Anıların Masumiyeti İngiliz yazar Julian Barnes'ın son romanı Bir Son Duygusu geçmişte yaşadıklarımı düşünmeye itti beni. İnsan beyni kusursuz ve gizemli bir oyuncak. Yeri geliyor bizimle öyle oyunlar oynuyor ki farkında bile olamıyoruz. Beynimizin oyunlarını gerçek zannediyoruz. Ne kadar eminiz hatırladıklarımızla yaşadıklarımızın birebir aynı olduğundan? Bazı sonları kendimiz tamamlıyor olabilir miyiz yoksa? Kitabın ana kahramanı Tony Webster da beyninin oynadığı oyunlara yenik düşmüş bir adam. Ona miras bırakılan arkadaşı Adrian’ın günlüğünün yıllar sonra eline geçmesiyle anılarının pek de hatırladığı gibi olmadığının farkına varıyor, hatta bazı şeyleri hiç hatırlayamadığının. Elinize hatırladığınız anıları test etme imkânı olsa sonuçlar sizi şaşırtır mı hiç düşündünüz mü? Küçük yaşlardan beri hep günlük tutmak istedim fakat bu bana zevk veren bir şey olmadı bu yüzden hiçbir zaman düzenli günlük de tutamadım. Bir şeyler yazmayı seviyordum fakat düşüncelerimi kâğıt parçalarına yazar sonra da onları kaybederdim hep. Bu kitabı okumaya başlamadan birkaç ay önce dolaplarımı boşaltırken küçük pembe bir defter buldum. İçini açtığımda ise kendi günlüğüm olduğunu fark ettim. Günlük tuttuğumu bile unutmuştum hatta gördüğümde bile kabul edemedim günlüğü tutan kişinin ben olabileceğimi. Ardından okumaya başladım yazdıklarımı. Zamanında günlük tutmuş olmam gibi yazılanların benim kalemimden dökülen kelimeler olması da bir hayli şaşırttı beni. Yaşadıklarımın birçoğunu hatırlıyordum ama öyle ayrıntılar vardı ki ya hiç hatırlamıyor ya da olduğundan tamamen farklı hâllerde hatırlıyordum. Beynim istemediğim kısımları ya bertaraf etmiş ya da değiştirmişti. Şaşırmamın yanı sıra küçükken yaptıklarımı görmek aynı zamanda eğlendirdi de beni. Bazen de kendi yalanlarımıza inanabiliyoruz. O kadar çok tekrarlıyoruz ki bir yalanı artık gerçeğimiz hâline dönüşüyor yalan olarak başlayan anılarımız. İki sene önce biten ilişkimde önceden yaptığım ve erkek arkadaşımdan sakladığım şeyler ortaya çıkmıştı. Benden her şeyi baştan sona anlatmamı istediğinde hikâyenin belli yerlerini değiştirerek anlatmıştım kızacak diye korktuğum için. Ardından bu konu defalarca tekrar tekrar açıldı. Her seferinde tekrar soruyor bir daha anlatmamı istiyordu. Anılarımın değişmiş hâlini o kadar çok tekrarladım ki hem içimden hem de sesli artık gerçek hâlini hatırlayamıyordum bile doğru düzgün. Hâlâ belli silik noktalar var hangisini ne kadar doğru tam anlamıyla emin olamıyorum. Hem zamanlar karıştı aklımda hem de hikâyeler. Birçoğumuz yapıyoruz aslında bunu. İllâ büyük yalanlar olmak zorunda değil anlattıklarımız. Günlük hayatta başımızdan geçen bir olayı bile anlatırken hoşumuza gitmeyen kısımları değiştirebiliyor ya da anlatmayabiliyoruz. Bazen de anlattığımız hikâyeden beklediğimiz tepkiyi alamayacağımızı düşündüğümüz için başka şeyler ekleyebiliyoruz anlattıklarımıza. Bunlar abartmalar olabiliyor ya da ufak ayrıntılar. Zamanla beynimize de böyle işleniyor anılarımız. Uzaktan izleyebilsek kendimizi, hayatımızı belki farkına varabiliriz gerçekliklerin. Anılarımızı masumlaştırıyoruz, kendimizi nasıl en temize çıkarabileceksek o şekilde hatırlamayı tercih ediyoruz. İki ay önce en yakın arkadaşımla çok büyük bir kavga etmiştik. Ardından dün geceye kadar bir kelime bile konuşmamıştık. Dün gece bu olayı tartışırken aramızda, ikimizin de bambaşka hatırladığı şeyler vardı kavga ettiğimiz geceye dair. Kelimeleri, cümleleri hatta bazı hareketleri bile farklı hatırlıyorduk. İkimiz de kafamızda biraz değiştirmiştik olayı. Bazı şeyleri farklı algılıyoruz da diyebiliriz bu duruma aslında. Kendi penceremizden baktığımız için olayları kendimize göre yorumluyor ve aklımıza bu şekilde kazıyoruz. Düşününce kavga sonrası konuşmalarda genelde hep iki tarafın da farklı söylediği şeyler olabiliyor çünkü kavgalar hatırlanmak istenmeyen olaylar olduğu için görmezden gelme ya da değiştirme olasılığımız da artıyor. Bu yüzden hafızamızın bazen aldatıcı olabileceğini göz önünde bulundurarak hiçbir zaman yüzde yüz güvenmemeliyiz aslında yoksa beynimizin ufak oyunlarına yenik düşmüş oluruz.