T.C GAZİ ÜNİVERSİTESİ EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ İŞLETME EĞİTİMİ ANA BİLİM DALI BANKACILIK EĞİTİMİ BİLİM DALI TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNDE DÖVİZ KURU RİSKİ VE YÖNETİMİ YÜKSEK LİSANS TEZİ Hazırlayan Abdullah AYVA 048117110 Tez Danışmanı Doç. Dr. Mehmet Arslan ANKARA – 2007 Eğitim Bilimleri Enstitü Müdürlüğü’ne Abdullah AYVA’ ya ait “ Türk Bankacılık Sektöründe Döviz Kur Riski Ve Yönetimi” adlı çalışma , jürimiz tarafından Bankacılık Eğitimi Bilim Dalı’nda YÜKSEK LİSANS TEZİ olarak Kabul / Red edilmiştir. Adı Soyadı Tez Danışmanı : Doç. Dr. Mehmet Arslan Üye : Prof. Dr. Emine Orhaner Üye : Prof. Dr. Nevzat Aypek İmza ÖNSÖZ Bankacılık sisteminde piyasa riskleri içinde yer alan döviz kuru riski sistem içerisinde önemli bir yer tutmaktadır. Döviz kurlarındaki bir değişme banka aktif ve pasiflerini etkileyerek ,banka karlılığını doğrudan etkilemektedir. Bankacılıkta döviz kuru riski önemle üzerinde durulması gereken bir konudur. Bir bankacı olarak benim ilgimi çeken bu araştırmamın hazırlanmasında bana sabır ve yol gösteren , desteğini esirgemeyen Tez Danışmanım Sayın Doç. Dr. Mehmet Arslan’a çok teşekkür ederim. i ÖZET TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNDE DÖVİZ KURU RİSKİ VE YÖNETİMİ Ayva , Abdullah Yüksek Lisans , Bankacılık Eğitimi Bilim Dalı Tez Danışmanı: Doç. Dr. Mehmet Arslan Temmuz - 2007 Bankalar, faaliyetleri esnasında çeşitli risklerle karşılaşmaktadırlar . Bu risklerin nedeni; uluslararası piyasaların küreselleşmesi , uluslararası piyasalardaki oynaklık ,yeni yatırım alternatiflerinin ortaya çıkması,finansal risklerdeki artış ve dünya enflasyonudur. Bankacılık açısından riskler;sistemin doğasında olmakla beraber kontrol edilememesi sonucunda ekonomileri tehdit eder. Güvenli ve istikrarlı bir ortamın olmaması ve gerekli önlemlerin alınmaması bankacılık krizi ,döviz krizi , bölgesel krizler hatta tüm dünyayı etkileyecek çapta krizlere yol açmaktadır. Döviz piyasası dünyadaki en büyük piyasadır. Bilgi akışının hızlı oluşu ve işlemlerin herhangi bir kısıtlamaya tabi olmadan gerçekleşmesi ile en mükemmel piyasalardır. Döviz kuru ise ülke ekonomisi açısından çeşitli ekonomik göstergelerin temel belirleyicisidir. Bu bağlamda döviz kuru riskide ekonomileri ve bankaları derinden etkileyebilir. Bankalar döviz kuru riskinden korunmak için çeşitli önlemler almak zorundadırlar. “Türk Bankacılık Sektöründe Döviz Kuru Riski ve Yönetimi” adlı bu çalışmamda bankaların döviz kuru riskinden korunmak için ne tür önlemler alması gerektiğini , Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinin sebepleri ,sonuçları ve neler yapılsaydı sistem daha az etkilenebilirdi konuları hakkında bilgi verilmeye çalışılmıştır. ii THE RISK OF FOREIGN EXCHANGE AND ITS MANAGEMENT IN TURKISH BANKING SECTOR Student: Advisor: Abdullah AYVA, Master’s Degree, The Banking Education Studies Ass. Prof. Dr. Mehmet Arslan Banks have to face with many risks during their operations. The sources of these risks may be varying from globalization of international markets, the ambiguity in international markets, the emergence of new investment alternatives and the increase in financial risks to global inflation. The risks, being the natural elements of the banking sector, may threat the economies if they are not controlled properly. The absence of secure and stabilized economic areas and the lack of necessary measures may trigger some regional or global crises in many areas such as banking sector and exchange markets. The exchange market is the largest market in the world. They seem to be perfect markets since the transmission of information is so rapid and the realization of transactions is not restricted. Thus, foreign exchange rate is the most important determiner of several economic indicators of the national economies. In this context, the risk of foreign exchange may effect economies and the banks considerably. The banks have to take measures in order to be protected from foreign exchange risks. The study on “The risk of foreign exchange and its management in Turkish banking sector” researches into the measures to be taken by the banks against the risk of foreign exchange, and also into the reasons, the results and evaluations on crises of November 2000 and February 2001 . iii İÇİNDEKİLER Özet .........................................................................................................................i Önsöz .......................................................................................................................ii Abstract ...................................................................................................................iii İçindekiler................................................................................................................iv Tablolar Listesi ........................................................................................................viii 1- GİRİŞ ..................................................................................................................1 1.1. Araştırmanın Amacı ......................................................................................1 1.2. Araştırmanın Önemi ………………………………………………………. 2 2. BANKA KAVRAMI , TARİHSEL GELİŞİMİ ve BANKACILIK RİSKLERİ 4 2.1. Banka Kavramı ……………………………..…………………………… 4 2.2. Bankacılığın Tarihsel Gelişimi…………………………………..………. 4 2.1.1. Bankacığın Dünyadaki Tarihsel Gelişimi .......................................... 5 2.1.2. Bankacılığın Türkiye’de Gelişimi ...................................................... 6 2.1.2.1.Cumhuriyet Öncesi Dönem .......................................................... 6 2.1.2.2. Cumhuriyet Sonrası Dönem ........................................................ 8 2.2.Risk Ve Bankacılık Riskleri ...........................................................................11 2.2.1. Risk Nedir ..........................................................................................11 2.2.2. Risk Yönetim Tekniklerini Ortaya Çıkaran Faktörler........................12 2.2.2.1.Uluslararası Piyasaların Küreselleşmesi ......................................12 2.2.2.2. Uluslararası Piyasalardaki Oynaklık (Volatibilite) .....................13 2.2.2.3. Yeni Yatırım Alternatiflerinin Ortaya Çıkması ..........................13 2.2.2.4. Finansal Risklerde Artış ..............................................................13 2.2.2.5. Dünya Enflasyonu .......................................................................14 2.2.3. Bankacılık Risklerinin Sınıflandırılması ............................................14 2.2.3.1.Piyasa Riskleri ..............................................................................15 2.2.3.1.1. Likidite Riski ....................................................................17 2.2.3.1.2. Faiz Oranı Riski ...............................................................19 2.2.3.1.3. Kur Riski ..........................................................................21 2.2.3.1.4. Menkul Kıymet Riski .......................................................22 2.2.3.2. Kredi Riski .................................................................................22 2.2.3.3. Operasyon Riski ..........................................................................23 2.2.3.4. Yasal Düzenleme Ve Politik Risk …………………………….. 25 iv 2.2.3.5. Bilanço Dışı İşlemler Riski .........................................................26 2.2.3.6. Suistimal Riski ............................................................................26 3. DÖVİZ ..............................................................................................................28 3.1.Bankalar Ve Döviz Piyasaları ........................................................................30 3.1.1. Döviz Piyasalarının Fonksiyonu ........................................................31 3.1.1.1.Satın Alma Gücü Paritesi .............................................................31 3.1.1.2. Kredi Sağlama .............................................................................32 3.1.1.3. Döviz Risklerini Önleme .............................................................32 3.1.2. Döviz Piyasalarının İşleyişi ................................................................32 3.1.3. Döviz Kurunun Çeşitleri ....................................................................33 3.1.3.1.Düz (Direkt) Kur ..........................................................................33 3.1.3.2. Çapraz Kur ..................................................................................33 3.1.3.3. Dolaylı Kur ..................................................................................34 3.1.4. Döviz Kuru Sistemleri ........................................................................34 3.1.4.1.Sabit Döviz Kuru Sistemi .............................................................34 3.1.4.2. Serbest Değişken Döviz Kuru Sistemi (Esnek)...........................35 3.1.4.3. Karma Sistemler ..........................................................................35 3.1.5. Döviz Kurunda Denge ........................................................................36 3.2.Döviz Piyasalarının Tarihsel Gelişimi ...........................................................36 3.2.1. Bretton Woods Sistemi......................................................................37 3.2.2. Avrupa Para Birliği- Euro ..................................................................39 3.2.2.1.Roma Antlaşması .........................................................................39 3.2.2.2. Werner Planı (1971-72) ...............................................................39 3.2.2.3. Tünel İçinde Yılan Uygulaması (1972-78) .................................40 3.2.2.4. Avrupa Para Sistemi (Ems) .........................................................41 3.2.2.5.Avrupa Döviz Kuru Mekanizması (Emr) .....................................41 3.2.2.6. Avrupa Para Birimi (Ecu) ...........................................................42 3.2.2.7. Ecu – Dolar Döviz Kuru..............................................................43 3.2.2.8. Delors Raporu .............................................................................43 3.2.2.9. Maastricht Antlaşması Ve Yakınlaşma Kriterleri .......................46 3.2.2.10. Euro’ya Geçiş ……………………………………………..46 3.2.2.11. Yeni Döviz Kuru Mekanizması…………………………. 48 3.3.Döviz Kurunun Belirlenmesi……………………………………………… 49 3.3.1.Uluslararası Parite Koşulları………………………………………… 49 v 3.3.1.1.Uluslararası Tek Fiyat Kanunu ……………..………………….. 49 3.3.1.2. Mutlak Satın Alma Gücü Paritesi …………………………....... 50 3.3.1.3. Göreceli Satın Alma Gücü Paritesi ……………………………. 52 3.3.1.4. Garantili Faiz Oranı Paritesi ………………………………....... 52 3.3.1.5. Garantisiz Faiz Oranı Paritesi …………………………………. 54 3.3.1.6. Uluslararası Fisher Etkisi ……………………………………… 54 3.3.2.Ödemeler Dengesi Yaklaşımı................................................................ 55 3.3.2.1.Ödemeler Bilançosunun Önemi ................................................... 56 3.3.2.2.Ödemeler Bilançosunun Tanımı ve Temel Unsurları .................. 56 3.3.2.3. Ödemeler Bilançosu Dengeleri ................................................... 59 3.3.2.3.1. Temel Denge .................................................................... 59 3.3.2.3.2. Net Likidite Dengesi ........................................................ 60 3.3.2.3.3. Resmi Rezervler Dengesi ................................................. 60 3.3.2.4.Ödemeler Dengesindeki Açık Yada Fazlaların Yönetimi ............ 60 3.3.3.Mali Piyasalar Yaklaşımı ...................................................................... 61 3.3.3.1.Parasalcı Modeller ........................................................................ 62 3.3.3.2. Portföy Dengesi Modeli .............................................................. 62 3.3.3.3. Para İkamesi Modeli.................................................................... 63 3.4. Aktif - Pasif Yönetimi ................................................................................... 64 3.4.1.Döviz Pozisyon Yönetimi .................................................................... 68 3.4.1.1.Döviz Mevcutları ve Alacaklar .................................................... 69 3.4.1.2. Döviz Taahhütleri ........................................................................ 70 3.4.1.3. Döviz Borçları ............................................................................. 70 3.4.2.Döviz Pozisyon Dengesinin Alabileceği Durumlar .............................. 71 3.4.2.1.Başa Baş Pozisyon ...................................................................... 72 3.4.2.2.Uzun Pozisyon ............................................................................. 72 3.4.2.3. Kısa Pozisyon ............................................................................. 73 4. DÖVİZ KURU RİSKİ VE KUR RİSKİ YÖNETİMİ ...................................... 74 4.1.Döviz Kuru Riski ........................................................................................... 74 4.1.1.İşlem Riski............................................................................................. 74 4.1.2.Çevirme Riski ........................................................................................ 75 4.1.3.Ekonomik Risk ...................................................................................... 75 4.2.Döviz Kuru Riskinin Ölçülmesi ..................................................................... 76 4.2.1.Standart Methot ..................................................................................... 78 vi 4.2.2.Riske Maruz Değer (VaR).....................................................................79 4.3.Dövizli İşlem Türleri ve Riskten Korunma Araçları ......................................82 4.3.1.Peşin İşlemler ........................................................................................82 4.3.2.Vadeli İşlemler ......................................................................................83 4.3.2.1.Forward İşlemler ..........................................................................85 4.3.2.2. Futures İşlemleri ..........................................................................86 4.3.2.2.1. Futures İşlem Türleri ........................................................87 4.3.2.3.Döviz Opsiyonları ........................................................................88 4.3.2.3.1. Alım Opsiyonları ..............................................................90 4.3.2.3.2. Satım Opsiyonları .............................................................90 4.3.2.4. Swap İşlemleri .............................................................................90 4.3.2.4.1. Swap Türleri .....................................................................91 5. AÇIK POZİSYONLAR VE TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNDE KRİZLER ……………………………………………………………………. 94 5.1.Açık Pozisyon ...............................................................................................94 5.2.2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizi……………………………………………101 5.3.T.C.Ziraat Bankası A.Ş.’nin Başarısı .……………………………………...106 5.4.2006 Yılında Türkiye Ekonomisi Ve Türk Bankacılık Sistemi ……………108 6. SONUÇ VE ÖNERİLER …………………………………………………….112 7. KAYNAKÇA ………………………………………………………………...117 vii Tablolar Listesi 3.1. Ecu / Dolar Birim Değeri .................................................................................44 3.2. 31.12.1998 İtibariyle Euro Değişim Oranları...................................................47 3.3. Standart Muhasebe Usulüne Göre Ödemeler Dengesi .....................................57 3.4. Banka Bilançosu ...............................................................................................66 3.5. Zorunlu Karşılık Oranı .....................................................................................67 4.1. Rmd Hesaplamalarında Asgari Elde Tutma Süresi ..........................................80 5.1. Yabancı Para Pozisyonu Açığı Bulunmayan Banka Bilançosu .......................97 5.2. %100 Devalüasyonun Açık Pozisyonu Bulunmayan Bankaya Etkisi .............97 5.3. Yabancı Para Pozisyon Açığı Bulunan Banka Bilançosu ................................98 5.4. %100 Devalüasyonun Yp Pozisyon Açığı Bulunan Bankaya Etkisi ...............98 5.5. Yabancı Para Pozisyon Fazlası Bulunan Banka Bilançosu ..............................99 5.6. %100 Devalüasyonun Yabancı Para Pozisyon Fazlası Bulunan Bankaya Etkisi99 5.7. T.C. Ziraat Bankası A.Ş.’nin Son 3 Yıllık Toplam Aktifleri .........................106 5.8. T.C. Ziraat Bankası A.Ş.’nin Son 3 Yıllık Özkaynak Değişim Tablosu ……106 5.9. Türk Bankacılık Sistemi – T.C. Ziraat Bankası A.Ş. son 5 Yıllık YP Aktifler / YP Pasifler Oranı …………………………………………………………… 107 5.10. Türk Bankacılık Sistemi – T.C. Ziraat Bankası A.Ş. son 5 Yıllık YPNGP / Özkaynak Oranı …………………………………………………………….. 108 viii 1.GİRİŞ 1.1. Araştırmanın Amacı Bankalar , gerçek ve tüzel kişilerin belli bir zaman içinde belli bir zaman için harcamadıkları paraları toplayarak, bunları kredi ve plasman yoluyla değerlendirmeye çalışan işletmelerdir. Yani fon fazlası olanlarla fon ihtiyacı olan gerçek ve tüzel kişileri bir araya getiren işletmelerdir.Ancak burada buluşma yüz yüze olmamaktadır , banka aracılığıyla fon aktarımı sağlanmaktadır ve riskin bütününü banka üstlenmektedir. İşte bu yüzden bankalar fon ihtiyacı olanlar arasında çok iyi bir eleme yapmak zorundadırlar. Bankalar, faaliyetleri esnasında çeşitli risklerle karşılaşmaktadırlar.Bu risklerin nedeni; uluslararası piyasaların küreselleşmesi , uluslararası piyasalardaki oynaklık ,yeni yatırım alternatiflerinin ortaya çıkması, finansal risklerdeki artış ve dünya enflasyonudur. Bankacılık açısından riskler ; sistemin doğasında olmakla beraber kontrol edilememesi sonucunda ekonomileri tehdit eder. Güvenli ve istikrarlı bir ortamın olmaması ve gerekli önlemlerin alınmaması bankacılık krizi , döviz krizi , bölgesel krizler hatta dünyayı etkileyecek çapta krizlere yol açmaktadır. Bankacılık sisteminde piyasa riskleri içinde yer alan döviz kuru riski sistem içerisinde önemli bir yer tutmaktadır. Döviz kurları içersindeki bir değişme banka aktif ve pasiflerini etkileyerek , banka karlılığını doğrudan etkilemektedir. Bankacılıkta döviz kuru riski önemle üzerinde durulması gereken bir konudur. Bankalar, kur riskini ölçmek ve bu riskten korunmak için gerekli önlemler almalıdırlar. Bankalar, döviz kuru riskini ölçmede standart methot ve riske maruz değer hesaplama yöntemlerini kullanmaktadırlar. Bankalar döviz kuru riskinden korunmak için forward, futures, swap ve opsiyon işlemleri yaparlar. Bu çalışmanın 6 amacı vardır ; - Banka kavramı ve bankacılık risklerinin neler olduğu , 1 - Döviz piyasaları ve döviz kurunun nasıl belirlenmesi , - Döviz pozisyon yönetiminin nasıl yapıldığı , - Döviz kuru riskinin bankacılık sektörü açısından önemli bir risk olduğu ve buna karşı bankaların bunu iyi yönetip kontrol altına alması hatta bu riskten kâr elde etme imkanı vardır. Tam tersi olduğunda ise bankacılık krizlerine yol açacağı anlatılacak ve döviz kuru riskinden korunma yöntemlerin neler olduğunu, - Açık pozisyonlar , Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinin nasıl çıktığı , - Krizler sonrası Türkiye ekonomisi ve Türk Bankacılık sektörünün hangi seviyelere ulaştığı hakkında bilgiler verilmiştir. 1.2. Araştırmanın Önemi Bankacılık sektöründe yaşanan kriz, piyasalarda bir ya da birkaç bankanın iflası tehlikesine yol açan, bu durumunda tüm sektöre yayılarak ödemeler sistemini olumsuz etkilemesi, hatta işleyişini durdurması nedeniyle, piyasaların işleyişinde sorunlar meydana gelmesi şeklinde tanımlanabilir. Bu krizlerin nedenleri; en başta istikrarsız makroekonomik yapı, bankacılık sektöründe etkin denetim ve gözetim yapılamaması, yasal düzenlemelerin yetersiz olması, ödemeler sistemi gibi mali altyapı unsurlarının güvenilir olmaması ve risk yönetimi için gerekli kredi kültürünün oluşmamasıdır . Gelişmekte olan ülkelerde bankalar, finansal sisteme hakimdir. Finansal krizin yaşandığı bir ülkede, bankacılığın bu krizden etkilenmemesi için sistemin oldukça güçlü olması gerekmektedir. Bankacılık sektörünü etkileyen finansal krizler, bankaların etkinlik ve verimlilikten uzak çalışmasına yol açmakla kalmaz, kurumsal yapıda da bozulmalara neden olur. Bankacılık krizlerinin yayılma etkisinin, diğer sektörleri etkilemesi sonucunda, sorun makroekonomik istikrarı etkileyecek hale gelir. Bu bağlamda krizin maliyeti, bankacılık sektörünün iyileştirilmesinin bütçeye yükü ve onun ulusal gelirdeki payı ile sınırlı kalmayıp, reel anlamda daha büyük boyutlara ulaşır. 2 Bankacılık sektöründeki krizler birçok nedenle açıklanabilir. Bu nedenlerin bir kısmı bankacılık sektörünün yapısı ile ilgiliyken asıl neden, ekonomideki temel göstergelerin istikrarsızlık göstermesinden kaynaklanmaktadır. Bu göstergelerden biri olan döviz kurları ekonomileri ve ekonominin can damarı olan bankaları yakından etkilemektedir . Çoğu bankacılık krizlerin nedeni döviz kurlarının anlık değişimidir. Bu yüzden bankalar kur riskini çok iyi yönetip ,zararlarını minimize etmeye hatta bu değişmelerden kar elde etmeye çalışırlar. Bu araştırma da bu kadar önemli olan kur riskinin Türk bankacılık sektöründe nasıl yönetildiği sorusuna cevap aranmaya çalışılmıştır. 3 2. BANKA KAVRAMI , TARİHSEL GELİŞİMİ Ve BANKACILIK RİSKLERİ Bu bölümde banka kavramı ve bankacılığın tarihsel gelişimi, risk ve bankacılık riskleri hakkında bilgiler verilmiştir. 2.1. Banka Kavramı Hemen tüm ülke dillerinde küçük değişikliklerle ifade edilen banka sözcüğünün, İtalyanca ‘ banco’ aslından geldiği ve daha sonra sözcüğün ‘banca olarak kullanıldığı sanılmaktadır. İlk bankerlerden olan lombardiyalı Yahudiler, bankacılık işlemlerini pazar yerlerine koydukları birer masa (banko) üzerinde yaparlardı. Böyle bir banker,taahhütlerini yerine getirmeyerek iflas ettiği zamanda halk, bankerin üzerine saldırarak , masasını kırardı. Bundan dolayı, Latince kökenli bankrupt ve banquerovtier sözcükleri ile belirtilen müflis sözcüğü de ‘banca’ aslından gelindiği sanılmaktadır ( Öçal,Çolak ,1999,s.12). Bankalar , gerçek ve tüzel kişilerin belli bir zaman içinde belli bir zaman için harcamadıkları paraları toplayarak, bunları kredi ve plasman yoluyla değerlendirmeye çalışan işletmelerdir. Yani fon fazlası olanlarla fon ihtiyacı olan gerçek ve tüzel kişileri bir araya getiren işletmelerdir.Ancak burada buluşma yüz yüze olmamaktadır , banka aracılığıyla fon aktarımı sağlanmaktadır ve riskin bütününü banka üstlenmektedir. İşte bu yüzden bankalar fon ihtiyacı olanlar arasında çok iyi bir eleme yapmak zorundadırlar. 2.2. Bankacılığın Tarihsel Gelişimi Bankacılığın tarihsel gelişimini dünyada ve Türkiye’deki tarihsel gelişimi olarak iki bölümde ele alabiliriz. 4 2.2.1. Bankacılığın Dünyadaki Tarihsel Gelişimi Tarihte ilk bankacılık hizmetlerinin eski Sümer ve Babil’e kadar uzandığı bilinmektedir. Sümerlerde M.Ö. 3500 yılında kurulan maket bilinen ilk banka kuruluşudur. Maket’in rahipleri ilk borç verenlerdi. Maketler, harman zamanı ödenmek üzere tohum v.b. gibi hammadde ve teçhizat alımı için çiftçilere ilk dönemlerde fiziki daha sonraları parasal kredi açtıkları, kazılar sonucu saptanmıştır. Aynı zamanda ünlü Hammurabi kanunlarında maketlerin ödünç işlerini nasıl yöneteceği, borcun vadesinde nasıl tahsil olunacağı, borçlunun hangi mallarının ne yolla borcun tasfiyesinde kullanılacağı yazılmıştır. Ödünç işleri sırasında faiz tahsiline de izin verilmekteydi. Bu faizin oranı, tahıl ya da hurma ihracatında ana sermayenin üçte biri, nakit para ihracatında beşte biri olarak saptanmıştır. Yapılan ödünce karşılık her türlü taşınır mal rehnine, gayrimenkul ve özellikle tarla ipoteğine, hatta saygın kişilerin kefaletine yer verilmiştir (Parasız ,2000,s.107). Günümüzle kıyaslayacak olursak durum benzer şeklini korumaktadır, bir krediye karşılık alınan menkul , gayri menkul rehni ya da geliri uygun bulunan kişilerin kefilliği kabul edilmektedir. Daha sonraları maketlerin tekelinde bulunan bankacılık hizmetleri ticaretle uğraşan bazı zenginlerin eline geçmiştir. Daha sonraki süreçte ise; - Eski Mısır, eski Yunan ve Roma’da banka işlemleriyle uğraşan kurumlar olduğu bilinmekteydi, - Trapezitai adıyla özel bankerler çıkmıştır, - 1453’te İstanbul’un fethi ve Rönasans hareketiyle yeni kıtaların keşfi, ticaretin okyanuslara kadar uzaması Roma Hukuku’nun doğmasını yol açmış ve faiz yasallaşmıştır. - 1609’da Amsterdam Bankası kuruldu, banka sabit nitelik ve değerde hesap parası olarak banka florinini oluşturdu. Aynı şekilde Hamburg Bankası banka markını oluşturdu. 5 - 1637’de Venedik Bankası kurulmuş ve bu banka çek ve banknot kullanımına yol açan Contadi di Banka sistemini geliştirmiştir. - 1640’da İngiltere’de kralın, tüccarların Londra kulesinde saklanan külçelerine el koyması, tüccarların devlete olan güvenini sarsmış ve tüccarlar altınlarını goldsmith denilen tüccarlara vermeye başlamış bunun karşılığında şehadetname almışlardır.Ellerinde bulunan altınların atıl durumda olduğunu gören Goldsmithler , borç isteyenlere goldsmith notes denilen kendi senetlerini vermeye başlamışlardır. Zamanla bu senetlerin piyasada alışverişlerde kullanılmasıyla ilk banknot sistemi oluşmuştur. Bu dönemde Fransa ile yapılan savaş nedeniyle İngiltere para sıkıntısı içine düşünce bir devlet bankası kurulması ve onun aracılığıyla piyasada paranın dolaşması fikrini doğurdu. - Bunun üzerine ilk merkez bankası olan İngiltere Bankası kuruldu. Benzer şekilde Fransa’da Fransız Emisyon Bankası kuruldu (Parasız,2000,s.108) Çift yönlü muhasebe yönteminin gelişmesi, kıymetli senetlerin bulunması, banknotların genel bir ödeme aracı niteliğini kazanması , sanayi devrimiyle birlikte krediye olan gereksinimi artması, modern bankacığın gelişmesine önemli katkılar sağlamıştır (Parasız, 2000,s.108). 2.2.2. Bankacılığın Türkiye’deki Gelişimi Ülkemizde, özellikle batı ülkelerindeki gibi, banka dışı finansal aracıların gelişmiş olmaması nedeniyle bankalar finansal sistemin yapıtaşını oluşturmaktadırlar, bu yüzden fon ihtiyacı olanlarla fon fazlası olanları karşı karşıya getirmesi açısından bankalara çok büyük işler düşmektedir. 