Ebu Zer`in aktardığı en faziletli amellerle ilgili hadis

advertisement
1
İçindekiler
Müslümanların koruması altında olan bir gayri müslimi öldürmenin cezası nedir? ...............3
Allah'ın cemalini kimler görecek? ...............................................................................................6
Ayetlerdeki cümlelerin değişmesi nasıl açıklanabilir? ...............................................................7
Hangi ay "Allah'ın ayı"dır, Ramazan'dan sonra en faziletli oruç Muharrem ayında mıdır? .9
İşari Tefsir eserleri hangileridir? ..............................................................................................10
Mesh yapılacak çorap veya ayakkabının, topukları kapatacak şekilde olmasının delili nedir?
.....................................................................................................................................................11
Hz. Aişe validemizin vahyolunan ayetleri eleştirdiği olmuş mudur? .......................................12
Ebu Zer'in aktardığı en faziletli amellerle ilgili hadis rivayeti sahih midir? ...........................13
Parası peşin ödenip de zamanında teslim edilmeyen mal/hizmetten dolayı uğranılan zarar
tazmin edilebilir mi? ...................................................................................................................14
Sigara içersem üç ay oruç tutacağım diye adakta bulunmuştum, şimdi tutmam gerekir mi? 14
2
Müslümanların koruması altında olan bir gayri müslimi
öldürmenin cezası nedir?
Bir başkasını kasden öldüren kişi, ölenin yakınlarının kısas talebi durumunda o da öldürülür.
Hanefilere göre; hür bir Müslüman, hür bir Müslümana karşı kısas edildiği gibi zimmiye (gayri müslim vatandaş) ve köleye karşı da kısas edilerek öldürülür. Yani bir köleyi veya zimmiyi
öldüren hür bir Müslüman da öldürülür.
Buna göre, İslam diyarında bir zimmîyi haksız yere öldüren kimseye öldürmenin niteliğine
göre kısas veya diğer cezalar uygulanır. Öldüren kimse müslüman, zimmî veya müstemen
(pasaportlu yabancı) olsun hüküm değişmez.
İmam Malik, Şafii, Ahmed ve Leys'in de içinde bulunduğu alimlere göre ise, hür bir
Müslüman zimmîye karşı öldürülmez.
Bir zimmî başka bir zimmîyi öldürse, öldüren daha sonra İslâm'a girse bile yine kısas
uygulanır. Bu konuda görüş birliği vardır.
İslam dinine göre bütün insanlar; Hz. Adem (as) ile Hz. Havva'nın çocuklarıdırlar.
Peygamber Efendimizin (asm) konuyla ilgili şu açıklaması özellikle konumuz açısından çok
önemlidir:
“Ey insanlar! Haberiniz olsun ki, Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Biliniz ki Arabın
Arap olmayan üzerinde, Arap olmayanın da Arap üzerinde; kızıl derilinin siyah derili
üzerinde, siyah derilinin de kızıl derili üzerinde, hiçbir üstünlüğü ve fazileti yoktur.
(Hepiniz eşitsiniz) Üstünlük ve fazilet ancak takva sayesindedir... Tebliğ ettim mi?"
(Müsned, 5/411)
"İnsan için asıl olan hürriyettir" (Merginani, el-Hidaye, Kahire; 1965, 2/173) ve "kesin
nassla beyan edilmiş meşru bir sebep olmadan, insanın kanını dökmek haramdır."
Dolayısıyla "can emniyeti" ve "hürriyet" ispata muhtaç değildir. Fıtri haklardandır.
Şurası muhakkaktır ki; meşrû bir sebep yokken bir insanı öldürmek, bütün insanların can
emniyetini hiçe saymak demektir. Böyle bir fiilin en ağır şekilde cezalandırılması, insana değer
verme açısından zaruridir. Nitekim Kur'an-ı Kerîm'de: "Maktüller (öldürenler) hakkında
size kısas farz kılındı.” ve “Kısasta sizin için umumi bir hayat vardır.” (Bakara, 2/187-179)
hükmü beyan buyurulmuştur.
Kısas; yapılan bir fiilin, mislinin (aynısının) faile icra edilmesidir. Kısasta; bedel olma
mahiyeti vardır. Bu sebeple, kasden adam öldürmede kısas, öldürmenin misli (aynı), ikinci
öldürmedir. Yani öldürülene karşılık, öldüren öldürülür.
İslamî yönetimde; "kısas" ve "diyet" sadece müslümanlarla ilgili bir hüküm değildir. Bir
müslüman, kasden bir gayrı müslimi (zimmiyi) öldürürse, kendisine kısas tatbik edilir.
(Merginani, 4/160) Zira Peygamberimiz (asm) zimmet ehlinden bir gayrı müslimi öldüren
kimseye kısas cezasını tatbik etmiş ve; "Elbette ben zimmetim altında bulunanların hakkını
almaya en layığım" (Buhari, Diyet, 22) buyurmuştur.
