğun ilgi sürecine ivme kazandırmıştır. Bu çerçevede İngiltere ve Fransa,
söz konusu borçları yönetim üzerinde bir tehdit unsuru olarak kullanmak suretiyle Mısır ve Sudan valilerini, ekonomik bakımından kendilerine bağlama
politikası izlemiştir.
Türk-Mısır yönetiminin ilk yıllarında Sudan’da kurumsallaşan idari yapı, sosyo-ekonomik ve teknolojik yenilikler kalkınma sürecine katkı sağlamıştır. Öte yandan Mısır’a ve Sudan’a atanan valilerin başarısız politikalarının bir
sonucu olarak, merkezi yönetimin giderek zayıflaması ve ekonomik yapıdaki
bozulma, halk arasında yönetime karşı tepkilerin doğmasına neden olmuştur.14 Batı kültüründen etkilenen valilerin, hükümet hizmetleri için Avrupalı
11
Yusuf Fadl Hasan, The Arabs and the Sudan, Edinburgh University Press, Edinburgh, 1967,
s.180.
12
Osmanlı padişahı Abdülaziz zamanında Mısır valilerine verilen unvan. 8 Haziran 1867'de Sultan
Abdülaziz, "hidiv" unvanını Büyük Fuad Paşa'nın isteği üzerine ilk defa Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın torunu İsmail Paşa'ya vermiştir. Mısır hidivleri protokolde sadrazam ve şeyhülislam ile aynı derecede sayılmıştır. 13
Collins, a.g.e., s.15.
14
Collins, a.g.e., s.14.
11
Hıristiyanları göreve getirmesinin yanı sıra İngiltere ve Fransa’nın baskılarına
boyun eğen Hidiv İsmail Paşa’nın bu geleneği bir adım daha ileri götürerek
1869–1880 yılları arasında, art arda üç Avrupalıyı Sudan valiliğine ataması,
halk arasındaki muhalif sesleri daha da artırmıştır. Sudan topraklarında hâkimiyet kuran Türk-Mısır yönetimine karşı duyulan hoşnutsuzluk ve yönetim
ile Sudan halkı arasında yaşanan uyuşmazlık, Mehdi ayaklanmasıyla sonuçlanmıştır.
1.2. MEHDİ DÖNEMİ
Türk-Mısır yönetiminin son dönemlerinde Hıristiyan Avrupalıların idari
mevkilere atanması, İslami değerleri benimsemiş Sudanlılar açısından ciddi
bir rahatsızlık kaynağı olmuştur. Halk arasında yönetime karşı eleştiriler artarken, en etkili ses Muhammed Ahmed Bin Abdullah’tan gelmiştir. Muhammed Ahmed, çevresindekilere, İslam'ın özünü korumak ve onu asli halinden
uzaklaştırmaya çalışan yönetimleri ortadan kaldırmak üzere Allah tarafından
görevlendirildiğini söyleyerek Mart 1881’de kendisini “Mehdi” ilan etmiştir.15
Hıristiyan Batı dünyasının etkisi altında olan yönetici sınıfın, Müslüman Sudan halkını yönetemeyeceğini savunan Muhammed Ahmed el-Mehdi, TürkMısır yönetimine karşı mücadele etme kararı almıştır.
1848 yılında Dongola’da doğan Muhammed Ahmed, Sufi inanışın etkisinde yetişmiş ve hayatını dini kurallar çerçevesinde şekillendirmiştir. Muhammed Ahmed el-Mehdi Haziran 1881’de müritleriyle beraber Ebba Adası’ndan harekete geçerek, Osmanlı döneminde yozlaşmaya başlayan yönetime karşı kendisinin “Ensar hareketi” olarak nitelendirdiği ayaklanmayı başlatmıştır.16 Mehdi’nin mesajları çabucak geniş kitlelere ulaşmış ve ayaklanma, halkın da desteğini alarak kısa sürede büyümüştür. Muhammed Ahmed
kabileler arası düşmanlıkların bir kenara bırakılması için çaba göstermiş ve
15
16
Collins, a.g.e., s.21.
Collins, a.g.e., s.21-22.
12
farklı sorunları olan kesimleri tek bir hareket etrafında birleştirmeyi başarmıştır.17 Böylece Ensar hareketi, kısa zamanda geniş bir alana yayılmıştır.
Mehdi liderliğinde başlayan halk hareketinin Sudan’da artan etkisi, İngiliz hükümeti açısından tedbir almayı kaçınılmaz kılmıştır. İngiltere’nin bölgede sağlayacağı üstünlük, Mehdi sorunuyla başa çıkabilmek için atacağı
adımlar konusunda hükümeti cesaretlendirecektir. Zira Hidiv İsmail Paşa döneminde Sudan ve Mısır’da zayıflayan merkezi yönetimin yanı sıra İngiltere
ve Fransa’dan alınan borçlar sonucu mali açıdan bağımsızlığın kaybedilmesi
Mısır halkı arasında büyük tepkilere neden olmuş ve İngiltere’nin fırsata dönüştüreceği bir ayaklanma başlamıştır. Ahmet Arabî Paşa öncülüğündeki
ayaklanma sonucu askerlerin yönetimi ele geçirmesinin ardından ülkede çıkan karışıklıklardan yararlanan İngiltere 1882’de Mısır’ı işgal ederek önemli
bir üs elde etmiştir.
İngiliz yönetimi, Mısır’ın işgaliyle bölgede sağladığı üstünlüğü, Sudan’da halkın desteğiyle beraber etkisi hızla artan Mehdi direnişinin önünü
kesme konusunda büyük bir kazanım olarak görmüş ve derhal harekete geçmiştir. Mısır kuvvetlerinin de yer aldığı İngiliz komutasındaki büyük bir ordu
direnişi bastırmak için 1882’de Sudan seferine gönderilmiştir. Ancak Mehdi
ordusu İngiliz-Mısır güçlerini ağır bir yenilgiye uğratmış ve Ensar hareketi,
gösterdiği başarılarla hâkimiyeti altına aldığı topraklar üzerinde ayrı bir yönetim kurmuştur.
Sudan milliyetçiliğinin ilk şekli olarak bilinen Ensar hareketinin hızlı
yükselişini önleyebilmek amacıyla alınan önlemler, Mehdi ordusunu durdurmak için yeterli olamamıştır.18 İngiliz General Gordon komutasındaki İngilizMısır ordusu tarafından korunan Hartum, Mehdi’ye bağlı güçlerce kuşatılmış
ve şehrin 26 Ocak 1885’te düşmesiyle birlikte Ensar hareketi en büyük zaferini ilan etmiştir. Hartum’u koruyamayan İngiliz birliği geri çekilince, Türk-Mısır
yönetimindeki toprakların hâkimiyeti tümüyle Mehdi’ye geçmiştir. Bu tarihten
17
Sharif Harir, “Recycling the Past in the Sudan”, Short-Cut to Decay: The Case of Sudan, (ed:
Sharif Harir, Terje Tvedt), The Scandinavian Institute of African Studies Press, Uppsala, 1994, s.31.
18
Johnson, a.g.e., s.6.
13
sonra Mehdi, Sudan’da kurduğu hâkimiyeti pekiştirmeye odaklanmış, ancak
yakalandığı hastalık sebebiyle 22 Haziran 1885’de ölünce, gerçekleştirmek
istedikleri yarım kalmıştır.
Mehdi’nin ölümünün ardından ülkede doğan boşluğu fırsat bilen İngiliz
kuvvetleri, 1889 yılında tekrar harekete geçerek Abdullah Bin Muhammed
yönetimindeki Mehdi ordusunu yenmiş ve Ensar hareketine ağır bir darbe
indirmiştir. Ancak bu adım yeterli olmamış, İngiltere tarafından büyük bir tehdit olarak algılanan Mehdi hâkimiyetinin tamamen yok edilmesi gerekli görülmüştür. Bu çerçevede İngiliz General Kitchener komutasındaki ordu 1898
yılında, eski yönetimin yanlış uygulamalarını düzeltmeyi amaçladıklarını ileri
sürerek Sudan’ı işgal etmiş, Mehdi’nin başlattığı hareket tümüyle dağıtılmıştır.19
Sudan, Mehdi hâkimiyetinin İngiliz işgaliyle son bulmasının ardından
yeni ayaklanmalara sahne olmuştur. Zira Osmanlı döneminde Sudan topraklarına katılan Darfur hanedanının ileri gelenlerinden Ali Dinar Zekeriya, Mehdi
ordusu saflarında İngilizlere karşı mücadele vermiş, ancak yenilginin sonrasında, taraftarlarıyla birlikte Darfur’un başkenti El-Faşir’i ele geçirerek, kendisini “Sultan” ilan etmiştir. İngiltere ve Fransa sömürge devletlerinin sınırında
olan bir bölgeyi tek başına idare etmek zor olsa da Ali Dinar, son Fur Sultanı
olarak Sudan tarihinde yerini almıştır.
Eylül 1898’de İngiliz güçleri ve Mehdi ordusu arasında geçen
Omdurman Savaşı’nda İngiltere’nin galip gelmesiyle birlikte, Sudan’da Mehdi
hâkimiyeti son bularak yeni bir döneme girilmiştir. İngiltere’nin, Mısır ve Süveyş Kanalı üzerindeki çıkarlarının korunduğu bu yeni dönemde Sudan’ın
hâkimiyeti, 1899 yılında imzalanan Kondominyum Antlaşması ile İngiltere ve
Mısır arasında paylaştırılmıştır. İngiliz genel valiler idaresindeki Sudan, İngiliz-Mısır ortak yönetimi adı altında, elli altı yıl boyunca İngiliz sömürgesi olarak varlık göstermiştir.
19
Collins, a.g.e., s.26-29.
14
1.3. SÖMÜRGE DÖNEMİ
Sudan’da Mehdi hâkimiyetinin son bulması, bir taraftan İngiltere’yi bölgedeki hedeflerine bir adım daha yaklaştırırken, diğer taraftan ülkenin nasıl
ve kim tarafından yönetileceği konusu İngiliz hükümetini çıkmaza sokmuştur.
Sudan’ın Osmanlı dönemindeki sınırlarını korumak isteyen İngiltere,
Darfur’da yaşanan tecrübeden yola çıkarak, Türk-Mısır yönetim yapısını korumayı ve böylece işgal edilme algısının tetikleyeceği direnişlerin önünü
kesmeyi hedeflemiştir. Ancak söz konusu taktik, Mehdi devrimin nedenini
Osmanlı dönemindeki baskıcı politikalara bağlayan İngiliz kamuoyunda rahatsızlık yaratmıştır.20
İngiltere’nin, birtakım yanlış uygulamalar konusunda düzenleme yapmak suretiyle Türk-Mısır yönetim anlayışını Sudan’da devam ettirme fikri,
hükümete karşı eleştirilerin artmasıyla birlikte çıkmaza girince, çözüm yolu
İngiliz bakan Lord Cromer’dan gelmiştir. İngiliz-Mısır Kondominyum Antlaşması’nın temelini oluşturan çözüm önerisi, Mısır kralı adına İngiliz genel valinin yetki kullandığı ancak Sudan’ın egemenliğinin temelde Mısır’ın elinde olduğu bir yönetim şekline dayandırılmıştır.21 Diğer taraftan o dönem İngiliz
işgali altında olan Mısır, kendi topraklarında dahi egemenlik hakkını kullanamamıştır. Dolayısıyla Mehdi döneminin ardından Sudan topraklarında, İngiltere ve Mısır arasında paylaştırılan ortak yönetim yerine, gerçekte İngiliz sömürgeciliği egemen olmuştur.
Sudan’da egemenliğini pekiştirmek isteyen İngiliz-Mısır ortak yönetimi
Ensar hareketine karşı çıkan kesimlerle ittifak arayışına yönelmiştir. Bu çerçevede sömürge döneminin ilk yıllarında, özellikle kuzeyde nüfuz sahibi olan
ve Hatmiye hareketinin kurucularından Mirgani ailesiyle ilişkiler derinleştirilmiştir. Hatmiye, tıpkı Mehdi hareketi gibi Sufi inanışın etkisinde olan dini bir
yapılanmadır. Func Sultanlığı’nın Mısır’ın Osmanlı valisinin kontrolüne girmesiyle beraber Mirganiler, Türk-Mısır yönetimiyle yakın ilişkiler kurmuştur. Zira
20
21
Collins, a.g.e., s.33.
Johnson, a.g.e., s.21.
15
Mirgani ailesi, Mısır’ın müttefiki olarak, 1880’lerde yükselişe geçen devrimci
Mehdi rejimine karşı sert muhalefetiyle dikkat çekmiştir.22 Osmanlı döneminin
ardından değişen dengeler üzerine Mirganiler, Mehdi ordusuna karşı İngilizlerin yanında yer almıştır. Mirganilerin nihai hedefi bölgedeki nüfuzlarını korumak iken, İngiliz-Mısır yönetiminin söz konusu işbirliğinden beklentisi Sudan
topraklarında kurduğu hâkimiyetini güçlendirmek olmuştur.23
İngiliz-Mısır hükümeti, Mirganiler gibi nüfuz sahibi ailelere ve kabile reislerine birtakım ayrıcalıklar vermek ve Hatmiye gibi Ensar hareketinin dini
rakiplerini desteklemek suretiyle, kuzeyde Mehdi hareketinin diriliş tehdidine
karşı yönetimi güvence altına almak istemiştir. Sudan’ın kuzey bölgelerinde,
ortak çıkarlar ekseninde verilen geniş imtiyazlar ile birlikte, uzun süre devam
edecek olan yeni bir düzen tesis edilmiştir. Öte yandan kabile reisleri ile feodal unsurların yönetime ortak edildiği ve işgalden sivil yönetime geçiş olarak
ifade edilen söz konusu düzen, uzun bir süre sadece kuzey bölgeler ile sınırlı
kalmıştır.24 Zira Mehdi döneminde Faşoda, Bor ve Recaf gibi ana garnizonlar
dışında güney bölgesi kontrol altına alınamamış ve dolayısıyla Ensar hareketi
güneyde etkili olamamıştır. Yerel otoritelerin geniş imtiyazlar ile ödüllendirilmesi suretiyle hükümete bağlılığı sağlama politikasının, Mehdi tehdidinin kuzey bölgelere göre nispeten daha az olmasından dolayı güneyde uygulanması gereksiz görülmüştür. İngiliz-Mısır hükümeti için kuzey bölgelerin önemi
artarken, fiziki ve coğrafi kısıtların da etkisiyle Sudan’ın güneyi, uzun bir süre,
merkezi yönetimin dışında kalan, ikincil öneme sahip bir bölge haline gelmiştir.25
Diğer taraftan Sudan’ın güneyindeki otorite boşluğunun merkezi yönetim için başka tehditler yaratabileceği endişesi, hâkimiyetin güney bölgelerde
de güçlendirilmesi zorunluluğunu doğurmuştur. Zira Ensar hareketinin gücünün kırılması ile beraber güneydeki Mehdi garnizonlarının tahliyesinin ardın
22
John O. Voll, “Sudan’da İslamizasyon ve İran Devrimi”, Dünya ve İslam Dergisi, Sayı 15, 1993,
(Erişim) http://haksozhaber.net/okul_v2/article_print.php?id=4529, 12 Şubat 2010.
23
Johnson, a.g.e., s.9.
24
Johnson, a.g.e., s.9.
25
Collins, a.g.e., s.35.
16
dan bölge, İngiltere ve Fransa arasındaki sömürge rekabetine sahne olmuştur. Faşoda’da karşı karşıya gelen İngiliz ve Fransız birlikleri, dönemin konjonktürü gereği, giderek ciddi bir tehdit halini alan Almanya karşısında ittifak
şansını kaybetmemek için geri adım atmış ve böylece savaşın eşiğinden dönülmüşse de, söz konusu gelişme İngiltere’nin, güneyde farklı bir yapılanma
ile bölgenin kontrolünü ele alma, ayrıca Mısır nüfuzunun sınırlandırılarak Sudan’da tam hâkimiyet kurma fikrini canlandırmıştır.26
Mehdi tehdidinin dirilişini engellemek ve İngiltere hâkimiyetine bağlılığın sağlanması amacıyla geniş imtiyazlar verilen yerel otoriteler27 yönetime
dâhil edilerek, Sudan’ın kuzeyinde “dolaylı yönetim” sisteminin temelleri atılmıştır. Kuzeyde kabile reisleri ve feodallerin İngiltere’nin sömürge politikalarına hizmet etmesini öngören dolaylı yönetim sistemi uygulanırken, güneyde
ise yıkıcı sonuçlar doğuracak olan ayrıştırıcı bir politika izlenmiştir.28 Sömürge düzeninin devam ettirilmesinin hedeflendiği politika gereğince, Sudan’ın
güneyi “kapalı bölge” ilan edilmiştir.
Bahrül Gazel, Yukarı Nil, Kordofon gibi kapalı bölgelere, diğer bölgelerden girişin denetim altına alınması ile birlikte halk arasındaki etkileşim önlenmiş, böylece Sudan’ın kuzeyi ve güneyi birbirinden suni bir şekilde ayrılmıştır. İngiliz kuvvetleri tarafından ilhak edilerek Ocak 1917’de Sudan’a bağlanan Darfur bölgesinin de kapalı bölge düzenine dâhil edilmesiyle birlikte,
kuzeydekine benzer şekilde kabile reislerine ve İngiliz yöneticilere geniş haklar veren yeni yönetim sisteminin uygulama alanı, ülkenin güneyinden batısına doğru genişletilmiştir.29
Özerk bir yapıya kavuşan kapalı bölgelerde, ayrı bir ordu kurulması,
Arap kültürüne ait giysilerin yasaklanması, İngilizcenin resmi dil olması ve
misyonerlik faaliyetleri ile Hıristiyanlığın teşvik edilmesi gibi birtakım özel poli
26
Collins, a.g.e., s.31-32.
Mahmood Mamdani, Saviors and Survivors: Darfur, Politics and the War on Terror, Pantheon
Books, New York, 2009, s.164.
28
Türkkaya Ataöv, Afrika Ulusal Kurtuluş Mücadeleleri, Sayı 411, Ankara Üniversitesi Siyasal
Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1977, s.79.
29
Harir, a.g.m., s.32.
27
17
tikalar hayata geçirilmiştir.30 Böylece “sınırlayıcı kuralların hâkim olduğu kapalı bölgeler” politikası, İngiliz sömürgeciliğinin temelini oluşturan “böl ve yönet” stratejisinin Sudan topraklarındaki uygulanış şekli olmuştur.
1.3.1. Sömürgecilik Politikaları ve Kuzey-Güney Ayrışması
Sudan’ın kuzey ve güney bölgeleri için uygulanması öngörülen farklı
yönetim yapısının temelleri sömürge döneminin ilk yıllarında atılmıştır. Arap
çizgisinin korunduğu Sudan’ın kuzeyindeki bölgelerden farklı olmak üzere,
güneydeki yönetimin Afrikalılaştırılması ve gelecekte İngiliz denetimindeki
Doğu Afrika Sömürge Topluluğu’na dâhil edilmesi niyeti 1930 yılında İngiliz
hükümeti tarafından “güney politikası” bildirgesi ile beyan edilmiş, böylece
pratikte uygulanan ayrıştırıcı politikalar resmiyet kazanmıştır.31
Yerel otoritelerin ve örf-adet hukukunun, İngiltere’nin adalet ve yönetim anlayışı ile tutarlı olduğu müddetçe desteklendiği dolaylı yönetim sistemi,
yerli güç unsurlarının çeşitliliği ve geleneklerdeki farklılıklar sebebiyle ortaya
çıkan istikrarsız yapıya rağmen, Sudan’ın kuzey bölgelerinde uygulanmaya
devam etmiştir.32 Bunun yanı sıra Sudan’ın güneyinde kapalı bölge kanunlarının sertleştirilerek, İslam’ın yayılmasını önlemek ve ekonomik kontrol sağlamak amacıyla tüccarların girişini denetleyen düzenlemeye diğer bölgelerde
yaşayan halkın da dâhil edilmesiyle birlikte, kuzey ve güney arasında yapay
sınırlar çizilmiştir. Böylece yönetimin farklı temeller üzerine inşa edildiği kuzey ve güney bölgeler arasındaki ayrışma süreci hız kazanmıştır.
1.3.1.1. Dolaylı Yönetim
Yerel otoritelerin desteklenmesi temeline dayanan dolaylı yönetim,
Mehdi devrimiyle nüfuzlarını kaybeden unsurların tekrar yönetime dâhil edil
30
Collins, a.g.e., s.35.
Johnson, a.g.e., s.11.
32
Collins, a.g.e., s.40-41.
31
18
mesi suretiyle, sömürge döneminde uygulamaya konulmuştur. 1920’lerde
yapılan bir düzenleme ile birlikte, feodaller, kabile reisleri ve din adamlarının
adli ve idari yetkileri yasal güvence altına alınmıştır. Böylece, yasal yetkileri
örfi ve şer’i hukuk kapsamında belirlenen, idari yetkileri ise İngiliz bölge temsilcileri tarafından denetlenen yerel güç merkezleri yaratılmıştır.33
Sudan’ın güneyinde, kuzey bölgelerdeki gibi çeşitlilik gösteren ve yönetime ortak edilebilecek yerli otorite unsurlarının bulunmayışı, uygulanmak
istenen sömürge politikalarının önünde engel oluşturmuştur. İngiliz hâkimiyetini güçlendirmek amacıyla kuzeyde izlenen politikaların, güney bölgeler için
de uygulanmasına imkân tanıyacak bir yapıya duyulan ihtiyaç, sömürge politikaları ile uyumlu yerli yönetim geleneklerinin oluşturulmasını gerekli kılmıştır. Bu çerçevede Sudan’ın güneyinde yerli güç unsurları yaratılarak, bunların
tıpkı kuzey bölgelerdeki gibi geniş imtiyazlarla donatılması, böylece hiyerarşik
bir düzen tesis edilmesi hedeflenmiştir.
Sudan’ın güneyi için öngörülen politikaların uygulanması, farklılaşan
kültürler sebebiyle her bölge için mümkün olmamıştır.34 Zira Yukarı Nil ve
Bahrül Gazel’de yaşayan ve hayvancılıkla uğraşan halkın kurak mevsimlerde
göç etmesi sebebiyle söz konusu topluluklara erişim güçleşmiş, kurulmak
istenen hiyerarşik düzen için uygun ortam sağlanamamıştır. Diğer bölgelerde
faaliyet gösteren yerel mahkemeler, bu bölgelerde otoriteden yoksun birer
mekanizma olarak kalmaktan öteye gidememiştir. Diğer taraftan tarımla uğraşan toplulukların yaşadığı Ekvatorya, söz konusu politikalar için uygun bir
bölge olarak görülmüştür. İngiliz yöneticilerin teşvikiyle kurulan yerel mahkemelerin yanı sıra, İngiliz sömürgesi Uganda’nın model alındığı yerel parlamentolar faaliyete geçirilmiştir.35 Böylece güneydeki toplumlar arasında yaratılan bürokratik gelenek ve hiyerarşik yapı, İngiltere’nin çıkarları temelindeki
33
Johnson, a.g.e., s.12.
John O.Voll, Sarah Voll, The Sudan: Unity and Diversity in a Multicultural State, Westview
Press, London, 1985, s.54.
35
Johnson, a.g.e., s.13.
34
19
dolaylı yönetim sisteminin bölgede uygulanmasının önündeki engelleri ortadan kaldırmıştır.
1.3.1.2. Hukuk ve Din
Sömürge dönemi ile birlikte Sudan’da hukuk sistemi ve din kuralları,
bölgelere göre farklılık gösteren ve sınırları keskin çizgilerle belirlenen bir
nitelik kazanmıştır. Müslümanların yoğun olarak yaşadığı kuzey bölgelerde
evlilik, boşanma, miras, mülkiyet ve toprak hakkı gibi konular şer’i hukuk kurallarına bağlanmıştır. Zira İngiliz-Mısır yönetimi, Mehdi hareketinin diriliş tehlikesine karşı Sünniliği desteklemek suretiyle Sufi inanışı kontrol altına almayı
hedeflemiştir. Bu çerçevede uygulanacak hukuk sisteminde, temeli din bilginleri denen ayrıcalıklı ulema sınıfına ve kadıların başkanlık ettiği şeriat mahkemelerine dayanan Sünni yorum teşvik edilmiştir. 36
Öte yandan Sudan’ın güneyindeki bölgeler için, dolaylı yönetime uygulama alanı sağlamak amacıyla tesis edilen hiyerarşik yapının korunduğu ve
kabilelerin örf ve adetlerine dayanan bir hukuk sistemi öngörülmüştür. Çeşitlilik gösteren hukuk sistemi gereğince her kabile dışarıdan gelecek etkilere
karşı, kendi dinlerini, gelenek ve göreneklerini korumakla sorumlu tutulmuştur. İngiliz yöneticiler, kapalı bölgelerde yaşayan Sudan halkını İslami örf ve
hukuk kurallarından uzak tutabilmek için, kabileler arası gelenek alışverişini
dahi yasaklamıştır.37 Kuzey bölgelerde din ve hukuk politikaları, sistematik bir
temel üzerine inşa edilirken güneyde, özellikle de kırsal bölgelerde, dini çeşitlilik teşvik edilmiş, bölgeden bölgeye değişen yerel dinler ise herkes için geçerli, homojen hukuk kurallarının uygulanmasını imkânsız kılmıştır.
Öte yandan Sudan’ın güney bölgelerinde İslami değerler tam olarak
baskı altına alınamamıştır. Çoğunlukla Müslümanlardan oluşan ordu
1920’lerde terhis edildikten sonra, eski askeri personeller ve aileleri güney
36
37
Collins, a.g.e., s.36.
Johnson, a.g.e., s.13.
20
bölgelerde yaşamaya devam etmiştir.38 Ticaretle uğraşan Müslümanlar, kuzeyde olduğu gibi aileyi ilgilendiren konularda şer’i hukuk kurallarına tabii olmuştur. Ancak güneyde İslami değerlerin etkili olmasından rahatsızlık duyan
sömürge yönetimi, Müslüman toplumların yaşam alanını bazı bölgelerle sınırlamış ve Müslümanların diğer bölgelerde yaşayan halkla etkileşimini mümkün
olan en alt seviyede tutmaya özen göstermiştir.
İslamiyet’in yayılma tehlikesine karşı ayrıca, yasak olan misyonerlik
faaliyetlerine Sudan’ın güneyinde göz yumulmuş, hatta Hıristiyanlığın yayılmasını sağlayacak enstitülerin kurulması suretiyle misyonerler, sömürge yönetimi tarafından desteklenmiştir. Bunun yanı sıra güney bölgelerde eğitim,
İngilizcenin resmi dil olması gerektiğini ve bunun uygulanmakta olan güney
politikası için vazgeçilmez bir unsur olduğunu savunan Hıristiyan misyonerler
tarafından verilmeye başlanmıştır.39 Kırsal kesimlerdeki çeşitli geleneksel
dinlere ve bazı bölgelerde varlık gösteren İslam’a karşı Hıristiyanlık, eğitim
faaliyetlerinin tekeline geçmesiyle birlikte, daha sonra yönetim alanında
önemli kazanımlar sağlayacak olan stratejik üstünlük elde etmiştir.
1.3.1.3. Eğitim
İngiliz-Mısır yönetimi boyunca Sudanlılar için öngörülen eğitim politikaları, sömürge anlayışı çerçevesinde şekillenmiştir. Bölgeden bölgeye değişen
politikaların yanı sıra Sudan’da eğitim, İngiliz yöneticilerle işbirliği yapan varlıklı aileler ve tüccarlar ile sınırlandırılmış, söz konusu kesimler dışında yerli
halka eğitim hakkı tanınmamıştır. Sömürge döneminin ilk yıllarında yönetim
alanındaki personel ihtiyacı İngilizler dışında, Mısır ordusunda görev yapan
eğitimli kişiler tarafından karşılanmıştır.40 Ancak yönetimin dışına itilen Sudanlıların sömürge yönetimine karşı daha sonra sorun yaratabileceği endişe-
38
Johnson, a.g.e.,s.13.
Collins, a.g.e., s.43.
40
Johnson, a.g.e., s.15.
39
21
si, eğitimli bir sınıf yaratılarak idari birimlerde görevlendirilmesi ihtiyacını doğurmuştur.
Alt kademelerde de olsa, Sudan halkının yönetim kadrolarında istihdam edilmesi amacıyla eğitimli bir sınıf oluşturulması fikri ilk olarak kuzeyde
Gordon Memorial Koleji’nin kurulması ile hayata geçirilmiştir. İngiltere’nin teşvikiyle 1902 yılında kurulan koleje, seçilmiş ailelerin erkek çocukları dışında
öğrenci kabul edilmemiş, eğitim hakkı belli kesimler ile sınırlı tutulmuştur.41
Diğer taraftan Sudan’ın güneyinde eğitim olanakları daha da sınırlı kalmıştır.
Eğitimli elit kesim, sömürge yönetimi tarafından güneyde kabilecilik temeline
dayanan statükocu düzene karşı tehdit olarak algılandığından dolayı Sudan’ın güney bölgelerinde eğitimin teşvik edilmesi mümkün olmamıştır.42 Dolaylı yönetimin eğitimi geri plana atması ve bu alanda yatırım yapmaması
misyonerlik faaliyetlerinin önünü açmış, güneyde eğitim Hıristiyan misyonerlerin ve dini kurumların tekeline girmiştir.
