ÖRNEK HAYAT / Yusuf HALICI Kütahya Velîleri Kalburcu Şeyhi (Ahmed Dede) O smanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman devri âlim ve velîlerindendir. Her ne kadar halk arasında Kalburcu Şeyhi adıyla bilinse de Mihmandâr, Çavdarlı ve Çavdarlı Şeyhi olarak da bilinirdi. İlk tahsilini Kütahya’da Kütahyalı âlimlerinden aldı. Sonra Şeyh Sinân Karamânî’nin hizmetinde bulundu. En fazla manevî hâl ve makamlara Abdüllatîf Efendinin sohbetlerinde kavuştu. Maddî olarak çok zengindi. Bu hususta şöyle bir hadise anlatılır: Henüz talebeyken, arkadaşlarıyla derse gidip gelirlerdi. Bir gün derse gittiklerinde, iki arkadaşıyla beraber her biri, gönüllerinden geçenlerin hâsıl olması için hocalarından dua istediler. Hocaları da bunları dua etti. Hocalarının duası bereketiyle, o talebelerden biri padişahın ordusunda komutan, biri de ilim ehli âlim bir kimse oldu. Ahmed Dede ise; çok mal ve mülke kavuştu, zengin oldu. Ahmed Dede, İstanbul’a giderek büyük âlim ve evliya Kütahyalı Merkez Efendinin hizmetinde bulundu. Merkez Efendiden aldığı icazetle insanlara İslâm’ın güzelliklerini, Peygamber Efendimizin nurlu yolunu öğretmek için memleketine döndü. Kütahya’ya geldikten sonra yaptırdığı zaviyesinde insanların dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşmalarının yollarını gösterdi. Ahmed Dede, hocasının duası bereketiyle kavuştuğu zenginliği sebebiyle gece gündüz zaviyesinde sofrası açık olurdu. Gelene geçene yemek yedirir, açları doyururdu. Hatta gelen 76 ŞUBAT 2014 misafirlere zaviyeden ayrılırken birer çörek verir, onlar da bunu yol azığı yaparlardı. Geçimini çiftçilikle temin eder kimsenin hediye, maaş ve sadaka gibi şeylerini kabul etmezdi. Bir kerameti olarak tarlaya ektiği buğday ve çavdarlar, normal tohumdan olmasına rağmen, çok güzel ve benzersiz olurdu. Mahsulü kaldırdıktan sonra ambara koyar, kapısını kapatırdı. İhtiyaç durumunda da ambarın altına konulan oluktan alırlardı. Ambara konan mahsulün tamamen tükendiği hiç görülmedi, bunun içinde hiçbir zaman zahire sıkıntısı çekilmedi. Osmanlı sultanı İkinci Selim şehzâdeyken, Ahmed Dede’yi ziyaret etmiş ve zaviyesi yakınında bir mescit yaptırmıştır. Ömrü insanlara hem maddî hem manevî hizmetle geçiren Kalburcu Şeyhi Ahmed Dede 1570 yılında memleketi Kütahya’da vefat etti. Gaybî Sun’ullah Osmanlı mutasavvıf ve şairlerindendir. Sözleriyle, gönüllere seslenen ve erdiği sırlardan bazılarını kulaklara fısıldayıveren bir şahsiyettir. Hayatı hakkında detaylı bilgi bulunmamakta birlikte 1615 yılında Kütahya’da doğduğu ve 1663 yılında da yine Kütahya’da vefat ettiği bilinmektedir. Sun’ullah Efendi, Kalburcu Şeyhi Ahmed Efendi’nin torunudur. İlk tahsilini ve tarikat terbiyesini ailesinden aldı. Daha sonra İstanbul’a gidip Aksaray’da bulunan Melami şeyhlerinden İbrahim Efendi’ye bağlandı. Şeyhinin vefatına kadar yaklaşık altı yıl onun sohbet dairesinde bulundu, fikirler ile beslendi. Gaybî, 1655’te şeyhinin ölümü üzerine Kütahya’ya döndü. Kentin dışında kurduğu zaviyede yaşamının sonuna kadar irşat görevini sürdürdü. Sun’ullah Efendi şeyhinin fikirlerini