ZORLU PSM MAG. 07 ZORLU PSM MAG. 1 O c a k - Ş u b a t 06 dans, tiyatro, müzikal 2016’DA SAHNENİN PARLAYAN YILDIZLARI 10 06 10 dünya basınına göre 2016’NIN EN İYİ MÜZİKLERİ 14 dipsiz ilham kuyusu MODERN SAHNEDE SHAKESPEARE 18 mihenk taşları SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER 22 14 22 sıra dışı bir müzik deneyimi SÓNAR ISTANBUL Oz Diyarı'na yepyeni bir bakış getiren, ödüllü Broadway müzikali Wicked, 11 Ekim-5 Kasım 2017’de Zorlu PSM’de! 28 bilmedikleriniz CRIPPLED BLACK PHOENIX 30 Crippled Black Phoenix yolculuğundan JUSTIN GREAVES’İN EŞLİKÇİLERİ 28 34 34 bilmedikleriniz AMADEUS LIVE 36 müzik beyazperdede BEŞ EFSANE MÜZİK FİLMİ 40 intergalaktik assolist GAYE SU AKYOL 36 40 44 günümüz piyano müziğinin heyecan verici temsilcileri PİYANO VE MİNİMAL DOKUNUŞLAR 48 kalpten geçerek üretilen müzik KALBEN 54 Türkiye sahne sanatlarının iki özel ismi AYFER ZEREN & YEKTA KARA 44 48 58 bilmedikleriniz IVO POGORELICH 60 sahne arkası FİNANS Facebook.com/ZorluPerformansSanatlariMerkezi Twitter.com/ZorluPSM Youtube.com/ZorluCenterPSM Instagram.com/Zorlu_PSM Pinterest.com/ZorluCenterPSM 62 #psmblog LOKALİZE SERİSİNİN OCAK 2017 KONUKLARI 58 62 ZORLU PSM MAG. 3 O c a k - Ş u b a t Oz Büyücüsü evreninin daha önce anlatılmamış hikâyesini ustalıkla ele alan, yüzden fazla uluslararası ödüle sahip, Broadway’in gişe rekortmeni Wicked müzikali, 11 Ekim-5 Kasım 2017’de, 31 gösteriyle Zorlu PSM’de! Detaylar zorlupsm.com’da. ZORLU PSM MAG. 5 O c a k - Ş u b a t Carmen Cusack Müzikal ve tiyatro oyuncusu Carmen Cusack, uzun yıllardır sahnede sessizce boy gösteren isimlerden. Daha önce Phantom of the Opera, Wicked, Carrie: The Musical gibi turlayan prodüksiyonlarda yer alan ve West End çıkışını Les Miserables ile yapan Cusack’ın büyük yükselişi 2016’da Broadway’de açılan, müzikleri Steve Martin ve Edie Brickell tarafından bestelenen Bright Star müzikaliyle oldu. Oyunun ana karakteri Alice Murphy ile Broadway sahnesine çıkışını yapan oyuncu, bu performansıyla hem Tony Ödülü’ne aday oldu hem de Theatre World, Drama League ve Drama Desk ödüllerine layık görüldü. Kimin Kim dans, tiyatro, müzikal 2016’DA SAHNENİN PARL AYAN YILDIZL ARI Yazı Leyla Aksu Danstan tiyatro ve müzikallere, sahnenin çeşitli alanlarında 2016 yılı boyunca adından bahsettirmiş yeni yıldızları ve kariyerlerinin en parlak yılını yaşayan isimleri sizin için derledik. On yaşındayken, besteci olan annesinin önerisi üzerine baleye atılan Güney Koreli balet Kimin Kim, dans dünyasının en hızlı yükselen isimlerinden bir tanesi. 2011’de St. Petersburg’un ünlü Mariinsky Ballet’sine katılan Kim, 2015 yılında, daha 22 yaşındayken baş balet olarak yerini aldı. Mariinsky’de bu seviyeye yükselen ilk yabancı balet olan Kim, aynı yılın sonunda American Ballet Theatre’da konuk dansçı olarak La Bayadère’de sahne aldı. Kimin Kim, bu performansı aracılığıyla prestijli dans ödüllerinden Benois de la Danse’ta yılın En İyi Erkek Dansçı’sı ödülünü kazandı. Lin-Manuel Miranda In the Heights adlı müzikaliyle, 2008 yılında Broadway kariyerine atılan Lin-Manuel Miranda, ikinci orijinal müzikali olan tarih odaklı ve hip hop ilhamlı Hamilton ile Tony’leri silip süpüren, okyanusun karşı kıyısında dinmek bilmeyen tarihî bir furyanın mimarı oldu. Sahnenin yanı sıra televizyon ve beyaz perdede de boy gösteren New Yorklu oyuncu, yazar, besteci ve rapçi Miranda, çalışmalarına 2008’de başladığı, Alexander Hamilton’ın hikâyesini anlatan, biletleri aylar önce tükenmiş müzikalini 2015 yazında Broadway’e taşımasının ardından, 2016’da üç tane Tony Ödülü’nün yanı sıra, Laurence Olivier ödülü, bir Grammy ödülü ve Drama dalında Pulitzer Prize dahil olmak üzere onlarca ödül kazandı. Ivo van Hove Hedda Gabler Üretken Belçikalı sahne yönetmeni ve Tonelgroep Amsterdam’ın on beş yıllık genel yönetmeni Ivo van Hove, uzun yıllardır minimalist, avangart adaptasyonları ve yapımlarıyla dikkatleri çekse de kendisini Broadway sahnesine taşıyan ve uluslararası başarısının zirveye ulaştığı yıl 2016 yılı oldu. Karakter odaklı yapımlarında bir yandan tiyatronun illüzyon oluşturmadaki fıtri başarısızlığını kullanarak seyircisini çeken yönetmen, David Bowie’nin Michael C. Hall’lu Lazarus müzikali, kendisine En İyi Yönetmen ve En İyi Adaptasyon Tony’si kazandıran A View From the Bridge ve Tony adaylığı kazanan, Arthur Miller’ın klasik ahlaki oyunu The Crucible’ına yaptığı adaptasyonla dopdolu bir sezon geçirdi. ZORLU PSM MAG. 7 O c a k - Ş u b a t 2017’de Dünya Sahnesi: Amélie, A New Musical Jean-Pierre Jeunet’nin 2001 tarihli filmi Amélie’nin hikâyesi, müzikal uyarlamasıyla Broadway’in yolunu tutuyor. İlk denemelerini California sahnelerinde yapan ve Nisan’da kapılarını Broadway seyircisine açacak olan prodüksiyonun kadrosunu Hamilton’daki rolüyle büyük beğeni toplayan ve Tony’e aday gösterilen Phillipa Soo çekecek. Yanında Adam Chanler-Berat, Manoel Felciano ve Tony Sheldon gibi isimlerin boy gösterdiği, tatlı Fransız bir garsonun çevresindekilerin hayatını nasıl etkilediğine odaklanan bu oyunun hikâyesi Craig Lucas, müzikleri ise Daniel Messé ve Nathan Tysen tarafından hazırlandı. Kış sezonuyla yeni yıla girerken, sizler için 2017 boyunca dünya sahnelerinde yer alacak en heyecan verici projeleri taradık. Sunset Boulevard Efsanevi besteci Andrew Lloyd Webber’ın Broadway’de dört oyununu birden sahneleme rüyasını gerçekleştirecek olan klasik Hollywood hikâyesi Sunset Boulevard, geri dönüşünü West End’de yaptıktan sonra Broadway sahnesine geliyor. Şubat ayında açılışını yapacak olan oyun, 21 yıl önceki orijinal kadrosunda yer alan Glenn Close’u yeniden Norma Desmond olarak başrole taşıyacak. Unutulmuş, şatosuna kapanmış eski bir Hollywood yıldızının hikâyesini anlatan Sunset Boulevard, 1995’te En İyi Kadın Oyuncu dahil olmak üzere yedi tane Tony Ödülü kazanmıştı. Angels in America Tony Kushner’ın Pulitzer, Tony ve Drama Desk ödüllü oyunu Angels in America, yeni bir yapımla yeniden West End sahnesinin yolunu tutuyor. Başını Olivier ve Tony ödüllü Nathan Lane, Andrew Garfield, Denise Gough ve Russell Tovey gibi isimlerin çekeceği kadrosuyla, daha önce The Curious Incident of the Dog in the Night-Time ve War Horse gibi başarılı yapımlara imza atmış Marianne Elliott tarafından yönetilecek prodüksiyon, 2017’nin mayıs ayında başlayacak. Daha önce mini dizi olarak Mike Nichols’ın yönetmenliğinde televizyona da uyarlanan hikâye, Millenium Sunset Boulevard Approaches ve Perestroika adlı iki bölüm olarak sahneleniyor ve konu olarak farklı karakterleriyle 1980’lerde yaşanan AIDS krizini inceliyor. Indecent 1998 yılında How I Learned to Drive adlı oyunuyla Pulitzer kazanan ünlü yazar Paula Vogel’ın Broadway sahnesine çıkan ilk çalışması, Nisan ayında açılacak olan Indecent olacak. Müzik eşliğinde sahnelenecek yapım, 1923 yılında açılışını yapan ve 1920’lerde, iki kadının arasındaki aşk hikâyesini anlatan God of Vengeance adlı oyunun nasıl sahnelendiğinin ve çektiği tepkiler sonucu polis tarafından müstehcenlik suçlamasıyla nasıl kapatıldığının gerçek hikâyesini anlatıyor. Paula Vogel ve yönetmen Rebecca Taichman’ın beraber hazırladığı Indecent, aynı zamanda bu Broadway sezonunda bir kadın tarafından yazılmış ilk yeni tiyatro olma özelliğini taşıyor. Hedda Gabler Angels in America Carmen Cusack Yılın son ayında açılışını yapan ve önümüzdeki Mart ayına kadar sahnede kalacak olan, Belçikalı avangart yönetmen Ivan van Hove’nin modern İbsen uyarlaması Hedda Gabler, yılın en heyecan verici prodüksiyonlarından biri. Hayatından sıkılmış Hedda’ya farklı, kontrollü ve nihilist bir yaklaşım getiren, Patrick Marber tarafından güncelleştirilen bu yapımın başrolünde Ruth Wilson (Luther, the Affair) ve Brack rolünde ise yanında Rafe Spall (Black Mirror, The Big Shor) sahne alıyor. Mart ayında dünya çapında sinema ekranlarında gösterilecek olan adaptasyon aynı zamanda yönetmenin National Theatre’da sahnelenen ilk prodüksiyonu. ZORLU PSM MAG. 9 O c a k - Ş u b a t Müzik otoritelerince 2016’nın öne çıkan 10 albümü: Beyoncé – Lemonade (Columbia Records) Müzik eşliğinde ilerleyen bir saatlik bir görsel yolculuk, farklı janrları iç içe eriten bir politik söylem... Lemonade, Rolling Stone tarafından yılın albümü ilan edildi. David Bowie – Blackstar (Columbia/Sony Records) Beyoncé Bowie’nin veda hediyesi Blackstar, Amerikan listelerinin tepesine ulaşan ilk albümü oldu ve Chicago Tribune, NME, Pitchfork, Rolling Stone, ve Uncut’ın en iyi albüm listelerinin ilk 10’unda yer aldı. dünya basınına göre 2016’NIN EN İYİ MÜZİKLERİ Yazı Leyla Aksu Geride bıraktığımız yılın favori albümleri, şarkıları ve değişen dinleme alışkanlıklarımızla 2016’ya ve müzik dünyasında bizi nelerin beklediğini öğrenmek için 2017'ye bakıyoruz... Anohni – Hopelessness (Rough Trade / Secretly Canadian) Antony Hegarty’nin politika odaklı sentetik, elektronik seslere doğru yaptığı hamle, Consequence of Sound, Mojo, NME, Pitchfork, ve The Guardian’ın listelerinde yer aldı. Leonard Cohen – You Want It Darker (Columbia Records) 2016’da kaybettiğimiz efsanenin hayat ve ölümle yüzleşen son albümü, The Independent, Mojo, Pitchfork ve Rolling Stone’un Top 10 listelerinde yer buldu. A Tribe Called Quest – We Got It from Here... Thank You 4 Your Service (Epic Records) 18 yıl aradan sonra André 3000, Kendrick Lamar, Elton John ve Busta Rhymes ile yılın en büyük sürprizini yapan grup, SPIN, The Atlantic ve The Guardian’ın favorileri arasındaydı. The 1975 – I Like It When You Sleep For You Are So Beautiful Yet So Unaware Of It Radiohead – A Moon Shaped Pool (XL Recordings) Bir kez daha Nigel Godrich’in prodüktörülüğünde istikrarlı bir gizemle gelen albüm, The Guardian tarafından yılın en iyi albümü ilan edildi. Chance the Rapper – Coloring Book Solange – A Seat at the Table (Columbia Records) Pitchfork tarafından yılın en iyi kaydı seçilen, Solange’ın bir numaraya ulaşan albümü, 2008’den beri şekilleniyor ve deneyimlerini funk, soul ve R&B aracılığıyla aktarıyor. Angel Olsen – My Woman ( Jagjaguwar Records) Folk sanatçısının daha geniş bir sound’a doğru yol aldığı albüm, Red Bull, Billboard, The Guardian, NME, Pitchfork, Paste, NPR gibi yayınların favorileri arasındaydı. (Polydor Records) D'Angelo, Christina Aguilera, Robera Flack ve Boards of Canada'dan ilham alan albüm NME'nin birincisi oldu.. (Apple Music) Bir streaming servisi tarafından yayınlanıp Grammy'e aday olan ve Billboard listelerini tırmanan ilk albüm! n lse O n el ma ng o A yW M pe ap R he k e t oo nc g B ha in C olor C r or pF ee So Sl Yet u Yo iful 5 hen ut 97 W Bea e 1 It So f It e Th Lik re e O A ar I u Yo naw U e bl Ta ol Po en ker oh ar C d tD ar t I on an Le u W Yo i ess hn ssn no le A ope H e he ng t t la t a So Sea A d ad pe he ha io S ad on R Mo A st ue . Q e.. d er le al m H e C fro ib It Tr ot A eG W e wi Bo id r av sta D lack B é nc de yo na Be emo L ZORLU PSM MAG. 11 O c a k - Ş u b a t Prince SPIN seçti: Yılın en iyi şarkıları Yeni Prince şarkıları geliyor Warner Brothers, geçtiğimiz aylarda yayınladıkları Prince4Ever’ın ardından önümüzdeki yıl sanatçıdan daha da fazla yeni müzik geleceğini duyurdu. Prince’in onayından geçmiş ve daha önce duyulmamış bu parçalar, remaster edilmiş yeni Purple Rain kaydıyla beraber yayınlanacak. Bunun yanı sıra, Nisan ayında, ölümünün yıl dönümünde müzeye dönüştürülen Paisley Park’ta düzenlenecek olan dört günlük “Celebration 2017” adlı Prince etkinliği de The Revolution, Morris Day & The Time ve New Power Gerneration gibi grupları ağırlayarak sanatçının yaşamını ve müzikal mirasını kutlayacak. Yılın en iyi 101 şarkısını bir araya getiren köklü dergi SPIN, hem ana akım pop sahnesinden isimleri hem de alternatif grupları barındıran bir seçki sundu. Beyoncé’un büyük tartışma yaratan “Formation”ından Angel Olsen’ın 1960’ların gruplarına gönderme yapan “Shut Up Kiss Me”si ve Rihanna’nın dancehall’a kapıları yeniden açan “Work”üne; Devonte Hynes’in solo projesi Blood Orange’dan sürpriz gibi gelen “Best of You”, Mitski’nin rock haykırışı “Your Best American Girl” ve Frank Ocean’ın son dakika yetişen “Nikes” parçaları listenin üst noktalarında yer aldı. Firefly ile müzik festivallerinde “crowd-source” dönemi 2012’den beri her yıl Amerika’nın Delaware eyaletinde düzenlenen Firefly Müzik Festivali’nin küratörlüğünü önümüzdeki yıl seyirciler üstlenecek. Uzun zamandır katılımcıların önerilerine ağırlık veren festival, daha önce Foo Fighters ve Florence and the Machine gibi büyük isimleri dağıttıkları anketler sonucu davet etmişti. Bu yıl tüm festival deneyimini seyirciyle beraber şekillendirmek için çalıştıklarını açıklayan festival ekibi, 2017’de festivale katılacak gruplardan sunulacak yiyeceklere, festival düzenine ve ürün seçeneklerine kadar her kararda önerilere kapıları açarak tarihin tamamen izleyiciyle düzenlenen ilk müzik festivali olacak. 