Kırsal kesimlerde Hıristiyan misyonerler tarafından kurulan dini kurumlar yönetim tarafından desteklenmiş, böylece etki alanları giderek genişlemiştir. Hıristiyanlığın yayılması amacına hizmet eden bu kurumlar dini yapının yanı sıra güneydeki Sudan halkının yaşam biçimini, örf-adetlerini ve dillerini de hedef almıştır. Eğitim dili olan İngilizce, Hıristiyan misyonerlerin baskısıyla resmi dil olarak kabul edilmiş, Arapça isimler yasaklanmış ve kamu
hizmetlerinde görev alma, İngilizcenin akıcı şekilde konuşulması şartına bağlanmıştır.43 Farklılaşan dil yapısıyla birlikte Sudan’ın güneyi ile kuzeyi arasındaki ayrışma daha da körüklenmiştir.
1.3.1.4. Ekonomi ve Ticaret
Sudan’da, Türk-Mısır yönetimi boyunca teşvik edilen modern tarıma
geçiş süreci ve ticari hayat, Mehdi döneminde sekteye uğramıştır. Zira Mehdi
41
Collins, a.g.e., s.36.
Collins, a.g.e., s.43. 43
Collins, a.g.e., s.43.
42
22
hareketinin yükselişini engellemek isteyen İngiltere ve Mısır, Sudan’daki ihraç
mallarının yabancı marketlere girişini engelleyerek ticari hayata sınırlamalar
getirmiştir. Ticari hayattaki durgunluk Sudan ekonomisini çıkmaza sokmuş,
halk giderek yoksullaşmıştır. Ancak İngiliz işgali ile başlayan sömürge döneminde, ekonomik yapıda birtakım gelişmeler kaydedilmiştir.
Sömürge döneminin ilk yıllarında Sudan, Orta Doğu ve Avrupalı tüccarların bölgeye girişi ile birlikte uluslararası rekabete sahne olmuş, ülkede
ekonomik ve ticari hayat giderek canlanmıştır.44 O dönemin ticari ürünlerinden devekuşu tüyü, deri ve fildişinin temin edildiği Darfur bölgesi kısa sürede
tüccarlar için geçiş noktası haline gelerek, Func Sultanlığı zamanındaki önemine kavuşmuştur. İngiltere, deri ve fildişi ihtiyacının çoğunu bu bölgeden
karşılamaya başlamıştır. Ancak tüm bu ticari canlılığa karşın İngiliz yönetiminin asıl hedefi, Sudan’ı, Mısır ve Uganda sömürgeleri gibi pamuk üretiminin
yapıldığı ana bölgelerden biri haline getirmek olmuştur.45
Bu çerçevede I. Dünya Savaşı’ndan sonra, Beyaz ve Mavi Nil kaynağına yakın yerlerde barajlar ve sulama sistemleri kurularak pamuk üretiminde
önemli adımlar atılmıştır. Sömürge döneminin ilk yıllarında ülkede %10 olan
pamuk ihracatı, savaş sonrasında %70’lere ulaşmıştır.46 Pamuk üretimindeki
sıçrama kısa sürede demiryolu yapımını ve fabrikaların kurulmasını sağlamıştır. Ancak İngiliz yönetimi tarafından desteklenen pamuk üretimi ve ekonomik yatırımların merkezi Sudan’ın orta ve kuzey bölgeleri ile sınırlı kalmış,
güneyde yer alan bölgeler geri planda tutulmuştur.
Sudan’ın güneyini ve batısını kapsayan alanın kapalı bölge ilan edilmesiyle birlikte tüccarların bu bölgeye girişine sınırlamalar getirilmiş, böylece
kapalı bölgelerde ticari faaliyetler durma noktasına gelmiştir.47 Demiryolu ve
fabrikaların bulunduğu Hartum ve Omdurman gibi kentlerin yer aldığı bölgelerde yaşayan halkın refah düzeyi artarken, sömürge yönetiminin söz konusu
44
Johnson, a.g.e., s.16.
Ataöv, a.g.e., s.77.
46
Ataöv, a.g.e., s.77-78.
47
Johnson, a.g.e., s.17.
45
23
bölgeler dışında kalan yerleri ihmal etmesinde dolayı Nübya, Bahrül Gazel ve
Darfur gibi bölgelerde yaşam koşulları giderek kötüleşmeye başlamıştır. Sömürge yönetiminin Sudan’ın güneyini tecrit eden politikaları ülkede, yönetim
yapısından kültür, eğitim ve ekonomik düzene kadar birçok alanda ortaya
çıkartılan farklılıkların daha da belirginleşmesini sağlamıştır.
Diğer taraftan Sudan’ın merkezinde ve kuzey bölgelerinde yaşanan refah dönemi fazla uzun sürmemiştir. Zira 1929 Dünya Ekonomik Buhranı, Sudan’ı da etkilemiştir. Tek tip üretimle İngiltere’ye bağlanan Sudan ekonomisi,
dünyada pamuk talebinin azalması ve fiyatlardaki düşme ile birlikte ani bir
çöküş yaşamıştır.48 Ekilen toprakların azalması ve hükümet gelirlerindeki düşüşün yanı sıra tehlikeli boyutlara ulaşan işsizlik, halkı yönetime karşı isyan
etmeye itmiştir. Ekonomik kriz, Sudan’da İngiliz sömürge yönetiminin egemenliğini zedeleyecek ulusal bilincin de tetikleyicisi olacaktır.
1.3.2. Milliyetçilik Hareketleri ve Bağımsızlık
Sömürgecilik politikaları ile birlikte Sudan’ın kuzeyi ile güneyi arasında
sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi açıdan ayrışma süreci hız kazanmıştır.
Bu dönemde İngiltere, Sudan’ın güneyini kuzeyden tamamen koparıp, kendi
denetimi altındaki Doğu Afrika Sömürge Topluluğu’na dâhil etmek istemiştir.
Böylece Mısır’da filizlenmeye başlayan milliyetçi akımın hiç değilse güneye
inmesinin engellenmesi ve Sudan’ın güneyinde mevcut düzenin korunarak
bölgenin daha uzun süre İngiliz sömürgesi olarak kalması hedeflenmiştir.
Sudan’ın güneyinde İngilizlerle işbirliği yapan yöneticilerin çoğu sömürgecilik politikalarını benimserken, kuzey bölgelerden de destek alan bir
kesim ise, Sudan için bağımsızlık vakti geldiğinde kapalı bölgelerin Sudan’dan kopartılarak ülkenin ikiye bölünmesi fikrine karşı çıkmıştır. Muhalifler
ülkenin karışık etnik yapısının, sınırların her kesimin taleplerini karşılayacak
48
Collins, a.g.e., s.45.
24
şekilde belirlenmesinin önünde büyük bir engel olacağını savunmuştur.49 Zira
genellikle güneyde yaşayan Afrika kabileleri, Arapların çoğunlukta olduğu
kuzey bölgelerde de varlık göstermiştir. Bununla beraber, Sudan’ın bir bütün
olarak kalması, ülkenin güney bölgesinin Müslümanlar ile gayrimüslimler arasında bir köprü görevi üstlenebilmesi açısından oldukça önemli görülmüştür.50
Güney Sudan konusundaki tartışmaların devam ettiği bir dönemde
ulusal bilinç özellikle merkezde ve ülkenin kuzey bölgelerinde artmaya başlamıştır. Mısır’daki İngiliz karşıtı söylemlerin etkisinde kalan kuzey bölgesi ve
endüstrinin gelişmesi ile feodal kısıtlamaların kalktığı merkez bölgede ortaya
çıkan ulusal bilincin tetiklediği kurtuluş hareketleri, sömürge sisteminin çökmeye başladığı II. Dünya Savaşı sırasında doruk noktasına ulaşmıştır. Zira
aydınlar tarafından kurulan ve o zamanlar Sudan’da tek ulusal örgüt olan
Mezunlar Kongresi, sömürge döneminin son bulması ve ülkeyi yönetecek
yerli hükümet kurulması talebini açıkça dile getirmekten çekinmemiştir.
Eğitimli sınıfın çıkarlarını temsil eden Mezunlar Kongresi’nin temeli
Şubat 1938’de, Gordon Memorial Koleji’nde ders veren İsmail el-Azhari tarafından organize edilen ve yaklaşık bin Sudanlı mezunun katılımıyla
Omdurman’da gerçekleştirilen protesto eylemleri ile atılmıştır.51 Kısa sürede
ulusal bilinç geniş kitleleri etkilemiş, Kongre Sudan çıkarlarının temsilcisi konumuna yükselmiştir. 1929 Dünya Ekonomik Buhranı’ndan etkilenen Sudan
halkının yaşam seviyesinin kötüye gitmesine yol açan ekonomik kriz, ulusal
bilinci ve bağımsızlık mücadelesini kamçılayan bir başka önemli unsur olmuştur. Bu çerçevede, Sudan’ın kalkınmasının önünde engel olarak görülen sınırlı eğitim hakkının genelleştirilmesini savunan Mezunlar Kongresi ayrıca
İngiltere’nin dış ticaretteki tekelinin son bulmasını ve Sudan sermayesinin
yabancı pazarlarda kabul görmesini hedeflemiştir. Azhari liderliğindeki kong
49
Shadrack W. Nasongo, Godwin R. Murunga, “Lack of Consensus on Constitutive Fundamentals:
Roots of the Sudanese Civil War and Prospects for Settlement”, African and Asian Studies, Sayı 4,
2005, s.59.
50
Oliver Albino, The Sudan: A Southern Viewpoint, Oxford University Press, London, 1970, s.22.
51
Collins, a.g.e., s.49.
25
re, milliyetçi bir oluşum olarak İngiliz yöneticilerden bağımsız bir yapıya odaklanmış ve Sudan’ın kalkınması için ihtiyaç duyulan finansal destek açısından
Mısır’la sıkı bağların gerekliliğine vurgu yapmıştır.
Mezunlar Kongresi’nin faaliyetleri ile özellikle Sudan’ın kuzey bölgelerinde etki alanı artan ulusal kurtuluş söylemleri İngiliz sömürge yönetimini
rahatsız etmiştir. Sömürge yönetimi tarafından Mayıs 1944’te, Kuzey Sudan
Danışma Kurulu adında, merkezi bir örgüt kurulmasına karar verilmiştir.52
Söz konusu tedbirler, halka demokrasiye geçiş aşamaları olarak dayatılmış
ancak üst sınıflara, yani feodaller ve kabile reislerine verilen bu ufak tavizlerle
varılmak istenen asıl amaç, ulusal bilincin önüne geçmek ve bağımsızlık mücadelelerini yavaşlatmak olmuştur. Mezunlar Kongresi’nde faaliyet gösteren
bazı önemli isimlerin, İngiliz genel valisi tarafından çıkar gruplarını temsil
eden kurul üyeleri olarak atanması, kongrenin iç yapısında daha sonra ortaya
çıkacak fikir ayrılıklarının da temelini oluşturmuştur.
Mezunlar Kongresi, bünyesine katılan yeni üyeleri ve ülkenin birçok
yerinde açtığı şubeleri ile büyük ve oldukça güçlü bir siyasal örgüt niteliği kazanmıştır. İngiliz askerlerinin Sudan’dan çıkartılmasını ve Mısır ile federatif
esaslar içinde birleşmeyi öngören Ağustos 1945’teki Mezunlar Kongresi kararı, ulusal kurtuluş mücadelesinin temel dayanağı olmuştur. Ancak bu fikirler
daha sonra kongre içinde birtakım tartışmaları beraberinde getirmiş ve ulusalcı kanatta yaşanan fikir ayrılığı, kongrenin bölünmesine neden olmuştur.53
Yaşanan çekişmeler sonucu bağımsız bir Sudan konusunda hemfikir olan,
ancak İngiltere ile mümkün mertebe kuvvetli bağların korunması taraftarı olan
kongre üyeleri Ümmet Partisi’ni kurarken, kongrenin 1945 yılında aldığı kararları kendisine ilke edinen üyeler ise Ulusal Birlik Partisi’ni (UBP) oluşturmuşlardır.54 Kongrenin bölünmesi sonucunda ortaya çıkan her iki siyasi parti
de, bağımsızlık mücadelesi faaliyetlerine devam etmiştir. Böylece bir tarafta
Ensar hareketinin lideri Mehdi ailesiyle bağları bulunan Ümmet Partisi, diğer
52
Collins, a.g.e., s.52.
Ataöv, a.g.e., s.81.
54
Harir, a.g.m., s.25.
53
26
taraftan Hatmiye hareketinin lideri Mirgani ailesine yakın UBP, Sudan’ın ulusal bağımsızlık mücadelesinde başı çeken iki önemli parti olmuştur.55
Bağımsız Sudan fikri kısa sürede kitleleri harekete geçirmiş, özellikle
büyük kent merkezlerinde, İngiliz-Mısır ortak yönetimini kuran Kondominyum
Antlaşması’nın sona erdirilmesini isteyen protestolar başlamıştır. Sudan’ın
güney bölgesini tamamen Afrikalılaştırma politikası üzerinde duran İngiltere
için, ülkenin merkezindeki ve kuzey bölgesindeki başkaldırılar en önemli
gündem maddesi haline gelmiştir. İngiltere isyanları önlemek için, verilen tavizleri genişletme yoluna gitmiştir. 1944 yılında kurulan Kuzey Sudan Danışma Kurulu yerine, ülkenin bütününü temsil edecek olan bir Yasama Meclisi
kurulmuş ve 1948’de yeni bir anayasa reformu ilan edilmiştir.56 İngiltere’nin
ayırıcı güney politikasından resmi olarak vazgeçmesiyle beraber Sudan’ın
kuzey ve güney bölgelerinin tek bir siyasi çatı altında varlıklarını sürdürmesine karar verilmiştir. Sömürge politikaları çerçevesinde atılan bu adım, aynı
ülke sınırları içinde yaşayan ancak etnik kökenlerine, kültürlerine ve dillerine
yabancılaştırılan toplumlar arasında yaşanacak gerilimi kaçınılmaz kılmıştır.
Kuzeyden ayrı bir siyasi yapılanma üzerinde duran güneydeki Afrikalılar, gelişmeleri kaygı verici olarak değerlendirmiştir. Taleplerinin göz önüne
alınmayacağı ve hatta kaderlerinin tamamıyla Arapların elinde olacağı endişesi, güneydeki halk arasında tansiyonun artmasına neden olmuştur. Diğer
taraftan kuzeydeki Araplar ise, ülkenin bütünlüğünün korunarak bağımsızlık
için hep beraber mücadele etmenin gerektiğini vurgulamıştır. Kuzey Sudanlılar güneydeki halkın ayrılma taleplerini, sömürgeci yönetimin böl-yönet politikası ışığında değerlendirmiş ve bu konuda başarı sağlandığı takdirde, bağımsızlık sürecinin sekteye uğrayacağını savunmuştur.57 Ayrıca güney bölgesinin Sudan’dan ayrılması, yer altı ve yer üstü kaynaklarına sahip Bahrül
Gazel, Darfur gibi bölgelerin zenginliklerinden kuzeyde yaşayan Sudanlıların
mahrum bırakılması olarak değerlendirilmiştir. Bu sebeple güney ve kuzey
55
Mamdani, a.g.e., s.171.
Collins, a.g.e., s.53-54.
57
Nasongo, Murunga, a.g.m., s.64.
56
27
bölgelerinin bir bütün halinde Sudan sınırlarında varlığına devam etmesi, ülkenin geleceği açısından oldukça önemli görülmüştür.
İngiliz-Mısır ortak sömürge yönetimi 1952 yılında Mısır’daki iktidar değişikliğinin ardından önemli bir dönemece girmiştir. Mısır’ın, eşit esaslara dayanmadığı gerekçesiyle Kondominyum Antlaşması’na bağlı olmadığını ilan
etmesinin ardından Şubat 1953’te imzalanan İngiliz-Mısır Antlaşması’na göre
İngiltere, Sudan halkının kendi geleceğine karar verme hakkını tanımak zorunda kalmıştır.58 Yine bu antlaşmaya göre, üç yıllık geçici dönemin ardından
Sudan için tam bağımsızlık ya da Mısır ile federatif esaslar çerçevesinde birleşme konusunun Sudan parlamentosunca karara bağlanması öngörülmüştür.59
Tüm bu gelişmelerin ardından Sudan’da Kasım 1953’te ilk kez çok
partili seçimler yapılmıştır. İngiliz yönetimine son vererek Mısır ile federatif
esaslar içinde birleşme üzerinde duran ve Kahire yönetimi tarafından desteklenen UBP’nin seçimleri kazanması, tartışmaları da beraberinde getirmiştir.
Seçimlerin özgür bir ortamda yapılması bakımından ülkedeki tüm yabancı
askerlerin ve yetkililerin uzaklaştırılmasına rağmen Ensar hareketinin siyasi
kanadı olan Ümmet Partisi ve İngiliz basını Mısır’ın, seçim sonucunu etkileyecek müdahalelerde bulunduğunu iddia etmiştir.60 Seçim sonuçları iptal
edilmemiş ancak Sudan’da siyasi istikrarın önünde engel olan yeni gelişmeler
yaşanmıştır.
1 Mart 1954’te parlamentonun açılış gününde, Mısır ile birleşmeyi reddeden grupların başlattığı protestolar kısa sürede kanlı çatışmalara dönüşünce, UBP Mısır ile birleşme konusunu gözden geçirme gereği duymuştur.
Ağustos 1955’te ise ülkenin güneyinde, Juba bölgesinde, askeri birliklerin ön
58
Collins, a.g.e., s.59.
Ataöv, a.g.e., s.83.
60
Atta el-Battahani, “Multi-Party Elections and the Predicament of Northern Hegemony in Sudan”,
Multi-Party Elections in Africa, (ed: Michael Cowen, Liisa Laakso), Palgrave Press, New York,
2002, s.254.
59
28
ayak olduğu geniş çaplı isyanlar başlamıştır.61 Ülkenin iç savaşa sürüklendiği
bir zamanda Mısır ile birleşme kararında ısrarcı olmanın yanlış olacağını anlayan UBP’nin lideri ve Başbakan İsmail el-Azhari bağımsız bir devlet olma
yolunu seçmiş ve bağımsızlık resmi olarak 1 Ocak 1956’da Sudan parlamentosunca karara bağlanmıştır.
1953 seçimleri ile 97 sandalyelik Sudan parlamentosunda, o dönemde
nüfusun %30’unu oluşturan güneydeki Afrikalılar 22 milletvekili62 ile temsil
edilme hakkı bulmuş ancak bazı sebepler ile güneyli üyelerden altısı diskalifiye edilince UBP, parlamentodaki etkisini daha da artırmıştır. Bunun sonucu
olarak güneyde yaşayan halkın çıkarlarının ikinci plana atılacağı ve hükümetin Araplaştırma politikası ile Hıristiyan Afrikalıları asimile edeceği yönündeki
endişelerin alevlenmesi Güney Sudan’ın ayrılma eğilimlerini güçlendirmiştir.63
Tüm bu gelişmelerin ülkedeki coğrafi ve toplumsal farklılıklar bir yana, sömürgeci yönetimin yıllardan beri uyguladığı ayırıcı güney politikasının bir sonucu olarak değerlendirilmektedir.64 Bağımsızlıktan bu yana Sudan’da bir
türlü istikrar sağlanamamasının temelinde, sömürge döneminde yaratılan bu
sorunlu yapı yatmaktadır.
61
Harir, a.g.m., s.34-35.
Albino, a.g.e., s.32. 63
Mamdani, a.g.e., s.180.
64
Ataöv, a.g.e., s.84.
62
İKİNCİ BÖLÜM
BAĞIMSIZLIKTAN GÜNÜMÜZE SUDAN
Afrika kıtasının yüzölçümü bakımından en geniş ülkesi durumundaki
Sudan, kuzeyi ile güneyi, doğusu ile batısı arasında bir köprü görevi üstlenmektedir. Zira bir Doğu Afrika ülkesi olan Sudan; kuzeyden Mısır, kuzeydoğudan Kızıldeniz, doğudan Etiyopya ve Eritre, güneyden Kenya, Uganda ve
Kongo Demokratik Cumhuriyeti, batıdan Orta Afrika Cumhuriyeti ve Çad, kuzeybatıdan ise Libya ile çevrili olmak suretiyle, stratejik açıdan oldukça
önemli bir yere sahiptir.65
Şekil1:Sudan
65
“Africa: Sudan”, The World Fact Book, (Erişim) https://www.cia.gov/library/publications/theworld-factbook/geos/su.html, 10 Mayıs 2010.
30
Ülke yirmi altı eyaletten oluşan federal yapısı, etnik ve kültürel çeşitliliği ile dikkat çekmektedir. Zira Sudan’da varlığını sürdüren 597 kabilenin dört
yüzden fazla dil konuştuğu bilinmektedir.66 Bunun yanı sıra dini yapı, Sudan’ın siyasi hayatını ve dış politika tercihlerini şekillendiren etkili bir faktör
olarak görülmektedir. Sudan halkının dini inançları temelde Müslümanlık, Hıristiyanlık ve yerel Afrika dinlerine dayansa da, her bir din kendi içinde, çeşitli
gelenek ve uygulamalara sahip olması bakımından kollara ayrılmıştır. Ülkedeki çeşitlilik gösteren etnik ve dini grupların varlığı Sudan’a, dünyanın en
heterojen toplumlarından biri olma özelliğini kazandırmıştır.
Etnik, dini ve kültürel farklılıklar, sömürge döneminde suni sınırlar yaratılırken ortaya çıkartılmış ve birçok Afrika ülkesi gibi Sudan’a da sömürge
mirası olarak bırakılmıştır. Sömürge dönemi boyunca farklılıkların vurgulanması suretiyle ülke, kontrol altında tutulmak istenmiştir. Sudan 1 Ocak
1956’da bağımsızlığına kavuşmuş ancak sömürgecilik politikalarının izleri
bağımsızlıktan günümüze gelen birçok sorunla birlikte kendini göstermeye
devam etmiştir. Ekonomik sorunların yanı sıra bağımsızlığın ardından yaşanan siyasi çekişmeler ve istikrarsızlaşan siyasi yapı, halk arasındaki gerilimin
artmasına neden olmuş, Sudan bölünmenin eşiğine gelmiştir. Sudan’ın halen
başa çıkmaya çalıştığı birçok meselenin temelini, kuzey ve güney bölgelerini
ayrıştıran ve halkı birbirine yabancılaştıran sömürge politikaları oluşturmaktadır. Bu bölümde, temelleri sömürge politikalarına dayanan ve bağımsızlığın
kazanılmasıyla baş gösteren siyasi sorunların çizdiği istikrarsız dönem ve bu
dönemde şekillen Güney Sudan ile Darfur sorunlarının nedenleri ve gelişim
süreci incelenmektedir.
2.1. BAĞIMSIZ SUDAN DEVLETİ
Ülkede ulusal bilincin uyanması geniş kitleleri harekete geçirmiş ve elli
altı yıl boyunca sömürge yönetimi altında varlık gösteren Sudan, bağımsız bir
66
Peter K. Bechtold, “More Turbulence in Sudan”, State and Society in Crisis, (ed: John O. Voll),
Indiana University Press, ABD, 1991, s.1.
31
devlet olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Diğer taraftan siyasi bağımsızlık, ülkenin içinde bulunduğu durum gereği, onu tamamlayacak olan ekonomik bağımsızlıkla desteklenememiştir. Mali sıkıntıların yanı sıra bağımsızlığın ardından, etnik ve dini farklılıklar sebebiyle yaşanan siyasi kutuplaşma istikrarlı
yönetime engel olmuş ve Sudan halkı için, uzun yıllar sürecek yeni sorunlar
ortaya çıkmıştır.
2.1.1. Siyasi Yapı ve Anayasa Girişimleri
Sömürge yönetiminin son bulmasıyla birlikte Sudan, uluslararası arenada bağımsız bir aktör olarak varlık göstermeye başlamıştır. Ancak siyasi
çekişmeler ve mali sorunlar, bağımsızlık ile yaratılan genel iyimserlik havasını dağıtmıştır. Azhari’nin başkanı olduğu iktidardaki UBP, Mısır ile birleşme
sloganını terk etmek zorunda kalınca ideolojik içeriği kalmamış, parti içinde
bölünmeler yaşanmıştır.67 Bunun sonucu Azhari hükümeti istifa etmiş, yerini
UBP’den ayrılan üyelerin kurduğu Halk Demokratik Partisi (HDP) ve Ümmet
Partisi koalisyon hükümeti almış, Ümmet Partisi Genel Sekreteri Abdullah
Halil başbakan olmuştur.
Koalisyon hükümetini iktidara geldiği günden itibaren zora sokan konulardan biri, dünyada genelindeki ekonomik durgunluk olmuştur. Hükümetin
uyguladığı sıkı ekonomi politikaları sebebiyle fiyatların yüksek seyretmesi ve
rekabetçi ortama ayak uyduramayan Sudan pamuğunun satılamaması ciddi
sıkıntılar yaratmıştır.68 Bunun üzerine Amerika Birleşik Devletleri (ABD), kötü
giden Sudan ekonomisinin seyrini değiştirmek ve hükümetin kalkınma planlarına finansal destek sağlamak amacıyla yardım paketi teklifinde bulunmuştur.
Abdullah Halil ve Batı yanlısı Ümmet Partisi bu teklife sıcak bakarken HDP,
yardımların Sudan’ı, Sovyetler Birliği ile iyi ilişkiler içinde olan Mısır’dan koparma amacına hizmet ettiğini savunarak ABD’nin teklifine karşı olduğunu
67
68
Ataöv, a.g.e., s.84-85.
Collins, a.g.e., s.69-70.
32
açıklamıştır.69 HDP ve Ümmet Partisi arasında baş gösteren görüş ayrılığı
kısa sürede siyasi çekişmeye dönüşmüş ve koalisyon işlevsiz hale gelmiştir.
Sudan, ekonomisinde olduğu gibi siyasi yapısında da istikrardan yoksun bırakılmıştır.
Koalisyon hükümeti içinde bir diğer önemli görüş ayrılığı ise, hazırlanması öngörülen yeni anayasa konusunda yaşanmıştır. Sömürge döneminde İngilizler tarafından hazırlanan hukuk kuralları, bağımsızlığın ardından
geçici anayasa olarak kullanılmıştır.70 Ancak Sudan’da mevcut veya sonradan ortaya çıkabilecek sorunlara ilişkin demokratik barış ve toplumsal uzlaşı
temelindeki yöntemleri oluşturmak amacıyla köklü bir anayasa reformuna
ihtiyaç duyulmuştur. Toplumsal uzlaşı çerçevesinde kabul edilecek olan sivil
anayasa özellikle güney bölgelerde umut verici bir gelişme olarak kaydedilirken, ülke genelinde içeriğe ilişkin tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Sudan’da üniter yapının korunması veya federal devlet sistemine geçiş konusunda güney ve kuzey bölgelerden yükselen farklı sesler, anayasa üzerinde
anlaşmanın kolay olmayacağının sinyallerini vermiştir.
Sudan’ın güney bölgelerinde yaşayanlara göre federal yapı güneyi,
kuzeydeki merkezi hükümetin hâkimiyeti altında, geri plana atılmış bir bölge
olmaktan kurtaracak çözüm yolu olarak algılanmaktadır.71 Kuzey Sudanlıların
federalizme karşı üniter yapıyı desteklemesinin nedeni ise, federal yapı ile
ortaya çıkacağı düşünülen ayrılıkçı hareketlerin önüne geçmek ve ülkenin
bölünmesini engellemektir. Ülke genelinde tartışmalar devam ederken kuzeydeki siyasi partiler, üniter yapının korunduğu bir anayasa ile ülkenin geleceğinin korunması için hükümete baskı yapmaya başlamıştır. Bağımsızlık
mücadelesi boyunca kuzeyde faaliyet gösteren siyasi partilerin güney bölgelerden de destek almak amacıyla “federal anayasa taleplerinin bağımsızlık
sonrasında geniş çaplı değerlendirileceği garantisi”ni vermesi ancak daha
69
Collins, a.g.e., s.72.
Marti Alane Flacks, “Sudan’s Transitional Constitution: Potential Perils and Possibilities for
Success”, Journal of International Policy Solutions, (Erişim)
http://irps.ucsd.edu/assets/004/5377.pdf, 15 Mart 2010.
71
Johnson, a.g.e., s.30. 70
33
sonra federal devlet fikrine karşı çıkması, bir taraftan hayal kırıklığı yaratırken
diğer taraftan güneyli siyasi oluşumları etkili şekilde organize olma konusunda motive etmiştir.72
Bağımsızlıktan sonra ilk çok partili seçimlerde, güneyde yaşayan halkın ideallerini yansıtan Federal Parti, parlamentoda güney bölgeler için ayrılan sandalyelerin tamamına tek başına sahip olmuştur. Tek ağızdan, daha
güçlü bir şekilde dile getirilen güney Sudanlıların federal anayasa talepleri
hükümetin katı tutumunda değişiklik yapmasını gerekli kılmış ve konu tekrar
tartışmaya açılmıştır. Ancak Sudan’ın ulusal kimliği üzerine tartışmalar ve
yapılması öngörülen anayasal düzenlemeler bazı kesimlerde rahatsızlık yaratmış, hükümetin anayasa açılımı askeri darbeyle kesintiye uğramıştır. Sivil
anayasa girişimlerinin rafa kaldırıldığı askeri rejim dönemi boyunca geçici
anayasa kuralları uygulanmıştır.73
2.1.2. Askeri Darbe
Bağımsızlıkla başlayan parlamenter rejim dönemi fazla uzun sürmemiş, 1958 yılında gerçekleştirilen darbe ile asker yönetime el koymuştur. General İbrahim Abbud, ordu gücüyle desteklenen baskıcı bir yönetimle ülkeyi
kontrol altına almak istemiş, askeri rejim ilk olarak siyasi partileri yasaklamış,
önemli mevkilerdeki bakanları hapse atmış, yayın organlarını susturmuş ve
ülke genelinde sıkıyönetim ilan etmiştir.74 Başbakanlık, devlet başkanlığı ve
savunma bakanlığı mevkilerine Abbud getirilmiş, demokrasi bir kenara bırakılarak güç tek elde toplanmıştır. Ancak özgürlüklerinin geri verilmesini isteyen
halktan yönetime tepkiler gecikmemiş, askeri diktatoryaya karşı siyasal örgütler kurulmuştur.