en iyi bilen ve benimseyen halifesi olmuştur. Öyle ki, şeyhinin söylediklerinin hafızasından silineceğinden korkarak “İlim bir avdır, yazmak onu bağlamaktır.” sözü uyarınca eksik ve fazla olmamasına özenerek kaydetmiştir. İbrahim Efendi’nin ahval ve sözlerini topladığı ve Sohbetname adını verdiği eseri, Melamilerin akide ve görüşlerini de dile getirdiği için oldukça önemlidir. Şeyhini hakkıyla temsil etmiş bir şahsiyet olan Gaybî Sun’ullah Efendi, şeyhinin tarikat silsilesi ile Melami itikadını ayrıca Biatname adlı risalesinde de özetlemektedir. Sun’ullah Efendi şiirlerinde de Melamilik’in temellerini açıklamaya çalışmıştır. Aruz ve hece ölçülerinin ikisini de kullandıysa da, gerçek kişiliğini gösteren şiirleri heceyle olanlarıdır. Şiirlerinde Arapça ve Farsça sözcüklere yer vermemeye çalışmıştır. Gaybî şiirlerini topladığı düzenli bir Divan’ı vardır. Gaybî Sun’ulah Efendinin, bunların yanında Melamilik’in sohbet ve muhabbete dayandığını, başka tarikatlarda bulunan zikr, riyazet, devran gibi törelerden bağımsız olduğunu açıkladığı Ruhü’l-Hakika/Gerçeğin Özü ve Allah’a yönelmenin sevgi ile oluşacağını, bunun da insanı sevmekten başka bir şey olmadığını, vahdete varmayan zikrin boş olduğunu anlattığı Tarîkü’l-Hakkfi’tTeveccühi’l-Mutlak/Hakk’a Yönelmede Doğru Yol adlı eserleri vardır. Muhyiddîn Muhammed Büyük âlim ve velilerdendir. İsmi Muhammed bin Abdullah, lakabı Muhyiddîn’dir. Âlimler arasında Mehmed Bey olarak tanınırdı. Muhammed bin Abdullah önceleri Sultan İkinci Bayezid Han’ın kumandanlarındandı. Fakat ilme ve tasavvufa karşı olan istek ve arzusu onu komutanlığı bırakıp ilme sevk etti. Bir taraftan âlimlerin derslerine devam ederken diğer taraftan Muzafferuddîn Acemî ve Fenârî Muhyiddîn Çelebi gibi devrin meşhur velilerin sohbetlerine katıldı. Bir müddet de Ahmed ibni Kemâl Paşa’nın sohbetlerinde bulundu. Muhammed bin Abdullah müderris olarak ilk göreve Mustafa Paşa Medresesi’nde başladı. İstanbul’da diğer bazı medreselerde de müderrislik yaptıktan sonra, Edirne’deki Üç şerefeli medreselerin birinde vazife aldı. Kanuni Sultan Süleyman, onu, önce Bursa’da Sultan sonra Edirne’de Sultan Bayezid Han medreselerine müderris tayin etti. Sonrada Şam kadılığı kendisine verildi. Şam’daki görevi sırasında adaletli tutumları nedeniyle Şam halkı tarafından çok sevildi. Muhammed bin Abdullah daha değişik bir vazife verilmek üzere Şam’daki vazifesinden alınıp İstanbul’a getirildi. İstanbul’a gelince rahatsızlandı. Hastalığı sırasında kendisine Mısır kadılığı verildi. Mevsim kış olup, rahatsızlığı da tam geçmeden vazifesinin ehemmiyeti icabı meşakkatli ve sıkıntılı bir şekilde Mısır’a gitmek üzere karadan yola çıktı. Kütahya’ya geldiği zaman hastalığı arttı ve 1543 yılında orada vefat etti. Muhammed bin Abdullah, çok cömert ve yumuşak huylu idi. Fakat vakarını, heybetini kaybetmezdi. Kendisi çok sevilir ve sayılırdı. Çok kitabı vardı, kitap okumağa çok meraklı ve düşkündü. Hatta bazı kitaplara ta’likler, ilâveler yazdı. Hesap, hendese (mühendislik) gibi ilimlerde de ihtisas ve maharet sahibiydi. somuncubaba 77