2017’de bizi neler bekliyor? Firefly Music Festival Streaming alışkanlığının, dinleyenlere sunulan, gittikçe genişleyen platform seçeneklerinin müzik endüstrisi üzerindeki etkisine kapsamlı bir göz atan Pitchfork, 2016’da ilk defa bu aboneliklerden elde edilen kazancın download satışlarının önüne geçtiğini bildirdi. Bu yıl Grammy’lerin kriterlerini değiştirmesi, streaming rakamlarının platin ve altın plak sayımlarına dahil edilmesi ve Radiohead’in bile Spotify’a kapılarını açmasıyla müziğin geleceğinin streaming’den geçtiğine kesin gözüyle bakılıyor. Ancak ekonomik açıdan daha kârlı ve güvenilir bir hale gelip gelmeyeceği henüz meçhul. Birden fazla servise üye olması gereken dinleyiciler, anlaşamayan plak şirketleri ve haklarını alamayan sanatçılar için bu geleceğin nasıl şekil alacağı henüz belli olmasa da streaming artık kesin olarak hayatımızın merkezinde. Altı yıl aradan sonra Gorillaz (gerçekten) geri dönüyor Yaptıkları açıklamalarla 2016 yılı boyunca heyecan yaratan Gorillaz, geri dönüşünü 2017’ye saklamıştı. Altı yıllık bir aradan sonra yeni bir albümün yanı sıra yeniden turneye de çıkacak olan grup, geçtiğimiz yılın başlarında “elemanları”nın yeniden ortaya çıkıp demeç vermeleriyle planlarını da duyurmaya başlamıştı. En son haberlere göre Snoop Dogg ve De La Soul’un da yeniden boy göstereceği albümün son dokunuşları Damon Albarn ve Jamie Hewlett tarafından geçtiğimiz aylarda tamamlanmaktaydı. Gorillaz 2016 ve “streaming” Bunlar da var: Deneysel ambient müziğin eski glam kahramanı Brian Eno’nun sonsuzluğa uzanacak yeni albümü Reflection; minimal indie grubu the xx’in üçüncü uzun çaları I See You ve Flaming Lips’in masalsı Oczy Mlody'si yılın ilk aylarında bizlerle olacak. Folk müziğin kibar sesli sanatçısı Laura Marling ise ilkbahar aylarında Semper Femina’yla aramızda. 2017’den beklediğimiz fakat henüz tarihleri açıklanmayan geri dönüşler arasında elbette Arcade Fire, uzun zamandır sessiz kalan the Killers ve bu sefer Simian Mobile Disco ile beraber çalışan Depeche Mode yer almakta. Ayrıca Velvet Underground & Nico’nun 50. yıldönümünü kutladığımız bu sene, efsanevi müzisyen John Cale’in kutlamalarla sahnedeki yerini alacağını da ekleyelim. Angel Olsen Müzik Dünyasından Havadisler ZORLU PSM MAG. 13 O c a k - Ş u b a t 1997 yılında Minneapolis Ophreum Theatre’da prömiyer yaptıktan sonra aynı sene içerisinde Broadway’e taşınan, daha sonrasında ise çeşitli dünya sahnelerinde boy gösteren The Lion King müzikali efsanevi The Phantom of the Opera’yı dahi geride bırakarak tarihin en yüksek gişe yapan müzikali olmayı başardı. SLEEP NO MORE / MACBETH *West Side Story, 1-18 Mart 2017’de Zorlu PSM Ana Tiyatro’da. İngiliz tiyatro grubu Punchdrunk’ın ilk olarak 2003’de İngiltere’de, daha sonrasında 2009 ve 2011 senelerinde New York’ta gerçekleştirdiği Sleep No More oyunu, Punchdrunk’ın alamet-i farikası olarak da bilinen, izleyicinin özgür bir biçimde hareket edebildiği ve oyunu kendi seçimleriyle paralel olarak izlediği, gerçekleştirildiği mekâna göre değişen ve şekillenen, yarı-interaktif bir deneyim sunuyor. 2011 prodüksiyonuyla orijinal tiyatro deneyimi dalında Drama Desk ödülü kazanan Sleep No More, Shakespeare’in Macbeth eserinin konusunu ve karakterlerini çeşitli dekor malzemeleriyle beraber gerçekleştiği beş katlı binaya diyalog içermeyen bir kurgu dahilinde dağıtan ve seyirciyi bu binada istediği gibi gezinmeye davet eden, farklı ve özel bir uyarlama formatını başarıyla kotarıyor. dipsiz ilham kuyusu MODERN SAHNEDE SHAKESPEARE Yazı Yetkin Nural Eserleri dünyanın tüm büyük dillerine çevrilen, ölümünden beş yüzyıl sonra hala sahnelenen ve West Side Story gibi çok önemli yapımlara ilham kaynağı olmaya devam eden William Shakespeare’in 20. ve 21. yüzyılda ses getiren modern sahne uyarlamalarına göz atıyoruz. The Lion King RETURN TO THE THE LION KING / HAMLET FORBIDDEN PLANET / Walt Disney’in 32. animasyon filmi The Lion King, THE TEMPEST 1994’de vizyona girdiğinde büyük bir başarı elde ederek yediden yetmişe her yaş grubundan ve dünyanın dört bir yanından ilgi gördü. Shakespeare’in ünlü trajedisi Hamlet’ten esinlenerek yazılan hikâye, hanedan entrikalarını, ölüm, reşit olma, kişisel yaşam deneyimleriyle oluşan fikirler ve idealler gibi konuları Afrika’nın aslan krallığına taşıyarak masalsı, orijinal bir esinlenme örneği yarattı. Walt Disney’in sahne prodüksiyonlarını üreten şirketi Disney Theatrical Productions tarafından sahneye uyarlanan ve Shakespeare’in unutulmuş rock’n’roll şaheseri olarak tanımlanan, döneminin en başarılı bilimkurgu sineması örneklerinden biri sayılan 1959 yapımı kült Forbidden Planet filminin müzikal uyarlaması Return to the Forbidden Planet, orijinal filmin kendisi gibi Shakespeare’in The Tempest oyununun uzaya uyarlanan bir bilimkurgu versiyonunu konu ediniyor. Popüler parçaların ön plana çıktığı bir “jukebox ZORLU PSM MAG. 15 O c a k - Ş u b a t WEST SIDE STORY / ROMEO AND JULIET musical” olarak tanımlanan Return to the Forbidden Planet, döneminin “It’s a Man’s Man’s Man’s World”, “Great Balls of Fire”, “Don’t Let Me Be Misunderstood”, “Johnny B. Goode” gibi pek çok sevilen parçasını bir araya getiren harika bir soundtrack’e sahip. İlk defa 1980’lerin ortasında bir açık hava tiyatrosu olarak sahnelenen müzikal son olarak 2015’de hem İngiltere’de hem de Amerika’da bir yıllık bir programla sahnelere dönmüştü. The Boys From Syracuse Shakespeare oyunlarının ilk müzikal uyarlaması olma özelliğini taşıyan The Boys From Syracuse, ünlü yazarın doğumda yanlışlıkla ayrılan iki tek yumurta ikizinin yıllar sonra karşılaşmaları sonrasında gelişen komik olayları ele aldığı The Comedy of Errors oyununu 1930’lara taşıyor. 40’ın üzerinde müzikal için 900’ün üzerinde parça besteleyen, Emmy, Oscar, Grammy ve Tony ödüllü Broadway bestecisi Richard Rogers’ın dönemin swing tarzı popüler müziklerinden esinlenerek yarattığı parçalarla ölümsüzleşen bu müzikalin metin uyarlaması ise 80 seneye yayılan etkileyici kariyeriyle bir diğer Broadway efsanesi, yazar, yönetmen ve prodüktör George Abbott’a ait. 1930’lardan bu yana pek çok farklı prodüksiyonla sahneye dönen yapım, en son 2002’de Broadway’de perde açtı. Sleep No More THE BOYS FROM SYRACUSE / THE COMEDY OF ERRORS ALL SHOOK UP / TWELFTH NIGHT West Side Story Daha güncel bir Shakespeare komedisi uyarlaması olan 2004 yapımı All Shook Up, listemizde bir diğer “jukebox” müzikali olarak yerini alıyor. Tony ve Drama Desk ödüllü Amerikalı yazar Joe DiPietro’nun Shakespeare’in Twelth Night oyunundan esinlenerek kaleme aldığı All Shook Up, baştan sona Elvis Presley parçalarından oluşan bir müzikal olarak sahneleniyor. Tıpkı West Side Story gibi Shakespeare hikâyesini periyodik bir bağlamda sunan müzikal, Twelfth Night oyununun romantizm, arzu ve aşktan örülü komik ilişkiler yumağını Amerika Birleşik Devletleri’nin Orta Batı bölgesinde, 1950’lerin rock’n’roll, motosikletli gençler, araba tamir garajları ekseninde işliyor. Tüm zamanların en başarılı Shakespeare uyarlamalarından biri sayılan, mart ayında Zorlu PSM sahnesinde izleme fırsatını yakalayacağımız West Side Story, yazarın ünlü aşk trajedisi Romeo and Juliet’i 1950’lerin ortalarında, New York’un Upper East Side bölgesinde, bugünün tersine işçi sınıfının çoğunlukta olduğu bir dönemde iki çetenin arasında kalan iki âşık ekseninde uyarlıyor. Orijinal oyundaki düşman Capulet ve Montague ailelerinin yerini New York’un o dönemdeki gündemini de epey meşgul eden sokak çetelerinin aldığı; dans, müzik ve tiyatroyu en üst standartlarıyla harmanlayarak sunan müzikal, özellikle mükemmeliyetçi Jerome Robbins’in koreografileriyle efsaneleşen modern bir klasik haline geldi. Orijinal 1957 prodüksiyonundan bu yana dünyanın dört bir yanında sayısız kez perde açan West Side Story sahne uyarlamasıyla olduğu kadar 1961 yapımı, on Oscar ödülü kazanan beyazperde uyarlamasıyla da biliniyor. ZORLU PSM MAG. 17 O c a k - Ş u b a t SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER KAYIP İLK OPERA: DAFNE Modern operanın ilk eseri olarak kabul edilen Dafne, 16. yüzyılın sonlarına doğru İtalya’da bulunan Palazzo Corsi’de prömiyer yaptı. Yunan mitolojisinde denizlerin tanrısı Apollo’nun tatlı su ile ilişkilendirilen, peri benzeri bir varlık olan Daphne’ye âşık olması mitinden yola çıkarak hazırlanan bu eserin İtalyan şair Ottavio Rinuccini’ye ait librettosu günümüze kadar ulaşsa da büyük çoğunluğu Jacopo Peri’ye ait olan müzikler ne yazık ki zaman içinde kayboldu. Dafne’nin müziğinden günümüze ulaşan altı parçadan iki tanesi ise bir diğer İtalyan besteci Jacopo Corsi’ye ait. Dafne’nin sahne aldığı dönemdeki başarısı sayesinde Peri’nin bir sonraki operası, günümüze müzik ve söz olarak tamamıyla ulaşan ilk opera olma özelliğini taşıyan Euridice eserinin ünlü Medici Ailesi’nin patronluğunda üretilmesine sebep oldu. 01 mihenk taşları SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER Yazı Yetkin Nural -- İllüstrasyon Sadi Güran Mart ayında Zorlu PSM sahnesinde izleme fırsatını yakalayacağımız, müzikal tiyatro tarihinde bir mihenk taşı kabul edilen West Side Story’den esinle, performans sanatlarının Antik Yunan amfi tiyatrolarından bugüne ulaşan zengin tarihinden sahneyi dönüştüren birkaç örnek derledik. YEŞİLİN LANETİ: SAHNEDE İLK ÖLÜM Bir performans sırasında sahnede yaşamını yitirenlerin listesi aslında oldukça uzun. Ancak batı edebiyatında komedinin en önemli ustalarından kabul edilen Jean-Baptiste Poquelin, sahne ismiyle Molière, bu trajik ölümlerin ilkini işaretliyor. Kendi yazdığı oyunlarda sık sık rol de alan Molière’in son oyunu; üç perdelik, dans ve müzik de içeren bir comédieballet olan ve 1673’de prömiyer yapan Le malade imaginaire’in dördüncü sahnelenmesinde sahnede vefat ederek bir efsane haline geldi. 02 Gençliğinde borçları nedeniyle hapse atılan ve burada tüberküloz hastalığına yakalanan Molière, hayatı boyunca bu hastalığın pençesinden kurtulamadı. Sık sık öksürük nöbetleri geçiren Molière, son oyununda da hastalık hastası bir karakter olan Argan’ı canlandırırken gelen bir nöbet ile sahneye yığılarak hayatını kaybetti. Yeşil rengin aktörlere kötü şans getirdiği mitiyse Molière’in bu trajik ölümü sırasında üzerinde olan yeşil kostümden geliyor. ZORLU PSM MAG. 19 O c a k - Ş u b a t SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER MÜZİKAL TİYATRONUN BAŞLANGICI: OPERETLER YENİ BİR KARİYER: SAHNE IŞIKLANDIRMASI Antik Yunan tiyatrosunda müzik içeren oyunlar vardı. Roma İmparatorluğu’nda sahnelenen komediler ise müzik ve dansa yer veriyordu. Ancak bugün anladığımız şekliyle müzikal tiyatronun ilk örnekleri 1800’lerde ortaya çıkan Fransız ve Viyana operetleri olarak düşünülüyor. Özellikle Almanya doğumlu Fransız besteci ve viyolonist Jacques Offenbach’ın hiciv yüklü eserleri ve Avusturyalı besteci John Strauss II’nun romantik komedi tarzındaki operetleri Avrupa kıtasında büyük bir popülarite yakaladı. Bugün tüm dünyayı etkileyen işler üreten Broadway müzikalleri form olarak bu 19. yüzyıl operetlerine dayanıyor. 20. yüzyılın başlarına kadar sahne prodüksiyon sürecinin resmî bir parçası olmayan ışık, daha çok sahne tasarımcısının ve bir elektrikçinin ilgilendiği, prodüksiyonun üzerinde sanatsal üretim anlamında çok düşünülmeyen bir parçasıydı. Günümüzde ise sahne sanatlarının hayati parçalarından biri olan ışıklandırmanın bugünkü merkezî rolünü kazanmasını sağlayan, ışık tasarımı anlamında öncü kabul edilen bir isim var: New York doğumlu ışık ve sahne tasarımcısı Jean Rosenthal. Işığın kendisi için neredeyse dokunulabilir bir cisme, şekle ve boyuta sahip olduğunu söyleyen Rosenthal’in ışıkta form, renk ve hareketler kullanarak performansın akşını desteklemek için yarattığı tasarımlar, günümüzde izlediğimiz görkemli ışık prodüksiyonlarının lokomotifi olma özelliğini taşıyor. Rosenthal’in ışık tasarımcısı olarak çalıştığı sayısız Broadway yapımının arasında mart ayında Zorlu PSM sahnesinde izleyeceğimiz West Side Story de bulunuyor. 03 ERKEK EGEMENLİĞİNE SON: KADINLAR SAHNEDE Kadınların modern tiyatro sahnesinde boy göstermesinin tarihî kökenleri konusunda farklı tezler söz konusu. Örneğin bir oyuncu olarak olmasa da bir oyun yazarı olarak tiyatroda kadın varlığı Orta Çağ’da, 10. yüzyılda yaşamış Alman bir rahibe olan Hrothsvitha’nın Latince kaleme aldığı komedilere kadar dayanıyor. Ancak genel kanı, kadınların sahneye attıkları ilk adımların 17. yüzyılda, Kral Charles II yönetiminde Hristiyan püritanizminin baskısından kurtulan ve bir restorasyon dönemine giren İngiliz tiyatrosunda gerçekleştiği yönünde. Bir diğer taraftan 1629’da İngiltere sahnesinde kadın-erkek karışık bir kadroyla performans sergileyen ilk gruplardan biri aslında İngiliz değil, Fransız bir tiyatro kumpanyasıydı. 