2.2.2.1. Cumhuriyet Öncesi Dönem Tanzimat’a kadar geçen dönemlerde ülkemizde bankacılığa ait izlere rastlanmamaktadır. Bunda Türkler’in özellikle askerlik ve yöneticilik gibi işlerle uğraşmaları , ticaret, sarraflık ve faizcilik gibi meslekleri Türk ve Müslüman olmayan kimselere bırakmalarının önemi büyüktür. Kaldı ki, ülkemizde bankacılığın gelişmemesinin asıl önemli nedeni , Osmanlı Ekonomisi’nin Batı Avrupa’da 6 gerçekleştirilen sanayi devrimine ayak uyduramaması ve yakın zamanlara kadar esnaf ve zanaatkarlara dayanan kapalı bir ekonomik düzen içersinde kalmasıdır. Bununla birlikte, Osmanlı devrinde kısmen de olsa bankacılık işlemlerine benzer bir çalışma içinde bulunan ve kendilerine sarraf ve galata bankerleri adı verilen bazı kişiler mevcuttur. Onlar Osmanlı Hazinesinin para bakımından sıkıntıya düşmesi oranında etkinlik ve saygınlık kazanmışlardır (Parasız,2000,s.109). Bana göre toplumun büyük bir kısmı Müslüman olduğu ve İslamiyet’in faizi haram kılmasından dolayı insanların büyük bir kısmı faizden uzak kalmışlar ve bu da bankacılık faaliyetlerine olan talebi azalttığı için bankacılık sisteminin gelişme süreci çok zayıf kalmıştır. Cumhuriyet öncesi Türkiye’de bankacılık ; - 1847 ‘de hükümetin yardımıyla, J. Alleon ve Thedor Baltazzi tarafından İstanbul Bankası adıyla kurulmuştur. (1852 yılında kapanmıştır ) - Cumhuriyetten önce piyasada faaliyet gösteren bankalar daha çok yabancı sermaye tarafından ya da yabancı iştirakiyle kurulmuştur. -Merkezleri dış ülkelerde bulunan birçok banka faaliyet göstermişlerdir. -1868 Bank-ı Osman-i Şahane kurulmuştur. (Osmanlı Bankası) -1863 yılında, çiftçilerin oluşturduğu kaynakla, Mithat Paşa öncülüğünde, devlet eliyle ve devlet himayesinde kurulan ve adına "Memleket Sandıkları" denilen organizasyon Milli Bankacılığın ilk örneği olarak tarihe geçmiştir. - Mithat Paşa 1863 yılında Pirot Kasabası'nda kurduğu ilk Memleket Sandığını oluştururken Türk gelenekleri arasında zaten varolan ve karşılıklı yardımlaşma esasına dayanan imece geleneğinden esinlenmiştir. - 1867 yılında "Memleket Sandıkları Nizamnamesi" nin yürürlüğe girmesiyle Osmanlı Devleti'nin her yanında Sandıklar faaliyete başlamış ve uzun yıllar başarıyla hizmet vermiştir. 7 - Ancak izleyen yıllarda sandıkların işleyişinde gözlenen bozulmalar Memleket Sandıkları'nın etkinliklerini azaltmıştır. Sandıkları merkezi yönetime bağlayarak olumsuzlukları giderebileceğini düşünen hükümet, 1883'te aynı amaçlar doğrultusunda "Menafi Sandıkları"nı kurmuştur. Menafi Sandıklarına geçilmesiyle, idare yeniden düzenlenmiş, kayıt ve muhasebe işleri çağdaş ve ilmi esaslara uygun olarak yürütülmeye başlanmış ve merkezi hükümetin doğrudan denetimine tabi tutulmuştur. -15 Ağustos 1888'de Menafi Sandıkları'nın yerine işlevlerini üstlenecek modern finans kuruluşu olarak Ziraat Bankası resmen kurulmuş, o tarihte faaliyette bulunan Menafi Sandıkları da Banka şubelerine dönüştürülerek faaliyete başlamıştır. O güne kadar Menafi Sandıklarının mali kaynağını oluşturan menafi hisseleri Bankaya devredilmiş ve bundan sonraki hisseler de Bankanın sermayesine tahsis edilmiştir. Bu adımla birlikte, teşkilatlı tarımsal kredi tarihimizde yeni bir dönem başlamıştır (www.ziraatbank.com.tr). Cumhuriyet öncesinde 1911-1923 tarihleri arasında milli sermaye ile 21 banka kurulmuş ancak bunlar sektördeki yabancı bankaların kredi piyasasına egemen olmaları karşısında faaliyetlerini sürdürmekte zorlanmışlardır. Bu bankalardan iflas ve tasfiyeler sonucu ancak 18’i Cumhuriyet dönemine geçebilmiştir. 2.2.2.2. Cumhuriyet Sonrası Dönem Ülkemiz, Cumhuriyetin ilanından sonra ekonomik kalkınmaya önem vermiş, sınai ve ticari hayatı canlandırmak amacıyla milli bankacılığı geliştirmeye başlamıştır. Bu bağlamda devlet teşvikiyle Türkiye İş Bankası (1924) ve Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası (1925) gibi bankalar kurulmuştur. 1929-1930 dünya ekonomik bunalımının bankacılık üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle bir çok banka faaliyetlerini durdurmak zorunda kalmıştır. Ülkemizdeki banka sayısı 1932 yılında 60 iken 1945’te 40 düşmüş, şube sayısı da 483’den 411’e inmiştir. Türkiye’de bu bunalımın ardından devletçilik ilkesini benimsemiş; Sümerbank, Etibank, T. Halk Bankası gibi büyük devlet bankaları kurulmuştur. 8 İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1945-1959 yılları arasında iktisadi devletçiliğin yerini özel sektörün desteklenmesi ve ekonomik kalkınmanın hızlandırılması almıştır. Bu durum bankacılık sektörüne de yansımış, özel sektör bankacılığı bu dönemde oldukça gelişmiştir. 1960’lı yılların başları bir çok bankanın faaliyetine son verdiği önemli bir dönem olmuştur. 1960-1964 yılları arasında 15 banka faaliyetlerine son vermiş ve bu bankalar tasfiye edilmiştir. 1960’ta T.C. Merkez Bankası nezdinde bir bankalar Tasfiye Fonu oluşturulmuş,bu fon 1983 yılında Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilmiştir. 1970’li yılların sonlarında çıkarılan “Ödünç Para İşleri Kanunu”nca bankaların kredi faiz oranları üzerene getirilen kısıtlamalar bankaları “banker” adı verilen ve piyasa faizi üzerinden çalışan kurumlarla işbirliğine girmeye itmiştir. Bu durum 1982 yılına gelindiğinde Türk ekonomisinde önemli bir krize neden olmuştur. Türk bankacılık sistemini dönemsel olarak incelediğimizde 1980’lere kadar mali sistemi bir bütün olarak etkileyen ciddi bir krizin oluşmadığı, bunun yerine çeşitli ekonomik sebeplerle tek tek bankaların faaliyetlerini durdurduğu ve tasfiye edildiği görülmektedir. Bankacılık sektörü 24 Ocak 1980 kararları ile Cumhuriyet kurulduğundan beri karşılaşmadığı rekabet kavramıyla ile karşılaşmıştır. Finansal serbestleştirme yolunda alınan ilk kararlar 1981 tarihinde önce banka faizlerinin sonra ise tüm faizlerin serbest bırakılması ile ilgili olmuştur. 70 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile bankacılık sektörüne giriş kolaylaştığı gibi sektör açısından da yeni bir araç ile de atıl kaynakların ve kayıt dışı ekonomideki paranın bir kısmının sektöre çekilmesi amaçlanmıştır. Bu yapılanmanın oluşumunda en önemli etken büyük ölçüde banka sayısının artması, bankaların aktif büyüklüğünün yükselmesi ve faiz oranlarının piyasada belirlenmesidir. 1980’lerden sonra mali sistemdeki liberalizasyon ve ekonomik büyümenin hızlanmasıyla finansal sistemin genişlediği, aracı kurumların faaliyetlerinin arttığı ve en önemlisi globalleşmenin etkisiyle bankacılık sisteminde kriz olgusunun mali sistemi tehdit eden bir unsur olarak ortaya çıktığı gözlenmektedir. 9 Sisteme girişin serbestleşmesi bankacılık sektöründe rekabeti artırmakta, sektördeki payın aynı kalmasına rağmen banka başına düşen payı azaltmaktadır. Bankerler, bankaların yaptığı gibi fon fazlası olanlarla fon talep eden arasında aracılık etmekten çok bankalarla fon piyasaları arasında aracılık işlemleri gerçekleştirmiştir. Bankerlik kuruluşları arasındaki faiz savaşı bir süre sonra Ponzi Finansmanı ( borç alınan paranın faizini ödemek için daha yüksek faiz ile borçlanmak) biçimine kayması kaçınılmaz olmuş ve bu da sistemin çöküşüne yol açmıştır. 1982 yılında bu olay “Bankerler Krizi” olarak adlandırılmıştır. Serbest faiz politikasının ve banker iflaslarının bireysel bankaların uygulamaları ile yönetim tarzlarının birleşmesinin bir sonucu olarak çok sayıda bankanın mali bünyesinde zaaf yaşanmıştır. 1989 yılında yürürlüğe giren kararlar ile Türk lirasına konvertibilite yolu açılmıştır. Sektörün uluslararası piyasalara açılması ve özellikle uluslararası piyasalardan kaynak edinmesinin serbestleşmesi gündeme gelmiştir. Para piyasaları ve döviz piyasaları kurulmuş ve yatırımcılar Türk lirasından çıkıp dövize yönelmeye başlamıştır. Ancak Hazine ve TCMB bu yeni oluşumu tamamlayacak düzenlemelerde yetersiz kalmışlardır. Hazırlıksız yakalanan bankacılık sektörü de düzenlemeye uygun bir aktif-pasif yönetimi gösterememiş, bankalar likidite yönetiminin temel ilkelerini göz ardı eden bir şekilde yabancı para cinsinden kaynaklara yönelmişlerdir (www.baskent.edu.tr/~gurayk/finpazpazartesi18). Günümüzde ise 3 tane kamusal sermayeli banka , 14 tane özel sermayeli banka, 8 tane Türkiye’de kurulmuş yabancı sermayeli banka, 7 adet Türkiye’de şube açan yabancı banka, 3 adet kamusal sermayeli kalkınma ve yatırım bankası , 8 adet özel sermayeli kalkınma ve yatırım bankası ve 2 adette yabancı sermayeli kalkınma ve yatırım bankası olmak üzere toplam 45 adet banka bulunmaktadır. Sonuç olarak baktığımızda yabancı sermayeli banka sayılarında bir artış olduğu gözlenmektedir. 10 2.3. Risk ve Bankacılık Riskleri Bankalar açısından risk yönetimini inceleyebilmek için önce risk kavramının tanımı üzerinde durularak bankacılık riskleri incelenecektir. 2.3.1. Risk İnsanoğlu, geleceği görme yetisine sahip değildir. Yaşadığı hayatta tek karar alıcı ve hayatı üzerinde mutlak insiyatif sahibi de değildir. Kendisinin dışında gelişen doğa olayları, az veya çok ilişkide bulunduğu yeryüzünde yaşayan milyarlarca insan, bunların arzu ve istekleri ile bunlara uygun kararları söz konusudur. İnsan, sınırlı bilgisiyle çoğu zaman kullandığı eşyanın tabiatına dahi hakim olamamakta, örneğin inşa ettiği evlerde yangınlar çıkmakta, kurduğu trafik düzeninde kazalar olmaktadır. Bunlarla birlikte başka sakındığı ve istemediği diğer sonuçlar da, hiç ummadığı anda karşısına çıkabilmektedir. Aslında bütün bunlar, insanın yaşadığı hayat içerisinde belirsizlikle karşı karşıya olduğunu göstermektedir. Risk, kelime anlamı ile “bir zarara, bir kayba, bir tehlikeye yol açabilecek bir olayın ortaya çıkma olasılığı; tehlike” anlamlarına gelmektedir (Büyük Lauresse , s.9843) . Kelime anlamından da anlaşıldığı üzere bir zararın henüz doğmamış olması ve doğma tehlikesini de içinde barındırması gerekmektedir. Risk, değişen ekonomik çevrede, döviz kuru, faiz haddi ve fiyatlarda görülen dalgalanmaların yarattığı belirsizlikler nedeniyle, firmaların ve mali kuruluşların aktif veya pasif değerlerinin değişmesinden kaynaklanan mali kayıp olasılığı olarak ifade edilebilir (Aksel ,1995, s.11). Risk yönetimi ise , ekonomik çevrede oluşan dalgalanmalar sonucunda ortaya çıkan belirsizliklerden dolayı işletmelerin varlıklarında meydana gelecek olumsuz değişmeleri önlemek amacıyla alınan tedbirler olarak tanımlayabiliriz. Risk yönetimi dört adımda belirlenir.Bu aynı zamanda risk yönetim süresinin fonksiyonları olarak da nitelenebilir (Kaval, 2000 , s.24 ). Birinci Adım: Risklerin Belirlenmesi 11 Bankanın, işletmesine özgü risk tiplerini ne olduğunu ,bunların birbirlerinden farklarını ve bunlara ilişkin uygulanan politikaları tespit aşamasıdır. İkinci Adım:Risklerin Ölçülmesi , Sayısallaştırılması 1.aşamada tespit edilen risk tiplerini nasıl ölçülebileceğinin belirlenmesi veya sayısallaştırılmasıdır. Üçüncü Adım:Risk Yönetimi Kararlarının Uygulanması Ölçülen ve somut şekle getirilen risk türlerinden kaçınıcı ve bunlara karşı koruyucu politikaların uygulanmasıdır. Dördüncü Adım:Risk Yönetim Politikasının Sonuçlarının Kontrolü Alınan politik karar ve önlem uygulamalarının başarısını tespit ve devamlı bir süreç içersinde uygulanan politikaların gözlenmesidir. Bir bütün içinde ele alınırsa risk yönetim politikaları bu aşamalardan geçer. Risk yönetimi dendiği zaman tüm bu aşamaları içerir. 2.3.2. Risk Yönetimi Tekniklerini Ortaya Çıkaran Faktörler Risk yönetimi tekniklerini ortaya çıkaran faktörler ; uluslararası piyasaların küreselleşmesi, uluslararası piyasalardaki oynaklık, ortaya çıkması, finansal risklerde artış ve yeni yatırım alternatiflerinin dünya enflasyonudur diye gruplandırabiliriz. 2.3.2.1 Uluslararası Piyasaların Küreselleşmesi Son 10-20 yıllık dönemde yaşanan en önemli değişim uluslararası piyasaların küreselleşmesidir. Bütün dünyadaki piyasalar, sermayenin serbest dolaşımındaki engelleri aşamalı olarak ortadan kaldırarak daha geniş bir piyasa şekline dönüşmüşlerdir. Bu, dünyanın bir bölgesinde ortaya çıkan sorunların başka bir bölgedeki piyasalara ve yatırımcılara hemen yansıması gibi bir olguyu da beraberinde getirmiştir. 12 Piyasaların ne kadar yoğun etkileşim halinde olduklarının ifadesi açısından Asya Krizi literatürde oldukça önemli bir yere sahiptir. Asya Krizi’nin başlangıcı,1997 Temmuz ayında Tayland Bahtının %40 oranında devalüe edilmesi olarak kabul edilmektedir. Domino etkisi ile Malezya, Endonezya ve Filipinler etkilenmiş, Malezya ve Endonezya paraları da değer kaybetmiştir. Singapur ve Hong Kong’u da sarsan kriz son olarak özel sektörün aşırı borçlanmasının da etkisiyle Güney Kore’yi e içine alarak tüm Asya Pasifik ve dolayısıyla dünya ekonomisini tehdit eder boyuta ulaşmıştır. Asya Krizi’nin etkisinin çok ciddi boyutlara ulaşmasında; bankacılık sektörünün sermaye yetersizliğinin rol oynaması dikkatleri bankacılık sektörüne yöneltmiştir 2.3.2.2. Uluslararası Piyasalardaki Oynaklık 1980 ve 1990’lı yıllarda tanık olunan geçiş döneminde karşılaşılan farklılaşımların bir diğeri,uluslararası piyasaların giderek daha da oynak olmasıdır. Piyasa fiyatlarının ve rasyoların inişli çıkışlı bir seyir izlemesi anlamına gelen piyasalardaki oynaklık, finansal riskin ana kaynaklarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Piyasadaki oynaklık arttığında piyasa katılımcıları da büyük bir belirsizlik ve buna bağlı risklerle karşı karşıya kalmışlardır. 2.3.2.3. Yeni Yatırım Alternatiflerinin Ortaya Çıkması Aynı dönem içerisinde yaşanan bir başka değişiklik ise, uluslararası piyasalardaki şartların değişmesi sonucunda karmaşık yapılı yeni yatırım alternatiflerinin ortaya çıkmasıdır. Söz konusu yatırım alternatiflerinden doğan riskleri bertaraf etmek için geliştirilen türev enstrümanlar, finansal piyasalarda riski azaltmak için daha yaygın olarak kullanılmakla birlikte söz konusu enstrümanlardan kaynaklanan risklerde kullanımlarla birlikte artmaya başlamıştır. 2.3.2.4. Finansal Risklerde Artış Bütün bunların yanında, son 10-20 yıllık dönemde yaşanan kredi arzı artışı, finansal risklerin de hızla artmasında önemli bir rol oynamaktadır. Kredi arzı artışı ve finansal risklerin realize olması, önemli kayıplara neden olmuştur. 13 Bahsi geçen dönemde , finansal risklerdeki artışın bir diğer sebebinin de uluslararası rekabet artışı olduğu açıkça görülmektedir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin bankacılık sektörlerinin aynı alanda rekabet etmeye başlaması ve büyük ölçekli bankaların bankacılık sektörü dışındaki finansal kurumlarla da yoğun rekabete girişmeleri özelikle kredi riskinin daha karmaşık hale gelmesine sebep olmuştur. 2.3.2.5. Dünya Enflasyonu 1970’lerden sonra ortaya çıkan fiyat artışları tüm dünyayı etkilemiş, daha önce görülmemiş bir hızla artmıştır ( Çelikoğlu, 1994, s.13). Fiyat artışları ve faiz hadlerindeki değişmeye piyasalar şaşırtıcı bir şekilde cevap vererek, son yirmi yıl içinde birçok mali enstrümanların ve risk yönetimini ortaya çıkmasına neden olmuşlardır. 2.3.3. Bankacılık Risklerinin Sınıflandırılması 1974 yılında kurulan, halen ABD, Almanya, Japonya, Fransa, İngiltere, İtalya, Kanada, Hollanda, Belçika, İsveç, İsviçre ve Lüksemburg’un üye oldukları Basel Komitesi (BIS), Haziran 1999 önerisi ve takip eden kararları ile devam eden Basel-2 sürecinde temel olarak üç tür riski esas almıştır: a-Piyasa riski, b-Kredi riski, c-Operasyonel riskler. Burada yapılacak sınıflamada da, bu üç risk türü esas alınacak, ancak söz konusu risklerin açıklayamadığı bazı durumlar da ayrı olarak kategorize edilecektir. Esasen anlatılacak risk türlerinin arasında yüksek korelasyonlar bulunduğu ve bir çoğunun diğerleriyle nedensellik ilişkileri bulunduğu söylenebilir; ancak risk kalemlerinin bazı karakteristik özellikleri ve riskin gerçekleşmesinde etkili olan farklı öğeler, bunların daha iyi anlaşılması bakımından her birinin ayrı olarak gösterilmesi zorunluluğunu doğurmuştur. 14 Piyasa ile ilgili riskleri likidite riski, faiz oranı riski ve döviz kuru riski olarak üç kalemde toplamak mümkündür. Piyasa riskleri içerisinde yer almayıp, kredi riski ve operasyonel risk ile de açıklanamayacak, kamu otoritesinin ve kanun yapıcıların yaptıkları düzenlemeler ve mali piyasalar üzerindeki insiyatiflerinden doğan riskleri de, politik risk ve yasal düzenleme riski olarak bir arada göstermek doğru olacaktır. Diğer taraftan, son yıllarda ülkemizde sıkça yaşanmış ve özellikle banka sahiplerinden kaynaklanan ahlaki riskleri de, suistimal riski içerisinde göstermek gerekir. Bankaların akreditif ve banka garantileri gibi geleneksel gayri nakdi taahhütleri ile, son yıllarda gelişen ve bu çalışmanın da konusu içerisinde yer alan türev araçların etkisiyle oluşan bilanço dışı işlemler riski de, önemli bir diğer risk kalemi olarak kendini göstermektedir. Bütün bu anlatılanlar sonucunda bankacılık riskleri şu şekilde sınıflandırılabilir: 2.3.3.1. Piyasa Riskleri Piyasa riskleri, piyasa fiyatı veya piyasa oranındaki bir değişikliğin banka bilançolarındaki varlık veya kaynak kalemlerinin piyasa değerleri üzerinde yol açabileceği olumsuz etkiler ve bunların olası büyüklükleri ile ilgilidir. Piyasada oluşan fiyat veya oranın gelecekteki değerleriyle ilgili beklentiler, banka bilançolarındaki varlık ve kaynak kompozisyonu kararlarının verilmesinde önemli rol oynamaktadır. Söz konusu fiyat veya oranlar doğal olarak arz ve talep miktarlarına göre, piyasanın kendi dinamikleri içerisinde oluşacaktır. Gelecekte oluşacak fiyata ilişkin beklentiler ise ters seçim yapma olasılığını ortaya çıkarmaktadır. Beklentilere göre tasarlanmış varlık ve kaynak kompozisyonu, ters seçim, yani beklentilerin aksinin gerçekleşmesi durumunda karla değil, zararla sonuçlanmaktadır. İşte piyasada gelecekte oluşacak fiyat veya oranın, beklentilerin aksi yönde oluşması durumunda karşılaşılacak zararın olası büyüklüğü, bankanın 15 maruz kalacağı piyasa riskinin büyüklüğünü göstermektedir. Finansal piyasalarda pek çok oran ve fiyat söz konusudur. Örneğin ,piyasa faiz oranları denildiğinde, ülkemizde kamu finansmanına ayrılan fonların göreli büyüklüğünden dolayı, Hazinenin referans bono ihalelerinde oluşan faiz oranı anlaşılmaktadır. Merkez Bankası faiz oranları ise, Merkez Bankası’nın pratikte daha çok Açık Piyasa İşlemleri (APİ) yoluyla gerçekleştirdiği borç alma ve borç verme işlemlerine konu olan faiz oranlarıdır. Ülkemizde son yıllarda yaşanan konjonktür içerisinde, piyasa faiz oranları, Merkez Bankası faiz oranının birkaç puan yukarısında seyretmekte ve düşen enflasyonla ilgili beklentiler çerçevesinde aradaki marj daralmaya başladığında, piyasalar Merkez Bankası’nı faiz indirimine zorlamaktadır. Bankaların mevduat ve kredi faiz oranlarıyla, uygulamada özellikle yüksek miktarlardaki kamu tevdiatı ile kısa vadeli özel sektör fonlarını ilgilendiren repo işlemlerine ilişkin faiz oranları, yukarıda anlatılan faiz oranları ve piyasayla ilgili beklentilere uyumlu olarak, bankalar tarafından serbestçe belirlenmektedir. Bankaların söz konusu faiz oranlarını belirlemede dikkate aldıkları diğer bir husus ise, kaynak maliyetlerinin içerisinde yer alan ve Merkez Bankası nezdinde bulundurmak zorunda oldukları mevduat munzam karşılığı ile kendi kasalarında bulundurmak zorunda oldukları disponibil değerlerdir. Diğer taraftan piyasada bulunan likidite miktarı ise, piyasa faizlerinin düşüklüğü veya yüksekliği, kamu finansman programına göre hazine ihalesi veya itfasının olması, döviz kurlarının seyri, merkez bankasının, kendi para politikası dahilinde gerçekleştirdiği açık piyasa işlemleri ve yine piyasaların geleceğe ilişkin beklentileri dahilinde gerçekleşmektedir. Yukarıda değinildiği üzere, finansal piyasalarda bir çok değişik kurumun işlemlerine konu olan ve birbiriyle bağlantılı piyasa dinamiklerinin belirlediği fiyat ve oranlar mevcuttur. Söz konusu fiyat ve oranlardaki değişikliğin bankalara olan etkileri ve yükledikleri risk türleri ise aşağıda anlatılacaktır. 16 2.3.3.1.1. Likidite Riski Bir işletmenin finans yönetiminin ilgilendiği hiç kuşkusuz en önemli konulardan biri, para ve para benzerlerinden oluşan likit varlıklarının, varlık toplamı içerisinde nasıl bir ağırlığa sahip olacağı ve bunları nasıl yöneteceğidir. Firma yatırım veya kaynak kullanım kararı verirken, “yatırılan her liranın alternatif maliyeti (fırsat maliyeti) olduğunu göz önünde tutarak, firmanın piyasa değerini en yüksek düzeye çıkaracak şekilde, karlılıkla üstlenilen riski bağdaştırmayı amaçlamaktadır’’ (Akgüç,1998, s.11). Firmanın borçlarını zamanında ve tam olarak ödeyebilmesi, üstlenilen risklerden biridir. Bu amaçla işletme içerisinde gereğinden fazla likit varlık bulundurmak ise bu varlıkların olası getirilerinden vazgeçmeyi gerektireceğinden, alternatif maliyeti olan bir durumdur. Bir işletmede, para giriş ve çıkışları eş anlı olsa ve kesin doğrulukla tahmin edilebilseydi, firmaların para mevcudu bulundurmalarına gerek kalmaz, para yönetimi gibi bir sorunları olmazdı. Ancak ,ekonomik yaşamda genellikle böyle bir durum söz konusu olmadığından, para mevcudu ve yönetimine ilişkin çeşitli kararların alınması söz konusu olacaktır (Akgüç,1998, s.229). Bu kararların ise alternatif maliyetlerle riskleri bağdaştıran bir özelliğe sahip olması beklenecektir. Bankalar açısından bakıldığında ise, bankaların ticaretine konu olan şey paradır. Yani bankanın vereceği en önemli yatırım kararı, kaynaklarıyla finanse ettiği varlıklarının vade yapıları ile ilgilidir. Bununla birlikte taahhütlerini azaltacak işlemleri için hazır olarak nakit para ya da likit varlıklar bulundurması gerekmektedir. Ancak bu varlıklar tercih edildiğinde, dönemsel getirisi daha yüksek olan bir takım likit olmayan varlıklardan vazgeçilmiş olacaktır. Bu seçim, her işletme için olduğu gibi bankalar için de alternatif maliyeti olan bir durumdur. Diğer taraftan yüksek kar elde etmek amacıyla bilanço kompozisyonu içerisinde uzun vadeli ya da likit olmayan varlıkların tercih edilmesi de, bankaları mevduat çekilişleri anında zor 17 durumda bırakacaktır. Bu durum ise likidite riskinin en önemli sebebini oluşturmaktadır. Genel olarak ticari bir bankanın bilançosu vade yapısına göre incelendiğinde, iki önemli özellik göze çarpmaktadır: a- Bankaların borçları ve yükümlülükleri genellikle vadesiz veya kısa vadelidir. Bankaların uzun vadeli yükümlülüklerini oluşturan uzun vadeli mevduatlar da, vadesinden önce çekilmek istendiğinde, bankacılık hizmetlerinin doğası gereği bu talep karşılanmak durumundadır. Bu durumda banka borçlarının ve yükümlülüklerinin likit olduğu söylenebilir. b- Normal ekonomik koşullar altında banka bilançoları içerisinde en önemli varlık kalemi, bankaların kullandırmış olduğu kredilerdir. Söz konusu krediler genellikle uzun vadelidirler. Krediyi kullanan açısından incelendiğinde; bireysel krediler Tüketiciyi Koruma Kanunu gereği vadesinden önce geri çağrılamazlar. Ticari kredilerde böyle bir yasal düzenleme yoktur. Ancak ticari bir kredinin vadesinden önce geri çağrılması, krediyi kullanan firmayı çok zor durumda bırakacaktır. Böyle bir durumda firmanın ödeme kabiliyeti olsa bile, bankanın itibarının büyük ölçüde zarar göreceği açıktır. Bu nedenle ticari kredilerin vadesinden önce geri çağrılması, sadece olağanüstü ekonomik krizler vb. durumlarda, çok ender rastlanılan bir durumdur. Bunun sonucunda, bankanın kullandırmış olduğu krediyi vadesinden önce paraya çevirme imkanı bulunmamaktadır. Ancak son yıllarda dünyada ve ülkemizde gelişen borçlanma aracı olarak banka kredilerin yerini alan ciro edilebilir bir enstrüman olan varlığa dayalı menkul kıymet (vdmk) ya da menkul kıymetleştirme yapılmaktadır. Bu sayede bazı krediler vadesinden önce tahsil edilebilmektedir. Bu bilanço yapısı, bankaların uzun vadeli varlıklarını, kısa vadeli kaynaklarla finanse etmesi gereğini göstermektedir. Bu ise banka kaynaklarında azalmaya yol açacak öngörülmemiş bir mevduat çekilişi durumunda, söz konusu mevduat çekilişini karşılayabilmek için bankanın normal maliyetlerden daha fazla bir maliyetle fonlanması veya aktifindeki likit olmayan varlıkları piyasa değerinin 18 altında elden çıkarmasına yol açmaktadır. Bu durumda ise olağanüstü zararlarla karşı karşıya kalmaktadır. Likidite riskinin en önemli nedeni, aktif ile pasif arasındaki vade uyumsuzluğu olmakla birlikte, aktif kalitesindeki bir bozulma, yani aktif kalemlerinin seyyalliğinin ortadan kalkarak, özellikle donuk alacakların artması da, bankaları likidite yetersizliği ile karşı karşıya bırakabilmektedir. Aslında likidite riskinin, bankaların yüklendikleri herhangi bir risk unsurunun gerçekleşmesi durumunda, karşı karşıya kaldıkları ikinci durum olduğu söylenebilir. Kriz ortamında, bankalar arası para piyasasındaki bir taahhütün yerine getirilmesinin aksatılması, ödemeler sistemini tehlikeye sokmakta ve birbirlerini etkileyen bankaları likidite yetersizliği ile karşı karşıya bırakmaktadır. 2.3.3.1.2. Faiz Oranı Riski Faiz riski de, likidite riski gibi bankaların varlık ve kaynak kalemlerinin farklı vade ve likidite özelliklerine sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Bankaların varlık ve yükümlülükleri arasındaki uyumsuzluklar faiz oranlarında beklenmedik değişmeler olduğunda, bankaların sabit faizli varlık ve yükümlülükleri, daha düşük ya da daha yüksek faiz oranları ile iskonto etmesine yol açmaktadır. Bu da varlık ve yükümlülüklerinin şimdiki değerlerinin değişmesine yol açmaktadır. “Bankaların, varlık ve yükümlülükleri arasındaki müddet (duration) ne kadar büyükse faiz oranındaki bir değişikliğin banka sermayesi üzerindeki etkisi de o ölçüde büyük olmaktadır’’ (Karacan,2000, s.23). Teknik olarak faiz riski, bankaların, belirli bir bilanço yapısı oluşturmak üzere almış oldukları kaynak ve plasman faizleri kararlarından sonra, faiz oranlarındaki değişiklikler nedeniyle maruz kalabilecekleri gelir kaybı, özvarlığın piyasa değeri kaybı, piyasa fiyatlarından özvarlık/aktif büyüklüğü oranı (ekonomik özvarlık oranı) kaybı, nakit akımlarının zamanlamasında ortaya çıkabilecek olumsuz değişiklikler, gelecekte elde edilecek net nakit girişlerinin bugünkü değerinde 19 oluşabilecek düşüşler veya bunların birinden ya da bir kaçından kaynaklanabilecek taahhütlerini karşılayamama tehlikesidir (Şakar,2002, s.37). Başka bir deyişle, belli bir vade yapısı ve belli bir faiz oranından yapılan kaynak finansmanına göre hesaplanmış kaynak maliyetleri ve piyasa koşullarına göre plasman faizleri öngörülmekte iken, piyasa faizlerinde ortaya çıkabilecek değişiklikler nedeniyle bankanın zarara girme olasılığı, faiz riskini tanımlamaktadır. Faiz riski genel olarak iki biçimde ortaya çıkabilir. Bunlardan ilki bankanın pasiflerinin ortalama vadesinin, aktif vadesine kıyasla göreli kısa olmasından kaynaklanan yeniden finansman (refinancing) riski olup, bankanın bu durumda uzun vadeli olarak bulundurduğu varlıklarını finanse etmek için yeniden borçlanmak ya da borçlarını uzatmak isterse karşılaşabileceği maliyet riskini ifade etmektedir. İkincisi ise bankanın yükümlülüklerine kıyasla daha kısa vadeli varlıklar tutmasından kaynaklanan yeniden yatırma (reinvesting) riski olup yeniden yatırılan fonların getirisinin fonların maliyetinin altına düşmesi olasılığını ifade etmektedir (Karacan,2000, s.23). Başka bir anlatımla banka, ya aktif duyarlı ya da pasif duyarlı olabilir. Bankanın faize duyarlı aktiflere sahip olması demek, aktiflerin pasiflerinden daha hızlı bir şekilde yeniden fiyatlanması demektir. Faize duyarlı pasiflerde ise, kuşkusuz bunun tersi gerçekleşecek, pasiflerin aktiflere kıyasla daha hızlı bir şekilde yeniden fiyatlanması gerekecektir. “Bu durum şöyle açıklanabilir ; eğer banka faiz duyarlı aktiflere sahipse, faiz oranlarındaki bir düşüş bankanın aktiflerinin getirisine göre fon maliyetini artırdığı için net faiz gelirini azaltacaktır. Eğer banka pasif duyarlıysa, bu defa faiz oranlarındaki bir artış net gelirini azaltacaktır’’ ( Parasız, 2000 ,s.184) . Bankanın varlıklarının ve yükümlülüklerinin sabit ya da değişken faizli olması da vade uyumu kadar önemli olmaktadır. Bankalar sabit ya da değişken faizle borç alıp verebilmektedirler. Değişken faiz oranı belirli bir merkezi baza bağlanabilmekte yani referans olarak merkezi bir endeks ya da genel kabul görmüş bir piyasada önceden kararlaştırılmış tarihlerde ortaya çıkan faiz oranları kabul edilebilmektedir. Bunun sonucunda ise bankanın varlık ve yükümlülükleri sabit ve değişken faiz oranları arasındaki uyumsuzluk gibi bazı yanlış faiz eşleştirmeleriyle 20 karşı karşıya kalabilmektedir. Banka çok miktarda sabit faiz oranlı aktiflere sahipse, faiz oranlarının yükselmesi karşısında savunmasızdır. Tersine banka eğer aşırı sabit faiz oranlı pasiflere sahipse, faiz oranlarının düşmesi durumunda savunmasız kalacaktır. Faiz oranı riskinin giderilmesi için, varlık ve yükümlülük vadelerinin düzenlenmesi veya varlık ve yükümlülüklere ilişkin çeşitli sabit ve değişken faiz oranlarının uyumlu hale getirilmesi, alınacak tedbirlerin başlangıç noktasını oluşturmaktadır. Bankanın taşıdığı faiz riski temel olarak, GAP (Vade uyumsuzluğu ve açık vade pozisyonu analizi) ve Faiz Esnekliği Analizi gibi değişik yöntemlerle belirlenebilmektedir. Riskin giderilmesindeki yaygın uygulama, bilanço dışı türev ürünlerin kullanılmasıdır. 