İsl am H u k u k u Araştı r m al ar ı D e rgi s i, s y. 2 6 , 2 0 1 5 , s. 5 2 3 - 5 3 8 . MAHİYETİ YANSITIP YANSITMAMASI AÇISINDAN BAZI HANEFÎ KAYNAKLARI VE MUÂSIR İSLAM HUKUKU ESERLERİNDEKİ AKİD TANIMLARI ÜZERİNE BİR İNCELEME Doç. Dr. Abdüsselâm ARI* Özet: Akit, İslâm hukukunun en temel terimlerinden biridir. Hicri VIII. asırdan itibaren kaleme alınan bazı Hanefî Kaynakları ile Mecelle, Mürşidü’l-Hayrân ve sonrasında bu iki eseri esas alan muâsır İslam Hukuku eserlerinde akit teriminin farklı şekillerde tanımlandığı görülmektedir. Bu farklı tanımlar, akit ile in’ikad terimleri arasında karışıklığa sebep olmaktadır. Bu karışıklığın sebebini belirlemek ve mâhiyeti yansıtan bir akit tanımına ulaşmak amacıyla, makalede önce akit kelimesinin sözlük anlamları, mastar olarak akit kelimesinin kullanıldığı manalar ve akdin rükünleri üzerinde durulacaktır. Ardından İslam hukukunun ilk kanunlaştırma çalışmaları Mecelle ve Mürşidü’l-hayrân başta olmak üzere bu eserleri esas alan muâsır çalışmalardaki akit tanımları, mahiyeti yansıtıp yansıtmama açısından tahlil edilecek ve ulaşılan sonuçlar kısaca değerlendirilecektir. Anahtar Kelimeler: Akit, İrtibat, Îcab, Kabul, Rukün, Hâsıl bi’l-Mastar. An Investıgatıon on the Defınıtıons of Contract (‘Aqd) in Some Hanafī Sources and Contemporary Islamic Law Works in Terms of Reflecting its Nature Abstract: ‘Aqd (contract) is one of the fundamental terms of Islamic law. This concept has been defined in various ways by Hanafi jurists since 8th/14th centuries. Especially Majallah and Murshid al-Hayrân and contemporary legal Works based on these two sources also have different definitions of‘aqd. These different definitions cause a confusion between ‘aqd and in‘ikad (conclusion contract) For that matter, the article begins its investigation with the lexical meanings of ‘aqd, the meanings used in the infinitive form of ‘aqd, and the elements of ‘aqd. Then, it analyzes the definitions of ‘aqd in Majalla and Murshidal-hayrān, which were two recent examples of codification of Islamic law, to uncover whether they reflect the accurate concept. Finally, it will assess all this data in conclusion. Keywords: Aqd (contract), Irtibāt (the connection between offer and acceptance), Ījāb (offer), Qabūl (acceptance), Rukn (element), Hāsil bi-l-masdar. GIRIŞ İlk Hanefi kaynaklarında akdin rükünlerinin îcab ve kabul olduğu, akdin îcab ve kabul ile in’ikad edeceği belirtilmiş fakat teknik bir akit tanımı verilmemiştir.1 * 1 İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, e-mail: [email protected] el-Kudûrî, Ebû’l-Hüseyin Ahmed b. Muhammed el-Kudûrî,. Muhtasaru’ l-Kudûrî Matbaatü’l-Medenî, Kahire, 1963, I, Cüz, 2, s. 3; el-Merğînânî, Ebû’l-Hasen, Burhanüddin Ali b. Ebî Bekr el-Merğînânî, el-Hidâye şerhu Bidayeti’l-mübtedî, Şeriketü Mektebeti ve Matbaati Mustafa el-Bâbî el-Halebî v evlâdüh, Mısır, ty.Cüz, III, 21; Alauddin Ebu Bekr b. Mes’ûd, Bedâiu’s-sanâi’ fî tertîbi ‘ş şerâi’, Tahkîk: Ali Muhammed Muavvad, Adil Ahmed Abdülmevcûd, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1997, III,317-324, VI, 528-530; el-Mevsîlî, Ebû’l-Fadl Mecdüddin Abdullah b.Mahmûd el-İhtiyâr li ta’lîli’l-Muhtâr, II, 96. 524 | Doç. Dr. Abdüsselâm ARI Daha sonra kaleme alınan Hanefi kaynaklarında rükünlerinin îcab ve kabul olduğu açıkça belirtildiği halde, akit teriminin bazen buna göre tanımlanmadığı görülebilmektedir. Öte yandan, Mecelle’de verilen akit tanımının baş tarafı ile son tarafı çelişkili görünmekte ve bu tanımın son tarafı ile “in’ikad” teriminin tanımı birbirine benzerlik göstermektedir. Kadri Paşa’nın (ö. 1306/1888) Mürşidü’l-hayran’daki akit tanımı ise, Mecelle’nin akit tanımından farklılık arz etmektedir. Oysa sonraki dönemlerde yapılan çalışmalarda akit tanımları büyük oranda bu iki kaynaktan alınarak veya yararlanılarak verilmiştir. Bu makalede, önce akit tanımlarını analiz edebilmek için gerekli olan akit kelimesinin sözlük anlamı, mastar olarak akit kelimesinin kullanıldığı mânâlar, akdin rükünleri ve aklî illetler konuları üzerinde durulacaktır. Ardından, Mecelle ve Kadri Paşa’nın Mürşidü’l-hayran’daki tanımları başta olmak üzere diğer bazı kaynaklarda yer alan akit tanımları irdelenecek ve mahiyeti yansıtıp yansıtmamasına göre akitler iki ana başlık altında ele alınacaktır. I- AKIT KELIMESININ SÖZLÜK ANLAMLARI Sözlükte akit, bağlamak, düğümlemek, güçlendirmek, pekiştirmek, bir şeyi başka bir şeyle birleştirmek, azmetmek, kesin karar vermek, kesinleştirmek, kesin inanç, kefil olmak gibi birçok anlamlara gelir.2 Bunlardan bağlama ( َش ٌّد- )ربْ ٌط َ ve ِ ٍ çok sağlam olma ( )ش َّد ُة ُوثُوقanlamları diğer manaların hepsini içinde barındırır.3 Arapçada “akit” kelimesi ahd ( )العهدmanasına da gelmektedir.4 Ahd ise, bir kimseyi inandırıp itimat verecek sağlamlıkta söz demektir.5 Akit bu tür sözlerin (ahidlerin) en sağlamıdır.6 Akit mastarının fiili ( ) َع َق َدcümlede (ْحبْ َل َع ْق ًدا َ ) َع َق ْد ُت الşeklinde kullanıldığı zaman, “İpi bağladım”, “onu güçlendirdim” yahut “İki ucunu bir araya getirerek aralarındaki bağı pekiştirdim”, “İki uç arasına düğüm atarak bu bağı sağlamlaştırdım” anlamına gelir. İpin iki ucu arasındaki bu bağ maddî nitelikte bir bağdır. Hakikat anlamı olarak maddi bağı ifade etmek üzere kullanılan َعقَدfiili, mecazen manevi bağı ifade etmek üzere de kullanılır. Cümlede ( = َع َق ْد ُت البَيْ َع والْ َع ْه َدsatım akdini ve ahdi bağladım) şeklinde kullanılacak olursa manevî bağ kastedilmiş olmaktadır.7 2 3 4 5 6 7 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, Dâru’l-Hadîs, Kahire, 2003, VI, 353-356; ez- Zebîdî, es-Seyyid Muhammed Murtaza elHüseynî, Tâcü’l-arûs min cevâri’l-Kâmûs, Matbaatu Hukûmeti’l-Kuveyt, Kuveyt, 1994, VIII, 394-404; Âsım Efendi, Kamus Tercümesi, Bahriye Matbaası, İstanbul, 1304, I, 1212-1213; et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Câmi’u’l-beyân an te’vîli âyi’l-Kur’ân, Dâru’l-Hadîs, Kahire, 2010, IV, 289. İbnü Fâris, Ebû’l-Hüseyn, Ahmed b. Fâris b. Zekeriyya, Mu’cemu’l-mekâyîs fî’l-lüğa, Dâru’l-Fikr li’t-Tıbaati ve’nNeşri ve’t-Tevzî’, Beyrut, 2011, s. 679; Ali el-Hafîf, Ahkâmu’l-muâmelâti’ş-şer’iyye, Dâru’l-Fikri’l-Arabî, t.y., s. 169. Âsım Efendi, Kamus Tercümesi, I, 1213. Âsım Efendi, Kamus Tercümesi, I, 1227. İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, VI, 354. Ali el-Hafîf, Ahkâmu’l-muâmelât, s. 169. Mahiyeti Yansıtıp Yansıtmaması Açısından Bazı Hanefî Kaynakları ve Muâsır İslam Hukuku Eserlerindeki... | 525 Akit kökünden türetilmiş olan (ُ )اَلْ ُع ْق َدةkelimesi de, “düğüm veya ipin düğüm atılan yeri” anlamındadır. Bunun çoğulu ( )اَلْ ُع َق ُدşeklinde gelir. ( )اَلْ ُع ْق َد ُةkelimesi müfred olarak bir ayet-i kerimede akit manasında da kullanılmıştır: (اح َحتَّى يَبْلُ َغ ِ َوَل تَ ْع ِز ُموا ُع ْق َد َة النِّ َك ِ = )الBelirli iddet süresi sona erinceye kadar nikâh akdi yapmayın.” 