Hz. Ali: "Zimmet ehlinin (gayri müslimlerin) cizye vermesi, malları bizim mallarımız gibi,
kanları bizim kanlarımız gibi olması içindir" (Molla Hüsrev, Dürer, İst., 1307, 5/91)
diyerek, hukukî duruma dikkati çekmiştir.
3
Resûl-i Ekrem (asm)'in: "Kafire karşılık mümin öldürülmez" hadisi, zimmet akdi
imzalamayan ve İslama karşı savaşan harbîlerle ilgilidir. Çünkü harbînin (İslam'a karşı savaşan
kafirin) kanı masûm değildir. Hatta müstemen (pasaportlu yabancı) bile bir harbîyi öldürse, ona
kısas cezası uygulanmaz. (bk. Merginani, 4/160)
Bu sebeble, bir İslam ülkesinde ikamet eden (gayri müslim) zimmî, darû'l-harp'te ikamet eden
müstemen müslümandan, hukuk noktasından daha üstündür. (Molla Hüsrev, 2/ 363) Çünkü
darû'l-harp'te ikamet eden müslümanı öldürdüğü için kısas cezası uygulanmaz. Fakat darû'1İslam'da ikamet eden gayri müslimi (zimmîyi) öldüren kimse, kısas edilerek öldürülür!
Zimmiyi kasden öldüren müslümanın da öldürüleceğini söyleyen alimlerin bazı gerekçeleri
şöyle özetlenebilir:
a) Usuli gerekçeler:
- Kanun koyucunun bizden öncekiler hakkında verdiği hükümlerin yürürlükten kalktığına dair
bir işaret yoksa, bu hükümler sonrakiler hakkında da geçerlidir. Bu anlamda Kur'an'da; "Orada
onlara cana can,... yazdık.” (Maide, 5/32) denmektedir.
- Ehl-i kitap ve bunların dışındakilerin diyeti müslümanların diyetinin aynısıdır. Zira zimmet
akdi ile zimmiler hukuk sahasında islami hükümleri kabul etmiş olurlar. Dolayısıyla müslüman
birisi bir zimmiyi kasden öldürse kısas gerekir. (Şeybani, Kitabu’l-hucce, Beyrut, 1983,
4//322)
b) Nakli gerekçeler:
- "Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı.” (Bakara, 2/178) ayeti kerimesinde yer alan
ifade umumi olup, öldürülenlerin tamamını içine almaktadır.
- "Kafir karşılığında müslüman öldürülmez." (İbn Mace, Diyet, 21) hadisinde geçen kafir
sözcüğü, kendisiyle savaş halinde olunan kimseleri ifade etmektedir. Zira örfte, "kafir"
dendiğinde özellikle "harbi kafir-savaş halinde olunan gayri müslim" anlaşılır. (Mevsıli, İhtiyar,
5/27)
- "Zimmi de zimmeti içerisinde kısas cezasına çarptırılmaz." ibaresi mümin üzerine atfedilir ki,
bu durumda anlam şöyle olur: Kafiri öldüren mümin ve (harbi) kafiri öldüren zimmiye kısas
uygulanmaz. (Kasani, Bedai, 7/237)
- İmam Muhammed'in rivayetine göre, müslüman birisi zimmet ehlinden birini öldürmüştü.
Konu Hz. Peygambere iletildiğinde şöyle dedi: "Ben, onun zimmetini gözetenlerin başında
gelirim", sonra emretti ve müslümana kısas uyguladılar. (Kitabu'l-hucce, 4/329-345)
c) Akli gerekçeler:
- Zimmiyi öldüren müslümana kısas uygulamak, müslümanı öldüren müslümana kısas
uygulamaktan daha haklı nedenlere dayanır. Zira insanlar arasında din farklılığı olduğunda
normal kızgınlık halinde bile her zaman öldürme hadisesi olabilir. Dolayısıyla zimmiyi hasım
olarak görüp, öldürme durumunda da kısas gerekli olur. Aksi halde zimminin can güvenliği tam
korunmamış olur. Zimmct akdinin can, mal, din, namus ve diğer hakları korumada onları
müslümanlarla eşit hale getirdiği kabul edilmelidir.
- Zimmi ile zimmet akdi yapıldığından, tıpkı bir müslüman gibi canı hukukun koruması altında
sayılır. Ayrıca kısasın uygulanmasında din birliğinin olması da mutlak gerekli değildir.