2.3.3.1.3. Kur Riski Kur riski, 1970’li yıllardan itibaren sabit kurlar sisteminin terk edilmesi ve mali piyasalardaki globalleşmeye bağlı olarak banka bilançolarındaki değişik yabancı para cinslerinden, farklı miktarlardaki varlık ve taahhütlerinin artması, başka bir deyişle bankaların bilançolarında yabancı para cinsinden pozisyon tutmaları ile önemli hale gelmiştir. Genel olarak kur riski, ülke parasının yabancı paralar karşısında değer yitirmesi veya bankanın döviz pozisyonunda mevcut yabancı paraların birbirleri arasındaki değerleri (parite) arasında meydana gelen değişmeler neticesinde uğranılacak zarar olasılığıdır (Kaval,2000, s.312). Kur riski, literatürde ‘kambiyo riski’ olarak da adlandırılmaktadır. Aslında kambiyo riski tanımı, kur riskini de içine alacak şekilde bankaların yabancı para cinsinden tüm muamelelerini kapsamaktadır. Ancak, kambiyo riskinde pek çok defa riskin ana unsurunun kur değişimleri olduğu göz önüne alındığında, kur riski ile kambiyo riskini aynı anlamda kullanmak yanlış olmayacaktır. Kur riski ileriki bölümlerde daha ayrıntılı anlatılacağından bu bölümde yüzeysel olarak anlatılmıştır. 21 2.3.3.1.4. Menkul Kıymet Riski Menkul kıymet riski, bankaların menkul kıymetler şeklindeki kamu veya özel kesim borçlanma araçlarına ya da hisse senetlerine yatırım yapmalarından kaynaklanmaktadır. Hisse senetlerinin fiyatları borsalarda büyük dalgalanmalar gösterdiği için bankalar bu yatırımlardan zarar görebileceği gibi, bunları satmak istediklerinde ya büyük zararlarla karşılaşabilirler ya da satma güçlüğü çekebilirler. Diğer yandan faiz riskinin bir uzantısı olarak borçlanma araçlarına yapılan yatırımlardan bankaların büyük zararlar görmeleri olasıdır (Karacan,2000, s.29).Türkiye’de zaman zaman piyasa faizlerinin düştüğü ortamlarda hazine bonosu ve devlet tahvillerinin değer kazanmasından faydalanmak için, kısa vadeli piyasalardan toplanan kaynaklar, menkul kıymet portföyünün büyütülmesi için kullanılmıştır. Ancak faizlerin yukarı doğru hareketi karşısında bu durum büyük zararlara yol açmış, ülkemizin en büyük bankalarından birinin fona devredilmesine neden olmuştur. 2.3.3.2.Kredi Riski Bankacılığın en temel işlevi olan kredi, aynı zamanda borçluların, borçlarının ana parasını ve faizlerini söz verdikleri tarihlerde ödememeleri riski sebebiyle bir bankanın en çok zararla karşılaştığı durumdur. Kredi riski, bankaların müşterilerine nakit olarak kullandırdıkları kredilerden kaynaklanabildiği gibi, müşterileri namına yüklendikleri gayrinakdi taahhütlerden de kaynaklanabilmektedir. Teminat mektupları, dış garanti mektupları, kredili akreditifler ya da bankanın müşterisi lehine aval vermesi, söz konusu işlemlerin bazen tek bir müşteri bazında bile çok yüksek rakamlara ulaşmasından dolayı büyük bir risk teşkil edebilmektedir. Aslında bir banka, çeşitlendirilmiş bir portföye sahip olmazsa bankanın iflası ile sonuçlanacak temerrüt riski çok yüksektir. Bankalar maruz kalabilecekleri kredi riskini yönetmek için, daha krediyi kullandırmadan tedbir alma yoluna giderler. Bu amaçla bankalarda, müşterilerine 22 kredi limiti tahsis etmeden önce, onun hesap durumunu, bilanço ve gelir tablosu gibi mali tablolarını inceleyip, borç ödeme kabiliyetini belirlemek üzere Mali Tahlil ve İstihbarat Birimleri kurulmuştur. Söz konusu birimler, kredili müşteri olmaya aday firmaların mali durumlarını ortaya koyabilmek için bahsedilen tabloların analizlerini yaptıkları gibi, firma sahiplerinin moralite yani ahlaki durumlarını, borç ödeme alışkanlıklarını ve yaptıkları işle ilgili piyasalardaki itibarlarını da değerlendirirler. Böylelikle bankanın aradığı kriterlere uymayan müşteriler elenir veya öngörülen ödeme kabiliyetleri ile uyumlu bir limit tahsis edilir. Diğer taraftan risk oluştuktan sonra, zararın tanzim edilebilmesi için kanuni takip yoluna gidilir. Müşterinin taşınır ve taşınmaz mallarından oluşan kredi teminatları satılarak veya kefillere müracaat ederek borcun tahsiline çalışılır. İzlenebilecek diğer bir yol ise müşteri alacağının, sorunlu alacakların tahsili konusunda uzmanlaşmış bir kuruma devridir. Alacak iskonto ettirilerek, kanuni takibin çeşitli zorluklarından kurtulmuş ve alacağın mali tablolarda donuk olarak görülmesinin önüne geçilmiş olur. Bunun yanında riski alan kurum, riski yeniden yapılandırarak ucuza elde edilmiş bir aktif haline de getirebilir (Şakar,2002, s.275). Türev araçlar da, söz konusu riskin oluşmadan önce önlenmesinde kullanılabilirler. Temerrüt riskinin transfer edilmesini sağlayan bir sözleşme olan “kredi temerrüt swapları’’ aracılığıyla, belli bir risk primi ödenerek sözleşmeye konu olan kredi işleminde, herhangi bir temerrüt durumunun gerçekleşmesi halinde kredi alacağı tazmin edilmiş olur. 2.3.3.3. Operasyon Riski Operasyon riskinin tanımı üzerinde bir birlik olmamakla birlikte, son yıllarda genel kabul görmüş dolaylı ve doğrudan tanımlama türlerinden söz etmek mümkündür.Dolaylı tanıma göre operasyon riski; ‘kredi veya piyasa riskleri altında sınıflandırılamayan diğer tüm risklerdir’. Sade bir şekilde formüle edilen bu tanım, başlangıçta geniş çapta kabul görmüş ve denetim otoriteleri tarafından da 23 kullanılmıştır. Fakat son yıllarda bu tanımın pratik ve teorik düzeyde tatmin edici olmadığı ortaya çıkmıştır. Daha sonra geliştirilen tanıma göre operasyon riski; ‘ yetersiz ve başarısız içsel süreçlerden, personel ve sistemlerden ya da dışsal olaylardan kaynaklanan , doğrudan veya dolaylı zarar riskidir’ ( Boyacıoğlu, 2002, s.51) . 1 Kasım 2006 tarih ve 26333 sayılı BDDK yönetmeliğine göre ise; banka içi kontrollerdeki aksamalar sonucu hata ve usulsüzlüklerin gözden kaçmasından, banka yönetimi ve personeli tarafından zaman ve koşullara uygun hareket edilmemesinden, banka yönetimindeki hatalardan, bilgi teknolojisi sistemlerindeki hata ve aksamalar ile deprem, yangın, sel gibi felaketlerden kaynaklanabilecek kayıplara ya da zarara uğrama ihtimali olarak tanımlamaktadır . Operasyon riski, bir bankanın maliyetlerinin gelirlerini aşan bir biçimde faaliyette bulunması ve bu nedenle özkaynaklarını yitirmesi anlamına gelmektedir (Karacan,2000, s.27). Burada gelirleri aşan maliyetler olağandışı operasyon maliyetleridir. Yani bankacılık işlemlerinin operasyonu esnasında öngörülemeyen veya düzeltilemeyen bazı yanlışlıklar, bankanın tüm benzer işlemlerinden elde ettiği karı geçecek düzeye ulaşabilmektedir. Aslında tüm bankacılık riskleri de, risklere karşı yeterli düzenleme ve gözetimin yapılmadığı bankacılık sistemlerinde operasyon riski olarak sayılabilir. Örnek verilecek olursa suistimal genel olarak kötü yönetim ve iç kontrol sisteminin yetersizliğinin veya etkin bir şekilde korunmayan ve gözetimi yapılmayan bir sistemin sonucu olarak ortaya çıkabilir (Karacan,2000, s.27). Bunun yanında, özellikle dış ticaretle ilgili işlemlerin operasyonu esnasında veya kredi sözleşmelerinde banka lehine uygun düzenlemelerin yapılmaması halinde de operasyon riski söz konusu olmaktadır. Operasyon riskinin diğer bir önemli özelliği ise, en kolay tanımlanabilen ancak, en zor ölçülebilen risk olmasıdır. Bankacılık faaliyetlerini yerine getirmek 24 için oluşturulan ve uygulanan tüm süreçlerde, çok çeşitli nedenlerle, amaçlanan sonuçla gerçekleştirilen sonuç arasındaki farklılıklar operasyon riski sebebiyle oluşmaktadır. Söz konusu olası sonuç bazen çalışanların, bazen müşterinin bazen de otomasyon sistemlerinin hatalarından kaynaklanabilir (Şakar,2002, s.279). Bankacılık işlemlerinin operasyonu esnasında yapılan hatalar, genellikle bankaların karşılayamayacakları tutarlara ulaşmamaktadır. Ancak bankaların otomasyon sistemlerinden kaynaklanan hatalar büyük itibar ve prestij kayıplarına neden olabilmektedir. Büyük bankaların otomasyon sistemlerindeki arızalar nedeniyle, müşterilerine ihtiyaç duydukları bankacılık hizmetlerini verememeleri uzun vadede bankaya maliyetler doğurabilmektedir. 2.3.3.4. Yasal Düzenleme ve Politik Risk Yasal risk, bankaların yetersiz ya da yanlış yasal bilgi ve döküman nedeniyle, alacakların değer kaybederek geri dönmesi ya da yükümlülüklerin beklenenin üzerinde gerçekleşmesi durumlarını ifade etmektedir (Bolgün,2003, s.147). Bunun yanında öngörülemeyen yasal düzenlemeler, mevcut yasal ortama veya beklentilere göre alınan karlılıkla ilgili kararların istenilenin dışında sonuçlar doğurmasına yol açmaktadır. Politik risk ise hükümetlerin siyasal tercihlerle, bankaların faaliyet gösterdikleri piyasalara müdahale etmesi ve zaman zaman rekabet olgusunu belirli bir banka grubu veya tek bir bankaya çıkar sağlayacak şekilde değiştirmesini ifade etmektedir. Zaman zaman mevcut yasal düzenlemeler, bankaların karlılığını ve ayakta kalma yeteneklerini önemli ölçüde etkilemektedir. Bankaların varlıklarını ve yükümlülüklerini etkin bir biçimde çeşitlendirmelerini önleyen düzenlemelerin ABD’de banka iflaslarının önemli bir nedeni olduğu ileri sürülmektedir. Örneğin, ürün konusundaki kısıtlamalar (ticari bankaların yatırım bankacılığı faaliyetlerinin yasaklanması gibi), bankaların portföylerini çeşitlendirmelerini önleyerek, iflas riskini artırmaktadır (Karacan,2000, s.28). 25 2.3.3.5. Bilanço Dışı İşlemler Riski Bilanço dışı işlemler riski, genellikle bankaların müşterileri lehine verdikleri garantiler ve bu çalışmanın da konusu türev finansal araçların doğurduğu risklerden oluşmaktadır. Bankaların müşterileri için verdikleri garantiler, kredi riskinde değinildiği gibi özellikle yurtiçi ve yurtdışı teminat mektupları, kredili akreditif işlemleri ile aval ve benzeri kefaletlerden oluşmaktadır. Bankanın dış kredi işlemleri ya da dış ticaret işlemleri için keşide edilmiş poliçelere kabul veya aval vermesi; “günümüzde kredi vasıtası, kısa vadeli yatırım vasıtası ya da teminat vasıtası olarak kullanılan bu senetlerin’’ (Öztan,2001, s.76) sahip oldukları uluslararası tedavül kabiliyeti ve alacağın tahsilindeki kolaylıklar nedeniyle, önemli bir risk kalemi haline gelebilmektedir. ‘’Kambiyo senetlerinde tanımını bulan bir alacak hakkını kısmen veya tümden ödeneceğini senet hamiline taahhüt eden ve senetteki borçlulardan herhangi birinin yanında yer alarak şahsi bir teminat olan aval işlemi’’ (İpekçi,İlbudu,2000, s. 1), geçmişte kamu bankalarımızdan birinin bilançosunun önemli ölçüde bozulmasına yol açmıştır. Bunun yanında finansal türev enstrümanlar da, bankacılık risklerini azaltılma konusunda sundukları yararların yanında; kredi riski, kur riski, karşı taraf riski, likidite riski, yasal risk, fiyatlama riski gibi alt gruplara bölünebilecek risklere yol açabilmektedir. 2.3.3.6 Suistimal Riski Bankaların, paranın ticaretini yapmaları nedeniyle suistimal bankacılıkta sık rastlanılan bir durumdur. Suistimalin çok çeşitli biçimleri ve yolları vardır. Bunlar evrensel bir biçimde tekrar tekrar denenmektedir. Çalmanın daha karlı ve daha az riskli yollarının olduğu bankacılıkta kasalardan para yürütmek nadirdir. Suistimalin en popüler yöntemlerinden birisi, işbirliği yapılan bazı kimselere ülkemizde olduğu gibi kredi açmaktır (Karacan,2000, s.2). Türk bankacılık sisteminde, bankaların sorunlu hale gelmesi ile suistimal arasındaki ilişki, son yıllarda Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna 26 devir ile sonuçlanmış pek çok vaka ile kendini göstermektedir. Banka fonlarını, sahiplerinin kendi nam ve hesaplarına kişisel menfaat sağlayacak şekilde kullanılmaları, yaygın tabirle hortumlanmaları için en çok, evrensel bankacılık kriterlerine göre düşük kredibiliteye sahip grup şirketlerine usulsüz kredi plasesi yöntemi kullanılmıştır 27 3.DÖVİZ Döviz sözcüğü dilimize Fransızcaki ‘devise’ kelimesinden gelmektedir.Uluslararası ödemelerde kullanılan ödeme araçlarının tümüne döviz denir. Bir ulusal paranın başka bir ulusal paraya dönüştürülmesiyle yapılan işlemlere de döviz işlemleri ya da kambiyo işlemleri denir. (Eryürek ,1987, s.2) Bir ülke parasının dışındaki bütün paralar o ülke için dövizdir.Uluslararası ticaret ve sermaye hareketleri kısacası globalleşme dövizi işlemlerinin var oluş nedenlerindendir. Bir ülkede ekonomik işlemler sonucu meydana gelen ödemeler nakit para (banknot) ve kaydi para (çek, bono v.b…) ödeme araçları ile yapılarak farklılaştırıldığı gibi uluslararası ödemelerde finansal akımlarda aynı paralelde nakit para ve kaydi para şeklinde meydana gelmektedir. Bunlardan nakit olan ‘Efektif’ kaydi para olanda ‘döviz’ olarak adlandırılmaktadır. Döviz, yabancı paralar cinsinden ve yabancı paralar cinsinden ve yabancı ülkelerde ödenebilir kaydi para olarak tanımlanmaktadır. Yani nakit olmayan bütün uluslararası ödemeler döviz ( foreign exchange) olarak adlandırılmaktadır. Bankalarda banka dışı işletmeler arasında ödeme aracı olarak birinci derecede çek, bono ve havale kullanılmaktadır. Bankalararası döviz ticareti ise genellikle yabancı bankalardaki yabancı para cinsinden muhafaza edilen mevduatlar aracığıyla yapılmaktadır (Apak,1995, s.18). Ülke içinde para birimi tek olduğu ve her yerde geçerli olduğu için ödeme aracının değişimi diye bir sorun yoktur.Oysa uluslararası ekonomik ilişkilerde, her ülkenin kendi para birimi para banka sistemi olduğu için ödeme aracının değişimi sorunu çıkar. Ödeme aracı olarak yabancı paraların alınıp satıldığı piyasaya döviz piyasası denir. Basit anlamıyla döviz piyasası; dövizin arz ve talebinin karşılaştığı zemindir (Ayyıldız,1989,s.25). 28 Döviz piyasası dünyadaki en büyük piyasadır.Bu piyasa aynı zamanda bilgi akışının hızlı ve işlemlerin herhangi bir kısıtlamaya tabi olmaksızın gerçekleşmesi ile en mükemmel piyasadır denilebilir. Döviz ticareti, bir paranın diğer bir para karşılığında ve taraflarca kararlaştırılan değişim oranı yani döviz kuruna göre alınması ve satılmasıdır. Söz konusu bu alım-satım işlemleri döviz piyasasında yapılmaktadır. Bu işlemler döviz piyasasında faaliyet gösteren bankaların kendi aralarında ve bankalarla banka dışı işlemler arasında ve bankalarla merkez bankaları arasıda meydana gelmektedir. Global bazda döviz ticareti işlemleri ise döviz bazında mevduat bulundurmayı, döviz piyasaları arasındaki kur farkından kar elde etmeyi (döviz arbitrajı), zaman içinde kur değişmelerinden kar elde etmeyi (döviz spekülasyonu) de kapsamına almaktadır. Döviz piyasaları vadeli piyasa (forward market) ve vadesiz (spot market) olmak üzere ikiye ayrılırlar. Vadesiz piyasalarda döviz işlemleri, en geç iki iş günü içinde teslimi kaydıyla yapılan alım satım işlemlerinden oluşur ve en çok kullanılan kur, peşin (spot) kurdur. Bu işlemde iki günlük süre, satışı yapılan ulusal paranın yurt içi veya yurt dışındaki kaynaklardan sağlanabilmesi için tanınmaktadır (Seyitoğlu,1991;253). Bu işlemlerde uygulanacak döviz kuru, peşin kur ve bankanın komisyonudur. Bu farklılık, bankanın bir parayı satın almayı veya satmayı arzuladığı fiyatlar arasındaki farktan oluşmaktadır (Apak,1995,s.19). Vadeli döviz işlemleri ise tarafların sözleşme ile tespit ettikleri gelecekteki bir gün ve döviz kuru üzerinde döviz alım ve satımının taahhüt edilmesi şeklinde yapılmaktadır. Vadeli piyasada sözleşme süresi sabit olup bir,iki,üç,dört,beş,altı ve oniki ay şeklinde yapılmaktadır. Döviz piyasalarında döviz arz edenler, döviz talep edenler ve aracı kurumlar vardır. Bu toplam arz ve talebin karşılanmasından döviz fiyatları oluşur ve bu döviz fiyatlarına “döviz kurları” denir. 29 Döviz piyasasının aktörleri arasında ticari bankalar, ihracatçı ve ithalatçı ticaret şirketleri, dış ticaret şirketleri, dış kredi sağlamak veya yatırım yapmak isteyen kişiler, şirketler ve kamu kuruluşları yer alır. Merkez bankaları da zaman zaman döviz kurlarına müdahalede bulunarak piyasada alım ve satım işlemleri yaparlar.Diğer taraftan spekülatörler, arbitrajcılar ve döviz piyasasını denkleştirmek isteyen mali kuruluşlar da piyasaya alıcı ve satıcı olarak girerler. Kısaca döviz piyasasının özellikleri; - Döviz piyasalarında döviz talep edenlerle, döviz arz edenler aynı piyasada karşılaşmazlar. Alıcı ve satıcılar işlemlerini birbirleriyle değil, aracı kurum durumundaki banka ve banka dışı mali kuruluşlar ya da gerçek kişilerle yaparlar. - Döviz piyasaları organize piyasalar değildir ve genelde faaliyetleri serbest piyasa kuralları içerisinde tezgahüstü piyasalarda faaliyet gösterirler. Bunlar bankalar arası döviz piyasası ve serbest döviz piyasasında işlem görürler. - Döviz piyasaları uluslararası nitelikteki global piyasalardır. - Döviz piyasaları tam gün ve hiç kapanmayan piyasalardır. - Döviz piyasaları tam rekabet piyasalarına oldukça yakın kurallar içersinde çalışırlar ( Seyidoğlu , 1994, s.69,70). Bu özellikler ışığında döviz piyasalarına mükemmel piyasalar denilebilir. 3.1. Bankalar ve Döviz Piyasaları Döviz Piyasasında en etkin mali kurumlar ticari bankalardır ve bunlar doğal olarak döviz piyasasında arz ve talep de bulunarak işlem yaparlar. Bu işlemlerde bankalar, kendi müşterilerinin, uluslar arası ödeme işlemlerinin bankalar arası döviz piyasasının ihtiyacını karşılarlar. Bankalar üç kademeli bir sistemde çalışırlar; ilkinde, çok paralar kazanmak için bankalar döviz kurlarını etkilemeye çalışırlar. Bu tür bankalar “piyasa yapıcı” dırlar ve çok fazla sayıda müşteriye hizmet verirler. İkincisinde, limitler fazla büyük 30 olmayan ve daha küçük pozisyonlar alan daha küçük “piyasa yapıcı” lar vardır. Üçüncüsünde ise, pozisyon alabilen müşterileri bulunan fakat piyasalara aktif bir şekilde katılmayan bankalar vardır (Yurt,1992, s.66). Bankalar, yalnızca müşterileri adına alım-satım işlemi yapmazlar. Aynı zamanda kendi döviz pozisyonlarına yönelik de alım-satım işlemi yaparlar. Bankaların kurdukları döviz yönetim servisleri bankanın aktif-pasif döviz dengesini ayarlamaya çalışırlar. Ayrıca , döviz piyasasında spot forward döviz alım-satımı arbitraj,spekülasyon, çeşitli swap işlemleri, future işlemler ve opsiyon alım-satımları, bankaların bu piyasada yaptıkları başlıca işlemlerdir. 3.1.1. Döviz Piyasalarının Fonksiyonu Döviz piyasasının fonksiyonları ; satın alma transferi , kredi sağlama (finansman) fonksiyonu ve döviz risklerini engelleme fonksiyonu olarak adlandırılabilir. 3.1.1.1. Satın Alma Gücü Paritesi Döviz piyasasının en temel fonksiyonu kuşkusuz ulusal paranın temsil ettiği satın alma gücünün başka bir ulusal paraya dönüştürülmesidir (Seyidoğlu,1982, s.174) Uluslararası ticaret ve sermaye akımı farklı ulusal para birimlerine sahip taraflar arasında gerçekleştiği için satın alma gücünün bir paradan diğerine transfer edilmesi zorunlu olmaktadır. Genellikle taraflar, ticaret ya da sermaye işlemleri yabancı para cinsinden yapılsa da ellerinde kendi ülkelerinin paralarını bulundurmak isterler. Hangi para birimi kullanılırsa kullansın, taraflar satın alma işlemi sırasında kendi ulusal parasına transfer etmek ya da kendi ulusal parasından transfer etmek zorundadır. Örneğin, ABD Doları cinsinden hammadde ithal edecek bir ithalatçı, kendi para biriminin ABD Dolarına dönüştürerek, satın alma gücünü kendi ulusal parasından bir yabancı paraya transfer etmiş olmaktadır. 31 3.1.1.2. Kredi Sağlama Ülkeler arasında malların hareketi zaman aldığından malın ihracatçıdan çıkıp ithalatçıya ulaşması arasında geçen döviz piyasası kredi sağlama işlemiyle devreye girerek dış ticaret işleminin gerçekleşmesine yardımcı olur. Satıcılar tarafından sağlanan ticari krediler, kabul mektupları ve akreditif ve uluslararası ticaretin finansmanında kullanılan araçlardan bazılarıdır. 3.1.1.3. Döviz Risklerini Önleme Uluslararası ticaretin, işlemlerin başlangıcında oluşan döviz kuru ile bitiminde oluşan döviz kuru arasında farklılık olması doğaldır. Dış ticaret işleminin tamamlanma süresi ve döviz kurundaki değişiklikler ithalatçının veya ihracatçının, zararlı veya kazançlı çıkması sonucunu doğurur. Döviz piyasası hedging araçları ile döviz kuru riskinin başkalarına transferini sağlar. 3.1.2. Döviz Piyasalarının İşleyişi Döviz piyasası dünya ölçeğinde bir piyasa olduğu için belirli kurallara göre düzenlenmiş bir iktisadi oluşum değildir. Daha çok kendi işleyişini kendisi düzenlemektedir. Başka bir deyişle, kurallar, özel kişi ya da kurumların kararlarına göre oluşmakta ancak işlemler, organize borsalarda gerçekleştirilmektedir. Mevcut tüm bilgilerin eksiksiz ve en hızlı biçimde döviz kurlarına yansıması , döviz piyasası, işleyiş açısından en mükemmel piyasa haline getirmektedir. Bunu sağlayan neden, bu piyasanın kesintisiz çalışma özelliğidir (Bolak ,1995,s.10). Döviz piyasasında bir işlemin ortaya çıkışı şu şekilde açıklanabilir ; bir ABD şirketi yabancı bir ülkeye, örneğin İngiltere’ye ihracat yapacağı zaman İngiliz ithalatçının , ABD’de üretim yapan ve hizmet veren bir kişiye yerel para , yani dolar ödemesi gerekir. ABD ve İngiltere arasındaki bu alışverişi sonuçlandırmak için iki yol vardır.Amerikalı ihracatçı İngiliz ithalatçıdan ya ABD Doları ya da Sterlin cinsinden ödemesini ister. 32 Eğer ödeme dolar cinsinden ise ithalatçı, İngiliz döviz piyasasına Sterlin satarak ABD Doları alır. Eğer ödeme Sterlin cinsinden olursa, ihracatçı ABD Doları almak için Sterlin satar. Görüldüğü gibi, her iki durumda da döviz piyasasında Sterlin satılıp ABD Doları alınır. Bazen iki ülke arasındaki işlem üçüncü bir ülkenin parası ile yapılır. Bu durum iki ülke arasındaki ticaretin çok sık olmadığı , iki ülkenin de zayıf paraya sahip oldukları durumlarda gerçekleşir. Yine, ithalatçının kendi ülkesinin parasını satarak , üçüncü ülkenin parasını alması ; ihracatçının da üçüncü ülkenin parasını satarak , kendi ülkesinin parasını almak için döviz piyasasına ihtiyaç vardır ( Gümüşeli, 1994,s.163). 3.1.3. Döviz Kurunun Çeşitleri Dövizin değerinin serbest piyasa şartlarına göre belirlenmesine ya da resmi otorite tarafından belirlenmesine göre döviz kurları değişken ve sabit kurlar olarak ayrılmaktadır. Ancak bu tür çeşitlendirme döviz kurunu tasniften daha çok dövizin değerini belirlemeyi açıklamaktadır. Döviz kuru aşağıdaki şekilde çeşitlendirilebilir ( Aksöyek, 1987,s.31). 3.1.3.1. Düz (Direkt) Kur İki para arasındaki doğrudan değişim oranına düz kur denilmektedir. Eğer Türk lirası ile Dolar alınmak istenirse ve Türk Lirası ile Dolar arasındaki kur 1 $ = 1.35 YTL ise bu durumda 1 Dolar almak için 1.35 YTL ödemek gerekecektir. İşte Türk Lirası ile ABD Doları arasında doğrudan doğruya uygulanan bu döviz kuruna “düz kur” denir ( Aksöyek,1987,s.32) 3.1.3.2. Çapraz Kur İki milli paranın doğrudan değiştirilmesi mümkün olduğu gibi, bunların dolaylı bir şekilde değiştirilmesi de mümkündür. 33 Türk Lirası ile doğrudan ABD Doları almak yerine, Türk Lirası ile İngiliz Sterlini, Sterlin ile Euro ve Euro ile de ABD Doları alınabilir. 1.81 YTL ve 1$ = 1.33 YTL Örneğin 1 Euro = ise Türk Lirası baz alınarak Dolar ile Euro arasında da bir kur oluşur. 1 € = 1.81/1,33 = 1,3609 $ olacaktır. Bu kura “ çapraz kur” denir. Tablo 3.1. de 20.04.2007 tarih itibariyle çapraz kurlar verilmiştir. 3.1.3.3. Dolaylı Kur Herhangi bir yabancı paranın kaç birim bir değer yabancı para satın alabileceğini ifade etmektedir. Direk ve dolaylı kur vermek değişik ülkelerde yerleşik döviz kuru uzmanları ( dealer) arasında karışıklıklara neden olduğundan aşağıda belirtilen değişim şekli genel kabul görmüştür. Avrupa stili denilen uygulamada dealerın nerde yerleşik olduğuna bakılmaksızın tüm dövizlerin 1 $ büyük istisnası İngiliz Sterlini olup karşılığı verilir. Bunun en 1 Sterlinin 1 ABD Doları karşılığı belirtilir. Buna Amerikan Stili denir ( Erdoğan,1994,s.19) . 3.1.4. Döviz Kuru Sistemleri Döviz kuru sistemleri “sabit döviz kuru sistemi” ve “esnek (serbest) döviz kuru sistemi” olmak üzere temelde ikiye ayrılmaktadır. Ancak bu iki sistem uç uygulamalar olup bu iki sistem arasında bir çok uzlaştırıcı uygulama modelleri de bulunmaktadır. Sabit kur sisteminde döviz kurları zaman içinde sabit tutulurken, serbest kur sisteminde döviz kuru serbest bir şekilde piyasada ki arz ve talebe göre belirlenir. Bütün döviz kuru sistemlerinde temel amaç döviz kurunun belirleniş şekli ne olursa olsun ödemeler bilançosunu belirli bir süre dengede tutan denge kurlarını belirlemektir. 3.1.4.1. Sabit Döviz Kuru Sistemi Sabit döviz kuru sisteminin esası, döviz kurunun belirli bir düzeyde belirlenmesi ve piyasada ki arz ve talep değişmeleri ne olursa olsun kurun bu 34 düzeyde sürdürülmesidir ( Seyidoğlu,1999,s.314). Bu sistemde döviz kurlarının istikrarı Merkez Bankasının döviz piyasasına alıcı ve satıcı olarak müdahalesiyle sağlanır. Bunun için Merkez Bankasının elinde yeterli miktarda altın ve yabancı döviz stokunun bulunması gerekmektedir. Örneğin döviz kurları yükselmeye başladığı zaman Merkez Bankası piyasaya döviz sürer. Tersine döviz kurları düşmeye başladığı zaman Merkez Bankası tanzim alım satımları yaparak döviz kurlarını sabit tutar (Parasız,1994,s.79). En eski sabit kur sistemi altın standardı olup, Bretton Woods sistemi ve Avrupa Para sistemi de sabit kur sistemidir. İster tek bir yabancı ülke parası ,isterse bir hesap birimine bağlı olsun ülkeler sabit kurdan paralarını bir değer standardına bağlayarak bir parite kuru oluştururlar ve piyasa kurunun bu parite etrafında dar sınırlar içersinde değişmesine de izin verirler. Kuşkusuz paritenin altında ve üstündeki dalgalanma sınırları ne derece genişletilirse sisteme o kadar esneklik tanınmış olur ( Seyidoğlu,1999,s.316). 