8Başka bir اب أَ َجلَ ُه ُ َْكت ِ = ) َو ِم ْن َش ِّر النَّفَّاثDüğümlere üfleyenlerin şerrinden (karanâyet-i kerimede ise (َات فِي الْ ُع َق ِد lıkları yarıp aydınlığı çıkaran Allah’a sığınırım)”9 şeklinde çoğul olarak geçmektedir. II- AKIT KELIMESININ MASDAR OLARAK KULLANILDIĞI MANALAR “Bağladı” manasına gelen ( ) َع َق َدfiilinin masdarı olan “akit” ( ) َع ْق ٌدlafzı, Arapça’da bir fiilin bünyesinde barındırdığı eylem (hades), zaman ve bir faile yüklem olma manalarından eylemi ifade eder. Eylemi ifade etmesi mastarın aslî manasıdır. Bu aslî manasından başka mastarın bir de hâsıl bi’l-mastar manası vardır.10 Hâsıl bi’lmastar manası, mastarın etkisiyle mef ’ulde meydana gelen sonuç veya durum demektir. Akit mastarı, aslî manasında kullanılacak olursa “bağlamak”, hâsıl bi’lmastar manasında kullanılacak olursa “bağlanmak (irtibat)” anlamını ifade eder. Akit lafzı ikinci manada kullanıldığı zaman, ( )اِنْ َع َق َدfiilinin bağlanmak anlamındaki mastarı in’ikad ( )اِنْ ِعقَا ٌدlafzı ile eşanlamlı olur. Bu takdirde akit ( ) َع ْق ٌدlafzı ile in’ikad ( )اِنْ ِعقَا ٌدlafzı arasında anlam bakımından hiçbir fark kalmaz. Bir kelimenin sözlük manası ile terim manası arasında her zaman bir alaka bulunduğu bilinen hususlardandır. Akit kelimesinin terim manası da sözlük manası ile ilgilidir. İki kişiden biri diğerine, “Şu arsamı sana yüz bin liraya sattım” dese, muhatabı buna “Teklifini kabul ettim” şeklinde cevap verse, bu iki beyanla bir akit kurulmuş olur. Satıcı arsasının mülkiyetini yüz bin lira karşılığında alıcıya devretme yükümlülüğü ile alıcı da bu arsanın mülkiyetini devralma karşılığında satıcıya yüz bin lira ödeme yükümlülüğü ile kendini bağlamış olur. Önce alıcı satış bedelini ödeme yükümlülüğünü yerine getirecek sonra da satıcı arsayı alıcıya teslim edecektir. Burada iki yükümlülük birbirine bağlanmış olmaktadır. Teklifte bulunan tarafın yükümlülük içeren beyanına “îcab” (gerekli kılma) denir. Çünkü bu beyanın 8 9 10 Bakara, 2/235. Felak, 113/4. Hasıl bi’l-masdar iki anlamda kullanılır: el-Hâsıl bi’l-masdari’l-mebniyyi li’l-fâil manası: كسرfiili örnek alınacak olursa “kırma” sebebiyle fâilde hâsıl olan ve َ )اَلşeklinde ifade edilebilir. ِ ْك onda bulunan hey’et ve vasıftır. Türkçe’de “Kırıcılık” (ُاس ِريَّة el-Hâsıl bi’l-masdari’l-mebniyyi li’l-mef ’ûl manası: Yine aynı örnek üzerinden gidildiği takdirde bu mana kırma sebebiyle mef ’ûlde hasıl olan ve onda bulunan hey’et ve vasıftır. “Kırılmışlık” (ُ )اَل َْم ْك ُسو ِريَّةşeklinde ifade edilebilir. Masdarın hâsıl bi’l-masdar manaları mecâzî manalardır ve bunların dış dünyada varlıkları mevcuttur. Bunlardan makale konusu ile ilgili olan ikincisidir. Bkz. et-Tehânevî, Muhammed Ali, Keşşâfu ıstılâhâti’l-fünûnr ve’l-ulûm, Tahkîk: Ali Dehrûc, Mektebetü Lübnan Nâşirûn, Beyrut 1996, II, 1280, II, 1556-1557; Mustafa Şevket, “er-Risâletü’ssâdise fî tahkîki meâni’l-masdari’l-mebniyyi li’l-fâil ve’l-mebniyyi li’l-mef ’ûl ve’l-hâsıl bi’l-masdar” Mecmûatü’lfevâid, Mahmud Bey Matbaası, İstanbul, 1318, s. 8-9; Ali b. Osman, Telhîsü’l-Esâs, Şirket-i Hayriyye-i Sahafiyye, İstanbul, 1310, s. 41; Süleyman Sırrı b. Abdillah, Hulâsatü’l-efkâr alâ Şerhi’l-Alâka, İstanbul 1305, s.104-105. 526 | Doç. Dr. Abdüsselâm ARI sahibi teklif ettiği bedel karşılığında arsasının mülkiyetini karşı tarafa devretmeyi kendisine gerekli kılmıştır. Karşı tarafın yükümlülük içeren beyanına da “kabul” denir. Zira bu beyan sahibi birincinin teklifine razı olduğunu ve kabul ettiğini ilan etmiştir. Şu halde akit, îcabı kabule bağlamaktan ibarettir. Bağlamak, akit lafzının mastar manası ve akdi kuran taraflardan her birinin vasfıdır.11 Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere akit kelimesi masdar manasında kullanıldığı zaman “iltizam” anlamına gelmektedir. Nitekim İbn Âşûr akdi, “herhangi bir fiilin yapılması konusunda iki taraf arasında vaki olan iltizam” olarak tanımlamıştır.12 İltizam ise, bir kimsenin daha önce yükümlü olmadığı bir şeyle kendini yükümlülük altına sokmasıdır.13 Nitekim Mecelle’nin 103. Maddesinin baş tarafında akit, “Tarafeynin bir hususu iltizam ve taahhüd etmeleridir” şeklinde tanımlanmıştır. Ahmed İbrahim Bek (ö. 1364/1945) genel manada iltizamı, insanın bir şeyi ya kendi ihtiyar ve iradesiyle ya da Şer’in yükümlü tutması sebebiyle borçlanması şeklinde açıklamıştır. 14 Şeyhzade (ö. 950/1543) de “ ( = )يا ايها الذين آمنوا أوفوا بالعقودEy iman edenler! Akitlerin gereğini yerine getiriniz”15 âyetinde geçen akit terimini, iltizam tanımıyla örtüşecek şekilde şöyle tefsir etmiştir: “Âyette geçen ( )العقودlafzı, harf-i ta’rif ()ال ile belirli hale getirilmiş çoğul olduğu için umum ifade eder ve bütün akit türlerine şamil olur.” Şeyhzade, bu âyetin kapsamına aldığı akit türlerini şöyle sıralamaktadır: 1) Akdin bir türü, Allah Teâlâ’nın kullarını yükümlü tuttuğu îman, tâat, emirleri yerine getirme, günahlardan ve kötülüklerden kaçınma gibi yükümlülüklerdir. 2) Akdin ikinci türü, insanın kendisini tek taraflı olarak yükümlülük altına soktuğu nezir ve yemin gibi tasarruflardır. 