(Kasani, 7/237)
4
- Zimmiyi öldüren müslümana kısas uygulanmaması, onları zimmet akdini kabul etmemeye
götürür ki, böyle bir durumda İslam devleti için çok büyük zararlar söz konusu olur. (Mevsıli,
5/27)
İslam hukukçuları arasında bu yönde doğan ve gelişen uzun tartışınalar ve bilhassa Hanefilerin
görüşü, müslümanların ilk devirlerinden itibaren azınlık haklarına verdiği önemi ortaya
koymaktadır. Müslüman halkın kamuoyunu meşgul ve tedirgin etse bile Hanefiler, insan
haklarına saygıyı ikame ve toplum düzenini muhafaza için, bu görüşlerinde ısrar
etmişlerdir. (bk. Bardakoğlu, Ali. İslam Hukukunda Metodolojik İhtilaflar ve Sonuçları, ders
notları, Kayseri 1987, s. 64)
İslam konseyinin "İslamda İnsan Hakları Beyannamesi" adıyla neşrettiği bildirinin, "Hayat
hakkı ve eşitlik hakkı" maddesi Hanefi mezhebinin konuyla ilgili görüşünün günümüze
aksetmesi açısından önemli olup, "Devletler Özel Hukuku" sahasında temel alınacak prensipler
getirmesi bakımından da dikkate şayandır. (Bildiri için bk. Diyanet Dergisi, Sayı: 1, Ankara
1992)
Sonuç
Zimmet akdi ile müslümanlar arasında yaşayan bir yabancıyı öldüren müslümana verilecek
ceza konusunda müslüman hukukçular farklı kanaatlere sahip olmuşlardır.
Farklı görüş sahiplerinin bu kanaatlere ulaşmalarında yaşadıkları toplumların anlayışları,
yabancı devletlerle olan ilişkileri ve konunun dini kaynağı olan naslar (Kur'an ve Hadis
metinleri) ve bunların yorum farklılıkları ile belli dönem uygulamalarının algılanış ve
kaynaklık anlayışları etkili olmuştur.
Müslüman hukukçular içerisinde Hanefi mezhebi hukukçularının “zimmiyi öldüren müslümana
kısas cezası öngörmeleri” görüşüyle azınlıkta kalmaları söz konusu olsa da; onların bu görüşü,
hem pratikle uyuşması hem de İslam dininin insan eşitliği, hakları aynı ölçüde gözetme ve
müslümanların oluşturduğu devlette yaşayan azınlıklara tanınan hak ve hürriyetler açısından
dikkat çekicidir.
Devletler arası ilişkilerin çok üst boyutlara ulaştığı, bazı hukuk dallarında uluslararası hukuk
kavramının yaygınlaştığı ve din, ırk, dil gibi temel farklılıklara rağmen bütün insanların temel
hak ve hürriyetlere sahip olma düşüncesinin hakim olduğu günümüzde Hanefi mezhebi
görüşünün, bu çeşit düşüncelere katkılarda bulunabileceği düşünülebilir. (Geniş bilgi için bk.
Dr. Menderes Gürkan, Zimmiyi Öldüren Müslümana Kısas Uygulanması, Erciyes Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı: 8, Yıl: 1999, s. 315-324)
5
Allah'ın cemalini kimler görecek?
Evet, bu anlamda bir hadis rivayeti vardır. (bk. el-Münzirî, et-Terğîb ve't-Terhîb, 4/556)
İslam kaynaklarının bildirdiğine göre, cennette bulunana herkes, Allah’ın cemalini müşahede
eder. Bu müşahede sıklığı veya periyodu ise, kişinin derecesine göredir.
Cennet ehli için Cenab-ı Hakk’a nazar etmekten daha lezzetli, daha tatlı ve daha zevkli bir
nimet yoktur. Cennetin her tarafından rü’yetullah mümkün olacaktır. Cennetteki dereceler
farklı olduğu gibi, cennet ehlinin de dereceleri farklıdır. Bu bakımdan, her mümin iman,
ubudiyet, takva, hayır ve hasenatı nispetinde, kimi haftada bir, kimi ise sabah
akşam rü’yetullah nimetine mazhar olacaklardır.
Söz konusu hadis, insanlardan sadece bir kısmının Allah’ın cemalini seyrettiğini göstermez.
Orada anlatılan husus; Allah’ın cemalini müşahede edenlerin güzelleşmesi ve -aile fertleri
tarafından hemencecik fark edilecek şekilde- daha önceki şeklinden çok farklı bir görünüm ve
güzellik kazanmasıdır.
Nitekim bu hadisin izahında, "ailesi" tabiriyle, ehl-i cennetin saraylarında yaşayan huriler gibi
diğer ev halkı kasd ediliyor denilmiştir. Yoksa Allahu Teala, münezzeh cemalini görmeyi
"bütün müminlere" vaad etmiştir.
Hadiste geçen bu durum, elbette hem kadınlar hem de erkekler için geçerlidir.
Detaylı bilgi için tıklayınız:
Cennette olanlar, Allah'ın cemalini her zaman görebilecekler mi?
Cennette rü’yet yani Allah’ı görme olacak mıdır? Rü’yet hakkında İslâm alimlerinin görüşü
nasıldır?