04 05 KURALLARI BOZAN MÜZİKAL: WEST SIDE STORY Müzikal tiyatronun tarihsel evriminde önemli ve dönüştürücü etkileri olan West Side Story, farklı açılardan bir mihenk taşı kabul ediliyor. Bu efsanevi müzikalin getirdiği yeniliklerden bir tanesi dansı daha önceki müzikallerde görülmemiş bir şekilde, hikâye anlatım sürecinin odak noktalarından biri haline getirmiş olması. New York Times’ın o dönemdeki dans editörü John Martin’in de dile getirdiği gibi, orijinal prodüksiyonun ardından West Side Story’nin dramatik etkisi, diyalogdan çok koreografinin etrafında şekilleniyor. West Side Story’nin bir diğer dönüştürücü etkisi, yönetmen ve koreograf Jerome Robbins’in aktör ve aktrislerden talep ettiği insanüstü performans sayesinde, teknik açıdan zorlayıcı koreografileri gerçekleştirebilen, mükemmel seviyede şarkı söyleyebilen ve bunların yanı sıra oyunculuk anlamında da sağlam bir iş çıkartabilen bir kadro yaratması oldu. Bugün bir Broadway aktörü olmanın altın kuralları haline gelen bu üç faktörün mükemmelleşmiş birleşimi ilk defa Robbins’in sert disipliniyle kavrulan West Side Story kadrosunda vücut buldu. 06 ZORLU PSM MAG. 21 O c a k - Ş u b a t SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER SAHNEYİ DÖNÜŞTÜREN İLKLER Sónar nedir? Yazı Cem Kayıran Sónar Festivali, 24-25 Mart 2017 tarihlerinde The Immediate Future (Yakın Gelecek) temasıyla Zorlu PSM’nin dört sahnesini eşsiz bir müzik şölenine dönüştürmeye hazırlanıyor. Istanbul Müzik, Sanat & Teknoloji www.sonaristanbul.com İstanbul 24. 25 Mart moderat, róisín murphy, nina kraviz, floating points, clark, hvob, kode9, honne, prins thomas, nosaj thing, matias aguayo, cola & jimmu ve çok daha fazlası... Organizasyon Partner Medya Partneri Biletler zorlupsm.com biletix.com Müzik, teknoloji ve birçok yaratıcı projeyi bir araya getiren Sónar, her yıl Barcelona’da üç güne yayılan festivaliyle elektronik müzik alanında gerçekleşen en geniş kapsamlı etkinliğe imza atıyor. Advanced Music and Congress of Technology’nin uluslararası festivali olan Sónar, 1994 yılında Barcelona’da doğuşundan bugüne Seul, Frankfurt, Buenos Aires, Stockholm ve New York gibi nice şehirde izleyicilerin karşısına çıktı. 24-25 Mart 2017’deyse The Immediate Future (Yakın Gelecek) teması ve Zorlu PSM ev sahipliğinde ilk kez İstanbul’da düzenleniyor. Müzik yazarları Ricard Robles, Enric Palau ve Sergi Caballero tarafından başlatılan Sónar Festivali, faaliyetlerini yalnızca festival organize etmekle sınırlayan bir oluşum olmadı. Festival kültürüne yeni bir bakış kazandıran Sónar, yaratım aşamalarına yeni boyutlar katmak ve birçok farklı fikri profesyonel seviyelere taşımak için Sónar+D isimli bir aktivite serisini de hayata geçirdi. Dünyanın farklı ülkelerinde buluşmalar, paneller ve etkinlikler düzenleyerek festival kültürünü global anlamda geliştirmek için çabalarını sürdüren Sónar ekibi, etkinliklerini gerçekleştirdiği şehirlerin kültürel birikim ve kimliklerini de festival kurgusunda önemli bir unsur olarak görüyor. Nina Kraviz SÓNAR ISTANBUL Róisín Murphy sıra dışı bir müzik deneyimi Sónar’ın Holger Czukay, Laurent Garnier ve Mixmaster Morris gibi isimlerin yer aldığı programıyla gerçekleştirdiği 1994 tarihli ilk festivalinden bu yana etkinliğin kapsama alanı her geçen yıl genişledi. Günümüzün en önemli elektronik müzik buluşmalarından biri haline gelen Sónar’ın geçtiğimiz yıl Barcelona’da düzenlenen ayağı, 100’ü aşkın ülkeden 120 bin civarında katılımcıyı ağırladı. Festivalin 2016 programında yer alan isimlerden bazıları King Midas Sound + Fennesz, Acid Arab, Sevdaliza, Oneohtrix Point Never, Alva Noto, iNSANLAR, Keytranada, Skepta ve ANOHNI oldu. ZORLU PSM MAG. 23 O c a k - Ş u b a t Róisín Murphy Nasıl biliriz: Avangart, deneysel ve dans müziği yaklaşımlarını tek potada eriterek kendine has bir pop üreten İrlandalı müzisyen. Kısaca tanıyalım: 1990’lı yıllarda birçok hit şarkı yayınlayan Moloko’yla tanıdığımız Murphy, 2000’lerde solo kariyerine odaklandı ve etkileyici albümleriyle karşımıza çıktı. Bu yıl Play It Again Sam etiketiyle dördüncü stüdyo albümü Take Her Up To Monto’yu servis eden Róisín Murphy, uzun zamandır birlikte çalıştığı Eddie Stevens’ın prodüktörlüğünde yine heyecan verici şarkılarla dolu bir albüme imza attı. Enerjik canlı performanslarıyla daha önce de İstanbul’da sahne alan Murphy, geride kalan yılarda Royal T ve Hot Crooked gibi isimlerle düet yaptı. Nosaj Thing Clark Nina Kraviz Nasıl biliriz: Günümüzde tekno denince ilk akla gelen DJ ve prodüktörlerden biri. Kısaca tanıyalım: 2006 yılının Red Bull Music Academy katılımcılarından biri olan Rus DJ ve prodüktör Nina Kraviz, bir radyo istasyonu ve bir müzik fanzininde çalıştıktan sonra müzik üretimlerine başladı. İngiltere merkezli tekno ve house etiketi Rekids’ten ilk EP’sini 2009 yılında yayınlayan Kraviz, kısa sürede elektronik müzik sahnesinin en popüler isimlerinden biri haline geldi. Dünyanın dört bir yanında turneler yapan Kraviz, 2014 yılında Trip Records isimli bir plak şirketi kurdu. Söz konusu etiketin 2015 yılında yayınladığı ve tamamı Robert De Niro’dan ilham alan parçalardan oluşan derleme albüm De Niro Is Concerned, şiddetle tavsiye edilir. Floating Points Nasıl biliriz: Son yılların en heyecan verici prodüksiyonlarına imza atan Sam Shepherd’ın solo projesi. Kısaca tanıyalım: Manchester doğumlu müzisyen Sam Shepherd, klasik piyano eğitimini tamamladıktan sonra kısa süre içerisinde elektronik müzik alanındaki üretimlerine yoğunlaştı. 2009 yılında yayınladığı ilk EP’si Vacuum’la dikkatleri üzerine çekmeye başlayan Floating Points, Luaka Bop ve Pluto ortaklığıyla 2015 yılında ilk uzunçaları Elaenia’yı servis etti. Birçok farklı ilham kaynağının izlerini takip edebileceğiniz albüm, aynı yıl birçok müzik yayını tarafından yılın en iyi albümleri arasında gösterildi. Clark Nasıl biliriz: Prestijli plak şirketi Warp Records kataloğunun gediklisi, IDM ve electronica prodüktörü. Kısaca tanıyalım: İngiliz prodüktör Chris Clark, öğrencilik yıllarında bir öğretmeninin tavsiyesiyle kendine bir drum machine alarak elektronik müzikle ilgilenmeye başlamış. Genç yaşta yaptığı prodüksiyonlarıyla Warp Records’ın dikkatini çeken Clark, ilk uzunçaları Clarence Park’ı yayınladığında henüz 22 yaşındaydı. Sonrasındaki on beş yılda Warp Records kataloğunun en özel yayınları arasında yalan yedi albüm daha yayınlayan Clark, müziğinde her zaman farklı doğrultularda ilerlemeyi öncelik haline getirmiş bir prodüktör. HVOB HVOB Moderat Nasıl biliriz: Modeselektor ve Apparat’ın nefes kesen güç birliği. Kısaca tanıyalım: Elektronik müzik sahnesinin kendi alanlarında önemli çalışmalara imza atmış isimleri Modeselektor ve Apparat’ın ortak üretimlerini yayınladığı mahlası olan Moderat, günümüz müzik sahnesinin en önemli canlı performans ekiplerinden biri olarak kabul ediliyor. Üçlünün geçtiğimiz yıl yayınladığı ve baştan sona inanılmaz bir kurguyla ilerleyen; albüm üçlemesinin son halkası olan III, ekibin onlarca detay ve keşifle dolu müzikal birikiminin ne denli zengin olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Geçtiğimiz kasım ayında Zorlu PSM’de uzun süreler boyunca hafızalarda yer edecek bir performansa imza atan ekip, Sónar İstanbul’la arayı açmadan yeniden aramızda. Moderat 24-25 Mart tarihlerinde Zorlu PSM’nin dört sahnesini eşsiz bir müzik şölenine dönüştürecek olan Sónar İstanbul’un programından açıklanan ilk isimler, elektronik müzik alanında günümüzün en ilham verici işlerine imza atan prodüktör, DJ ve müzisyenler. İstanbul’da ilk kez düzenlenecek olan Sónar’ın programında yer alacak isimlere dair bilinmesi gerekenleri sizin için derledik. Floating Points Sónar İstanbul Nasıl biliriz: Avusturyalı elektronik pop ikilisi. Kısaca tanıyalım: 2012 yılında ilk kayıtlarını Soundcloud aracılığıyla servis eden Viyanalı ikili HVOB (Her Voice Over Boys), ilk olarak Stil Von Talent plak şirketinin sahibi Oliver Koletzki’nin radarına girdi. Buradan ilk resmi yayınlarını yapan HVOB, sonraki dönemde Avrupa’nın prestijli festivallerinde sahne almaya başladı. Kendilerine has minimal elektronik yaklaşımını eşine az rastlanır bir melankoli dozuyla harmanlayan HVOB’un 2013 ve 2015 yıllarında yayınlanan iki uzunçaları da belli konseptler dahilinde çeşitli işbirlikleriyle kurgulanmış albümler. ZORLU PSM MAG. 25 O c a k - Ş u b a t Prins Thomas Nasıl biliriz: Space Disco akımının en dikkat çekici temsilcilerinden biri. Kısaca tanıyalım: Norveçli prodüktör Thomas Moen Hermansen’in dinleyicilerini anında dans pistindeymiş gibi hissettiren parçalara imza attığı projesi Prins Thomas; electro, progresif rock, krautrock gibi türlerden izler taşıyan Space Disco akımının en üretken isimlerinden biri. Lana Del Rey, Bryan Ferry ve Junior Boys gibi isimler için şahane remikslere imza atan Prins Thomas, aynı zamanda Norveç’in bir diğer ünlü prodüktörü Lindstrøm’la güç birliklerini de sürdürüyor. Honne Kode9 Honne Nasıl biliriz: Nefis synthesizer dokunuşlarıyla karakteristik bir elektronik soul. Kısaca tanıyalım: Andy Clutterbuck ve James Hatcher’ın Honne ismiyle yolculuğu, henüz iki yıl önce Super Recordings etiketiyle yayınladıkları EP ile başladı. 2015 yılında kendi plak şirketleri Tatemae’yi hayata geçiren Honne, geçtiğimiz yıl Warm On A Cold Night isimli ilk uzunçalarını da bu etiketle servis etti. Stüdyoda iki kişi olarak yarattıkları derinlikli ve sürükleyici atmosferi kalabalık bir orkestra eşliğinde sahneye taşıyan Honne, geride kalan iki yıl içerisinde Avrupa’da birçok festivalde sahne aldı. Nasıl biliriz: Hip hop ve elektronik müzik harmanına özgün bir yaklaşım getiren prodüktör. Kısaca tanıyalım: Los Angeles’ta yaşayan prodüktör Jason Chung, şimdiye dek Nosaj Thing adıyla yayınladığı üç albümü ve yaptığı muhteşem remiksleriyle son yıllarda hip hop etkileşimli elektronik müzik sahnesinin en şahsına münhasır isimlerinden biri oldu. Müziğinde dokusal bir yaklaşımı ve akıcı şarkı yapılarına yer veren Nosaj Thing, bugüne dek birçok farklı ülkedeki Sónar Festivallerinde de sahne aldı. Nosaj Thing’in bugüne dek Chance The Rapper, Kid Cudi ve Kendrick Lamar gibi isimlerin albümlerine prodüktör olarak konuk oldu ve HEALTH, Blonde Redhead, Charlotte Gainsbourg ve Philip Glass gibi farklı disiplinlerden müzisyen ve gruplar için remikslere imza attı. Matias Aguayo Nasıl biliriz: Günümüz elektronik müzik sahnesinin dinleyicilerini şaşırtmayı alışkanlık haline getirmiş prodüktör ve DJ’lerinden biri. Kısaca tanıyalım: Şilili müzisyen Matias Aguayo’nun müzikal yolculuğunu takip etmek, elektronik müziğin birçok farklı alt dalıyla tanışmanıza vesile olabilir. Almanya’ya taşındıktan sonra buradaki tekno ve house müzik sahnelerinde aktif olan Aguayo, bugüne dek Kompakt, Soul Jazz ve Cómeme gibi farklı disiplinlerden plak şirketleriyle birçok albüm, single ve EP yayınladı. Prodüksiyonunda ağırlıklı olarak kendi sesini kullandığı Ay Ay Ay ve dünyanın dört bir yanında gerçekleştirdiği Bumbumbox isimli sokak partilerinin bir yansıması olan The Visitor albümleri, Matias Aguayo’nun müzikal dünyasının ne denli sınırsız olduğunu gözler önüne serecektir. Matias Aguayo Nasıl biliriz: İlham verici müzik etiketi Hyperdub’ın kurucusu ve dubstep sahnesinin öncülerinden biri. Kısaca tanıyalım: Özellikle The Spaceape eşliğinde yayınladığı kayıtlarıyla dubstep türünün en zihin açıcı prodüksiyonlarına imza atan Kode9, elektronik müzik sahnesinin yaşayan efsaneleri arasında bulunuyor. Glasgow doğumlu müzisyen Steve Goodman’ın solo projesi olan Kode9, son albümünü 2015 yılında kurucusu olduğu Hyperdub etiketiyle yayınladı. Hyperdub kataloğunda The Bug, Laurel Halo, Mark Pritchard ve Dean Blunt gibi günümüzün en etkileyici elektronik müzik icracıları ve prodüktörlerinin yer aldığını da hatırlatalım. Nosaj Thing Prins Thomas Kode9 Yerli konuklar Sónar İstanbul’un etkileyici programı birbirinden yetenekli yerli isimlere de yer veriyor. Minimal techno ve house’un gözde DJ’i Vildan Gündüz, dinleyiciye kesintisiz iyi müzik deneyimi yaşatacağı garanti olan Style-ist, indie ve nu-disco setleriyle tanınan Büber, techno ve electronica’ya ağırlık veren Villette, experimental, abstract ve IDM setleriyle tanınan Fasitdaire, RBMA mezunu prodüktörler İpek Görgün ve Biblo’nun işbirliği, Türkiye’nin en deneyimli ve donanımlı DJ’lerinden Mabbas, minimal-synth ve lo-fi estetiğiyle işlenmiş parçalara görsel bir şovla hayat veren Seretan, İstanbul’un öncü DJ’leri Fuchs ve Cervus’un uzun süredir devam eden ortaklığı ve aksak ve kendinden emin bir sete imza atacak Doğu Orcan, Sónar İstanbul sahnesinde izleyiciyle buluşacak. ZORLU PSM MAG. 27 O c a k - Ş u b a t Müzik kariyerine farklı gruplarda yer alarak başlayan Justin Greaves, Crippled Black Phoenix’i yakın arkadaşı ve Mogwai grubunun basçısı Dominic Aitchison’ın teşvikiyle kurdu. Multi-enstrümentalist Justin Greaves kendi grubunu kurmadan önce Electric Wizard, Iron Monkey ve Teeth of Lions Rule the Divine gibi doom ve sludge metal gruplarında baterist olarak yer aldı. Aynı kurucusu gibi üyeleri de pek çok farklı grupta yer almış olan Crippled Black Phoenix seneler içinde kadrosunda pek çok farklı isme yer verdi. Özellikle kuruluş aşamasında hemen hemen tüm üyelerin başka gruplarda aktif olarak yer aldığı Crippled Black Phoenix, zorlu geçen ilk zamanlara rağmen beraber kalmayı ve farklı müzik geçmişlerini bir araya getirerek kendilerine has bir tarz yaratmayı başardı. Justin Greaves’in Crippled Black Phoenix’i kurarken hayal ettiği müzik ve sık sık değişip gelişen bir kadronun getirdiği çok yönlülük grubun müzik türüne dair pek çok yakıştırmaya neden oldu. Stoner-prog, freak-folk ve psydhelicdoom gibi geniş bir yelpazeye yayılan bu yakıştırmaların ortak noktası ise grubun farklı türlere yayılan albümlerinin hepsinde hissedilen karanlık ve karamsar, melankolik ton. Özellikle canlı performanslarının dinamikliği ile bilinen ve sahnede olmaya ayrı bir önem veren grup, en az altı kişilik kalabalık kadrosuyla Alba Iulia Kalesi gibi görkemli mekânlarda konser verdi. Crippled Black Phoenix bazı konserlerinde modern enstrümanlarla Victorya Dönemi’nden enstrümanları bir araya getirerek oluşturduğu atmosferik, deneysel performanslara da imza atıyor. 