3) Akdin üçüncü türü, insanların birbirleriyle yaptıkları satım ve icâre gibi sözleşmelerdir.16 Akdin birinci türü Allah’a yaklaşmak, O’nun rızasını kazanmak ve insanla yaratıcısı arasındaki bağı pekiştirmek amacıyla yapılan ibadetler ve diğer dinî yükümlülüklerdir. Bunlar da akitler gibidir. Zira İslâm’a giren bir kişi Allah Teâlâ’nın kulları için koymuş olduğu hükümleri yerine getirme yükümlülüğünü örtülü olarak (zımnen) baştan kabullenmiş sayılır. İkinci tür akit, tek taraflı irade beyanıyla meydana gelen hukuki işlemlere tekabül etmektedir. Çünkü akit kelimesi sözlükte bir şeyi yapmaya veya terk etmeye sağlam bir şekilde azmetmek ve kesin karar vermek anlamını da içerir. Bunlar 11 Ahmed İbrahim Bek, “el-Ukûd min haysü ahkâmühâ’l-âmme”, el-Muâmelâtü’ş-Şer’iyyetü’l-mâliyye, Dâru’l-Ensâr, 1936, s. 75. 12 Muhammed et-Tahir b. Âşûr, Tefsîru’t-Tahrîr ve’t-tenvîr, Dâru Sahnûn li’n-Neşri ve’t-Tevzî’, Tunus 1997, IV, 74. 13Komisyon, el-Mevsû’atü’l-fıkhıyye, Matabi’u’s-Safve li’t-Tıbâati ve’n-Neşr, Küveyt 1994, XXX, 199. 14 Ahmed İbrahim Bek, el-İltizâmat fi’ş-Şer’i’l-İslâmî, Mısır 1944. s. 21. 15 Mâide, 5/1. 16 Şeyhzâde, Muslihuddin Mustafa, Haşiye alâ Tefsîri’l-Kâdî el-Beydâvî, Dâru’t-Tıbâati’l-Bâhira, Kahire 1263, II, 88. Mahiyeti Yansıtıp Yansıtmaması Açısından Bazı Hanefî Kaynakları ve Muâsır İslam Hukuku Eserlerindeki... | 527 talâk, i’tâk, vakıf, ibrâ ve benzeri hukuki tasarruflardır. Akdin üçüncü türünü, iki tarafın irade beyanlarıyla meydana gelen sözleşmeler oluşturur ki makalenin konusunu bu tür akitler oluşturmaktadır. İbn Cerîr et-Taberî (ö. 310/922),17 İbnü’l-Arabî (ö. 543/1148)18 ve Kurtubî (ö. 671/1272)19 de, bu ayette geçen ( )العقودlafzının, dinî yükümlülükler de dâhil bütün akit türlerini içine aldığı görüşündedirler. Zemahşerî (ö. 538/1143) ayette geçen ( )العقودlafzını sadece dinî yükümlülükler anlamında yorumlamış, buradaki ()العقود lafzının önce mücmel olarak zikredilip sonraki âyetle tafsîl edildiğini ileri sürmüştür.20 Cessâs (ö. 370/980) ise, söz konusu âyet-i kerimede geçen ( )العقودlafzının dinî yükümlülükleri kapsamadığını, tek taraflı hukuki işlemlerle iki taraflı sözleşmeleri içine aldığını ifade etmiştir.21 Bu makalede akit terimi kullanıldığı zaman üçüncü tür akit yani sözleşmeler kastedilmiş olacaktır. III. TANIMLARDA GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURULAN AKLÎ İLLETLER Tanımlar üzerinde yorum yapılabilmesi, aralarındaki fark ve nüansların ortaya konabilmesi, tanımlarda dikkate alınan aklî illetlerin bilinmesine bağlıdır. Aklî illet, bir şeyin varlık kazanabilmesi için gerekli olan sebepler şeklinde tanımlanabilir.22 Varlığı bu illetlere muhtaç olan şeye de “ma’lûl” denilmektedir. Sözü edilen aklî illetler genel olarak dört başlık altında toplanır: 23 1- İllet-i mâddiyye: İllet-i mâddiyye, şeyin bi’l-kuvve varlığının kendisine bağlı olduğu illettir. Buna rükün ve cüz’de denir. Bu illet olmadan ma’lûlun varlığını tasavvur etmek mümkün değildir.24 Akit açısından bakıldığında bu illet îcab ve kabuldür.25 Buna göre İbnü’l-Hümâm’ın (ö.861/1457), “Akit, taraflardan birinin îcabı ile diğerinin kabulünün bütünüdür” şeklindeki tarifi26 sadece illet-i mâddiyye göz önüne alınarak yapılmış bir tanım olmaktadır. Çünkü bu tanımda, îcab ve kabulün irtibatı olan illet-i sûriyye yer almamıştır. 17et-Taberî, Câmi’u’l-beyân, IV, 291-292. 18 İbnü’l- Arabî, Ebu Bekir Muhammed b. Abdillah, Ahkâmü’l-Kur’ân, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut 1987, II, s. 526. 19 el-Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed, el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân, Dâru’l-Kâtibi’l-Arabî li’t-Tıbâati ve’nNeşr, Kahire 1967, VI, 33. 20 ez-Zemahşerî, Ebû’l-Kâsım Carullah Mahmud b. Ömer, el-Keşşâf an hakâiki’t-Tenzîl, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, ty., I, 320. 21 el-Cessâs, Ebu Bekir Ahmed b.Ali er-Râzî, Ahkâmü’l-Kur’ân, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabiyy, Beyrut, ty., III, s. 285. 22 Bir şeye varlık kazandırma işlevi olan aklî illetlerden başka bir de belirli hukuki sonuçları doğurmak üzere Şâri’ tarafından konulmuş şer’î illetler vardır. Mesela satım akdi mülkiyet, nikâh akdi milk-i müt’a sonucu doğuran şer’î illetlerdir. Burada aklî illet terimi, şer’î illet mukabili olarak kullanılmıştır. (Bkz. Tehânevî, Keşşâf, II, 1206-1208) 23 Sadruşşerîa, Ubeydullah b. Mes’ûd el-Mahbûbî, Şerhu’l-Vikâye, Müessesetü’l-Verrâk li’n-Neşri ve’t-Tevzî’, Amman, 2006, I, Cüz, 3, s. 4. 24Tehânevî, Keşşâf, II,1210, 1212. 25Sadruşşerîa, Şerhu’l-Vikâye, I, Cüz, 3, s. 4. 26 İbnü’l-Hümam, Kemalüddin Muhammed b. Abdilvâhid, Şerhu fethi’l-Kadîr, el-Matbaatü’l-Kübrâ’l-Emiriyye, Bulak, 1315, II, s. 341. 528 | Doç. Dr. Abdüsselâm ARI 2- İllet-i sûriyye: İllet-i sûriyye, şeyin bi’l-fiil varlığının kendisiyle gerçekleştiği illettir. Bu illet fiille eş zamanlı olarak gerçekleşir ve gerçekleşmek için başka bir şeye ihtiyaç duymaz. 27 İslam hukukunun, îcab ile kabul arasında varlığını göz önüne aldığı irtibata (in’ikad) illet-i sûriyye denir.28 Mecelle’nin, 103. maddesinin ikinci kısmı dikkate alınarak akid, “İcab ve kabulün irtibatından ibarettir” şeklinde tanımlanacak olursa bu tanım, illet-i sûriyye ile yapılmış bir tanım olur. Bu aynı zamanda akit lafzının hâsıl bi’l-masdar manasıdır. 3- İllet-i fâiliyye: Bir şeye varlık kazandıran kimsedir.29 Akit için bu illet, akde vücut veren taraflardır.30 İllet kelimesi mutlak olarak söylendiği zaman bundan illet-i fâiliyye anlaşılır. Mecelle’nin, 103. maddesinde akdin tarifindeki “Tarafeynin bir hususu iltizam ve taahhüd etmeleridir” ifadesinde, illet-i fâiliyye dikkate alınmıştır. 