6
Ayetlerdeki cümlelerin değişmesi nasıl açıklanabilir?
a) Söz konusu makale yazarı, Kur’an’a zarar verdiği gerekçesiyle ilgili bütün rivayetleri
reddetmektedir. Bu sebeple, yazarın verdiği misaller de bu rivayetlerin yanlışlığını ortaya
koyma çabalarıdır. Buna göre eğer siz de bu zatın dediği gibi farklı okuyuşlarla ilgili bütün
rivayetlerin yanlış olduğunu kabul ediyorsanız, zaten mesele yoktur.. Çünkü buna göre
alternatif okuyuşların hiç biri, sağlam bir rivayetle gelmiş değildir.
b) Yazarın “kelimelerin farklı harekeleri, farklı manalar ifade eder” anlamındaki hükmün
doğruluğu için söylediği “Ya’lemu=bilir, Yu’lemu=bilinr” tespiti doğrudur.
Ancak bu bilgi Arapça eğitimini yapan Medreselerde ilk okul seviyesinde bir bilgidir. Nitekim,
Arapça dil bilgisinin ELİFBASI sayılan “EMSİLE”de fiillerin farklı şekilleri/çekimleri
gösteriliyor. Bu da bazı harflerin eksik veya fazlalığıyla ilgili olması yanında bir fiilin
harekesinin değişmesiyle de yapılır. Örneğin: “gelecek zaman kipi için: Yensuru=yardım
eder/ediyor; Yunsaru=yardım edilir/ediliyor; geçmiş zaman kipi için nasara=yardım etti;
nusira= Yardım edildi” şeklinde anlam verilir.
Burada önemli olan bir ayette hem “Ya’lemu” hem de “Yu’lemu” şeklinde bir okuyuşun olup
olmamasıdır. Böyle bir örnek verilmemiştir, verilemez de..
Arapçadaki farklı harekelerden farklı manalar çıkacağını gösteren binlerce misal verilebilir. Bu
misallerin hiç biri, bizim “Salat, Zekât, Riba” kelimelerinin “vav”lı veya “vav”sız
yazılmasıyla anlamının değişmeyeceğine dair tespitimize zerre kadar zarar vermez. Veya
“Melik” ile “Malik” kelimelerinin zıt bir anlam taşımadığına dair tespitlerimizi etkilemez.
c) Makalede özellikle vurgulanan “Ya’lemu” fiilinin Kur’an’da farklı okuyuşlara imkân
verecek bir kıraate -kaynaklarda- rastlayamadık. Kaldı ki, fiilin etken veya edilgen şekilde
okunması sadece onunla kalmaz, -çoğu zaman-ardından gelen kelimenin harekesinin
değişmesine de yol açar.
Kur’an’da 93 defa kullanılan bu kelimenin bulunduğu yerlerde farklı okuyuşlara imkân vermez.
Örneğin: İlk geçtiği (Bakara: 77) ayetin meali şöyledir: “Bilmiyorlar mı ki Allah onların
gizlediklerini de açıkladıklarını da bilir(Ya’lemu)” Bunun başka bir şekilde okunmasının
imkân ve ihtimali yoktur. Bunun yanında (öyle bir kıraatin olduğunu tespit edemediğimizle
birlikte) bir misal olarak bu kelimenin farklı okuyuşlarında -gramer bakımından farklı (etkenedilgen) bir yapıya sahip olsa bile yine de anlamın bozulması söz konusu değildir. Örneğin: Ali İmran suresinin 167. ayetinde yer alan ilgili cümlenin meali şöyledir: “(İki ordunun
karşılaştığı gün başınıza gelen musibet Allah’ın izniyle olmuştu. Bu da O’nun müminleri ayırd
etmesi) ve münafıklık yapanları da bilmesi (meydana çıkarması) için idi.”
Burada ayetin bağlamı buna izin vermemekle birlikte şayet; “münafıklık yapanları da bilmesi
(meydana çıkarması)” şeklinde meal verilen cümlenin Arapça metni olan “ve li Ya’leme’llezine nefekû” şeklinde okunmayıp da burada “ve li Yu’leme” şeklinde meçhul/edilgen bir
yapıyla okunursa, manası yine de bozulmaz. Çünkü o takdirde meali; “Münafıklık yapanların
da bilinmesi (meydana çıkarılması)” şeklinde olur.
Bu misal gösteriyor ki, iddia edildiği gibi, her harekenin değişikliği manayı bozmaz. Farklı
ifadeyle aynı mana anlaşılır. Örneğin; Tükçe’de “A, B’ye yardım etti” cümlesi etken bir
cümledir. “A tarafından B’ye yardım edildi” cümlesi edilgen bir yapıtadır. Ancak anlam
aynıdır. Önemli olan yardımın kim tarafından kime yapılmış olmasıdır.
d) Makale sahibinin, farklı kıraat şekilleriyle ilgili itiraz ettiği rivayetlerin bir kısmına bizim de
itirazımız var. Ve sitemizde bu konuda zayıf rivayetlere karşı yaptığımız itirazlar da yer
almaktadır. Ancak, makale yazarının toptan bütün rivayetleri elinin tersiyle itmesine de
itirazımız vardır.