3.1.4.2. Serbest Değişken Döviz Kuru Sistemi Serbest döviz kuru sistemi, sabit döviz kuru sisteminin tam karşıtı olmakta ve döviz kuru, döviz arzı ile talebinin serbestçe dalgalanması sonucu döviz piyasasında oluşmaktadır. Bu sisteme yüzen (floating) ya da esnek kur sistemi de denilmektedir. Serbest döviz kuru sisteminde döviz piyasasına hiçbir şekilde müdahale yoktur. Döviz kuru, tamamıyla döviz arz ve talebindeki değişmeler tarafından belirleneceği için, dalgalanmaya bırakılmıştır. 3.1.4.3. Karma Sistemler Bunlar sabit ve değişken kur sistemleri arasındaki sistemler olup, yönetimli dalgalanma ( managed floating), geniş marjlı pariteler ( wider band), sürünen pariteler ( crawling pağ) ve parasal birlikler ( currency areas) olarak alt sınıflara ayrılmaktadır. ( Doğukanlı,2001,s.52). 35 Yönetimli kur sistemlerinde döviz kurları arz ve talep koşullarına bırakılmışlardır, ancak merkez bankasının kurlar üzerinde gözetimi ve müdahalesi söz konusudur. Geniş marjlı paritelerde ise ulusal paranın sabit paritelere bağlılığı sürdürülür , ancak parite etrafındaki dalgalanma marjı genişletilir. Sürünen paritelerde de parite ya da merkezi kur adı verilen sabit bir kur uygulaması vardır ve merkezi kur geçen birkaç haftaya ait ( veya ay) piyasa kurlarının ortalamasına göre belirlenir. Parasal birlik ise Avrupa Birliği uygulamasında olduğu gibi genellikle aynı coğrafi alanda yerleşik bir grup ülkenin ulusal paralarını sabit kurlardan birbirine bağlayıp grup dışındaki ülkeleri paralarına karşı dalgalanmaya bırakmaları uygulamasıdır ( Doğukanlı , 2001,s.53). 3.1.5. Döviz Kurunda Denge Döviz piyasasında yapılan işlemler, üç önemli ihtiyaca cevap verir : - Yabancı paralarla ifade edilen bugüne veya geleceğe ait çeşitli ticari ve mali işlemleri en düşük maliyetle gerçekleştirmek. - Kambiyo riskini isteyerek göze almak suretiyle bir sermaye kazancı sağlamaya çalışmak ( spekülasyon) . - Belli bir anda bazı para cinsleri veya vadeleri için diğerlerinin üstünde ve altında verilmiş döviz kuru ya da faiz oranı kotasyonları olduğunda, bu farklılıklardan kazanç sağlamak ( arbitraj). Döviz piyasasındaki dengenin oluşumu, bu üç işlemi gerçekleştirenlerin tutum ve davranışlarına bağlıdır. 3.2. Döviz Piyasalarının Tarihsel Gelişimi Döviz piyasalarının tarihsel gelişimi ; Bretton Woods Sistemi ve Avrupa Para Birliği olrak iki bölümde ele alınmıştır. 36 3.2.1. Bretton Woods Sistemi Döviz kuru sistemlerinde, kur değişmeleri uygulanan kur sistemine göre değişir. Döviz kurlarıyla ilgili iki temel sistem vardır. Bunlardan biri dalgalı diğeri ise sabit kur sisteminin uygulandığı veya kurların çok az istikrarlı olduğu sistemlerdir ve kurlarda bir değişme ancak hükümet kararı ile yapılabilir. Yaşadığımız sistemler bu ikisi arasında değişmektedir. 1880-1914 yılları Altın para sisteminin kullanıldığı yıllar olmuştur. Altının para olarak kullanımı ise çok eskilere dayanmaktadır. Bu sistem 1.Dünya Savaşına kadar kullanılmıştır. Sistemin özelliği ülkenin kendi paralarının değerini belirlerken ortak olarak “Altın”ı ölçüt almalarıydı. Bu sistem ile ulusal paralar arasındaki değişim oranı bu paranın kapsadığı altın miktarına göre belirlenir. Döviz kurlarındaki değişmeler, altının bir ülkeden diğerine gönderilmesi için gerekli masrafların belirlendiği altın ithal ve ihraç noktalarıyla sınırlıdır. Dış denkleşme otomatik olarak gelir ve fiyat mekanizması yoluyla sağlanır (Seyidoğlu,1991,s.586).her ülke sabit bir fiyattan parasının altına dönüştürülmesini taahhüt etmişti. Sistemde taahhüt ağır basıyordu; kontrolün olmayışı da bu sistemin önemli bir özelliği idi. Altına sabit fiyattan dönüşme paralar arasında da sabit kurları ifade ediyordu. Ekonomik krizlerin ve mali buhranların yaşandığı 1800’lü yıllar altın para sisteminin, başarılı yılları oldu.Ancak daha sonra yaşanan ekonomik ve sosyal değişmeler, liberal ve sosyal devlet anlayışının gelişmesi ve devletlerin yeni görevler üstlenmesi dış ekonomik dengenin sağlanması amaç olmaktan çıkmıştı. Dış ekonomik denge açık verebilirdi. Birinci Dünya Savaşının ardından gelişen siyasal ve ekonomik olaylar ardından 1929’da yaşanan ekonomik buhran bu sistemin yıkılışına yol açmıştır. Altın para sisteminin yıkılmasından sora bazı ülkeler bu sistemi kullanmaya devam ederken, bazıları ise kambiyo denetimine girmişlerdir. Uluslararası piyasalarda yaşanan bu kargaşa, tüm ülkelere ortak bir sistemin kullanılmasın gerekliliğini göstermiş bu amaçla da bir araya gelerek Bretton Woods anlaşmasını yaparak Bretton Woods sistemini kurmuşlardır (Anaçali,1989,s.4). 37 1.Dünya ve 2.Dünya Savaşı arasındaki kalan süre içerisinde yaşanan kötü tecrübelerin 2.Dünya Savaşından sonra da yaşanabileceği kuşkusu serbest, istikrarlı ve çok taraflı bir para sistemi kurulması fikrini doğurdu. 1944’de ABD’nin Bretton Woods ( New Hampshire) da 44 ülkenin katılmasıyla yapılan toplantıda yeni bir sistemin gözetimcisi olarak IMF’nin temeli atıldı. Bretton Woods Sistemi, tüm para birimlerinin konvertibilitesini ve ayarlanabilir sabit kur sistemini getirmiştir. Bu sistem altın döviz standartıydı ve altın yerine Amerikan Doları ölçüt olarak alınmıştır. Böylece Amerikan Doları altına,diğer tüm paralar da dolara bağlanmıştı.1 ons altının sabit fiyatı 35 dolardı. Elinde dolar bulunan kişiler Merkez Bankaları kanalıyla dolarları altına dönüştürebilirdi. Diğer ülke paralarının dolara sabit fiyattan ( Parite Kuru) dönüştürülebilmesi de söz konusuydu. Bu sebeple her ulusal paranın bir dolar kuru paritesi olduğu ve dolar da sabit fiyattan altına bağlandığı için tüm milli paraların dolaylı olarak birde altın pariteleri vardı. İkinci Dünya Savaşından sonra 1950’lerin başına kadar dünyada dolar kıtlığı çekilmiştir ve 1950’lerin başında beklenmedik bir olay oldu. ABD ödemeler bilançosu ilk defa açık vermişti. Bu yıllarda dolar diğer paralara karşı değer kazanmış bu yüzdende uluslararası ödemelerde sorunlar ortaya çıkmış ve sabit parite sisteminin yetersizliği ortaya çıkmıştır. Bu olay Bretton Woods Sisteminin yıkılmasına yol açmıştır. Yaşanan bu parasal krizler, sistemde yeni düzenlemelerin yapılmasını ve bir çok paranın devalüe veya revalüe edilmesine yol açmıştır. Yaşanan krizler 1971 yılında yeni bir düzenlemeye gidilmesine yol açmıştır. Yapılan Smithsonian Anlaşması ile doların altına karşı değeri tekrar belirlenmiş ve ülke paralarının birbirlerine karşı ne kadar değer kazanıp, kaybedeceğine ilişkin alt ve üst limit getirilmiştir. Böylece doların, altına karşı konvertibilitesi ortadan kaldırılmış ve bu da Bretton Woods Sisteminin yıkılışı olmuştur ( Kansu, 2006,s.26). 38 3.2.2. Avrupa Para Birliği –EURO Avrupa Birliği’nin tek parası kabul edilen Euro son yılların en önemli gelişmelerinden biridir.Ancak, Maastrich Anlaşması ile Avrupa Birliği’nin kurulması ve tek para sistemine geçilmesi ideali ve bu amaçla yapılan girişimler çok eskilere dayanır. Zaman içerisinde yapılan girişimler bugünkü yapıyı etkilemiştir (Doğukanlı,2001,s.32). Euro’nun oluşum aşamasındaki önemli süreçler sırasıyla kısaca incelenecektir. 3.2.2.1. Roma Antlaşması 1957 yılında Roma Antlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu kurulmuştur. Roma Antlaşması’nda para birliğinin kurulmasında önemli rolleri olacak bazı konuları düzenlemiştir. Bunlar döviz kuru politikaları, sermaye hareketlerinin liberalleştirilmesi ve ekonomi politikalarının koordinasyonudur. Avrupa Ekonomik Topluluğu üyeleri 1960’da Avrupa Parasal Antlaşmasını imzalamışlardır. Bu antlaşmaya göre üye ülkeler ulusal paralar arasında belirlenen kurların dalgalanmasının en çok + % 0.75 sınırı içinde kalmasını sağlayacaklardır. Avrupa’nın kedi paraları içersindeki dalgalanmayı bu derece sıkı bir kontrol altına alması, “tek bir para” idealini benimsemesinin bir işaretidir. Para birliğine yönelik örgütlenme çalışmaları,1964 yılında kurulan Merkez Bankası Direktörleri Komitesi ile devam etmiştir. Bu komitenin görevi, merkez bankaları tarafından herhangi bir karar alınmadan önce ulusal para politikalarının danışmalar yapmak suretiyle koordine edilmesidir ( Savaş, 1999,s.6) 3.2.2.2. Werner Planı ( 1971-1972) Roma Antlaşmasından sonra üye devletler arasında döviz kuru istikrarı en önemli konu haline gelmiştir. Bunun sebebi, üyeler arasında kurulan ortak Pazar’ın sağlıklı biçimde işlemesinin ancak istikrarlı bir döviz kuru sistemi ile mümkün olmasıdır. Döviz kurunun istikrarlı olması ise, büyük üçlüde ulusal para politikasının istikrarına bağlıdır. Bu nedenle aralarında sıkı bir ekonomik ve politik entegrasyon kurmak isteyen devletlerin ulusal para politikalarını sıkı bir şekilde koordine etmeleri ve eğer mümkün olursa, böyle bir koordinasyonun en ileri biçimi olan “tek para” 39 sistemine geçmeleri kaçınılmazdı. 1969 yılında Fransız Frangının değer kaybetmesi, Alman Markının ise aşırı değer kazanması ile Avrupa Ekonomik Topluluğunun iki önemli üyesinde meydana gelen bu yöndeki gelişmeler sonucu hazırlanan Werner Raporu ile ortak para birimi oluşturulması konusunu tekrar gündeme getirmiştir (Doğukanlı,2001,s.32). Dış rezerv yetersizliği, belirsizlik ve spekülatif para akımları gibi sorunlar doğurmaması için oluşturulacak yeni para birimi dolar karşısında serbest dalgalanmaya bırakılmalıydı. Werner Raporu’unda ayrıca topluluk içinde sermaye ve işgücü hareketlerinin serbestleştirilmesi, vergi sistemlerinin ve ekonomik politikaların uyumlaştırılması gibi önerilerde yer alıyordu. Topluluk içi para politikalarının temel ilkelerini ve üçüncü paraları karşısında döviz kurunu ayarlayan bu rapor uygulamaya konulmamıştır (Seyidoğlu,1990,s.657). 3.2.2.3. Tünel İçinde Yılan Uygulaması (1972-1978) 1971 yılında sabit döviz kuru sistemi, doların altına konvertibilitesi kaldırıldığında Werner Raporu tekrar gündeme gelmiştir. Bu gündemin en önemlisi, “tünel içinde yılan” diye adlandırılan üye ülke paralarının hem kendi aralarında hem de dolara karşı belli bir kur izlemesini amaçlayan deneyimidir. Dalgalanmanın + %1.125 limitleri içinde, diğer bir değişle toplam % 2.25’lik bir değişim aralığı içinde olması öngörülüyordu. Grup dalgalanması, sabit ve esnek kur sistemlerinin özelliklerini birleştiren bir sistem olmaktadır. 24 Nisan 1972 Basel Anlaşmasına göre, dolara ve diğer paralara göre Avrupa paralarının yardımlaşmasını simgeleyen Avrupa para yılanı çerçevesinde merkez bankaları değeri yükselen paranın değerini düşürmek , değeri düşen paranın da değerini yükseltmek için müdahale edeceklerdi. Öte yandan Avrupa paralarının dolar karşısında değer kazanması durumunda dolar satın alarak doların yeniden değer kazanmasını sağlayacaklar ve böylece Avrupa paralarının %4.5 lik Smithsonian bandının içinde dalgalanmasını sağlayacaklardı. Diğer bir deyişle, eğer Smithsonian bandı bir tünele benzetilirse ilke olarak Avrupa para yılanı tünel içinde tutulacaktır ( Parasız,1997,s.522). 40 Burada ‘tünel’ topluluk paralarının belli bir değişim marjı içinde, üçüncü ülke paralarına ( ki bunun en önemlisi dolardı) karşı bir kur izlemeleri, “yılan”da üye ülke paralarının birbirleri arasındaki kurların değişimini ifade etmektedir. 3.2.2.4. Avrupa Para Sistemi ( EMS) Dolar standartı çöktüğünde Avrupa Ekonomik Topluluğu (EEÇ) ülkeleri arasında yeni bir döviz kuru sistemi ortaya çıktı. Bu yeni sistem 1972’de yılan olarak başladı ve 1979’da Avrupa para Sistemi’ne dönüştü ( Doğukanlı,2001,s.34 ). 1979 yılında Avrupa Para Sistemi (EMS)’nin kurulmasına yol açan etkenler ; 1974 petrol krizi, sabit parasal pariteler sisteminin çözülmesi dalgalanan döviz kurlarının Avrupa Ekonomilerini altüst etmesidir. Sistemin amacı Avrupa sanayi ve ticaretini korumak, ABD büyüklüğündeki bir ortak pazar için gerekli ekonomik ve mali temeli sağlamak ve üyeler arasında döviz kurlarının istikrarını sağlamaktır (Apak,1993,s.94). 3.2.2.5. Avrupa Döviz Kuru Mekanizması ( EMR) Avrupa Para Sistemi’nin büyük öneme sahip bir unsuru “Döviz Kuru Mekanizması” (Exchange Rate Mechanism- ERM) dır. Bu mekanizmanın amacı da “tünel içinde yılan” sisteminin amacıyla aynıdır: Bir “ parasal istikrar bölgesi” oluşturmaktır. İstemin işleyişi de “tünel içinde yılan” sistemine benzetilmektedir. Normal koşullarda sisteme katılanlar, belirlenen bu merkezi orandan %6 oranında sapma gösterecek “ band ” içinde kalabilme olanağına sahiptir. Bu limitlere “ hedef bölgeler” adı verilmektedir. İsteyen üyeler bu sapma bandını veya hedef bölgeyi daha düşük tutabilecektir (Doğukanlı ,1999,s.35). Üye paraları için ecu cinsinden bu değişim değerleri belirlendikten sonra yapılacak ikinci iş, üye paraları arasındaki karşılıklı döviz kurlarını oluşturmaktır. Herhangi bir ülke parası bu bandın al veya üst limitine yaklaşınca, ilgili ülkeler gerekli istikrar politikalarını uygulamaya koyacaklardır. Sağlam paraya sahip ülkenin merkez bankası, zayıf parayı satın alacak ,zayıf paraya sahip ülkenin merkez bankası da sağlam parayı satacaktır. Bu tür müdahaleye “marjinal müdahale” adı 41 verilmektedir. Genellikle üye merkez bankaları, bu sınara gelmeden önce döviz kuruna müdahale etmeyi tercih ediyorlardı ki, bu müdahaleye de “marjinal öncesi müdahale”( intramarginal intervention) adı verilmiştir ( Savaş, 1999,s.18). Avrupa Para Sistemi’nin döviz kuru mekanizması , sabit fakat değiştirilebilir bir kur sistemidir. Bu sistem, Bretton Woods sistemine benzer. Ancak döviz kurlarının değiştirilme mekanizması çok farklıdır. Bretton Woods sisteminde isteyen devlet, diğer devletlere danışma gereği duymadan parasının değerini değiştirme olanağına sahiptir . Avrupa Para Sisteminde ise döviz kuru şebekesinde yapılacak bir değişiklik,üye ülkelerin hepsinin ortaklaşa alacağı bir kararla mümkündür. Bu nedenle her üye ülke, parasının değerini değişim bandı içinde tutmaya özen göstermek ve gerekli müdahaleyi anında yapa zorundadır ( Savaş, 1999,s.19). Avrupa Döviz Kuru Mekanizması başlıca iki amacın gerçekleşmesine katkıda bulunmuştur. Bir yandan üye ülkelerin enflasyon oranlarının düşürülmesine katkıda bulunurken diğer yandan bu ülkelerin enflasyon oranlarında daha büyük bir yakınlaşma sağlamışlardır (Parasız, 1997,s.525). 3.2.2.6. Avrupa Para Birimi(ECU) ECU, 1974 yılında ortaya çıkan ve resmi işlemlerde kullanılmaya başlanan Avrupa hesap biriminin adıdır. Topluluk üyesi ülke paralarını içeren bir “sepet” oluşturulmuş ve her para birimine ait olduğu ülkenin ekonomik gücünü temsil eden bir ağırlık verilmiştir. Ülke ağırlıkları, ülkenin topluluk brüt milli geliri içindeki payına, topluluk içi ticaret hacmindeki payına ve Avrupa Para Sistemi için oluşturulan finansal desteğe olan katkı payına göre belirlenmiştir. Böylece üye ülkeler parasının değerini temsil edecek bir ortalama değer bulunmaya çalışılmıştır ( Savaş, 1999,s.24). Avrupa Para Birliği, sisteme katılan ülkeler arasında, parasal istikrarın sağlanmasına ve enflasyonist fiyat eğilimlerinin birbirine yaklaştırılmasına katkıda bulunmuştur. ECU kaydi bir para olmasının gerektiği dezavantajlara rağmen 42 uygulamada büyük başarı sağlamış uluslar arası finans dünyasının vazgeçilmez dövizlerinden birisi haline gelmiştir (Apak,1993,s.94) . 3.2.2.7. Ecu- Dolar Döviz Kuru Döviz kuru mekanizmasına ( ERM) katılan yelerin paraları arasında sabit kurlar geçerli iken, hepsi ABD Doları karşısında topluca değişmeye bırakılmıştır. Bir başa deyişle her ülkenin merkezi döviz kuru Ecu’ye karşı sabitken, Ecu’nun kendisi dolara karşı dalgalanmaktadır. Ecu’nun dolar karşısındaki değerini belirlemek için, her şeyden önce Ecu’yu bir “birleşik para” olarak düşünmek yani değişik ülke paralarından oluşan bir hesap birimi olarak ele almak gerekir. Avrupa Para Sistemi’nin geçerli olduğu 1992 yılında Ecu , oniki Avrupa parasını içeren bir sepetten oluşuyordu. Her üye parasının Ecu içinde ne oranda yer alacağını Topluluk Maliye ve Ekonomi Bankaları Konsey’i (Ecofin) belirlemektedir. Bir Ecu’nun dolar maliyetini bulmak için, Ecu içinde yer alan üye paralarının dolar cinsinden değerlerini toplama gerekir bu hesaplama Tablo 3,1’ de görülebilir. Tablo 3.1’de görüldüğü gibi Alman markının Ecu içindeki ağırlığı çok fazla olup, üçte birine yakındır. Bu yüksek oranı marka ecu’yu etkilemek yönünden büyük bir olanak sağlamıştır. Bu nedenle bazı yazarlar Avrupa Para Sistemi’ni “Alman Marka Standardı” olarak adlandırmışlardı ( Savaş,1999,s.25). 3.2.2.8. Delors Raporu 1988 Hanover zirvesinde, Jacques Delors’un başkanlığında ve başlıca merkez bankalarının direktörlerinden oluşan bir komiteye ekonomik ve parasal birliğin kurulması için alınması gerekli önlemleri içeren bir rapor hazırlanması görevi verilmiştir. Delors Komitesi bir yıldan daha kısa bir sürede raporunu hazırlamış ve parasal birlik için üç ön koşulun gerektiğini belirtmiştir.Bu üç ön koşul şunlardır (Doğukanlı, 1999,s.38); a-Bütün ulusal paraların sınırsız ve değiştirilmez biçimde konvertibl olması, b-Sermaye akımlarının tümüyle liberalleştirilmesi ve bankacılık sektörü ile diğer finansal piyasaların tam entegrasyonu, 43 c-Geriye dönülmez biçimde sabitleştirilmiş döviz kurlarının belirlenmesi ve dolayısıyla kur değişmelerinin ortadan kaldırılması. Tablo 3.1:Ecu/Dolar Birim Değeri Ulusal Para Bir Ecu İçindeki Miktarı(1) Dolar / Ulusal Ecu içindeki Para Döviz Kuru (2) Ulusal Para’nın Kıymeti($) (3)=(1)x (2) Ulusal Paranın Ecu İçindeki Ağırlığı (4) Alman Markı 0.6242 0.6607 0.4127 30.8 Fransız Frangı 1.332 01942 0.2587 19.3 İngiliz Sterlini 0.08784 1.90250 0.1671 12.5 İtalyan Lirası 151.8 0.000877 0.1331 9.9 Hollanda Gulderi 0.2198 0.5848 0.1285 9.6 Belçika Frangı 3.301 0.032 0.1056 7.9 Lüksemburg Frangı 0.130 0.0167 0.0021 0.2 İspanyol Pesetası 6.885 0.0104 0.00716 5.4 Danimarka Kronu 0.1976 0.1711 0.0338 2.5 İrlanda Poundu 0.008552 0.7415 0.0148 1.1 Yunan Drahmisi 1.440 0.00328 0.0047 0.4 Portekiz Escudosu 1.393 0.00384 0.0053 0.4 1 Ecu= 1.3380 Dolar 100,0 Not:Ecu’nun bileşimi 21 Eylül 1989’dan itibaren, Dolar/ulusal döviz kurları 10 Ocak 1991’de geçerli olan kurlardır. Kaynak: Savaş,1999, “ Çağımızın Deneyi Euro”, s.24-25 44 Haziran 1990 da yapılan Madrid Zirvesi’nde Delors Raporu kabul edilmiş ve 1. aşamanın Temmuz 1990 da başlaması kararlaştırılmıştır.Ancak 2.ve 3. aşamaya ne zaman geçileceği ve üyeler arası yakınlaşmanın derecesinin ne olacağı tartışa konusu olmuştur. 3.2.2.9. Maastricht Antlaşması ve Yakınlaşma Kriterleri Delors Raporu ile ilgili tartışmalar, Maastricht Antlaşması ile sonuçlanmıştır. Maastricht Antlaşması, ikinci aşamanın da 1 Ocak 1994 de başlamasını 1996 yılında Topluluk Konseyi’nin parasal birliğe katılabilecek durumda olan üyeleri tespit etmesini öngörmüştür. Parasal birlik yolu kesin olarak 1 Ocak 1999 yılında açılacaktı. Maastricht Antlaşması, Yakınlaşma Kriterleri’ni ise aşağıdaki gibi belirlemiştir (Karluk,1996,s.88). - Enflasyon oranı, Avrupa Para Sistemi (EMS) içinde yer alan en düşük enflasyon oranına sahip üç üyenin ortalama enflasyon oranından ancak %1.5 oranında fazla olabilirdi. - Uzun dönem faiz oranları, en düşük orana sahip, üç üyenin ortalamasından sadece %2 oranında yüksek olabilirdi. - Döviz kurunu Döviz Kuru Mekanizmasının (ERM) dalgalanma marjı içinde (% + 2,25) en az iki yıl bir ayarlama yapmadan tutmuş olması gerekliydi. -Bütçe açığı brüt yurtiçi milli gelirin %3’ünden fazla olmamalıydı. -Ulusal borç miktarı brüt yurtiçi milli gelirin %60’ından fazla olmamalıydı. Maastricht Antlaşması, Avrupa Para Enstitüsü (EMI) adında bir kurumun kurulmasını da öngörmüştür. Avrupa Para Enstitüsü, ikinci aşamanın başladığı 1 Ocak 1994 tarihinde kurulmuştur. Görevleri arasında Avrupa Para Sisteminin (EMS) yönetimi, üye ülke ekonomi politikalarının birbirine yakınlaştırılması ve Avrupa Merkez Bankasının kullanacağı para politikası araçlarının ve uyacağı kuralları benimsenmesi vardır. İkinci aşamanın sonunda Avrupa Para Enstitüsü’nün görevi sona erecek ve bu görevleri Avrupa Merkez Bankası (ECB) yüklenecektir. 45 3.2.2.10. Euro’ya Geçiş Maastricht Antlaşması’nın uygulamaya nasıl konulduğu ve Euro’nun nasıl gün ışığına kavuştuğu, söz konusu antlaşmada öngörülen üç aşama tek tek incelenmek suretiyle ortaya konulabilir (Doğukanlı,2001,s.40); Birinci Aşama; Ekonomik ve Parasal Birlik (EMU) in birinci aşaması 1 Temmuz 1990- 31 Aralık 1993 dönemini kapsar. Bu dönemde, Maastricht Antlaşması’nın yürürlüğe girmesinden önce yapılması gereken işlemler yapılmıştır. Bunların başında, Avrupa Birliği üyelerinin hem kendi aralarında ve hem de üçüncü ülkeler ile aralarında mevcut olan ve sermayenin serbest dolaşımına mani olan bütün engellerin kaldırılması gelir.daha sonra üyeler arasında ekonomik yakınlaşmayı arttıracak önlemler üzerinde durulmuş ve üyeler, bütçe ve enflasyon hedeflerinde yakınlaşmayı sağlayacak uzun vadeli programları benimsemiştir.Bu hedeflere ulaşılması, Maastricht Antlaşması tarafından Euro tek para sistemine geçmek için zorunlu sayılmıştır. İkinci Aşama; 1 Ocak 1994 de başlamış ve 31 Aralık 1998’ekadar devam etmiştir. Bu aşamanın da temel amacı, üyeleri Euro’nun kabulüne hazır hale getirmektedir. Bu dönemin en önemli kurumsal değişikliği Avrupa Para Enstitüsü’nün kurulmuş olmasıdır. Bu enstitü üçüncü aşamada kurulacak olan Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) öncüsü olacaktı ve temel görevi üçüncü aşamanın başlaması ile birlikte devreye girecek olan bu banka için gerekli düzenleyici hazırlıkları yapmak, uygulanacak para politikasını hedef ve araçlarını belirlemek ve organizasyon yapmasını oluşturmaktı . Üye ülkelerin Maastricht Antlaşması’nda öngörülen yakınlaşma kriterlerini yerine getirip getirmedikleri tek tek incelenmiş ve sonunda Yunanistan ve İsveç dışındaki üyelerin bu kriterleri yerine getirdiği soncuna varmıştır. İngiltere ve Danimarka bu sisteme katılmayacaklarını önceden bildikleri için Komisyon bu ülkeleri değerlendirmeye almamıştır. Buna göre 11 üye ülke 1 Ocak 1999’da başlayacak Üçüncü aşama ile birlikte Euro sistemine, yani tek para sistemine girmiş oldu. 46 Üçüncü Aşama;1 Ocak 1999 da başlamıştır. Bu tarihten itibaren Euro, Avrupa Birliği’nin resmi parası olarak dolaşıma çıkmıştır. 2002 yılına kadar hem ulusal paralar hem de Euro beraber kullanılacaktır. Avrupa Merkez Bankası (ECB) kurulmuş ve tek para sistemine katılmış bulunan üye ülkelerde geçerli olacak para politikasını tek elden düzenlemeye başlamıştır. Bu konudaki ilk adım ulusal paralar ile Euro arasındaki değişim oranlarının belirlenmesi olmuştur. Konsey 31 Aralık 1998 tarihi itibariyle bu değişim oranları Tablo 3.2’de gösterilmiştir. Komisyon kararında Euro ile ulusal paralar arasındaki değişim oranları “geriye dönülmez” biçimde sabit olarak belirlenmiştir. Ayrıca Euro’yu kabul eden ülke paraları arasında ne ters kurlar ne de çapraz kurlar hesaplanacaktır. Aynı komisyon kararı, Ecu’nun yerinin de Euro tarafından alınacağını ve “ 1 Ecu = 1 Euro” değişim oranının kullanılacağını belirtmiştir. Tablo 3.2: 31/12/1998 İtibariyle Euro Değişim Oranları 1 Euro 40,3399 Belçika Frangı 1 Euro 1,95583 Alman Markı 1 Euro 166,386 İspanyol Pezatası 1 Euro 6,55957 Fransız Frangı 1 Euro 0,787564 İrlanda Paundu 1 Euro 1936,27 İtalyan Lireti 1 Euro 40,3399 Lüksemburg Frangı 1 Euro 2,20371 Hollanda Guilder’i 1 Euro 13,7603 Avusturya Şilini 1 Euro 200,482 Portekiz Escudo’su 1 Euro 5,94573 Fin Markı Euro’nun, Ulusal paraların dolaşımdan kesin olarak kalkacağı 1 Temmuz 2002’ye kadar geçen sürede ekonomik yaşama girip yerleşmesi, değişik kesimlerde 47 değişik biçimlerde gerçekleşecektir. Özel kuruluşlar Euro’ya istedikleri zama geçmekte serbesttir. Büyük şirketler ve uluslararası boyuta sahip şirketler Euro’ya geçiş işlemine 1 Ocak 1999 da başlayabileceklerdir. Bireyler günlük yaşantılarında Euro kullanabilmek için 2002 yılına kadar beklemek zorundadır. O zamana kadar kendi ulusal paralarını kullanmaya devam edeceklerdir. 1 Ocak 2002 yılında Euro kağıt paraları ve madeni paraları dolaşıma çıkacak, ulusal paralar dolaşımdan kaldırılacaktır. Konsey bu işlemin tamamlanması için altı aylık bir geçiş süresi tanımıştır. Buna göre en geç 30 Haziran 2002 de ulusal paralar tümüyle ortadan kalkacak ve Euro tek yasal para ( legal tender) haline gelecektir. Euro’nun kaydi sistemde ve 2002 yılında itibaren fiziki olarak kullanılmasıyla birlikte Avrupa’da bankalar arasındaki her türlü ödeme işlemleri Euro cinsinden gerçekleştirilecektir. Bankalar arasında çok büyük hacimlere ulaşacak olan bu işlemlerin gerçekleştirilmesini sağlamak için eşanlı bir ödeme sistemi olan TARGET ( Trans European Automated Real-Time Gross Settlement Express Transfer) sistemi kurulacaktır. Target sistemi ile tüm birlik bankaları arasında yapılan ödeme işlemleri aynı gün içinde sonuçlandırılacaktır. Bu sistem ile birlik içinde ortak para piyasasının geliştirilmesi desteklenmiş olacaktır. Target sisteme ile Avrupa Merkez Bankası para politikalarını daha etkin şekilde uygulayacak, para ve döviz piyasaları hızla Euro kullanımına geçebilecektir. Para birliğine üye olmayan ancak Euro kullanacak AB üye ülkelerini Target sistemine katılımları konusu ise halen tartışılmaktadır ( Fidyak Bülten, Haziran 1998, s.17). Euro’nun geleceğinde İngiltere’nin Euro’ ya katılıp katılmayacağı temel sorulardan bir tanesidir. Oldukça sofistike bir finans sektörüne sahip olan İngiltere Euro’ ya katılırsa, Euro’ nun ABD dolarına rakip olabileceği beklenebilir. 3.2.2.11. Yeni Döviz Kuru Mekanizması Yeni döviz kuru mekanizmasının hedefi, Euro dışında kalan üyeleri, Euro sistemine hazırlamak ve birlik içinde kur disiplinini sağlamaktır. Yeni model, Euro’ yu bir merkez alan ve diğer ulusal paraları onun etrafında çevrelenen bir yapıya göre 48 organize edilmiştir. Euro dışında kalan üye paraları Euro’ ya tek bir kur ile bağlanacak kendi aralarında bir kur ilişkisi olmayacaktır. Euro ‘ya karşı belirlenen bu merkezi kurlar + % 15 bir dalgalanma bandına sahip olacaktır.Bu kurların ve sapma bandının belirlenmesi Euro üyelerinin bakanları, Avrupa Merkez Bankası ve sisteme katılmak isteyen Euro dışı üyelerin bakanları ve merkez bankası yöneticileri tarafından beraberce belirlenecektir. Sistemin günlük işleyişini yönetmek Avrupa Merkez Bankası Genel Konseyi’nin sorumluluğu altında olacaktır (Savaş, 1999,s.45). Ekonomik ve Parasal Birlik’ in devamı üye ülkelerde ekonomik istikrarın korunmasına bağlıdır. Bunun da temel koşulu üye devletlerin bütçe açığı vermemesidir. Çünkü bütçe açıkları yakınlaşma kriterlerini ortadan kaldıracaktır. 3.3. Döviz Kurunun Belirlenmesi Döviz kuru; uluslararası parite koşulları , ödemeler dengeler yaklaşımı ve mali piyasalar yaklaşımlarının etkileriyle belirlenmektedir. 