Aşkın Kalplerimizdeki Mutat Yolculuğu - Bilkent University

advertisement
Anıl Sena BAYINDIR
21501804
BEŞ KELİME
BİN ANLAM
“-ki ölüler hatıra düşkünü
olur” (Türker, 58) dedi bir ses
sessizliğin içinde bir çığlık gibi
yükselerek. Sibel K. Türker’in kaleme
aldığı “Aşk’ın Kalplerimizdeki Mutat
Yolculuğu” eserinin sözleriydi bunlar.
Gayet alelade bir okumanın
ortasındaydım oysaki. Kelimeler
öylesine art arda geliyor, cümleler bir
şeyler anlatıyor ama bana hitap
etmiyor gibi geliyordu. Ta ki o sese
kadar. “-ki ölüler hatıra düşkünü olur.”
Beş kelime bin anlam. Sahi ölülere ne
kalır bu hayatta. Cepleri yalnızca bir
yığın renkli, sert, siyah-beyaz,
yumuşak, yalnız, hep beraber, sıradan, heyecan verici, zor, huzurlu, sıcak, ılık , buz gibi hatıralarla
dolu değil midir? Geleceğin artık hiç gelmeyeceği insanların hazinesi hatıralar. İster mutlu olsun
ister mutsuz her hatıra, hatıra olduğu an itibariyle bir hüzün yuvasıdır kanaatimce çünkü artık
gitmiştir, bitmiştir; ama hâlâ vardır bir o kadar da. Türker birçok öykü anlatmış “Aşk’ın
Kalplerimizdeki Mutat Yolculuğu” adlı eserinde, benim gönlümü fethedense bu sesin sahibi “Ev
Arkadaşı” öyküsü oldu.
“Ev Arkadaşı” yalnız bir kadını, ev hayatını, hayat felsefesini ve çok
sevdiği(!) ev arkadaşıyla olan ilişkisini anlatıyor temelde. Sıradan mı geldi o
zaman alın size bomba: ev arkadaşı bir ölü. Yani başkahramanımız öyle
söylüyor, biz de inanıyoruz halbuki belki de her şey tamamen bir hayal ürünü;
buna rağmen inanılası bir öykü bence. İnanmak, gitmek isteyip de
gidilemeyen imkânsızlıklara ulaşmak için iyi bir başlangıç olabilir diye
düşünüyorum. Bir beden içerisinde kendini arayan tüm kadınları toplamak için
öyküdeki kadının ne bir ismi var ne bir betimlemesi. Bir bilinmezlik ama en
parlak netliklerden bile daha açık.
Zira kadının ele güne karşı
yapayalnızlığının eseri o bilinmezlik. Öyle yalnız ki ölüleri bile istemiyor
evinde, bir nefessizlik bile çok geliyor ona. Bundadır ki hayat felsefesi yalnız
sessiz hissiz, bir bir boşluk hali. Ondan evindeki ölünün hatıra düşkünü
olmasına olan hırçınlığı. Ondan hep bu nefret, kötülükler, hayal kırıkları.
Mutsuz ve vazgeçmiş bir kadın ancak mutsuzluk verebilir karşısındakine. O da bu yüzden
sadece mutsuzluğunu verebiliyor bize. Tam mutlu son dediğimiz bir anda Aşk’a olan inancımızı
sıfırlatıyor. İşte o hikâye:
“Horoza “horoz”, kadına da “kadın” adını vermişti çekinmeden. Utanmıyordu da. Kadın
sabaha karşı dörtte yatağına girdiğinde horoz ötmeye hazılanıyordu. Kadın akşama doğru
uyandığında ise horoz kümese girmiş oluyordu. Böylece kavuşamıyorlardı bir türlü. Çünkü
apayrı zaman dilimlerinde yaşıyorlar, horoz gün görmeden edemiyor kadınsa ancak
geceleri yaşayabiliyordu. Fakat nasıl oluyorsa birbirlerini sevmeden duramıyorlardı.
Sonunda sessiz bir uzlaşmaya varıldı. Biri daha geç uyuyup öbürü daha erken ötmeyi
denedi. Alacakaranlıkta iki sevgili buluştu ve derhal kendilerinden nefret ettiler. Kadın
horozun başını uçurdu, böyle olmasaydı horoz, kadının kalbini gagalayacaktı.”
(Türker, 60-61)
Anıl Sena BAYINDIR
21501804
Dedi ve yıktı, yaktı ortalığı başkahramanımız. Kalp kırıkları da yanar çünkü. Anlaşılıyor ki bu
kahramanın kalbinde aşk hüzün dolu mutat bir yolculuğa çıkmış. Kahramanı olamadığı hikâyeleri
olur ya insanın işte o hikâyelerle dolu bir yol bu belli ki. Unutamadığı bazı imkânsızlıkları var da
susuyor gibi. Evindeki ölünün varlığıysa onu konuşmaya, düşünmeye en nihayetinde yaşamaya
zorluyor işte tam da bu yüzden istemiyor onu, amansız bir aşkla sevmiyor onu. Ne diyor unuttum
diyen yalancıların yoldaşı “Unuttum, unutuyorum, derken aslında zehir gibi hatırladığınızı
anlayıverir, bu çaresizlikle kalakalırısınız.” (Türker, 63) Hey gidi ben çoktan unuttumcular,
üzgünüm.
Öyle düşünüyorum ki, bir kadının yalnızlığını bir ölüyle paylaştıran hatta bununla yetinmeyip
o ölüyü öykünün başkahramanı kadına ev arkadaşı yapan Sevgi K. Türker, hatıraları gözünde
büyütenlere bir nevi benlere siz yaşıyor musunuz diye soruyor. Hatıraların unutmaklarla ölesiye
savaş verdiği; imkânsız aşkların, sessiz bedenlerin, acımasız gözlerinse yalnızlıkları doğurduğu bir
yol seçmiş hayat ilerlemek için. Başkahramanımız ise yaşamak denilen bu yolda, o ölmekle
yaşamak arasındaki yol ayrımına geldiğini bile fark etmeden tüm ışıklarını söndürüp bu yoldan
vazgeçiyor ve gidiyor. Belki nefes alıyor hâlâ, kanı damarlarında pompalanıyor ama yaşamıyor.
Sahi bizler yaşıyor muyuz?
Kaynakça
Türker, Sibel K., Aşkın Kalplerimizdeki Mutat Yolculuğu, 2014
Download