03 *Crippled Black Phoenix, 27 Ocak’ta Zorlu PSM Studio’da. bilmedikleriniz CRIPPLED BL ACK PHOENIX 01 2014’de grubun kurucusu Justin Greaves ve eski gitaristi Karl Demata arasında çıkan, grubun isim hakkına dair iddia çatışması 2015’in ikinci yarısında Greaves’in lehine sonuçlandı. Davanın sonuçlanmasını takiben Greaves’in yeni bir kadroyla topladığı Crippled Black Phoenix stüdyoya kapandı ve geçtiğimiz Kasım ayında Fransız metal plak şirketi Season of Mist etiketiyle son albümü Bronze’u yayınladı. 05 02 04 Justin Greaves, Crippled Black Phoenix’in doğuşundan bu yana aslında evrilen, ilham alan ve kendini geliştiren bir proje olduğunu dile getiriyor. Greaves sürekli değişen kadrosu ve eklektik yapısıyla, Crippled Black Phoenix’in canlı performansın zorlukları düşünülmeden bestelenmiş müziğinin sahnede çalınmasının getirdiği sürekli yeniden öğrenme deneyimini grubun merkezine koyuyor. 06 Gecenin açılışını, ilk albümü Kimsenin Ruhu Duymaz’ı 2014’te yayınlayan, devamında Türkçe Sözlü Ağır Müzik EP’si ve Durdurma Kendini single’ı ile başarısını devam ettiren Eskiz yapıyor. Türkiye alternatif rock sahnesinin konuşulan gruplarından Eskiz, Mimar Sinan Güzel Sanatlar fakültesinden sınıf arkadaşları Deniz Ağan ve Sedat Girgin ile ikiliye daha sonra katılan Can Tunaboylu’dan oluşuyor. 07 ZORLU PSM MAG. 29 O c a k - Ş u b a t Geoff Barrow Crippled Black Phoenix yolculuğundan JUSTIN GREAVES’İN EŞLİKÇİLERİ Yazı Cem Kayıran 27 Ocak gecesi Zorlu PSM’nin Studio sahnesinde Eskiz’le birlikte sahne alacak olan Crippled Black Phoenix’in geçmişine kısa doğru kısa bir yolculuğa çıkıyor ve daha önce ekibin kadrosunda yer almış beş etkileyici müzisyeni hatırlıyoruz. Daha önce Electric Wizard, Gonga ve Iron Monkey gibi gruplarla üretimler yapan İngiliz müzisyen Justin Greaves’in temelleri 2000’lerin başlarında atılan projesi Crippled Black Phoenix, progresif rock ve post rock gibi etkileşimleri özgün bir şekilde kesiştiriyor. İlk olarak 2006 yılında Invada Records etiketiyle bir single yayınlayan Crippled Black Phoenix, geride kalan on yıla onlarca albüm, EP ve single sığdırmayı başardı. Justin Greaves’in tek başına çıktığı bu yolculukta, Crippled Black Phoenix’in hemen hemen her albümünde farklı bir kadroyla karşılaştık. Şu ana dek herhangi bir Crippled Black Phoenix albümünde yer almış müzisyen sayısı otuzu geçiyor. Belki de bu detay, grubun her döneminde farklı yönlere doğru eğilme tavrını da beraberinde getiriyor. 27 Ocak gecesi Zorlu PSM Studio'da Eskiz’le birlikte sahne alacak olan Crippled Black Phoenix’in geçmişine doğru kısa bir yolculuğa çıkıyor ve daha önce ekibin kadrosunda yer almış beş etkileyici müzisyeni hatırlıyoruz. Portishead ve Beak> gibi gruplarının yanı sıra son dönemde Ben Salisbury eşliğinde film ve diziler için yaptığı müziklerle de gündemde olan Geoff Barrow’un Crippled Black Phoenix’le yolunun kesişmesinde kurucusu olduğu plak şirketi Invada’nın rolü büyük. Grubun birçok albüm ve single’ını Invada etiketiyle yayınlayan Barrow, ayrıca bu dönemde grubun birçok prova ve kaydına da State of Art ismini verdiği stüdyosunda ev sahipliği yapıyordu. Albümlerde ismi müzisyenler arasında anılmasa da Barrow, Crippled Black Phoenix çalışmalarında birçok farklı görevde yer aldı. Geoff Barrow Dominic Aitchison Dominic Aitchison Mogwai basçısı Dominic Aitchison, 2004 yılında Justin Greaves’le birlikte Crippled Black Phoenix’in kurulmasında rol sahibi olan müzisyenlerden biri. Greaves’in yaptığı solo kayıtları dinledikten sonra bunları yeni bir projede değerlendirmesi yönünde İngiliz müzisyeni ikna eden Aitchison, grubun 2011’e dek yayınladığı tüm albümlerde de yer aldı. Justin Greaves, 2009 yılında verdiği bir röportajında grubun post rock kökeninin Dominic Aitchison’ın varlığına bağlanabileceğini dile getirmişti. Niall Hone 2015 yılında grubun Avrupa’da gerçekleştirdiği turne için özel olarak Fransa merkezli plak şirketi Season of Mist aracılğııyla yayınlanan New Dark Age isimli EP, iki yeni Crippled Black Phoenix şarkısıyla birlikte Pink Floyd parçaları “Echoes” ve “Childhoods End”in grup tarafından yapılmış bir hayli uzun cover’larını da barındırıyordu. Söz konusu EP’yi özel kılan bir başka detay da Mandragora ve Tribe of Cro gibi 1990’larda sona ermiş projeleriyle ve 2008’den beri üyesi olduğu kült grup Hawkwind’le tanınan Niall Hone’un ekibe eşlik etmiş olmasıydı. ZORLU PSM MAG. 31 O c a k - Ş u b a t Brokeback National Geographic ve BBC’nin çeşitli yapımları için yaptığı bestelerle tanınan, Bristol’da yaşayan Joe Volk da bir dönem Crippled Black Phoenix üyesi olmuş müzisyenlerden. Solo kayıtlarını yine Invada Records’tan servis eden Volk, bu kayıtlarında bir diğer Portishead üyesi Adrian Utley ve Ben Salisbury’yle birlikte çalıştı. Crippled Black Phoenix’te bir dönem vokalist olarak yer alan Joe Volk, Justin Greaves’in bir diğer grubu olan Gonga’nın da kurucularından biri. Tortoise üyesi Doug McCombs’un 1990’ların ortalarında altı telli bas gitarıyla solo performanslar sergileyerek başladığı projesi Brokeback, geride kalan yirmi yılı aşkın sürede belli aralıklarla kabuk değiştirmeyi sürdürdü. Solo kayıtlarının ardından aralarında bir başka Tortoise üyesi John McEntire, Stereolab’den Mary Hansen ve Chicago Underground Duo’dan Rob Mazurek’in de bulunduğu birçok müzisyenle birlikte farklı formatlarda Brokeback albümleri servis eden McCombs, 2010 yılında bu projesi için yeni bir düzene geçmeye karar verdi. Sekiz yılın ardından stüdyoya geri dönen Brokeback ekibinde bu kez McCombs’la birlikte Head of Skulls! üyeleri Chris Hansen ve Pete Croke’la beraber Tweedy ve Steve Gunn’la çalan James Elkington yer almıştı. Ekip önümüzdeki yıl, yazıda bahsi geçen birçok grubun da plak şirketi olan Thrill Jockey etiketiyle yeni bir albüm yayınlayacak. Illinois River Valley Blues ismini taşıyan yeni Brokeback albümünde de karşımıza yeni isimler çıkacak. The Eternals üyesi Areif Sless-Kitain, Brokeback’in yeni davulcusu olurken, çeşitli parçalarda da The Pauline Hallers’dan Amalea Tshilds’in vokallerini duyacağız. Team Brick ismiyle yayınladığı solo albümlerinin yanı sıra bu yıla kadar Beak>’te synth ve gitarlardan sorumlu olan Matt Williams, üç yıl boyunca Crippled Black Phoenix ekibinde de yer aldı. İlk olarak 2009 yılında, grubun ikinci albümü 200 Tons of Bad Luck’ta karşılaştığımız Matt Williams, 2011 yılının ardından gruptan ayrıldı. Geçtiğimiz yıl Gnar Hest isimli projesiyle bir albümle çıkagelen Matt Williams, solo projelerine yoğunlaşmak üzere Beak>’ten de ayrıldı. Josh Homme Matt Williams Joe Volk Joe Volk Brokeback BUNU SEVEN, ŞUNU DA SEVDİ Tıpkı Crippled Black Phoenix’in Bristol ve Invada Records ekseninde birçok farklı müzisyenin yollarının kesiştiği bir proje olması gibi, günümüzde farklı müzik sahnelerinde çok sayıda benzer oluşuma rastlamak elbette mümkün. Justin Greaves’e benzer metotla ama farklı müzikal yaklaşımlarıyla hayata geçmiş iki proje önerimize buyurun. The Desert Sessions Queens Of The Stone Age’in lideri Josh Homme’un sayısız yan projesinden biri olan The Desert Sessions, Palm Desert müzik sahnesinin çeşitli önemli figürlerinin yanı sıra Amerikalı müzisyenin stüdyosuna davet edip kayıtlar yaptığı birçok farklı konuğu da barındırıyor. 1997-2003 aralığında on farklı konsept albüm yayınlayan The Desert Sessions, çiğ prodüksiyonlar ve genellikle içinde çeşitli oyunlar barındıran şarkı yapılarıyla öne çıkıyor. Joshua Tree’deki ünlü Rancho De La Luna stüdyosunun kayıtlarına ev sahipliği yaptığı The Desert Sessions’ın albümlerinde karşımıza çıkan müzisyenlerin listesi bir hayli kabarık: PJ Harvey, Brant Björk, Mark Lanegan, Josh Freese, Dean Ween, Alain Johannes, Jeordie White, Jesse Hughes, Samantha Maloney, Chris Goss ve dahası! ZORLU PSM MAG. 33 O c a k - Ş u b a t *Movies In Concert: Amadeus Live, 24 Şubat ve 25 Şubat tarihlerinde Zorlu PSM Ana Tiyatro’da. AMADEUS LIVE bilmedikleriniz Amadeus filminin en iyi klasik albüm dalında Grammy kazanan müziklerinin koordinatörlüğünü ve albümün yapımını üstlenen John Strauss’un filmde bir orkestra şefi olarak ufak bir rolü de var. Milos Forman’ın Ragtime, Valmont ve Hair filmlerinin müzik koordinatörlüğünü de üstelen John Strauss ayrıca The Blues Brothers gibi klasikler ve Woody Allen’ın Bananas, Everything You Always Wanted To Know About Sex*But Were Afraid To Ask gibi erken dönem filmlerine yaptığı müziklerle de tanınıyor. Amadeus filminin tüm sahneleri doğal ışık ile çekildi. Kesinlikle yapay ışık kullanılmayan setlerde bazı sahnelerde gereken ışık ayarlarını yapabilmek için çekimlerin yapıldığı mekânların pencereleri dışarıdan aydınger kâğıdıyla kaplandı. Amadeus hem en iyi oyun dalında Tony, hem de en iyi film dalında Oscar kazanarak tarihe geçen dört yapımdan bir tanesi. Bu iki prestijli ödüle birden sahip olan diğer üç ölümsüz eser ise My Fair Lady (1964), The Sound of Music (1965) ve A Man for All Seasons (1966). Mozart rolü için ilk başta İrlandalı aktör Kenneth Branagh düşünülse de yönetmen Miloš Forman daha sonra başroller için Amerikalı aktörlerle çalışmaya karar verdi. Mozart rolü için kast denemelerine katılanlar arasında Mel Gibson, Mick Jagger, Sam Waterson ve Tim Curry gibi ünlüler var. Ayrıca müzikal dünyasının efsane ismi Andrew Lloyd Webber’in 2006’da verdiği bir röportajda Mozart rolünün kendisine de teklif edildiği ancak reddettiği yönünde bir beyanı da bulunuyor. 01 04 Orijinali bir oyun olan Amadeus ilk defa 1979’da West End’de, 17 Aralık 1980’de ise Broadway’de perde açtı. Tam bin 181 defa sahnelenen Broadway yapımının başrollerini ise günümüzde en çok Yüzüklerin Efendisi serisinin Gandalf ’ı olarak hatırlanan Ian McKellen ve Rocky Horror Picture Show’un unutulmaz Dr. Frank-N-Furter’ı Tim Curry paylaşıyordu. Film için ilki 1984’de, diğer ikisi 1991’de olmak üzere üç farklı soundtrack yayınlandı. Sir Neville Marriner şefliğinde Academy of St Martin in the Fields Orkestra’sının kaydettiği soundtrack, Avustralya, Fransa, İtalya, İsveç, İngiltere ve Kuzey Amerika’da pop listelerine giren ilk klasik albüm olma özelliğini de taşıyor. 03 02 05 06 Başrolde izlediğimiz Tom Hulce, filmden önce gitar çalmayı bilse de piyanoya tamamen yabancıymış. Yönetmen Miloš Forman’ın piyano çalmayı öğrenmesini tavsiye etmesi üzerine Hulce, altı ay boyunca her gün altı saat piyano çalışarak filmde kullanılan tüm Mozart senfonilerini (mükemmel şekilde olmasa da) öğrenmiş. 