7
Bu konu İslam kaynaklarında, özellikle de tefsir usulü kaynaklarında en fazla tartışmalı olan
konulardan biridir. İslam literatürünün altyapısına sahip olmayanların bu konulara dalması
bizce uygun değildir. Çünkü, inancımızı rahatsız eden bir konuyla ilgilenmemiz, bilerek
kendimize zarar vermek anlamına gelir. İşin detaylarına hâkim olmayanlar, yazılan satırların
önünde, fırtınaya tutulan kelebekler gibi sağa-sola savrulabilirler.
e) Ubey b. Kab’a isnat edilen kıraat şeklini onlarca meşhur büyük tefsir kaynaklarında
bulamadık. Demek ki, çok fazla itibar edilmeyen bir rivayet olduğu için kale almamışlar.
Bununla beraber, Ubey b. Kâb, İbn Masud, Hz. Ali gibi sahabelerin hususi Mushaflarında
yazdıkları bazı cümleler, alimler tarafından genellikle bir tefsir ve açıklama olarak
değerlendirilmiştir. Daha önce de sitemizde buna yer verilmiştir.
Bu ifadelerin Kur’an ayeti olmadığını, Kur’a’ın belagatine aşina olanların kolaylıkla
anlayabileceklerini düşünüyoruz. Özellikle Hz. Ali’ye ait olduğu iddia edilen ifadelerin bir
açıklama olduğu çok açıktır.
f) Bu fani imtihan dünyasında, önemli olan imanımızı kuvvetlendirmektir. Şimdiki internet,
bilgi kirliliği bakımından eski Haliç’in haline benzer. Kaldı ki, en temiz deniz de olsa, yüzme
bilmeyenler o dalgalar arasında boğulmakla karşı karşıya gelebilirler.
Herkesin her konuda uzman olması gerekmez. Çok ufuk açıcı kitaplar dururken, oralardaki
sağlam bilgilerle gönlümüzü, ruhumuzu aydınlatmak yerine, içimizi karartan şeylerle
uğraşmaya değmez.
8
Hangi ay "Allah'ın ayı"dır, Ramazan'dan sonra en faziletli
oruç Muharrem ayında mıdır?
En Sahih rivayetlerde: Muharrem ayı için “Şehrullah - Allah’ın ayı” ifadesi kullanılmıştır.
Hz. Ebu Hureyre’den nakledildiğine göre, peygamberimiz şöyle buyurdu: “Ramazandan
sonra en faziletli oruç, Allah’ın ayı Muharrem ayında tutulan oruçtur. Farz namazdan
sonra da en fazileti namaz gece kılınan namazdır.” (Muslim, Sıyam, 202, 203; Ebu Davud,
Savm, 55; Tirmizi, Salat, 323; Nesaî, Kıyamu’l-Leyl, 6)
- Şaban ayı için “şehrullah=Allah’ın ayı” denildiğine dair bir bilgiye rastlayamadık.
- Bazı rivayetlerde, -Şaban ayı için değil- Receb ayı için “Allah’ın ayı” ifadesi vardır. Bu
rivayete göre peygamberimiz şöyle buyurdu: “Receb Allah’ın ayıdır, Şaban benim ayımdır,
Ramazan ise ümmetimin ayıdır.” (Kenzu’l-Ummal, h.no: 35164) Bu hadis rivayeti mürseldir
(Kenz, a.y.), dolayısıyla zayıftır.
- Diğer bir rivayette: “Ramazan Allah’ın ayı olduğu” belirtilmiştir. (bk. Mecmau’z-zevaid, h.
no: 4796)
Bu rivayette “meçhul bir ravi vardır.” (Kenz, a.y.), dolayısıyla zayıftır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki; “Allah’ın ayı” vasfının Muharrem ayı için kullanıldığı hadis
rivayetleri kütübü sitte olup sahih rivayetlerdir. Bu vasfın Receb veya Ramazan veya -varsaŞaban ayı için kullanıldığı rivayetleri hiç birisi Kütübü sittede geçmemektedir.
- Muharrem ayı ile Şaban ayı oruçlarının fazileti konusuna gelince;
Yukarıda ifade edildiği üzere, Ramazandan sonra, ikinci sırada Muharrem ayının faziletini
bizzat Hz. Peygamberin kendi sözlerinden öğreniyoruz.
Buna mukabil, Şaban ayının fazileti ise, Hz. Aişe’nin kendi yorumundan anlıyoruz.
