Bertha Olmadan Mercedes Olmaz Geçen gün, sahibinden.com adlı internet sitesinde kendime eski bir Mercedes bakıyordum, alabilecek olabileceğimden değil ya ama bakmak da insanı mutlu ediyor. Orada bir ilan gözüme çarptı: “İnsanı Allah, arabayı Alman yaratır.” Ne kadar komik gelse de bu söz aslında doğruluk değeri taşıyordu, ilk içten yanmalı otomobil bir Alman mühendisin eseriydi. Gülerek okuduğum bu ilanın etkisi ile bu ilk otomobili anlatan The Car is Born adlı belgeseli izledim. Günümüzde yerli otomobilin ticari bir intihar olarak değerlendirildiği ve Devrim başarısına rağmen Hacettepe ve birkaç başka üniversitenin emeği haricinde yerli otomobil adına pek de yol kat edememiş ülkemizin kanımca bu konudaki en büyük sorunlarından birini anlamış oldum. Yerli Türk otomotiv markasının önündeki en büyük sorunlardan birine ve bu soruna getirdiğim çözüm önerilerinden bahsetmeden önce belki de biraz günümüz insanından çok uzakta kalmış bir hikâyeden ve bu hikâyenin kahramanlarından kısaca bahsetmeliyim, izlediğim belgeselden öğrendiğim güzel bir hikâyeden… 1800’lü yılların sonu, Sanayi Devrimi’nin artık bütün Avrupa’yı sardığı ve her alanda makineleşmeye gidilen bir dönemdi ve bu bağlamda ulaşım da bir istisna değildi. Bu makineleşme hareketi, bütün Avrupa’yı atsız, kendi enerjisiyle gidebilen bir araç yapma çabasına sürüklemişti. Bu çabaya Karl Benz’de yabancı değildi, hatta kendisi bu çabanın bizzat içerisindeydi ve ortaya dünyanın ilk içten yanmalı otomobilini çıkartmıştı. Ancak, Karl Benz icadının başarılı olacağına inanmıyordu, bu nedenle onu halka açıklamaktan veya üretmekten uzak durdu. Ama eşi Bertha farklı düşünüyordu, o bizzat finanse ettiği kocasına ve onun icadına inanıyordu. Bir sabah kocasından habersiz, aracı, iki çocuğu ile birlikte aldı ve dünyanın ilk uzun mesafeli otomobil yolculuğuna çıktı, bu yolculuk hem kocasının icadının tanınmasına hem de onun eksiklerinin anlaşılmasına vesile oldu. Aynı zamanda, bugün araçlarda kullandığımız yokuş vitesi (birinci vites) ve fren yastıkları da Bertha’ın fikriydi. Ancak Bertha, sadece otomobili kullanıp, geliştirmemişti, kadınların miras haklarının olmadığı ve yöneticiler tarafından kısıtlandığı 1800’ler Avrupa’sında hem eşinin hem de hiçbir yöneticinin izni olmadan nasıl biteceği belli olmayan bir yolculuğa çıkacak cesareti göstermiş, bunun yanında mirasının neredeyse tamamını kocasının çalışmalarına ayırmıştı. Bu bağlamda, Bertha Benz bugün dünyanın en değerli otomobil markalarından biri olan Mercedes-Benz’in temellerini atmıştı. İşte tam bu noktada ben bir şeyi fark etmiştim: Mercedes’lere binmek, onları bir gün Türkiye’nin üreteceğini hayal etmek ve Mercedes’ler içinden ahkâm kesmek için bir erkek yeterdi. Ancak, Mercedes’i üretmek, dünya otomotiv sektörüne yön vermek, onlarca yeniliğe imza atmak, ülke ekonomisine milyarlarca dolar katkı yapmak, onun için erkek yetmezdi. Denkleme bir de kadın lazım olurdu, Bertha Benz gibi bir kadın, zeki, cesur, tutkulu ve inançlı bir kadın. Devletine kafa tutabilen, zorluklara göğüs gerebilen bir kadın… İşte tam bu anda, ben artık kanımca Türkiye’de bir türlü kurulamayan tam yerli otomobil sektörünün ve markasının önündeki en önemli engellerden birini anlamıştım. Belki ülkemiz Karl’lar yetiştiremiyordu, belki de yetiştiriyordu; ancak bunu bilemiyorduk, çünkü ülkemiz Bertha’lar yetiştiremiyordu. Nasıl yetiştirsin ki? Kadınların küçüklükten beri mühendislikten soğutulduğu, hem mühendisliğin erkek işi görüldüğü ve hem erkeklerin mühendislik alanlarında kadınlara karşı üstün olduğu görüşünün pompalandığı bir ülkede nasıl yetişsin Bertha’lar? Kadından mühendis olmaz denilen bir ülkede nasıl kadınlarımız mühendislik projelerine imza atsınlar, nasıl kendilerine güvenleri gelsin? Bu sorgulamalar içerisindeyken, bir anda saçmaladığımı fark ettim. Bizim ülkemizde kadınların mühendis olması bir yana, kadınlarından evden çıkmasına bile karşı olan, kadına hiçbir hakkı lâyık görmeyen insanlar vardı. Kadınlara giydikleri yüzünden saldıran, kadına şiddette tavan yapmış bir ülkeydi bizimkisi. Kadının sürekli erkekten aşağı görüldüğü bir ülke… İşin en acı kısmı kadın haklarını çoğu Avrupa ülkesinden önce gündeme almıştık biz, Atatürk kadınlara Avrupalı hemcinslerinden çok önce hak tanımıştı. Ancak, Mercedes’lere binen erkeklerimiz, kadınlara dışarı çıkmayı, eğitim almayı, insan gibi yaşamayı çok görmüştü. Ne ironik, bir kadının tutkusunun eseri olan bir markanın aracına binlerce lira para sayıp kadınlara bu hakkı çok görmek... Aynı zamanda ne kadar da acı, belki de potansiyel Bertha’larımız bu insanlar altında eziliyor, onların baskısı yüzünden evlere kapanıyor; biz de Mercedes-Benz’i üreteceğimiz günlerin ancak hayalini kurabiliyoruz. Belki bu noktada beni aşırı-duygusallıkla veya feminist propagandası yapmakla suçlayabilirsiniz, ancak ben söylediklerime can-ı gönülden inanıyorum. Dünya üzerinde hiçbir ordu savaşa elinde bulunduğu kaynakların yarısı ile gitmiyor ve bence bizim otomotiv sektöründe kadınlar olmadan başarılı olmamız mümkün değil. Bu bağlamda, benim tam yerli otomobil markası için önerim, kadınların yaşantılarına karışılmadığı, özgür olduğu ve mühendisliğe yönlendirildiği bir Türkiye; mühendislik bölümlerinde kadın-erkek dengesizliğinin azaldığı, bir Elektrik-Elektronik mühendisi olarak daha çok kadın meslektaşımın olacağı bir Türk Devleti. Bence, ancak bu sayede biz bir gün hayalini kurduğumuz otomobilleri üretebiliriz. O zaman, ilk başladığımız noktaya geri dönersek, “İnsanı Allah, arabayı Alman yaratır.” sözüne, evet arabayı Alman yapmıştır, ancak Alman arabayı Bertha sayesinde yapmıştır. Türkiye, Bertha’lar yetiştirmeye ve Bertha’lara gereken değeri vermediği sürece ancak Mercedes’lere binebilen bir ülke olacaktır, onu üretebilen değil. Kaynakça Kampelmann, Ulli. The Car Is Born (Araba Doğdu). 2011. Kampelmann Productions. Film