Abbud rejiminin iç politikası pan-Arapçılık temeli üzerine kurulmuştur.
Ekonomik kriz için çözüm önerilerine odaklanmak yerine öncelikli olarak, gay
72
Collins, a.g.e., s.72.
Flacks, a.g.m., s.4.
74
Ataöv, a.g.e., s.85.
73
34
rimüslim Afrikalıların yaşadığı güney bölgelerde Arap kültürünü ve dilini yerleştirmek için faaliyete geçilmiştir. İslamlaştırma ile desteklenen Araplaştırma
politikası kapsamında güney bölgelerdeki Hıristiyan okulları ve kiliselerin faaliyetleri sınırlandırılmış, İngilizce olan resmi dil tekrar Arapça olarak değiştirilmiş, Cuma günü tüm ülkede resmi tatil ilan edilmiştir.75 Güney bölgelerde
uygulanan baskıcı politikalar, Afrika kökenli halk arasında var olan gerilimi
daha da tırmandırmış, sömürge döneminden kalan Güney Sudan sorunu daha ciddi bir hal almış ve ülke iç savaşın eşiğine gelmiştir.
Bağımsızlığın ilk yıllarından itibaren Sudan’ın ulusal kimliği üzerine
yapılan tartışmalar, baskıcı askeri rejim döneminde de devam etmiştir. Sudan
halkını birbirine daha da yabancılaştırdığı savunulan politikaları sebebiyle
asker rejime karşı eleştiriler, siyasi oluşumlar dışında öğrenci topluluklarından da gelmeye başlamıştır. Hartum Üniversitesi öğrencileri tarafından düzenlenen güney sorununun ele alındığı toplantılar kısa sürede, rejime muhalefet eden kesimlerin tartışma platformuna dönüşmüş ve askeri rejim iktidarda olduğu sürece Güney Sudan sorununda çözüme ulaşılamayacağı yaygın
görüş olarak kabul görmüştür.76 Eleştirilerden rahatsız olan Abbud rejiminin
üniversitede düzenlenen toplantıların yasaklanmasına dair verdiği karar, rejimi eleştiren kesimleri kışkırtmış ve sivil darbenin önünü açmıştır.
2.1.3. Ekim Devrimi ve Demokrasi Çabaları
Halkın tercihleriyle ters düşen Abbud rejimine karşı muhalifler seslerini, Hartum Üniversitesi öğrencilerinin düzenlendiği protesto eylemleri ile duyurmuştur. Polisin müdahale ettiği gösterilerde Ahmed Kuraşi isimli bir öğrencinin ölmesi, askeri rejime karşı başkaldırıyı tetiklemiş ve Ekim Devrimi
kitleleri harekete geçirmiştir. Sudan’da genel grev ilan edilmiş ve Abbud rejimi
siyasi partilerin, sendikaların ve öğrenci örgütlerinin birleşerek başlattığı ge
75
Dunstan Wai, The African-Arab Conflict in the Sudan, African Publishing Company, New York,
1981, s.86
76
Collins, a.g.e., s.80.
35
niş çaplı protesto eylemleri ile devrilmiştir. 30 Ekim 1964’te geçici bir hükümet
kurulmuş, başbakanlık görevine Hatim el-Halife getirilmiştir.
Hatim el-Halife hükümeti önemli konularda demokratik tedbirler almıştır. İlk olarak askeri rejime son verilmiş, anayasal düzen geri getirilmiştir. Bununla birlikte yeni hükümet güney sorununu da ele almış, Güney Sudan siyasi parti temsilcileriyle görüşen başbakanın teşvikiyle, yapıcı bir tasarı hazırlamakla görevli bir komisyon kurulmuştur.77 Ayrıca askeri rejim döneminde
kapatılan siyasi partiler tekrar faaliyete geçirilmiş ve siyasi tutuklular serbest
bırakılmıştır. Geçici hükümetin de desteğiyle Sudan’da seçim hazırlıklarına
başlanmıştır.
Diğer taraftan geçici hükümetin politikalarına karşı çıkan bir kesim
özellikle güneyli politikacılarla görüştükten sonra belirlenmesi öngörülen seçim tarihi konusunda rahatsızlıklarını dile getirmiş, ülke yeni bir tartışma ortamına girmiştir. Muhafazakâr kesim, güneyli politikacılarla yapılan görüşmelerin sonucu ne olursa olsun erken seçimlere gidilmesi gerektiğinde ısrarcı
olurken, sol eğilimli kesim, Güney Sudan’ın hazırlanamaması ve seçimlere
katılamaması durumunda kopma eğilimlerinin güçleneceğini savunmuştur.78
Ülke genelinde tartışmaların devam ettiği bir dönemde, yabacıların da
kışkırtmasıyla Sudan’da erken seçimin önünü açacak provakatif söylemler
yükselmeye başlamıştır. Hükümetin komünist çıkarlara hizmet ettiği iddia
edilmiş, bazı resmi faaliyetler ihanet olarak nitelendirilmiş ve ülkeyi komünizm
tehlikesinden kurtarmak için harekete geçilmesi gerektiği yönünde çağrıda
bulunulmuştur. Şubat 1965’te Sadık el-Mehdi liderliğinde organize olmuş on
binlerce Ensar taraftarı Hartum sokaklarına dökülmüş, galeyana gelen halk
resmi daireleri basmış ve hükümette zorla değişiklik istenmiştir.79 Zayıflatılan
geçici hükümet, demokratik hakların savunulması esasına dayalı politikalarını
uygulama şansı bulamadan 18 Şubat 1965’te istifa etmiş, Sudan bu istikrarsız atmosferde seçime gitmiştir.
77
Ataöv, a.g.e., s.88.
Ataöv, a.g.e., s.89.
79
Collins, a.g.e., s.82.
78
36
Ülkedeki demokrasi dışı uygulamalara tepki amacıyla HDP ve güneydeki önemli partilerin boykot kararı alarak seçimlerden çekilmesi ile birlikte
Ümmet Partisi mecliste çoğunluğu elde etmiş ve Azhari liderliğindeki UBP ile
koalisyon hükümeti kurmuştur. Sadik el-Mehdi’nin başbakan olduğu sivil hükümet güney sorununda barışçıl bir politika izleneceğini, yerli ve yabancı
sermayeye destek verileceğini ve mali sorunların çözüleceğini vaat etmesine
karşın, yaşanan fikir ayrılıkları ve siyasi çekişmeler kalıcı çözüm yollarının
önünü tıkamıştır. Koalisyon dönemi boyunca başbakanlık koltuğu birçok kez
el değiştirmiş, parlamento işlevsiz hale gelmiş ve ülkenin ana gündem maddesini oluşturan sorunlar arka plana atılmıştır. Sudan’da kemikleşen siyasi
sorunlar ve çıkmaza giren ekonomik hayat yeni bir askeri darbeye davet çıkarmış ve 25 Mayıs 1969’da General Cafer Numeyri liderliğinde ordu yönetime el koymuştur.
2.1.4. Dış Politika Tercihlerinin Siyasi Yapıya Etkisi
Sivil iktidar döneminde Sudan’da hareketli iç politikanın yanı sıra dış
politikada da aktif bir seyir izlenmiştir. İsrail’e yönelik Arap politikasını şekillendiren 1967’deki savaşın ardından İsrail’e karşı müzakerelerin yürütüldüğü
Arap Zirvesi için başkent Hartum önemli bir merkez olmuştur. Siyasi çekişmeler, ekonomik kriz ve güney sorunun yarattığı istikrarsız siyasi yapı sebebiyle
iç meselelere yoğunlaşan Sudan, Arap-İsrail savaşı ile birlikte uluslararası
arenada daha aktif rol almaya başlamıştır. 29 Ağustos–3 Eylül 1967 tarihleri
arasında Hartum’da gerçekleştirilen Arap Zirvesi’nde, İsrail’e karşı Arap ülkeleri arasındaki askeri işbirliği vurgulanmıştır.80 Zirvede alınan kararlar doğrultusunda şekillenen Sudan’ın dış politika söylemleri Batı’dan ters istikamette
seyretmeye başlamıştır.
Sivil iktidar döneminde temelleri atılan aktif dış politika süreci,
Numeyri liderliğindeki askeri rejim döneminde de devam etmiştir. Mayıs
80
Türel Yılmaz, Uluslararası Politikada Ortadoğu, Akçağ Yayınları, Ankara, 2004, s.156. 37
1969’da askeri darbeyle işbaşına gelen Numeyri rejimi pan-Arapçılık politikasını benimsemiş ve Mısır ve Libya’daki laik rejimlerin sempatisini kazanmıştır.
Sudan Komünist Partisi’nin desteğini arkasına alan askeri rejim ayrıca Sovyetler Birliği ile ilişkilerini sağlamlaştırma yolunda adımlar atmıştır. Ancak
Numeyri rejiminin izlemiş olduğu bu dış politika, Sudan’ı Arap Yarımadası ve
Etiyopya’dan uzaklaştırmıştır. Sudan’da bağımsızlığın ilk yıllarından itibaren
yaşanan mali sorunları çözebilmek amacıyla tarım ve sanayi alanında hedeflenen gelişme, dış politika tercihlerini sorgulanır hale getirmiştir. Kalkınma
hamleleri için gerekli teknolojik ve ekonomik yardım açısından Batı ve petrol
zengini Arap Yarımadası ile iyi ilişkilerin gerekliliğini kavrayan Numeyri rejimi,
çok geçmeden yön değiştirmek zorunda kalacaktır.81
Bunun yanı sıra Soğuk Savaş koşulları ve bölgesel rekabetler,
Numeyri’yi taraf tutmaya zorlamıştır. 1974 yılına gelindiğinde, Etiyopya’daki
rejimin Sovyetler Birliği’ne yakın bir askeri darbeyle devrilmesi ve uzun süre
devam eden ABD askeri varlığının Etiyopya’da sona ermesi, Sudan-ABD ilişkilerine yeni açılımlar kazandırmıştır. Ocak 1979’da İran’daki Şah rejiminin
devrilmesi, Washington yönetimin alternatif üs edinme çabalarını hızlandırmıştır. Hemen ardından Aralık 1979’da Sovyetler Birliği’nin Afganistan işgali
ve sadece Etiyopya’da değil Güney Yemen’de de varlığını artırması,
ABD’nin, petrol hatlarına olabilecek bir Sovyet hâkimiyetinden endişe duymasına sebep olmuş, kısa sürede Sudan, Washington için yeni bir üs haline
gelmiştir.82 Numeyri rejiminin komünizme karşı verilen mücadelede yerini benimsemesi açısından, ABD askeri ve ekonomik yardımlarını artırma kararı
almış, ABD ile bu ortaklık ilişkisi sayesinde Sudan IMF, Dünya Bankası ve
birçok Arap fonundan yüklü miktarda kredi çekme olanağı bulmuştur.83
81
Abdel S. Sidahmet, Politics and Islam in Contemporary Sudan, Routledge Curzon Press,
London, 1997, s.18-19.
82
Ann M. Lesch, “Sudan’s Foreign Policy”, State and Society in Crisis, (ed: John O. Voll), Indiana
University Press, ABD, 1991, s.46-47.
83
Alex de Waal, War in Darfur and the Search for the Peace, Harvard University Press, ABD,
2007, s.16-17.
38
Sovyet yanlısı Nasır rejiminin ardından Mısır dış politikasının yönünün
değişmesi üzerine Numeyri rejimi, ABD’nin yanı sıra Mısır’la olan ilişkisini de
derinleştirmeye başlamıştır. 1974 yılında imzalanan “Bütünleşme Paktı” ile iki
ülkenin birbirine daha da yakınlaşmasının yanı sıra Mısır-Sudan arasındaki
kanal projesinde önemli bir adım atılmıştır.84 Libya’da sürgünde olan sivil ve
siyasi güçlerin Numeyri rejimine karşı düzenledikleri darbe girişiminin engellenmesinde Enver Sedat önemli rol oynamış ve Numeyri rejiminin devam etmesine katkıda bulunmuştur. Bununla beraber 1979 yılında Mısır-İsrail arasında imzalan barış antlaşmasının ardından tüm Arap hükümetleri Mısır ile
diplomatik ilişkilerini keserken Numeyri, Enver Sedat’a arka çıkmış ve
1980’lerin başı itibariyle Mısır’ın Arap dünyasındaki pozisyonunu yeniden
eski haline getirmek için öncü rol üstlenmiştir.
Öte yandan Sudan’ın Mısır ve ABD ile kurmuş olduğu yakın ilişki, bölge güçleriyle düşmanlıklara yol açmaya başlamıştır. Libya, Etiyopya ve Güney Yemen arasında 1981 yılında yapılan bir antlaşma ile Sudan bölgede
savunmasız bir konuma itilmiştir.85 Ayrıca Libya’nın Çad’ı işgal etmesiyle çıkan savaşta Darfur’daki birçok köy zarar görmüş, batı sınırını koruyamayan
Sudan yönetimi, sorunu, müttefiki olan Mısır ve ABD’nin yardımıyla çözme
yoluna gitmiştir.
Kahire ve Washington’la olan yakın ilişkilerinden dolayı Numeyri rejimine bölgedeki aktörlerin yanı sıra ülkedeki siyasi aktörlerden de tepkiler
gelmiştir. İran İslam Cumhuriyeti ile yakınlaşmaya önem veren Hasan elTurabi liderliğindeki Ulusal Kongre Partisi (UKP), ABD yanlısı Numeyri’yi
İran-Irak savaşında, Baasçı Irak’a verdiği aktif destekten dolayı sert bir şekilde eleştirmiştir. Diğer yandan Sudan’ın ulusal çıkarlarının Mısır’a bağlı olacağını ve hatta ikinci plana atılacağını düşünen bir kesim, Kahire ve Hartum
yönetimleri tarafından hedeflenen bütünleşme projesinden dolayı Numeyri’yi
sert bir şekilde eleştirmiştir.
84
Lesch, a.g.m., s.48.
Martin Daly, Darfur’s Sorrow- A History of Destruction and Genocide, Cambridge University
Press, Cambridge, 2007, s.13.
85
39
Mısır-Sudan bütünleşmesinin, Sudan’ın Arap ve İslam yönünü kuvvetlendirirken, Afrika ve çok dinli karakterini zayıflatacağına olan inanç özellikle
güneydeki gayrimüslimler için ciddi bir endişe kaynağı olmuştur.86 Mısırlı köylülerin, Mısır-Sudan arasında inşa edilecek olan kanalın etrafında yerleşecekleri söylentisi hızla yayılmış, 1974 yılında Güney Sudan’da büyük çaplı isyanlar çıkmıştır. Ancak Numeyri yönetimi çıkan isyanları yatıştırmak yerine, halk
arasında tırmanan gerilimi daha da tırmandıracak adımlar atmıştır. Kemikleşen siyasi sorunlar, ekonomik yapı ve güney sorununa karşı izlenen politikalar istikrarın önünde engel olmuş, Sudan, Afrika’nın en uzun soluklu iç savaşını tecrübe etmiştir.
2.2. GÜNEY SUDAN SORUNU VE İÇ SAVAŞ
Sömürge döneminde izlenen politikalar gereğince Sudan’ın güney
bölgesi, farklı yönetim yapısı, hukuk kuralları, sosyal ve kültürel özellikleriyle
ülkenin genelinden oldukça farklı bir hale gelmiştir. Kapalı bölgeler şeklinde
yönetilmesi sebebiyle diğer bölgelere geçişin olmadığı, aynı şekilde diğer
bölgelerden halka da girişin yasaklanması sebebiyle ülke içinde adeta farklı
özellikler yüklenen yeni bir ülke yaratılmıştır. Ancak bu suni yapı çok fazla
direnememiş ve ülkeyi temelden sarsacak gelişmelerin yaşanması kaçınılmaz olmuştur.
2.2.1. Tarihsel Perspektiften Güney Sorunu ve Birinci İç Savaş Dönemi
Elli altı yıl devam eden sömürge yönetiminin ardından Sudan’ın bağımsızlığına kavuşması, güneyde yaşayan Afrikalılar için, İngiliz sömürge
yönetiminin yerini Arap sömürgeciliğinin alması bakımından endişe kaynağı
olmuştur. Bu çerçevede güneyli halk, ülke sınırlarında federal bir yönetim
86
Lesch, a.g.m., s.51.
40
konusunda hükümete baskı yapmaya başlamıştır. Bağımsızlık mücadelesi
boyunca kuzeyde faaliyet gösteren siyasi partilerin güney bölgelerden de
destek sağlamak amacıyla federalizm konusunda vaatlerde bulunması ancak
daha sonra ülkeyi bölünmeye götürebileceği nedeniyle federal devlet fikrine
karşı çıkması, çıkarlarının temsil edileceği siyasi oluşumlar konusunda güneydeki halka motivasyon sağlamıştır.
Siyasi örgütler ile birlikte Güney Sudan halkının siyasi talepleri parlamentoda dile getirilmeye başlanmış ancak 1958 yılında gerçekleştirilen askeri
darbe, anayasal taleplerin tartışılması sürecine son vermiştir. Ordu gücüyle
desteklenen baskıcı yönetimin göreve geldiği ilk yıllardan itibaren uygulamaya koyduğu politikalar ile birlikte güneyi kontrol altında tutmayı hedeflemiştir.
Zira İslamlaştırma ile desteklenen Araplaştırma politikası kapsamında Hıristiyan okulları ve kiliselerin faaliyetleri sınırlandırılmış, Cuma günü tüm ülkede
resmi tatil ilan edilmiş, İngilizce olan resmi dil Arapça olarak değiştirilmiş fakat
güneyi kontrol altında tutmak amacıyla alınan baskıcı önlemler, Afrika kökenli
halk arasında zaten var olan gerilimi daha da tırmandırmıştır. Güney Sudanlılar söz konusu gelişmeler ile birlikte federal anayasa taleplerinin yanı sıra, iç
işlerinde olduğu kadar dış işlerinde de bağımsız olacakları, Sudan’dan ayrı
bir devlet yapılanması üzerinde durmaya başlamışlardır.87
Askeri rejimin baskıları artırmasıyla beraber güneyliler seslerini,
“Anyanya” adındaki gerilla hareketiyle duyurma yoluna gitmiştir.88 Sömürge
dönemi boyunca tohumları atılan kuzey-güney ayrışması böylece sonuç vermiş, Sudan’ın bölünme süreci hız kazanmıştır. Güney Sudan sorununun şiddetini artırması üzerine merkezi hükümet tarafından bazı önemli adımlar
atılmışsa da, Sudan için tarafların üzerinde uzlaştığı, kalıcı bir çözüme ulaşmak kolay olmamıştır
87
88
Voll, Voll, a.g.e., s.75.
Johnson, a.g.e., s.31.
41
2.2.2. Güney Sorununa Çözüm Arayışları ve Addis Ababa Antlaşması
Güney Sudan sorununun çözümünde ilk adım, 1964’te askeri rejime
son verilmesinin ardından iktidara gelen Hatim el-Halife hükümeti tarafından
atılmıştır. Coğrafi ve tarihi faktörlerden kaynaklanan kuzey-güney arasındaki
etnik ve kültürel farklılıklara saygılı olduğunu açıklayan yeni hükümet Mart
1965’te, Güney Sudan siyasi partilerinden temsilcilerin katıldığı bir konferans
düzenlemiştir. Güneyli katılımcılar konferansta, Sudan’ın güneyinde federasyon ya da ayrı bir devlet kurma konusunda referanduma gidilmesi gerektiğinin altını çizerken, federal bir yapının ayrılma eğilimlerini güçlendireceği endişesi ile hükümet, geçmişten gelen hataların düzeltilerek mevcut sistemin
korunması gerektiğini savunmuştur.89
Üç ay süren müzakerelerin sonunda ne güneyli yetkililer ne de hükümet taviz vermeye yanaşmayınca, Güney Sudan sorununda barışçıl bir çözüme ulaşılamamıştır. Güneydeki halkın, dış kaynaklı propagandaların da
etkisiyle, ayrılma taleplerinde ısrarcı olmaları üzerine hükümet, Güney Sudan’a askeri müdahale kararı almıştır. Haziran 1965’te başlayan saldırılar
sonucu çok sayıda Güney Sudanlının ölmesi üzerine Anyanya harekete
geçmiş ve her iki tarafın da büyük kayıplar verdiği gerilla savaşı başlamıştır.
Bölge ülkelerinin yanı sıra, amacı Arap yönetimlerini sınırlamak olan İsrail’den gelen silah yardımıyla beraber Anyanya örgütü gücünü iyice artırmış ve
güneydeki birçok ili kontrol altına almıştır.90
Güney Sudan sorununun çıkmaza girdiği bir anda, Mayıs 1969’da askeri darbeyle yönetime gelen Cafer Numeyri’nin soruna yaklaşımı ilk etapta
umut vaat edici olarak değerlendirilmiştir. Tıpkı Halife gibi Numeyri de, kuzeygüney arasındaki tarihi ve kültürel farklılıklara saygılı olduğunu ve Sudan’da
ulusal birliğin bu realiteler üzerine inşa edilmesi gerektiğini belirtmiştir.91
89
Nasongo, Murunga, a.g.m., s.65.
Ann M. Lesch, “External Involvement in the Sudanese Civil War”, Making War and Waging
Peace: Foreign Intervention in Africa,(ed: David R.Smock), Unites States Institute of Peace Press,
Washington, 1993, s.81.
91
Voll, Voll, a.g.e., s.83.
90
42
Numeyri rejimi barış için somut adımlar atarak, Anyanya ile müzakerelere
başlamış ve taraflar arasında 1972 yılında imzalanan Addis Ababa Antlaşması ile Sudan’ın güneyindeki iç savaş sona ermiştir. Birtakım sorunlarda
kesin çözüme ulaşılamasa da, Sudan sınırlarında kalmak suretiyle güney
bölgesinde özerk bir yönetim kurulmasına karar verilmiştir.92 Geçmişte güneye yapılan baskıların sorunları daha fazla alevlendirmekten başka bir sonuç
doğurmadığını gören Numeyri, baskıyı bir siyaset aracı olarak kullanmayı
reddetmekle birlikte, hükümetin güney politikasının temeli Sudan’da mevcut
düzenin ve sınırların korunmasına dayandırılmıştır.93
2.2.3. İkinci İç Savaş Dönemi
Güney Sudan sorununda kısmen de olsa çözüme ulaşılmasının ardından Numeyri hükümeti bu kez de, rejimin devrilmesine yönelik girişimlerle
karşı karşıya kalmıştır. Bunu önlemek amacıyla ülkenin önde gelen dini liderlerine hükümette önemli görevler verilerek rejimin meşruluğu sağlanmak istenmiştir. Sol eğilimli olmasına rağmen Numeyri’nin, İslamcı söylemleri ağır
basan politikacılarla yakınlaşma süreci, Sudan’da yeni bir dönemin başlayacağının habercisi olmuştur.
İran tarafından desteklenen Hasan el-Turabi’nin de etkisiyle Numeyri,
9 Eylül 1983’te ülke genelinde şeriat ilan etmiştir. Şeriat yasalarının gayrimüslim bölgelerde de geçerli olması, güneydeki halk arasında tansiyonun
artmasına sebep olmuştur. Numeyri ayrıca güneyde özerk yönetime müdahale etmeye başlamış ve Addis Ababa Antlaşması ile tek yönetim altında birleştirilen Güney Sudan’ı, Haziran 1983’te tekrar bölgelere ayırmıştır. Rejime
güçlü bir zemin sağlayabilmek amacıyla kuzeydeki köktencilerin şeriat yasaları ve güneyin bölgelere ayrılması talepleriyle uyumlu olan Numeyri yöneti-
92
93
Collins, a.g.e., s.119.
Ataöv, a.g.e., s.91.
43
minin politikaları, Güney Sudanlılar tarafından Addis Ababa Antlaşması’nın
ihlali şeklinde yorumlanmıştır.94
Afrikalı Sudanlıların yaşadıkları bölgelerde ekonomik ve siyasi ayrımcılığa karşı başlatılan bir girişim olan Sudan Halk Kurtuluş Hareketi(SHKH)
öncülüğünde birçok Sudanlı, Numeyri yönetimine karşı protestolara başlamıştır. Güney bölgesinde yükselen seslerin yanı sıra Sudan’ın İslam rejimine
dönüşünü bölge ülkeleri tehdit olarak algılarken Batı dünyası, Tahran’daki
Humeyni rejimine benzerliği açısından endişe verici bir gelişme olarak değerlendirmiştir.95 ABD, Numeyri’nin baskıcı politikalarını eleştirmenin yanı sıra
ekonomik kalkınma için verilen kredileri ve yardımları askıya aldığını duyurmuştur. Batı’nın, bölge ülkelerinin ve Güney Sudanlıların baskıları arttırması
sonucu Numeyri, şeriat yasalarının uygulanmaya konulması konusunda şartlar olgunlaşıncaya kadar ertelemeye gidilebileceğini söylemiş, ancak gayrimüslim bölgelerdeki uygulama konusunda geri adım atmamıştır.96 Bunun
üzerine, asıl hedefleri Numeyri rejimini ortadan kaldırıp şeriata son vermek
olan isyancılar, hükümete karşı silahlı eylemlere başlamıştır.
1972 yılında sağlanan barışın ardından Sudan’da ikinci kez iç savaş
ortamına girilmiştir. SHKH’nin askeri kanadı olan, Albay John Garang liderliğindeki Sudan Halk Kurtuluş Ordusu’na(SHKO) Etiyopya gibi komşu ülkelerden sağlanan para ve silah yardımıyla gücünü iyice arttıran isyancılar karşısında hükümet güçleri yetersiz kalmaya başlamıştır. Ayrıca 1983–1984 yıllarında yaşanan kuraklık ve Batı’nın yardımlara son verdiğini açıklamasının
ardından Sudan’da derinleşen ekonomik kriz, iç savaşı daha da alevlendirmiştir. Zayıflayan Numeyri rejiminin Nisan 1985’te devrilmesiyle iktidara gelen
Sadık el-Mehdi hükümeti de, ne ekonomiyi iyileştirme konusunda ne de Sudan’ın güneyinde yaşanan problemlere çözüm arayışında yeterli olamamıştır.
Ülke genelinde şiddet olaylarının arttığı bir dönemde General Ömer el-Beşir
94
Donald Rothchild, Managing Ethnic Conflict in Africa, Brooking Institution Press, Washington,
1997, s.236-237.
95
Abdelwahab el-Afendi, Turabi’s Revolution: Islam and Power in Sudan, Grey Seal Press,
London, 1991, s.145-147.
96
Rothchild, a.g.e., s.237.
44
liderliğindeki askeri darbeyle Ulusal İslami Cephe (UİC) Hartum’daki iktidara
el koymuştur.
Radikal İslamcı bir ideolojiye sahip olan UİC, güneyde yaşanan çatışmalarda taraf olmuş ve SHKO’yu askeri yönden bozguna uğratacak adımlara odaklanmıştır. Beşir hükümeti SHKO’yu sıkıştırmaya başlayınca ayrılıkçılar batıya hareket etmiş ve Darfur bölgesini üs olarak kullanmak suretiyle,
mücadelelerini farklı bölgelere kaydırma kararı almıştır.97 Darfur, kuraklığın
ve ekonomik krizin de etkisiyle zaman zaman yerleşik Afrikalılar ile göçebe
Araplar arasında çatışmalara sahne olmuştur ancak ayrılıkçıların kışkırtmasıyla beraber yerleşikler ile göçebeler arasındaki çatışmalar farklı bir boyut
kazanmıştır.
2.2.4. Güney Sorununda Uluslararası Faktörler
1983’te güneyde patlak veren iç savaşın ülke içinde bölünmeleri artırmasına kayıtsız kalan Numeyri rejimi, uluslararası arenada olduğu kadar
Sudan’da da büyük tepkilerin doğmasına sebep olmuştur. Afrika kökenli Sudanlıların çıkarlarının temsilcisi olarak kabul edilen SHKH öncülüğünde birçok Sudanlı, Numeyri’nin Eylül 1983’te İslam hukukunun uygulanmaya konulduğunu ilan etmesiyle beraber rejime karşı ağır eleştirilere başlamıştır.
Başkent Hartum’daki laik İslam çizgisini benimsemiş siyasi hareketler
Numeyri’ye bu otoriter tavrından dolayı karşı çıkarken, İran ile yakın bağları
bulunan UKP Numeyri’yi desteklemiş, hatta SHKH ve diğer muhaliflere sıkı
yaptırımlar uygulanması gerektiğini savunmuştur.