4- İllet-i gâiyye: Fâili, fiili yapmaya sevk eden illettir. Bu illet, illet-i fâiliyyenin illet oluşunun illetidir. Yani fâili, fiili gerçekleştirmeye yönelten sâiktir. Mesela nikâh akdinde illet-i gâiyye, nikâh akdinin yapılmasıyla elde edilecek olan maslahatlardır.31 Nikâh akdinin, “milk-i müt’a sonucu doğurması için konulmuş bir akiddir”32 şeklindeki tarifi, sadece illet-i gâiyye esas alınarak yapılan bir tanım olur. Bu dört illetten her biri ma’lûlün varlık kazanmasında etkili olmakla birlikte, illet-i fâiliyye ve illet-i gâiyyeden ayırt etmek için illet-i mâddiyye ve illet-i sûriyyeye “illet-i mahiyyet” de denir. Bununla illet-i mâddiyye ve illet-i sûriyyenin ma’lûlün yapısını oluşturduğu ve mâhiyyetini teşkil ettiği ifade edilmek istenir. İllet-i fâiliyye ve illet-i gâiyyeye ise “illet-i vücûd” denir. Bu iki illet ma’lûlün varlık kazanmasında etkili olmakla birlikte onun mâhiyetine dâhil olmadıkları anlatılmak istenir.33 Farklı amaçlar gözeterek bu illetlerden her biri ile bir kavramı tanımlamak mümkündür. Ancak illet-i mâddiyye ve illet-i sûriyye dışındaki illetlerden biri dikkate alınarak yapılacak tanımlar mahiyeti yansıtan tanımlar değildir. IV- AKDIN RÜKÜNLERI Rükün, parçası olduğu şeyin varlık kazanması kendi varlığına bağlı olan ana unsur demektir. Bir şeyin dış dünyada varlık kazanması, ancak rüknünün varlığı ile mümkün olur.34 Bazen rükün terimiyle bir bütünün mahiyeti yani onu meydana getiren parçaların tümü, bazen de bunlardan bir kısmı kastedilir.35 27Tehânevî, Keşşâf, II,1210. 28Sadruşşerîa, Şerhu’l-Vikâye, I, Cüz, 3, s. 4. 29Tehânevî, Keşşâf, II,1210. 30Sadruşşerîa, Şerhu’l-Vikâye, I, Cüz, 3, s. 4. 31Tehânevî, Keşşâf, II,1211; Sadruşşerîa, Şerhu’l-Vikâye, I, Cüz, 3, s. 4. 32Sadruşşerîa, Şerhu’l-Vikâye, I, Cüz, 3, s. 3. 33Tehânevî, Keşşâf, II,1210. 34 Ahmed b. Muhammed el-Feyyûmî, Misbâhu’l-münîr, Daru’l-Meârif, Kahire, 1977, s. 237; Ali b. Muhammed eşŞerîf el-Cürcânî, et-Ta’rîfât, Mektebetü Lübnân, Beyrut 1985, s. 117; Ali el-Hafîf, Ahkâmu’l-muâmelat, s. 172 (1 no’lu dipnot.). 35Tehânevî, Keşşâf, I, 872. Mahiyeti Yansıtıp Yansıtmaması Açısından Bazı Hanefî Kaynakları ve Muâsır İslam Hukuku Eserlerindeki... | 529 Zerkâ, bir akdin varlığını tasavvur edebilmek için gerekli olan unsurları temel unsurlar tabiri ile ifade eder. Bunlar; taraflar, akdin konusu, akdin hukuki sonucu ve rükünler olmak üzere dört başlık altında toplanır. Ona göre, bu dört temel unsur olmadan bir akdin varlığını tasavvur etmek mümkün değildir.36 Bu dört unsurdan taraflar, illet-i failiyye, rükünler illet-i mâddiyye ve akdin hukuki sonucu illeti gâiyyeye tekâbül etmektedir. Rükünlerin akde varlık kazandırmaları için hukuken birbirleriyle irtibatlanmaları gerekir. Bu irtibata da in’ikad denir ki akdin illet-i sûriyyesini meydana getirir. Hanefilere göre akdin rüknü, onun yapısından bir parça teşkil eden îcab ve kabuldür. İki taraflı her akit, tarafların birbiriyle uyumlu irade beyanlarından meydana gelir. Bu beyanlardan birincisine îcab, ikincisine kabul denir. Îcab ve kabul birbiriyle bağlanarak (in’ikad ederek) akde birlikte varlık kazandırırlar. Îcab ve kabul veya bunların yerini tutacak diğer beyan vasıtaları olmadan akdin dış dünyada varlık kazanması mümkün değildir.37 Hanefiler dışındaki İslam hukukçularına göre ise, akdin rükünleri îcab, kabul, taraflar, akdin konusu ve bedeldir. Bu farkın sebebi fakihlerin çoğunluğunun, bir şeyin rüknü terimiyle, mahiyetinden bir parça teşkil etmese de o şeyi aklen tasavvur edebilmek için gereken unsurların tümünü kastetmeleridir. Bunlar, ibadetlerin ve hukuki işlemlerin gerçekleşmesi rükün ve şartların varlığına bağlı olduğu için, rüknü şartı da kapsayan geniş bir kavram şeklinde kullanırlar.38 Hanefilerin rükün anlayışı akdin tanımını kolaylaştıran, onun mahiyetini açıklamaya elverişli ve özenli bir yaklaşımdır. 39 Ancak rükün konusundaki bu görüş ayrılığı pratikte herhangi bir sonuç doğurmaz. Çünkü irade beyanının hukuki sonuç doğurabilmesi diğer unsurların varlığını gerektirmektedir. V- AKIT TANIMLARI VE BUNLARIN TAHLILI Hicri VIII. asır ve sonrası kaleme alınan bazı Hanefî kaynakları ve muâsır İslam hukuku eserleri birbirinden farklı akit tanımlarına yer vermiştir. Bunların bir kısmı tanımlanan şeyin mahiyetini yansıtıcı nitelikte olmakla birlikte diğer bir kısmı bu niteliği taşımamaktadır. Şimdi, yukarıda verilen bilgiler ışığında sözü edilen kaynaklardaki tanımlar, akdin mahiyetini yansıtıp yansıtmamalarına göre tahlil edilecektir. A) Akdin Mahiyetini Yansıtmayan veya Eksik Yansıtan Tanımlar Bu grupta yer vereceğimiz tanımlarda, akit lafzının masdar ve hâsıl bi’l-masdar 36Zerkâ, el-Fıkhu’l-İslâmî I, 312 (1 no’lu dipnot); 313. 37 Alauddin Ebu Bekr b. Mes’ûd, Bedâiu’s-sanâi’, III, 317; Ali el-Hafîf, Ahkâmu’l-muâmelât, s. 172 -173; Zerkâ, elFıkhu’l-İslâmî, I, 300-301. 38 Ali el-Hafîf, Ahkâmu’l-muâmelat, s. 172 (1 no’lu dipnot); Tevhit Ayengin, “Rükün”, DİA, XXXV, 286-287. 39 Ali el-Hafîf, Ahkâmu’l-muâmelat, s. 172 (1 no’lu dipnot.) 530 | Doç. Dr. Abdüsselâm ARI manaları öne çıkarılmış; illet-i mâhiyet denilen îcab ve kabul geri planda kalmıştır. Mecelle ve Mürşidü’l-hayrân’ın akit tanımları, akdin masdar ve hâsıl bi’l-masdar manaları göz önüne alınarak yapılan tanımların başında gelmektedir. Daha sonraki dönemlerde yazılan eserlerdeki akit tanımları, bu iki kaynaktan yararlanılarak veya aynen aktarılarak verilmiştir. 1) İbnü’l-Hümâm’ın Tanımı İbnü’l-Hümâm (ö. 861/1457), Fethu’l-Kadîr adlı eserinin “Kitâbü’l-Bey’” bölümünde rükünlerinin îcab ve kabul olduğu gerekçesiyle “satım akdinin, sadece îcab ve kabulden ibaret olduğunu” ifade eder.40 Nikâh akdi ile ilgili olarak da, “Şüphesiz bu akdin hakikati, îcab ve kabulle varlık dünyasında tamamlanmış olur” ifadesinden hemen sonra “in’ikad ise, şer’an akit denilecek ve peşinden hukuki sonuçları doğuracak şekilde iki sözden birinin diğeriyle irtibatıdır” diyerek in’ikâdın tanımını ayrıca verir.41 Görüldüğü gibi İbnü’l-Hümâm, akit tanımına bitişik olarak in’ikadın tanımını vermiş olmakla birlikte in’ikadı akit çerçevesine dâhil etmemiştir. Dolayısıyla ona göre akit sadece îcab ve kabulle tamamlanmış olmaktadır. Hâlbuki sadece îcab ve kabulden ibaret bir akit, hukuki sonuçlarını doğuracak nitelikte bir akit kabul edilemez. Bu iki unsura bir de itibarî nitelikte in’ikadın = irtibatın eklenmiş olması gerekir. Onun için bu tanım, mahiyeti yansıtma açısından eksik bir tanım olmaktadır. 