3.3.1. Uluslararası Parite Koşulları Parite ilişkileri; döviz kuru değişimlerine neden olan temel faktörlerin ortaya konulmasına yardımcı olurken, piyasalar üzerinde yapay engeller bulunmadığı durumlarda, enflasyon, faiz oranları ve döviz kurları gibi değişkenler arasındaki denge ilişkilerini araştırır. Bu ilişkileri araştıran pariteler temelde tek fiyat kanununa dayanmaktadır. Burada temel parite koşulları içinde mutlak ve göreceli satın alma gücü paritesi, garantili ve garantisiz faiz oranı paritesi, uluslararası Fisher etkisi ve forward paritesi değerlendirilmeye çalışılacaktır. 3.3.1.1.Uluslararası Tek Fiyat Kanunu Uluslararası tek fiyat kanunu, uluslararası ticarete konu olan bir malın döviz kurlarıyla dönüştürüldüğünde sadece tek fiyatının olabileceğini ileri süren bir teoridir. İşlem giderleri göz önüne alınmadığında ülkeler arasında fiyat farkı olmamalıdır. Uluslararası tek fiyat kanunu arbitrajcıların mal fiyatlarındaki farklılıkları giderici işlemlerinin bir sonucu olmaktadır. 49 1 Gr altın (Afyon’da) 1 Gr Altın (İstanbul’da) ≠ 30 YTL 30.55 YTL Böyle bir fiyat farkı olursa arbitraj olanağı doğar. Afyon’da altın alınıp İstanbul’da satılır. Zamanla fiyat farkı arz-talep koşulları nedeniyle ortadan kalkar. 1 Ons altının Türkiye Fiyatı 1 Ons Altının ABD fiyatı = 674x1,4YTL 674$ İkinci durumda tek fiyat kanunu geçerlidir ve arbitraj olanağı yoktur. Yukarıda basitçe örneklendirilen tek fiyat kanunu sadece mal piyasalarında değil para ve döviz piyasalarında da uygulanabilmektedir. Tek fiyat kanunu mal piyasalarına uygulandığında, aynı mal sepetinin dünyanın her yerinde aynı fiyat düzeyine sahip olması gerektiğini ileri süren satın alma gücü paritesi ile karşılaşılırken, para piyasalarını uygulandığında reel faiz oranlarının dünyanın her yerinde aynı olması gerektiğini ileri süren uluslararası Fisher etkisi ve faiz oranı paritesi ile karşılaşılmaktadır. 3.3.1.2. Mutlak Satın Alma Gücü Paritesi Bu teori ilk kez 1918 yılında T.Gustav Cassel tarafından incelenmiştir. Teori tek fiyat kanunun mal piyasaları üzerine bir uygulaması niteliğindedir. Buna göre, aynı para ile ifade edildiğinde aynı mal sepetinin fiyatı dünyanın her yerinde aynı olmalıdır. Başka bir deyişle bir birim ulusal paranın dünyanın her yerinde aynı satın alma gücüne sahip olması gerektiğini ifade eder (Doğukanlı,2001,s.74). 50 Satın alma gücü paritesi iki ülkenin döviz kurlarıyla fiyat seviyeleri (enflasyon) arasındaki ilişkiyi açıklar. İki ülkenin enflasyon oranları arasındaki farkın zaman içinde döviz kurları arasında ortaya çıkacak değişme oranına eşitlendiği gösterir (Pamukçu,1984,s.39). Yani ulusal para ve yerli mallar arasındaki alım-satım oranı, ulusal para, yabancı mallar arasındaki orana eşit olmalıdır. Örneğin , 1 dolar ABD’de 1 pound ekmek alıyorsa İngiltere’de de 1 pound ekmek almalıdır. Bunun olabilmesi için döviz kurunun iç ve dış enflasyon oranları arasındaki fark kadar değişmesi gerekir. Yüksek enflasyonun yaşandığı ülkelerin parası düşük enflasyonun yaşandığı yerin parasından daha değersizdir. Bu yaklaşımda iki ülke parasının değerlerini belirlemek için ancak satın alma güçleri dikkate alınmaktadır. Bu da oluyor ki ülkemizde olduğu gibi enflasyonun yüksek olması, diğer ülkelere göre (enflasyonun düşük ülke) satın alma gücünü düşürecektir. Yani ulusal para değer kaybetmiştir. Döviz kurlarını belirlemede Satın Alma Gücü paritesi şu yönlerden eleştirilmektedir ( Tezer,1990,s.670) ; - Fiyatlar genel düzeyindeki yani paranın satın alma gücündeki değişiklikleri kesin olarak ölçebilecek bir araç bulunmamaktadır. - Döviz kurunun tayininde bütün malların değil uluslararası ticarete konu olan malların fiyatı söz konusu olabilir. Yalnız ihraç edilmeleri kabil olan malların fiyatları bizi ilgilendirir. Halbuki hangi malların ihraç edileceği fiyatlara bağlıdır. - İki ülke arasında önceden kurulmuş bir parite yoksa bunlar için fiyat düzeylerini karşılaştırarak bir döviz kuru saptama olanağı yoktur. - Saptanacak döviz kurları ülkenin dış dengesini de sağlaması gerekmektedir. Oysa satın alma gücü paritesine göre belirlenecek döviz kurlarının ülkenin dış dengesini sağlayacağına dair hiçbir garantisi yoktur. 51 Tek Fiyat Kanunu tek bir mal için geçerli olsa da çok sayıda mala ve bunların fiyatlarına dayalı olarak hesaplanan fiyat düzeyleri için geçerli olmayabilir. Gerçek dünyada ülkelerin sahip oldukları mal türleri, bunların toplam içindeki ağırlıkları ve kaliteleri farklı olmaktadır. Her ülkede önemli mal ve hizmet grupları fiyat endeksi kapsamına girse de endeks içindeki ağırlıkları farklı olmakta, ayrıca bir kısmı uluslararası ticarete konu olamamaktadır. Mutlak Satın Alma Gücü paritesinin bu ve benzeri eksiklikleri, bu paritenin alternatif bir çeşitlemesi olan Göreceli Satın Alma Gücü Paritesinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Göreceli Satın Alma Gücü Paritesi fiyat düzeyleriyle değil fiyat düzeylerindeki değişmelerle ilgilenmektedir (Doğukanlı,2001,s.75). 3.3.1.3. Göreceli Satın Alma Gücü Paritesi Bu parite, fiyat düzeyi değil fiyat düzeyleri arasındaki değişmeler ile ilgilenilmektedir. Döviz kurlarındaki değişimin iki ülkenin enflasyon farklarına eşit olacağını, enflasyon oranı yüksek olan ülkenin parasının enflasyon farkları kadar değer yitireceğini ifade eder (Doğukanlı,2001,s.75). 3.3.1.4. Garantili Faiz Oranı Paritesi Spot ve forward döviz piyasaları ulusal para politikalarından etkilenmektedir. Ülkelerin nominal faiz oranları arasındaki farklılıklar kar peşinde koşan kısa vadeli büyük fonların farklı ülkelerin para piyasaları arasında haraketine neden olur. Faiz oranı paritesi ulusal para piyasalarıyla döviz kurları arasında bir ilişki kurmaya çalışmaktadır. Faiz oranı paritesi, benzer risk grubundaki ve vadesindeki menkul kıymetlerin nominal faiz oranı farklarının ters işaretle forward döviz kuru primi/iskontosuna eşit olması gerektiğini ifade etmektedir. Burada işlem giderleri gözardı edilmektedir. Faiz oranı paritesinin garantili ve garantisiz olmak üzere iki çeşitlemesi bulunmaktadır. Garantili Faiz Oranı Paritesi(covered interest rate parity), faiz oranı büyük olan ülkenin parasının iki ülkenin faiz oranları farkları kadar iskonto yapması 52 ve bunun da forward kurlara yansıması gerektiğini ileri sürer. Burada risk söz konusu olmadığı için “garantili faiz oranı paritesi” olarak da bilinir. Bu ilişki ilk olarak 1930 yılında Keynes tarafından ifade edilmiştir Faiz oranı büyük olan ülkenin parası iki ülkenin faiz oranları farkı kadar değer kaybeder ve bu sonuç forward fiyatlara yansır. Garantili Faiz Oranı Paritesinden sapma olduğu zaman arbitraj olanağı ortaya çıkmaktadır. Faiz oranı farklarına göre dövizin forward piyasada doğru fiyatlanmadığı ortaya çıktığı zaman hangi ülkede yatırım yapılacağına ve hangi ülkeden borç alınacağına karar verilmesi gerekmektedir. Yatırım yapılacak ülke parasının; -Faiz oranı paritesine göre forward piyasada yapması gereken prim oranından (iki ülkenin faiz oranı farkı kadar) daha yüksek oranda prim yapması, -Faiz oranı paritesine göre forward piyasada yapması gereken iskonto oranından (iki ülkenin faiz oranı farkı kadar) daha düşük oranda iskonto yapması, -Faiz oranı paritesine göre forward piyasada iskonto yapması gerekirken (iki ülkenin faiz oranı farkı kadar) pirim yapması gerekmektedir. Borç alınacak ülke parasının; -Faiz oranı paritesine göre forward piyasada yapması gereken prim oranından(iki ülkenin faiz oranı farkı kadar) daha düşük oranda prim yapması, -Faiz oranı paritesine göre forward piyasada yapması gereken iskonto oranından (iki ülkenin faiz oranı farkı kadar) daha yüksek oranda iskonto yapması, -Faiz oranı paritesine göre forward piyasada prim yapması gerekirken (iki ülkenin faiz oranı farkı kadar ) iskonto yapması gerekmektedir. ( Doğukanlı , 2001,s.76) 53 3.3.1.5. Garantisiz Faiz Oranı Paritesi Bu parite, uluslararası Fisher Etkisi ile benzerlik göstermektedir. Ancak garantisi faiz oranı paritesinde iki ülkenin gerçek faiz oranlarının birbirine eşit olacağı varsayımı yoktur. Garantisiz faiz oranı paritesini satın alma gücü ve faiz oranı paritesinin bileşimi olarak görme olanaklıdır (Levi , 1996, s.268). Buna göre iki ülkenin nominal faiz oranı farkları kadar spot kurda değişme olacağı beklenir. Eğer bu geçerli olmazsa, spot piyasada spekülatörler dengeyi sağlayıncaya kadar işlem yaparlar ( Doğukanlı ,2001,s.80). Garantili faiz oranı paritesi korunma (hedged) durumundaki dengeyi gösterirken (çünkü forward piyasa kullanılmaktadır); korunmanın olmadığı durumda da garantisiz faiz oranı paritesinin geçerli olması gerektiği ileri sürülmektedir. Bunun gerekçesi ise spekülasyonun forward kuru gelecekteki spot kura eşitleyeceği beklentisidir. Forward kurların kullanılmadığı ülkelerde faiz oranı paritesinin sınanmasında garantisiz faiz oranı paritesinden yararlanılmaktadır ( Doğukanlı, 2001,s.81). 3.3.1.6. Uluslararası Fisher Etkisi Uluslararası Fisher Etkisi , nominal faiz oranının reel faiz oranı ve beklenen enflasyon bileşenlerinden oluştuğu ve reel faiz oranlarını sabit kılacak düzeyde nominal faiz oranlarıyla beklenen faiz oranları arasında birebir pozitif bir ilişki olduğunu ileri süren Fisher Hipotezi’nin uluslararası piyasalara uygulanmasıyla ortaya çıkmıştır. Fisher (1930), nominal faiz oranlarının bileşenlerini aşağıdaki gibi ifade etmiştir ( Doğukanlı,2001,s.81). ( 1 + İn ) = ( 1 + İg )(1 + e ) İn = İg + e ( eğer enflasyon oranları ve faiz oranları küçükse bu eşitlik kullanılabilir) Burada İn , nominal faiz oranını, İg ise reel faiz oranını göstermektedir. 54 Ülkeler arasındaki reel faiz oranları birbirine eşit olmalıdır. Reel faiz oranları eşit olacağına göre nominal faiz farklılıkları enflasyon farklarından ortaya çıkmaktadır. Bu açıklama Genelleştirilmiş Fisher Etkisi olarak bilinmektedir. İn,A - İn,B = eA - eB olmalıdır. Eşitlik sağlanamazsa sermaye bir ülkeden diğer ülkeye hareket eder ve arbitraj devreye girer.Uluslararası Fisher Etkisi iki ülke döviz kurlarında değişme olacağını ifade eder. İA – İB = E (S ) − S S Buna göre eğer iki ülke arasındaki gerçek faiz oranları birbirine eşitse, uluslar arası Fisher etkisi ile göreceli satınalma gücü paritesi aynı sonucu verir. eA – eB = E (S ) − S S Eğer beklenen spot kur forward kura eşit olursa hem uluslar arası fisher etkisi hem de faiz oranı paritesi aynı şeyi ifade eder. Garantili faiz oranı paritesi iki ülkenin faiz oranı farklarını forward iskonto/primine eşitlerken ve risk içermezken Fisher’in parite koşulları risk içermektedir. Eğer forward paritesi geçerli ise yani, forward döviz kuru beklenen spot kura eşitse, iki parite sonuçları birbirine eşit olacaktır. 3.3.2. Ödemeler Dengesi Yaklaşımı Bir ülkedeki kurumları, bireyleri, milli geliri, istihdam düzeyini, döviz kurlarını ve birçok makro ekonomik göstergeyi etkileyen ödemeler bilançosu, özellikle döviz kurlarının değişimini açıklanmasında da kullanılmaktadır. 55 3.3.2.1. Ödemeler Bilançosunun Önemi Bir ülkenin ödemeler bilançosu, yöneticiler, yatırımcılar, tüketiciler ve kamu kuruluşlarını etkilediği gibi kendisi de milli gelir, istihdam, fiyat düzeyi, döviz kurları, faiz oranları gibi makro ekonomik değişkenlerden etkilenmektedir. Yöneticiler ve yatırımcılar ödemeler dengesi ile aşağıdaki nedenlerden dolayı ilgilenmektedirler (Doğukanlı,2001,s.9). - Ödemeler bilançosu, bir ülkenin özellikle kısa dönem pazar potansiyelinin tahmin edilmesine yardımcı olur. Ciddi boyutlarda ödemeler dengesi açığı olan bir ülkenin çok fazla ithalat yapamayacağı beklenebilir. - Ödemeler bilançosu bir ülkenin döviz kurları üzerindeki baskının önemli bir göstergesidir. Böylece bu ülkeyle ticaret yapan firmaların ya da yatırımcıların döviz kazancı ya da zararı ile karşılaşması potansiyeli vardır. - Ödemeler bilançosundaki sürekli açıklar sermaye hareketleri ( kar transferleri, ücretler, faizler vb ) üzerinde gelecekte bazı kontrollerin olabileceği yolunda bir işaret olarak algılanabilir. - Ödemeler bilançosundaki sürekli fazlalar bir ülkenin uluslar arası alanda sağlam bir rekabet üstünlüğü olduğunun göstergesi olabilir ve böylece yan kuruluşların faaliyetleri için iyi bir bölge olabilir. 3.3.2.2. Ödemeler Bilançosunun Tanımı ve Temel Unsurları Ödemeler bilançosu, ana ülkede yerleşik gerçek kişi, işletme veya kurumların tüm yabancı ülkelerde yerleşik bulunanlarla yürüttükleri ekonomik ilişkilerin kaydıdır. IMF tanımına göre ödemeler bilançosu , belirli bir süre içinde bir ekonominin yerlileri ile yabancılar arasında meydana gelen ekonomik akımlara bağlı değerlerin, transfer ödemelerinin ve rezervlerde meydana gelen değişmelerin sistematik ve muhasebe kayıtlarına uygun olarak belirlediği istatistiki bir belgedir (Karluk , 1991,s.401). Bu tanımdan da açıkça görüldüğü gibi, ödemeler bilançosuna kaydedilen işlemler ülkede yerleşik kişi ve kurumlar ile yabancılar arasında 56 gerçekleşen işletmelerdir. Örneğin, çok uluslu şirketlerin yan kuruluşlarının yabancı kuruluşlarla yaptığı işlemler ödemeler bilançosuna kaydedilir. Uluslararası ekonomik ilişkiler terimi, mal ve hizmetlerle birlikte üretim faktörleri üzerindeki işlemleri de kapsar (Doğukanlı, 2001,s.10). Ödemeler bilançosuna, ülkeye döviz girişi sağlayan işlemler alacaklı, ülkeden döviz çıkışı sağlayan işlemler ise borçlu işlem olarak kaydedilir. Örneğin, ihracat, turizm gelirleri, kısa ve uzun süreli sermaye girişi, dolaysız yabancı yatırımlar alacaklı işlemlerdir. İthalat, mali ve dolaysız sermaye çıkışı borçlu işlemlerdir. Ödemeler bilançosu “çift taraflı-kayıtlı” dır. Bu nedenle muhasebe kayıtları anlamında ödemeler bilançosu her zaman dengededir. Ekonomik anlamda ise dengede olmayabilir. Standart muhasebe usulüne göre tablo 3.3’deki gibidir. Tablo 3.3 Standart Muhasebe Usulune Göre Ödemeler Dengesi Pozitif girişler Negatif girişler 1- Mal ve hizmet ihracını 1- Mal ve hizmet ithalini 2- Mali kalemlerde 2- Mali kalemlerde a- Yükümlülük artışını a- Yükümlülük azalışını b- Varlık azalışını b- Varlık artışı Ödemeler Bilançosunun Temel Hesap Grupları Ödemeler bilançosunun üç ana hesap grubu vardır. Bunlar, cari işlemler, sermaye ve resmi rezervler hesabıdır: Cari İşlemler Hesabı Ödemeler bilançosunun en önemli hesap grubunu oluşturur. Cari işlemler hesabı kendi içinde; cari işlemler , uluslar arası hizmetler ticareti ve karşılıksız transferler olarak üç gruptan oluşmaktadır. 57 Cari işlemlerin önemli bir kısmını mal ticareti oluşturmaktadır. Mal ihracatı ile mal ithalatı arasındaki dengeye dış ticaret bilançosu denilmektedir. Burada ihracat alacaklı, ithalat ise borçlu bir işlemdedir. Görünmez ticaret de denilen hizmetler ticareti hesabında ; uluslar arası bankacılık ve sigortacılık işlemleri, turizm gelirleri ve sermaye kazançları gibi hesaplar yer almaktadır. Bu işlemlerin bakiyesi hizmetler bilançosu olarak isimlendirilir. Karşılıksız transferler hesabında ise uluslar arası para ve ayni yardımlar gibi karşılıksız transferler yer alır. Yurtdışında çalışan işçi gelirleri de bu grup altında yer almaktadır. Her üç hesabın bakiyesi cari işlemler bilançosunu oluşturmaktadır. Cari işlemler bilançosunun alacak bakiyeli olması, cari işlemlerden sağlanan döviz girişini, cari işlemlerin neden olduğu döviz çıkışından daha fazla olduğunu gösterir. Tersi durumda ise, cari işlemler bilançosu açık veriyor demektir. Cari işlemler bilançosunda ortaya çıkan gelişmeler, mal ve hizmet bilançosunun milli gelirle doğrudan ilişkisi nedeniyle hem kamunun hem de özel sektörün ilgisini çekmektedir. İhracat ve ithalat arasındaki fark, yatırım ve tüketim harcamaları ile milli geliri oluşturan üç unsurdan birisidir. Sermaye Hesabı Sermaye çıkışı borçlu, sermaye girişi ise alacaklı olarak kaydedilmektedir. Sermaye hesabı uzun ve kısa süreli sermaye hesabı olarak ayrılabilmektedir. Uzun süreli sermaye hareketleri içinde dolaysız yatırımları, uluslar arası portföy yatırımlarını ve uzun süreli kredileri görme olanaklıdır. Kısa vadeli sermaye akımları içinde ise dış ticaretin finansmanına yönelik krediler ve kısa süreli finansal yatırımlar yani sıcak para yer alır. Sermaye hesabına sadece ana sermayeye ilişkin giriş ve çıkışlar kaydedilmekte, sermaye yatırımları ile ilişkili olan faiz ve kar payı gibi ödemeler cari 58 işlemlere kaydedilmektedir. Sermaye hesabının bakiyesi ise sermaye bilançosunda gösterilmektedir. Resmi Rezervler Hesabı Bu hesap, otonom işlemlerin doğurduğu dengesizlikler dolayısıyla döviz piyasalarına yapılan müdahaleler sonucunda merkez bankasının dış rezervlerindeki değişmeyi gösteren bir hesaptır. Resmi rezervler hesabı ,döviz, altın ve IMF kaynaklarından oluşur. Resmi rezervler hesabı ödemeler bilançosunun denkleştirilmesi amacıyla kullanılan hesaptır. Eğer döviz gelirleri, döviz giderlerini tam olarak karşılıyorsa, resmi rezervler hesabında bir değişiklik olmayacaktır. Resmi rezerv hesabındaki artış, borçlu hesap, azalış ise alacaklı hesaptır . Dövizi arz ve talep edenler kişi ve kurumlar olmalarına karşın bunlar resmi rezervleri etkiler (Seyidoğlu, 1991,s.149). Bunun nedeni bankaların , döviz ve fonları ile ulusal fonlar arasındaki ilişkidir. Bankalar özel kişi ve kurumlara döviz sattıkça, dövizleri azalacak ve bankalar merkez bankasından döviz talebinde bulunacaklardır. Merkez bankası tarafından bu talebin karşılanması döviz rezervini azaltır. Tersi olduğunda ise döviz satın alır ve ulusal para sıkışıklığı çeker. Bunu karşılamak üzere bankalar merkez bankasına döviz satar ve karşılığında ulusal para alır. 3.3.2.3. Ödemeler Bilançosu Dengeleri Uygulama açısından başlıca üç tip ödemeler bilançosu dengesinden söz etmek olanaklıdır: Bunlar; temel denge, likidite dengesi ve resmi rezervler dengesidir (Karluk, 1991,s.424). 3.3.2.3.1. Temel Denge Temel denge, cari işlemler hesap dengesi ile uzun vadeli sermaye hesabı dengesini kapsar. Buna göre mal ve hizmetler karşılıksız transferler, uzun vadeli özel sermaye akımları otonom, bütün kısa vadeli sermaye akımları, resmi rezerv değişimleri denkleştirici kalemdir. Bu nedenle bütün kısa vadeli sermaye hareketleri 59 bilançoda çizginin altına kaydedilir. Bu dengenin özelliği, ödemeler bilançosundaki uzun vadeli gelişmeleri ortaya koymasıdır. Dolayısıyla denge, dalgalanmaların ve spekülatif hareketlerin etkisinden arındırılmış olur. 3.3.2.3.2. Net Likidite Dengesi Net likidite dengesi (net liguidity balance), esas olarak temel dengeyi kapsamakla birlikte kısa vadeli özel likit olmayan sermaye dengesini de içine alır. Bu durumda ülkenin yabancılarla olan kısa vadeli borçları otonom kalem niteliğindedir ve çizginin üstüne kaydedilir. Buna karşın yabancı özerk kişilerin ülkeye olan kısa vadeli borçları denkleştirici kalem olarak kabul edildiğinden çizginin altında gösterilir. Örneğin , özel sektöre ait ticari krediler gibi devredilebilir niteliği bulunmayan kısa süreli sermaye işlemlerinin dış denge amacı ile yapıldıkları (denkleştirici oldukları) varsayılır. Likit borçlar ve alacaklar dahil diğer tüm işlemler ise otonom kabul edilir. 3.4.2.3.3. Resmi rezervler Dengesi Resmi rezervler dengesi (officials settlements balance), net likidite dengesine ilave olarak kısa vadeli özel likit sermaye dengesini kapsar. Bu durumda cari işlemler hesabındaki karşılıksız transferler, bütün uzun vadeli sermaye hareketleri ile kısa vadeli özel sermaye kalemleri otonom, resmi kısa vadeli sermaye akımları ise denkleştirici kalem olmaktadır. Böylece, kısa vadeli likit ve likit olmayan özel sermaye hareketleri çizginin üstünde, tüm resmi rezerv değişimlerini kapsamayan hesaplar çizginin altına kaydedilir. 3.3.2.4. Ödemeler dengesindeki Açık Ya Da Fazlaların Yönetimi Ödemeler bilançosundaki açık ya da fazlaların anlamı esnek döviz kuru sistemlerinde farklı olmaktadır. Geleneksel olarak ödemeler bilançosu açık ya da fazlaları bir ülkenin döviz kurları üzerinde bir baskı olarak görülürdü. Döviz kurları ile ödemeler dengesi arasındaki ilişki aşağıdaki basit model yardımı ile gösterilebilir (Eiteman ve Stonehill,1989.s.69-70): 60 (X-M) + ( CI – CO) +ΔXR = ÖDEMELER DENGESİ Burada X; mal ve hizmet ihracını, M;mal ve hizmet ithalatını,CI;sermaye girişini, CO; sermaye çıkışını ve ΔXR ise resmi rezervlerdeki değişmeyi göstermektedir. Tamamen esnek kur sistemlerinde ödemeler bilançosu sürekli sıfıra eşittir,çünkü döviz kurlarındaki değişme sayesinde denge sağlanmaktadır. Örneğin bir ülke dış ticaret açığı veriyorsa (yani ithalatı ihracatından fazlaysa) ve bu açık net sermaye girişleri tarafından dengelenemiyorsa, o ülkenin parası bu denge sağlanıncaya kadar değer kaybına uğrayacaktır. 3.3.3.Mali Piyasalar Yaklaşımı Mali piyasalarının oluşturulmasındaki en önemli sebepler şöyle açıklanabilir:İlk olarak, sadece ulusal fiyat seviyelerindeki, para arzlarındaki ya da cari işlemlerdeki değişmeler ile kur davranışları arasında bire bir ya da çok yakın bir ilişki yoktur. Kurlar, daha çok fiyatları organize piyasalarda belirlenen diğer mali varlık fiyatları gibi hareket etmektedir. Ekonomik koşulların bugünü ve geleceği hakkındaki bilgiler, cari kurlara hemen yansımaktadır. Bekleyişler önemli bir unsur haline gelmiştir. Bunların sonucunda, kur değişimleri son derece öngörülmez olmaktadır. Bu gözlemlerden şu sonuca varılmaktadır : döviz kuru, iki mali varlığın nispi fiyatı olduğundan hareketle kurlardaki davranışların açıklanmasında en önemli faktörler olarak öncelikle bu paraların arz ve talepleri üzerinde durulmalıdır. Bu yaklaşıma giren modellerin bazı ortak varsayımları vardır. Bunlar: ülkeler arasındaki sermaye hareketliliğini engelleyen önemli işlem maliyetleri, sermaye kontrolleri ya da diğer engellerin olmamasıdır. Bu nedenle, döviz kuru ulusal varlıklar stokuna olan uluslararası talebi dengelemek için hemen uyum sağlamak durumundadır. Ülkeler arasında tam sermaye hareketliliği olması arzulanan portföy bileşimine hemen ulaşmayı sağlamaktadır (Bulut,2005,s.129). Mali piyasa modellerini üç grupta inceleyebiliriz. Bunlar; parasal modeller, portföy dengesi ve para ikamesi modelleridir. 61 3.3.3.1. Parasalcı Modeller Parasalcı yaklaşım modeline göre, döviz kuru yabancı para biriminin ulusal para cinsinden fiyatı olarak kabul edilir ve diğer göreceli fiyatlar gibi döviz kuru da ulusal para stoklarının göreceli arz ve talebi tarafından belirlenir. Sermaye piyasalarındaki göreceli arz ve talebin döviz kurunu belirlediği düşünülen bu yaklaşımda temel varsayım, sermaye akışının serbest olasıdır. Başka bir deyişle sermaye akışında engel ve kısıtlama olmadığı gibi alışverişlerde işlem maliyeti de yoktur. Eğer bu varsayımlara ulusal ve uluslararası tahvillerin tam ikame edilebilir olması varsayımı eklenirse portföyler sürekli dengede olacaktır. Ülkedeki faizler uluslar arası faiz oranı ve ulusal para biriminin değer kaybetme oranı beklentisinin toplamına eşit olacaktır. Böylece iç ve dış sermaye piyasaları ortak bir pazara indirgenecek ve sadece ulusal ve uluslararası para piyasaları döviz kurunun belirleyicisi olacaktır (Taşkın,1995,s.69). 3.3.3.2. Portföy Dengesi Modeli Döviz kuru belirleme modellerinden portföy dengesi modellerinin temel kaynağı, Markowitz (1952) ve Tobin (1958)’in portföy teorisi ve para talebi üzerine yapmış oldukları çalışmalara dayanmaktadır. Döviz kuru belirlenmesi modellerinin en önemli amacı, döviz kurunun asli hareketlerini yönlendiren etkenleri kavramak ve döviz kurunun diğer ekonomik değişkenlerle ilişkisini açığa çıkarmaktır (Bulut,2005,s.149). Gerçek dünyada, yerli ve yabancı varlıkların aynı para birimi cinsinden ifade edilen getirilerinin eşit olmaması için; likidite farklılıklarından, vergi yasalarından, siyasal riskten, ödememe riskinden ya da kur riskinden kaynaklanan gerekçeler bulunmaktadır. Parasal modelde, döviz kuru riskinin bulunmadığı, yani risk priminin sıfır olduğu varsayılıyordu. Kur riski, yerli tahviller yanında yabancı tahvillere güvencesiz yatırım yapılmasından kaynaklanan bir risk türüdür (Kibritçioğlu, 1996,s.136). Parasal yaklaşım ile portföy dengesi arasındaki önemli bir fark, parasal yaklaşımın riske karşı yansız olmasıdır. Bu şartlar altında parasal yaklaşım, döviz 62 kuru beklentileri konusunda yetersiz kalmıştır. Parasal yaklaşımın bu eksikliği, portföy dengesi ile ortadan kaldırılmıştır. Portföy dengesi modelinde ekonomik ajanlar, döviz kuru risklerini minimize etmek için çeşitli paralar ile bir portföy oluştururken diğer yandan uluslar arası yatırımcılar da risk/getiri faktörüne dayanarak para dışı finansal varlık tutmak istemektedirler. Dolayısıyla portföy dengesi modeli, bireylerin belirli bir zaman içinde sabit olan servetlerini, ulusal ve yabancı paralar ile, yurtiçi ve yurtdışı menkul değerlerden oluşan çeşitli finansal varlıklar arasında dağıtılması esasına dayanmaktadır. Portföy dengesi modeli, daha karmaşık bir biçimde döviz kurlarının nasıl belirlendiğini gösterir. Bu yaklaşımda da faiz haddi paritesi geçerli olmasına rağmen burada parasal yaklaşımdan farklı olarak portföy içersinde yer alan toplam varlıklar arasında riski paylaşmak için riskten kaçınanlara karşılık bir risk primi eklenir. Riskten kaçan bireyler, faydalarını maksimize etmek için portföylerinde risk-yansız yurtiçi varlıklar ve riskli yurtdışı varlıkları bulundururlar (Bulut,2005,s.150). 3.3.3.3. Para İkamesi Modeli Döviz piyasasında işlem yapanların portföylerinde paraların getiri oranları ve risklerine bağlı olarak bir paralar sepeti oluşturmaları çok doğal gözükmektedir. 1980 sonrası uygulanan liberalizasyon politikaları sonucunda Türkiye gibi pek çok ülkede kambiyo rejimlerinin serbestleştirilmesi, uluslararası ölçekte para ikamesi olgusunu artırmıştır. Geleneksel para talebi analizlerinde; para talebi, milli gelir, servet, fiyatlar genel düzeyi ve faiz oranlarının bir fonksiyonu olarak ele alınmaktadır. Fakat dışa açık bir ekonomide paranın alternatifi olan varlıklar arasında yabancı paralar da bulunmaktadır. Bir ülkede ulusal para yerine yabancı para kullanımının yaygınlaşması para ikamesi sorununu ortaya çıkarmaktadır. Finansal türevlerin az olduğu ve var olan bu türevlerin getirilerinin herhangi bir nedenle baskı altına alındığı ekonomilerde para ikamesi süreci hızlanmaktadır. Bir ekonomide ulusal para değer saklama aracı, hesap birimi ve ödeme aracı olarak kullanılmaktadır. Oysa, para ikamesinin yoğun yaşandığı ekonomilerde ulusal paranın bu üç işlevini, yavaş yavaş 63 yabancı paralar yerine getirmeye başlar. Bu durum, bir ülkenin bağımsız para politikası uygulamasını güçleştirmektedir. Para ikamesinin amprik incelemeleri, iki farklı yaklaşıma dayanır. Bu yaklaşıma göre, ilk aşamada ekonomik ajanlar servetlerini para ve diğer varlıklar arasında portföy dengesini sağlayacak şekilde dağıtırlar. İkinci aşamada ise, ekonomi ajanlar servetlerini çeşitli paralar arasında yine portföy dengelerini sağlayacak şekilde dağıtmaktadırlar. Bu çerçevede para ikamesini doğrudan ve dolaylı para ikamesi olarak ikiye ayırmak mümkündür. Doğrudan para ikamesi, ekonomik ajanların faiz getirisi olmayan paraları risk/getiri kriterine göre ikame etmelerini ifade etmektedir. Ancak, gerçekte bir ülkenin faiz getirmeyen para stokunun çok küçük bir kısmı yabancılar tarafından tutulur. Dolayısıyla burada söz konusu olan miktar küçüktür. Dolaylı para ikamesinde ise, para dışındaki varlıkların da portföy tercihlerinde yer almasına izin verdiğinden daha büyük miktarlarda para ikamesine neden olur. Burada döviz kuru değişmelerine ilişkin beklentiler, tahvil gibi para dışı finansal varlıklar arasında ikameye yol açmakta ve bu para ikamesi ile sonuçlanmaktadır (Bulut,2005,s.160). 