Bölgedeki Numeyri karşıtları, Sudan’da yaşanan bu iç çekişmelerden
avantaj sağlama yoluna gitmiş, Kenya, Uganda ve Etiyopya, Sudan’daki
SHKH üyeleri için ülkelerinde sığınma imkânı sağlarken Libya, örgütün askeri
97
Hasan Öztürk, “Darfur veya Bir Krizi İsimlendirme Sorunu”, 29 Temmuz 2008,
(Erişim) http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=174:darfurveya-bir-krizi-simlendirme-sorunu&catid=80:analizler-afrika&Itemid=141, 7 Nisan 2010.
45
kanadı olan SHKO için para ve silah yardımında bulunmuştur.98 Ayrıca
SHKH, Albay John Garang liderliğinde Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’da
siyasi bürolar kurmuş ve buralarda SHKO askerleri Etiyopya ordusu tarafından eğitilmiştir. Tüm bu gelişmeler, bölgede muhalif güçler tarafından çevrelenmiş Numeyri rejimini Mısır’a ve ABD’ye daha bağımlı hale getirmiştir.
Ancak Numeyri yönetiminin politikaları, ABD ve Mısır’da da endişelere
sebep olmuştur. Sudan’ın katı bir İslam rejimine dönüşü, komşusu Mısır’da
tehdit olarak algılanırken, ABD’ye Tahran’daki Ayetullah Humeyni yönetimini
hatırlatmıştır. Çıkarlar doğrultusunda her iki ülke güneydeki halkın sorunlarına eğilmiş ve Numeyri’nin baskıcı politikaları ile birlikte ülkenin şeriatla yönetilmesini eleştirmiştir.99 ABD ve Mısır, Numeyri rejiminden duydukları rahatsızlığı eylemlerine de yansıtmıştır. İlk olarak ABD Sudan’a yaptığı ekonomik
yardımları askıya almış, hemen ardından Mısır Sudan’a destek için gönderdiği savunma birliklerini geri çekmiştir.100
Ülke içinden ve dışından gelen baskılar sonucu zayıflayan Numeyri
rejiminin Nisan 1985’te devrilmesinin ardından iktidara gelen Sadık el-Mehdi
hükümetinin dış politika temelleri, komşu ülkelerle dengeli ilişkiler üzerine
kurulmuştur.Numeyri’nin Mısır ve ABD ile kurmuş olduğu ittifak ilişkisini eleştirerek Sudan’ın çok boyutlu karakterine vurgu yapan Mehdi, her ülkeye karşı
eşit mesafeli bir duruş, dengeli bir dış politika izlemek gerektiğini savunmuştur.101 Libya, Etiyopya ve Sovyetler Birliği ile iyi ilişkilerin, ABD ve Mısır’la
düşman olmak anlamına gelmediğine vurgu yapan Mehdi ilk olarak Moskova
ve Washington’la, hemen ardından Libya, Suudi Arabistan ve İran’la temaslarda bulunmuş, bakanlarını Mısır, Uganda, Irak ve Çad ziyaretleri ile görevlendirmiştir. Ancak güney sorunu, Mehdi hükümetinin bölge ülkeleriyle iyi ilişkiler politikasının önünde büyük bir engel teşkil etmiştir.
98
Johnson, a.g.e., s.59.
Johnson, a.g.e., s.58.
100
Lesch, “Sudan’s Foreign Policy”, s.52.
101
Johnson, a.g.e., s.79.
99
46
İç savaşla başa çıkabilmek için Etiyopya ile görüşmelere önem veren
Mehdi, SHKO’ya verdiği desteği kesmesi için Etiyopya’yı ikna etmeye çalışmış, ancak başarılı olamamıştır. Etiyopya’nın Sudan hükümetine, özellikle
güneydeki gayrimüslim grupların ayaklanmalarına neden olan ve o bölgelerde kaosu tırmandıran şeriat yasalarını bir an önce yürürlükten kaldırması konusundaki baskıları artırmasına rağmen, Mehdi hükümeti bu konuda adım
atmaya yanaşmamıştır. Böylece iki ülke arasındaki ilişkiler başlamadan bitmiş, Mehdi hükümetinin iç savaşa son verme konusunda Etiyopya’dan beklentisi kalmamıştır.
Sadık el-Mehdi, SHKH ile barış görüşmeleri için hiçbir girişimde bulunmazken, meclisteki Demokratik Birlik Partisi (DBP), Mısır’ın da desteğini
alarak, SHKH ile temaslarda bulunmuştur. Kasım 1988’de DBP lideri Osman
el-Mirgani ile SHKH lideri John Garang arasındaki görüşmede, şeriat yasalarının güney bölgelerde kaldırılmasını ve ateşkesin sağlanmasını öngören anlaşmanın çerçevesi çizilmiştir. Mayıs 1988 seçimlerinde meclise giren Ulusal
Kongre Partisi (UKP) bu görüşmeleri kınarken Sadık el-Mehdi, barış görüşmelerinin ancak kendi denetiminde olduğu takdirde meşru olabileceğini söyleyerek, görüşmelerden çıkacak sonucu tanımayacağını belirtmiş, böylece
barış çabaları sonuçsuz kalmıştır.102
Güney Sudan’daki çatışmalar Mehdi dönemi boyunca devam etmiştir.
Güney kasabalarını hızla işgal eden SHKH, Numeyri tarafından 1983’de yürürlüğe giren şeriat yasalarının iptal edilmesi için hükümete baskıyı artırmasına rağmen, hükümet bu konuda taviz vermekten kaçınmıştır. SHKH ile hükümet arasında artan tansiyonun iç savaşı körüklemesi üzerine 30 Ocak
1989’da, Hasan el-Turabi’nin desteklediği General Ömer Hasan el-Beşir tarafından yapılan bir darbe ile Sudan’da son sivil iktidar dönemi sona ermiştir.
Sudan dış politikasında ABD ve Mısır gibi geleneksel müttefiklerden
uzaklaşma süreci, 1989 darbesiyle ivme kazanarak devam etmiştir. Beşir
yönetiminin ABD’den uzaklaşma sürecinin en önemli işareti 1991 Körfez Sa
102
De Waal, a.g.e., s.15.
47
vaşı ile kendisini göstermiştir. Körfez Savaşı’nda Sudan, Bağdat yönetiminden gelen yardımların da etkisiyle, Irak yanlısı bir yaklaşım sergilemiştir.103
Beşir yönetiminin Irak’ın Kuveyt işgalini kınayan Arap Birliği’ne katılmayı reddetmesi, başta Mısır ve Suudi Arabistan olmak üzere bölgedeki birçok ülkenin tepkisine neden olurken, Mısır’daki Asvan Barajı ve Suudi Arabistan’daki
Kızıldeniz Limanı’nı hedef alan Irak füzelerinin Kuzey Sudan topraklarında
konuşlandırıldığı iddiası, Beşir yönetimine olan tepkileri daha da artırmıştır.
Gelişmeler üzerine ABD yönetimi tepki olarak, diğer Batılı devletleri
de yanına alarak Sudan’a ekonomik yaptırım kararı almış ve Arap ülkelerince
Sudan’a verilen kredilerin kesilmesini sağlamıştır. Buna ilaveten Mısır,
Hartum’daki elçilerini geri çektiğini duyurmuş ve ardından SHKH ve diğer
muhalif gruplara açıkça finansal destek sağlamaya başlamıştır. Benzer şekilde Suudi Arabistan da, Sudan’a karşı sert bir duruş içerisine girmiş, ülkenin
ihtiyaç duyduğu ekonomik yardımları keseceğini duyurmuştur.104 ABD ile çatışan Beşir yönetimi bölgede ve uluslararası arenada yalnızlığa itilmiştir.
Beşir yönetiminin durumunu fırsat bilen ayrılıkçı gruplar tarafından,
hükümet aleyhine faaliyetler 1990’lar boyunca ivme kazanarak devam etmiştir. Ayrılıkçı grupların en büyüğü olarak bilinen SHKH’nin, ABD’nin yanı sıra
bölge güçlerinden de aldığı destekle saldırılarını artırması iç savaşı daha da
şiddetlendirmiştir. Bunun üzerine ayrılıkçıları gerilla savaşıyla sindirmeye
odaklanan Beşir yönetimi, stratejisinde değişiklik yapmış ve güneydeki gruplarla anlaşma imzalamak suretiyle SHKH’yi zayıflatma politikası benimsemiştir. Söz konusu anlaşma ile birlikte şeriat yasalarının Sudan’ın güneyinde,
gayrimüslimlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde zorunlu olmaktan çıkarılmasına karar verilmiştir. Anlaşma gereğince dört yıllık bir geçiş dönemi tayin
edilerek bu süre içinde, iç savaş yüzünden tahribata uğrayan bölgelerin yeniden yapılandırılması, çatışmalar yüzünden bölgeyi terk edenlerin geriye dönebilmeleri için şartların oluşturulması öngörülmüştür. Ayrıca geçiş dönemi
103
104
De Waal, a.g.e., s.17.
Lesch, a.g.m., s.65.
48
nin hemen ardından, bölge halkına bağımsızlık isteyip istemediklerinin sorulması amacıyla referanduma gidilmesi kararı alınmıştır.
1983’ten beri çok sayıda insanın ölümüne ve yaşadıkları yerlerden
göç etmelerine sebep olan Güney Sudan sorununun çözümünde önemli bir
adım atılmıştır. Ancak silahlı eylemlerin son bulmaması üzerine, Batı tarafından desteklenmeyen ve sorunun başını çeken SHKH’nin katılmadığı bir anlaşmanın, çatışmaların son bulması ve ülkenin istikrarlı bir yapıya kavuşmasında yeterli olmadığı anlaşılmıştır. Dolayısıyla, Sudan topraklarında petrolün
bulunmasının ardından Sudan politikasını gözden geçirerek Beşir’e karşı
yumuşama sinyalleri veren ABD yönetiminin arabuluculuğu, Hartum hükümeti
tarafından kabul edilmiştir.105
Çatışmalar devam ederken, Sudan yönetimi ve ayrılıkçı grup SHKH
arasındaki barış görüşmeleri için ABD öncülüğünde zemin hazırlanmıştır.
Sudan’ın güneyinde istikrar sağlanması sadece Sudan halkı için değil, Afrika’daki komşu ülkeler açısından da önemli görülmüştür. Zira güvenlik endişesi ile halk, komşu ülkelere iltica etmeye başlamış, karışıklıklardan dolayı
bölgede ticaret durma noktasına gelmiştir. Barışın sağlanması, mültecilerin
yurtlarına geri dönebilmesi ve ticaretin normalleşme sürecine girmesi bakımından önemli addedilmiştir.106 Bu sebeple uluslararası toplumun yanı sıra
komşu ülkelerden de barış görüşmelerine destek gelmiştir.
2.2.5. Barış Müzakereleri
Sudan’ın bağımsızlığından itibaren istikrarın önünde engel teşkil eden
güney sorununa çözüm arayışı konusunda, “Hükümetler Arası Kalkınma Otoritesi” (HAKO) tarafından başlatılan barış girişimi ile birlikte önemli bir adım
atılmıştır. Kenya, Etiyopya, Eritre, Cibuti, Somali ve Uganda’nın üye olduğu
105
İbrahim Tığlı, “Sudan-ABD İlişkileri”, 6 Ağustos 2009,
(Erişim) http://www.dunyabulteni.net/news_detail.php?id=85532, 10 Nisan 2010.
106
Hasan Öztürk, “Sudan’da Barış İçin Bir Umut mu?”, 3 Şubat 2005,
(Erişim) http://www.tasam.org/index.php?altid=23, 10 Nisan 2010.
49
HAKO’nun güney sorununda barışçıl çözüm önerilerine dayanan arabuluculuk süreciyle birlikte, Sudan hükümetiyle ayrılıkçı gruplar arasında daha önce
imzalanan ve istenen sonuçları doğurmayan antlaşmalar bir kenara bırakılmış, sorunu tamamen çözecek somut adımlara odaklanılmıştır. Taraflar arasında yürütülen müzakere süreci ayrıca, aralarında ABD, İngiltere ve Norveç’in de bulunduğu Hükümetler Arası Kalkınma Otoritesi Partnerler Forumu
(HPF) tarafından aktif bir şekilde desteklenmiştir.
2.2.5.1. Maçakos ve Naivaşa Protokolleri
Sudan hükümeti ve ayrılıkçı SHKH arasında Temmuz 2002’de yapılan
barış görüşmelerine HAKO ev sahipliği yapmıştır. Kenya’nın Maçakos kentinde gerçekleştirilen görüşmelerde imzalanan Maçakos Protokollerinin çerçevesini, güneyde yaşayan Sudanlılar için din özgürlüğü ve self determinasyon prensibi kapsamında referandum hakkı oluşturmaktadır. Barış antlaşmasından ziyade kalıcı bir barış için gerekli çözümlerin esas alındığı protokollerde ayrıca yetki paylaşımı, Güney Sudan için öngörülen coğrafi sınırlar ve güneyde yaşayan gayrimüslimler için din özgürlüğü gibi konuları mümkün kılacak koşulların temelleri atılmıştır.107
Uluslararası toplum tarafından Maçakos Protokolleri, Sudan’da barış
ve istikrara katkı sağlayacak iyi bir fırsat olarak değerlendirilmiştir. Zira protokoller, Sudan’da iç savaşa neden olan faktörlerin tespit edilmesi ve ortadan
kaldırılmasına yönelik çabalar çerçevesinde temellendirilmiş ve birtakım konularda, daha önceki barış görüşmelerine göre önemli farklılıklar göstermiştir.108 Bu farklılıklardan ilkini, altı yıllık geçici dönemin ardından güney için
bağımsızlığın oylanacağı bir referandum yapılması konusunda Sudan hükümeti ve SHKH arasındaki uzlaşma oluşturmaktadır. Taraflar arasında antlaşmanın imzalanması durumunda söz konusu altı yıl boyunca ülkenin yetki
paylaşımı mekanizmasıyla yönetilmesine karar verilmiştir. İkinci önemli farklı
107
108
Johnson, a.g.e., s.179.
Nasongo, Murunga, a.g.m., s.69.
50
lığı ise dini özgürlükler konusu oluşturmaktadır. Zira protokoller ile birlikte
şeriat yasalarının ülkenin sadece kuzey bölgeleriyle sınırlandırılması için zemin oluşturulmuştur. Öte yandan protokoller, HAKO girişimi tarafından başlatılan müzakere sürecinin başarısı olarak değerlendirilmiş ve uluslararası toplum tarafından desteklenmiştir.
Barış sürecine katkıda bulunmanın yanı sıra protokoller, birtakım sınırlamaları da beraberinde getirmiştir. Zira öncelikle tarafların prensipte anlaştığı yetki paylaşımı konusunun detayları tam olarak açıklığa kavuşturulmamıştır. Tarafların üzerinde uzlaşma sağlayarak tanımlayamadıkları bir diğer maddeyi ise, şeriat kanunlarının uygulamadan kaldırılacağı bölgeler açısından önemli olan kuzey ve güney arasındaki coğrafi sınırlar oluşturmaktadır. Bu çerçevede tartışmalı bölgeler olan Nuba Dağı bölgesi, Abye ve Mavi
Nil bölgesi Sudan hükümeti ile SHKH arasındaki müzakere sürecinde sorun
yaratmıştır.109
Öte yandan güneyde yer alan ancak kuzeydeki merkezi hükümetin
kontrolünde bulunan petrol rezervlerinden sağlanacak gelirlerin paylaşımı
konusuna protokollerde çözüm getirilememiştir. Çözümsüz bırakılan konulara
rağmen Maçakos Protokolleri, güney sorununda taraflar arasındaki barış temellerinin atıldığı bir girişim olması bakımından önemli görülmüştür. Sudan
hükümetinin Torit’teki saldırılardan SHKO’yu sorumlu tutması üzerine sürece
ara verilse de, HAKO arabuluculuğunda tarafların tekrar masaya oturması
sağlanmış ve süreç Kenya’nın Naivaşa kentinde devam etmiştir.110
Sudan hükümeti ile SHKH arasındaki barış müzakerelerinin bir diğer
önemli ayağını, 26 Mayıs 2004’te imzalanan Naivaşa Protokolleri oluşturmaktadır. Nihai barış antlaşmasının çerçevesini çizen protokoller, yetki paylaşımı,
petrol gelirlerinin bölgelere göre dağılımı, şeriat yasalarının rafa kaldırılacağı
tartışmalı bölgeler ve Güney Sudan’ın geleceği konularını kapsamaktadır.111
HAKO barış girişiminin desteğiyle başlayan Maçakos sürecinin devamı niteli
109
Nasongo, Murunga, a.g.m., s.70.
Collins, a.g.e., s.265.
111
Collins, a.g.e., s.268.
110
51
ğindeki Naivaşa Protokolleri HPF tarafından desteklenmiş ve özellikle maddi
yardımlarla tarafların sürece bağlılığı sağlanmak istenmiştir. Zira AB, iç savaş
sonrası Sudan’ın yeniden yapılandırılması için harcanması öngörülen yardım
paketi teklifinde bulunurken ABD yönetimi, taraflar arasında kapsamlı bir barış antlaşmasının imzalanması durumunda Sudan’ın teröre destek veren ülkeler listesinden çıkarılacağını ve ülkeye uygulanan ekonomik yaptırımlara
son verileceğini vaat etmiştir.112
2.2.5.2. Nairobi Bütünleyici Barış Antlaşması
HAKO girişiminin desteğiyle 2002 yılında Maçakos’ta başlayan ve
Naivaşa’da devam eden müzakere süreci ile birlikte barış yolunda önemli
adımlar atılmıştır. SHKH adına John Garang ve Sudan hükümeti adına Cumhurbaşkanı Yardımcısı Ali Osman Taha tarafından 9 Ocak 2005 tarihinde
Kenya’nın Nairobi kentinde imzalanan Bütünleyici Barış Antlaşması (BBA) ile
taraflar arasında yürütülen müzakere sürecinin meyvesi somut bir şekilde
ortaya çıkmıştır.113 Temeli, barış müzakereleri boyunca imzalanan protokoller
çerçevesinde oluşturulan BBA ile Afrika’nın en uzun iç savaşına ortam sağlayan unsurların ortadan kaldırılmasına yönelik kalıcı çözümler hedeflenmiştir.
BBA ile 2009’da ülke genelindeki seçimlerin yanı sıra, Güney Sudan
için 2011 yılında yapılması öngörülen bağımsızlık referandumu garanti altına
alınmıştır. Ayrıca iki parlamentolu bir federal sistem ile güneyin de ülke yönetimine dâhil edilmesi öngörülmüştür. Öte yandan taraflar arasında tartışma
yaratan konular da nihai antlaşmayla çözüme kavuşturulmuştur. Zira petrol
gelirlerinin kuzey ve güney arasında yarı yarıya paylaştırılmasına karar verilmiştir. Bununla birlikte tartışmalı bölgelerin nasıl yönetileceği konusu açıklığa
kavuşturulmuştur. Ayrıca yetki paylaşımı sorunu da çözülmüş, altı yıllık geçici
hükümet sürecinde SHKH lideri John Garang, Cumhurbaşkanı yardımcısı
112
Julie Flint, Alex de Waal, Darfur: A New History of a Long War, Zed Press, New York, 2008,
s.31.
113
Collins, a.g.e., s.271.
52
olarak görevlendirilmiştir. BBA gereğince, ateşkes ortamının korunabilmesi
amacıyla BM barış gözlemcilerinin Şubat 2005’e kadar Sudan’da faaliyete
geçmesi kararlaştırılmıştır.114
BBA ile kuzey ve güney arasındaki iç savaş resmi olarak sona ermiştir. Ancak antlaşma, uygulama sürecindeki aksaklıklar sebebiyle beklentileri
karşılayamamıştır. Zira ülke genelindeki hâkimiyetini kaybetmek istemeyen
Beşir yönetimi, BBA’daki federalizm ve yetki paylaşımı ile ilgili maddelerin
uygulanma sürecini ağırdan almıştır.115 Siyasi irade eksikliğinin yanı sıra
uluslararası desteğin tutarlılık göstermemesi nedeniyle hükümet ve ayrılıkçılar arasındaki normalleşme sürecinde yaşanan tıkanıklıklar, ülkedeki hassas
dengenin korunmasını zorlaştırmıştır. Sudan hükümeti ile SHKH arasındaki
güven bunalımın da etkisiyle artan gerilim zaman zaman şiddete dönüşmüş,
bu durum tarafları her zaman tetikte olmaya zorlamıştır. Yirmi yılı aşkın bir
süredir devam eden, Sudan’ın iç siyasetine olduğu kadar dış politikasına da
damgasını vuran iç savaş BBA ile resmi olarak son bulsa da, Sudan topraklarında kalıcı bir barış ortamı henüz sağlanamamıştır.
2.3. DARFUR SORUNU
Sömürge döneminde Sudan’da yaratılan sorunlu yapı, henüz İngilizler
ülkeden ayrılmadan kendini göstermiştir. Bağımsızlığın ilk yıllarından itibaren
merkezi hükümetlerin en büyük sorunu, dış güçlerin ve bölgede faaliyet gösteren misyoner teşkilatların desteklediği ayrılıkçı hareketler olmuştur. Öte
yandan güneydeki başkaldırıların devam ettiği bir dönemde Hartum hükümetini dünya kamuoyunda zora sokacak bir diğer gelişme ise Müslüman bir eyalet olan Darfur’da yaşanmıştır. Sudan’ın en geniş bölgesi Darfur’da, çiftçilikle
uğraşan yerli Afrikalılar ile hayvancılıkla geçinen göçebe Araplar arasındaki
gerilimin sebebini, Batı medyasında yapıldığı gibi, yalnızca etnik farklılıklara
114
Nasongo, Murunga, a.g.m., s.72.
Ceren Gürseler, “Sudan’da Kuzey ve Güney Arasındaki Gergin Bekleyiş Sürüyor”, Stratejik Analiz, Sayı:99, Temmuz 2008, s.13.
115
53
indirgemek sorunu basitleştirerek yanlış algılamalara sebep olabilmektedir.
Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir’e yöneltilen suçlamaları daha iyi anlayabilmek için, Darfur krizinin nedenlerini farklı boyutlardan ele almak gerekmektedir.
2.3.1. Kaynaklara Egemen Olma Mücadelesi
Darfur sultanlık döneminden beri, diğer bölgelere göre nispeten elverişli iklimi ve verimli toprak yapısıyla tarım ve hayvancılığın yapılabildiği
önemli merkezlerden biri olmuştur. Ancak 1983–84 yıllarında yaşanan kuraklık felaketi ile su kaynakları ciddi ölçüde azalmış ve çölleşen topraklar yerleşik halk ile göçmenler arasında büyük bir rekabetin doğmasına neden olmuştur.116 Yerli Afrikalılar ile göçebe Araplar arasındaki su kaynakları ve otlakların kullanımı konusunda çıkan anlaşmazlıklar kısa sürede şiddete dönüşmüştür. Arapların, yerli Afrika halkının yaşadığı köylere girip tarım alanlarına zarar vermesi üzerine Afrikalılar da Arapların su kaynaklarından yararlanmalarını engellemiş ve hayvanların otlatıldığı alanları yakmak suretiyle tahribata
yol açmıştır. Güney Sudan sorununa yoğunlaşan merkezi hükümetin
Darfur’da yaşanan olaylara sessiz kalması, taraflar arasındaki şiddetin dozunu daha da artırmış, bölgede ağır kayıplar verilen bir iç savaş ortamına girilmiştir.
Taraflar, savaşın asıl sorumlusu olarak birbirlerini suçlamanın yanı sıra, sessiz kalan hükümeti ve bölgeyle ilgili politikalarını da eleştirmiştir.117
Darfur’da yaşananlar Afrika halkına göre Fur topraklarının Araplar tarafından
istila edilmesi şeklinde yorumlanırken, Araplar ise varlıklarını devam ettirebilmek için gerekli olan otlaklara ve su kaynaklarına erişim haklarının, Afrikalı
halk ve bölgesel yönetim tarafından ihlal edildiğini savunmuştur.118 Çatışma
116
Jok Madut Jok, Sudan: Race, Religion and Violence, Oxford Press, England, 2007, s.125.
Jok, a.g.e., s.126.
118
Sharif Harir, “Arab Belt Versus African Belt”, Short-Cut to Decay: The Case of Sudan, (ed.:
Sharif Harir, Terje Tvedt), The Scandinavian Institute of African Studies Press, Uppsala, 1994, s.149.
117
54
lar sırasında ölüm olaylarının artması ve okul, hastane gibi kamu binalarına
zarar verilmesi merkezi hükümeti harekete geçmeye zorlamıştır. Araplardan
yana bir tutum izleyen hükümet güçleri savaşı sona erdirme konusunda yeterli olamamış ancak 1988’de Darfur’a vali olarak atanan Tigani Sese, bölgede barışın sağlanması için önemli projeler geliştirmiştir.
Tigani Sese taraf tutma geleneğini bir kenara bırakarak, Fur ve Arap
halkının bir arada yaşayabilmelerine imkân sağlayacak çözüm önerilerine
odaklanmıştır. Taraflar arasındaki anlaşmazlığın sebeplerinden ya da kimin
suçlu olduğundan ziyade, bölgede yaşayan Araplar ile Afrikalılar arasındaki
ortak tarihi geçmişe vurgu yaparak problemin medeni yollardan çözülmesi
gerektiği mesajını vermiştir. Göreve geldiği günden itibaren bölgede barış
sağlanması için büyük çaba gösteren Sese, tarafları 29 Mayıs 1989’da
Darfur’un başkenti El-Faşir’de yapılacak barış müzakereleri için ikna etmeyi
başarmış ancak 30 Haziran 1989’da Ömer el-Beşir liderliğindeki askeri darbeyle hükümet devrilince Sese görevinden uzaklaştırılmıştır. Ancak Beşir
yönetimi Darfur’da Sese’nin önayak olduğu barış sürecini desteklemiş ve bu
desteğin retorikten ibaret olmadığını, görüşmeler boyunca tarafları anlaşmaya teşvik eden tutum ve eylemleriyle kanıtlamıştır.
8 Temmuz 1989’da taraflar arasında imzalanan Fur-Arap Barış Antlaşması’nı onaylayan Hartum hükümeti, antlaşma maddelerini herhangi bir
ihlal söz konusu olduğunda hukuki yaptırımlar uygulamak suretiyle, bölgede
barışı ve güvenliği koruyacağı garantisini vermiştir. Ancak birkaç ay sonra
yerli Afrikalılar, Arapları, köylerine girip güvenliklerini tehdit etmekle suçlamaya başlamıştır. Araplar ise antlaşmanın su kaynaklarına eşit erişim maddesine Afrikalıların uymadığını iddia etmiştir. Tüm enerjisini Güney Sudan’da artan şiddet olaylarına yoğunlaştıran merkezi hükümet, Darfur’da yaşanan
olaylara müdahale edememiş ve bölge tekrar kaos ortamına sürüklenmiştir.
55
2.3.2. Etnik Çatışma Süreci
Darfur’da Afrikalı yerliler ile göçebe Araplar arasında yaşanan çatışmalar, güneydeki ayrılıkçı grupların hükümete karşı verdikleri mücadeleler
için bölgeyi üs olarak kullanmaya başlamasıyla beraber farklı bir boyut kazanmıştır. Numeyri rejimi ile resmiyet kazanan Arap-İslam sentezli politikalara karşı çıkan ayrılıkçıların siyasi kanadı SHKH, Darfur’da propagandalara
başlamıştır. Darfur’daki Afrikalılar İslam dinini benimsemiş olsalar da, gelenek göreneklerinde ve dini uygulayış biçimlerinde bölgedeki Müslüman Araplardan farklı oldukları bilinmekte ve onlara kıyasla İslamiyet’e daha uzak oldukları kabul edilmektedir.119
Şekil2:Sudan’ınEtnikYapısı
Bu durumu fırsat bilen ayrılıkçılar farklılıkları ön plana çıkarmak suretiyle Fur, Musalit ve Zaghava gibi yerli Afrika kabilelerini kışkırtma yoluna
gitmiştir. Darfur’da başlayacak isyanların, SHKH’nin kurulduğu günden beri
gündeminde olan laik temelli “Yeni Sudan” için hükümeti taviz vermeye zorlayacağına inanılmıştır.120 Güneyli ayrılıkçıların Darfur’da yaşayan Afrikalılara,
119
Benjamin R. Maitre, “What Sustains Internal Wars? The Dynamics of Violence, Conflict and State
Weakness in Sudan”, Third World Quarterly, Vol.:30 Issue:1, February 2009, s.60.
120
Johnson, a.g.e., s.142.
56
sorunlarına çözüm bulmada en etkili yolun silahlı mücadelen geçtiği fikrini
dayatmasıyla beraber, uzun zamandır yerliler ile göçebeler arasında var olan
anlaşmazlık Afrikalı-Arap şeklinde tanımlanan bir etnik çatışmaya dönüşmüştür.
2.3.3. Darfur Sorununda Sudan Yönetiminin Yeri
Hartum hükümeti için Darfur’un güvenliği her zaman önemli olmuştur.
Zira bazı kaynaklarda Darfur’un Çad Gölü havzasının doğu bölgesi olduğu ve
Nil Vadisi havzasında yer almadığı öne sürülmektedir. Buna göre coğrafi olarak Darfur Çad’a aittir ve geçmişte burada yaşayanlar kendilerini batıdaki
akrabalarına, doğudaki Araplardan daha yakın hissetmektedir.121 Sudan hükümetine göre ise Darfur, ayrılıkçılı hareketlerin doğma potansiyeline sahip
ve komşu ülkelerin müdahalesine açık bir bölgdir.