2) Mecelle’nin Tanımı Mecellenin 103. maddesinde akit şöyle tanımlanmaktadır: “Tarafeynin bir hususu iltizam ve taahhüd etmeleridir ki îcab ve kabulün irtibatından ibarettir.” Dikkatle incelendiği zaman bu tanımın, iki kısımdan oluşan birleşik bir tanım olduğu görülecektir. Birinci kısmı “ki” zamirine kadar olan “Tarafeynin bir hususu iltizam ve taahhüt etmeleridir” cümlesi oluşturur. Bu maddeyi şerh ederken Ali Haydar Efendi (ö. 1935), “iltizam ve taahhüd etmeleridir ibaresinden anlaşılıyor ki akit, tarafeyn ile kâim ve onların vasfıdır”42 demektedir. Yani iltizam ve taahhüd etme eylemlerini gerçekleştirenler, irade beyanlarıyla akde varlık kazandıran taraflardır (âkıdeyn). Buna göre birinci kısımda verilen tanım, akit masdarının asıl manası (hadesî mana) dikkate alınarak yapılmış bir tanım olmaktadır. Çünkü akit masdarının konulduğu asıl mana bağlamak eylemidir ki “bağlamak” yukarıda da açıklandığı üzere fıkıh eserlerinde iltizam ve taahhüd etmek anlamlarında kullanılmaktadır. 40 İbnü’l-Hümam, Şerhu fethi’l-Kadîr, V, 74. 41İbnü’l-Hümam, Şerhu fethi’l-Kadîr, II, s. 344. İbnü’l-Hümam, Merğînânî’nin “ ”البيع ينعقد باإلجياب والقبولifadesine açıklık getirmek üzere şöyle der: “Burada bey’den maksat, hukukî sonucu bilinen özel şer’î bir manadır. Beyi böyle açıklamamızın sebebi, Merğînânî’nin ‘bey’ icab ve kabul ile in’ikad eder’ diyerek bey’i, icap ve kabulden ayrı bir şey kabul etmesidir. Oysa bey’, sadece icab ve kabulden ibarettir. Çünkü bunlar onun iki rüknüdür.” (Şerhu fethi’l-Kadîr, V, s. 74) Bkz. Ali Muhyiddin Ali el-Karadâğî, Mebdeü’r-rızâ fî’l-ukûd, Dâru’l-Beşâiri’l-İslamiyye, Beyrut 1985, I, 121, 122. 42 Ali Haydar Efendi, Düreru’l-hukkâm şerhu Mecelleti’l-ahkâm, İstanbul 1330, 3. Baskı, I, 213. Mahiyeti Yansıtıp Yansıtmaması Açısından Bazı Hanefî Kaynakları ve Muâsır İslam Hukuku Eserlerindeki... | 531 Bu kısımda akdin rükünleri îcab ve kabul ile bunların irtibatına yer verilmemiştir. Dolayısıyla bu kısım mantık terimiyle ifade edilecek olursa “resm” şeklinde bir tanımdır ve bu tanımda akdin mahiyeti yoktur. Çünkü bu tanımda sadece illet-i fâiliyye dikkate alınmıştır. Oysa illet-i fâiliyye kendisine varlık kazandırdığı şeyin mahiyetine dâhil değildir. O sadece illet-i vücûddur. Bu sebeple akdin böyle tanımlanması özellikle tarafları, akdin rükünleri arasında görmeyen Hanefiler açısından mahiyeti yahsıtmaktan uzak durmaktadır. İkinci kısım “ki” zamirinden sonra gelen “îcab ve kabulün irtibatından ibarettir” cümlesidir. İrtibat, illet-i sûriyye, îcab ve kabul illet-i mâddiyyedir. Bu ikisi birlikte tanımlanan şeyin mâhiyyetini teşkil ederler. Burada akit, sadece bu lafzın hâsıl bi’l-masdar manası olan irtibattan ibaret gibi gösterilmiştir. Îcab ve kabul göz önünde bulundurulmuş, ancak bunlardan irtibat asıl, îcab ve kabul bu irtibatın araçlarıymış gibi bir ifade kullanılmıştır. Hukuki açıdan irtibatın önemli bir rolü olmakla birlikte43 îcab ve kabul akde varlık kazandıran onun mahiyetini teşkil eden ana unsurlarıdır. Rükün oldukları için îcab ve kabul de irtibat kadar önemlidir. Mecelle’nin tanımındaki iltizam ve taahhüd etmek âkıdeynin/tarafeynin vasfı iken irtibat, îcab ve kabulün vasfıdır. Dolayısıyla tanımın başıyla sonu arasında bir uyumsuzluk gözükmektedir. Ali Haydar Efendi, 103. maddeyi şerh ederken bu uyumsuzluğa bir soru takdir ederek dikkat çekmiş ve bu soruya şöyle cevap vermiştir: “Tanımın başında geçen akit kelimesiyle masdar manası kastedildiği halde “ki” zamirinin mercii akit kelimesinden hâsıl bi’l-masdar manası kastedilmiştir ve zamirin merciinde istihdam44 vardır. Bu sebeple, tanımın başında geçen akit kelimesiyle masdar manası, bu kelimeye râci “ki” zamirinin mercii olması bakımından akit kelimesinden hâsıl bi’l-masdar manası kastedilmiştir.45 Bu yorumdan onun tanımın başı ile sonu arasındaki uyumsuzluğa bir çözüm getirmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Tanımın ikinci kısmı 104. Maddede verilen “in’ikâd”’ın tanımıyla aynı manaya gelmektedir. İn’ikâd, “Îcab ve kabulün, müteallakında eseri zahir olacak vechile, yekdiğere ber vechi meşrû’ taallukudur” denilmiştir. Akit tanımının ikinci kısmında geçen “irtibat” kelimesi ile in’ikâd’ın tanımında geçen “taalluk” kelimeleri birbirlerine benzer anlamlar ifade ederler. Sözlükte irtibat, bağlanma; taalluk ise bağlanma, tutunma, eklenme ve ilgili olma anlamlarına gelir. Başka bir ifadeyle söylenecek olursa “îcab ve kabulün irtibatı”, “îcab ve kabulün taalluku” demektir. Dolayısıyla Mecelle’de akit tanımının verildiği 103. maddenin “ki” zamirinden sonraki kısmı ile 104. maddedeki in’ikad’ın tanımı aynı manaları ifade etmektedir. Ayrı ayrı maddelerde düzenlendiğine göre bunlar birbirinden farklı olmalıdır. 43ez-Zerkâ, el-Fıkhu’l-İslâmî, I, s. 294. 44 İstihdam, iki manası olan bir sözün, bir manasını o sözün kendisiyle diğer manasını zamiriyle ifade etmek sanatıdır. (M. Kaya Bilgegil, Edebiyat Bilgi ve Teorileri, Enderun Kitapevi, 2. Baskı, İstanbul 1989, s. 190.) 45 Ali Haydar Efendi, Dürerü’l-Hukkâm, I, 213. 532 | Doç. Dr. Abdüsselâm ARI Akit lafzının hâsıl bi’l-masdar manası irtibat (in’ikad), illet-i sûriyye olduğu için akdin mahiyetine dâhildir. Ancak akit, sadece irtibattan ibaret değildir. Akdin mahiyeti bu irtibatla birlikte îcab ve kabul bulunduğu zaman tamamlanmış olur. Çünkü illet-i sûriyye (irtibat) ile illet-i mâddiyye (îcab-kabul) birleşerek akde dış dünyada varlık kazandırırlar. Bu kısımda îcab ve kabule yer verilmiş fakat irtibat asıl, îcab ve kabul irtibatın aracı gibi ifade edilerek rükünler geri planda kalmıştır. Sadruşşeria’nın (ö. 747/1347) belirttiğine göre, akdin tanımında îcab ve kabulün irtibatın aracı gibi ifade edilmesi doğru değildir.46 Mehmesânî (ö. 1986), en-Nazariyyetü’l-âmme li’l-mûcebât ve’l-ukûd fi’şŞeriati’l-İslamiyye adlı eserinde akit tanımını Mecelle’den aynen almıştır. Akit tanımından hemen sonra yine aynı kaynaktan alınarak in’ikad’ın tanımı da verilmiştir. Arkasından her ittifakın akit olmayacağı, ancak hukuki sonuç doğuracak nitelikteki ittifakların akit olabileceği belirtilmiştir. 