07 ZORLU PSM MAG. 35 O c a k - Ş u b a t 2017'de açılışı 24-25 Şubat tarihlerinde Amadeus Live ile yapan Movies In Concert serisi, 22-23 Nisan’da Aliens Live ve 20-21 Mayıs’ta The Lord Of The Rings in Concert - The Two Towers ile görkemli coşkuyu sürdürüyor. Farinelli müzik beyazperdede BEŞ EFSANE MÜZİK FİLMİ Yazı Yetkin Nural Movies in Concert serisinin 2017 açılışını yapacak olan ve tüm zamanların en iyi müzik filmlerinden biri kabul edilen Amadeus Live öncesi sinema tarihinden beş diğer kült müzik filmine kısaca göz atıyoruz. The Blues Brothers Özellikle Michael Jackson ile yaptığı işbirlikleriyle bilinen, Jackson’ın ünlü “Thriller” parçasının videosunun altında da imzası olan yönetmen John Landis’in 1980 yapımı kült filmi The Blues Brothers, tüm dünyada blues ve soul müziklerin tanınması ve sevilmesinde önemli bir yeri olan, zamanın ötesinde klasiklerden bir tanesi. Aslen ünlü Amerikan televizyon komedi şovu Saturday Night Live’da, John Belushi ve Dan Aykroyd’in yazdığı ve oynadığı 1978 yapımı bir komedi skecinde ortaya çıkan blues müzisyeni kardeşler, skecin ülkede topladığı büyük beğeni nedeniyle kısa zamanda gerçek bir gruba dönüştü ve önce Briefcase Full of Blues isimli bir albüm, iki sene sonrasında ise The Blues Brothers film uyarlaması ortaya çıktı. Saturday Night Live skeçlerinden uyarlanan filmler arasında dünya gişesinde en büyük başarıya sahip ikinci film olan (bu anlamda en büyük hasılat rekoru 1992’de çekilen bir diğer kült film Wayne’s World ’e ait) The Blues Brothers sayesinde tüm dünyada tanınan siyah takım, gözlük, ayakkabı siluetli kardeşler “Joliet” Jake ve Elwood Blues’un Chicago’yu merkezine alan maceraları ve bu maceralara eşlik eden; Aretha Franklin, James Brown, Ray Charles, John Lee Hooker gibi sayısız efsanenin icra ettiği blues, soul and R&B tarzlarındaki unutulmaz müzikler filmin kült statüsüne ulaşmasında şüphesiz en büyük etken oldu. Pink Floyd - The Wall Pek çoğu tarafından dünyanın en büyük rock grubu olarak atfedilen Pink Floyd’un 1979 çıkışlı The Wall albümünün üzerine inşa edilen, animasyonlu müzikal film Pink Floyd - The Wall, özellikle 1990’lar kuşağının unutamadığı klasiklerden bir tanesi. The Wall albümünün çıkışından önce dahi albümün bir filme dönüşmesini planlayan Roger Waters, filmin kökeninde yatan motivasyonun grubun ün kazanmasıyla beraber grupla hayranları ve müzik endüstrisi arasında oluşan yabancılaşmayı işaret ediyor. Floyd “Pink” Pinkerton isimli, deliliğin etrafında dolaşan bir rock yıldızının hayatındaki buhranlar nedeniyle etrafına metaforik ve zaman zaman fiziksel bir duvar örmesini konu alan filmin senaryosunu grubun basçı ve vokalisti Roger Waters üstlenirken, yönetmen koltuğunda ise Birdy, Evita, Missisipi Burning, Fame gibi pek çok ünlü filme imza atmış ödüllü yönetmen Alan Parker oturuyor. Filmin ön plana çıkan ünlü animasyonları ise politik karikatürleri ve The New York Times gibi prestijli mecralarda yayınlanan illüstrasyonlarıyla bilinen George Scarfe tarafından yaratılmış. Buena Vista Social Club 1940 ve 1950’lerde Küba’nın başkenti Havana’da yer alan, sadece üyelerin girebildiği özel bir kulüp olan Buena Vista Social Club, mekânda düzenlenen dans ve müzik etkinlikleri nedeniyle dönemin müzisyenleri için popüler bir buluşma adresi ve bu adreste üretilen müzikler nedeniyle Küba müziğinin gayri-resmi bir temsilcisi haline geldi. 1990’da müzisyen gitarist Ry Cooder’ın önderliğinde bir araya gelen, büyük çoğunluğu zamanında Buena Vista Social Club’ın bir üyesi olan Kübalı müzisyenlerin ürettiği müzikler 1997’de bir albüm olarak yayınlandı ve 1999’da ise bu albümün yaratılış sürecine dair tüm dünyadan alkış toplayan bir belgesel-film vizyona girdi. Albümün yapımcılığını da üstenen Ry Cooder’ın yakın arkadaşı, ünlü Alman yönetmen Wim Wenders’ın yönetmenliğini yaptığı film, pek çoğu 90 yaşın üzerinde olan, unutulmuş Ibrahim Ferrer, Compay Segundo, Rubén González ve Elíades Ochoa gibi değerli müzisyenlerin kariyerlerinin canlanmasına ve Küba müziğinin popülerleşmesine büyük katkı sağladı. ZORLU PSM MAG. 37 O c a k - Ş u b a t Shine Avustralyalı piyanist David Helfgott’un müzik kariyerinin erken yıllarını beyazperdeye taşıyan bu biyografik film, aktör Geoffrey Rush’ın Oscar ödüllü performansıyla hafızalarda unutulmayacak bir yere sahip. Helfgott’un Londra’nın prestijli müzik okulu Royal College of Music’de burs kazanması ve sonrasında Londra’da katılacağı bir konçerto yarışması için seçtiği Rachmaninov’un zorlayıcı 3. konçertosunu çalmaya hazırlandığı süreçte giderek kötüleşen akıl sağlığını merkeze alan film, piyanistin akrabaları tarafından, özellikle Helfgrott’un babasıyla ilgili gerçekleri çarpıttığı yönünde eleştirilse de hem izleyici hem de kritikler tarafından övgüyle karşılanmıştı. Yönetmen Scott Hicks imzalı Shine, David Helfgott’un hayatını ne derece doğrulukla anlatıldığı tartışılan bir film olsa da özellikle klasik müziğin zorlayıcı disiplinini geniş kitlelere tanıtan bir eser olarak müzik filmleri tarihine ismini yazdırmayı başardı. Farinelli Listemizin bir diğer klasik müzik filmi olan Farinelli, 18. yüzyılın en büyük opera sanatçılarından biri kabul edilen İtalyan Carlo Broschi’nin müzik kariyerine, kardeşi besteci Riccardo Broschi ile olan ilişkisine ve hayatına odaklanıyor. Farinelli sahne ismiyle bilinen Carlo Broschi yaşadığı dönemde uygulanan ergenlik öncesinde hadım etme yöntemi sayesinde aslında bir kadın ses aralığı olan soprano sesleri çıkartabilmesiyle ünleniyor. Bu nedenle filmde Farinelli’yi canlandıran Stefano Dionisi diyalog sahnelerini kendi sesiyle çekse de opera sahnelerinde ses soprano Ewa MalasGodlewska ve kontrtenor Derek Lee Ragin’in ayrı ayrı kayıtlarının dijital ortamda birleştirilmesiyle üretilmiş. Belçikalı yönetmen Gérard Corbiau’nun imzasını taşıyan film her ne kadar Farinelli’nin hayatını konu alsa da hikâyenin büyük çoğunluğu daha ilgi çekici olması adına tamamen baştan yazılmış. Farinelli’nin hayatında aslında çok da büyük bir rolü olmayan kardeşinin başrolde olması, ikilinin seksüel maceraları ve besteci Handel ile olan atışmaları aslında gerçeklik payı olmayan, sanatsal lisans ile değiştirilmiş pek çok ayrıntıdan birkaçı. Özellikle muhteşem sahne dekorları, görkemli sinematografisi ve filmin tümüne yayılan müzikal ziyafet ile alkış toplayan film, İtalyan Operası’nı günümüzde popülerleştirmesiyle de takdir toplamıştı. ZORLU PSM MAG. 39 O c a k - Ş u b a t İşte böyle dönemlerde sanat, diğer dönemlerdekinden biraz daha değerli sanırım. Hayal kurabilmek, umut edebilmek, hatta hayatta kalmak için geçerli bir sebep bulabilmek adına... Benim hayata tutunma yöntemlerimden biri de bu; kendi kâinatımda hayal kurmak, üretmek, başka olasılıklara inanmak, yazıp çizmek, iyi bir ihtimalle kendimi ve insanları biraz “genişletmek”. Sevdiğim müzisyenlere, ressamlara, yönetmenlere, yazarlara, şairlere sarılmak, onların ürettikleriyle güç bulmak, mutlu olmak. intergalaktik assolist GAYE SU AKYOL Röportaj Yetkin Nural Foto: Çağlar Kanzık Geçtiğimiz kasım ayında ikinci albümü Hologram İmparatorluğu’nu yayınlayan Gaye Su Akyol, ilki 17 Şubat'ta Zorlu PSM sahnesinde gerçekleşecek Hayal Gazinosu isimli özel bir konser serisine hazırlanıyor. Gaye ile yeni albümü, bu özel konseri ve 2017’yi konuştuk. 2014’de yayınlanan Develerle Yaşıyorum albümünü takiben yoğun bir konser programıyla geçen bir yıl ve hemen arkasından geçtiğimiz kasım ayında piyasaya çıkan Hologram İmparatorluğu ile sektirmeden üretmeye ve çalmaya devam ediyorsun. 2014-2016 ülkenin en zorlu ve karanlık dönemlerini de işaretliyor. Böyle bir süreçte üretmek ve paylaşmak senin için ne ifade ediyor? Garip dönemlerden geçiyoruz. Savaş, terör, katliam gibi olaylar; medya ve devletler tarafından sıradan hale getirilmeye çalışılıyor. İnternetten, gazetelerden, televizyon kanallarından kasti olarak depresif, çaresiz fikirler pompalanıyor, her gün muazzam bir vahşet ve mutsuzluk bombardımanına tutuluyoruz. Şiddeti paylaşmak konusunda ne kadar cömertsek, sevgiyi paylaşırken de o kadar korkak ve çekingen insanlara dönüştük. sevdim. Bu sebeple, on küsur sene önce yaptığım müziklere bakacak olsak, aynı ruh birliğini görmemiz mümkün. Ruhi Su’nun nefis bir şiarı vardır; “Yerelden ulusala, ulusaldan evrensele” diye... Müziğimde bu fikir her dem mevcut. Dolayısıyla her iki albümde de o izleri yakalamak mümkün. Develerle Yaşıyorum bize sözlerini ilk dinleyişte ezberleten, ilk konserden itibaren bir ağızdan söylediğimiz bir albümdü. Hologram İmparatorluğu da aynı birliktelik hissini dinleyicilere anında aşıladı, sözler ve melodiler hemen içselleştirildi, lansman konserindeki izleyici korosu bunun kanıtıydı. Senin parçalarının sevenlerine bu derece hızla nüfuz etmesinin ve yakalamasının altında ne gibi etkenler yatıyor, hiç bu konuda düşündün mü? Sevgi... Sanırım cevap bu. Kendimden de çok iyi hatırladığım bir alışkanlık bu; çok sevdiğim müzisyenlerin albümü çıkar çıkmaz hemen koşar alır, bir iki güne de bütün şarkılarını ezberlemiş olurdum. İlk konserlerinde o şarkıları grupla birlikte söylemek o kadar eşsiz bir duygu ki, sevgi dışında başka hiçbir şey yaptıramaz bunu. “Birileri benim için duygularımı alıp muhteşem müziklere dönüştürmüş” hissi... Ne mutlu ki bunu şimdi dinleyenlerle birlikte yaşıyoruz! Teknik kısma gelecek olursak; ilk albüm Develerle Yaşıyorum müzikal olarak daha sade bir formdaydı, daha kısa bir zamanda ve çoğunlukla ev stüdyosunda kaydedildi. Hologram İmparatorluğu’nda daha zengin enstrümasyon ve düzenlemeler var. Daha kalabalık bir ekiple çalıştık, gitar, bas, davul üçlüsünün yanına daha yoğun biçimde ud, keman, yaylı takımı, üflemeliler ekledik. 11 şarkının sözü ve müziği bana ait, “Hologram” parçası Ali Güçlü Şimşek bestesi, “Mona Lisa” parçasında babam Muzaffer Akyol’un sözleri var. Klasik Türk Müziği gamları ve makamları, Türk Halk Müziği’nin izleri ve yanısıra etkilendiğim batı müziği dokuları var. Hologram İmparatorluğu burada ve yurtdışında muazzam bir başarıyla ilerlemekte. Albümdeki şarkılar, prodüksiyonu, kapağı, klip çalışmaları derken iki albümünün arasında sen nasıl benzerlikler ve farklılıklar görüyorsun, albümler arasındaki süre müziğine ve sana nasıl değişiklikler getirdi? En büyük ortaklık şu; Hem Develerle Yaşıyorum’da, hem Hologram İmparatorluğu’nda, hem de bu albümlerden önce yaptığım müziklerde, içinde yaşadığım kültürün, yıllardan beri dinlediğim müziklerin, etkilendiğim insanların, fikirlerin bende bıraktığı izler var. İlk gençlik yıllarımdan beri, hep kendi müziğimin peşinde oldum. Bilinçaltımı, içinde yaşadığım kültürü, etkilendiğim şeyleri takip etmeyi, o yönde araştırmalar yapmayı İlk albümden farklı olarak, Hologram İmparatorluğu Glitterbeat Records tarafından basıldı ve tüm dünyaya dağıtıldı. Albümün prodüksiyonunu, prodüktörlüğünü ve düzenlemelerini Ali Güçlü Şimşek’le birlikte yaptık. Türkiye’de kendi plak şirketimizi kurduk ve dağıtımını üstlendik. Biraz fazlaca sorumluluk aldık belki ama en azından büyük ve kapitalist şirketlerle bir alıp vereceğimiz yok. Bu da hiçbir şeye değişilmeyecek bir kafa konforu ve özgürlük! ZORLU PSM MAG. 41 O c a k - Ş u b a t Develerle Yaşıyorum, Olmadı Kaçarız etiketiyle çıkmıştı. Hologram İmparatorluğu ise Türkiye’de kendi kurduğunuz Dunganga Records etiketiyle, dünyada ise Glitterbeat Records etiketiyle piyasaya çıktı. Yurt içinde Dunganga Records’un 2017 planlarını, yurtdışında ise Hologram İmparatorluğu’nun maceralarını merak ediyoruz, görünürde neler var? Dunganga Records’u kurduk. Öncelikli plan, kendi ürettiğimiz müzikleri basmak. İlk bastığımız albüm Hologram İmparatorluğu oldu, diğeri 2017 başında yayımlanacak olan ikinci Bubituzak albümü Boyutlar. Yine 2017 içinde sürpriz iki yeni albüm hayalimiz var, içeriğini önümüzdeki aylarda paylaşacağız. Hologram İmparatorluğu’nun yurtdışı macerası ise albüm çıkalı bir ay olmasına rağmen şimdiden çok heyecan verici. Plaklar ve CD’ler tüm dünyaya dağıtılmış durumda. Japonya, İngiltere, Filipinler gibi farklı coğrafyalardan heyecan dolu mesajlar alıyoruz. Netleşen Avrupa konserleri ve adını önümüzdeki aylarda açıklayacağımız büyük bir festival de yeni havadisler arasında. 