Nitekim bir rivayete göre, Hz. Aişe şunları söylüyor: “Resulullah’ın içinde oruç tutmayı en
çok sevdiği ay, Şaban ayı idi. Sonra onu Ramazana ulaştırırdı (Şaban orucunu ramazan
orucuyla bitiştirirdi).” (Ebu Davud, Savm, 56)
Diğer bir rivayette, yine Hz. Aişe anlatıyor: “Resulullah’ın Şaban ayından daha fazla oruç
tuttuğu bir ayı görmedim.” (Ebu Davud, Savm, 59)
Bu konuda, Hz. Peygamberin sözleri elbette Hz. Aişe’nin sözlerine tercih edilir. Kaldı ki, Hz.
Aişe’nin ifadelerinde, “Şaban ayının en faziletli olduğu” değil, Hz. Peygamberin o ayda daha
fazla oruç tuttuğuna dairdir. Burada belki de Şaban ayı söz konusu olduğu bir yerde, Hz. Aişe
bunları söylemiş; yoksa Şaban ayını Muharrem ayıyla kıyaslamamıştır.
Bununla beraber, Hz. Enes’ten nakledilen bir rivayette Hz. Peygamber: “Ramazandan sonra
en faziletli oruç Şaban aynının orucudur.” diye buyurmuştur. Ancak İbn Hacer, bu rivayetin
zayıf olduğunu belirtmiştir. (bk. İbn Hacer, Fethu’l-Bari, 4/129)
Tirmizi’nin rivayet ettiği bu hadis rivayeti için “garip” diyerek zayıflığına işaret ettiğini
belirten İbn Hacer, bunun (yukarıda belirttiğimiz üzere) Müslim’de yer alan “Ramazandan
sonra en faziletli oruç, Allah’ın ayı Muharrem ayında tutulan oruçtur.” şeklindeki sahih
hadis rivayetine de muarız olduğuna vurgu yapmak suretiyle onun kabul edilemez olduğuna
işaret etmiştir. (bk. İbn Hacer, 4/214)
9
İşari Tefsir eserleri hangileridir?
İşari Tefsir, Rivayet tefsirinin bir dalı olup, genellikle bu çeşit tefsirler içinde bulunur. Bu
yüzden tamamiyle işari tefsirle dolu olan bir tefsir göstermek zordur.
Kendisinde işarî tefsirler de bulunduğu için Alusi’nin Ruhu’l-Meanisi de İşari tefsirlerden
sayılmaktadır. Bu tefsir bu yönüyle Ruhu’l-Beyanla birlikte Türkiye’de meşhur olmuştur.
Ruhu’l-Beyan tefsiri, Türkçe’ye tercüme edilmiştir.
Bu alanda ilk müfessir olarak Sehl b. Abdullâh Tüsterî (v. 283/896) kabûl edilmiştir.
Tüsterî’nin tefsiri, Tefsîru’l-Kur’âni’l-‘Azîm isimli eserdir. Bu konuda yazılan bazı tefsirler
şunlardır:
Haka'iku't-Tefsîr, EbûAbdurrahmân Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî (v. 412/1021)
Lettfifü'l-İşârât, Abdülkerîm el-Kuşeyrî
Bahrü'l-Hakâ'ik (et-Tefsiru’n-Necmiyye), Necmeddîn-i Dâye
Keşfü'l-Esrâr ve Uddetu’l-Ebrar, Reşîdüddîn-i Meybüdî
Ğaraibu’l-Kur’an, Nizameddin en-Nişaburî
Ruhu’l-Beyan, İsmail Hakkı Bursevî
Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, İbn Berrecân
Te’vilatu’l-Kur’an, Abdurrezzak el-Kaşanî
İ’cazu’l-Beyan fî tevili Ümmi’l-Kur’an, Sadreddin Konevî
Tefsiru’l-Cami, Abdurrahman-ı Cami
Aynu’l-A’yan, Molla Fenarî
El-Fevatihu’l-İlahiyye, Nimetullah Nahcıvanî
Nefaisu’l-Mecalis, Aziz Mahmud Hüdayi
İlave bilgi için tıklayınız:
Tefsir ekolleri ve tefsir çeşitleri nelerdir; Peygamber Efendimiz (sav ...
10
Mesh yapılacak çorap veya ayakkabının, topukları kapatacak
şekilde olmasının delili nedir?
Kaynaklarda bu konuyla ilgili bir ayet veya hadis olarak kullanılan bir delile rastlayamadık. Ancak bizim kanaatimize göre,
aşağıdaki hadisten böyle bir ipucu çıkarmak mümkündür.
Rivayete göre, Abdullah b. Ömer özetle şunları anlattı: Hz. Peygambere ihramın yasaklarını
sordular. O da cevap olarak “İhrama girmiş kimsenin, gömlek, sarık, bürnus (Uzunca bir
takke çeşidi), şalvar, vers (sarı renkli bir boya maddesi) veya zaferan bulaşmış bir giysi
taşıması yasaktır. Ayağına da mest (ve benzeri ayakkabı) giyemez. Ancak nalın bulmazsa,
topuklardan aşağı (topukları kapsayan) kısmını kesmek suretiyle huffeyn/Mest giyebilir.”