Geçmişten beri Sudan ile Çad arasında Darfur’dan kaynaklanan gerilim, 1986 yılında patlak veren Libya-Çad savaşında Hartum hükümetini Libya
ile yakınlık kurmaya teşvik etmiştir.122 Hartum yönetimi savaş boyunca Libya’nın Çad’a karşı verdiği mücadelede Darfur bölgesini üs olarak kullanmasına göz yummuştur.123 Ancak bölgeye getirilen yüklü miktardaki silah ve askeri mühimmat halkın eline geçince, Afrikalı yerliler ile göçebe Araplar arasındaki çatışmalarda verilen kayıplar daha da artmıştır. Silahlanan Fur, Musalit
ve Zaghava kabileleri, SHKO’nun desteğiyle kurulan Sudan Kurtuluş Ordusu
(SKO) adı altında birleşip, Araplara karşı verdikleri mücadelenin yanı sıra
hükümete karşı isyan etmeye başlamıştır.
Meselenin yerel boyutunu tetikleyen bir diğer gelişme ise, Beşir yönetiminin, ülkenin önde gelen dini liderlerinden olan Meclis Başkanı Hasan elTurabi’yi, yetkilerini aştığı gerekçesiyle tutuklayarak hapse atması ve eleştiri
121
Öztürk, a.g.m.
Klejda Mulaj, “Forced Displacement in Darfur, Sudan: Dilemmas of Classifying the Crimes”,
International Migration, Vol.:46(2), 2008, s.29.
123
Flint, De Waal, a.g.e., s.24.
122
57
lerin artması üzerine hükümette görev yapan Darfurlu Turabi yandaşlarını
görevden alması olmuştur. Devletle ilişiği kesilen isimler Adalet ve Eşitlik Hareketi’ni (AEH) kurmuş ve merkezi hükümetin Darfur bölgesini ihmal ettiği ve
Araplar ile bölgedeki Afrika kabileleri arasında ayrımcılık yaptığı gerekçesiyle, SKO ile hükümete karşı silahlı eylemlere başlamıştır.124 İsyancı gruplar
daha da ileri giderek Nisan 2003’te Darfur’un başkenti El-Faşir’deki ana ordu
üssüne saldırmış ve çok sayıda uçağı tahrip ederek hükümeti ciddi zarara
uğratmıştır. 125
Beşir yönetimi 1990’lı yılların başlarından itibaren güney Sudanlı isyancıların yanı sıra, Darfur bölgesindeki yerel kabilelerin ayaklanmalarıyla da
uğraşmış ancak boyutları bakımından bu denli ciddi bir saldırıyla karşılaşmamıştır. Darfur’daki isyanlar, merkezi hükümet ile SHKH arasında Şubat
2002’de başlayan barış görüşmelerini sekteye uğratabilmesi açısından önüne
geçilmesi gereken ciddi bir tehdit olarak algılanmıştır.126 Batılı ülkelerle ilişkileri olan isyancı grupların Darfur’daki soruna çözüm yolunu Sudan’dan ayrılma ya da ayrıcalıklı federasyon olarak göstermesi, merkezi hükümeti savunmaya geçirmiştir. Beşir yönetimi, hükümet güçlerinin yetersiz kaldığı bölgelerde, isyancı kabilelere karşı “Cancevid” denilen Arap milislerini desteklemiş,
silahlandırdığı bu grupları isyanları bastırmak için kullanmıştır. Ancak hükümetin desteğini arkasına alan Cancevidler Darfur’da, Afrika kökenli halkın
katledilmesiyle ya da yaşadıkları yerlerden göç etmesiyle sonuçlanacak olan
bir çatışma döneminin de başlamasına sebep olmuştur.
Darfur’da yaşanan şiddet olayları, Batı’da Beşir yönetimi aleyhine düzenlenen kitle yürüyüşleri ve protestolarla beraber 2003 yılından itibaren
uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmeye başlamıştır. Öğrenci toplulukları
ve insan hakları örgütlerinin Hartum hükümetini hedef göstererek “21.yy.ın ilk
soykırımı” olarak nitelendirilen olaylara son vermek için ABD’nin sorumluluğunu yerine getirmesi gerektiğini düzenledikleri kampanyalarla duyurma yo
124
Jok, a.g.e., s.126-127.
Collins, a.g.e., s.288.
126
Wanjala, a.g.m., s.75.
125
58
luna gitmiştir.127 Tüm bu çabalar sonuç vermiş ve 9 Eylül 2004’te ABD eski
Dışişleri Bakanı Colin Powell, Darfur’daki olayları soykırım olarak tanımlamıştır.128 Hemen ardından BM Güvenlik Konseyi harekete geçmiş ve Darfur’daki
olayları araştırmak üzere bir komisyon kurulmasına karar vermiştir. İnsan
hakları ihlallerine karşı zaman zaman kayıtsız kalan ABD’nin Darfur’a gösterdiği yoğun ilgi ve bölgede yaşanan olayları kesin bir hükümle soykırım şeklinde nitelendirmesi oldukça dikkat çekicidir.
Darfur krizinin başladığı günden itibaren Beşir yönetiminin, olayların
daha çok asayiş yönüyle ilgilenip ülkenin geleceği açısından güvenlik problemi olarak görmesi sebebiyle, yaşanan insani dramın ortaya çıkmasında ve
Sudan’a dünya kamuoyundan ağır eleştiriler gelmesinde sorumluluğu bulunmaktadır. Zira hükümet ilk olarak insani yardım kuruşlarından gelen görevlilerin bölgeye girişi için gerekli izin belgelerinin verilmesinde zorluk çıkarmış,
doktorlar ve sağlık görevlileri uzun süre başkent Hartum’da beklemek zorunda kalmıştır. Sudan hükümeti ayrıca çatışmaların yaşandığı bölgelere yabancı gazetecilerin girişini sınırlandırmış, 2003 yılı boyunca sadece iki gazetecinin bölgeye girmesine izin vermiştir.129 Güvenlik endişesi ile alınan tedbirler,
Darfur sorunu için soykırım etiketini kullananlar tarafından, Sudan hükümetinin çatışmaları durdurma girişiminde bulunmadığı ve hatta mağdurlara gönderilen insani yardım çalışmalarını önlemeye çalıştığı şeklinde değerlendirilmiştir.130
Uluslararası tepkilerin giderek artan bir hal almasının da etkisiyle hükümet ile çatışan gruplar arasındaki ilk ciddi barış girişimi Mart 2004’te başlamış ve 8 Nisan 2004’te Darfur’da faaliyet gösteren ayrılıkçılar AEH ve SKO
ile Hartum hükümeti arasında ateşkes antlaşması imzalanmıştır. Ancak SKO
lideri Abdül Wahid Nur ile güneydeki ayrılıkçı SHKO lideri John Garang’ın
Eritre’de yaptığı gizli görüşmelerin ortaya çıkması, o sıralarda yeni başlayan
127
De Waal, a.g.m., s.18.
Hugo Slim, “Dithering Over Darfur? A Preliminary Review of International Responses”,
International Affairs, No.80, Mayıs 2007, s.812.
129
Wanjala, a.g.m., s.76.
130
Öztürk, a.g.m. 128
59
barış çabalarına önemli bir darbe indirmiştir.131 Ayrıca hükümet yanlısı
Cancevid milisleri ile Darfur’daki yerli halk arasındaki çatışmalara da son verilememiştir. Hartum hükümetinin iç karışıklığı bastırmak için kullandığı ancak
daha sonra kontrol edemediği Cancevidler, Afrikalıların yaşadığı köylere girmeye devam etmiştir. Hartum hükümetinin iç çatışmalarda bölgesel destek
sağlamak ve Arap milislerini mobilize etmek için kullandığı Arap milliyetçiliğini
azalan doğal kaynaklarda kendi çıkarlarını korumak için kullanılabilecek bir
araç olarak gören Cancevidler, bölge halkına ağır zararlar vermeye başlamıştır. Hükümetin izlediği politikalar sonucunda yaşanan gelişmeler sebebiyle
uluslararası kamuoyunun gözü Darfur’daki insan hakları ihlallerine çevrilmiştir.
131
Collins, a.g.e., s.287.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
KÜRESEL BOYUTUYLA DARFUR KRİZİ
Kaynak mücadelesiyle başlayan Darfur sorunu zaman içerisinde, dış
müdahalelerin de etkisiyle, uluslararası boyutta bir krize dönüşmüştür. Bu
bölümde Darfur sorununun Sudan’ın sınırlarını aşma süreci özellikle ABD,
Avrupa Birliği (AB), Çin gibi küresel aktörler ve Birleşmiş Milletler (BM), Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Arap Ligi, Afrika Birliği gibi uluslararası ve
bölgesel kuruluşlar bağlamında analiz edilecektir.
Bu çerçevede, ilk olarak BM ve UCM’nin kriz süresince Darfur’a ilişkin
tutumları ve Beşir yönetimine yapılan baskılar incelenecek, daha sonra ise
bölgenin iki önemli bölgesel kuruluşu olan Afrika Birliği ve Arap Ligi’nin baskı
sürecine karşı görüşlerine yer verilecektir. Uluslararası ve bölgesel kuruluşların Darfur krizine ilişkin yaklaşımlarının ardından ABD, AB ve Çin’in Darfur
krizini nasıl algıladıkları ve barış sürecinde oynadıkları rol incelenecektir. Daha sonra, bölgede barışın tesis edilmesine ilişkin girişimlerinin yanı sıra söz
konusu ülkelerin Sudan politikalarını şekillendiren stratejik çıkarları değerlendirilecek ve son bölümde, Beşir yönetiminin Darfur krizine ilişkin görüşlerine
ve dış müdahaleleri nasıl algıladığına yer verilecektir.
3.1. ULUSLARARASI VE BÖLGESEL KURULUŞLARIN DARFUR KRİZİNE
YAKLAŞIMLARI
Sudan’ın Darfur eyaletinde patlak veren şiddet olayları bölgesiyle sınırlı kalmamış ve dünya kamuoyundan yükselen sesler uluslararası mekanizmaları harekete geçirmiştir. Darfur’da yaşanan olayları araştırmak için
adımlar atılmış ve sonucunda edinilen bilgilerden yola çıkarak Hartum yönetimini de bağlayıcı bazı kararlar alınmıştır. Krizin seyri açısından söz konusu
kararlar önem arz etmekle beraber, Sudan için istikrar ve barış ortamı tesis
61
etme konusunda beklentileri karşılamaktan uzak birtakım gelişmelere ön
ayak olmuştur.
3.1.1. Birleşmiş Milletler
Batı’da yoğun bir medya propagandasının başlamasıyla beraber,
dünyanın gözü Darfur’daki gelişmelere çevrilmiştir. Bölgede çatışmaların yoğunlaşması ve Cancevid milislerinin kitlesel katliamlar uygulaması, uluslararası toplumda artan beklentinin de etkisiyle BM Güvenlik Konseyi’ni harekete
geçirmiştir. 18 Eylül 2004 tarihinde alınan 1564 sayılı Güvenlik Konseyi kararıyla, Darfur’daki olayları araştırmak üzere uluslararası bir soruşturma komisyonu kurulmasına karar verilmiştir.132
Komisyonun araştırma ve yerinde gözlemlere dayanan raporunda
Darfur’da yaşananlar barışa ve insanlığa karşı suç olarak nitelendirilse de,
Sudan hükümetinin soykırım politikası izlemediği hükmüne varılmıştır. Zira
raporda, hükümetin desteklediği milisler tarafından gerçekleştirilen saldırıların etnik, dinsel ve ırksal bakımdan ayrı özellikler taşıyan bir grubu, sırf bu
özelliklerinden dolayı yok etme kastını içermediği, daha ziyade bunların direniş karşıtı eylemler olarak yorumlanabileceği ifade edilmiştir.133
Darfur sorunu için soykırım etiketini kullananların aksine BM Araştırma Komisyonu Darfurluların ortadan kaldırılmasına yönelik bir niyet tespit
etmemiş ancak Beşir, Uluslararası Kriz Grubu’nun da belirttiği gibi binlerce
kişinin ölümüne ve yaşadıkları yerlerden göç etmesine yol açan şiddet olaylarını yönlendirmekle suçlanmıştır.134 BM Araştırma Komisyonu, Darfur’da insanlığa karşı işlenen suçların ağırlığı dikkate alındığında UCM’nin devreye
girmesi gerektiğinin altını çizmiştir.
132
Funda Keskin, “Darfur: Koruma Yükümlülüğü ve İnsancıl Müdahale Kavramları Çerçevesinde Bir
İnceleme”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 6, Sayı 21, Bahar 2009, s.68.
133
Mehmet Dalar, “İnsanlık Suçu ve Soykırım Tartışmaları Bağlamında Darfur Sorunu ve Türkiye”,
Ortadoğu Analiz, Cilt 1, Sayı 12, Aralık 2009, s.95. 134
Mulaj, a.g.m., s.35-36.
62
BM Güvenlik Konseyi’nin 20 Temmuz 2004 tarihinde Darfur’la ilgili aldığı 1556 sayılı kararda, Sudan yönetiminden Cancevid milislerini otuz gün
içinde silahsızlandırması istenmiştir. BM’nin bölgedeki çatışmaların durdurulması konusunda hükümete süre vermesi ancak ayrılıkçı milislerin engellenmesine yönelik ciddi bir kararlılık ortaya koymaması, olayların tek sorumlusu olarak Beşir yönetiminin görüldüğü izlenimini vermektedir. Oysa çatışmalar ilk olarak ayrılıkçıların El-Faşir’deki ana ordu üssüne organize saldırılarıyla başlamış ve devam eden şiddet eylemleriyle, söz konusu gruplar, çatışmaların daha ciddi bir boyut kazanmasında önemli bir rol oynamıştır.
BM’nin Darfur sorununa yaklaşımı Sudan hükümeti tarafından eleştirilmiş ve
objektif bulunmayan karar reddedilmiştir. Barış konusunda önemli bir adım
olarak ilan edilen BM kararı böylece başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Öte yandan bölgede barışın sağlanması için, Batı’nın desteğiyle Mayıs 2006’da imzalanan Darfur Barış Antlaşması’na rağmen Araplarla Afrikalılar arasında çatışmaların dozu artınca, BM tekrar harekete geçmiştir. Görüşmeler sonucu BM Güvenlik Konseyi’nde 31 Ağustos 2006 tarihinde alınan
1706 sayılı kararla, Darfur’daki 7 bin kişilik Afrika Birliği Gücü’nün yerini 26
bin kişilik BM-Afrika Birliği Ortak Barış Gücü askerlerinin alması öngörülmüş,
böylece bugüne kadarki en büyük barış gücünün bölgede konuşlandırılmasına onay verilmiştir. Ancak bölgedeki BM askerlerine karşı çıkan Hartum hükümetinin engellemeleri nedeniyle, sadece 9 bin asker bölgede barışı korumaya yönelik faaliyet göstermektedir.135
Askeri nitelikli kararların yanı sıra BM, Darfur kriziyle ilgili hukuki süreç
başlatan kararlara da imza atmıştır. BM Güvenlik Konseyi’nde alınan 1593
sayılı kararla insanlığa karşı işlenen suçların faillerinin sorgulanması konusunda yetkilendirilen UCM, 14 Temmuz 2008’de Sudan Devlet Başkanı Ömer
el-Beşir hakkında dava açmıştır. Beşir hakkındaki soykırım suçlamaları yeterli kanıt olmadığı gerekçesiyle düşürülmüş ancak Sudan Devlet Başkanı, sa
135
Ceren Gürseler, “Çad-Sudan Anlaşması İstikrar Getirecek mi?”, 17 Mart 2008,
(Erişim) http://www.asam.org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=2057&kat1=&kat2=1, 2 Nisan 2009
63
vaş suçu ve insanlığa karşı suç işlemekle itham edilmiştir. Dava sonucunda
mahkemenin 4 Mart 2009 tarihinde aldığı tutuklama kararı karşısında BM
Güvenlik Konseyi daimi üyeleri görüş ayrılığı içine girmiştir. ABD ve Fransa’nın sahip çıktığı karara, Sudan’ın önemli ticaret partnerlerinden Çin ve
Rusya tepki göstererek, kararın bölgeyi yeniden kaos ortamına sürüklemesinin muhtemel olduğu ifade edilmiş ve Sudan’ın iç sorununun çözümünün
kendisine bırakılmasının gerekliliği savunulmuştur.136
3.1.2. Uluslararası Ceza Mahkemesi
UCM, savaş suçları, insanlığa karşı işlenen suçlar, soykırım suçları ve
saldırı suçlarına bakan uluslararası bir mahkeme olarak 1 Temmuz 2002 tarihinde Hollanda’nın Lahey kentinde kurulmuştur. Sudan, UCM’yi kuran Roma Statüsü’nü imzaladığı halde onaylamamıştır. Roma Statüsü’ne ve dolayısıyla da UCM’ye taraf olmaması sebebiyle Sudan’daki olaylar ile ilgili UCM
savcısı doğrudan soruşturma açamamakta, soruşturma için Güvenlik Konseyi
kararına ihtiyaç duymaktadır. Zira savcının kendiliğinden harekete geçerek
soruşturma açabilmesi için soruşturmaya konu olan hadiselerin statüye taraf
bir ülke sınırları içinde gerçekleşmiş olması veya soruşturulacak kişilerin statüye taraf ülke vatandaşları olmaları gerekmektedir.137
BM Komisyonu’nun hazırladığı rapor ile birlikte Darfur’daki insan hakları ihlallerinin soruşturulmasında UCM tek seçenek olarak ortaya çıkmış ve
bu konuda yetki, Güvenlik Konseyi tarafından UCM’ye verilmiştir.138 Güvenlik
Konseyi kararı ile Darfur’daki olayları soruşturma yetkisine kavuşan UCM
derhal harekete geçmiştir. 1593 sayılı kararın alınmasından bir gün sonra
UCM başsavcısı yaptığı basın açıklaması ile Darfur’daki durumun UCM sav
136
“El-Beşir İçin Tutuklama Emri”, Cumhuriyet Gazetesi, 5 Mart 2009.
Cenap Çakmak, “Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Darfur Krizi’ne Müdahil Olması ve ABD’nin
Süper Güç Olarak Limitleri”, 18 Mayıs 2009,
(Erişim) http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/ILI1iMy2U84YSdaYjZYpzEYJZvfmNa.pdf, 5 Ekim
2010, s.66.
138
Jok, a.g.e., s.145.
137
64
cısına havale edildiğini bildirmiş ve ardından Darfur Krizi ile ilgili soruşturma
başlatmıştır.
Sudan hükümeti, UCM’ye Darfur’daki olayları soruşturma yetkisi tanıyan Güvenlik Konseyi kararının kabul edilmesinden sonra yaptığı açıklamada, hükümetin, olaylarda suçlu oldukları belirlenen kişileri Sudan mahkemelerinde yargılayacağını duyurmuştur. Attığı bu adımla Sudan hükümeti,
Darfur’daki olayları soruşturma ve gerekirse olaylarda sorumlu olanları yargılama iradesi gösterdiği mesajını vermek istemiştir. Hükümetin sorumluları
yargılama ve cezalandırma iradesi ve yeteneğinin olduğunun ispat edilmesi,
UCM’yi Darfur sürecinin dışında tutmak istemesiyle alakalıdır. Ancak Sudan
hükümetinin beklentisi gerçekleşmemiş ve savaş suçu ve insanlığa karşı suç
işlemekle itham edilen Sudan Devlet Başkanı Beşir hakkında 4 Mart 2009
tarihinde tutuklama kararı alınmıştır. Böylece ilk kez görevdeki bir devlet başkanı için uluslararası bir mahkeme tarafından tutuklama kararı çıkarılmıştır.
Tutuklama kararının ardından Sudan Devlet Başkanı, UCM’ye taraf
olan 108 ülkeye seyahat etmekten kaçınmış, ancak Türkiye gibi statüye taraf
olmayan ülkelere ziyaret gerçekleştirme konusunda bir çekince yaşamamıştır. Zira daha önce de Türkiye’de temaslarda bulunan Ömer el-Beşir,
UCM’nin kararı sonrasında Ankara hükümeti tarafından Türkiye-Afrika İşbirliği amacıyla yapılan daveti reddetmemiştir. Ancak Beşir’in Kasım 2009’da
İstanbul’da düzenlenen İslam Konferansı Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İşbirliği
Daimi Komitesi’nin (İSEDAK) 25. yıl dönümü toplantısına katılmak üzere Türkiye’ye gelme ihtimali karşısında ABD ve AB’nin Ankara hükümetini uyarmasıyla birlikte iç kamuoyunun da tepkisi üzerine Beşir, Türkiye ziyaretini iptal
etmiştir.139 Görüldüğü gibi ABD ve BM nezdinde başlatılan süreç ve UCM’nin
Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir hakkında aldığı karar ile uluslararası
kamuoyunun Sudan üzerindeki baskıları doruğa ulaşmış ve ülke adeta bölgesine hapsedilmiştir.
139
Dalar, a.g.m., s.97. 65
3.1.3. Arap Ligi
Sudan’ın Darfur bölgesinde yaşananlar 2003 yılından itibaren dünyanın gündemini meşgul eden bir kriz haline dönüşürken, Arap kamuoyu
Darfur’la ilgili sessiz kalmayı tercih etmiştir.140 Arap dünyasında birçok insanın, Darfur'daki insanlık dramına sanki yokmuş gözüyle bakmasının temel
nedeni, Arap medyasının bu soruna gereken önemi vermemesinden kaynaklanmaktadır. Arap kamuoyu, Arapların dâhil olduğu birçok sorunun aksine
Darfur’daki çatışmaları “Sudan’ın iç meselesi” olarak görmektedir. Darfur’da
yaşanan olayları kendi meselelerinin dışında tutan Arap medyasına göre kriz,
Sudan’ı parçalama ve doğal kaynaklarını yağmalama amacı güden SiyonistAmerikan komplosundan ibarettir.141 Darfur’da yaşanan çatışmaların nedenini Batı komplosuna bağlayan Arap kamuoyu, bölgedeki binlerce insanın ölümüyle ve yaşadıkları yerlerden göç etmesiyle sonuçlanan şiddeti görmezden
gelmektedir. Arap kamuoyunda, 17 Ekim 2006 tarihinde sınırlı sayıda aydının
yayınladığı, "Darfur'da yaşanan insani trajedinin karşısında Arap dünyasının
suskunluğunu" kınayan deklarasyon dışında Darfur’la ilgili ciddi bir duruş sergilenmemiştir.
Arap kamuoyu gibi Arap Ligi de Darfur’da yaşananlara ilk başlarda
tepkisiz kalmış, barış sürecinde aktif rol almaktan kaçınmıştır.142 Bunun yanı
sıra Arap Ligi, Sudan’ın tezlerine destek vererek bölgeye uluslararası bir barış gücü yerine, bölgede güvenliğin sağlanmasında Afrika Birliği askerlerinin
yeterli olacağını savunmuştur. Arap ülkeleri yönetimleri, Arap-İsrail çatışması
karşısında gereken tutumu takınmadığı gerekçesiyle uluslararası toplum tarafından uygulanan çifte standardı eleştirmiştir.143 Ancak UCM’nin Temmuz
2008’de Ömer el-Beşir hakkında açtığı dava sonrasında Arap Ligi, Darfur
meselesiyle ilgili somut adımlar atmaya başlamıştır. Ocak 2009’da Doha’da
140
Jok, a.g.e., s.144.
“The Tragedy of Darfur: Double Standarts Being Applied”, El-Hayat Gazetesi,
(Erişim) http://www.qantara.de/webcom/show_article.php/_c-476/_nr-732/_p-1/i.html, 9 Mayıs 2009.
142
Robert O.Collins, “Darfur and Arab League”, Ağustos 2006,
(Erişim) http://www.ciaonet.org/pbei/winep/policy_2006/2006_1111/index.html, 1 Haziran 2009.
143
El-Hayat Gazetesi, a.g.m.
141
66
Darfurlu ayrılıkçı grup AEH ve Sudan hükümeti arasında doğrudan görüşmeleri başlatan Katar başkanlığındaki Arap Ligi Darfur Komitesi, tarafların iyi
niyet belgesi imzalamasını sağlamış ve kapsamlı görüşmelere geçilebilmesi
yönünde adımlar atmıştır. Bu çerçevede Arap Ligi üyeleri UCM’nin tutuklama
kararını, barış çabalarını sekteye uğratacak bir gelişme olarak değerlendirmiştir.
Sudan’ın isteği üzerine olağanüstü toplanan Arap Ligi Zirvesinde,
UCM kararının ertelenmesi gerektiği vurgulanarak Hartum hükümetine destek verilmiştir.144
3.1.4. Afrika Birliği
2004 yılında kurulan Afrika Birliği Barış ve Güvenlik Konseyi, kıta içindeki sorunları kıta dışındaki aktörlerin müdahalesi olmaksızın kendileri çözmek istediklerini belirtmiştir. Tıpkı BM Araştırma Komisyonu gibi Afrika Birliği
de, Darfur’daki olayları araştırmak üzere bölgeye Haziran 2004’de Ömer
Konare başkanlığında bir komisyon göndermiştir. Komisyonun hazırladığı
rapor ışığında Afrika Birliği, Darfur’da soykırım ya da etnik temizliğin söz konusu olmadığını, ancak toplu ölümlerin gerçekleştiğini belirtmiştir.145 Afrika
Birliği Komisyonu Başkanı Konare, Sudan’ın Darfur bölgesinde barış ve güvenliğin sağlanması için askeri gücün konuşlandırılması gerektiğini ifade
ederken, bu konuda Afrika ülkelerinin taahhütlerinin yeterli olduğunun yani
bölgede yabancı askere ihtiyaç olmadığının altını çizmiştir. Ancak genç bir
örgüt olan Afrika Birliği’nin Darfur’daki çatışmaları durdurmaya yönelik görevi
tek başına üstlenebilecek maddi güce sahip olmaması ve örgütün güvenlik
konularında BM kaynaklarına bağımlı olması sebebiyle, bölgede 30 Aralık
2007’de BM-Afrika Birliği Barış Gücü’nün konuşlandırılmasına karar verilmiştir.146
144
“Karar İkiye Böldü”, Cumhuriyet Gazetesi, 6 Mart2009.
Öztürk, a.g.m.
146
Adam Keith, “The African Union in Darfur: An African Solution to a Global Problem?”, Mart
2007, (Erişim) http://www.ciaonet.org/journals/jpia/v18i0/08.html, 25 Mayıs 2009.
145
67
UCM savcısının 14 Temmuz 2008’de Beşir hakkında tutuklama kararı
çıkarılması talebini Afrika Birliği, endişe verici bir sürecin başladığı şeklinde
değerlendirmiştir. Örgüt, devam eden barış çabalarının tehdit edileceği gerekçesiyle UCM Roma Statüsü’nün 16.maddesine uygun olarak, yargılanmanın ertelenmesi çağrısında bulunmuştur. Afrika Birliği çabalarında başarılı
olamamış ve 4 Mart günü UCM, Beşir hakkında tutuklama emri çıkartmıştır.
Aynı gün Afrika Birliği ülkeleri tutuklama kararını tanımayacaklarını kesin bir
dille ifade etmiştir. Böylece, Sudan’ın da üye olduğu Afrika Birliği Darfur krizinde Beşir yönetiminden yana bir tavır sergilemiştir.
3.2. KÜRESEL AKTÖRLERİN DARFUR KRİZİNE YAKLAŞIMLARI
Sudan’ın Darfur eyaletinde yerli halk ile göçebeler arasında çıkan sorun zamanla uluslararası bir boyut kazanmış ve çok geçmeden birçok aktörün dâhil olduğu bir kriz haline dönüşmüştür. Darfur’da yaşanan insani dramın önüne geçme amacının yanı sıra uluslararası aktörlerin bu süreçte yer
almalarının altında yatan birtakım önemli nedenler bulunmaktadır. Afrika kıtasının genelini sınırsız bir rekabet alanına dönüştüren ekonomik ve siyasi
çıkarlar, uluslararası aktörlerin Darfur krizine ilişkin politikalarının da belirleyici unsuru olmaktadır. Bu bağlamda Çin, ABD ve AB’nin Darfur krizi sürecinde
oynadıkları rol ile birlikte süreçten beklentileri, krizin seyri açısından önem
taşımaktadır.
3.2.1. Çin
Küresel bir aktör olarak Çin, Afrika kıtasında ciddi bir nüfuz alanı yaratmıştır. Kıtadaki gelişmelerin dışında kalamayan Çin, Sudan’da yaşanan
sürecin temel aktörlerinden biri olarak ön plana çıkmaktadır. Çin’i diğer küre-
68
sel güçlerden farklı kılan özelliği ise, Sudan ile ilişkilerini farklı bir zemine
oturtmasından kaynaklanmaktadır.