2017 açılış konserlerinden bir tanesi de Zorlu PSM’de gerçekleşecek, “Hayal Gazinosu” isimli özel bir performans olacak. Hayal Gazinosu’ndan biraz bahsedebilir misin, dinleyiciyi neler bekliyor? Açıkçası, son dönemlerde beni en çok heyecanlandıran şeylerden biri, ilkini Zorlu PSM’de sahneleyeceğimiz “Hayal Gazinosu”... “Hayal Gazinosu”; her şeyin mümkün olduğu, gerçeküstü, retro fütüristik, hayalî bir gazino. Yakın bir gelecekteyiz, fezadayız, musiki dinlemeye gitmişiz. Muhtemelen Luis Bunuel de orada, Müzeyyen Senar da Jodorowsky de, Zeki Müren de... “Develerle Yaşıyorum Tophane Rıhtım Stüdyosu” video serisinde de harika işler çıkaran Antilop ekibiyle yine birlikteyiz; özel bir orkestra, ışık ve dekor eşliğinde, hem Develerle Yaşıyorum ve Hologram İmparatorluğu şarkılarının, hem de çalmaktan büyük haz duyduğumuz kimi Klasik Türk Müziği, Türk Halk Müziği ve Anadolu Pop eserlerinin olduğu, gerisi sürpriz bir rüya diyelim şimdilik... Geçtiğimiz seneden aklında kalan güzellikleri sorsak... Yeni keşfettiğin müzikler, bayıldığın konserler, aklından çıkmayan kitaplar oldu mu geçen sene? Sene boyu 1960 ve 1970’ler İran’ından folk, funk, psikedelik esintiler taşıyan toplama albüm Pomegranades’i çok dinledim. Avustralya menşeili King Gizzard & The Lizard Wizard grubunu takip ediyorum, muhteşemler. The Wytches de 2016’nın keşiflerinden biri benim için, hem çok karanlık, hem kirli; bu dönem tam ihtiyacım olan müzik. Türkiye’den Selim Saraçoğlu’nun albümünü sevdim. Barlas Tan Özemek konserlerine gittim, Palmiyeler’i dinledim. Kitap, Bob Dylan’ın Highway 61 Revisited. Die Antwoord konseri baya iyiydi. Fotoğraflar: Ali Güçlü Şimşek Hologram İmparatorluğu’nun ardında yoğun bir ekibin çalıştığını ve kalabalık hallerde, sevdiklerinle, dostlarınla üretmeyi sevdiğini biliyoruz. Peki albümdeki şarkıların yazım aşamasıyla ilgili neler söyleyebilirsin? Yüklü lirikler genelde nasıl anlar ve ortamlarda ortaya çıktı? Ya da belki en akılda kalan birinin paylaşmak istediğin bir hikâyesi var mıydı? Belli bir formülü, kuralı yok. Uzaktan çok kalabalık takılıyoruz gibi görünse de gün içinde yalnız kalacak çok vaktim oluyor, başka türlü hayatta kalmam mümkün değil. Her an her yerde aklıma gelenleri not ederim. Yanımda mümkün olduğunca defter, kalem taşımaya çalışıyorum. Kafam genelde fikirlerle, kelimelerle, duygularla meşguldür. Gün içinde, pek beklenmedik anlarda aklıma gelen cümleleri, aforizmaları yazarım ve olaylar gelişir. “Yakın bir gelecekteyiz, fezadayız, musiki dinlemeye gitmişiz. Muhtemelen Luis Bunuel de orada, Müzeyyen Senar da Jodorowsky de, Zeki Müren de...” 2016 ikinci albümün çıkışını gördü, 2017 neler görecek? Planlar, süprizler, ufak ipuçları... Paylaşabileceğin, çıtlatabileceğin haberler, yeni yıla dair hayallerin var mı? Ocak ayı içinde, Hologram İmparatorluğu albüm sürecini belgeleyen Irmak Altıner imzalı belgesel yayımlanacak. Hemen ardından, albümden ve sevdiğim şarkılardan oluşan birkaç performans videosu geliyor. Akabinde albümün ikinci videosunu çekeceğiz. Şubat’ta “Hayal Gazinosu” var. Sene boyunca albümden bazı şarkıların, sevdiğimiz DJ’ler tarafından yapılan remikslerini dinleyeceğiz. Yurtdışı konserleri var. Gerisiyle ilgili çok güzel hayaller var, şimdilik sürpriz... ZORLU PSM MAG. 43 O c a k - Ş u b a t *Murcof x Vanessa Wagner, 29 Mart’ta Zorlu PSM Studio’da. Hauschka günümüz piyano müziğinin heyecan verici temsilcileri PİYANO VE MİNİMAL DOKUNUŞL AR Yazı Cem Kayıran Zorlu PSM Studio, 29 Mart Dünya Piyano Günü’nde günümüzün heyecan verici piyanistlerinden ikisini peşi sıra ağırlayacak. Bestelerinin odağına sesin kendisini alan ve uçsuz bucaksız bir hayal gücünün izlerini piyanoya yansıtan Hauschka ve Meksikalı müzisyen Murcof ’la deneysel bir performans sergileyecek olan Fransız piyanist Vanessa Wagner’i dinleyeceğimiz geceden önce, bugünün müzik sahnesinde kendine has yaklaşımlarıyla minimal piyano alanında üretimlerini sürdüren isimleri mercek altına alıyoruz. Günümüzün en yenilikçi bestecilerinden Volker Bertelmann’ın projesi olan Hauschka, 13 albümlük müzikal yolculuğunda hem müziğin kendisine hem de piyano enstrümanına yapıbozumcu bir tavırla yaklaştı. Son olarak A NDO C Y isimli albümünü yayınlayan Hauschka, hazırlanmış piyanosuyla farklı türleri bir araya getiriyor. Bugüne dek albümlerinde birçok konuk müzisyeni de ağırlayan Hauschka, 2012 yılında Goethe Institute’un konuğu olarak Kenya’ya gitmiş ve buradaki genç müzisyenlerle birlikte hem şarkı yazım sürecini birlikte geçirmiş hem de özel bir performans sergilemişti. Müziği sınırlamaktan her daim kaçınan Hauschka, 29 Mart’ta Zorlu PSM Studio'da nefes kesen performansıyla bir kez daha İstanbullu dinleyicileriyle buluşacak. Greg Haines Kariyeri boyunca dinleyicilerini şaşırtan ve farklı eğilimleri bir araya getiren üretimler yapan İngiliz müzisyen ve besteci Greg Haines, 2010’lu yıllarda minimal piyano müziği adına zihin açıcı çalışmalara imza attı. Denovali ve Erased Tapes gibi söz konusu sahnenin prestijli plak şirketlerinden albümler ve derlemeler yayınlayan Greg Haines, elektro akustik müzik sahnesinin en üretken isimlerinden biri. Sophie Hutchings Avustralyalı müzisyen ve besteci Sophie Hutchings, müzisyen bir ailenin çocuğu olarak piyano ve müzikle çok küçük yaşlarda tanışmış. Henüz lise yıllarında ilk bestelerini yapmaya başlayan Hutchings, zaman içinde kendine has bir anlatım biçimi geliştirmeyi de başarmış bir müzisyen. Ülkenin önemli deneysel müzik oluşumlarından Preservation’ın yayınladığı dört albümü ve bir de EP’si bulunan Hutchings’in parçalarında durağanlığın tadını çıkarabileceğiniz gibi kendinizi bir anda büyük bir koşturmanın içinde de bulabilirsiniz. Nils Frahm Günümüzün en ilham verici müzisyenlerinden biri olan Nils Frahm, modern klasik ve ambient üretimleriyle, müzik dünyasında geride kalan on yılın en etkileyici yolculuklarından birine imza attı. 2005 yılında yayınladığı ilk albümünün ardından yeni keşifler yapmayı hiçbir zaman bırakmayan Frahm, son yedi yılda Erased Tapes Records etiketiyle harika albümler servis etmeyi sürdürdü. Ólafur Arnalds, Chris Clark, Machinefabriek gibi farklı yaklaşımlardan müzisyenlerle de yolunu sıklıkla kesiştiren Nils Frahm, 2013 yılında Eins isimli bir müzik kitabı da yayınlamıştı. Anna Rose Carter Galler doğumlu genç müzisyen Anna Rose Carter, henüz yedi yaşında çalmaya başladığı piyanoyla ağırbaşlı ve bir hayli sade kompozisyonlara imza atıyor. Londra’daki Kingston University’de Müzik Teknolojileri bölümünde eğitim gören Carter, henüz 20 yaşındayken Polonyalı müzisyen Pleq’le yayınladığı beş şarkılık EP’si ve iki yıl sonra yayınladığı ilk solo kaydı Silver Lines’la dikkatleri üzerine çekmişti. Solo EP’sinin ardından Dead Light ve Moon Ate The Dark gibi ayakları yere basan ve ilgi çekici projelerle dinleyicilerinin karşısına çıkan Anna Rose Carter’ın ismini önümüzdeki yıllarda daha çok duyacağımıza şüphe yok. ZORLU PSM MAG. 45 O c a k - Ş u b a t Vanessa Wagner İlk kayıtlarını 2008 yılında henüz üniversite öğrencisiyken dijital etiket Wise Owl Records aracılığıyla yayınlayan İngiliz müzisyen Ben Woods, piyano ve çeşitli işlemlerden geçmiş olan MIDI enstrümanlarla dokunaklı parçalar yazıyor. Son olarak 2014 yılında üç şarkıdan oluşan Halcyon isimli EP’sini yayınlayan Ben Woods, uzun süren sessizliğini ne zaman bozacağına dair henüz herhangi bir sinyal vermiş değil. Özellikle dingin ve atmosferik yaklaşımlardan hoşlanan dinleyicilere Ben Woods’un 2013 çıkışlı uzunçaları An Attempt To Fly şiddetle tavsiye edilir. Lubomyr Melnyk Meksikalı ambient sanatçısı Murcof ’la birlikte 29 Mart günü Zorlu PSM Studio’da karşımıza çıkacak olan Fransız piyanist Vanessa Wagner, Premier Prix kazanarak Paris Konservatuvarı’nda eğitim almaya başladığında henüz 17 yaşındaydı. Şimdiye dek dokuz stüdyo albüm yayınlayan ve 1999 yılında Fransa’nın Grammy’si olarak gösterilen Victoire de la Musique ödülünü kazanan Wagner, Talvin Singh’den Erik Truffaz’ya birçok heyecan verici isimle birlikte projelere imza attı. Studio’da Murcof eşliğinde klasik müziğe farklı bir açıdan yaklaşacak olan Wagner, kendine has çalış tekniğiyle de ilginç bir deneyim vadediyor. Ben Woods Keith Kenniff Greg Haines Piyanoyu, “kendi iç dünyasını en iyi şekilde yansıtabildiği enstrüman” olarak tanımlayan İtalyan müzisyen Fabrizio Paterlini, 1990’lı yıllardan bu yana birçok farklı türde üretimlerini sürdürüyor. Progresif rock besteleriyle başladığı kariyerinde 2006 yılıyla birlikte solo piyano üretimlerine odaklanan Paterlini, günümüzün en üretken piyanistlerinden biri. Fabrizio Paterlini Records ismini verdiği dijital etiketiyle sıklıkla albümler yayınlayan ve bunları dinleyicilerinin istediği fiyata edinebilmesini sağlayan İtalyan piyanist, 2011 yılının sonbaharında, her hafta bir şarkıyı söz konusu platformdan yayınlamıştı. Hauschka Fabrizio Paterlini *Hauschka, 29 Mart’ta Zorlu PSM Studio’da. Fabrizio Paterlini Lubomyr Melnyk Geçtiğimiz aylarda Zorlu PSM’de sahne alan Lubomyr Melnyk, listemizin yaşça en büyük ismi. 1979 yılında ilk kayıtlarını yayınlayan Ukrayna asıllı Kanadalı müzisyen, kendi geliştirdiği “devamlı müzik” anlayışıyla piyanosunda özgün bir dünya yaratıyor. Günümüze kadar yirmiden fazla albüm yayınlayan Melnyk’in 2010’larla birlikte kariyerinin en üretken dönemini geçirdiğinin altını çizmekte de fayda var. Kanadalı piyanistin son albümü Illirion, geçtiğimiz haftalarda Sony Classical Records etiketiyle yayınlandı. Farklı mahlaslarla yaptığı üretimleriyle tanınan Amerikalı piyanist, besteci ve prodüktör Keith Kenniff, Berklee College of Music mezunu bir müzisyen. Birbirinden farklı disiplinleri benimseyen projelerinin yanı sıra televizyon, sinema ve reklam filmleri için de pek çok besteye imza atan Keith Kenniff, en çok ambient projesi Helios’la tanınıyor. Yine de Kenniff ’i bu dosyaya dahil eden projenin Goldmund olduğunu söylemek mümkün. Post-klasik minimalist piyano müziği olarak tanımlanabilecek Goldmund parçaları, dinleyicilerini farklı detaylarla bezeli yolculuklara davet ediyor. ZORLU PSM MAG. 47 O c a k - Ş u b a t Albümün çıkışının neredeyse birinci senesi dolacak. 2016’yı geride bırakmışken soralım, 2016 senin için nasıl geçti? Bu senenin içinde, hayatımda senelerdir olmayan her şey bir anda olmuş gibi bir güzellik, akış ve umut vardı. Olanlara karşı söylenmek, hüzünlenmek yerine harekete geçtiğimiz; içimizdekileri yaymak için yollar aradığımız ve bulduğumuz; o yolları dünya güzeli kalplere sahip insanlarla çiçeklendirdiğimiz bir seneden geçiyorum. Her şeye gözlerimi açtım, kalbimi açtım. Karamsarlığa sürüklenmeden yürümek için içimdeki ve sevdiğim doğadaki ışıktan ilham almaya karar verdim. Öyle bir karanlıkta yürüyoruz ki el ele bu sene; dünyanın her bir köşesinden üstümüze saldıran bu karanlıkla savaşırken yanımızda kelimeler, sesler, renkler ve insanlarımızın olması beni hayata bağladı bu sene. kalpten geçerek üretilen müzik KALBEN Röportaj Yetkin Nural *Kalben – Mabel Matiz – Göksel, 21 Ocak’ta Zorlu PSM Ana Tiyatro’da. 21 Ocak'ta Zorlu PSM sahnesini Göksel ve Mabel Matiz ile paylaşacağı özel konser öncesinde Kalben’le ilk albümüne, turne hayatına ve 2016’ya dair sohbet ettik. Kariyer pusulası müziğe sabitlendiğinden beri ciddi anlamda yoğun bir konser programın var. Özellikle albümle de beraber İstanbul içinde ve dışında sık sık sahnedesin. Bu röportajı yaptığımız günlerde Zonguldak’ta başlayıp Kıbrıs’ta biten, 12 ayaklı bir turne programın başlamış durumda örneğin. Ne derece yorucu ne derece heyecanlı ne derece maceralı turnede hayat? Biraz anlatır mısın? Başlarda ne yapacağımızı pek bilmiyorduk. Yaklaşık bir senedir termos almayı, içine kahve ve ıhlamur koymayı, doğru çanta hazırlamanın püf noktalarını, sürekli hastalanmamak için alınması gereken önlemleri, otel odalarındaki eksikleri öngörmenin önemini anladık ekipçe. Hem pratik hem çok kişisel ve özel deneyimler edindik, ediniyoruz. Bu bir yol ve sürekli yolda olma hâlinin içinde dostluk, kavuşma, umut var. Yolda olmak bizi umutlandırıyor. Annemin, babamın memuriyet hayatları boyunca atama yoluyla dolaştıkları ülkemi, müziğimizle, aşkla dolaşmak düşüncelerimde dahi beni mutlu etmişti çocukluğumdan beri. Şimdi, en zor ve imkânsız olduğuna inanılan çağların gölgesinde inandığımız hayatın yolunda, harika gençlerle, çocuklarla, yetişkinlerle tanışıyoruz. Bize seramik atölyelerinde kupa yapan güzel kadınlar, evlenme tekliflerinde bulunan âşıklar, anneleriyle koşarak bize sarılmaya gelen çocuklar, daha önce kimseye böyle sevgi duymadığını anlatan insanlar, utana sıkıla yazdığı mesajın sonunda “seni seviyorum, hep böyle kal” diyen onlarca güzel yüz, ses... Her bir ilde verdiğimiz konser, bambaşka oluyor. Mekân, bizi kucaklamaya gelen can kitlemiz, o gün haberlerde izlediklerimiz, canımıza işlediklerimiz... Konserlerin, turnelerin, müziğin içinde sürekli dönüşüm, devrim, kötülüğe ve adaletsizliğe başkaldırı, inanç ve umut var. Senin samimi, filtresiz, saf vokallerin ve zorlamadan akan, kalbe dokunan ve bir ağızdan eşlik edilen sözlerinde özlediğimiz, bayadır aradığımız bir şarkıcı-söz yazarı ekolünü bulduk desem, sanırım sevenlerinin genel düşüncelerini ifade etmiş olurum. Bu sözlerin ve melodilerin seni nasıl bulduğunu, üretim sürecinin nasıl işlediğini bir kez de ben sorsam? Gerçek ve kalpten ozanlar, şairler büyütmüş bir yerde doğduğumu hissediyorum. Dünyanın bucaklarında dünyayı güzelleştirmek için kendini döken şairlerin, ozanların varlığını biliyorum. Bu bağların, okyanusların içinde damla olabilmek bile ne mutlu bana. Henüz damla olmuşluğum dahi yok. Yola çıktık ve yürüyoruz. İçten sözleriniz için teşekkür ediyorum ve de. “Şimdi, en zor ve imkânsız olduğuna inanılan çağların gölgesinde inandığımız hayatın yolunda, harika gençlerle, çocuklarla, yetişkinlerle tanışıyoruz.” ZORLU PSM MAG. 49 O c a k - Ş u b a t Sözler, melodiler beni bir anda yakalıyorlar, şarkı ortaya çıkıyor ve onu içimden geldiğince çalıp söylüyorum içimde bir yer rahat edene değin. Berkant Ali İncesaraç ile tanıştığımdan beri, onun çaldıkları üzerine şarkı