3.4. Aktif-Pasif Yönetimi Bankalarda dövizli işlemlere yönelik fon yönetimi; “ nakit akışlarını en etkin ve karlı biçimde dengeleme olarak tanımlanabilir. Bu bankanın çeşitli para birimleri cinsinden ödemelerini gereken zamanda yapabilmesi ve fazla fonlarını en yüksek getiriyi sağlayacak alanlara yatırması demektir” (Ersan,1987,s.24). Fon yönetiminin en önemli amacı olan Aktif- Pasif Yönetimi bankanın bilançosundaki aktif ve pasif değerlerin genel risk,likidite ve maksimum karlılık anlayışı içerisinde yönetilmesidir.Bankacılık sektörü Aktif-Pasif yönetiminin önemini 1970’li yıllardan sonra anlamış ve 1980’de büyük gelişmeler yaşanmıştır. Bu dönemlerde bankacılık sektöründeki kar marjlarının daralması, faiz oranları ve döviz kurlarındaki dalgalanmalar aktif-pasif dengesini, bilhassa döviz yönetimini önemli bir hale getirmiştir. 64 Aktif-pasif yönetiminin gelişme süreci 1980’li yıllarda bankaların az gelişmiş ülkelere kullandırdıkları kredilerde geri dönüşüm sorununun meydana gelmesiyle uğradıkları zararların, banka bilançolarında aktif-pasif kalemleri arasındaki vade uyumunun bozulmasıydı.Bozulan bu vade uyumlarını sağlamak amacıyla bankalar, yabancı kaynakların ortalama vadelerini uzatmaya çalışmışlar ve varlıkların kalitesini ve geri dönme hızını artırmak için menkul kıymetlere bilançolarında yer vermeye başlamışlardır. Dövizli aktif-pasif yönetiminde döviz pozisyon yöneticisinin amacı farklı cinsteki yabancı para birimlerini en verimli ve en karlı şekilde yönetmektir. Bankalar uluslararası piyasalarda finansal aracılık yaparak dövizleri kullanırlar. Bu yüzden de bilançoların da dövizli aktif ve pasif kalemleri bulunmaktadır. Bu ise bankanın döviz pozisyonunu meydana getirir. Ekonomik hayattaki istikrarsızlıklar, bankacılık sektörünü çok çabuk etkilemektedir.Fon yöneticisinin başarılı ve etkin bir aktif-pasif yönetimiyle bu istikrarsızlıklara yenilmeden iyi bir bankacılık hizmeti verebilir. Döviz pozisyon yönetiminde amaç müşteriye kaliteli hizmet vermek bütün döviz cinlerinden uygun ve yeterli miktarda döviz pozisyonuna sahip olmak ve bunları iyi bir yönetimle karlı bir şekilde değerlendirmektir. Bunun için yapılacak olan ise; “Sermayenin getirini maksimum yapmak ve sermayenin getiri oranındaki dalgalanmayı minimum yaparak riski azaltmaktır. Kısa vadede ise, net faiz marjının (Faiz Gelirleri – Faiz Giderleri ) maksimuma çıkarılması ve net faiz marjındaki dalgalanmaların minimumu indirilmesi gerekir” ( Türkel,1994,s.16). Bir banka bilançosu incelendiğinde aktif ve pasif kalemlerini tablo 3.5’deki gibi gruplamak mümkündür. Bilanço üzerinde aktif-pasif kalemler sadece miktar olarak gözükür. Miktar dağılımından ziyade faiz unsuru göz önünde bulundurulduğunda aktif – pasif kalemleri üç grupta incelemek mümkündür ; 65 Tablo 3.4 Banka Bilançosu AKTİF KALEMLER PASİF KALEMLER Likit ve likiditesi yüksek değerler Toplanan vadeli- vadesiz mevduat Ticari banka kredileri Alınan krediler ve çeşitli kaynaklar Mali sektör kredileri Merkez Bankası hesapları Hisse senedi, tahviller ve iştirakler Özkaynaklar Bağlı ve sabit kıymetler - Sabit faizli -Değişken faizli -Faizsiz Ekonomik hayattaki hızlı iniş ve çıkışlar, kar marjındaki daralmalar, bankaların varlıklarının yanı sıra pasiflerinin yönetimine de büyük önem veren politikalar izlemelerine yol açmıştır. Bunun içinde fon yönetimi bölümleri oluşturmuşlardır. Bu bölümler pasif yönetiminde bazı sorunlar ile karşı karşıya kalmışlardır. Bu sorunlar üç ana konu üzerinde yoğunlaşmaktadır (Kara,1991,s.10). a- Kaynak maliyetini en aza indirme yani mevduata ödenen faizlerin maliyetini en aza indirip, mevduat müşterilerinin faiz duyarlılığına göre sınıflandırma yapıp , bu mevduat gruplarına göre farklı faiz oranları uygulayarak kaynak maliyetini en aza indirme operasyonudur. Bu operasyon sonucu banka, farklı mevduat gruplarına farklı faiz oranları uygulayarak kaynak maliyetini minimize edebilir. b- İkinci ana konu müşteri ilişkilerinin verimliliği; Bankaların karşılaştığı faiz oranı, likidite, kur risklerine karşı koruma yöntemleri geliştirirler. Bu sıkı politika dönemlerinde müşterilerinin yüksek miktarda kredi taleplerini geri çevirmemek için kendi fonlarını çok iyi yönetmeliler. Müşterilerinin kredi taleplerine 66 birçok yeni ürün ve yaklaşımlarla, bankanın pozitif marjını ve itibarını korumalıdırlar. Bunun için iyi bir Pasif Yönetimi ile net getiri marjı pozitif kalmak koşulu ile bankalar sıkı dönemlerinde düşük maliyetle, mevduatlarını korumak amacıyla kaynak maliyetini altında iyi ve verimli müşterilerine fon kullandırabilirler. c- Üçüncü ana konu ise, bankaların topladığı ana mevduatlar üzerindeki kanuni karşılık uygulamalarından kaçınma durumları; bankalar pasiflerindeki mevduatlarını belirli bir yüzdesini atıl fon olarak (karşılık) Merkez Bankası hesaplarında tutmak zorundadır. ( Türkiye’de başlıca 2 tür mevduat karşılığı vardır. Munzam karşılık ve Umumi Disponobilite. Munzam karşılık kanuni karşılığa umumi disponobilite ise ihtiyari karşılığa tekabül etmektedir.) Bankalar her ay karşılığa tabi mevduat hacmindeki artışları tespit ederek bu fark üzerinden mevduat karşılığını T.C.M.B. kanuni karşılık hesabına yatırırlar. T.C.M.B. bu kanuni karşılık üzerinden bankalara çok az bir faiz öderler. Bu hesabın büyük bir kısmı atıl olarak Merkez Bankası hesabında tutulmaktadır. Dolayısıyla bu, mevduatın kaynak maliyetini arttıran bir unsurdur. Bu maliyetten kaçınmak için bankalar, pasif yönetimini kanuni karşılığa tabi olmayan yeni kaynaklar yaratarak yatırımlarını değerlendirebilirler. Tablo 3.5 Zorunlu Munzam Karşılık Oranları Zorunlu Munzam Karşılık Oranları / Required Reserve Ratios (%) Oranlar / Ratios Yükümlülükler / Liabilities Yeni Türk Lirası / New Turkish Lira 6 Yabancı Para / Foreign Exchange 11 Aktif- pasif yönetiminin en önemli konusu ise, aktif ve pasiflerin vade uyumunu oluşturmaktadır. Bankacılık sektörü kısa vadeli fonları uzun vadeli fonlara dönüştürürken büyük bir riski üstlenirler ve hesaplar doğru yapılmaz ise taahhütlerini yerine getirememe durumuyla karşılaşırlar. Bu nedenle amaç aktif ve pasif kalemlerinde vade uyumunu sağlamaktır (Anaçalı, 1989,s.10). 67 Kısaca; bugünkü bankacılarının birçok belirsizlikler ile uğraşabilecek ve bankanın likiditesini ve emniyetini zedelemeden bankaya düzenli bir fon akışı ve yeterli miktarda kar elde edecek bir yönetim stratejisine ihtiyacı vardır. Bu yönetim tekniği güncel bankacılıkta aktif- pasif yönetimidir. Bu yönetim tekniğini çok iyi uygulayabilen bankalar, likiditelerini, aktiflerin kalitesini ve öz kaynaklar yeterliliğini verimli bir seviyede tutara, yüksek karlar elde etme imkanı bulabileceklerdir. 3.4.1. Döviz Pozisyon Yönetimi Uluslararası Piyasalarda işlem yapan bankalar, döviz ödemelerini yürütmek için belli başlı farklı döviz cinslerinden yeterli derecede hesap bakiyeleri tutmak zorundadırlar. Doğal olarak bu döviz bakiyeleri bankaların kendi ve muhabir bankaları nezdinde açmış oldukları çeşitli hesaplarda tutulmaktadır. Kullanım amaçlarına göre açılan bu hesaplar; Cari Hesap: Günlük kullanımların yapıldığı vadesiz hesaplardır. Depo Hesap: Belirli bir anlaşma ile belli bir faiz oranı üzerinden hesaplarda bir süre için depo edilen döviz hesaplarıdır. Yatırım Hesapları: Müşterinin kendi depo hesaplarında bulunan dövizlerinden daha iyi bir faiz geliri sağlamak için tuttukları ve bankanın bu hesabı müşteri adına değişik piyasalarda değerlendirip, cari hesaplarına aktardığı bir hesaptır. Bu nedenle ticari bankalar bilançolarında döviz kaynak ve kullanımlar yani dövizli aktif ve pasif kalemleri yer almaktadır. Bu kalemlerin bankalar düzeyinde oluşturdukları alacak ve yükümlülükleri ise döviz pozisyonunu oluşturur. Bu terim daha çok Merkez Bankası’nın sahip olduğu döviz pozisyonu hakkında verilen bilgiler ve haberlerden ötürü önemli hale gelmişlerdir. 68 Döviz kaynakları; döviz mevduat hesapları, yabancı para piyasalarından, döviz üzerinden borçlanmalar, döviz cinsinden ödeme taahhütleri ( aval vermiş poliçeler , vadeli akreditifler, v.b. ) gibi kalemler, döviz kullanımları ise muhabir bankalarda tutulan döviz mevduatı , döviz üzerinden kullandırılan krediler, yabancı para ve sermaye piyasalarında yapılan dövizli plasmanlar ve dövizli alacaklar gibi kalemler yer almaktadır ( Uyar, 1990 ,s. 35). 3.4.1.1. Döviz Mevcutları ve Alacaklar Dövizli aktif kalemler ana başlıklar altında topladığımızda şunları sıralayabiliriz. - Bankaların yurtdışı muhabirleri nezdindeki cari hesap ve depo hesaplarında bulunan döviz mevcutları ile döviz üzerinden düzenlenmiş kıymetli evrak portföyleri, - Bankaların yurtiçi muhabir bankaları nezdinde hesaplarında bulunan döviz mevcutlar, - Bankaların Merkez Bankası nezdindeki hesaplarında bulunan döviz mevcutları, ( döviz olarak tutulan toplam tevdiat munzam karşılıkları dahil), - Bankaların kasalarında bulunan efektif mevcutları, - Bankaların yurtiçi ve yurtdışına açılan döviz kredilerin toplamı, - Bankaların Merkez Bankası bünyesinde kurulan döviz ve efektif piyasalarda, bankalar arası para piyasalarında işlem yapabilmek için Merkez Bankasına teminat olarak tevdi ettikleri döviz depoları , efektif depoları, uluslar arası standartlardaki altın, yabancı devlet veya hazine kuruluşlarınca çıkarılan bono ve tahviller; - Bankalar arası döviz ve efektif piyasalarında yaptıkları işlemlerden dolayı adlarına diğer bankalarda tesis ettikleri döviz depoları ve verdikleri döviz kredileri, - Merkez Bankası genelgesi ile belirtilen vadeli döviz alımı. 69 Bankaların dövizli alacak ve mevduatlarını oluşturan kalemlerdir ( TCMB 32 Sayılı Kararname) . 3.4.1.2. Döviz Taahhütleri - Akreditif taahhütleri, - Vadesine altı ay kalan ve vadesi geldiğinde ödenmesi bankalarca taahhüt edilen kabul poliçeleri, - Vadesine altı kalan ve ihracatın gerçekleşmemesi halinde geri ödenmesine bankalarca garanti verilen prefinansman kredi taahhütleri, - Bankaların yurtiçi veya yurtdışından doğrudan sağladıkları ve ödenmesini garanti ettikleri vadesine altı ay kala diğer krediler ile aldıkları döviz depoları, - Vadesiz döviz tevdiat hesapları, - Bankaların Merkez Bankası bünyesinde kurulan döviz ve efektif piyasalarında yaptıkları işlemlerinden dolayı alacakları vadelerine altı ay kalan döviz depoları, döviz kredileri ve ödeme yükümlülüğünü üstlendikleri vadesine altı ay kalan diğer döviz taahhütleridir (TCMB 32 sayılı kararname) . 3.4.1.3. Döviz Borçları - Bankalar düzeyinde açılmış bulunan döviz tevdiat hesapları toplamı ( bankalar arası döviz hesapları dahil). - Bankalarca yurtiçi ve yurtdışından ödenmesi döviz olarak yapılmak üzere borçlu sıfatı ile sağlanan döviz kredileri toplamı, - Bankalarca yurtdışından depo hesabı olarak sağlanmış fonlar, - Bankaların Merkez Bankası bünyesinde kurulan döviz ve efektif piyasalarında yaptıkları işlemlerden dolayı ödeme yükümlülüğü altına girdikleri döviz depoları, döviz kredileri ve diğer döviz taahhütleri, 70 - Nitelikleri Merkez Bankası genelgeleri ile belirlenen vadeli döviz satımları, olarak belirlenmiştir ( TCMB 32 sayılı kararname). 3.4.2. Döviz Pozisyon Dengesinin Alabileceği Durumlar Bir bankanın dövizli varlıkları ile dövizli borçları arasındaki farkın döviz pozisyon dengesini vermektedir. Bu nedenle bankalar, müşteri ile yaptıkları işlemler ve kendi adlarına yaptıkları işlemler nedeniyle döviz pozisyonları bulunmaktadır. Zaten bankalar para piyasasında gerekli ödemeleri yapabilmek için yeterli döviz kaynağına sahip olmaları gerekir. Genel olarak dövizli alacak ve mevcutların dövizli taahhütleri ve dövizli borçları toplamını karşılaması gerekirse de bazen bu denge aktif ve pasif lehine bozulabilir. Özellikle dış ticaret işlemleri sonucunda ihracatçı ve ithalatçıların döviz bazında alacakları ve ödeme taahhütleri (borçlar) muhtemel kur değişmesi nedeniyle milli para karşılıkları kesin olarak bilinememektedir. Kısaca işleme alınan dövizin milli para karşısında değer değişmesine uğrayarak, döviz kurunun yükselmesi alacaklarda kar ve borçlarda zarar, kurun düşmesi ise alacaklarda zarar ve borçlarda ise kar doğuracaktır. Dolayısıyla döviz kurlarının gelecekteki değerlerinin bilinmemesi milli para bazında alacak veya borç tutarında bir belirsizlik getirmektedir.Daha öncede belirttiğimiz gibi bu belirsizliklerin yarattığı zarar ihtimali “kur riski” olarak tanımlanmaktadır. Bu nedenle kur riski direk olarak bankanın dövizli aktif ve pasifini etkiler. Döviz pozisyon yöneticisinin bu duruma çok dikkat etmesi gerekir. Çünkü, bu işlemlere ait en ufak bir yanlış ve eksiklik büyük riskleri doğurabilmekte ve banka taahhütlerini yerine getirememe durumuna düşebilir. Bankalar, döviz vaziyetlerinde farklı döviz cinsinden farklı oranda döviz varlığı bulundururlar. Her bir döviz cinsinin döviz miktarları aynı olmayabilir. Bu ise bankanın tercihine ve vaziyet durumuna bağlıdır. 71 Bu pozisyon durumları 4 grupta ele alınmaktadır ; 3.4.2.1. Başabaş Pozisyon Mevcutlar + Alacaklar = Borçlar ( YP Aktifler) + Taahhütler ( YP Pasifler) Dövizli aktif kalemlerinin, dövizli pasif kalemlerini tam olarak karşıladığı denge durumudur. Bu durumda aktif toplamı , pasif toplamına eşittir ve pozisyon dengededir. Bu eşitliğin pratikte ortaya çıkması olağan değilse bile böyle bir durumun olduğu düşünülürse eşitliğin pozisyonu dengede gösterdiği söylenebilir. Döviz mevcutları taahhütleri karşılıyor demektir ( Beyhatun , 1988,s.4). 3.4.2.2. Uzun Pozisyon Mevcutlar + Alacaklar > Borçlar ( YP Aktifler ) + Taahhütler ( YP Pasifler ) Bir bankanın döviz alacaklarının, döviz yükümlülüklerine göre fazla olması, artı pozisyondur. Bu pozisyondaki döviz fazlasına, net döviz pozisyonu denilir. Örneğin, Merkez Bankası, son yıllarda döviz fazlasına sahiptir. Böylece döviz fazlalığı artıkça piyasaya güven aşılanmaktadır. Bu pozisyon durumunda banka, ihtiyacından fazla döviz tutuyor demektir yani fazladan aldığı dövizleri TL satarak elde etmiştir. Çünkü bu durumda bankanın kar getiri formülü şöyle olmaktadır : Devalüasyon getirisi + Dövizin faiz getirisi > TL Faiz Getirisi Bu durum, bankanın lehine işleyen bir durumdur. Döviz kurundaki bir yükselme , döviz mevcutlarını,döviz borçlarına oranla daha hızlı arttırır. Bunun sakıncası ise elde tutulan fazla dövizin, alternatif maliyetidir. 72 3.4.2.3. Kısa Pozisyon Mevcutlar + Alacaklar < Borçlar ( YP Aktifler ) + Taahhütler ( YP Pasifler ) Bu durumda bankanın döviz yükümlülüklerinin, alacaklarına göre daha fazlası olmasıdır. Bunun finansal sözlükteki karşılığı “ Açık Pozisyon” veya diğer adıyla da “ Short Pozisyon” olmaktadır. Bu durumda, kuruluşun döviz alacakları, yükümlülüklerden daha azdır ve pozisyon eksi durumdadır. Olası bir döviz kuru artışında, söz konusu bankaların bu pozisyonlarından dolayı yüklü miktarlarda zararla karşı karşıya kalmaları muhtemeldir. Örneğin 1994’te yaşanan krizde üç bankanın kapatılmasında ve sektörün büyük ölçüde zarar görmesinde en büyük faktör bankaların taşıdığı açık pozisyondur. Bu pozisyon durumunda banka, elindeki döviz varlıklarıyla, döviz borç ve taahhütlerin yerine getirmiyor demektir ( Anaçalı,1989,s.10). Bu ise TL alıp döviz satmaktır. Yani Türk Lirasının maliyeti döviz kazancından daha yüksek ve açık pozisyon tutmak daha karlıdır. Devalüasyon getirisi + Dövizin faiz getirisi < TL Faiz Getirisi Bu durumda banka döviz cinsinden borçlandığı için bu pozisyon durumunda kur ve likidite riski çok yüksektir ve döviz pozisyon açığı vardır. Banka ancak yukarıda belirttiğimiz formüle göre hareket ederse yani kurun devalüasyon ve faiz getirisi düşük, ama TL’nin getirisi arttığı durumda fon tutmanın getirisi artar ve kısa pozisyon banka yararına olur. Ancak bu çok güvenli değildir. Bankaların hangi pozisyonda döviz kaynaklarını yöneteceği, piyasadaki ileriye dönük beklentilere göre belirlenir. Fakat kısa veya uzun pozisyon alt ve üst limitleri Merkez Bankalarınca belirlenir ve bankalar bu limitlere uyma zorundadır (Anaçalı, 1998,s.16). 73 4. DÖVİZ KURU RİSKİ VE KUR RİSKİ YÖNETİMİ Bu bölümde döviz kuru riskinin tanımı , kaç gruba ayrıldığı , nasıl ve hangi methotlarla ölçüldüğü, döviz kuru riskine karşı korunma araçlarının neler olduğu konuları hakkında bilgi verilmiştir. 4.1. Döviz Kuru Riski Daha öncede belirttiğimiz gibi; uluslararası ticaretin gelişmesi , buna bağlı olarak dövizin kullanılmasının yaygınlaşması ve döviz işlemlerinden önemli karların elde edilebileceğinin farkına varılmasıyla dövize olan ilgi artmıştır. Dövize yönelen bu ilgiyle beraber dikkat edilmesi gereken önemli bir noktada dövizin, büyük karlar getirmesinin yanında önemli zararları veya maliyetleri de beraberinde getirmesidir. Döviz kuru riski, ulusal paraların döviz piyasalarında karşılıklı olarak değer kazanması veya kaybetmesinden kaynaklanır. Dış ticaret işlemlerinin önem kazanması, ticaret hacminin artması , para ve sermaye hareketlerinin serbestleşmesi sonucu uluslar arası finans piyasalarının gelişmesi döviz kurlarında büyük dalgalanmalara yol açabilmektedir ( Uludağ, Arıcan,1999,s.376). Döviz kuru riski , genellikle meydana geliş şekline göre üç grupta ele alınmaktadır. Bunlar; işlem riski, çevirme riski ve ekonomik risktir. 4.1.1. İşlem Riski İşlem riski , beklenen nakit akımlarındaki döviz kuru hareketlerinin direk etkisinden kaynaklanan olası kazanç ve kayıplar olarak nitelendirilebilir.Belirli bir vade sonra döviz karşılığı ödemede bulunacak işletme, anlaşma yapıldığı tarihteki döviz kurunda meydana gelen değişiklikler sonucu işlem riski ile karşı karşıya kalabilir. Bunun sonucunda işletme yerli para cinsinden daha fazla nakit ödemede bulunabilir. İşlem riskinin tipik örneği, döviz cinsinden işlem gerektiren ithalat ve ihracat sözleşmeleridir. Sözleşmenin yapılması ile daha sonraki ödeme tarihi arasındaki geçecek süredeki olası bir kur değişikliği firmanın nakit akımlarında 74 olumlu veya olumsuz yönde değişiklikler meydana getirir. Diğer bir örnekte, işetmenin dövize bağlı borç alma sözleşmeleridir. Eğer, borç süresi içinde döviz kuru yükselmişse aynı miktar borcun karşılığında daha fazla ulusal para ödemek gerekecektir dolayısıyla firmanın karlılığı ve reel nakit akımları azalacaktır. İşlem riskinin oluşmasında zaman da öneli rol oynar. Üzerinde anlaşılan fiyat ile ödeme tarihine kadar geçecek süre içinde ortaya çıkacak döviz kuru değişiklikleri ya da firmanın bilançosu değerlenmede kullandığı para cinsi dışındaki paralar üzerinden yaptığı cari işlemleri sonucunda oluşan nakdi kayıp işlem riskine girmektedir. Uluslar arası faaliyette bulunan ister küçük isterse büyük şirketlerin tümü işlem riskine maruz kalır ( Gemici . 2006, S. 56). 4.1.2. Çevirme Riski Çevirme riski, döviz cinsinden belirlenmiş aktif ve pasiflerin muhasebe kayıtları için yerel para birimi cinsine çevrilmesi sonucu ortaya çıkan bir risktir. Aslında burada fiziki bir aktif alım ya da satım söz konusu olmayıp, yalnızca bunların kur değişmeleri sonucunda yerel para cinsinden muhasebe kayıtlarındaki değerlerinin değişmesi söz konusudur. Bu yüzden çevirme riski çoğu yerde muhasebe riski olarak da geçmektedir (Kırım,1992,s.8). Bir işletmenin çeşitli döviz cinslerinden borçları ve alacakları vardır. Kur değişiklikleri nedeniyle alacak kalemlerinin yerel para cinsinden değerinde meydana gelen artış, borç kaleminde meydana gelen artıştan büyükse işletmenin karı artacak, tersi durumda ise karı azalacaktır. Çeviri riski, yabancı ülkelerde veya yabancı para üzerinden yatırım yapıldığında ortaya çıkmaktadır. Yani bir işletmenin yabancı para ile ifade edilen bir yatırımı ya da borcu bulunmuyorsa çeviri riskinden söz edilemez (Nurcan,2005,s.9). 4.1.3. Ekonomik Risk Ekonomik risk, muhasebe ve işlem riskine nazaran daha geniş kapsamlı olup, firmaların birbirlerine karşı olan rekabetçi pozisyonunu etkilemek şeklinde ortaya çıkmaktadır. Örneğin, Fransa’ya bilgisayar ihracatı yapan bir Amerikan şirketi 75 yalnızca Euro’nun Dolar karşısındaki değeriyle değil rakiplerinin para birimlerinin Euro karşısındaki değeri ile de ilgilenmektedir. Çünkü Amerikan firmasının rakiplerinin paraları değer kaybederse bu firmanın ürettiği bilgisayarlar Fransız alıcılar açısından daha ucuz hale gelir ve Amerikan firmanın rekabet gücü yanında satış cirosu da o oranda düşer. Ekonomik risk, bir firmanın anlaşmalara dayalı olsun veya olmasın, nakit akışı üzerindeki toplam döviz kuru riskini ifade etmektedir. Bir şirketin değerinin göstergesi, gelecekte beklenen nakit akımlarının bugünkü değeri olduğundan, kur değişmeleri bu nakit akımlarının bugünkü reel değerini etkiler. Bu da firmanın hisse senetlerinin piyasa değeri üzerinde etkide bulunur. Firmanın , kur değişmelerine bağlı olarak bugünkü değerindeki değişmeleri PV ile, Kur değişmelerini E ile gösterirsek , bir firmanın kurlardaki değişmelerden etkilenmemesi için ; PV/E=0 olması gereklidir. Bu eşitliğin sağlanmadığı durumlarda ise firmalar kur değişmelerinin ekonomik etkisine açıktır. Bu durumun olması da kısa dönemde firmaların likidite durumunda, uzun vade de ise firmanın mali yapısında ve karlılığında etkisini gösterir (Söyler,2003,s.1). 4.2. Döviz Kuru Riskinin Ölçülmesi 1989 yılında çıkarılan “ Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar” ile Türkiye’de sermaye hareketleri büyük ölçüde serbest bırakılmış ve 1990’yıllar genel olarak, sermaye hareketlerine açık bir piyasa ekonomisinin alt yapısının oluşturulması çabalarıyla geçmiştir. Türkiye’de 1990 yıllarda uygulanan para politikalarının ve bu politikaların tamamlayıcısı durumundaki kur politikalarının temel çerçevesi, döviz kurlarındaki artışın belli ölçülerde kısıtlanmasına ve para otoritesinin kur fiyatında örtük veya açık bir taahhüt altına girmesine dayanmıştır. 76 2001 yılı Şubat ayında uygulamakta olan sabit döviz kuru uygulaması terk edilerek serbest ( dalgalı) döviz kuru sistemine geçilmiştir. Serbest kur sisteminin uygulandığı ekonomilerde, kur riskinin sınırlandırılması ve oluşan riskin yönetilmesi temelde riske sahip olan ekonomik birimin sorumluluğundadır. Öte yandan, Türkiye gibi, yurtdışı kaynakları yoğun bir şekilde kullanan ve kısmen dolarize olmuş gelişmekte olan piyasa ekonomilerinde, kur düzeyini sadece mal ve faktör ticareti değil, sermaye hareketleri ve yurtiçi yerleşiklerin portföy tercihleri gibi unsurlarda etkilemektedir. Dolayısıyla ekonomiye hızlı sermaye girişi ve çıkışı , para ikamesi veya ters para ikamesi gibi süreçlerin yaşanması, ekonomik birimleri kur riskine karşı daha hassas hale getirmekte ve kur riskinin yönetilmesini zorlaştırmaktadır. Kur riski kontrol edilmediğinde bankacılık krizi, döviz krizi oluşmaktadır. Bu nedenle, bankacılık sektörü başta olmak üzere ekonomideki tüm kesimlerin kur riskinin, karar verici otoriteler tarafından dikkatle takip edilmesi gerekmektedir (BDDK, 2006,s.8). Bankaların mevcut ve potansiyel riskler nedeniyle oluşabilecek zararlara karşı konsolide ve konsolide olmayan bazda yeterli özkaynak bulundurmalarının sağlanması amacıyla; BDDK tarafından kabul edilen ve 10.02.2001 tarih ve 24314 1. Mükerrer sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlülüğe giren , “Bankaların Sermaye Yeterliliğinin Ölçülmesine ve Değerlendirilmesine İlişkin Yönetmelik”in 4. ve 5. maddeleriyle , bankaların piyasa riskine maruz kalan tutarlarını konsolide ve konsolide olmayan esaslara göre hesaplamaları hüküm altına alınmıştır. Söz konusu Yönetmeliğin Geçici 1 inci maddesiyle , konsolide olmayan esasa göre hesaplanan piyasa riskine maruz tutarın 01.01.2002 tarihinden, konsolide esasa göre hesaplanan piyasa riskine maruz tutarın ise 01.07.2002 tarihinden itibaren sermaye yeterliliği standart rasyosuna dahil edilmesi esas getirilmiştir ( BDDK,2006,s.2). Bankacılıkta döviz kuru riskinin piyasa riski içinde olduğunu daha önce belirtmiştik. Günümüzde piyasa riskinin ölçümünde standart methot ve VaR yöntemleri kullanılmaktadır. 77 BDDK tarafından 8.2.2001 tarihinde çıkarılan Bankaların İç Denetim ve Risk Yönetimi Sistemleri Hakkındaki Yönetmelik ile 10.2.2001 tarihinde çıkardığı Bankaların Sermaye Yeterliliğinin Ölçülmesine ve Değerlendirilmesine İlişkin Yönetmelik ile bankalarda risk yönetimi sistemini yasal bir zorunluluk haline getirmiş sermayenin üstlenilen riske paralel bir yapı arz etmesinin önemini vurgulamıştır. Otorite yukarıda bahsi geçen Yönetmelikte piyasa riskinin yönetimine ilişkin olarak, yapılması gereken faaliyetlerden birisi olarak Riske Maruz Değer (RMD) hesaplamalarını önermiştir. 4.2.1. Standart Methot Günümüzde “riske maruz değer” tutarını tahmin etmeye yönelik bir risk ölçüm modeli bulunmayan ya da bulunmakla beraber modelin işlerliği BDDK ‘ca yeterli görülmeyen bankalar tarafından , genel piyasa riskleri ve spesifik risklere karşı bulundurulması gereken sermaye tutarını belirlemeye yönelik olarak uygulanan ölçüm yöntemidir. Kur riskine esas sermaye yükümlülüğünün hesaplanmasında , bankaların tüm döviz varlıkları ve yükümlülükleri , vadeli döviz işlemleri, swaplar gibi kur riski içeren türev sözleşmeleri dikkate alınır (BDDK, 2003,s.19). Bankalar, yabancı para pozisyonları nedeniyle yüklenmiş oldukları piyasa riskini hesaplarken, iki aşamadan oluşan bir işlem gerçekleştirmektedirler. Öncelikle, her bir yabancı para pozisyonu nedeniyle karşılaştıkları riski , sonra tüm yabancı paralar cinsinden sahip oldukları uzun ve kısa pozisyonların bileşimi nedeniyle karşılaştıkları riski hesaplamaktadırlar. Bankanın bir yabancı para cinsinden net açık pozisyonu, o yabancı para cinsinden taşıdığı net günlük pozisyonunun , net gelecek pozisyonunun, garantilerinin, gelecekte net gelir ve gider pozisyonunun ve o yabancı para cinsinden kar-zarar anlamına gelebilecek diğer tüm kalemlerin toplamını ifade etmektedir. Bu 78 açık pozisyon hesaplanırken, gerçekleşmiş ancak henüz alınmamış faizler ile gerçekleşmiş ancak henüz ödenmemiş giderler dikkate alınacaktır. Beklenen faiz gelirleri ile giderler ise tutarlar belli değilse dikkate alınmayacaktır. Gelecekteki yabancı para pozisyonları ve altın hesapları bugünkü değerleri ile dikkate alınmaktadır. Bankanın yabancı para cinsinden sahip olduğu eşleşen pozisyonlarının, onu döviz kurlarındaki değişikliklere karşı koruması , sermaye tabanındaki kayıplara karşı da koruyacağı anlamına gelmemektedir. Sermaye tabanı ülke parası cinsinden, ancak yükümlülükleri yabancı para cinsinden olan bir bankanın SYR’si , ülke parasının değer yitirmesi halinde düşecektir (Değirmenci,2003,s.29). 