47 3) Kadri Paşanın Tanımı Mürşidü’l-hayrân adlı eserin 262. maddesinde akit şöyle tanımlanmaktadır: “Akit, âkideynin birinden sadır olan îcabın diğerinin kabulüyle, akdin konusunda eseri doğacak şekilde irtibatından ibarettir.”48 Bu akit tanımı Mecelle’nin “in’ikad” tanımının aynısıdır. Karadâğî’nin belirttiğine göre Mürşidü’l-hayran müellifi Kadri Paşa’nın (ö. 1306/1888) bu tanımı akdin değil, in’ikadın tanımıdır ve Hanefi hukukçulardan Babertî’nin (ö. 786/1384) el-İnâye’sinden almıştır.49 Orada yer alan bu ifadeler, akdin değil in’ikadın tanımı olarak verilmektedir.50 Ayrıca irtibat, illet-i sûriyye olup tek başına ma’lûlün mahiyetini teşkil edemez. Mahiyetin tam olarak ifade edilebilmesi için buna bir de illet-i mâddiyyenin eklenmesi gerekir. Mürşidü’l-hayrân’ın tanımında biri taraflar (illet-i fâiliyye), diğeri hukuki sonuç yani illet-i gâiyye olmak üzere akdin mahiyeti dışında iki fazlalık vardır. Öte yandan akit tanımında hukuki sonuca yer verilmesi doğru da değildir. Çünkü şart muhayyerliği bulunan bir akit mün’akiddir, fakat bu muhayyerliğin sona ermesine kadar hukuki sonucu yoktur.51 Bir de hukuki sonuç akitle birlikte bulunmaz, o meydana geldikten sonra doğar.52 Sadruşşerîa, Ubeydullah b. Mes’ûd el-Mahbûbî, Şerhu’l-Vikâye. Müessesetü’l-Verrâk li’n-Neşri ve’t-Tevzî’, Amman, 2006, I. Cüz, 3, s. 4 47 Subhî Mehmesânî, en-Nazariyyetü’l-âmme li’l-mûcebât ve’l-ukûd fi’ş-Şeriati’l-İslamiyye, Mektebetü’l-Keşşâf ve Matbaatühâ, Beyrut 1948, II, 10-11. 48 Muhammed Kadri Paşa, Mürşidü’l-hayrân, Dâru’l-Fircânî, Kahire 1983, s. 49. 49 el-Karadâği, Ali Muhyiddin Ali, Mebdeü’r-rıdâ fi’l-ukûd, Dâru’l-Beşâiri’l-İslâmiyye, Beyrut 1985, I, 121. Kadri Paşa’nın Arapça akit tanımı şöyledir: ( العقد هو عبارة عن ارتباط اإلجياب الصادر من أحد العاقدين بقبول اآلخر على وجه يثبت أثره يف املعقود عليهKadri Paşa, Mürşidü’l-hayrân, s. 49) Babertî’nin in’ikâd tanımı ise şöyledir:االنعقاد ههنا تعلق كالم أحد العاقدين باآلخر على وجه يظهر أثره ( يف املحلel-Babertî, Ekmelüddin Muhammed b. Mahmud, Şerhu’l-İnâye ale’l-Hidâye, (Fethu’l-Kadir kenarında) elMatbaatü’l-Kübrâ’l-Emiriyye, Bulak, 1315, V, 74). 50el-Babertî, İnâye ale’l-Hidâye, V, 74. 51 Kadızâde, Şemseddin Ahmed b. Bedreddin Mahmud, Netâîcü’l-efkâr fi keşfi’r-rumûz ve’l-esrâr, VII, 154. (İbnü’lHümâm’ın Fethu’l-Kadir’inin tekmilesi). 52el-Karadâği, Mebdeü’r-rıdâ fi’l-ukûd, I, s. 120. 46 Mahiyeti Yansıtıp Yansıtmaması Açısından Bazı Hanefî Kaynakları ve Muâsır İslam Hukuku Eserlerindeki... | 533 Senhûrî (ö. 1971) akit tanımını Kadri Paşa’dan aktarmakla yetinmiş ve başka bir tarif vermemiştir. Akdi bu şekilde tanımlamanın İslam Hukukunun objektif eğilimini yansıttığını vurgulamıştır. Çünkü akit îcabın kabule bağlanması şeklinde tanımlanarak iç irade değil, dış irade esas alınmıştır. Hukuki sonucun akdin konusunda ortaya çıkacağına işaret edilmesinin de İslam Hukukundaki objektifliği yansıtan başka bir gösterge olduğu belirtilmiştir.53 4) Ahmed İbrahim Bek’in Tanımı Ahmed İbrahim Bek (ö. 1364/1945) akdi, “İcabı kabule bağlamaktır” şeklinde tanımlamıştır. Bu tanımda akit lafzının masdar manası (bağlamak = )ربطdikkate alınmıştır. Ayrıca müellif, bağlama eyleminin akdi yapan kişilerden her birinin vasfı olduğunu ifade etmiştir. Tanımlanan şey akit olduğuna göre âkıdeynin vasfı olan masdar manasına değil, îcab ve kabulün vasfı olan hâsıl bi’l-masdar manasına yer verilmesi daha uygun olabilirdi. Ahmed İbrahim Bek daha sonra “bağlama” sonucunda îcabla kabul arasında irtibat meydana geldiğini ve bu irtibata in’ikad denildiğini de belirtmiştir.54 5) Ebû Zehra’nın Tanımı Ebû Zehra (ö. 1974), akit lafzının terim manasının sözlük manasına uzak olmadığını, sadece sözlük manasının daraltılmış ve bazı kayıtlar getirilmiş bir şekli olduğunu belirterek akdi şöyle tanımlamıştır: “Akit tarafların biri veya her ikisi için iltizam sonucu doğacak şekilde iki irade beyanını birbirine bağlamaktır.”55 Görüldüğü gibi bu tanım, akit lafzının masdar manası (bağlamak = )ربط, taraflar (illet-i failiyye) ve iltizam kelimesiyle anlatılmaya çalışılan hukuki sonuç (illet-i gâiyye) gibi akdin mahiyeti dışındaki unsurlar göz önüne alınarak yapılmış bir tanımdır. Hâlbuki taraflar ve hukuki sonuç akdin mahiyetine dâhil değillerdir. 6) Ali el-Hafîf ’in Tanımı Ali el-Hafîf, (ö. 1978) fakihlere göre akdi, “İki kişiden sadır olan sözlü iki irade beyanını (veya bu sözlü beyanların yerini tutacak diğer beyan şekillerini) hukuki sonuç doğuracak şekilde birbirine bağlamaktır”56 diye tanımlar. Kolayca anlaşılacağı üzere bu tanım, âkıdeynin vasfı olan akdin masdar manası (bağlamak = ) ربطesas alınarak yapılmıştır. Âkıdeynin değil de akdi oluşturan îcab ve kabulün vasfı olan irtibata yer verilmesi daha yerinde olabilirdi. Ayrıca tanımda mahiyeti dışında kalan tarafların (illet-i fâiliyye) ve hukuki sonucun (illet-i gâiyye) yer alması uygun gözükmemektedir. Dolayısıyla bu tanım mahiyeti yansıtmaktan uzaktır. 53 54 55 56 Abdürrezzak es-Senhûrî, Mesâdıru’l-hakk fî’l-fıkhi’l-İslâmî, Daru’l-Fikr, yy., ty., Cüz I, s. 73, 77. Ahmed İbrahim Bek, el-Muâmelâtü’ş-Şer’iyyetü’l-maliyye, s. 75. Ebû Zehra, el-Milkiyyetü ve nazariyyetü’l-akd fi’ş-Şerîati’l-İslâmiyye, Dâru’l-Fikri’l-Arabî, yy., 1977, s. 199, 201. Ali el-Hafîf, Ahkâmu’l-mu’âmelâi, s. 170. 534 | Doç. Dr. Abdüsselâm ARI Ancak yazar daha sonra akdin mahiyetini yansıtan nitelikte ikinci bir tanım daha vererek şöyle der: Çoğu zaman akit kelimesi, iki taraf arasındaki irtibatın kendisiyle sağlandığı, iki sözle, iki yazıyla, iki işaretle, iki fiille veya biri söz diğeri fiille ortaya konan irade beyanları manasında kullanılır. Bu nedenle “Şu kadara sattım” “Bu teklifi kabul ettim” sözlerinin bütününe satım akdi denir. Fakihlerin akitleri teker teker açıklarken kullandıkları ifadelerde bunun dışında bir şeye çok seyrek rastlanır. Onlar akit terimi ile birbiriyle irtibatlanmış iki sözlü veya bu sözlerin yerini tutacak irade beyanlarını kastederler.57 Daha önce akdin, îcab ve kabulü birbirine bağlamak, in’ikadın da bu bağlama sonucu meydana gelen irtibat olduğunu öğrenmiştik.58 Birinci tanımdan farklı olarak burada akdin rükünleri îcab ve kabul (illet-i mâddiyye) ile bunların birbiriyle irtibatı (illet-i sûriyye) aynı ağırlıkta dikkate alınmıştır. Dolayısıyla ikinci tanım mahiyeti eksiksiz yansıtan tam bir tanım olmaktadır. 