3.2.1.1. Siyasi Çıkarlar
Güvenlik Konseyi daimi üyelerinden Çin ile Sudan’ın ilişkileri oldukça
eskiye dayanmaktadır. Numeyri döneminde özellikle silah ticaretine dayanan
ilişkiler son dönemde, Çin’in petrole artan ilgisiyle birlikte daha da derinleşmiştir. Zira Afrika’nın coğrafi açıdan en büyük ülkesi olan Sudan topraklarında özellikle 1990’lı yıllarda Çin, Malezya ve Kanada firmaları tarafından yapılan petrol arama faaliyetleri sonucunda, ülkede önemli miktarda petrol rezervinin olduğu ortaya çıkmıştır. Ülkenin güneyinden Port Sudan’a kadar uzanan
Bentui-Suakin petrol boru hattının tamamlanmasıyla birlikte Sudan, 1999 yılından itibaren ham petrol ihraç etmeye başlamıştır.147
Sudan’ın en çok ithalat-ihracat yaptığı ülkeler sıralamasına bakıldığında, Çin’in Sudan’ın en önemli ticari ortağı haline geldiği görülmektedir. İkili
ilişkiler, Çin’in genel olarak Afrika kıtasıyla ilişkilerinin temeli olan kazankazan prensibine dayanmaktadır. Zira Çin’in yatırımlarıyla büyüyen ekonomisinin yanı sıra Sudan ihtiyaç duyduğu başta gıda maddeleri, işlenmiş ürünler,
makine ve teçhizat gibi ihtiyaçlarının çoğunu Çin’den karşılarken, Çin ise artan enerji gereksinimi için Sudan’a ihtiyaç duymaktadır.
Çin-Sudan ilişkilerindeki derinleşme sürecinin hız kazanması, ilişkilerin tek taraflı kazanımdan ziyade karşılıklı fayda çerçevesinde şekillenmesinden kaynaklanmaktadır. Zira Çin, Sudan’daki en büyük yatırımcı ülke konumunu halen korumaktadır. Enerji gereksinimi olağanüstü olan Çin, Sudan'ın
ihraç ettiği petrolün üçte ikisini tek başına satın alırken bir yandan da ülkede
üretimin artmasını desteklemektedir.148 Sudan’ın 2006 yılında ekonomisi
147
“Sudan Ülke Bülteni”, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK),
(Erişim) http://www.deik.org.tr/Lists/Bulten/Attachments/113/Sudan%20Ulke%20Bulteni%20%20Ocak%202008_TR.pdf, 20 Mayıs 2010, s.8.
148
Sedat Laçiner, “Enerjide Batı Tekeli Kalkarken: Yeni Bir Aktör Olarak Çin, Hindistan, Japonya”,
69
%12 oranında büyürken, bunda Çin’in gerçekleştirdiği yatırımların önemli bir
payı bulunmaktadır.149
Çin, Sudan ile ekonomik ilişkilerinin yıpranmamasına büyük özen göstermektedir. Nitekim, 2003 yılında patlak veren Darfur krizini Sudan’ın iç meselesi olarak görmekte ve dış müdahalelerin, sorunu daha da büyüteceğini
savunmaktadır. Bunun yanı sıra BM yoluyla Sudan’a ambargo ve diğer kısıtlamalar uygulanmasına karşı çıkan Çin birçok kez, Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerinden biri olarak bu tür tavırları ve kararları veto edeceğini ifade
etmiştir.150 Zira Beşir yönetiminin karşı çıktığı BM Barış Gücü konusunda Çin,
BM Güvenlik Konseyi'nde sürekli olarak veto hakkını kullanmış ve sorunun
çözümünü Sudan’a bırakmak gerektiğinin altını çizmiştir. Çin’in bu yaklaşımı
Batı dünyası tarafından uluslararası arenada yalnızlığa itilen Beşir yönetimi
için memnuniyet verici bir gelişmeyken, rejim muhaliflerine göre Çin, Hartum
hükümetinin yanında yer alarak Sudan politikasına etkin şekilde müdahale
etmektedir. Çin’in kendi iç politik kaygıları da Darfur krizine ilişkin bu şekilde
bir tavır sergilemesinin önemli bir sebebi olarak görülmektedir. Tibet ve Sincan Uygur bölgesinde ortaya çıkan ve çıkabilecek gelişmelerin Darfur’dakine
benzer bir şekilde gelişebileceği olasılığı Çin’in Darfur krizinde Hartum yanlısı
bir politika izlemesini zorunlu kılmaktadır.
BM Güvenlik Konseyi kararı ile Sudan’a yerleştirilen BM ve Afrika Birliği Barış Güçleri Sudan tarafından, Çin Devlet Başkanı Hu Jintao’nun ülkeye
ziyareti sonrası isteksiz bir şekilde kabul edilmiştir. Fakat bu süreç içerisinde
konuya ilişkin olarak Çin Devlet Başkanı dört ana prensip ortaya koymuş ve
bir yandan Sudan olan ilişkilerini sağlamlaştırırken diğer taraftan Batı diplomasisinin kurmuş olduğu baskıyı azaltmıştır. Bu çerçevede Çin’in beklentileri,
Sudan’ın bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne ve Darfur krizini yönetmesine
Mart 2006,
(Erişim) http://www.usakgundem.com/makale/61/enerjide-bat%C4%B1-tekeli-kalkarken-yeni-birakt%C3%B6r-olarak-%C3%A7in-hindistan-ve-japonya.html, 5 Haziran 2010.
149
Marc Engelhardt, “China’s Involvement in Sudan, Criticism of Red Giant”, 1 Mart 2007,
(Erişim) http://en.qantara.de/webcom/show_article.php/_c-476/_nr-740/_p-1/i.html, 1 Mayıs 2010.
150
Laçiner, a.g.m.
70
saygı duyulması, tarafların sorunları diyalog ve barışçıl yollarla çözmesi, BM
ve Afrika Birliği’nin Darfur’daki barış süreci içerisinde yapıcı rol oynaması ve
son olarak da Darfur’da istikrarın sağlanması ve yerel halkın yaşam koşullarının yükseltilmesi şeklinde olmuştur.151
Çin ve Sudan uluslararası platformlarda ülkelerini ilgilendiren bazı
önemli konularda birbirlerini desteklemektedirler. Örneğin Çin, BM Güvenlik
Konseyi’ndeki gücünü kullanarak Sudan’a karşı yaptırımları engellemeye çalışırken Sudan da, Çin’in Tibet’te uygulamış olduğu politikalara ve 2009’da
Sincan’ın Uygur otonom bölgesinde Uygurlar ve Hanlar arasında çıkan gerilimin durdurulması için güç kullanımını açık bir şekilde desteklemiştir.152 Öte
yandan Çin, her ne kadar Darfur politikasından dolayı Sudan hükümetine
karşı BM yaptırımlarının uygulanmasına karşı çıkacağını ifade etmişse de,
BM Güvenlik Konseyi’nde Sudan’a ilişkin oylamalarda çekimser kalmıştır.153
Çin ilk olarak, Cancevid milislerinin silah bırakmasına yönelik Temmuz 2004’te yapılan oylamada çekimser kalmıştır.154 Bunun yanı sıra Ağustos 2006’da BM Barış Gücü’nün Güney Sudan’daki ve Darfur’daki görev süresini uzatan oylamalarda da çekimser tavrını devam ettirmiştir. Öte yandan
2006’nın sonlarına gelindiğinde bir yandan Çin hükümetinin konuya ilişkin
uluslararası baskılara maruz kalması, diğer yandan 2008 Yaz Olimpiyatları’nın Pekin’de yapılacak olması, Çin’in Darfur politikasında birtakım değişikliklere gitmesini zorunlu kılmıştır.155
Bu bağlamda, Kasım 2006’da Çin Devlet Başkanı Hu Jintao Pekin’de
yapılan Afrika Zirvesi’nde, Sudan Devlet Başkanı Beşir’e, ülkesinin, Sudan’ın
Darfur ile ilgili kaygılarını anladığını fakat Sudan hükümetinin soruna çözüm
151
“Chinese President Puts Forward Four-point Principle on Solving Darfur Issue”, Xinhua News
Agency, 3 Şubat 2007, (Erişim) http://china.org.cn/english/infernational/198792.htm , 14 Aralık 2010.
152
David H. Shinn, “China and the Conflict in Darfur”, The Brown Journal of World Affairs,
Vol.:16, Sonbahar/Kış 2009, s.91.
153
Shinn, a.g.m.
154
Jonathan Holslag, “China’s Diplomatic Victory in Darfur,” BICSS Asia Paper, 15 Ağustos 2007,
s.7.
155
Daniel Large, “China and the Changing Context of Development in Sudan,” Development, Vol.:
50, no.: 3, 2007, s.60
71
bulunmasında bütün taraflarla ilişkilerini geliştirmesi gerektiğini belirtmiştir.156
Öte yandan Çin’in BM Büyükelçisi Wang Guangya, BM-Afrika Birliği yönetimindeki barış gücünün Darfur’da konuşlandırılmasının Sudan hükümeti tarafından kabul edilmesinden yana olduklarını belirtmiştir.157 Çin’in Sudan’a ilişkin tutumundaki bu değişim, konuya ilişkin bazı çalışmalarda, devletlerin iç
işlerine karışmama şeklindeki geleneksel politikasından sapma olarak değerlendirilmiştir.
Çin’in Sudan’a ilişkin bu tutumu ABD’nin de ilgisini çekmiş ve ABD Dışişleri Bakanlığı yapmış olduğu açıklamada Çin’in Darfur’daki barış gücüne
ilişkin politikasını memnuniyetle karşıladıklarını belirtmiştir.158 Bu gelişmeye
paralel olarak Nisan 2007’de Çin Dışişleri Bakan Yardımcısı Zhai Jun Sudan’a yapmış olduğu ziyarette, Ömer el-Beşir’i Darfur’daki BM gücü konusunda daha esnek olması hususunda bir kez daha cesaretlendirme yoluna
gitmiştir. Ülkedeki siyasi ve ekonomik çıkarlarını gözeten Çin, Darfur politikasına ilişkin söz konusu siyasi manevrasıyla Batı dünyasının kurmuş olduğu
baskıyı bir süreliğine hafifletmiştir.
3.2.1.2 Ekonomik Çıkarlar
1993 yılında Sudan’ın ABD tarafından terörü destekleyen ülkeler listesine alınması, ülkeyi Batı dünyasından izole etmiş ve uluslararası arenada
Çin’e yaklaştırmıştır. Her ne kadar 1980’lerin ortalarında Amerikan petrol
şirketi Chevron ülkede bulunan bazı petrol kaynaklarını işletmeye başlasa da,
ülkede baş gösteren iç savaş sonucunda üretimi durdurmuş ve daha sonra
ABD’nin Sudan’a karşı uyguladığı yaptırımlardan dolayı ülkeye geri dönememiştir.159 1994 yılına gelindiğinde Sudan hükümeti Çin’e Chevron’un işle
156
Chris Buckley, “China’s Hu Says Understands Sudan’s Darfur Concerns”, Reuters, 2 Kasım 2006,
(Erişim) http://www.turkishweekly.net/news/40644/china-s-hu-says-understands-sudan-s-darfur
concerns.html, 10 Ekim 2009.
Shinn, a.g.m, s.91.
158
Wasil Ali, “China Uses Economic Leverage to Pressure Sudan on Darfur – US,” Sudan Tribune,
6 Mart 2007.
159
Shinn, a.g.m., s.87.
157
72
timini bırakmış olduğu petrol rezervlerini işletmesini teklif etmiş, bu da Çin ile
olan ilişkilerinde yeni bir başlangıç olmuştur.160
1997 yılında petrol üretim şirketlerinin oluşturdukları bir konsorsiyum,
Güney Sudan’daki üç önemli sahada petrol arama çalışmalarına başlanması
için alt yapının oluşturulması amacıyla Büyük Nil Petrol Şirketi’ni kurmuştur.
Oluşturulan bu konsorsiyumda %40 payla en büyük hisseyi Çin Ulusal Petrol
Şirketi (CNPC) almış, Çin’i sırasıyla Malezya Devlet Şirketi (%30), Hindistan
Devlet Şirketi (%25) ve Sudan Devlet Şirketi (%5) izlemiştir.
Bunun yanı sıra Çin Petrol Mühendisliği ve Yapı Ortaklığı, günümüzde
de ülkede üretilen petrolün ihracatı açısında büyük öneme sahip bu sahalardan Port Sudan’a petrol taşıyan boru hattını inşa etmiştir. Bunun yanında
CNPC ülkenin ikinci büyük petrol sahası olarak bilinen Yukarı Nil bölgesindeki petrol sahalarının işletimini yapan Petrodar Şirketi’nin de %41’lik hissesini
elinde bulundurmaktadır. Ülkedeki yatırımlarıyla dikkat çeken Çin’in Sudan’daki yatırımlarının değerinin yaklaşık olarak 5 milyar dolar olduğu ve bunun 300 milyon dolarını da otel sektörüne yatırdığı bilinmektedir.161
Petrol arama çalışmaları yapılırken Sudan hükümetinin, arama yapılan
bölgelerdeki halkı başka bölgelere sürdüğü ve insan hakları ihlallerinde bulunduğu iddiaları dünya kamuoyunda geniş yer bulmuştur. Ancak Çin, bu iddialarla ilgilenmek yerine ekonomik çıkarlarına odaklanmaya devam etmiştir.
Diğer taraftan güneydeki çatışmalar petrol boru hatlarının olduğu bölgelere
de sıçramış ve bunu sonucu olarak petrol üretiminde sıkıntılar ortaya çıkmıştır. Bu çatışmalar sadece Sudan’ın üretim kapasitesini olumsuz etkilemekle
kalmamış, bunun yanı sıra bölgede petrol üzerine çok büyük yatırımları olan
Çin’i de rahatsız etmiştir.
160
161
Shinn, a.g.m.
Shinn, a.g.m.
73
Şekil3:SektörlereGöre,Çin’inToplamEnerjiTüketimi
Amerikan Enerji Bakanlığı tarafından hazırlanmış olan verilere göre,
Çin ABD’den sonra dünyadaki en büyük ikinci petrol tüketicisi konumunda
yer almaktadır. Ancak 1990’ların başında net petrol ihracatçısı olan Çin 2006
yılında dünyanın en büyük üçüncü petrol ithalatçısı konumuna gerilemiştir.162
Bunda Sudan’ın güneyindeki çatışma ortamının, petrol boru hatlarının olduğu
bölgelere sıçramasının büyük payı bulunmaktadır.
Yukarıdaki grafikte de görüldüğü üzere, her ne kadar Çin’in enerji tüketiminde kömür %71 oranla birinci sırayı alsa da, petrolün Çin’in enerji tüketimindeki yeri günden güne artmakta ve bu da Çin’in petrol ithal ettiği ülkeleri
farklılaştırma yoluna gitmesine sebep olmaktadır. Bu çerçevede Çin, Arap
ülkelerinin yanı sıra Afrika’ya yönelmiş ve özellikle Sudan ile ekonomik işbirliğini derinleştirmiştir. Çin, Sudan’ın ihraç etmiş olduğu petrolün % 65’ini almakta, bu da genel olarak Çin’in toplam petrol ithalatının % 5-7’sine denk
gelmektedir.
162
“Sudan”, U.S. Energy Information Administration-Independent Statistics and Analysis,
(Erişim) http://www.eia.doe.gov/country/country_energy_data.cfm?fips=CH, 15 Aralık 2010.
74
Şekil4:ÜlkelereGöre,Sudan’ınHamPetrolİhracatVerileri
Çin ve Sudan arasındaki ekonomik işbirliği, enerji dışındaki sektörlerde de sürmüştür. Zira Sudan’ın toplam ihraç ürünlerinin %30’u Çin tarafından
satın alınmaktadır.163 Enerji sektörü dışında ekonomik işbirliğinin geliştiği bir
diğer alan ise, silah sanayidir. Çin yıllar boyunca Sudan için önemli bir silah
ihracatçısı olmuştur. Çin, Sudan’a silah satması ve Darfur’a ilişkin politikası
nedeniyle birçok kez insan hakları örgütleri tarafından eleştirilmiş fakat bu
eleştiriler Çin’in Sudan’a silah satmasını engellememiştir.
Çin Sudan’a sadece silah satmakla kalmamış, bunu yanı sıra Sudan’ın Afrika’da, Güney Afrika ve Mısır’dan sonra en büyük üçüncü silah endüstrisini kurmasına katkıda bulunmuştur.164 2003 ve 2006 yılları arasında
Çin, Sudan’ın en büyük silah tedarikçilerinden biri olmuştur. Zira Çin’in Sudan’a her yıl ortalama 14 milyon dolarlık silah sattığı bilinmektedir.165
163
Shinn, a.g.m., s.88.
Shinn, a.g.m., s.90.
165
Shinn, a.g.m.
164
75
2004 yılına gelindiğinde BM Güvenlik Konseyi’nin almış olduğu kararla Darfur’daki bütün hükümet dışı oluşumlara ve bireylere silah transferine
ambargo konulmuş, bundan yaklaşık bir yıl sonra ise Darfur bölgesinde bulunan Sudan güçlerine silah satışı yasaklanmıştır. Her ne kadar Çin, BM Güvenlik Konseyi’nde yapılan her iki oylamada da çekimser kalmış ise de, alınan karalar geçerliliğini korumuştur. Fakat Çin, ambargo sonrasında da Sudan’a silah satmaya devam etmiş ve bu silahların Sudan’daki silahlı güçler
tarafından kullanılmadıkça ambargonun ihlal edilmeyeceğini öne sürmüştür.
Fakat Çin’in de aralarında bulunduğu birtakım ülkelerin Sudan’a satmış oldukları silahların Darfur’da Sudan hükümeti tarafından kullanılmasının yanı
sıra silahlı güçler tarafından da kullanıldığına dair güçlü kanıtlar olduğu ileri
sürülmektedir.166
2006 yılında BM uzmanları tarafından Darfur’da toplanan 222 mermi
kovanının Çin ordusuna ait olduğu tespit edilmiştir. Bunun üzerine açıklama
yapan Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Sudan hükümetine satılan silahlara
ilişkin birtakım şartlar konulduğunu, satılan silahların hiçbir şekilde Darfur da
kullanılmayacağı ve devlet dışı oluşumlara silah verilmeyeceği konusunda
anlaşıldığını belirtmiştir.167 Her ne kadar Çin, BM Güvenlik Konseyi kararları
paralelinde hareket ettiği izlenimini vermek istese de, Sudan’a silah satışına
devam etmiş ve böylece ülke üzerindeki enerji ve silah temelli ekonomik gücü
vasıtasıyla siyasi gücünü sağlamlaştırma yoluna gitmiştir.
3.2.2 Amerika Birleşik Devletleri
ABD, Güney Sudan sorunuyla birlikte Sudan’da yaşanan sürecin temel dış dinamiklerinden biri olarak bölgede varlık göstermiş ve Darfur kriziyle
birlikte etki alanını daha da genişletmiştir. ABD’nin Sudan politikası, ekonomik ve siyasi çıkarları çerçevesinde şekillenmektedir. Ancak diğer küresel
166
Shinn, a.g.m.
“China Denies Report of Arms Sales to Sudan”, China Daily, 15 Mart 2008,
(Erişim) http://www.chinadaily.com.cn/china/2008-03/15/content_6538395.htm, 1 Aralık 2010.
167
76
güçlerin bölgede varlık göstermeye başlamasıyla birlikte Sudan, ABD için
özgür bir faaliyet alanı olmaktan çıkmış ve çıkarların çatıştığı bir bölgeye dönüşmüştür.
3.2.2.1 Barış Çabaları
BM’nin Darfur’la ilgili kararının ardından ABD liderliğinde Batı dünyası
Sudan’a karşı sert bir tavır içine girmiş ABD, El-Kaide lideri Usame Bin Ladin’e 1990’lı yıllarda ev sahipliği yaptığı gerekçesiyle Sudan’ı “teröre destek
veren ülkeler listesi”ne almış ve 11 Eylül saldırılarının ardından başlattığı terörle mücadele kapsamında Sudan’a yönelik baskı politikasının dozunu daha
da artırmıştır. Beşir yönetimi ABD’nin ambargo kararı ve ardından BM’nin
başlattığı süreçle birlikte uluslararası arenada izole edilmiştir. Güneyli ayrılıkçılar ile Darfur’lu isyancıların yanı sıra uluslararası toplum tarafından da baskı altına alınan Beşir yönetimine ABD, ayrılıkçılarla barış sağlandığı takdirde
Sudan’a uyguladığı ekonomik yaptırımlara son vereceğini duyurmuştur.168
ABD’nin öncülüğündeki uluslararası destek ile Sudan yönetimi ve
SHKH’nin barış görüşmeleri için masaya oturması sağlanmıştır. SHKO lideri
John Garang ile Cumhurbaşkanı Yardımcısı Ali Osman Taha’nın Nairobi’de
imzaladığı BBA ile kuzey ve güney arasındaki iç savaşa kısmen de olsa son
verilmiştir. BBA ile 2009’da ülke genelinde seçimlerin yapılmasına karar verilmesinin yanı sıra, Güney Sudan için 2011’de bağımsızlık referandumuna
gidilmesi öngörülmüştür. Güney Sudan sorununda çözümün ardından Mayıs
2006’da yine ABD’nin teşvikiyle, Darfur konusunda hükümet ile ayrılıkçılar
arasında barış müzakereleri başlamıştır. Beşir yönetiminin bölgedeki sosyoekonomik dengeleri iyileştirme ve asayişi bozduğu tespit edilen Cancevid
milisler konusunda gerekli adımların atılacağını taahhüt etmesiyle birlikte,
Darfur’da özerk yönetim isteyen SKO lideri Abdül Wahid Nur’un karşı çıkma-
168
Wanjala, a.g.m., s.71.
77
sına rağmen, hükümet ile isyancılar arasında Darfur Barış Antlaşması (DBA)
imzalanmıştır.169
Mayıs 2006’da imzalanan DBA, sorunu çözmekten ziyade bir ateşkes
ortamı hazırlamakta ve çözüme yönelik planların eyleme dönüştürülmesi
amacı taşımaktadır. Ancak SKO içinde yaşanan fikir ayrılıkları sonucu bazı
grupların antlaşmayı onaylamamasının yanı sıra AEH’nin de karşı çıkması
sebebiyle ateşkes ortamı tam olarak sağlanamamıştır. Ayrıca Hartum hükümeti Cancevid milislerini silahsızlandırma konusunda üzerine düşen görevi
yerine getirmemiş, Araplar ile Afrikalılar arasındaki çatışmalar önlenememiştir.
ABD liderliğindeki Batı dünyasının, ayrılıkçılar ve barış konusunda
Hartum hükümetine uyguladıkları baskı politikasının nedeni, sorunları çıkarlar
doğrultusunda kullanmaya uygun zemin oluşturmak şeklinde değerlendirilebilir. Hem Güney Sudan’daki hem de Darfur’daki barış sürecine bakıldığında,
Batı merkezli politikaların, çatışmalara son verecek tarafsız çözüm önerilerinden ziyade alınan tek yanlı kararlarla Sudan hükümetini zor durumda bırakarak ayrılıkçıların önünü açmayı amaçladığı görülmektedir. Zira yıllar süren
çatışmalar boyunca ayrılıkçılara verilen lojistik destek sonucu güney bölgesinde yaşanan gelişmeler ayrılma taleplerini kuvvetlendirmiştir. Benzer şekilde Darfur krizi kullanılmış, böylece Beşir yönetimini zayıflatmak suretiyle ülkedeki bölünmüş yapı canlı tutulmuştur. Darfur krizi bu açıdan değerlendirildiğinde, ABD öncülüğündeki dış müdahalelerin, 2011’de Sudan’da kurulması
beklenen Hıristiyan devletine yaşam alanı sağlama girişimiyle yakından ilgili
olduğu görülmektedir.
3.2.2.2 Siyasi Çıkarlar
ABD, Sudan karşısında izlediği stratejinin hedeflerini bölgede uzun
yıllar devam eden ve çok sayıda insanın ölümüne neden olan çatışma orta
169
De Waal, a.g.m., s.18.
78
mının son bulmasına ve barış anlaşmasının uzun vadeli uygulanabilmesinin
sağlanmasına dayandırmaktadır. Bu hedeflerin gerçekleştirilememesinin daha fazla soruna, bölgesel istikrarsızlığa ve bölgenin uluslararası teröristler
için güvenli bir sığınağa dönüşmesine sebep olabileceğinden endişe ettiğini
dile getirmektedir.
ABD’nin Sudan’daki gelişmelere müdahil olması ve hatta gelişmeleri
yönlendirmesinin ardında şüphesiz stratejik çıkarları yatmaktadır. Bu çerçevede ABD, Sudan’ın, tehdit oluşturabilecek bir devlet olmasını engellemekle
ilgili stratejik hedeflerini gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır. Asıl hedef, ülkede
yaşanan sorunları çıkarları doğrultusunda kullanmak suretiyle Beşir yönetimini baskı altında tutarak güneyin bir devlet olarak güçlenmesine katkıda bulunmak olsa gerekir.
ABD’nin stratejik çıkarları iki temel konu üzerinde şekillenmektedir.
Bunlardan birincisi, ABD’nin 11 Eylül sonrası teröre karşı başlattığı savaşın
Sudanı da kapsamasıdır. ABD’nin Sudan üzerindeki stratejik çıkarlarının oluşumundaki ikinci önemli faktör ise, ekonomik büyümesine bağlı olarak günden güne artan enerji tüketiminin sürdürülebilir bir yapı içerisinde olması için
farklı kaynak ülkelerin var olmasıdır.
Bu çerçevede, Sudan ABD’nin teröre karşı yürüttüğü savaşta önemli
bir yere sahiptir. Sudan hükümeti 1996 yılı Mayıs ayında El-Kaide’nin liderini
sınır dışı etmiş170 ancak Bin Ladin geride Sudan için ciddi sorunlar bırakmıştır. 11 Eylül sonrası dönemde artan baskılar sonucu Sudan hükümeti ABD
yönetiminin terörle mücadelede işbirliği teklifine olumlu yaklaşmışsa da,
ABD’nin konuya ilişkin tüm kaygılarını giderememiştir.171 Sudan yönetimi
uluslararası terörle savaşta ABD cephesinde yer alacağı konusunda sinyaller
göndermiştir. Ancak tarafsız gözlemcilerin ifade ettiği gibi 1990’lı yıllar boyunca Amerikan istihbaratı tarafından Sudan üzerine hazırlanan birçok rapor
170
David Rose, “Working for Peace in Sudan: The Osama Files”, No. 497, Ocak 2002, (Erişim)
http://www.vanityfair.com/politics/features/2002/01/osama200201?currentPage=2, 13 Aralık 2010,
s.4. 171
J.S. Morrison. “Africa and the War on Global Terrorism”, 15 Kasım 2001,
(Erişim) http://csis.org/files/media/csis/congress/ts011115morrison.pdf, 15 Aralık 2010.
79
eksik ya da hatalı bilgilerin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır.172 Söz konusu
raporlarda, Sudan hükümetinin teröre karşı işbirliği konusundaki olumlu mesajları göz ardı edilmek suretiyle yönetim yanlış yönlendirilmiş ve ABD Başkanı Clinton, Sudan’ı teröre destek veren ülkeler listesinden çıkarmayı sert
bir şekilde reddetmiştir.
3.2.2.3. Ekonomik Çıkarlar
ABD, Sudan üzerindeki stratejik çıkarlarını her ne kadar El-Kaide üzerinde temellendirse de, Sudan’ın ciddi enerji kaynaklarına sahip olması ve
ABD’nin giderek artan enerji açığı, ülkeye ilişkin politikalarında petrolün de
belirleyici bir faktör olmasını zorunlu kılmıştır.
Şekil5:Sudan’ınYıllaraGörePetrolÜretimiveTüketimi
2001'de yapılan çalışmalar sonucu Sudan’ın 262 milyon varil petrol rezervi olduğu saptanmıştır. 2006'da ise, günlük 381 bin varillik bir üretim kapasitesine ulaşıldığı gözlenmiştir. Bazı analistler ve hükümet raporları tarafından ortaya konulan araştırmalar sonucu, Ocak 2010 itibariyle Sudan Dev
172
Marie Gilbert, “The European Union in the IGAD-Subregion: Insights from Sudan & Somalia”,
Review of African Political Economy, Vol. 33, No. 107, Mart 2006, s.146.
80
leti’nin 6 milyar varil petrol rezervinin olduğu belirtilmektedir.173 ABD Enerji
Bakanlığı tarafından hazırlanan veriler ışığında 2009 yılında, Sudan’ın günlük
petrol ihracatı 485 bin varil, 2010 yılında ise 518 bin varili bulmuştur. Ayrıca
üretim ve tüketim arasındaki miktar, üretim lehine artmakta, bu da Sudan’ın
petrol ihracatçısı ülkeler arasında yerini alması açısından büyük önem taşımaktadır. Bu veriler değerlendirildiğinde, ABD’nin Sudan’a duyduğu artan
ilginin nedeni açıklık kazanmaktadır.
Sudan’daki petrolün büyük bir kısmı Petrodar konsorsiyumunun kontrolü altında olan petrol sahalarından çıkarılmaktadır. Bu sahaların günlük 240
bin varil üretebildiği belirtilmektedir. Bunlara ilaveten günlük 180 bin varille
ülkedeki petrol üretiminde ikinci olan petrol sahalarını ise Büyük Nil Petrol
Projesi kapsamındaki bölgeler oluşturmaktadır.174
Şekil6:Sudan’dakiPetrolSahaları
Ülkenin en büyük petrol sahalarını yöneten Petrodar ve Büyük Nil Petrol Şirketlerinde hisselerinde Amerikan hissesi olmaması ilgi çekicidir. Diğer
taraftan Çin’in en büyük petrol ve doğal gaz şirketi olan CNPC’nin %40 ile en
büyük hisseyi elinde bulundurması, ABD açısından ciddi bir sorun olarak de
173
“Sudan”,U.S. Energy Information Administration-Independent Statistics and Analysis, (Erişim) http://www.eia.doe.gov/cabs/Sudan/Oil.html, 15 Aralık 2010.