4.2.2. Riske Maruz Değer VaR bir organizasyonun portföyünün gelecekteki pazardaki değişkenliklerden ( faiz değişimleri, kur farklılıkları vs ) kaynaklanan zarar olasılığının ölçümüdür. Bir VaR analizinin klasik bir sonucu “Gelecek hafta içerisinde banka %5 olasılıkla 5 milyon dolardan fazla kayba uğrayabilir” şeklinde bir ifade olabilmektedir. Buradan kısaca “ VaR, olası kaybın ifade edilmesidir” denilebilir. Riske maruz değer ; elde tutulan bir portföy ya da varlık değerinin , faiz oranlarında , döviz kurlarında ve hisse senedi fiyatlarındaki dalgalanma nedeniyle meydana gelebilecek değişiklikler sonucunda maruz kalabileceği en yüksek zararı, belli bir zaman diliminde ve belli bir olasılık seviyesinde ifade eden ve muhtelif sayısal yöntemlerle tahmin edilen değerdir (BDDK,2003,s.2). RMD hesaplaması için gerekli bazı standartlar bulunmaktadır. Bu standartlar ana hatlarıyla şöyledir ( www.bddk.org.tr/turkce/basel/basel/Pillar-1.pdf). - RMD hesabında tek taraflı %99 güven aralığı kullanılmalıdır. - RMD hesabında kullanılan tarihsel veri en az 1 yıllık olmalıdır. - En az üç ayda bir veri seti güncelleştirilmelidir. 79 - Asgari elde tutma süreleri aşağıdaki gibidir : Tablo 4.1 RMD Hesaplamalarında Asgari Elde Tutma Süreleri İşlem Asgari elde tutma Şartlar süresi Repo Diğer sermaye piyasası 5 iş günü Günlük yeniden marjinleme 10 iş günü Günlük yeniden marjinleme 20 iş günü Günlük yeniden marjinleme işlemleri (Ör:OTC) Teminatlı borç Kaynak: www.bddk.org.tr/turkce/basel/basel/Pillar-1.pdf Bankalar RMD’nin hesabında, maruz kaldıkları tüm piyasa riklerini kapsaması kaydıyla “Varyans-Kovaryans”, “Tarihi Similasyon” ve “Monte Carlo Similasyonu” yöntemlerinden uygun görecekleri herhangi bir risk ölçüm yöntemlerini kullanabilirler. Riskteki değer, temel olarak belli bir süre için, belli bir güven aralığında ortaya çıkabilecek en yüksek zararı belli bir parasal tutarı ifade etmektedir. Tanımdan da görüleceği üzere iki temel unsurdan oluşmaktadır ;zaman aralığı (elde bulundurma süresi) ve güven aralığı. Dolayısıyla RD (riskteki değer), herhangi bir kıymetin belli bir sürede (10 gün gibi), belli bir olasılıkla (%95, %99 gibi) ne kadar değer kaybedebileceğinin istatistiki yöntemler kullanılarak hesaplanmasıdır. Başka bir deyişle RD , “….yüzde x” olarak emin olabiliriz ki önümüzdeki “N” gün içinde “V” ABD Doları’ndan daha fazla kaybetmeyeceğiz” şeklinde bir önermenin üretilmesine imkan vermektedir ( www.spk.gov.tr/yayinlar/yayinlar.htm.) Bankalar RMD’nin hesabında , maruz kaldıkları tüm piyasa risklerini kapsaması kaydıyla “Varyans-Kovaryans”, “Tarihi Similasyon” ve “Monte Carlo 80 Similasyonu” yöntemlerinden uygun görecekleri herhangi bir risk ölçüm yöntemini kullanabilirler ( BDDK,2003,s.10). Varyans-Kovaryans yönteminde, fiyat değişikliklerine ilişkin geçmiş döneme ait verilerden hesaplanan istatistikler kullanılmakta , buna ek olarak piyasalar içindeki ve arasındaki korelasyonlar dikkate alınmaktadır. Varyans-Kovaryans yöntemi , parametrik yöntem olarak da adlandırılmakta olup , parametrik RD analizinde istatistikler (örneğin; ortalama ve varyans gibi parametrik özellikleri olan bir kitleden geldiği varsayımı altında) zaman serileri kullanılarak tahmin edilmektedir. Tarihi similasyon yönteminde , portföyün riskini hesaplamak için standart sapma ve korelasyon hesaplamaya gerek yoktur. Portföyün olası kar veya zararlarının dağılımı , piyasa etkenlerinin geçmiş N dönem boyunca gerçekleşmiş olan değişimlerinin mevcut portföye uygulanması suretiyle elde edilmektedir. Bu şekilde piyasa fiyatları ile değerlenmiş N adet varsayımsal portföy değerine ulaşılmakta ve bu varsayımlar portföy değerlerinin her biri, portföyün mevcut değeri ile karşılaştırılmakta , elde edilen farklar varsayımsal kar veya zararları vermektedir. Monte Carlo Similasyon yöntemi , en güçlü risk ölçüm yöntemdir. Tarihi similasyon yöntemiyle aralarında benzerlikler olmasına karşın iki yöntem arasındaki temel farklılık tarihi similasyon yönteminde varsayımsal portföy kar veya zararlarını oluşturmak için tarihi örnekleme döneminde piyasa etkenlerinde gözlemlenen gerçek değişimler kullanılırken, Monte Carlo similasyon yönteminde piyasa etkenlerindeki olası değişimleri yeterli düzeyde temsil edebileceği düşünülen istatistiki dağılımın seçilerek, gerçek olmayan rassal piyasa fiyat ve oranlarının üretilmesidir. Oluşturulan bu rassal değerler mevcut portföye ilişkin varsayımsal kar ve zararların dağılımını elde etmede kullanılır (www.spk.gov.tr/yayinlar/yayinlar.htm.). VaR modellerini en zayıf noktası “en kötü durumu” göstermemeleridir. Olasılık dağılımları belirlenen güvenilirlik aralığı içindeki alanı temsil eder. Oysa gerçek hayatta çok düşük olmakla birlikte bu alanın dışında da bazı olaylar yaşanmaktadır. Ayrıca VaR modelleri toplam kaybı göstermez. Örneğin; bir işlem 81 gününde 1 milyon doların risk altında olduğunu gösteren VaR , ikinci, üçüncü ve takip eden günlerdeki kayıplarla ilgili bilgi sağlamaz. VaR modellerin bu eksikliklerini telafi etmeye yönelik çabalar stres testleri ve senaryo analizlerini gündeme getirmiştir. Stres testleri ve senaryo analizleri, porftöyün en zayıf noktasını bularak bu noktanın ne kadar baskıya dayanabileceğini, söz konusu baskı ve gerilimin gerçekleşmesi durumunda nasıl bir şekil alacağının hesaplama temeline dayanmaktadır. Bu modelde, olasılık dağılımının uç noktalarında yer alan olaylar nicel olarak ölçülür, geçmişte yaşanan olaylardan elde edilen veriler kullanılarak kuruma özgü ve piyasa genelini kuşatan özel durumlar belirlenir, piyasalarda yaşanan ani dalgalanmalar ve aşırı büyük standart sapma durumları göz önüne alınarak adeta bir mukavemet denemesi yapılır. 4.3. Dövizli İşlem Türleri ve Riskten Korunma Araçları Döviz ticaretinde iki temel piyasa veya türünü birbirinden ayırmak gerekir. Bunlar a) peşin veya spot işlemler b) vadeli işlemlerdir. 4.3.1. Peşin İşlemler Bu işlemler iki farklı ulusal paranın karşılıklı olarak alım satımına dayanır. Sözleşmenin akdedilmesi ile nakden veya hesaben teslimi arasında genelde en fazla iki gün süre vardır. Dövizler hemen teslim edilebileceği gibi ülkede geçerli olan adetlere göre, ya bir gün sonra , ya da iki gün sonra teslim edilebilir. Bu tür işlemler teşkilatlanmış ulusal borsalarda standart sözleşme türlerine uygun şekilde yapılabileceği gibi, bankaların kendi aralarında Telefon, Telerade, Reuter gibi bilgi dağıtım araçları aracılığıyla ya da müşterileri ile gerçekleştirilirler ( Kaval , 2000,s.254). Risk, bu işlemlerde çok az olduğu için arbitrajlı işlemlerde en çok spot işlemler tercih edilmektedir. Çünkü, yapılan anlaşmada fiyat, miktar, vade kesinlikle belirlenmiş ve sabittir (Uludağ, Arıcan, 2001,s.381). Uygulamada spot işlemler; overnight[gecelik işlemler, tomorrow/next (günlük) işlemler, spot işlemler ( 2 gün sonra teslimat) spot/week işlemler ( 2 günden 82 sonra başlayıp 1 hafta vadeli işlemler)] olarak ayrılmaktadırlar. Para piyasalarında ticari bankalar tarafından çoğunlukla yapılan bu işlemlerde bir banka herhangi bir işlem için alım-satım fiyatı ( kotasyon) verdiği zaman bunu karşı kurum kabul ederse, işlemi yapmakla yükümlü olmaktadır. Eğer, çift taraflı kotasyon söz konusu ise, kotasyon veren kurumun, sol taraftaki fiyatı alış yapmayı (bid), sağ taraftaki fiyatı ise satış yapmayı ( ask) kabul ettiği fiyatlardır ( Uludağ,Arıcan,2001,s.381). Henüz yurdumuzda teşkilatlanmış döviz borsası bulunmamaktadır. Bu amaçla bir çalışma içinde olduğuna da tanık olunmamaktadır. Ancak T.C.M.B. nezdinde bir Bankalar arası döviz piyasası bulunmakta ve bu piyasada bankalar, yetkili kurumlar ve özel finans kurumları kendi aralarında işlem yapabilmektedirler. Bu piyasada işlem yapabilmek için bazı teminatlarında Merkez Bankası nezdinde sağlanmış olması gerekmekte ve bunları sağlayanlar piyasada işlem yapabilmektedirler. Ayrıca bu piyasada bankaların kendi aralarında takaslaşma veya başka amaçlar için kullanabilecekleri kurlar da belirlenmektedir ve bu belirlenen kurlar izleyen günün başlangıç kurları olmaktadır (Kaval,2000,s.255). 4.3.2. Vadeli İşlemler Sözleşme yapılmakla birlikte teslimatının hemen veya 2 gün yapılmayıp daha sonraki bir günde yapıldığı döviz alış verişi şekline vadeli işlemler denilmektedir. Teslimat 5 yıla kadar uzayabilirse de ağırlık bir ayla bir yıl arasında değişen vadelerde toplanmaktadır. Döviz üzerine vadeli işlemler ağırlıkla kur risklerine karşı korunma amaçlı kullanılırlar. Özellikle uluslar arası ticaretin gelişmesi; finansal transferlerin kolaylaşması, döviz ticaretini ve dolayısıyla vadeli döviz işlemlerinin hacmini artırmaktadır. Bankalar dünya ticaretinde aracı ve kolaylaştırıcı kurumlar oldukları için bu fonksiyonlarını vadeli işlemlere girerek icra ederler. Kaval’a göre bu işlemleri müşterileri ve kendi pozisyonları için olmak üzere iki farklı boyutta yerine getirirler. Müşteri işlemlerinde bankalar özellikle ihracatçı veya ithalatçıların taşıdıkları kur risklerini gidermek veya onları kur ve parite risklerine karşı korunmada yardımcı olmak amacıyla işlem yaparlar. Örneğin bir ihracatçı ilerideki 83 bir tarihte elde edeceği dövizin ulusal para karşılığını bu işlemler sayesinde bugünden sabitleyerek, belirsizlikten kurtulur ve daha uygun bir hesap yapma imkanı bulur. Kendi pozisyonları için yapılan işlemlerde bankalar iki farklı amaç güderler. Bunlar; a) Riskten korunma ( Hedging) b) Spekülasyon ve arbitraj karı elde etmek ( trading) şeklinde özetlenebilir. Birinci pozisyonda bankanın fonksiyonu oluşmuş piyasadan yararlanmak ve kendi aktif- pasif yönetimine uygun işlemeler yapmak iken , ikinci pozisyonda bizzat piyasayı oluşturan veya piyasa fiyatlarının oluşmasında rol oynayan bir konum kazanırlar (Kaval, 2000,s.258). Vadeli piyasaların döviz kurları ile spot(anında teslim) piyasası döviz kurları birbirinden farklıdır. Vadeli teslim fiyatı, spot fiyatından daha yüksek ise , bu döviz vadeli piyasada “prim” yapmakta, aksine bir durumda yani vadeli piyasada daha düşük bir fiyat söz konusu ise, (spota oranla) o zaman “iskonto” dan söz edilmektedir (Uludağ ,Arıcan,2001,s.382) Peşin Fiyat + Prim ( - iskonto) = Vadeli Fiyat Vadeli işlem sözleşmeleri tarihi olarak ilk önce, forward olarak piyasaları ve işlemleriyle ortaya çıkmış, daha sonra yakın dönemde (1970’li yılların başında) futures piyasaları oluşmuş ve gelişmiştir. Bu işlemleri dört ana grupta toplamak mümkündür: - Vadeli İşlemler (Forwards) - Gelecek Döviz İşlemleri ( Futures) - Swap İşlemleri (Swaps) - Döviz Opsiyonları (Options) 84 4.3.2.1. Forward İşlemler Forward sözleşmeleri, belirli bir miktar para veya herhangi bir finansal varlığın, önceden belirlenen bir fiyatla, gelecekteki bir tarihte alımı veya satımının öngörüldüğü cayılamaz sözleşmelerdir. Forward işlemlerine, döviz, altın, mal, hatta diğer türev araçlar bile konu olabilmektedir.İşlemlerin bir diğer özelliği ise, tezgah üstü olmalarıdır. Bu nedenle standart kontrat büyüklükleri, işlem teminatları ve fiyat adımlarının olmaması, sözleşme taraflarına ihtiyaca göre hareket serbestisi sağlamaktadır. Bu işlemlerde, ‘’vade, miktar, ödemenin tarihi, yeri, ödenecek fiyat vb. tüm koşullar anlaşmanın yapıldığı tarihte taraflarca saptanmaktadır” (Örten,2001,s.39). Forward sözleşmeler, bir malın veya finansal varlığın ileride teslimini öngörmesine rağmen, bu işlemler, peşin piyasa işlemi sayılmaktadırlar (Alpan,1999,s.2). Oysa fiziki teslimin yanında ödeme de, ilerideki bir vadede gerçekleşmektedir. Forward sözleşmeler vadeli işlemlerin en basitidir. Forward işleminde alım ve teslim anlaşması arada üçüncü bir taraf olmaksızın , alıcı ve satıcı arasında belirlenen miktarlar üzerinden yapılmaktadır. Yapılan sözleşme ile hem geleceğe dönük fiyat , hem de teslim edilecek miktar ve malın kalite özellikleri taraflar arasında saptanmaktadır.Anlaşma koşullarına uyulmaması halinde üçüncü bir tarafın ya da kurumun garantisi söz konusu değildir (Tevfik, 1997,s.162). Forward işlemlerin bir diğer özelliği, sözleşmedeki değerin ancak vadede ortaya çıkması, sözleşme başlangıcında ve süresince herhangi bir ödeme yapılmamasıdır. Forward işlemler; - Düz Forward (Outright) - Swaplı Forward İşlemler - Uzun Vadeli Forward Döviz Anlaşmaları (LTFX) - Vade Opsiyonlu Forward Sözleşmeleri 85 - Döviz Bekletme Hesapları olmak üzere 5 çeşittir diye biliriz. Vadeli işlemler bir yandan riskten koruma amaçlı kullanılırken diğer yandan sadece spekülatif amaçlı olarak da yoğun şekilde kullanılmaktadır. 4.3.2.2. Futures İşlemleri Dünyadaki belirli borsalarda, belirli bir yabancı paralar, standart nitelikte ve miktar ve vadelere bağlı olarak, vadeli şekilde alınıp- satılması işlemlerine futures işlemlerine futures işlemler denilmektedir. Finansal futures kontratları bir finansal ürünün bugünden belirlenen bir fiyat üzerinden gelecekte belirlenen bir tarihte, alım ya da satım yükümlülüğünü içeren sözleşmelerdir. Bu sözleşmeleri, forward sözleşmelerden ayıran en önemli özellik, standartlaşmış formlarda olmalarıdır (Uludağ, Arıcan, 2001,s.383). Futures sözleşmelerde iki taraf vardır. Satıcı durumunda olanın pozisyonuna short, alıcı durumuna olanın pozisyonuna long denmektedir. Satıcı durumunda olan taraf vade tarihinde nakit karşılığı mal teslimini, alıcı taraf ise vade tarihinde mal karşılığında nakit teslimini kabul etmiştir. İki tarafın üzerine futures yazılan ürünün gelecekteki fiyat hareketi hakkında farklı beklentileri vardır. Satıcı fiyatın düşeceğini , alıcı fiyatın yükseleceğini düşünmektedir (Altuğ, 2000,s.312). Futures piyasalarda, etkin bir şekilde çalışmak ve alım satım işlerini yönetebilmek için çeşitli kurallar ve prosedürler vardır. Futures sözleşmelerinde bir işlem, bir pozisyonun açılması veya kapatılması şeklinde gerçekleştirilir. Bir futures sözleşmesinin başlangıçtaki açılış ya da kapanışı alıcı ve satıcı için bir açık pozisyon oluşturur. Satıcı açık pozisyondadır. Çünkü sahip olmadığı bir malı sattığından “short” (kısa) pozisyondadır. Alıcının pozisyonuna sözleşme malın gelecekteki satın alımını içerdiğinden “long” (uzun) pozisyon denir (Kırım,1990,s.30). Futures işlemleri , futures borsalarında “Pit” denilen özel yerlerde gerçekleştirilmektedir. Futures işlemleri, borsa aracıları (komisyoncuları) ve seans 86 işlemcileri (flor traders ,locals) kanalıyla gerçekleşmektedir. Futures sözleşmelerinin fiyatları, borsada arz ve talep tarafından belirlenmektedir. Aracılar, müşterilerinin emirlerini borsa salonuna aktarmakla ve ilgililere duyurulmasını sağlamaktadır. Alış ve satış fiyatları eşleşince , işlem gerçekleşmektedir. Borsa , bu fiyatı herkese açık olarak ila etmekte , alıcı ile satıcı yüz yüze gelmemektedir (Seyidoğlu,1994,s.83). Teslim bir futures sözleşmesinin ya da sözleşmenin ilgili olduğu varlığın ya da nakit paranın satıcıdan alıcıya fiziksel olarak verilmesi işlemidir. Genellikle teslim işlemi peş peşe üç günlük süreci gerektirir. Bu süreç son teslim gününden iki gün önce başlar . Takas odası üyesi olan firmalar, uzun pozisyonda olan (alıcı durumunda olan) müşteri hakkında takas odasına bilgi verirler. Kısa pozisyonda olanlar da teslim gününden iki gün önce takas odasına kontratı teslim etmek istediklerini bildirirler. Bu güne niyet bildirim günü denir. Bundan sonraki iş gününe de pozisyon günü denir. Bu günde takas odası pozisyon sahibine teslim yapılacağına ilişkin bilgi verir. Üçüncü günde teslim günü olup, uzun pozisyon sahibi (alıcı) kısa pozisyon sahibine ( satıcı) ödemede bulunarak kontratı teslim eder. Her futures kontrat bir teslim ayına sahiptir. Bu aylar kontrattan kontrata değişiklik gösterebilir. Söz konusu aylar borsa tarafından piyasa katılımcılarının gereksinimlerini karşılayacak şekilde belirlenir ( Chambers, 1998,s.10). Futures piyasalarında fiziksel teslim payı , toplam işlem hacminin %1 ‘i kadardır. Genellikle futures sözleşmeleri, ters işlem yapılarak tasfiye edilmektedir ( Ersan,1997,s.30). Futures borsa sözleşmeleri borsa ürünleri olmaları nedeniyle miktar ve vade konularında standarttırlar. Futures sözleşmeleri ihtisas borsalarında işlem görürler. Bu piyasalarda hedging yapan kişinin asıl amacı fiziki teslimat değil, spot ürünün fiyat riskine karşı korunmadır (Aksoy,1998,s.216). 4.3.2.2.1. Futures İşlem Türleri Futures işlemleri ; döviz futures sözleşmeleri ve faiz futures sözleşmeleri olmak üzere iki çeşittir. 87 a- Döviz Futures Sözleşmeleri Döviz kurlarında gelecekte meydana gelebilecek olumsuz dalgalanmalara karşı döviz gelecek sözleşmeleri yoluyla korunma sağlanabilir. Döviz gelecek işlemleri, ilgili borsalarda belirli yabancı paraların belirli nitelikteki miktar ve vadelere bağlı olarak fiyatın önceden kararlaştırıldığı sözleşmelerle alınıp satılabilir. Bu sözleşmelerde alınan ve satılan dövizin cinsi, miktarı ve vadesi standart olup, ancak bazı belli başlı borsalarda yapılabilir. Daha önce değindiğimiz gibi futures sözleşmelerinde, alım durumunda olan bir banka uzun pozisyonda,satım sözleşmesine sahip olan ise kısa pozisyondadır. Bankalar açısından bir risk yönetim modeli olan bu durum, bankanın ilerideki bir tarihte borç ve alacaklarını döviz kuru değişikliklerine karşı korumak ya da kar etmek amacıyla spekülatif amaçla kullanılabilir. b- Faiz Futures Sözleşmeleri Bankalar ve diğer mali kuruluşlar piyasada olabilecek faiz riskine karşı, gelecek piyasasından kısa ve uzun vadeli faiz futures sözleşmeleri alıp- satarak kullanabilirler. Eğer faiz oranının düşeceği tahmin ediliyorsa futures sözleşmesi alınır, yok eğer faiz oranını artacağı tahmin edileceği tahmin ediliyorsa futures sözleşmesi satarak piyasanın dalgalanmalarından korunulabilir. Bu sözleşmeler sayesinde banka, gelecekte tahmin edilen oranların üstünde ya da altında faiz oranı dalgalanmalarına karşı pozisyon maliyetlerinin dengede tutarak korunma sağlayabilir. Özellikle bankaların döviz pozisyon yönetimleri, futures sözleşmesi yaparak sağlayabilecekleri en önemli fayda ve strateji; pozisyon maliyetlerinin kontrolü ve kar akışının doğru bir şekilde tahmin edilmesi ve yapılmasıdır. 4.3.2.3. Döviz Opsiyonları Döviz opsiyonları geleceğe yönelik piyasalardan biri olup, süresi dolmadan önce ya da süresi dolduğunda, sözleşmenin uygulamaya konulmaması yani iptal 88 edilme imkanının bulunduğu sözleşme türlerini kapsamaktadır. Diğer gelecek piyasalarında olduğu gibi bu tip sözleşmelerde borsalarda alınıp satılmaktadır. Opsiyon sözleşmeleri de , gelecek döviz işlemlerinde olduğu gibi, alınacak ve satılacak döviz miktarı ve uygulanacak fiyatlar yönünden standart bir hale getirilmiştir. Ayrıca, döviz opsiyon sözleşmesi yapmak isteyenler, bu sözleşmeleri borsaya kayıtlı satıcılarla yapabilmektedir. Bu sözleşmeler müşterilerine belirli miktar bir dövizi belirli fiyattan satma veya alma hakkı verirler. Opsiyon sözleşmeleri sınırlı sayıda döviz üzerinden yapılmakta ve sözleşmelerin bitiş tarihide sabit olmaktadır. Ancak sözleşme süresi bitmeden ya da bittikte sonra istenildiğinde sözleşmeden vazgeçebilme imkanı bulunmaktadır (Uludağ, Arıcan,2001,s.388). Opsiyon sözleşmesi, bir ürünün belli bir miktarını gelecekte belirli bir tarihte veya bu tarihe kadar belli bir fiyattan alma veya satma hakkını içeren bir anlaşmadır. Opsiyon’u satın alan tarafa ( buyer/ holder) , satan tarafa ( sözleşme yazan) (writer /garantor) adı verilir. Opsiyon satma işlemi , opsiyon yazmak şeklinde ifade edilir. Satan tarafı alan tarafa bir fiyat garantisi vermekte ve fiyat değişmesinden doğacak riski yüklenmektedir. Ancak, bu garanti verme karşılığında, opsiyon’u satan taraf , alan taraftan bir opsiyon primi talep eder. Bu peşin ödenir. Opsiyon primini üç faktör belirlemektedir. Bunlar; içsel değer, zaman değer ve volatilite ‘dir. İçsel değer, opsiyon işleme konulduğu realize edilecek olan para miktarıdır. Diğer bir ifade ile bu değer işlem fiyatıyla , futures fiyat arasındaki farktır ( bu fark işlemin getirisini gösterir) . İşlem fiyatı ise, alım opsiyonu alıcısını futures sözleşmesini alabildiği fiyat, satım opsiyonu alıcısının ise futures sözleşmesini satabildiği fiyattır (Uludağ, Arıcan, 2001,s.388). Opsiyon alıcısının maksimum zararı ancak ödediği prim kadar olup, karda ise bir limit bulunmamaktadır. Opsiyon satıcısının maksimum karı, ödenen prim miktarı ile sınırlıdır. Buna karşılık zararın, bir sınırı yoktur . diğer bir deyişle, alıcının satıcıya ödediği prim; satıcının fiyat değişmesinden doğan riski üstlenmesi yani fiyat garantisi vermesinin bedelidir. Bu opsiyon işlemleri finansal ürünler üzerinden (döviz, faiz, hisse senedi, orsa endeksi ve altın gibi), düzenlenebildiği gibi emtia ürünleri üzerinden de hesaplanabilir. 89 Opsiyon işlemleri uygulamada hedging amacıyla kişi ve kurumlar tarafından yoğun olarak kullanılmakta olup, iki ana türde yoğunlaşmıştır. 4.3.2.3.1. Alım Opsiyonları Bu opsiyon , opsiyon sahibinin belirli bir finansal ürünün veya emtianın belirli bir miktarını ilerdeki bir vadede, başlangıçta üzerinde anlaşma sağlanmış olan fiyat üzerinden alma hakkını veren bir sözleşmedir. Başka bir deyişle, opsiyonu satan kişi, opsiyon sahibi bu hakkını kullanmak istediği takdirde belirlenmiş olan fiyattan satmakla yükümlüdür. 4.3.2.3.2. Satım Opsiyonları Opsiyon’u elinde bulunduran kişiye belirli bir finansal ürün veya emtiayı belirli bir vadenin sonunda satma hakkını veren bir sözleşmedir. Böylece ,satım opsiyonu satan kişi, satın almak isteyen kişiye ( alıcısına) bu hakkı kullanmak istediği takdirde, sözleşmedeki ürünü (mal) belirlenmiş fiyattan almak zorundadır. Opsiyon sözleşmeleri, futures sözleşmeleri ile de birlikte de düzenlenebilmektedir. Örneğin bir alım opsiyonu ; alıcıya yapılan futures sözleşmeyi belirli bir fiyattan opsiyon vadesi içinde alma hakkını vermektedir. Bu durumda, alım opsiyonu, alıcısı kendisini fiyat yükselişlerine karşı korumaya alırken düşük fiyatlardan yararlanma imkanlarını kendisine sağlamış olmaktadır. Aynı şekilde bir satım opsiyonu ; alıcısına yapılan futures sözleşmeyi belirli bir fiyattan opsiyon vadesi içinde satma hakkını verebilmektedir. Bu durumda, satım opsiyonu alıcısı kendisini yine fiyat düşmesine karşı korumaya alırken fiyat artışından da kar sağla imkanını garantilemiş olmaktadır. 4.3.2.4. Swap İşlemleri Swap İngilizce kökenli bir sözcük olup değiştirme, takas anlamına gelmektedir. Döviz kurları ve faiz kurlarına karşı geliştirilen , fon kullanıcılarına farklı piyasalardaki uygun fonlara erişebilme , bu fonların uygun kullanımını sağlama , riski azaltma ve sabit faizli bir fonu değişken faizli bir fonla değiştirme 90 imkanı veren finansal bir tekniktir (Bal,2001,s.148). Diğer, benzer finansal tekniklere oranla oldukça kısa bir geçmişe sahiptir. Ancak swap piyasaları hızlı bir gelişme göstermişlerdir. Swap işleminin özü, alacakların bulunduğu finansal piyasadaki konumuna dayanarak, bir tarafın diğer tarafa karşı sağladığı göreli üstünlüğü ,arbitraj amacıyla değiştirmesidir. Böylece , finansal piyasadaki konumu nedeniyle, göreli maliyet üstünlüğüne sahip olan işletme, swap sözleşmeleriyle, diğer işletmenin bu üstünlüğe ulaşabilmesine olanak sağlamaktadır. Swap piyasaları iki ayrı katılımcı grubundan oluşur. Bunlardan birisi son kullanıcılar ( end-users) ve diğeri aracılardır (inter mediaries ). Son kullanıcılar, çok çeşitli kuruluşlar olabilmektedir. Dünyanın her yerindeki bankalar, şirketler, tasarruf sendikaları, sigorta şirketleri, devlet kuruluşları, uluslar arası teşkilatlar ve devletler swap piyasasına son kullanıcı olarak katılırlar. Bunlar kur ve faiz riskinden korunmak, kaynak kullanımı maliyetlerini azaltmak, aktif getiri oranlarını yükseltmek amacıyla swap yaparlar. Aracılar ise komisyon ücreti almak, kazanç sağlamak (spekülasyon yapmak ) gibi amaçlarla swapı kullanırlar. Aracılar döviz ve faiz swaplarının gerçekleştirilmesi için karşılıklı ihtiyaçları tespit eder ve tarafları bir araya getiriler. Ayrıca, swap anlaşmasına göre tarafların yükümlülüklerini yerine getirmesinde garantörlük yaparlar ( Gümüşeli, 1994,s.69). 4.3.2.4.1. Swap Türleri Swapların uluslararası piyasada çok değişik türleri vardır. Bunlar yapı itibariyle, faiz swapları ve para swapları şeklinde gruplanabilir. a-Para(Döviz) Swapı Bir sermaye tutarı ve buna bağlı olan faiz yükümlülüğünün bir diğer para birimi üzerinden eşit sermaye tutarı ve buna ait olan faiz yükümlülükleriyle değiş – tokuş edilmesidir. Diğer deyişle bir para swapı bir para birimindeki sermayenin ve bu sermayeden doğan faizin diğer bir para birimindeki bir sermaye ve bunun yarattığı faiz dönüştürülmesini ifade etmektedir. Bu işlemin yapılabilmesi için vade ve 91 tutarlarda aynı ilgiye sahip , fakat ters para birimi üzerinden gereksinimi bulunan iki tarafın var olması gerekmektedir ( Fettahoğlu, 1991,s.18). Döviz swaplarına genellikle ya istenen para cinsinin bulunamaması ve başka döviz cinsinden kredi bulunup bunun istenen döviz cinsine swap edilmesi ya da istenen para cinsi yerine daha düşük döviz cinsinden swap edilmesi nedeniyle ihtiyaç duyulmaktadır (Erdoğan, 1995,s.61). Para(döviz) swapları üç şekilde gerçekleşir. Sabit Faizden / Sabit Faize Döviz Swapı; Bu tip swaplarda belirli bir döviz borcu için belirlenen sabit faiz ödemelerinin , diğer farklı bir döviz cinsinden belirlenen borcun, sabit faiz ödemesiyle takas edilmesidir. Burada taraflar benzer vadeli anaparalarını karşılıklı olarak sabit faiz üzerinden değiştirirler. Sabit Faizden / Değişken Faize Döviz Swapı; Bu swap türündeki vadedeki anapara ödemeleri de dahil olmak üzere , taraflardan biri değişken faizli belli para cinsinden borcunu, sabit faizli başka bir para birimine dönüştürürken ; karşı taraf sabit faizli borcunu değişken faizli başka bir para birimine çevirmektedir. Taraflar, kendileri açısından avantajlı oldukları finans pazarlarında ilgili para birimleri üzerinden fon sağlamakta daha sonra farklı para birimlerinden sağlanan bu fonları, belirli bir kur üzerinden geri ödenmek üzere karşılıklı olarak değiştirmektedirler. Sağlanan fonlardan bir değişken faizli, karşıt para ise sabit faizli olmakta ve swap anlaşması vade süresince faizlerinde taraflarca karşılıklı olarak ödenmesini kapsamaktadır (Akgüç,1994,s.103). Değişken Faizden / Değişken Faize Döviz Swapı ; Bu swaplar herhangi bir döviz cinsinden değişken faizli olarak borçlananların, bu borçlarını diğer bir değişken faizli, farklı döviz cinsindeki borca dönüştürme olanağı tanır. Bu durunda iki tarafta farklı döviz ve para piyasalarından borçlanma yeteneklerinden istifade ederek avantajlı borçlanma imkanına kavuşmuş olurlar (Selvi,1997,s.24). 