7) Mustafa Ahmed ez-Zerkâ’nın Tanımı Zerkâ (ö. 1999) Mecelle’den aktardığını ifade ettikten sonra akit için şöyle bir tanım verir: “Akit, konusunda hukuki sonucu doğacak şekilde, îcabın kabule meşru olarak bağlanmasıdır”. 59 Aralarında önemli bir fark olmamakla birlikte bu tanım Mecelle’ninkinden çok Kadri Paşa’nınkine benzer gözükmektedir. Zerkâ bu tanımda, akit lafzının hâsıl bi’l-masdar manasını (irtibat = )ارتباطgöz önünde bulundurmuştur. Fakat akdi sadece irtibatın oluşturduğu, îcab ve kabulün irtibatın aracı olduğu gibi bir söylem tercih edilmiştir. Diğer taraftan tanımda yer verilen “hukuki sonuç” ve “akdin konusu” mahiyet ile ilgili unsurlar değildir. 7) Hayreddin Karaman’ın Tanımı Karaman hem İslam ansiklopedisinin “akid” maddesinde he m de Mukayeseli İslam Hukuku adlı eserinde akdin tanımını Mecelle ve Mürşidü’l-hayran adlı eserlerden aktarmıştır. Sora bu tariflerin akdin bütün unsurlarını ihtiva ettiklerini belirterek bu konuda kısa değerlendirmeler yapmıştır..60 Kendisi ayrı bir tanım yapmadığı için yukarıda Mecelle ve Mürşidü’l-hayran’ın tanımlarını yorumlarken söylenenler burada tekrar edilmemiştir 8) Orhan Çeker’in Tanımı Çeker İslam Hukukunda Akidler adlı eserinde akit kelimesinin sözlük manasını verdikten sonra terim olarak akdi üç gruba ayırmıştır. Birinci grup içine hem iki 57 Ali el-Hafîf, Ahkâmu’l-mu’âmelât, s. 171. 58 Ali el-Hafîf, Ahkâmu’l-mu’âmelât, s. 303. 59Zerkâ, el-Fıkhu’l-İslâmî, I, 291- 294. 60 Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslam Hukuku, İz yayıncılık, İstanbul 2006, II, 46, 47; “Akid”, DİA, II, 251. Mahiyeti Yansıtıp Yansıtmaması Açısından Bazı Hanefî Kaynakları ve Muâsır İslam Hukuku Eserlerindeki... | 535 taraflı hem de tek taraflı akitlerin, ikinci gruba geleceğe yönelik tasarrufların girdiği belirtilmiş, üçüncü grupta Mecelle’nin tanımına yer verilmiştir.61 Dolayısıyla daha önce Mecelle’nin tanımı için yapılan yorumlar bu tamın için de geçerli olacaktır. B) Akdin Mahiyetini Yansıtan Tanımlar Îcab, kabul ve akit lafzının hâsıl bi’l-masdar manası olan “irtibat”ı ihtiva eden tanımlar, akdin mahiyetini eksiksiz yansıtan tanımlardır. Zira îcab ve kabul, akdin somut nitelikteki rükünleri, akit lafzının hâsıl bi’l-masdar manası irtibat ise bunları birleştiren itibarî unsurdur. Başka bir ifadeyle söylenecek olursa akdin mahiyetini, îcab, kabul ve irtibat (in’ikad) olmak üzere üç unsur teşkil eder. Kuruluşu tamamlanmış bir akit ayrıştırılacak olursa ayrışan parçalarının, îcab, kabul ve irtibattan ibaret olduğu görülür. Aşağıda bu doğrultuda yapılmış mahiyeti yansıtan akit tanımlarına yer verilecektir. 1) Sadruşşerîa’nın Tanımı Sadruşşerîa Ubeydullah b. Mesûd (ö. 747/1347), erişebildiğimiz kadarıyla, akit teriminin kavramsal yapısından söz eden ve akit terimini derinliğine analiz eden ilk müelliftir. Aşağıda adları verilecek müellifler arasında zikredilecek olan Molla Hüsrev, İbn Nüceym ve İbn Âbidin’in akit terimini açıklarken Sadruşşerîa’dan yararlandıkları anlaşılmaktadır. Sadruşşerîa el-Vikâye şerhi’nde şöyle der: Akit, tasarrufu meydana getiren parçaları, yani îcab ve kabulü, birbirine şer’an bağlamaktır. Fakat burada akit lafzı ile hâsıl bi’l-masdar manası kastedilmiştir. Akit lafzının hâsıl bi’l-masdar manası ise irtibattır. Ancak nikâh akdi, bu irtibatla birlikte îcab ve kabulden oluşur. Bu hükme, Şer’ îcab ve kabulü dikkate aldığı için vardık. Çünkü îcab ve kabul, şartları vb. şeyler gibi nikâh akdinin mahiyeti dışında unsurlar değil onun rükünleridir. et-Tenkîh, şerhinin nehiy bölümünde bunu zikretmiş ve şöyle demiştim: “Yasaklanan fiiller arasında satım akdi gibi gerçekleşmesi somut (hissî) varlığının yanında şer’î varlığına da bağlı olan şeyler vardır. Zira Şer’ somut olarak mevcut olan îcab ve kabulün, hükmî bir irtibatla birbirine bağlandığını kabul eder. Bu bağlanmayla şer’î bir mana meydana gelir ki, müşterinin (satım konusu mal üzerinde) mülkiyet hakkı kazanması bu şer’î mana’nın sonucu olur. Bu şer’î mana bey’ akdidir.62 Söz konusu şer’î manadan maksat, şer’î irtibatla birlikte îcab ve kabulden oluşan bütündür. Yoksa bazılarının vehmettiği gibi bey’ akdinin sadece bu irtibattan ibaret olup îcab ve kabulün onun aleti olması değildir. Çünkü îcab ve kabulün rükün oluşu böyle bir anlayışa engeldir.”63 Orhan Çeker, İslam Hukukunda Akidler, A.H.İ. Yayıncılık, İstanbul 2006, s. 2, 3. Sadruşşerîa, Ubeydullah b. Mes’ûd el-Mahbûbî, et-Tevdîh li metni’t-Tenkîh (et-Telvîh ile birlikte), Dâru’l-Kütübi’lİlmiyye, Beyrut, ty., I, 404-405. 63Sadruşşerîa, Şerhu’l-Vikâye, I. Cüz, 3 s. 3- 4 . 61 62 536 | Doç. Dr. Abdüsselâm ARI Sadruşşerîa burada akdi en ince ayrıntılarına varıncaya kadar tahlil edip mahiyeti tarif eden bir akit tanımının nasıl olması gerektiğini çok açık bir biçimde ortaya koymuştur. Mahiyetin unsurlarından illet-i mâddiyyeyi teşkil eden icab ve kabûlün somut, illet-i sûriyyeyi teşkil eden irtibatın hükmî nitelikte oluşu vurgulanmış ve irtibat anlamının, akit kelimesinin hâsıl bi’l-mastar manasının karşıladığı ifade edilmiştir. Bu açıklamalarıyla Sadruşşerîa’nın akit kavramını hukuk tekniği açısından ileri seviyede bir tahlile tabi tutarak kendisinden sonra gelen ve bu çizgiyi izleyen müelliflere rehberlik ettiği söylenebilir. 