(Buhari, Hac, 21)
Hadiste, mest ve benzeri ayakkabı için kullanılan "huffeyn" ile ilgili olarak “topuklardan
aşağı/topukları kapsayan kısmının kesilmesi” ifadesinin kullanılması, o dönemde genel
olarak mestlerin, ayak topuklarını örtecek biçimde yapıldığını göstermektedir. Bua göre, mest
ile ilgili olarak ön görülen “topukları örtecek şekilde olması” şartı, bu hadisin anlamına
uygun düşmektedir.
Dört mezhep alimlerinin ittifakla şart koştukları “Meshin yapılacağı nesnenin topukları
kaplaması” şartı, öyle anlaşılıyor ki, mesh edilecek nesnenin ayakların yerine geçmesi
sebebiyledir. Ayakların yıkanması topuklara kadar olduğuna göre, onun bedeli olarak
kullanılan nesnelerin de topukları kaplamaları gerekir. (bk. V. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî,
1/323-326)
Şeri delillerden biri de icmadır. İslam ümmetinin cumhurunu teşkil eden dört mezhep
alimlerinin ittifakı bir icmadır. Bu delil de “topukları örtme” şartının bir başka gerekçesi
olabilir.
11
Hz. Aişe validemizin vahyolunan ayetleri eleştirdiği olmuş
mudur?
Verdiğiniz kaynaklardan da anlaşıldığı üzere, bu rivayet sahih kabul edilmektedir.
Ancak burada Hz. Aişe’nin ayete itirazı gibi bir şey söz konusu değildir. O sadece bir eş olarak
Hz. Peygambere olan aşırı sevgi ve kıskançlığından dolayı, onun başka evliliklerine verilen bu
ilahî ruhsat karşısında duygusal bir tepki vermekten kendini alamamıştır. Bu tepkiyi de
“Rabbin senin bütün arzularını yerine getiriyor” anlamına gelen o ifadeyi kullanmıştır.
Örneğin bizzat Hz Aişe validemizin söylediği şu bilgiler de bunun en açık delilidir:
"Ben kendilerini Resulullaha (asm) bağışlayan kadınları ayıplar da, 'Hiç kadın kendini hibe
eder mi!' derdim, Allah Tala: 'O kadınlardan dilediğini geriye bırakır, dilediğini kendine alırsın.
Boşadiklarından arzu ettiğini almanda sana bir sorumluluk yoktur.' (Ahzâb, 51) âyet-i
kerimesini indirince: Vallahi Rabbinin senin arzunu hemen yerine getirdiğini
görüyorum, dedim." (Müslim, Rada, 49, no: 1464)
İbn Hacer’in-Kurtubî’den naklen belirttiğine göre, hadiste yer alan “heva” kelimesi “rıza”
manasında kullanılmıştır. Çünkü, Hz. Aişe “O heva ve hevesinden konuşmaz”(Necm, 53/3)
mealindeki ayette belirtildiği üzere, Hz. Peygamberin heva -hevesinin söz konusu olmayacağını
çok iyi bilmektedir. Ancak, bu konuda -kendilerini Resulullah’a hibe den- kadınlara karşı
duyduğu öfke ve fazla kıskançlık onu bu tabiri kullanmaya sürüklemiştir. (İbn Hacer, ilgili
hadisin şerhi)
İlave bilgi için tıklayınız:
Hz. Aişe, "Vallahi Rabbinin senin arzunu hemen yerine getirdiğini ...
Hz. Aişe (r.a) Peygamberimize hitaben "Vallahi rabbin, senin arzunu ...
Ahzab suresi 50-52. ayetleri açıklar mısınız? Bu ayetler bahane ...
12
Ebu Zer'in aktardığı en faziletli amellerle ilgili hadis rivayeti
sahih midir?
Bu hadisi İbn Asakir (bk. Muhtasaru Tarihi Dimaşk;, 11/17) ve (daha kısa bir şekliyle)
Taberanî, (el-Mucamu’l-Kebir, 2/157/h.no: 1651) rivayet etmiştir.
Senedinde yer alan İbrahim b. Hişam el-Gassanî, İbn Hibban tarafından sika/güvenilir olarak
görülmüş, fakat Ebu Hatim ve Ebu Zur’a tarafından zayıf kabul edilmiştir. (bk. Mecmau’zZevaid, h. no: 7113)
Bu rivayetlerden biri şöyledir:
Ebû Zer Gıfârî (r.a.) şöyle anlatmıştır:
Bir gün mescide girdim. Rasûlullah (s.a.v.) yalnız oturuyordu. Ben de yanına oturdum, buyurdu
ki:
“Yâ Ebâ Zer, mescide girince iki rekât namaz (tahıyyetü’l-mescid) kılmak gerekir. Kalk
kıl.”
Kalktım iki rekât tahıyyetü’l-mescid namazını kıldım sonra yine Resûlullahın yanına varıp
oturdum.