söyleyerek doğaçlama çıkardığımız parçalarımız da var. Sana Ne Oldu?, Tamam, Mavi Günler, Tanju Baba örneğin... Üretim, bir araba üretmek gibi keskin kuralları olmayan; insanı kendine ve ürettiğine hep yakın, sıcak tutan bir biçimde gelişiyor. Son zamanlarda konser önceleri sahne kurulurken ya da provalarda özgün davul ve klavye doğaçlamalarına sahip şarkılar yapmaya başladık. Ben ilk kez şarkı yazma sürecimde hikâyeden şarkı çıkarma yolunu denedim ve bir şarkı yaptım. Her şey, her an gelişebiliyor; değişebiliyor bu süreçler içinde. Uçakta, büyük bir gardrobun içinde, kötü giden bir tatilde, denizi özleten denizli bir şehirde, şarkılar ve seslerle buluşmak mümkün. Bu süreç, bana özgü değil üstelik. Öyle güzel ki bunu bilmek. Her an milyonlarca insanla bu seslerin içinden geçiyor ve onları yakalama şansına kimi zaman erişiyor, kimi zaman erişemiyoruz. O güzel kelimeler, cümleler, sesler bizi hep havada öpüşe öpüşe bekliyorlar. Böyle hayal ediyorum şarkılarla buluşma sürecimizi. Pek çoğumuz seni Sofar Sound performansın ve bu konserde kaydedilen “Sadece” videosu ile tanıdık. Bu solo, saf ve samimi performansların yerini albüm süreciyle de beraber tam kadro grubunla gerçekleştirdiğin performanslar aldı, parçalar da buna göre yeniden şekillendi. Solo, akustik performanslarınla grup konserlerin arasında senin için nasıl farklar var? Berkant Ali ile ikimizin çaldığı akustik konserlerimize Türkiye’nin birbirinden güzel kültür merkezlerinde devam ediyoruz. Diliyoruz ki kültür merkezlerinde, belediyelerle ortak olarak, birçok müzisyen konser verebilsin. İnsanlar, sevmeseler dahi, bir müzikle buluşma şansına/ özgürlüğüne sahip olsunlar. Sahnede dört kişi olduğumuzda çok farklı ve rock’n’roll bir dünyamız var demekten çekinmiyorum. Daha eğlenceli, daha fazla dans ettiren, daha fazla şakalaşan, daha fazla büyüyen sesler... Tek başıma söylerken çok yalnızdım. Şimdi tek başıma söylerken de öyle yalnız hissetmiyorum. Benimle söyleyen, beni bastıran, benden çok başka hikâyeler içinde benimle bu hisleri paylaşan harika insanlarla tanıştım. ZORLU PSM MAG. 51 O c a k - Ş u b a t yepyeni kitaplar, öyküler de. Çok daha fiziksel hareketlerimiz de var çocuklar için. Bir çocuğun sorusunu yanıtlamaktan ona kitap ve eğitim desteği sağlamaya kadar gelişen yelpazelerde hem küçük hem etkili adımlar atmak istiyoruz. Aklımızda, kalbimizde çocuklar var. Bizim şefkatimize, korumamıza, güvenimize ve olgunluğumuza, adalet anlayışımıza ihtiyaç duyan çocukları düşünmek en güzel iş, meslek bence. Sen neler okuyorsun? Hiç başucu kitabın/ kitapların var mı mesela? Reşat Nuri Güntekin’in Eski Hastalık eseri ve Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan’ı. John Berger’in Görme Biçimleri. Son günlerde Andre Bréton, Lale Müldür, Murat Uyurkulak ve Gül Ersoy okuyorum yollarda. Albüm senesi elbette tüm müzisyenler için yoğun bir sene, özellikle ilk albüm. Ama fırsat buldukça başka isimlerin performanslarını izlediğini düşünüyorum. Bu sene etkilendiğin konserler, içine işleyen performanslara denk geldin mi? Balayında Blonde Redhead dinledik Roma’da. 1000 kişilik açık hava tiyatrosunda 200 kişiydik. Hiç az hissetmedik. Grubun kalabalıklarla işi yoktu. İnanılmaz çaldılar. Her şey kusursuzdu ve aynı anda dökülüyordu. Panikleri, heyecanları öylesine yaşlanmış ve ezberlenmişti ki; doğal kalmak yerine efsane olmuşlardı. Bunu gözlemleme şansı çok güzeldi. Nil Karaibrahimgil, Mabel Matiz, Göksel, Teoman gibi efsane isimleri sahnede izleme şansına da ilk kez bu sene eriştim. Konserler öyle özel mekânlar ve zamanlar yaratıyor ki; her bir konserinde başka bir sanatçı izliyor insan aslında. Para biriktirip ayırıp desteklediğimiz ya da merak ettiğimiz ya da hiç beğenmediğimiz müzisyenleri de izlemek gerektiğine inanıyorum. Zaman var edip izlemeye gidiyoruz ailece ve ekipçe. Müziğin yanı sıra yazarlık yapıyorsun. Lulu’nun Maceraları isimli bir çocuk kitabı serin var. Albümün yoğun takvimi içinde yazmaya hiç zaman ayırabildin mi, Lulu yakında yeni maceralara çıkacak mı? Lulu, benim çocukluğuma bir şefkat gösterisiydi sanıyorum. Çocuklarımız için burayı daha mutlu, keyifli, korkusuz, saldırısız ve güzel bir yer yapmaya yarayacak her harekete varım, varız. Bunların arasında başladığım bir seriye devam etmek de olabilir, “Konserler öyle özel mekânlar ve zamanlar yaratıyor ki; her bir konserinde başka bir sanatçı izliyor insan aslında. Para biriktirip ayırıp desteklediğimiz ya da merak ettiğimiz ya da hiç beğenmediğimiz müzisyenleri de izlemek gerektiğine inanıyorum.” Bu sene en çok kimleri dinledin, kafanda en çok hangi parçalar çaldı? Papooz – Ann Wants to Dance Leisure – Got It Bad Tame Impala – Let It Happen Göksel – Uzaktan Nil – Uzaylı Mustafa Sandal – Beni Ağlatma Mabel Matiz – Sarışın Mirkelam – Asuman Pansuman Kanye West – Addiction Angie Stone – Life Story Amy Winehouse – Like Smoke Bob Dylan – Highway 61 Revisited Albümü Nilüfer – Ara Sıra Bazı Bazı Bu parçaları çok fazla dinledik. 2017’de senden yeni parçalar dinleyecek miyiz? İkinci albümün ilk tohumlarına dair emareler var mı? Yeni, sahipsiz şarkılarımızı konserlerde çalıyoruz, dayanamıyoruz zaten! İlk kez birlikte söylediğimiz şarkılar var konserlerde. Albüm de 2017’nin sonunda kapısını aralayıp “Günaydın” diyecek bence, gönlümüzden öyle geçiyor. Türkiye sahne sanatlarının iki özel ismi AYFER ZEREN & YEKTA KARA Röportaj Yetkin Nural Royal Opera House gösterimlerinin sunumlarını gerçekleştiren, Türk operasının duayen ismi Prof. Dr. Yekta Kara ve eski İstanbul Devlet Opera ve Balesi Bale baş koreografı Ayfer Zeren ile bu özel yapımlara dair sohbet ettik. *Royal Opera House Gösterimi: The Nutcracker 19 Ocak’ta, Royal Opera House Gösterimi: Il Trovatore 22 Şubat’ta Zorlu PSM Studio’da. Ayfer Zeren Zorlu PSM Studio’da gerçekleşen Royal Opera House bale gösterimlerinin sunum ve sohbetlerini gerçekleştiriyorsunuz. Bize biraz bu formattan ve yarattığı deneyimden bahsedebilir misiniz? Aslında buradaki amaç ilan edilen bale gösterimlerini izlemeye gelen ve bale sanatını tanıyan, takip eden izleyicilere eser ile ilgili bilgiler aktarmak. Bu sanatın içerisinden gelen biri olarak ben, “İzleyici olsam ne öğrenmek isterdim?” sorusunu yönelttim kendime öncelikle. Biraz detaycı bir insan olduğum için de en gerekli ve önemli gördüğüm noktalara değinmek konusunda kendime hatırlatmalar yapmak zorunda kaldım. Amaçlardan bir tanesi de ilk defa bale seyretmeye gelecek olan izleyicilerin bu sanat dalından zevk almalarını ve devamlı izleyici olmalarına katkıda bulunarak balenin her nesilden yeni izleyici kitleleri tarafından seyredilmesini ve yayılmasını sağlamak. Biraz önce değindiğim gibi iki taraflı bir süreç var burada bilgilendirdiğimiz kadar bilgilenmek, hatırlamak, takip etmek. Her zaman geriye dönüp bilgilerinizi tazelemekte fayda var. Gelecek izleyiciler arasında mutlaka o günkü performansın koreografına dair eserleri daha önceden izlemiş olan, konusunu bilen, müziğine ve icra eden topluluğa ve sanatçılarına dair bilgi sahibi olan tecrübeli izleyiciler olacaktır. Ben de kendi araştırmalarım, bilgi ve tecrübelerimden yola çıkarak ve görseller ile destekleyerek bir sunum gerçekleştirmeye çalışacağım. Sezonun bale programını nasıl buluyorsunuz, aralarında sizin için özel olan yapım/yapımlar var mı? Programda farklı koreografların klasik, neo-klasik ve modern tarzdaki eser ve yorumlarına yer verilmiş olması çeşitlilik sunması açısından çok güzel ve önemli. Çok önemli bir topluluk olan İngiliz Kraliyet Balesi tarafından dans ediliyor olması da başka bir ayrıcalık. Bale dünyasına ait pek çok büyük ve küçük topluluk, geçmişten günümüze kadar gelen çok önemli eserlere imza atmış ve hâlen atmakta olan önemli koreograflar, yıldızlaşmış dansçılar ve kaliteli prodüksiyonlar var. Dolayısı ile hepsini yerlerinde takip etmek neredeyse imkânsız ancak bugünün teknolojik koşulları bizlere büyük avantajlar sağlıyor. Her ne kadar canlı performans izlemenin tadı bir başkaysa da bale sanatının içerisinde olan ya da izleyici olarak takip edenler için büyük avantaj. Bu seneki performanslar gerçekten çok güzel ve devam ettiği takdirde daha da fazla çeşitleneceğini düşünüyor ve umuyorum. Programda yer alan koreografisi Balanchine’e ait Jewels, Peter Right’a ait The Nutcracker, Mac Millen’a ait Anastasia, McGregor’a ait Woolf Works ilk ilgimi çekenler. Sizin bu gösterimler için nasıl bir hazırlık süreciniz oluyor? Eserler için belirli bir araştırma ve tazelenme süreci gerekiyor. Esere dair koreograf, besteci, konu, sahne üstü tasarımcıları, icra eden topluluk, dans eden sanatçılar vb. bilgileri ve ilgi çekebilecek başka notları derlemek gerekiyor ilk önce. Örneğin aynı eser kaç farklı koreograf tarafından yaratılmış, ilk hangi topluluk ve kim tarafından dans edilmiş, farklı bir sanat dalında aynı esere dair örnekler var mı soru ve cevapları ile anlatımı zenginleştirip ilgi çekici yönleri öne çıkartmaya ve görsellerle renklendirmeye çalışacağım. Gösterimlere katılmayı düşünen, ancak bale hakkında henüz başlangıç seviyesinde bilgi ve merakı olan biri için, bize biraz balede İngiliz ekolünden ve ROH yapımlarından bahsedebilir misiniz? İngiliz ekolu bale alanında da önde gelen ekollerden bir tanesi hâlen. Sade, temiz, kaliteli ve en zorun çok kolaymış gibi yansıtıldığı bir bale tekniğini temsil ediyor İngiliz ekolü. Royal Opera House logo ve imzasını gördüğünüzde tescillenmiş, yıllardır aynı üst seviye ve kalitede performanslar sunan bir opera ve bale topluluğunu aklımıza getirmemiz gerekir. ZORLU PSM MAG. 55 O c a k - Ş u b a t İngiliz ekolü, eserler ve dansçılar vasıtası ile seyirciye sunulduğunda biz izleyicilere ulaşan sadelik, aşırıya kaçmadan icra edilen muhteşem kontrolü izlemek her zaman bir ayrıcalık olmuştur. Sadelik, zarafet ve müthiş bir kontrol ile çok kolaymışçasına dans etmek... Bence Royal Ballet’yi tanımlayan en önemli unsurlar bunlar. Ben bir bale sanatçısı olarak İngiliz ekolünü sonuna kadar görebileceğimi, eserin ya gelenekçi ya da ilginç bir bakış açısıyla işlenmiş olacağını, en iyi dans ve dansçı kalitesiyle, en iyi dekor ve kostümle ışık kreasyonuyla ve en iyi orkestra eşliği ile harmanlanarak sunulacağını bilerek giderim Royal Opera House’a. Bu nedenle Royal Ballet’nin temsillerini izleyerek başlangıç yapacak izleyicilerimizin memnun kalacağını ve doğru bir başlangıç yapmış olacaklarını düşünüyorum. 2003 yılından bu yana yoğunlaşarak devam eden bir eğitmenlik kariyeriniz var. Beraber çalıştığınız öğrencilerinize ve solistlerinize, aynı zamanda Türkiye’de gerçekleşen yapımlara da baktığınızda, ulusal bale ve performans sanatları üretimlerimizde nasıl bir rota görüyorsunuz? Özellikle son dönemlere baktığımızda dans sanatının zor bir dönem geçirdiğini ve varlığının sorgulandığını düşünüyorum. Diğer tüm sanat dalları gibi bale sanatı da uygarlığın, toplumsal ve kültürel gelişimin bir parçası ve korunarak geliştirilmesi ve ileriye taşınması gerektiği bir gerçek. Yıllarca süren zorlu eğitim sürecinden geçerek bu sanatı yaşam biçimi ve meslek olarak seçen ve baleye, dansa değişik alanlarda (koreografi, tasarım, dansçı, müzisyen vb.) hizmet eden ve etmeye hazır pek çok sanatçı ve sanatçı adayı var Türkiye’de. Ancak, hem eğitim hem profesyonel anlamda bu sanatları gerektiği şekilde sunacak sahne, çalışma alanları ve şartlarına sahip değiliz. Bu kelebek ömrüne sahip sanat dalının gerektiği şekilde icra edilmesi için koşulların iyileştirilmesine ihtiyaç duyulduğu kanısındayım. Her alanda gerek bale, gerek modern dans, gerekse performans sanatları ile ilgili şartlar doğrultusunda hatta bazen eldeki koşullar zorlanarak en iyi şekilde performanslar sergilenmeye çalışılıyor ancak 2017 yılına girerken koşar adım hızlanılması gerektiğini düşünüyorum. Yekta Kara Zorlu PSM Studio’da gerçekleşen Royal Opera House opera gösterimlerinin sunum ve sohbetlerini gerçekleştiriyorsunuz. Bize biraz bu formattan ve yarattığı deneyimden bahsedebilir misiniz? Londra’daki “Kraliyet Operası” (Royal Opera House) kurumu, gerek etkinliklerinin dünya ölçeğinde tanınıp bilinmesi, gerekse opera sanatının yaygınlaşması için çok hoş bir yol izliyor, bu sezon boyunca sahnelenecek toplam altı yeni prodüksiyonun ilk gösterimlerini 25 ülkede yayınlıyor. İşte bu filmler Türkiye’de de Zorlu PSM Studio’da gösterilecek. Yalnız şu farkla: İngilizce altyazının yanı sıra biz Türkçe altyazı da veriyoruz, ayrıca gösterim öncesi ben esere, besteci ve metin yazarına, hikâyenin geçtiği ve yaratıldığı tarihsel süreçlere, söz konusu yeni yapımın bakış açısına, yorumuna, yaratıcı sanatçılarına ilişkin bir sunum yapıyorum, bir anlamda seyirciyi gösterime hazırlıyorum, eserin tüm ayrıntılarıyla algılanmasına yardımcı olmaya çalışıyorum. Sezonun