174
U.S. Energy Information Administration-Independent Statistics and Analysis, a.g.m.
81
ğerlendirilmektedir. Öte yandan grafikte de görüldüğü üzere, söz konusu petrol sahalarının büyük bir kısmının ülkenin güneyinde bulunması175 ve Ocak
2011’de yapılacak referandum sonrası ülkenin ikiye bölünmek suretiyle güneyde ayrı bir devlet kurulması, ABD çıkarlarına hizmet edecek bir gelişme
olarak algılanmaktadır. Bölünmenin ardından BM Güvenlik Konseyi vasıtasıyla uygulanmakta olan yaptırımların ortadan kalkması ve bu bölgeye Amerikan
şirketlerinin nüfuz ederek birtakım yeni ortaklıklar kurulması muhtemel görülmektedir.
Petrolün yanı sıra Sudan doğalgaz rezervleri bakımından da dikkat
çekmektedir. 2009 yılına gelindiğinde, ülkenin birtakım doğalgaz rezervlerine
sahip olduğu belirtilmiş fakat ticari açıdan henüz değerli olup olmadığına karar verilememiştir. Her ne kadar ülkenin sahip olduğu bu rezervlerin ticari
açıdan değerli olup olmadığı netlik kazanmasa da, ABD Enerji Bakanlığı verilerine göre, Sudan’ın 3 milyar metreküp doğalgaz rezervi olduğu tahmin
edilmektedir.176
Sudan’ın günlük petrol üretim kapasitesi Çin, ABD ve AB gibi enerji
açığına sahip küresel güçler için büyük önem arz etmektedir. Petrol üretimi
1990’ların sonlarına doğru başlamış ve 1999 yılında Sudan limanına petrol
taşıyan boru hattının yapılması ile Sudan’ın petrol ihracatı artmış ve artmaya
devam etmektedir. ABD bu pastadaki payını artırmak istemekte ve bunun için
başta Darfur krizini kullanmak suretiyle Beşir hükümetini baskı altına alma ve
bu süreçte Çin’in ülkedeki güçlü enerji nüfuzuna karşı dengeleri kendi lehine
değiştirme amacı gütmektedir.
Siyasi ilişkilere bakıldığı zaman, ülkedeki enerji kaynaklarının kullanımı açısından birtakım sorunlarla karşı karşıya kalsa da, ABD’nin durumu lehine çevirmek için girişimlerde bulunduğu görülmektedir. Zira Sudan’ın ikiye
bölünerek güneyde yeni bir devlet kurulmasına verdiği destek, ABD’nin bir
175
“Now For the Hard Part”, The Economist, 3 Şubat 2011, (Erişim)
http://www.economist.com/node/18070450?story_id=18070450, 10 Şubat 2011.
176
“Sudan”, U.S. Energy Information Administration-Independent Statistics and Analysis,
(Erişim) http://www.eia.doe.gov/cabs/Sudan/pdf.pdf, Aralık 2010, s.215.
82
taraftan güneydeki enerji kaynaklarından faydalanması, diğer taraftan da
uluslararası teröre karşı savaş çerçevesinde önemli bir hareket alanı sağlaması bakımından ciddi kazanımlar sağlayacak bir teminat olarak değerlendirilmektedir.
3.2.3 Avrupa Birliği
AB, Sudan’da yaşanan sürecin dış dinamiklerini oluşturan bir diğer
önemli küresel aktör olarak ön plana çıkmaktadır. AB, Sudan ile geliştirdiği
ilişkinin temelini ekonomik yardımlara dayandırmakta ve bölgede gösterdiği
faaliyetin hedefini, insan hakları ve demokrasinin gelişmesi şeklinde ifade
etmektedir. Ülkeye yapmış olduğu yardımların Sudan’da istikrarı sağlamaya
yönelik faaliyetler olarak nitelendirilmesinin yanı sıra AB’nin, Sudan’da olduğu kadar kıta genelinde de kazanç sağlamasına yönelik beklentisi dikkatten
kaçmamaktadır.
3.2.3.1 Barış Çabaları
AB ve Sudan arasındaki ikili ilişkiler, AB’nin Sudan Devleti’ne yapmış
olduğu ekonomik yardımlar temeline dayanmaktadır. Ancak ülkede baş gösteren iç savaşın bir sonucu olarak Sudan’da yaşanan insan hakları ihlalleri ve
askeri darbeler sebebiyle demokrasi sürecinin sekteye uğraması Mart
1990’da ikili ilişkileri kopma noktasına getirmiştir.177
Ancak Kasım 1999’da AB, ülkedeki insan hakları ihlallerinin giderilmesi, demokratikleşme sürecinin hızlandırılması ve hukukun üstünlüğünün
sağlanması gibi konuları kapsayan siyasi diyalog sürecini başlatmıştır.178 AB
ile Sudan arasındaki bu siyasi diyalogun sonucu olarak ilişkilerde ilerleme
gözlenmiştir. Bölgede barış sağlanması konusunda AB’nin de desteğiyle
177
“Bilateral Relations”, The European Comission’s Delegation to the Sudan, (Erişim)
http://ec.europa.eu/delegations/delsdn/en/eu_and_sudan/bilateral_relations.htm, 10 Aralık 2010.
178
The European Commission’s Delegation to the Sudan, a.g.m.
83
2002–2003 yılları arasında Beşir yönetimi ile SHKH arasında müzakereler
başlamıştır. 1999 yılında Sudan ve AB arasında başlamış olan siyasi diyalog
sürecinde yaşanan ilerlemeler, AB’nin Sudan ile olan ilişkilerini farklı bir düzleme taşımasına ve ilişkilerde normalleşme sürecinin başlamasına katkıda
bulunmuştur.
Sudan ve AB arasındaki işbirliği sürecinin başlaması Sudan hükümeti
ile ayrılıkçılar arasında başlayan barış görüşmelerine bağlanmıştır. Bu çerçevede, Sudan ve AB arasındaki işbirliği, Nairobi Barış Antlaşması’nın ardından
ivme kazanarak devam etmiştir. Her ne kadar AB, 1990 ve 2005 yılları arasında Sudan’a ulaştırılacak olan yardımlar için resmi bir mekanizma oluşturamasa da, Avrupa Komisyonu ülkenin güney ve kuzey bölgelerine temel
ihtiyaçlar çerçevesinde önemli yardımlarda bulunmuştur.179 2005 yılına kadar
Sudan’a yapılan yardımların miktarı 500 milyon avroyu geçmiş, bu yardımların yaklaşık 315 milyon avroluk kısmı Avrupa Komisyonu İnsani Yardım Ofisi
tarafından sağlanmıştır.
9 Ocak 2005’te Sudan hükümeti ve SHKH arasında imzalanan Bütünleyici Barış Antlaşması, Sudan Devleti’nin AB ile olan ikili ilişkilerinde yeni bir
dönem başlatmıştır. İmzalanan bu antlaşma, taraflar arasında güven tazelenmesine zemin hazırlamıştır. Antlaşmanın hemen ardından 25 Ocak
2005’te Sudan hükümeti ile Avrupa Komisyonu arasında Strateji Belgesi imzalanmış ve SHKH bu görüşmelerde temsilci bulundurmak suretiyle rol almıştır.180 AB’nin Sudan ile olan işbirliği, 400 milyon avroluk yardımın 2005–2007
yılları arasında etkin şekilde ülkeye tahsis edilmesiyle birlikte resmiyet kazanmıştır.181 Yapılan bu yardımların etkin bir şekilde dağıtılması Sudan hükümeti ve SHKH arasında imzalanmış olan BBA’nın işleyişine ve tarafların
Darfur krizinin çözümüne ilişkin gösterecekleri yapıcı çabalara bağlanmıştır.
179
The European Commission Delegation to the Sudan, a.g.m.
The European Commission Delegation to the Sudan, a.g.m.
181
Rhett L.Miller, Christian W.Bock, “Again, Never: The EU’s Failure To Act in Darfur”, Journal of
European Affairs, Vol.2, No.2, Aralık 2004, (Erişim)http://ssrn.com/abstract=633483, 1 Kasım
2010.
180
84
Avrupa Komisyonu’nun Sudan’a ilişkin stratejik yaklaşımı, ülkenin çatışmalar sonrası yeniden yapılandırılması ve kalkınması yönünde şekillenmiştir. Bu çerçevede ülkedeki siyasi atmosferin yeni bir gerginliğe sebebiyet
vermemesi ve barış antlaşmasının uygulanmasının önündeki engellerin kaldırılması açısından, ekonomik yardımların etkin bir şekilde tahsis edilmesi planlanmıştır.182
Avrupa Komisyonu, Sudan ile ekonomik yardımlar temelinde şekillenen işbirliğini iki kategoriye ayırmıştır. Komisyon birinci aşama olarak barış
sürecine olumlu katkı yapması beklenen ekonomik yardımları, iç savaştan
ciddi şekilde etkilenen bölgelere aktarmaya ve iç savaş süresince evlerinden
edilmiş Sudanlıların geri dönüşleri ile ilgili çalışmalara ayırmıştır. Birinci aşamaya paralel olarak ikinci aşamada ise, AB Komisyonu, Hartum ve Güney
Sudan’da özellikle iç savaş sırasında zayıflamış olan sektörleri güçlendirmek
amacıyla, aktif olarak sektörler arası diyalogu başlatmıştır.183 318 milyon avro
ülkenin en önemli iki sektörü olan eğitim ve gıda güvenliğine aktarılmıştır.
Diğer taraftan Avrupa Komisyonu ve Sudan Hükümeti arasında, bölgede barışın ve refahın tesisi için önemli düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemelerden ilki İnsani Yardım Programı olarak adlandırılan, genel olarak halkın yaşam standartlarını yükseltmek ve temel ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla 2001 yılında Sudan Hükümeti ve AB arasında imzalanmıştır. AB ve Sudan Hükümeti tarafından oluşturulan diğer bir düzenleme ise, iç savaştan
etkilenen bölgelerde yaşayan halka yardımların ulaştırılmasına ilişkindir. Bunun yanı sıra, BBA’nın imzalanmasından kısa bir süre sonra AB Komisyonu,
BM Kalkınma Programı tarafından finanse edilen 52 milyon avroluk yardımla
Yeniden Yapılandırma ve İyileştirme Programını başlatmıştır.184 Bu program
çerçevesinde, Sudan’da özellikle tarım gibi önemli sektörlerde yatırımlar yapılmış ve ülkede iç savaş sonucunda ortaya çıkan sorunların çözümü için
altyapı hizmetleri sağlanmıştır.
182
The European Commission Delegation to the Sudan, a.g.m.
The European Commission Delegation to the Sudan, a.g.m.
184
The European Commission Delegation to the Sudan, a.g.m.
183
85
Öte yandan AB, uzun vadeli barış ortamının güvencesi olarak görülen
BBA’nın uygulanabilmesi yönünde, Sudan hükümetini cesaretlendirmek için
birtakım düzenlemelerde bulunmuştur. Örneğin, çatışma sonrası geçiş süreci
programı çerçevesinde Sudan hükümeti ile geliştirdiği işbirliği, ülkenin yeniden demokratikleşmesi açısından oldukça önemli görülmektedir. Söz konusu
işbirliği çerçevesinde ülkede seçimlerin zamanında yapılması teşvik edilerek
demokrasiye sağlam bir temel oluşturmak istenmiştir. AB, ülkede barış sağlanmasına yönelik olarak atmış olduğu adımlara ek olarak, 2006 yılında ortaya koymuş olduğu Silahsızlanma ve Yeniden Bütünleşme Programı için
önemli miktarda fon ayırarak, ülke içerisinde barışın tesisine katkı sağlamayı
hedeflemiştir.185
AB Komisyonu ayrıca eğitim alanında yapılması gerekli iyileştirmelerle
de ilgilenmiş, özellikle Sudan’da iç savaş sonucunda ciddi sorunlarla karşı
karşıya kalan eğitim sektörünün canlandırılması için çalışmalar yapmak üzere UNICEF’in de desteğiyle, 441 bin avroluk kaynak ayırmıştır. Bunun yanı
sıra, İnsan Hakları ve Demokrasi için Avrupa Girişimi olarak adlandırılan diğer bir programla Sudan’daki sivil toplum örgütleri desteklenerek, demokrasinin gelişimi için çaba gösterilmiştir. Bu program çerçevesinde AB Komisyonu
Mart 2005’de ilk olarak 8 sivil toplum örgütü için ayırdığı 435 bin avroluk fonu,
Şubat 2006’da 1 milyon avroya çıkarmıştır.186 Söz konusu girişim, Sudanlı
sivil toplum örgütlerinin projelerini destekleyerek ülkede insan hakları ve demokrasinin güçlendirilmesinin önünü açmayı hedeflemiştir. İnsan hakları ve
demokrasi çabalarının yanı sıra AB Komisyonu, Sudan’daki askeri darbeler
ve iç savaş ortamı ile yıpranan hukuk sisteminin işlevini yeniden kazanmasını
sağlamak amacıyla BM Kalkınma Programıyla beraber 1,4 milyon avroluk bir
proje başlatmıştır.
Genel olarak incelendiği zaman AB, Sudan ile ilişkilerini daha çok
ekonomik düzlemde devam ettirmiştir. Darfur krizi sonrasında özellikle ülkede
185
186
The European Commission’s Delegation to the Sudan, a.g.m.
The European Commission’s Delegation to the Sudan, a.g.m.
86
barışı ve istikrarı sağlamaya yönelik atılan adımlar, Sudan’a aktarılan ekonomik yardımlar çerçevesinde şekillenmiştir. BM ile ortaklaşa veya direkt olarak kendi girişimleriyle sağlamış olduğu yardım paketlerini, ülkede siyasal
sistemin yeniden tesis edilebilmesi amacıyla iç savaştan zarar gören sektörlere dağıtmak üzere etkin şekilde kullanmayı hedeflemiştir. AB, Joseph Nye
tarafından ortaya atılan ve günümüzde uluslararası politikanın oluşumundaki
önemli araçlardan biri olan “yumuşak güç” stratejisini Darfur krizi ekseninde
Sudan üzerinde etkili şekilde uygulamış ve siyasi sistemin oluşturulmasında
rol oynamak suretiyle stratejik çıkarları doğrultusunda ülkede etki alanları
oluşturma yoluna gitmiştir.
3.2.3.2 Siyasi Çıkarlar
11 Eylül saldırılarının ardından Londra ve Madrid’de gerçekleştirilen
El-Kaide saldırıları, AB’nin Darfur krizi eksenindeki Sudan politikasını şekillendiren çıkarlarını, özellikle uluslararası terör açısından stratejik düzeye taşımıştır. AB, ABD liderliğinde uluslararası terörizmle savaşa yönelik Afrika
Boynuzunda yürütülen operasyonlara bizzat katılmaya başlamıştır. Bu çerçevede AB, ABD’nin bölgede gerçekleştirmiş olduğu operasyonlara hava, kara
ve denizden destek vermiştir. Bunun yanı sıra AB üyesi devletlerden Fransa,
İngiltere ve İtalya bölgeye donanımlı istihbarat görevlileri de göndermiştir.187
AB, her ne kadar ABD tarafından uluslararası terörizme karşı yürütülen operasyonlarda aktif rol alsa da, 2001’de Avrupa Konseyi’nde kabul edilen “Terörizmle Mücadelede Ortak Tutum” belgesinin ardından oluşturduğu
terör grupları listesiyle birlikte 13 terörist grubun ve 29 teröristin isimlerini yayınlamış ancak listede El-Kaide lideri Usame Bin Ladin’e yer vermemiştir. 188
187
“Biting the Somali Bullet”, International Crisis Group, Africa Report No:79, 4 Mayıs 2004,
(Erişim) http://www.crisisgroup.org/en/regions/africa/horn-of-africa/somalia/079-biting-the-somalibullet.aspx, 5 Nisan 2009.
188
Mehmet Özcan, Serkan Yardımcı, “Avrupa Birliği ve Küresel Terörizmle Mücadele”, Terör, Terörizmle ve Küresel Terörle Mücadelede Ulusal ve Bölgesel Deneyimler, (ed: İhsan Bal), USAK
Yayınları, Ankara, Nisan 2006, s.222-223.
87
AB Konseyi tarafından Mart 2005’de güncellenen listeye 16 kişi ve 34 örgütün189 alınmasına karşın, konseyin El-Kaide’yi listeye almaktan kaçınması
Amerikan ve Avrupa istihbarat servisleri arasında birtakım anlaşmazlıklar
doğurmuştur.
Ortaya çıkan bu durum sonrasında AB, ABD’ye bu bölgede yapmış olduğu operasyonlarda destek vermekten ziyade, AB içerisinde bulunan ElKaide bağlantılı teröristlere karşı operasyonlar düzenlemeye başlamıştır. Kısacası, Avrupalı devletler ABD’nin bölgedeki operasyonlarına katılmaktansa,
kendi iç güvenliklerini artırmayı daha doğru bulmuştur.
ABD’nin aksine AB, Sudan politikasının ve Darfur krizinin çözümüne
yönelik girişimlerinin temelini daha çok ekonomik yardımlar çerçevesinde ülkedeki siyasi sistemin yeniden inşasına dayandırmaktadır. Her ne kadar AB,
Sudan’ı da içine alan Afrika Boynuzunda barış ortamının tesis edilmesi amacına yönelik askeri operasyonlarda sınırlı bir rol üstlense de, Birliğin Afrika
ülkelerine yapmış olduğu yardımlar ve bu yardımlar sayesinde yürütülen projelerle birlikte, kıtadaki nüfuzunu korumak istediği görülmektedir.
Bu çerçevede AB’nin kıtadaki çıkarlarını korumak amacıyla uygulamaya koyduğu stratejik girişimler, Sudan politikasını da şekillendirmektedir. Zira
AB, ekonomik yardımlar vasıtasıyla, Sudan’da güney sorunuyla başlayan iç
savaş dönemi ve ardından yaşanan Darfur kriziyle uzun yıllar devam eden
istikrarsız yapının son bulmasına katkı sağlayarak yeniden yapılanma sürecinde aktif rol almayı hedeflemiştir.
3.3. SUDAN HÜKÜMETİ VE DARFUR KRİZİ
Sudan sınırlarında bütünlüğün korunmasına önem veren Beşir yönetimi, güneydeki ayrılıkçı sorunu çözmek için büyük çaba sarf etmiştir. Bir önceki hükümetin güneyli ayrılıkçılarla yaşanan problemleri diplomasiyle çözme
yoluna gitmesi ancak başarılı olamaması sebebiyle Beşir yönetimi, SHKO’yu
189
Özcan, a.g.m., s.223.
88
askeri yönden bozguna uğratacak adımlara odaklanmıştır. Hükümet ile güneyli ayrılıkçılar arasında şiddetli çatışmaların yaşandığı bir dönemde Darfur
bölgesinde, yerli Afrikalılar ile göçebe Araplar arasında otlaklar ve su kaynaklarının kullanımı konusunda bölgesel güç mücadeleleri başlamıştır. Olayların
kısa sürede ayaklanmalara dönüşmesi, Sudan hükümetini askeri önlemlere
itmiş, Beşir yönetimi, ülkenin geleceği söz konusu olduğundan isyanları bastırabilmek adına şiddet kullanmaktan çekinmemiştir. Ancak isyancıların saldırılarını artırması karşısında Beşir yönetimi, hükümet güçlerinin yetersiz kaldığı
bölgelerde Arap milisleri kullanmak suretiyle savunmaya geçmiştir.
Sudan hükümeti bir yandan güneyli ayrılıkçılarla ve Darfurlu isyancılarla mücadele ederken diğer taraftan da uluslararası baskıları göğüslemeye
çalışmıştır. ABD, 1990’lı yıllar boyunca Sudan’ın El-Kaide lideri Bin Ladin’e
ev sahipliği yaptığı gerekçesiyle Beşir yönetimini hedef haline getirmiştir. Güney Sudan sorununun ardından Darfur krizinin patlak vermesiyle beraber ülkeye amborgo uygulanması, Beşir yönetimini uluslararası arenada giderek
yalnızlığa itmiştir. Tüm bu baskı politikasının devam ettiği bir dönemde, ABD
ve AB öncülüğündeki uluslararası destekle birlikte Sudan hükümetinin ayrılıkçı grup SHKH ile barış görüşmeleri için masaya oturması sağlanmıştır.
Addis Ababa Antlaşması’nda eksik kalan yerlerin giderilmesi sonucu ortaya
çıkan BBA ile 2009’daki genel seçimlerin ardından 2011 yılında yapılacak
referandum ile kuzeyden ayrı bir devlet kurup kurmamaya karar verilmesi
öngörülmüştür.
Bağımsızlığın ilk yıllarından beri gündemde olan güneyli ayrılıkçılar
meselesinde hükümeti bu denli ciddi tavizler vermeye iten birtakım sebepler
bulunmaktadır. Sudan hükümeti öncelikle, güneyli isyancı gruplarla imzalanacak bir barış antlaşmasını ülkenin bütünlüğünün korunması açısından son
bir şans olarak değerlendirmektedir. Güneyli ayrılıkçıların taleplerine cevap
verilerek Sudan’da şiddetin son bulması ve istikrarın sağlanması hedeflenmiştir. Ayrıca hükümet, istekleri karşılanan ayrılıkçı grupların Darfur’da
provakatif faaliyetlere son vermesi ile Güney Sudan sorununda olduğu kadar
89
Darfur krizinde de kazanım elde edeceğini düşünmüştür. Öte yandan hükümet barışçıl çözümler doğrultusunda atacağı adımlarla, Sudan’a uygulanan
ambargo ve izolasyon politikalarından kurtulmayı da hedeflemiştir.190
2005 yılında güneyli ayrılıkçılarla imzalanan barış antlaşmasının ardından hükümet Mayıs 2006’da Darfur’daki isyancı gruplarla barış görüşmelerine başlamıştır. 2011 referandumunu etkileyecek olan 2009 genel seçimlerinde mevcut yönetim lehine bir sonuç için Sudan hükümeti, barış görüşmeleri sayesinde içeride yaşanan sorunları fırsata dönüştürme yoluna gitmiştir.
Ancak SHKO lideri Garang’ın helikopter kazası sonu hayatını kaybetmesinin
ardından güneydeki ayrılıkçıların yeniden ayaklanmasının yanı sıra, SKO
içinde yaşanan fikir ayrılıkları sonucunda DBA’yı bazı grupların onaylamaması nedeniyle ne güneyde ne de Darfur bölgesinde tam olarak barış ortamı
sağlanamamıştır.
Darfur’da barışı korumak için dünyanın en büyük uluslararası barış
gücünün bölgede konuşlandırılması ile ilgili BM kararına şiddetle karşı çıkan
Sudan hükümeti Afrika Birliği tarafından bölgeye gönderilecek ateşkes gözlem ekibinin yeterli olacağını savunmuştur. Beşir yönetimi barışı korumak
amacıyla bölgeye yabancı birliklerin girişini iç işlerine müdahale sürecinin
başlangıcı olarak değerlendirmektedir. Bu sebeple hükümet bölgedeki BM
askerlerine, ancak 7 bin kişilik Afrika Birliği Barış Gücü’ne destek niteliğinde
olması şartıyla onay vermiştir.191 Şu an itibariyle Darfur’da halen 9 bin kişilik
BM-Afrika Birliği Ortak Barış Gücü faaliyet göstermektedir. Durumdan memnun olmayan BM, barış gücü askerlerinin sayısını artırma konusunda Sudan
hükümetine baskılar yapsa da Beşir yönetimi için konu oldukça hassas görülmektedir.
Ortak barış gücü tartışmalarının devam ettiği bir dönemde UCM’nin
Beşir hakkında açtığı dava Hartum hükümetinde tansiyonun artmasına sebep
olmuştur. UCM’yi tanımayan hükümet, iddiaları kesinlikle kabul etmediğini
190
191
De Waal, a.g.m., s.17.
De Waal, a.g.m., s.18-19.
90
belirterek, ortada bir hukuk ihlali varsa, bu konuda ulusal mahkemelerin üzerine düşen görevi yerine getireceğini savunmaktadır. Zira UCM’nin, Cancevid
milislerin lideri Ali Abdürrahman ve Sudan İnsani İşler Bakanı Ahmet Harun
hakkında 2007 yılında verdiği tutuklama kararına uymayan Sudan hükümeti,
söz konusu yetkilileri mahkemeye teslim etmek yerine, Sudan’da yargılanmaları için hukuki süreç başlatmıştır.
Temmuz 2008’de açılan dava sonucunda UCM’nin Beşir’i tutuklama
kararını hükümet, “yeni sömürgecilik” planının bir parçası olarak değerlendirmektedir.192 Mahkemenin kararını siyasi bulan Sudan hükümeti, ülkenin
istikrara kavuşmasında Batı’yı büyük bir engel olarak görmektedir. ABD liderliğinde uygulanan bu baskı politikası Beşir yönetimi açısından, sorunları barışçıl yollarla çözmekten ziyade çıkarlar doğrultusunda kullanmaya uygun
zemin yaratma çabaları olarak değerlendirilmektedir. ABD liderliğindeki “yeni
dünya düzeni”nde Batı’dan farklı bir yol benimseyen Sudan, tehdit olarak algılanmaktadır. Bu bağlamda “Batı ile çatışan” mevcut rejimin tasfiye edilip
yerine “Batı ile çalışan” bir yönetim getirilmek istendiği izlenimi doğmaktadır.
On beşinci yüzyılda başlayan sömürgecilik faaliyetlerinin başka bir yapıyla,
birçok Afrika ülkesinde olduğu gibi, Sudan’da da devam ettirilme tehlikesi,
Beşir yönetimi için ciddi bir endişe kaynağı olarak görülmektedir.
192
“El-Beşir İçin Tutuklama Emri”, Cumhuriyet Gazetesi, 5 Mart 2009.
SONUÇ
Tarihten günümüze Sudan, birbirinden farklı dönemler ve her dönemde farklı sorunlar tecrübe etmiştir. Sudan tarihi incelendiğinde, günümüze
yansıyan sorunların çoğunun, sömürge döneminde izlenen politikalardan
kaynaklandığı görülmektedir. Her ne kadar sömürgecilik Sudan tarihine damgasını vursa da, dönemin son bulması Sudan halkı için sorunların son bulması anlamına gelmemiştir. Sudan bağımsızlığını kazandıktan sonra yeni
sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Beklenenin aksine bağımsızlık, Sudan halkı
için çözüm olamamıştır.
Bölgenin yer altı madenleri ve enerji kaynakları bakımından zengin
olması, Sudan’a olan ilgiyi canlı tutmaktadır. Ancak bu ilgi çoğu zaman, ülkeyle ikili ilişkiler geliştirmekten ziyade, İngiliz sömürge döneminden miras
kalan sorunlu yapıya müdahil olma şeklinde kendini göstermektedir. Farklılıklar temeline dayanan bu yapı, Sudan halkına yoksulluk ve savaş getirirken,
küresel güçler, bölgedeki karışıklığın da yardımıyla, Sudan’ın zenginliklerinden pay kapma hevesi içine girmektedir.
Sudan; etnik, dini ve kültürel açıdan dünyanın en heterojen toplumlarından biri olma özelliğiyle dikkat çekmektedir. Suni sınırlar yaratılırken ortaya
çıkartılan ve sömürge sonrası döneme miras olarak bırakılan bu yapı, Sudan’ın bağımsızlığından bu yana başa çıkmaya çalıştığı birçok meselenin
temelini oluşturmaktadır. Zira Afrika’nın en uzun iç savaşı ile ayrılıkçı sorununun devam ettiği bir dönemde patlak veren Darfur krizinin çerçevesini bu sorunlu yapı çizmektedir.
Darfur bölgesinde yaşanan şiddet olaylarının uluslararası kamuoyunda yankı bulmasıyla birlikte Sudan, Batı için hedef ülke haline gelmiştir. Hem
Güney Sudan sorunu hem de Darfur krizi sebebiyle Sudan hükümeti, ABD
liderliğindeki Batı dünyası tarafından baskı altına alınmak istenmiştir. Ancak
tüm bu baskılar, asıl hedefin, sorunları barışçıl yollardan çözmek yerine çı-
92
karlar doğrultusunda kullanmaya uygun bir zemin yaratma şeklinde olduğu
şüphesini doğurmaktadır. ABD liderliğindeki “yeni dünya düzeni”nde Batı’dan
farklı bir yol benimseyen Sudan, tehdit olarak algılanmaktadır. Bu bağlamda
“Batı ile çatışan” mevcut rejimin tasfiye edilip yerine “Batı ile çalışan” bir yönetim getirilmek istendiği izlenimi verilmektedir.
Küresel projeleri çerçevesinde Sudan’da yeni bir siyasi yapı oluşturmaya odaklanan ABD, bölgede varlık gösteren en önemli küresel aktörlerden
biri olarak görülmektedir. ABD’nin Sudan’a yönelik siyasi ve ekonomik politikaları, terörle savaş ve artan enerji açığı çerçevesinde oluşturulmuştur. Buna
göre Sudan, ABD’nin 2001 sonrası “uluslararası terörle savaş” adı altında
Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki siyasi yapıların kendi çıkarları doğrultusunda
tekrar yapılandırılması projesi kapsamında önemli bir yer arz etmektedir. Sudan’ın ABD açısından böylesine stratejik bir konuma sahip olmasının altında
yatan en önemli neden, ülkenin ciddi bir petrol üreticisi olmasının yanı sıra
ülkedeki bazı radikal İslamcı gurupların El-Kaide ile bağlantı içerisinde olması
olarak gözlemlenebilir.