2) Molla Hüsrev’in Tanımı Molla Hüsrev (ö. 885/1480) Dürerü’l-hükkâm fî şerhi Ğureri’l-ahkâm adlı eserinin kitabu’n-nikâh bölümünde akit lafzıyla hâsıl bi’l-masdar manasının kastedildiğini belirttikten sonra bunun, hukûkî tasarrufu meydana getiren parçaların (îcab-kabul) birbiriyle irtibatı olduğunu, hatta akdin birbiriyle irtibatlanmış bu parçalardan teşekkül ettiğini ifade eder. Nerede nikâh ve bey’ gibi lafızlar zikredilse, bunlarla îcab ve kabulün kastedildiğini belirtir. İcab ve kabulün varlığı duyu organları ile bilinebilirken, bunların birbirlerine irtibatlanması hükmîdir, duyu organları ile bilinemez. Bu hükmî irtibat sonucunda şer’î bir mana (akit) hâsıl olur. Mesela nikâh akdi, îcab, kabul ve irtibatın bütününden meydana gelmiş birleşik bir yapıdır. Molla Hüsrev, Sadruşşerîa’nın nikâh akdini önce “Milk-i müt’a için konulmuş bir akittir” şeklinde tanımladığını, daha sonra aynı akit için “Îcab, kabul ve irtibattan ibarettir” şeklinde bir tanım verdiğini belirtir. Nikâhı böyle birbirinden farklı iki defa tanımlamasına yöneltilebilecek itirazların kendisinin zikrettiği dört illet göz önüne alınarak savuşturulabileceğini söyler.64 Bu ifadelerden anlaşıldığına göre Molla Hüsrev akit terimini kendisinden önceki asırda yaşamış olan Sadruşşeria’nın görüşlerinden yararlanarak yorumlamaya çalışmaktadır. 3) Kuhistânî’nin Tanımı Kuhistânî (ö. 962/1554), Sadruşşeria’nın Nukâye’sine yazdığı Câmiu’r-rumûz adlı şerhin Kitâbü’n-nikâh bölümünde akdi, “Terim olarak akit, Şer’in dikkate aldığı irtibatla birlikte îcab ve kabulden ibarettir” 65 şeklinde tanımlar. Vikâye şerhi üzerine yazılan el-Ârifiyye adlı hâşiyede de akdin îcab, kabul ve irtibatı içine aldığı belirtilmiştir.66 4) İbn Nüceym’in Tanımı İbn Nüceym (ö. 970/1562) el-Bahru’r-râik şerhu Kenzi’d-dekâik adlı eserinde 64 Molla Hüsrev, Muhammed b. Feramuz b. Ali, Düreru’l-Hükkâm fi şerhi Ğureri’l-ahkâm, Matbaatü Muhammed Es’ad, İstanbul 1300, I, 405-406. 65 el-Kuhistânî, Şemsüddin Muhammed b.Husamiddin, Câmiu’r-rumûz, yy., ty., I, 268. 66et-Tehânevî, Keşşâfü ıstılâhâti’l-fünûn, II, 1192. Mahiyeti Yansıtıp Yansıtmaması Açısından Bazı Hanefî Kaynakları ve Muâsır İslam Hukuku Eserlerindeki... | 537 akit terimi ile ilgili bilgileri Sadruşşerî’a’nın el-Vikâye şerhindeki nikâh bölümünden aynen nakleder ve bunun güzel bir yorum olduğunu belirtir.67 Onun bu nakli akit tanımı konusunda Sadruşşerîa ile aynı düşünceleri paylaştığının bir göstergesidir. 5) İbn Abidin’in Tanımı İbn Abidin (ö. 1252/1836) Reddü’l-muhtâr ale’d-Dürri’l-muhtâr isimli eserinde akit terimi ile ilgili olarak, Sadruşşerîa’nın el-Vikâye şerhi’nden aldığı bilgileri verdikten sonra şu yorumu ekler: Bey’, nikâh ve bunların benzeri diğer akitler, îcab ve kabul ile somut olarak var olsalar bile bunların akit olarak nitelendirilmeleri sırf somut varlıklarının bulunmasına değil, birtakım şartların da gerçekleşmesine bağlıdır. Hukuki sonuçlar bunlara göre doğar. Söz konusu şartlar gerçekleşmemişse akit de yok sayılır. İşte îcab ve kabulün akit olarak nitelendirilmeleri somut varlığına ek hukuki bir varlığa bağlıdır. Hukuken akit, sadece îcab, sadece kabul veya tek başına irtibat değil bu üçünün bütünüdür.68 İbn Abidin bir bakıma Sadruşşerîa’nın söylediklerini tekrar edip akdin mahiyetini oluşturan icab, kabul ve bunlar arasındaki irtibat unsurlarının eşit ağırlıkta olduklarını dile getirmiştir. SONUÇ Akit tanımlarında, bu lafzın masdar veya hâsıl bi’l-masdar manaları kullanılmaktadır. Sözlükte bağlamak manasına gelen masdar manası, terim olarak bir kimsenin kendisini yükümlülük/borç ile bağlaması, hâsıl bi’l-masdar manası ise, irtibat/bağlanma, anlamına gelmektedir. Masdar manası tarafların, hâsıl bi’l-masdar manası ise îcab ve kabulün vasıflarıdır. Taraflar, icab ve kabul, konu, hukuki sonuç, bir akdi tasavvur edebilmek için gerekli temel unsurlardır. Çeşitli amaçlarla bu unsurlardan her biri esas alınarak akit tanımı yapılabilir. Nitekim Mecelle 103. Maddesinde akdi, tarafları ve akit kelimesinin mastar manasını dikkate alarak tanımlamaya başlamıştır. Ancak mahiyeti yansıtan bir tanım için bunlardan icab ve kabul dikkate alınmalıdır. Çünkü Hanefilere göre bu unsurlardan sadece icab ve kabul akdin rükünleridir. Dolayısıyla mahiyeti yansıtan bir tanımda, îcab ve kabul (illet-i mâddiyye) ile akit lafzının hâsıl bi’l-masdar manası irtibata (illet-i suriyye) yer verilmesi gerekmektedir. Diğer unsurlar (taraflar, hukuki sonuç) ve akit lafzının masdar manası dikkate alınarak yapılan tanımlar, tanım sayılsalar da mahiyeti yansıtan nitelikte bir tanım olmazlar. 67 68 İbn Nüceym, Zeynüddin b. İbrahim b. Muhammed, el-Bahru’r-râik şerhu Kenzi’d-dekâik, Dâru İhyî’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut 2002, V, 398. İbn Abidin, Muhammed Emin b. Ömer b. Abdilaziz, Reddü’l-muhtâr alâ’d-Dürri’l-muhtâr, Dâru’t-Tıbaati’l-Âmire, İstanbul 1257, II, 361. 538 | Doç. Dr. Abdüsselâm ARI Hanefi kaynaklarında îcab ve kabulün akdin rükünleri olduğu belirtilmiş olmasına rağmen, gerek bu kaynakların gerekse son dönem çalışmalarının bazısındaki akit tanımları mahiyeti yansıtma açısından eksik görünmektedir. Çünkü bu tanımlarda ya sadece îcab ve kabul, ya sadece bunlar arasındaki irtibat (akit lafzının hâsıl bi’l-masdar manası) öne çıkarılmış yahut da mahiyet dışında kalan taraflar ve akit lafzının masdar manası (iltizam, taahhüt etme) dikkate alınmıştır. Sadruşşerîa mahiyeti yansıtan bir tanım verdiği halde nun bu tanımı çok yaygınlaşmamıştır. Buna, Mecelle ve Mürşidü’l-hayrân’ın sözü edilen kaynaktaki tanımı tercih etmemiş olmaları yol açmış olabilir. Akdin mahiyetini yansıtan bir tanım: “Akit; îcab, kabul ve bu ikisinin hukukî irtibatıdır.” veya “Akit, birbiriyle hukuken irtibatlanmış îcab ve kabuldür.” şeklinde yapılabilir. Ali el-Hafîf ’in, fakihlerin akit terimi ile birbiriyle irtibatlanmış sözlü iki beyanı veya sözlü beyan yerini tutacak diğer irade beyanlarını kastettiklerini, bunun dışında bir şeye nadiren rastlandığını69 ifade etmesi, böyle bir tanımı doğrular nitelikte görünmektedir. Ayrıca Ali Haydar Efendi’nin akilde ilgili olarak söylediği “Tasarruf-ı şer’î eczasının irtibatından ve belki eczâ-i mürtebitadan ibarettir”70 şeklideki sözleri de önerilen tanımı destekler mahiyettedir. 69 70 Ali el-Hafîf, Ahkâmu’l-mu’âmelât, s. 171. Ali Haydar Efendi, Dürerü’l-Hukkâm, I, 213.