opera programını nasıl buluyorsunuz, aralarında sizin için özel olan yapım/yapımlar var mı? Doğrusu, hepsi çok özel yapımlar. Çağımızı yansıtan, günümüz seyircisinin beklentileriyle örtüşen, teknik açıdan tüm sahne olanaklarının kullanıldığı, yetkin orkestra şeflerinin ve dünyanın önde gelen solistlerinin olağandışı yorumlarının yanı sıra orkestra, koronun mükemmel icralarının sunulduğu yapımlar. Ben kendi payıma, seyirciyle yüz yüze olmaktan, bütün bunları onlarla paylaşmaktan büyük haz alıyorum. Tabii, muhtelif zamanlarda yurt içinde, ya da yurt dışında sahneye koymuş olduğum bu operalar ile tekrar buluşmak da ayrıca heyecan duymama yol açıyor. Royal Opera House Gösterimleri yakında Woolf Works, The Sleeping Beauty, Madama Butterfly, Jewels, The Dream/Symphonic Variations/Marguerite and Armand ve Otello ile devam edecek. Sizin bu gösterimler için nasıl bir hazırlık süreciniz oluyor? Prömiyerleri daha yeni yapılmakta olduğu için önce filmi izliyorum, ardından bu yeni konsepte ilişkin araştırma yapıyorum, eserin orijinalinden yola çıkarak rejisörün ne anlatmak istediğine, eski ile yeni arasında ne tür bağlar kurmak istediğine dair bir anlamda iz sürüyorum. Elbet dönem araştırması yapıyor, eski bilgilerimi tazeliyor, 40 yıllık birikimimden yararlanıyor, sunumun didaktik olmaması için akılda kalacak çarpıcı olayları da araya katarak konuşmama hazırlanıyorum. Opera ve sahne sanatları hem akademik hem yönetim hem de performans anlamında emek verdiğiniz, köklü bir kariyeriniz var. Türkiye izleyicilerinin opera ile olan ilişkisini nasıl buluyorsunuz, kariyeriniz süresince nasıl bir değişim, bir süreç gözlemlediniz? Ülkemizde 1980’li yılların sonlarından başlayarak özellikle 1990’larda operaya yönelik yoğun bir ilgi vardı. Tabii bunu daha ziyade İstanbul’dan yola çıkarak söylüyorum. Seyirci ile dolup taşan, oturma kapasitesi bin 300 kişinin üstünde bir salonda opera yapımlarının 75’er temsil yapabildiği bir İstanbul’dan söz ediyorum. Şunu asla göz ardı etmememiz gerekiyor: Bu sanat dalını özellikle gençlere sevdirebilmemiz, operayı yaygınlaştırabilmemiz için çağdaş ve nitelikli yapımlara ihtiyaç vardır, ayrıca mekân çok önemli. Profesyonel anlamda operayı ancak, bu işe uygun tasarlanıp yapılmış sahne ve salonlarda sergileyebilirsiniz. Royal Opera House gösterimlerinin sunumları haricinde üzerinde çalıştığınız yeni projeler, 2017’de gerçekleştirmeyi düşündüğünüz üretimler var mı? Şu sıralar, önümüzdeki üç aya ilişkin üzerinde çalıştığım projelerden ilki, 8 Ocak’ta Zorlu PSM’de gerçekleştireceğimiz Gala Konser. Hepimiz yeni yıla yeni umutlarla başlamak istiyoruz. Umut müzikte, umut gençlikte var. Şundan eminim, dünyanın dört bir yanından gelmiş, yaşı otuzun altında, ancak şimdiden en büyük opera kurumlarında başrol oynayan, önemli başarılara imza atan genç yıldızların sunacakları müzik şölenine katılmak, harika bir programa tanıklık etmek, yeni yılın ilk günlerinde bizlere büyük coşku verecek. Bir diğer üstünde çalıştığım proje çocuklara ilişkin. Çocuklarımızın çok sesli müzikle, opera ile tanışmalarını oyunla ve yaşlarına uygun deneyimlerle sağlayacak, 5-11 yaş arasındaki ana okul ve ilkokul çocuklarına yönelik bir çalışma bu. 2017’nin başlarına denk düşecek üçüncü çalışmam ise ünlü orkestra şefi Sascha Goetzel yönetiminde Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası ve yurt dışından gelecek seçkin solistlerle 30 Mart 2017 tarihinde gerçekleştireceğimiz, ünlü besteci Richard Strauss’un Güllü Şövalye operası. Eserin ülkemizdeki ilk seslendirilişi, ilk sahnelenişi olacak bu. ZORLU PSM MAG. 57 O c a k - Ş u b a t Kariyeri boyunca farklı boyutlarda hayır işlerine de önem veren Ivo Pogorelich 1988’de UNESCO İyi Niyet Elçisi unvanını kazandı. Pogorelich bugüne kadar genç müzisyenlerin kariyerlerinde ilerleme sağlaması için ödüllü yarışmalar, genç yeteneklere burs veren bir dernek, onların tanınmış isimlerle beraber çaldığı yıllık bir festival gibi çok sayıda hayır işi gerçekleştirdi. 01 Piyano çalmanın eğlenceli olup olmadığı sorusuna “Kesinlikle hayır” yanıtını veren Pogorelich, “eğlence”nin odakta olmasının yanlış bir algı yarattığını düşünüyor. Müzik üretiminin eğlenceli olduğu algısının sonradan yaratıldığını düşünen piyanist, bu sanat formunda sadece gerçekten adanmışlığın, emek vermenin ve işine hizmet etmenin iyi sonuçlar vereceğini hatırlatıyor. *Ivo Pogorelich, 20 Şubat’ta Zorlu PSM Ana Tiyatro’da. bilmedikleriniz IVO POGORELICH 03 Eşi Alize’ye büyük bir aşkla bağlı olduğunu söyleyen Pogorelich, ondan aldığı dört önemli ders olduğunu ifade ediyor. Pogorelich bu dersleri, teknik mükemmeliyetin doğallaşması, piyano sesinin özellikle 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl müzisyenleri tarafından yaratılan gelişimine dair sağlam bir iç görü, bir enstrümanın her yönüyle kullanılması ihtiyacı ve ayrımların farkına varmanın önemi olarak sıralıyor. 05 Ivo Pogorelich için herhangi bir konsere hazırlanma aşamasının ayrı bir önemi var. Piyanist, provalarda boş bir salona çalarken tüm alanın ve zamanın kendisine ait olduğu, piyanonun başına oturup ses ürettiği bu anlarda sık sık beklenmedik, deneysel bir yöne kaydığını ve harika, ilham veren keşifler yaptığını söylüyor. 02 Pogorelich, 1976 yılından itibaren beraber çalışmaya başladığı piyano eğitmeni Alize Kezeradze ile 1980 yılında evlendi. Kezeradze’nin 1996’da karaciğer kanserinden hayatını kaybetmesi sonrası müzik kariyerine 2000’lere kadar ara veren Pogorelich, “anıların hücumu altında ezilmeden tekrar piyanoya dokunabilmesi” için zaman gerektiğini, bu dönemde mücevher tasarımı ile uğraştığını açıkladı. 04 Çocukluğunda kronik romatizma ateşi ve hepatit hastası olan Ivo Pogorelich, disiplinli ve sağlıklı bir yaşam stili benimsiyor. 1920’lerde Rus balet ve balerinlerin eğitimlerinde kullanılan biodinamik egzersizleri düzenli olarak yapan Pogorelich, her gün uzun yürüyüşlere çıkıyor, gün batımıyla beraber yatıyor ve her gün saat sabah 5:30’da uyanıyor. 06 1982’de dünyanın halen üretime devam eden en köklü klasik müzik plak şirketi Deutsche Grammophon ile anlaşan Pogorelich on beşin üzerinde albüm kaydetti. Sonrasında müzik yayınlamak anlamında 2015’e kadar sessizliğe gömülen Pogorelich, 2015’de online bir klasik müzik platformu olan Idagio için Beethoven’ın 22. ve 25. Sonata’larını çaldığı bir kayıt yaptı. 07 ZORLU PSM MAG. 59 O c a k - Ş u b a t Özgür Fıçıcı Hugh Jackman, gelişi dört gözle beklenen bir isimdi. Bir o kadar harika bir şov izletti. Bunlar dışında David Helfgott, Jamie Cullum, Patti Smith bu sahnede izleyip hafızama kazınan isimler. Steven Wilson’a ayrı bir parantez açmak istiyorum. Dinleyicisiyle iletişimi çok başarılı olan birisi. Konser esnasında seyirci ile uyumu, etkileşimi şahaneydi. sahne arkası FİNANS Zorlu PSM’in yoğun ve prestijli etkinlik programının pürüzsüz işlemesinin arkasında elbette f inans departmanı çalışanlarının da emekleri yatıyor. Finans’tan Özgür Fıçıcı ile Zorlu PSM’de iş hayatının bir parçası olan etkinlikler ve hobileri üzerine sohbet ettik. Zorlu PSM’de bir günün nasıl geçiyor? Sabahları olabildiğince günü planlayarak başlamaya çalışıyorum. Akabinde zaten günün temposuna teslim oluyorum. Artarak ilerleyen ve etkinlik saatinden hemen önce zirve yapan bir tempo. Zaten bu yüzden Zorlu PSM’de bir gün göz açıp kapayıncaya kadar bitmiş oluyor. Zorlu PSM’de çalışmanın en keyifli yanlarından biri sık sık etkinliklere katılabilmek olsa gerek. İzleme şansı buldukların arasında seni en çok etkileyen etkinlikler neler oldu? Etkinliklere Fenerbahçe’nin maçı olmadığı zamanlarda katılıyorum demek daha doğru olur. Ofis içinde de bilinen bir durumdur koyu Fenerbahçeli oluşum. Hatta burada çalışmaya başladığım sezonda Fenerbahçe Nisan ayında şampiyon olmuştu. O günden beri Cfo’umuz Ersin Bey “Şampiyon” diye hitap eder bana. Asıl soruya dönecek olursak; Zorlu PSM’de çalışmıyor olsam da asla kaçırmayacağım etkinlikler vardı. Hatta burada çalışmaya başlamadığım zamanlarda izlediğim Jersey Boys hak ettiği ilgiyi görmese de benim çok beğendiğim bir müzikaldi. Ama tabii The Phantom of the Opera’yı dünya gözüyle Zorlu PSM sahnesinde izlemiş olmak muazzamdı. Bence Türkiye’ye gelmiş en başarılı prodüksiyondur. Bu konuda gerçekten şanslı olduğumuzu düşünüyorum Zorlu PSM ekibi olarak. Peki yeni sezonda dört gözle beklediğin etkinlikleri de sorsak? Yeni sezonda gözümü 2017 Mart ayına diktim diyebilirim. West Side Story ile başlayıp Sónar İstanbul’la devam edecek ve ben her ikisini de görmek için sabırsızlanıyorum. West Side Story alışılagelmiş Zorlu PSM’de müzikal izleme deneyimine yeni bir soluk katacak süphesiz. Ancak Sónar İstanbul bu şehre yepyeni bir serüven sunacak. Bildiğimiz festival tanımını değiştireceğini düşünüyorum. Farklı sahnelerde farklı etkinlik deneyimini MIX’te yaşamıştık ama Sónar’da yaratıcılık ve teknoloji başlıklarıyla bambaşka bir festival yapacağımıza inancım tam. Programlama yetkisini sana verseydik, organize etmek istediğin, Türkiye’ye getirmeyi hayal ettiğin bir şov, müzisyen veya etkinlik ne olurdu? Aslında bunun için bir listem bile var diyebilirim. Daha önce Türkiye’ye gelmiş veya hiç gelmemiş olan, bu sahnede görmek istediğim çok isim var. Listenin başında gelir mi karar veremiyorum ama Robbie Williams ve Elton John, Zorlu PSM sahnesinde muhteşem olacağına inandığım isimler. Nick Cave, David Gilmour ve Roger Waters şimdi turne açıklasa en önden bilet alacağım isimler. Tabii bir de Oasis ütopyası var. Söylemesem olmayacak iki grupla bitireyim; Depeche Mode ve The Last Shadow Puppets. Bir yandan fotoğrafçılıkla uğraştığını biliyoruz. Bu anlamda ilham aldığın isimler var mı? Fotoğrafçılık konusunda oldukça amatörüm aslında. Öğrencilik yıllarında başlayan; arada unutulup kenara attığım, kameramı tekrar elime aldığım zamanlarda su yüzüne çıkan bir hobi. Özellikle ilham aldığım birisi yok aslına bakarsanız ama sosyal medya veya fotoğraf paylaşım platformlarında gerçekten ilham kaynağı olacak fotoğraflara rastlamak mümkün. Peki senin fotoğraflamayı sevdiğin, favori konuların neler? Gökyüzü. Çektiklerime dönüp baktığımda bunu fark ediyorum. Ama dediğim gibi oldukça amatör olduğum için doğa, portre veya manzara ayırmaksızın fotoğraf çekmeye çalışıyorum. Yine de son zamanlarda portrenin ön planda olduğunu söyleyebilirim. İşe kameranı götürüyor musun, Zorlu PSM şovlarında yakaladığın kareler oluyor mu? Kameramı olabildiğince yanımda taşıyorum dolayısla işteyken de yanımda oluyor. Etkinlik sırasında fotoğraf çekmek tercih ettiğim bir durum değil. Zaten ekipmanlarım da bu konuda beni kısıtlıyor. Ancak Stacey Kent konserinden önce sahne arkasında fotoğraflarını çekebilme imkânım olmuştu. Hatta konserinde önce masa tenisi oynarken fotoğraflamıştım. Bunlar dışında ofislerin daha sakin olduğu zamanda Zorlu PSM fotoğrafları çekmeyi seviyorum. ZORLU PSM MAG. 61 O c a k - Ş u b a t Son Feci Bisiklet #psmblog LOKALİZE SERİSİNİN OCAK 2017 KONUKL ARI Dopdolu programıyla yeni yıla çarpıcı gibi bir başlangıç yapacak Lokalize serisi, önümüzdeki aylarda sahne alacak kimi şimdiden açıklanmış, kimi ise çok yakında açıklanacak isimlerin de eklenmesiyle 2017'ye damgasını vuracak. 2017 boyunca #studio'da gerçekleştirilecek Lokalize serisi, Ocak ayını 4 Ocak’ta yeni nesil alternatif müziğin en önemli gruplarından Son Feci Bisiklet konseriyle açıyor. “Bikinisinde Astronomi”, “Bu Kız”, “Modern Zamanlar” ve “Ütopya” şarkılarıyla beğeni toplayan grup, yola Can Sürmen (davul), Erkin Sağsen (gitar) ve Ozan Özgül'den (bas) oluşan kadroyla devam ediyor. 21 Ocak'ta #studio'yu devralacak isim ise Hey! Douglas. 1970'lerin funk, soul ve psikedelik parçalarına getirdiği yaratıcı yorumların yanı sıra görsel kimliğiyle de beğeni toplayan Hey! Douglas, Evren Besta'yla kurduğu hip hop grubu Mode XL'i de eş zamanlı olarak yürüten veyasin'in projesi. Murat Kılıkçıer'in bu yıl içinde A Lunar Manoeuvre adlı ilk albümünü yayınlayan projesi In Hoodies, öncesinde doğaçlama çalışmalarıyla ön plana çıkan Pitohui'nin sahne alacağı 25 Ocak akşamında #studio seyircisinin karşısına çıkıyor. Türkiye caz sahnesinin üç usta ismi Sarp Maden (gitar), Volkan Öktem (davul) ve Alp Ersönmez'in (bas) bir araya gelmesiyle oluşan MadenÖktemErsönmez üçlüsü, 2017'nin ilk haftalarında Kabak & Lin Records etiketiyle yayınlanacak albümleri MÖE'nin lansman konseri kapsamında 26 Ocak'ta #studio'da. Lokalize serisinin Ocak ayı programının son konuğu ise Kabus Kerim. Karakan ve Cartel gibi ülkemiz hip-hop ve rap sahnesinin kurucu gruplarında katkısı bulunan, bu çalışmalarıyla Avrupa'da da başarı yakalayan Kabus Kerim, psikedelik Türkçe edit'lerden funk ve hip hop'a uzanan geniş bir setle 28 Ocak'ta #studio’da. ZORLU PSM MAG. 63 O c a k - Ş u b a t