Dedim ki, Yâ Resûlallah (s.a.v.) Bana namaz kılmayı emir buyurdunuz. Bu namaz nedir?
“Azı ve çoğu Allahü teâlânın koyduğu bir ibâdettir.” buyurdu."
Dedim ki, Yâ Resûlallah hangi amel daha faziletlidir.
“Allahü teâlâya îmân etmek ve onun yolunda cihad yapmak.” buyurdu.
Yine dedim ki, Yâ Resûlallah îmân bakımından en mükemmel mümin hangisidir?
“Ahlâkı en güzel olanıdır.” buyurdu.
Dedim ki, Yâ Resûlallah müminlerin en güveniliri kimdir?
“İnsanlara elinden ve dilinden zarar gelmeyen kimsedir.” buyurdu.
Dedim ki, Yâ Resûlallah en faziletli hicret hangisidir?
“Günahlardan uzaklaşmaktır.” buyurdu.
Dedim ki, Yâ Resûlallah en faziletli namaz hangisidir?
“Duası fazla olan namazdır.” buyurdu.
Yâ Resûlallah, oruç nedir?
“Ecrini, mükâfatını bizzat Allahü teâlânın katkat vereceği bir farzdır (ibâdettir).”
buyurdu.
Yâ Resûlallah hangi cihad daha faziletlidir?
“Mal ve canı ile yapılan cihattır” buyurdu.
Dedim ki, Yâ Resûlallah hangi köleyi azat etmek daha faziletlidir?
“Madden ve manen kıymetli olanı” buyurdu.
Sadakanın en faziletlisi hangisidir?
“Az da olsa fakirin gönlünü almak için verilendir.” buyurdu.
Dedim ki, Yâ Resûlallah, Allahü teâlânın indirdiği âyetler içinde en faziletlisi hangisidir?
“Âyet-el-kürsî’dir.” buyurdu.
Ebû Zer hazretleri devam ederek, Peygamber efendimize (s.a.v.) Peygamberler ve onlara
gönderilen kitaplar hakkında da suâller sorup aldıktan sonra, Sözüne şöyle devam etmiştir.
Yâ Resûlallah bana nasihat et dedim.
“Sana Allah’tan korkmayı tavsiye ederim, işin başı budur.”
Yâ Resûlallah biraz daha dedim.
“Sana Kur’ân-ı kerîmi okumayı tavsiye ederim. O senin için yeryüzünde nur, gökte
meleklerin övgüsüdür” buyurdu.
Biraz daha dedim.
“Çok gülmeyi terk et, çok gülmek kalbi öldürür, yüzün nurunu giderir.” buyurdu.
Biraz daha nasihat buyur, Yâ Resûlallah dedim.
“Susmayı tercih et sadece hayır söyle, bu durum şeytanı Senden uzaklaştırır dîne
uymakta sana yardımcı olur.” buyurdu..
Biraz daha Yâ Resûlallah dedim.
“Cihad et, çünkü cihad ümmetimin zühdüdür.” buyurdu.
13
Biraz daha dedim.
“Miskinleri (fakirleri, yoksulları) sev, onlarla bulun.” buyurdu.
Biraz daha Yâ Resûlallah dedim.
“Kendinden aşağı olanlara bak, senden üstün olanlara bakma, çünkü içinde bulunduğun
hal senin için nimettir” buyurdu.
Biraz daha Yâ Resûlallah dedim.
“Akrabanı ziyâret et, onlar seni ziyâret etmeseler de.” buyurdu.
Biraz daha Yâ Resûlallah dedim.
“Allahü teâlâya itaat et, kınayanların kınamasına aldırma” buyurdu.
Biraz daha nasihat et, Yâ Resûlallah dedim.
“Acı da olsa Hakkı söyle” buyurdu.
Biraz daha istedim. Sonra da elini göğsüme koydu ve şöyle buyurdu.
“Tedbir almak gibi akıllılık yoktur. Haramlardan el çekmek gibi vera yoktur. Güzel
ahlâk gibi de soyluluk yoktur.” buyurdu.
Parası peşin ödenip de zamanında teslim edilmeyen
mal/hizmetten dolayı uğranılan zarar tazmin edilebilir mi?
Gecikmeye bağlı zararın tamamını isteyebilirsiniz.
Sigara içersem üç ay oruç tutacağım diye adakta
bulunmuştum, şimdi tutmam gerekir mi?
Sizin yaptığınız iş bir adaktır/nezirdir. Nezir, nasıl yapılmışsa o şekilde yerine getirilmesi
gerekir.
Bu sebeple, söz verdiğiniz tarihler arasında üç ay arka arkaya tutmanız gerekir. Buna gücünüz
yetmiyorsa kışın kısa günlerinde üç ay peş peşe oruç tutabilirsiniz.
Bir doktor, sizin üç ay üst üstte oruç tutmanızın sağlığınıza zarar vereceğini söylerse, bu
takdirde aralıklarla tutabilirsiniz.
14
Download