Sudan’ın toplam petrol rezervlerinin 6 milyar varil olduğu bilinmektedir. Fakat bu petrol rezervleri üzerinde Amerikan şirketlerinin varlık gösterememesi ABD açısından büyük sorun teşkil etmekte ve son dönemde söz konusu durumun değiştirilmesine yönelik faaliyetler ön plana çıkmaktadır. Öte
yandan en verimli petrol sahalarının ülkenin güneyinde bulunması, Sudan’ın
bugün içinde bulunduğu durumu ve güneyde yaşanan sorunların nedenini net
bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu bağlamda ABD tarafından desteklenen
bağımsızlık referandumu sonrası ülkenin ikiye bölünerek güneyde ayrı bir
devlet kurulması, ABD çıkarlarına hizmet edecek önemli bir fırsattır.
Bölünmenin ardından Sudan, şüphesiz yeni bir şekillenme sürecine
girecektir. Zira BM Güvenlik Konseyi vasıtasıyla Sudan üzerinde uygulanmakta olan yaptırımların ortadan kalkması ve bu bölgeye Amerikan şirketlerinin nüfuz etmesiyle birlikte ABD’nin bölgedeki çıkarlarını koruyacak birtakım
yeni ortaklıklar kurulması muhtemel görülmektedir. Bunun yanı sıra güneyde
93
kurulacak olan devletin, ABD’nin uluslararası teröre karşı yürüttüğü savaşta
önemli bir kazanım sağlayacağı da dikkatten kaçmamaktadır. Diğer taraftan
ABD, her ne kadar ekonomik ve siyasi çıkarlarını maksimize etmeye yönelik
realist bir yaklaşım ile şekillendirdiği Sudan politikasını uygulamaya çalışsa
da, bölgedeki nüfuzu hızla artan küresel güçler sebebiyle ABD’nin bölgedeki
hareket sahası oldukça daralmıştır. Bu çerçevede Çin, Sudan’da varlık gösteren bir diğer önemli küresel güç olarak dikkat çekmektedir.
Çin’in, genelde Afrika kıtasına, özelde ise Sudan’a olan ilgisinin temelinde, ABD’ninkine benzer şekilde, artan enerji açığı ile kıta üzerindeki geniş
çaplı ekonomik ve siyasi çıkarları yatmaktadır. Yıllık yüzde 10 oranıyla dünyanın en hızlı büyüyen Çin ekonomisinin sürdürülebilirliği açısından ülkenin
enerji açığı büyük sorun oluşturmaktadır. Bu durum şüphesiz, Çin’in Sudan
politikasının temel belirleyicisi olmuştur. Zira Sudan’ın günlük 580 bin varillik
petrol ihracatına olanak sağlayan önemli petrol arama sahalarının büyük
kısmında Çin Ulusal Şirketi CNPC’nin etkin olması, Çin’in Sudan’a yönelik
ilgisinin kaynağını net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Çin’in Sudan ile enerji dışında ekonomik işbirliği geliştirdiği bir diğer
alan ise silah sektörü olmuştur. Her ne kadar BM Güvenlik Konseyi yapmış
olduğu çalışmalar sonucu Sudan’a karşı silah ambargosu kararı almış olsa
da, özellikle 2003 ve 2006 yılları arasında Çin, Sudan’ın en büyük silah tedarikçilerinden biri olmuştur. Zira Çin’in Sudan’a her yıl ortalama 14 milyon dolarlık silah sattığı bilinmektedir.
Sudan ile geliştirdiği işbirliği, ABD önderliğindeki Batı dünyası tarafından ağır eleştirilere sebep olsa da Çin, ekonomik ve siyasi çıkarları doğrultusunda izlemiş olduğu “Beşir yanlısı” olarak görülen Sudan politikasından
vazgeçmemiştir. Çin’in, Güney Sudan sorunu ve Darfur krizinde Hartum hükümetini desteklemesinin, kendi siyasi sorunlarıyla da yakından ilgisi bulunmaktadır. Zira Sincan bölgesindeki Uygurlara karşı izlemiş olduğu baskıcı
politika Pekin yönetimini, Beşir’den yana bir duruş sergilemeye itmiştir. Bu
çerçevede Çin, BM Güvenlik Konseyi’nde Sudan’a ilişkin birçok görüşmede,
94
devletlerin iç işlerine karışmanın uluslararası hukuka aykırı olduğu savını öne
sürerek sorunun Hartum yönetimi tarafından çözümünü desteklemiştir.
Son dönemde Çin, her ne kadar BM Güvenlik Konseyi’nde Darfur’a
ilişkin oylamalarda çekimser kalıp geleneksel politikasında değişime gidiyor
gibi görünse de, Sudan’a olan yatırımlarını artırarak devam ettirmiş ve böylece ekonomik bağımlılık yaratmak suretiyle bölgedeki çıkarlarından vazgeçmeyeceğini göstermiştir. Bu çerçevede, Çin hem bölgeye hem de ülkeye
yapmış olduğu yatırımlar sonucu ciddi bir ekonomik ve siyasi nüfuz alanı yaratmıştır.
İktisadi temelli dış politika stratejisiyle Sudan üzerinde siyasi etki alanı
yaratmaya çalışan diğer bir küresel güç ise, AB olmuştur. Sudan’a yapmış
olduğu yardımlar sayesinde ülke üzerinde, Çin kadar olmasa da ciddi bir siyasi etki alanı yaratmayı başarmıştır. AB, ekonomik yardımlarını genel olarak, demokrasi ve insan haklarının geliştirilmesine bağlamıştır. Böylece AB,
ülkedeki siyasal sistemin yeniden inşası sürecinde rol alarak Sudan’daki nüfuzunu artırmayı hedeflemiştir. Zira söz konusu strateji çerçevesinde AB,
2005 yılına kadar 500 milyon avroluk bir yardımda bulunurken bunun 315
milyon avroluk kısmı Avrupa Komisyonu İnsani Yardım Ofisi tarafından sağlanmıştır. Ayrıca Sudan hükümeti ile Avrupa Komisyonu arasında imzalanan
Strateji Belgesi, AB’nin Sudan ile olan işbirliği sürecine olumlu katkıda bulunurken buna paralel olarak ülkeye yapılan yardımlar artırılmış ve AB, Sudan’da ekonomi temelli bir etki alanı yaratmıştır.
AB’nin Sudan’a ilişkin politikalarını belirleyen bir diğer önemli noktayı
ise, birliğin güvenlik kaygıları oluşturmaktadır. Zira 11 Eylül sonrası ABD önderliğinde yürütülen uluslararası terörle savaş siyaseti çerçevesinde yeniden
şekillendirilmesi öngörülen coğrafyalarda ortaya çıkan siyasi ve ekonomik
istikrarsızlıklar AB’nin güvenlik kaygılarını artırmıştır.
Bu süreçte AB ilk olarak, El-Kaide’ye karşı ABD önderliğinde yürütülen
askeri operasyonlarda yer almak suretiyle bölgede varlık göstermiştir. Ancak
daha sonra, uluslararası terörle savaşa yönelik ortaya çıkan görüş farklılıkları
95
AB’nin, Sudan’ın istikrara kavuşturulmasında askeri metotlardan ziyade ekonomik metotların gerektiği fikrini benimsemesine sebep olmuştur. Böylece
AB, ABD önderliğinde yürütülen askeri operasyonlara yoğun bir şekilde katılmaktansa, El-Kaide bağlantılı terörist oluşumlar ile mücadeleye yönelik
kendi politikalarını ortaya koyma hedefi gütmüştür. Bu hedef bağlamında AB
tarafından Sudan’ın istikrara kavuşturulmasına ilişkin belirlenen politikalar,
ABD’nin “sert güç” temeline dayanan askeri müdahalesinin aksine, ülkedeki
ekonomik ve siyasi düzenin yeniden yapılandırılmasına yardımcı olmak suretiyle “yumuşak güç” düzleminde devam ettirilmiştir.
Görüldüğü üzere ABD, AB ve Çin, Sudan’a ilişkin politikalarını, ekonomik ve siyasi çıkarları çerçevesinde şekillendirmektedir. Bu çerçevede AB
ve Çin bölgedeki çıkarlarını maksimize etmeye yönelik birtakım “yumuşak”
dış politika yapım araçları kullanırken, ABD tam tersine askeri yöntemlerle
özelde Sudan topraklarında, genelde ise Afrika kıtasındaki nüfuz alanını arttırmaya çalışmaktadır.
Sudan’da, özellikle Darfur kriziyle başlayan süreçte her ne kadar Çin
günden güne Sudan üzerindeki siyasi ve ekonomik etki alanını artırsa da,
bağımsızlık referandumu sonucunda ABD’nin lehine gelişmeler yaşanması
muhtemel görülmektedir. Bu çerçevede, referandum sonrası ülkenin güneyinin bağımsızlığını ilan etmesi durumunda, ABD’nin bölgedeki varlığının daha
etkin hale geleceği ve bunun sonucu olarak şu an Çin’in kontrolünde olan
birçok petrol sahasından pay almak isteyeceği bilinmektedir. Bu durumun
bölge açısından dengeleri değiştirmesi kaçınılmaz görülmektedir. Bu çerçevede, özellikle Güney Sudan’da halen sürmekte olan Çin-ABD rekabeti daha
da şiddetlenip genel olarak Sudan üzerinde olumsuz bir etki yaratabilir.
Öte yandan, ülkenin güneyinde yeni bir oluşumun ortaya çıkması, AB
açısından da ekonomik ve siyasi dengeleri değiştirecektir. Zira AB ülkeleri,
artan enerji açığına alternatif yarabilmesi açısından, bölünmenin ardından
güneyde yeni kurulacak devlet ile ilişkilerini geliştirmeye önem verebilirler.
Çin’in kontrolünde olan güneydeki petrol sahalarından Avrupalı şirketlerin de
96
pay almak istemesi, ABD ve Çin arasında yaşanan rekabete AB’nin de katılması, bölgedeki gerilimi tırmandırabilir. Bu durum yeni kurulmuş olan devlet
için istikrarsızlık kaynağı da olabilir. Böyle bir istikrarsızlık ortamının oluşması
ise sadece güneyi etkilemekle kalmayıp, tüm ülke genelinde ve ayrıca bölgedeki diğer ülkeler açısından da ekonomik ve siyasi gerginliğe yol açabilir.
Küresel rekabet alanı olmanın yanı sıra, Sudan’ın kendi iç dinamikleri
açısından da bölünmeyle birlikte birtakım olumsuz gelişmelerin patlak vermesi muhtemel görülmektedir. Zira ülkenin ikiye bölünmesi sonucunda çoğunlukla Müslümanların yaşadığı Sudan’ın kuzey bölgesinin tamamen şeriat kanunları ile yönetilen bir yapıya bürünmesi, ülkeye Batı tarafından yöneltilen
eleştirilerin daha da artmasına sebep olacak ve bu durum Beşir yönetimine
karşı bir baskı unsuru olarak kullanılabilecektir. Ayrıca kuvvetle muhtemel
görülen böyle bir durumun oluşması ABD’ye, teröre karşı savaş argümanını
kullanma fırsatı vererek bölgede daha geniş bir hareket alanı sağlayabilir.
Görüldüğü gibi, Sudan, küresel güçlerin en önemli rekabet alanlarından biri haline gelmiştir. Sudan’ın zengin yer altı madenleri ve petrol kaynaklarından faydalanma hedefine hizmet eden sömürgecilik politikaları, günümüzde küresel güçlerin bölgedeki faaliyetlerine ışık tutarken, diğer taraftan
Sudan halkı için sömürge döneminden itibaren devam eden ve uzun yıllar
etkilerinin sürmesi beklenen ekonomik, siyasi ve sosyal açıdan derin bir bunalıma yol açmıştır. Her ne kadar ABD, AB ve Çin bölgedeki faaliyetlerini,
Sudan’da istikrarı sağlamaya yönelik politikalar şeklinde nitelendirse de, etnik
ve dini temelli bu tahribat günümüzde ABD, AB ve Çin tarafından yürütülen
politikalar sonucunda daha da derinleşmiştir.
97
KAYNAKÇA
Kitaplar
ALBINO, Oliver, The Sudan: A Southern Viewpoint, Oxford University
Press, London, 1970.
ATAÖV, Türkkaya, Afrika Ulusal Kurtuluş Mücadeleleri, Sayı 411, Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1977.
BESHIR, Omer Mohammed, Revolution and Nationalism in the Sudan,
Rex Collings, London, 1977.
COLLINS, Robert O., A History of Modern Sudan, Cambridge University
Press, New York, 2008.
DALY, Martin, Darfur’s Sorrow- A History of Destruction and Genocide,
Cambridge University Press, Cambridge, 2007..
DE WAAL, Alex, War in Darfur and the Search for the Peace, Harvard
University Press, ABD, 2007.
EL-AFENDI, Abdelwahab, Turabi’s Revolution: Islam and Power in
Sudan, Grey Seal Press, London, 1991.
FLINT, Julie, DE WAAL, Alex, Darfur: A New History of a Long War, Zed
Press, New York, 2008.
GALLAB, Abdullah A., The First Islamist Republic: Development and
Disintegration of Islamism in Sudan, Ashgate Pres, London, 2008.
HASAN, Yusuf Fadl, The Arabs and the Sudan, Edinburgh University
Press, Edinburgh, 1967.
JOHNSON, Douglas H., The Root Causes of Sudan’s Civil Wars, Indiana
University Press, Indiana, 2007.
MAMDANİ, Mahmood, Saviors and Survivors: Darfur, Politics and the
War on Terror, Pantheon Books, New York, 2009.
ROTHCHILD, Donald, Managing Ethnic Conflict in Africa, Brooking
Institution Press, Washington, 1997.
SIDAHMET, Abdel S., Politics and Islam in Contemporary Sudan,
Routledge Curzon Press, London, 1997.
98
TOPUZ, Hıfzı, Kara Afrika, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1971.
VOLL, John O., VOLL, Sarah, The Sudan: Unity and Diversity in a
Multicultural State, Westview Press, London, 1985.
WAI, Dunstan, The African-Arab Conflict in the Sudan, African Publishing
Company, New York, 1981.
WOODWARD, Peter, Sudan 1898–1989: The Unstable State, Lester Crook
Academic Publishing, London, 1990.
YILMAZ, Türel, Uluslararası Politikada Ortadoğu, Akçağ Yayınları, Ankara,
2004.
Makaleler
ALİ, Wasil, “China Uses Economic Leverage to Pressure Sudan on Darfur –
US,” Sudan Tribune, 6 Mart 2007.
BECHTOLD, Peter K., “More Turbulence in Sudan”, State and Society in
Crisis, (ed: Joh O. Voll), Indiana University Press, ABD, 1991, s.1–42.
BUCKLEY, Chris “China’s Hu Says Understands Sudan’s Darfur Concerns”,
Reuters, 2 Kasım 2006,
(Erişim)http://www.turkishweekly.net/news/40644/china-s-hu-saysunderstands-sudan-s-darfur concerns.html, 10 Ekim 2009.
COLLINS, Robert O., “Darfur and Arab League”, Ağustos 2006.
(Erişim)http://www.ciaonet.org/pbei/winep/policy_2006/2006_1111/index.html,
1 Haziran 2009.
ÇAKMAK, Cenap, “Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Darfur Krizi’ne Müdahil
Olması ve ABD’nin Süpergüç Olarak Limitleri”, 18 Mayıs 2009, (Erişim)
http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/ILI1iMy2U84YSdaYjZYpzEYJZvfmNa.p
df, 5 Ekim 2010.
DALAR, Mehmet “İnsanlık Suçu ve Soykırım Tartışmaları Bağlamında Darfur
Sorunu ve Türkiye”, Ortadoğu Analiz, Cilt 1, Sayı 12, Aralık 2009, s.93–101.
DE WAAL, Alex, “The Wars of Sudan”, The Nation, 19 Mart 2007, s.16–20.
EL-BATTAHANI, Atta, “Multi-Party Elections and the Predicament of Northern
Hegemony in Sudan”, Multi-Party Elections in Africa, (ed: Michael Cowen,
Liisa Laakso), Palgrave Press, New York, 2002, s.251–277.
99
ENGELHARDT, Marc, “China’s Involvement in Sudan, Criticism of Red
Giant”, 1Mart2007,
(Erişim)
http://en.qantara.de/webcom/show_article.php/_c-476/_nr-740/_p1/i.html, 1 Mayıs 2010.
FLACKS, Marti Alane, “Sudan’s Transitional Constitution: Potential Perils and
Possibilities for Success”, Journal of International Policy Solutions,
http://irps.ucsd.edu/assets/004/5377.pdf.
GILBERT, Marie, “The European Union in the IGAD-Subregion: Insights from
Sudan & Somalia”, Review of African Political Economy, Vol. 33, No. 107,
Mart 2006, s.142–150.
GÜRSELER, Ceren, “Çad-Sudan Anlaşması İstikrar Getirecek mi?”, 17 Mart
2008(Erişim)http://www.asam.org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=2057&kat1=&kat2=
1, 2 Nisan 2009.
GÜRSELER, Ceren, “Sudan’da Kuzey ve Güney Arasındaki Gergin Bekleyiş
Sürüyor”, Stratejik Analiz, Sayı:99, Temmuz 2008, s.12-15.
HARIR, Sharif, “Arab Belt Versus African Belt”, Short-Cut to Decay: The
Case of Sudan, (ed: Sharif Harir, Terje Tvedt), The Scandinavian Institute of
African Studies Press, Uppsala, 1994, s.145–185.
HARIR, Sharif, “Recycling the Past in the Sudan”, Short-Cut to Decay: The
Case of Sudan, (ed: Sharif Harir, Terje Tvedt), The Scandinavian Institute of
African Studies Press, Uppsala, 1994, s.11–65.
HASAN, Yusuf Fadl, “Sudan Özelinde Türk-Afrika İlişkilerinin Bazı Yönleri”,
23 Kasım 2005, (Erişim) http://www.tasamafrika.org/pdf/yayinlar/32YFADL.pdf, 10 Şubat 2010.
HOLSLAG, Jonathan “China’s Diplomatic Victory in Darfur”, BICSS Asia
Paper, 15 Ağustos 2007.
KEITH, Adam, “The African Union in Darfur: An African Solution to a Global
Problem?”,Mart2007,
(Erişim) http://www.ciaonet.org/journals/jpia/v18i0/08.html, 25 Mayıs 2009.
KESKİN, Funda, “Darfur: Koruma Yükümlülüğü ve İnsancıl Müdahale
Kavramları Çerçevesinde Bir İnceleme”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 6, Sayı
21, Bahar 2009, s.67-88.
100
LAÇİNER, Sedat, “Enerjide Batı Tekeli Kalkarken:Yeni Bir Aktör Olarak Çin,
Hindistan,Japonya”,Mart2006,
(Erişim)http://www.usakgundem.com/makale/61/enerjide-bat%C4%B1-tekelikalkarken-yeni-bir-akt%C3%B6r-olarak%C3%A7in-hindistan-vejaponya.html, 5 Haziran 2010.
LARGE, Daniel, “China and the Changing Context of Development in Sudan”, Development, Vol. 50, no.3, 2007, s.57-62.
LESCH, Ann M., “External Involvement in the Sudanese Civil War”, Making
War and Waging Peace: Foreign Intervention in Africa, (ed: David
R.Smock), Unites States Institute of Peace Press, Washington, 1993, s.79–
105.
LESCH, Ann M., “Sudan’s Foreign Policy”, State and Society in Crisis, (ed:
John O. Voll), Indiana University Press, ABD, 1991.
MAITRE, Benjamin R., “What Sustains Internal Wars? The Dynamics of
Violence, Conflict and State Weakness in Sudan”, Third World Quarterly,
Vol.:30 Issue:1, February 2009, s.53–68.
MILLER, Rhett L., Christian W.Bock, “Again, Never: The EU’s Failure To Act
in Darfur”, Journal of European Affairs, Vol.2, No.2, Aralık 2004, (Erişim)
http://ssrn.com/abstract=633483, 2 Aralık 2010.
MORRISON, J.S., “Africa and the War on Global Terrorism”, 15 Kasım 2001.
(Erişim) http://csis.org/files/media/csis/congress/ts011115morrison.pdf, 15
Aralık 2010.
MULAJ, Klejda, “Forced Displacement in Darfur, Sudan: Dilemmas of
Classifying the Crimes”, International Migration, Vol.:46(2), 2008, s.27–47.
NASONGO, Shadrack W., MURUNGA, Godwin R., “Lack of Consensus on
Constitutive Fundamentals: Roots of the Sudanese Civil War and Prospects
for Settlement”, African and Asian Studies, Sayı 4, 2005, s.51–82.
NOUR, Tarig Mohammed, “Birinci Dünya Savaşı'nda Emperyalizme Karşı
Türklerin Yanında Yer Alan Darfur Hâkimi Ali Dinar”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 61, Cilt 21, Mart 2005
(Erişim)http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=DergiIcerik&IcerikNo=105,
15 Nisan 2010.
ÖZCAN, Mehmet, YARDIMCI, Serkan, “Avrupa Birliği ve Küresel Terörizmle
Mücadele”, Terör, Terörizmle ve Küresel Terörle Mücadelede Ulusal ve
Bölgesel Deneyimler, (ed: İhsan Bal), USAK Yayınları, Ankara, Nisan 2006.
101
ÖZTÜRK, Hasan, “Darfur veya Bir Krizi İsimlendirme Sorunu”, 29 Temmuz,
(Erişim)http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=arti
cle&id=174:darfur-veya-bir-krizi-simlendirme-sorunu&catid=80:analizlerafrika&Itemid=141, 17 Nisan 2010.
ÖZTÜRK,
Hasan,
“Sudan’da
Barış
İçin
Bir
http://www.tasam.org/index.php?altid=23, 3 Şubat 2005.
Umut
mu?”,
ROSE, David. “Working for Peace in Sudan: The Osama Files”, No. 497,
Ocak2002(Erişim)
http://www.vanityfair.com/politics/features/2002/01/osama200201?currentPag
e=2, 13 Aralık 2010.
SHINN, David H., “China and the Conflict in Darfur”, The Brown Journal of
World Affairs, Vol.16, Sonbahar/Kış 2009,s.85-95.
SLIM, Hugo, “Dithering Over Darfur? A Preliminary Review of International
Responses”, International Affairs, No.80, Mayıs 2007.
TIĞLI, İbrahim, “Sudan-ABD İlişkileri”, 6 Ağustos 2009, (Erişim)
http://www.dunyabulteni.net/news_detail.php?id=85532, 10 Nisan 2010.
VOLL, John O., “Sudan’da İslamizasyon ve İran Devrimi”, Dünya ve İslam
Dergisi, Sayı 15, http://haksozhaber.net/okul_v2/article_print.php?id=4529,
Yaz 1993.
“Africa: Sudan”, The World Fact Book,
(Erişim)https://www.cia.gov/library/publications/the-worldfactbook/geos/su.html, 10 Mayıs 2010.
“Bilateral Relations”, The European Comission’s Delegation to the Sudan,
(Erişim)
http://ec.europa.eu/delegations/delsdn/en/eu_and_sudan/bilateral_relations.h
tm, 10 Aralık 2010.
“Biting the Somali Bullet”, International Crisis Group, Africa Report No:79, 4
Mayıs 2004, (Erişim) http://www.crisisgroup.org/en/regions/africa/horn-ofafrica/somalia/079-biting-the-somali-bullet.aspx, 5 Nisan 2009.
“China Denies Report of Arms Sales to Sudan”, China Daily, 15 Mart 2008,
(Erişim)http://www.chinadaily.com.cn/china/200803/15/content_6538395.htm, 1 Aralık 2010.
“Chinese President Puts Forward Four-point Principle on Solving Darfur
Issue”, Xinhua News Agency, 3 Şubat 2007,
(Erişim) http://china.org.cn/english/infernational/198792.htm , 14 Aralık 2010.
102
“El-Beşir İçin Tutuklama Emri”, Cumhuriyet Gazetesi, 5 Mart 2009.
“Karar İkiye Böldü”, Cumhuriyet Gazetesi, 6 Mart 2009.
“Now For the Hard Part”, The Economist, 3 Şubat 2011,
(Erişim) http://www.economist.com/node/18070450?story_id=18070450,
10 Şubat 2011.
“Sudan Ülke Bülteni”, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK),
(Erişim)http://www.deik.org.tr/Lists/Bulten/Attachments/113/Sudan%20Ulke%
20Bulteni%20-%20Ocak%202008_TR.pdf, 20 Mayıs 2010.
“Sudan”, U.S. Energy Information Administration-Independent Statistics
and Analysis,
(Erişim) http://www.eia.doe.gov/country/country_energy_data.cfm?fips=CH,
15 Aralık 2010.
“Sudan”, U.S. Energy Information Administration-Independent Statistics
and Analysis,
(Erişim) http://www.eia.doe.gov/cabs/Sudan/Oil.html, 15 Aralık 2010.
“Sudan”, U.S. Energy Information Administration-Independent Statistics
and Analysis,
(Erişim) http://www.eia.doe.gov/cabs/Sudan/pdf.pdf, 5 Aralık 2010.
103
ÖZET
ARSLAN, Özgün, Sudan ve Uluslararası Politikada Darfur Krizi, Yüksek
Lisans Tezi, Ankara, 2011.
Afrika kıtasının en geniş ülkesi olan Sudan; etnik, dini ve kültürel açıdan dünyanın en heterojen toplumlarından biri olma özelliğiyle dikkat çekmektedir.
Etnik, dini ve kültürel farklılıklar, sömürge döneminde yapay sınırlar yaratılırken ortaya çıkartılmış ve birçok Afrika ülkesi gibi Sudan’a da sömürge mirası
olarak bırakılmıştır. Sömürge dönemi boyunca farklılıkların vurgulanması suretiyle ülke, kontrol altında tutulmak istenmiştir.
Sudan 1 Ocak 1956’da bağımsızlığına kavuşmuş ancak sömürgecilik politikalarının izleri, bağımsızlıktan günümüze gelen birçok sorunla birlikte kendini
göstermeye devam etmiştir. Zira Afrika’nın en uzun iç savaşı ile Güney Sudan sorununun devam ettiği bir dönemde patlak veren Darfur krizinin çerçevesini sömürgecilik politikaları ekseninde yaratılan yapı çizmektedir. Ekonomik sorunların yanı sıra bağımsızlığın ardından yaşanan siyasi çekişmeler ve
istikrarsız siyasi yapı Sudan’ı bölünmenin eşiğine getirmiştir. Sudan’ın halen
başa çıkmaya çalıştığı birçok meselenin temelinde, kuzey ve güney bölgelerini ayrıştıran ve halkı birbirine yabancılaştıran sömürge politikaları yatmaktadır.
Jeopolitik öneminin yanı sıra sahip olduğu zengin yer altı kaynakları, Sudan’a
olan ilgiyi canlı tutmuş ve ülkenin iç meselelerine dış aktörlerin müdahalelerini kaçınılmaz kılmıştır. İlk olarak Güney Sudan sorunuyla uluslararası arenada yer bulan Sudan, Darfur kriziyle birlikte özellikle 2003 yılından itibaren
dünya kamuoyunun en çok ilgilendiği konulardan biri olmuştur. Darfur bölgesinde yaşanan şiddet olayları Beşir yönetimini, Batı dünyasının hedefi haline
getirmiştir. Sudan; ABD, Çin ve AB’nin siyasi ve ekonomik çıkarları çerçevesinde şekillenen bir rekabet alanına dönüşmüştür.
Anahtar Kelimeler: Sudan, Güney Sudan Sorunu, Darfur Krizi, Sömürgecilik, Ömer el-Beşir.
104
ABSTRACT
ARSLAN, Özgün, Sudan and Darfur Crisis in International Politics,
Master Thesis, Ankara, 2011.
Sudan is the biggest landmass of African continent which attracts attentions
with her heterogenic society in terms of ethnicity, religion and culture. Ethnic,
religious and cultural differences appeared when artificial borders were created by colonial powers. These differences were left as colonial legacy to
Sudan as left to many African countries.
Sudan declared her independence in 1st of January 1956, however shadow
of colonial policies were seen in many issues which comes from past to the
present. In this respect, political structure which was created by colonial policies played considerable role in Darfur crisis in the period that problem of
southern Sudan and Africa’s long standing civil war continued. In addition to
economic problems, political contestation and unstable political structure led
Sudan in the brink of separation. Thereby in this regard, core of the issues
with which Sudan has still tried to cope stems from colonial policies that has
led to alienation of people and separation of the South and the North.
In addition to her geopolitics significance, the rich natural resources of Sudan
led to foreign intervention inevitable to country’s domestic issues. As a result
of that, initially Sudan attracted attentions in international arena with the
problem of the Southern Sudan. Afterwards, with outbreak of Darfur crisis,
Sudan has became one of the most significant issue in which international
community interested in since 2003. Besides, atrocities that took place in
Darfur region empowered the interventionist arguments of western world and
made the administration of Bashir target. As a result of that, Sudan turned
into an arena where the USA, the EU and China cope with each other in order to maximize their economical and political interests.
Key
Words:
Sudan,
Southern
Sudan
Colonialism, Omar al-Bashir.
Problem,
Darfur
Crisis,
Related documents
Download