92 b- Faiz Swapı Faiz swapının temelini , kredi değerliliği farklı iki işletmenin aynı tutarda, faiz oranları değişik borçlarının gerektirdiği ödemeleri elli bir sürede değiştirmeleri oluşturmaktadır. Sabit faizi değişken faize,değişken faizi sabit faize, değişken faizi, değişken faize çevirmek şeklinde , faiz ödemelerinin niteliğini değiştirerek borç ödemelerinin yapısını değiştirme işlemidir. Klasik uygulamada ,aynı tutar ve vadedeki borçların faizini değiştirmek üzere swap yapılmaktadır. Bu işlemde sadece faiz ödemeleri el değiştirmekte, anapara değiştirilmemektedir. Faiz swapı bir finansman kaynağından kredi temin eden şirketlere, kredi faizlerinin ödeme şeklini değiştirme imkanı sağlamakta ve şirketler kredi maliyetlerini (faizlerini) ucuzlatabilmek amacıyla faiz ödemelerini eşit büyüklükteki başka bir kredinin değişik biçimdeki faiz ödemeleriyle swapa sokabilmektedir. Bu işlemler genellikle farklı kredi değerliliğine sahip taraflar arasında yapılmakta, kredi değerliliği düşük olan taraf yüksek kredi değerliliğine sahip olan tarafa bir swap primi ödemekte ve işlem sonunda her iki tarafta kredi maliyetlerini ucuzlatmaktadır ( Öcal, 1999,s.257). 93 5. AÇIK POZİSYONLAR VE TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNDE KRİZLER Bu bölümde açık pozisyonun tanımı, 2000 Kasım ve 2001 Şubat krizlerinin nedenleri , kriz zamanındaki büyük görev zararlarından son 5 yılda sektörün en karlı bankası olan T.C. Ziraat Bankası’nın bu duruma nasıl geldiği ve Türk Bankacılık sektörünün 2006 yılı değerlendirilmiştir. 5.1. Açık Pozisyon Bankaların, herhangi bir döviz cinsinden bilançosunun aktifinde yer alan kalemleri ile bilanço dışında yani nazım hesaplarda izlene ve gelecekte alacak doğuracak kalemleri; o döviz cinsinden varlık ve alacaklarını , pasifinde yer alan kalemler ile bilanço dışında yer alan taahhüt kalemleri de o döviz cinsinden borç ve yükümlülüklerini oluşturur. Varlık ve alacak toplamı ile borç ve yükümlülükler toplamının birbirlerine denk olmadığı pozisyon uluslar arası terminolojide “açık pozisyon” olarak adlandırılır. Varlık ve alacaklar toplamının , borç ve yükümlülükler toplamından fazla olması o döviz cinsinden “uzun veya fazla pozisyonu”, borç ve yükümlülükler toplamının varlık ve alacaklar toplamından fazla olması ise o döviz cinsinden “açık pozisyonu” gösterir. Dövizli aktifler ile pasifler arasındaki fark, kur riskini belirlemede önemli bir göstergedir. Örneğin;bir banka, toplam dövizli borçlarını karşılayabilecek kadar dövizli aktife sahip değilse, diğer bir ifade ile bankanın belli bir para birimi cinsinden yabancı para yükümlülükleri varlıklarını aşıyorsa, banka “açık pozisyon riski” taşımaktadır. Bankalar, örneğin döviz kredileri nedeniyle aktiflerinde yabancı para varlık bulundurur. Dolayısıyla eğer bir bankanın bilançosunun aktifindeki yabancı para cinsinden kredilerinin tutarı , pasifindeki yabancı para cinsinden mevduat ve sendikasyon kredilerinden daha fazlaysa banka uzun pozisyonda, tam tersi durumda ise kısa pozisyonda bulunacaktır. Kur riskinden korunmak için banka aktifindeki 94 yabancı para varlıklar ile pasifindeki yabancı para yükümlülüklerini eşitleyerek pozisyonunu sıfırlayabilir. Buna karşın, modern bankacılık sisteminde, bankaların amacı kur riskini sıfırlamak değil , kur riskini yönetmektir. Kurları doğru tahmin ederek pozisyon alan bir banka kurlardaki değişimlerden korunmakla yetinmeyip önemli oranda gelir elde edebilecek ve piyasa değerini arttırarak hisse senedi performansına katkıda bulunacaktır ( Candan,2006,s.267). Candan ve Özün’e göre bir bankanın, bilançosundaki yabancı para kıymetlerle ilgili olarak üç farklı pozisyon alması mümkündür. a) Nötr Pozisyon Türk Lirası ve yabancı para cinsinden yükümlülüklerinin, Türk Lirası ve yabancı para cinsinden varlıklarına eşit olması durumunda bana döviz pozisyonu açısından nötr durumdadır. Aktif kalitesinde herhangi bir bozulma olmaması durumunda, yıl sonu karının döviz kurları ile pek ilişkisi yıl sonunda alınan ve verilen faizlerin cari kurdan TL karşılıkları üzerindeki etkisi ile oluşacaktır. Kurların değişmesi yalnızca yabancı para cinsinden net faiz gelirlerinin yıl sonundaki TL karşılığını etkilemekte, kaynak ve plasman tutarları eşit olduğu için anapara tutarları üzerinden alınan ve verilen kur farkı gelir ve giderleri birbirine eşit ve net yabancı para kar/zararı sıfır (0) olmaktadır. b) Yabancı Paraya Karşı Açık (Kısa) Pozisyon Bankanın yabancı para yükümlülükleri yabancı para varlıklarından yüksekse, banka yabancı paraya karşı açık(kısa) pozisyon almış demektir.Bu bilanço yapısı ile banka yabancı paraya karşı açık, TL’na karşı ise uzun pozisyon taşımaktadır. Koşullar değişmez ve bankanın aktif kalitesinde bozulma oluşmaz ise banka bilançosundaki alınan ve ödenen faizlerin cari kurdan TL karşılıkları kurlara bağlı olarak değişecek, ayrıca, yabancı para pasif ve aktif tutarları farklı olduğu için anapara üzerinden alınan ve ödenen kur farkı geliri ve giderleri de farklılaşacak, banka, kurların yılbaşındaki kura göre artmasına, azalmasına ve değişmemesine bağlı olarak net kur farkı zararı ya da karı yazacaktır. 95 c) Yabancı Paraya Karşı Uzun Pozisyon Kurlardaki değişim sadece yabancı para cinsinden net faiz giderinin TL karşılığını değil yabancı para aktif ve pasiflerin ana paraları üzerinde oluşan kur farkı gelir ve giderlerini de etkilemektedir. Kurların düştüğü koşullarda net kur farkı geliri TL’nin değerlenmesi durumunda ise net kur farkı elde edilirken kurların değişmediği koşullarda kur farkı gelir ya da gideri oluşmamaktadır. Diğer taraftan ,bir bankanın pasifindeki TL kıymetlerinin , aktifindeki TL kıymetlerinden tutarca daha fazla, yabancı para borçlanmalarının ise yapancı para plasmanlarından daha düşük olması durumunda ise yabancı paraya karşı uzun , TL karşı ise açık pozisyon almış olmaktadır. Bu koşullar yıl içersinde değişmez ve bankanın aktif kalitesinde bozulma olmazsa, kurlardaki değişim sadece yabancı para cinsinden net faiz gelirinin TL karşılığını değil yabancı para aktif ve pasiflerin ana paraları üzerinde biriken kur farkı geliri ve giderlerini de etkileyecektir. Bu çerçevede değerlendirildiğinde, kur riski taşımakla birlikte, yerel parası pozisyon alınan paraya göre değer kaybeden ekonomilerde, yerel paranın faiz oranları ile kur artışları arasındaki ilişkide yerel para lehine olan avantaj nedeniyle, açık pozisyon taşımak, sağladığı yüksek kar potansiyeli nedeniyle tercih edilmektedir. Buna karşın, kurlar ile faiz oranları arasındaki denge bozulduğunda birkaç yılda elde edilen tüm karı ortadan kaldıran ve çok daha büyük zararlara yol açan sonuçlarla karşılaşılacaktır. Konuya ilişkin yorumlamalarda bulunurken anılan çalışmada yer alan örneklerin aktarılması faydalı olacaktır. Yabancı paranın değer kazanması durumunda, yabancı para cinsinden pozisyon açığı olmayan bankanın sermayesi nominal olarak değişmeyecektir. Bununla birlikte, bankanın sermaye/aktif toplamı oranında önemli oranda düşük kaydedilecektir. Örneğin; Bir bankanın varlıklarının %50’sinin yabancı para cinsinden ve sermaye/aktif oranının ise %8 olduğu varsayılsın. Başka bir anlatımla aktif-pasifi 96 %100 risk ağırlıklı varsayılan ve YP cinsi aktif ve pasif tutarları eşit olan tablo gibi bir banka olduğu varsayılsın. Tablo 5.1. Yabancı Para Pozisyon Açığı Bulunmayan Banka Bilançosu AKTİF PASİF Yerel Para Aktifler YP Aktifler 50 Yerel Para Yükümlülükler 42 50 YP Yükümlülükler 50 Sermaye Toplam 100 8 Toplam 100 Kaynak: www.tcmb.gov.tr/research/work/wp5.pdf Bu durumda, yerel para cinsinden yaşanacak %100 oranındaki bir devalüasyon bankanın yabancı para cinsinden pozisyon açığı olmamasına rağmen, sermaye/ toplam aktif rasyosunu %8‘den %5,3’e indirmektedir. Tablo 5.2. %100 Devalüasyonun Açık Pozisyonu Bulunmayan Bankaya Etkisi AKTİF Yerel Para Aktifler YP Aktifler Toplam PASİF 50 Yerel Para Yükümlülükler 42 100 YP Yükümlülükler 100 Sermaye 8 150 Toplam 150 Kaynak: www.tcmb.gov.tr/research/work/wp5.pdf Diğer bir örnekte ise; yabancı para cinsinden pozisyon açığının sermayeye oranı %25 ((50-48)/8= 0,25) olan bir bankanın, döviz kurunun %100 değerlenmesi durumunda hem sermaye/aktif, hem de nominal olarak sermaye miktarı düşmektedir ( Kaplan,2002,s.8-11). 97 Tablo 5.3. Yabancı Para Pozisyon Açığı Bulunan Banka Bilançosu AKTİF Yerel Para Aktifler YP Aktifler PASİF 52 Yerel Para Yükümlülükler 42 48 YP Yükümlülükler 50 Sermaye Toplam 100 8 Toplam 100 Kaynak: www.tcmb.gov.tr/research/work/wp5.pdf Aynı şekilde, yerel paranın %100 devalüe olması durumunda %25 yabancı para cinsinden açığı olan bankanın sermayesi 6’ya, sermaye/aktif oranı %8’den %4.1’ e gerilemektedir. Tablo 5.4. %100 Devalüasyonun YP Pozisyon Açığı Bulunan Bankaya Etkisi AKTİF Yerel Para Aktifler YP Aktifler PASİF 52 Yerel Para Yükümlülükler 96 YP Yükümlülükler Sermaye Toplam 148 Toplam 42 100 8 148 Kaynak: www.tcmb.gov.tr/research/work/wp5.pdf Diğer taraftan, yabancı para cinsinde pozisyon fazlası olan bir banka ise %100 devalüasyondan olumlu yönde etkilenecektir. Kapalı pozisyonda iken devalüasyon yaşanması durumunda bankanın hem sermaye /aktif oranı hem de sermaye miktarı artmaktadır. 98 Tablo 5.5. Yabancı Para Pozisyon Fazlası Bulunan Banka Bilançosu AKTİF Yerel Para Aktifler YP Aktifler Toplam PASİF 45 Yerel Para Yükümlülükler 42 55 YP Yükümlülükler 50 Sermaye 8 Toplam 100 100 Kaynak: www.tcmb.gov.tr/research/work/wp5.pdf Devalüasyon sonrasında bankanın sermayesi 13’e , sermaye/aktif oranı ise %8,4 ‘ e yükselmektedir. Tablo 5.6. %100 Devalüasyonun YP Pozisyon Fazlası Bulunan Bankaya Etkisi AKTİF PASİF Yerel Para Aktifler 45 Yerel Para Yükümlülükler YP Aktifler 110 YP Yükümlülükler Toplam 155 42 100 Sermaye 8 Toplam 155 Kaynak: www.tcmb.gov.tr/research/work/wp5.pdf Yukarıdaki örneklerin ortak bir formül altında toplanması, başka bir ifade ile “bir bankanın döviz kurundaki bir değişimden , sermaye /aktif oranını koruyabilmesi için ne kadar pozisyon tutması gerektiği” Mitsuhiro tarafından tanımlanan formül aşağıdaki formül aracılığıyla hesaplanabilecektir. Yabancı Para Cinsinden Pozisyon Fazlası = Sermaye* ( Yabancı Para Cinsinden Aktifler / Toplam Aktifler) 99 Bankaların döviz varlık ve yükümlülükleri arasındaki ilgi ve dengelerin kurulmasının ve özkaynakları ile uyumlu bir seviyede döviz pozisyonu tutmalarını temin etmek üzere, döviz yönetimlerinde uygulayacakları yabancı para net genel pozisyon / özkaynak standart oranına ilişkin usul ve esasların tespit edilmesi amacıyla; BDDK tarafından “Yabancı Para Net Genel Pozisyon /Özkaynak Standart Oranının Bankalarca Konsolide ve Konsolide Olmayan Bazda Hesaplanması ve Uygulanması Hakkında Yönetmelik” yayımlanmıştır. Yönetmeliğe göre bu oran yönetmelikte yer alan bildirim cetveline uygun olarak , yönetmelikte belirlenen esaslara göre günlük olarak hesaplanır. Yabancı para net pozisyon / özkaynak standart oranının mutlak değerinin haftalık basit aritmetik ortalamasını %20’yi aşamaz. Bir ülkede uluslararası sermaye hareketleri serbest bırakılmışsa ve devlet bütçe finansmanı için yoğun bir şekilde borçlanmaya girişmişse, bu ülkede bankalar devletin tefecisi olur ve büyük döviz açık pozisyonları taşır. Sermaye hareketleri kontrole tabi ise , bankanın iç borç senedi piyasasında yatırım yapma imkanı kendi özkaynakları ve mevduatı ile sınırlıdır. Eğer ülkede sermaye kontrolleri kaldırılmışsa, o zaman banka bono/tahvil pastasından daha büyük pay kapmak için yurtdışından döviz borçlanır. Tabii bu döviz cinsi kaynağı iç borç piyasasında kullanabilmek için Türk Lirasına çevirmesi gerekir. Böylece banka bilançosunda açık pozisyon taşıyarak yani devamlı döviz borcu altında yaşamaya başlar. Eğer sıcak paranın yarattığı döviz fazlası merkez bankasında piyasadan çekilmiyorsa, yani yerli para dövize karşı değerlenme süreci içendeyse o zaman döviz kaynaklı fonlamayla bono/tahvil yatırımı yapmak, TL kaynaklı fonlamayla aynı yatırımı yapmaya göre daha karlı olur. Bu durumda bütün özel sektör iyice döviz borcuna gömülür (Somçağ,2006,s.34-35). Özel sektörün, özellikle bankacılığın döviz borcuna gömülmesi sıcak para döngüsünde kaçınılmaz olarak ortaya çıkan devalüasyonları bütün ekonomi için bir yıkıma dönüştürür (Somçağ,2006,s.35). 100 5.2. 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizi Türkiye 2000 yılına çok önemli ekonomik kararların alındığı bir ortamda girmiştir. 1999 yılı Haziran ayında IMF ile yapılan görüşmelerde, Yakın İzleme Anlaşması’nın programa bağlı ve mali finans destekli bir anlaşmaya dönüştürülmesi benimsenmiş ve 2000-2002 döneminde uygulanacak makroekonomik politikaların çerçevesi çizilmiştir. Hükümet, IMF’e sunduğu ve kabul gördüğü 9 Aralık 1999 tarihli Niyet Mektubu sonrasında, 1 Ocak 2000’den itibaren üç yıllık bir ekonomik süreci kapsayan, maliye, para, kur ve gelir politikalarının yanı sıra , yapısal değişimleri de içeren enflasyonu düşürme programını uygulamaya koymuştur. (Parasız, 2001,s. 425 ; Cansızlar, 2001,s.6). Program genelde üç temel unsur üzerine kurulmuştur. (Erçel, 1999b, s.2) -Sıkı bir maliye politikası uygulayarak faiz dışı fazlanın arttırılması, yapısal reformların gerçekleştirilmesi ve özelleştirmenin hızlandırılması birinci temel unsuru oluşturmaktadır. - İkinci temel unsur, enflasyon hedefi ile uyumlu gelirler politikasıdır. - Bu unsurların enflasyon ve reel faizlerin düşürülmesine yapacağı katkıyı desteklemek ve ekonomik birimlere uzun vadeli bir bakış açısı kazandırmak için enflasyonun düşürülmesine odaklanmış kur ve para politikası uygulaması, programın üçüncü temel unsurunu oluşturmaktadır. 2000 Enflasyonu Düşürme Programı’nın ana felsefesi açısından ortaya çıkan durum, planlanan uygulamaların sadece enflasyonu düşürme hedefi ile sınırlı teknik bir belge olmadığı, bunun çok daha ötesinde, yeniden yapılanma içine girerek, ulusal ekonomide kalıcı dönüşümleri amaçladığıdır. Burada söz konusu olan birçok iktisadi-sosyal tedbir doğrudan ya da dolaylı olarak enflasyonu düşürmeye hizmet etmekteyse de, kapsam açısından enflasyonun çok daha ötesinde makroekonomik ve sosyal alanların etkilenmesi amaçlanmıştır. Uygulamaya geçilmesiyle birlikte, ekonomide çok kısa sürede bazı olumlu gelişmeler gözlenmiş olmasına rağmen, Kasım 2000 yılında Türk mali piyasalarında 101 likidite sıkışıklığının neden olduğu döviz talebindeki hızlı artış, uluslararası piyasalardaki bozulma ve içerde yaşanan olumsuz etkilerden kaynaklanan bir kriz yaşanmıştır. Bu kriz ancak IMF kredisi ile önlenebilmiş, fakat enflasyonu düşürme programı büyük bir yara almıştır. Şubat 2001 yılında ise, mali piyasalardaki güvenin kırılgan yapısı bir kez daha finansal krize yol açmış, bunun bir sonucu olarak 2000 Enflasyonu Düşürme Programı’nda öngörülen para ve kur politikaları terk edilerek, 22 Şubat 2001 yılında dalgalı kur sistemine geçilmiş, böylelikle Enflasyonu Düşürme Programı da sona ermiştir (Uygur, 2001,s.54-55) .Türkiye ekonomisinde 2000’li yıllarda yaşanan her iki finans krizi de, başta bankacılık sektörü olmak üzere bütün sektörleri ve ekonomik yaşamı olumsuz yönde etkilemiştir. Finansal krizler teoride iki farklı nitelikte olabilir. Birincisi, spekülatif amaçlı ataklar, ikincisi ise piyasanın likidite ihtiyacından doğan atakların yarattığı döviz talebi genişlemesiyle oluşan finansal krizlerdir. Türkiye ekonomisinde yaşanan her iki finansal krizin ikinci türden bir kriz olduğu söylenebilir. (Tunç, 2001,s.20). Kasım uyarı krizi, 2000 Enflasyonu Düşürme Programı’nın ilk bunalım deneyimidir. On aylık başarılı uygulamalar sonucunda, mali piyasaların hiç öngörülmeyen bir anda karşılaştığı bir para krizine sürüklenmesi ve faiz hedeflerinin bir anda anlamını yitirmiş olması, programın geleceği konusunda da haklı kuşkular uyandırmıştır. Kasım ayında, mali sektörde çok ciddi bir kriz yaşanmıştır. Önce para piyasalarında hissedilen sıkıntılar daha sonra sermaye piyasasını da etkilemiştir. Kriz, temelinde bankacılık kesiminde likidite sorununun bir parçasıdır. Bankacılık kesiminde yeterli döviz fazlasının olmaması, yurt dışına sermaye çıkışlarının biraz hareketlendiği bir ortamda, piyasalarda güvensizliğin yaygınlaşarak, doğrudan bir panik havasına dönüşmüştür. Kasım 2000’de yaşanan likidite krizinin nedeni, sadece piyasaların nakit talebine cevap vermeyişi değil, aynı zamanda likidite talebindeki olağanüstü artışlardır. Ayrıca, bankacılık sisteminde geçmişten gelen birikmiş sorunlar, bankaların TMSF’na alınmasıyla birlikte, daha açık görülmeye başlanmıştır. BDDK’nın faaliyete başlamasındaki gecikmeler, enflasyonu düşürme programının bankaların davranışları üzerine etkisi, bankaların kurumsal ve bireysel kredilere 102 yönelmeleri, kamu kağıtlarına olan kurumsal talebin deprem vergisinden sonra sadece bankalardan gelmesi, beyanname nedeniyle de gerçek kişilerden kamu kağıtlarına talep olmaması, Ağustos ayından itibaren programın özellikle özelleştirme hedeflerinde ortaya çıkan sapmalar, cari işlemler açığındaki büyüme, yabancı ve yerleşiklerin yıl sonu itibariyle bilançolarındaki yabancı para risklerini azaltma eğilimi, para politikası tercihlerine bağlı olarak, likidite yönetiminde Merkez Bankası’nın rolünün sınırlandırılması nedeniyle, kriz sırasında Merkez Bankası’nın davranışı, krizin ortaya çıkmasında ve derinleşmesinde etkili olmuştur (Keskin, 1999,s.2) . Bankacılık sektörünün 1998-2000 yılları arasında etkin bir aktif-pasif yönetimi gösterememesinin altında yatan etkenlerden birisi de, devletin finansal sektörden sürekli olarak fon talep edici pozisyon almasından kaynaklanmaktadır. Türkiye’de bankalar uzun zamandır girişimcilere fon arz etmek olan asli fonksiyonlarını terk etmişler ve yüksek faizle devlete finansman sağlayan kurumlar haline gelmişlerdir. Böylece ticari bankaların portföyünün büyük bir kısmı, kamu kağıtlarından oluşmuştur. Bankalar uzun süre, bu yolla kolay, güvenli, yüksek faiz kazançları elde etmişlerdir (Demir, 2000,s.61-62). Hiç şüphesiz bu oluşum 1986 yılından itibaren başlamış ve kesintilerle de olsa süreklilik göstermiştir. Kamu kesimi borçlanma gereksiniminin yüksek olması, bu araçların yanında, kamu kesimi bankacılık sektöründen kaynak edinebilmek için munzam karşılıklar politikasının da kullanılmasına neden olmuştur. Bunun için izlenen yol, dönemsel olarak oranlar farklılaşsa da, umumi disponibilitenin devlet iç borçlanma senetleri olarak tutulması zorunluluğunun getirilmesi şeklinde olmuştur. Uygulanan karşılıklar politikası, kısa vadeli sermaye hareketlerinin de yardımıyla bankacılık sektöründe, bilançoların yabancı para cinsinden pasiflerin ağırlığının artmasına neden olmuş, bu da doğal olarak sistemin yüklendiği döviz kuru riskini arttıran bir unsur olmuştur. (Çolak , Altan, 2002,s.49) Nitekim bankacılık sektöründe 1999-2000 döneminde karlılıklarını belirlemede en önemli faktör, elde ettikleri faiz gelirleri içerisindeki menkul kıymet faiz gelirlerinin payının yüksek olmasıdır. Bazı bankaların menkul kıymet faiz 103 gelirlerinin toplam faiz gelirleri içindeki payı, hazine bonosu faiz oranları yüksek düzeylerde seyretmesi nedeniyle, %75’lere kadar ulaşmıştır. Özellikle, küçük ölçekli bankaların izlediği bu pasif yöntem biçimi, onların yüksek karlılık ile çalışmasını sağlamıştır. Burada kilit nokta, bankaların açık pozisyon ile çalışmasını sağlayan sabit kur politikası olmuştur. Bu politika nedeni ile bankaların önemli bir kısmı, yabancı para cinsinden yüksek faiz oranı ile kamu borçlanmasını finanse etmekte kullanmışlardır. (Çolak , Altan ,2002,s.50) Fakat 2001 yılında uygulamaya giren istikrar programının bir sonucu olarak, devletin iç piyasalardan hem daha az, hem de daha düşük faizle borçlanabilmesi, bankaların kazançlarını önemli ölçüde azaltmıştır. Böylece söz konusu dönemde bankacılık sektörü, sendikasyon kredileri şeklinde dışarıdan borçlanmaya ağırlık vermişlerdir. (Uygur, 2001,s.10) Uluslararası kuruluşların mali desteği ve uygulanmakta olan programın güçlendirilmesinin etkisiyle, mali piyasalardaki tedirginlik kısmen giderilmiş, kısa vadeli günlük çözümler üretilmiş ve krizin derinleşmesi bu sayede önlenmiştir. (Serdengeçti, 2001a,s.14 ; Yeldan, 2001,s.170) Kasım 2000 yılında meydana gelen likidite yetersizliğinden doğan kriz, ekonominin her kesimini programın oyun disiplininden çok az sapılmasının bile, ekonomi üzerinde olumsuz etki yapacağını ortaya koymuştur. 2000 Kasım Krizi’nin ardından, 2000 Enflasyonu Düşürme Programı’nın performans kriter değerleri gözden geçirilmiş olmasına rağmen, bankacılık sisteminin kırılgan yapısı devam etmiştir. Özellikle, faizlerdeki hızlı yükseliş kamu bankaları ve bazı özel bankaların mali yapılarını bozmuş ve bankacılık sisteminin mevcut yapısal sorunlarını daha da ağırlaştırmıştır. Şubat 2001 yılına gelindiğinde, Hazine ihalesi öncesindeki olumsuz gelişmeler, uygulanan 2000 Enflasyonu Düşürme Programı’na olan güvenin tamamen kaybolmasına neden olmuş ve Kasım ayından sonra artan mali kırılganlığın da etkisiyle, doğrudan Türk Lirası’na karşı ciddi bir atak meydana gelmiştir. Ekonomide yaşanan likidite sıkışıklığı, özellikle kamu bankalarının aşırı düzeydeki günlük likidite ihtiyaçları nedeniyle ödemeler sisteminin kilitlenmesine neden olmuştur. Bu ortamda, uygulanmakta olan döviz kuru sisteminin sürdürülmesinin 104 bankacılık sisteminin sorunlarını daha da ağırlaştıracağı ve ekonomi üzerine ek yükler getireceği göz önüne alınarak, 22 Şubat 2001 yılında Türk Lirası yabancı para birimleri karşısında serbest dalgalanmaya bırakılmıştır. Böylelikle 2000 yılı başında uygulamaya konulan Enflasyonu Düşürme Programı, döviz kurlarının 2001 yılı ortasında bir band içinde seyretmesini ve üçüncü yılın sonunda da enflasyonun tek haneye indirilmesi ile birlikte, kurların tamamen dalgalanmaya bırakılmasını hedeflemekteydi. Ancak, mali piyasalara olan güvenin kaybolması sonucunda, mevcut döviz kuru sisteminin terk edilmesi ve kurların dalgalanmaya bırakılması zorunlu hale gelmiştir. (Serdengeçti, 2001a,s.14) Bu gelişmelerin sonucunda; zayıf sermaye yapısına rağmen, aşırı açık pozisyon taşıyan bankacılık sektörü, görev zararları nedeniyle işlerliğini kaybetmiş kamu bankaları, özelleştirme, yapısal ve hukuki reformlarda gecikmeler, Türk Lirası’nın aşırı değerlenmesi ve cari açığın kritik sınırı aşması karşısında döviz kuru band uygulamasının öne alınarak gerekli müdahalelerin zamanında yapılamaması, başarılı olabilecek bir programın başarısızlığa uğramasına neden olmuştur. (Keyder, 2001,s.53) Şubat 2001 yılında başlayan kriz, TL’nin yaklaşık %90 değer kaybetmesine yol açmıştır. Ulusal paranın bu denli yüksek bir değer kaybı, doğal olarak TMSF bünyesindeki bankaların piyasa değerini çok düşürmüştür. Böylelikle, devalüasyon, Fon’daki bankaların satışını yabancı para cinsinden kolaylaştırmış, ancak bunların Türkiye ekonomisine olan maliyetini önemli oranda arttırmıştır (Altay, 2002,s.78-79) . Dalgalı kur rejimine geçilmesiyle birlikte, para ve kur politikası uygulaması ve kriz yönetimi yeni bir boyut kazanmış ve kriz ortamından çıkış önlemleriyle birlikte, Türkiye ekonomisinde yeni istikrar arayışları başlamıştır. Bu çerçevede özellikle enflasyon hedeflemesi konusu bu arayışların odak noktasını oluşturmuştur (Tunay, 2001,s.48). Bu çerçevede yürütülen yeni program çalışmaları sonrasında 14 Nisan 2001 yılında, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı kamuoyuna açıklanmıştır. Bu programla mali sektöre özel bir önem verilmiş ve alınacak tedbirler belirtilmiştir. Mali sektöre büyük önemin verilmesinin sebebi, bankacılık sektöründeki krizlerin güçlü yayılma ve dış etkilerinin olmasıdır. Çünkü bu etkiler, bankacılık sektörünün 105 doğrudan kapsadığı bireyler ya da firmalardan ileriye de gidebilmektedir. İşte bu nedenlerden dolayı, sektörü yeniden yapılandırma ve özellikle bankaların açık pozisyonlarını kapatma ve sermaye yapılarını güçlendirme yönünde bir çok tedbirler alınmıştır. 5.3. T.C. Ziraat Bankası A.Ş.’nin Başarısı 2000 ve 2001 yıllarında yaklaşık toplam 20.35 milyar YTL görev zararı bulunan T.C. Ziraat Bankası A.Ş. ,The Banker Dergisinin 2005 yılı verilerine göre Batı Avrupa’nın en karlı bankası olarak değerlendirilmiş , 2006 yılı verilerine göre 72 milyar YTL’ye ulaşmış aktif büyüklüğü ile bankacılık sektörünün %14’ünü temsil etmektedir (Tablo 5.7). 2004 yılında toplam özkaynakları 5047 milyon YTL , 2005 yılında 5840 milyon YTL ve 2006 yılında ise 6579 milyon YTL’ye ulaşmıştır (Tablo 5.8). Bankanın net kârına bakıldığında ise; 2002 yılında 202 milyon YTL, 2003 yılında 1221 milyon YTL , 2004 yılında 1531 milyon YTL, 2005 yılında 1846 milyon YTL , 2006 yılında ise 2100 milyon YTL ye ulaşmıştır. Tablo 5.7. T.C. Ziraat Bankası A.Ş.’nin Son 3 Yıllık Toplam Aktifleri Toplam Aktifler 2004 2005 2006 ( Milyon YTL) 56994 64402 71904 Kaynak: www.ziraatbank.com.tr’ den derlenmiştir Tablo 5.8. T.C. Ziraat Bankası A.Ş.’nin Son 3 Yıllık Özkaynak Değişim Tablosu Özkaynaklar 2004 2005 2006 ( Milyon YTL) 5047 5840 6579 Kaynak: www.ziraatbank.com.tr’ den derlenmiştir Bankanın bu kadar kısa sürede büyük başarılara imza attığı ortadadır.Banka bugünlere dengeli aktif pasif yönetimine odaklı stratejilerle gelmiştir.Banka, yabancı para risk politikası çerçevesinde pozisyon taşınmaması ilkesini benimsemiştir. Bu 106 nedenle, Bankada önemli ölçüde kur riski taşınmamaktadır. Standart methot kapsamında oluşturulan kur riski tablosu aracılığı ile kur riskinin izlenebilmesinin yanı sıra , Banka da günlük bazda döviz pozisyonu için Riske Maruz Değer hesaplanmakta olup Üst Yönetime ve ilgili birimlere raporlanmaktadır. Ayrıca, döviz işlemleri için ; Dealer pozisyon ve masa limitleri Yönetim Kurulu kararı ile kullandırılmaktadır. Bankada gerek yurt dışı birimlerince gerekse Genel Müdürlükte kullanılan türev ürünler , yatırımların riskten korunması amacından çok gelir elde etmek amacını taşımaktadır. Söz konusu işlemlerin hacmi oldukça düşüktür. Bankanın faaliyet gösterdiği en önemli yabancı para birimleri olan Euro ve Dolar’da likidite ve faiz oranı risklerini belirlemeye yönelik olarak periyodik ‘Likidite Boşluk Analizi’ ile ‘ Yeniden Fiyatlama Boşluk Analizi’ yapılmakta ve söz konusu analizlerin sonuçları üst yönetime iletilmektedir. Ayrıca yasal raporlar kapsamında Yabancı Para Net Genel Pozisyonu / Özkaynak oranı ile Yabancı Para Likidite Pozisyonu düzenli olarak izlenmektedir. Tablo 5.9. Türk Bankacılık Sistemi – T.C. Ziraat Bankası A.Ş. son 5 Yıllık YP Aktifler / YP Pasifler Oranı 2006 2005 2004 2003 2002 Türk Bankacılık Sistemi % 90 % 90,4 % 91,7 % 90,7 % 91,9 T.C.Ziraat Bankası A.Ş % 100,2 % 100,2 % 102,1 % 101,6 % 96 Kaynak: www.tbb.org.tr T.C. Ziraat Bankası A.Ş.’ nin son 5 yıllık YP aktif / YP pasif oranına bakıldığında fazla açık pozisyon taşımadığı ortaya çıkmaktadır. Yalnızca 2002 yılında %4 lük bir açık pozisyon taşıdığı görülmektedir. Aynı dönemlerde Türk Bankacılık Sistemi’ne baktığımızda Türk Bankacılık sisteminin yabancı para açık pozisyonu %10 civarında olduğu gözlenmektedir. 107 Tablo 5.10. Türk Bankacılık Sistemi – T.C. Ziraat Bankası A.Ş. son 5 Yıllık YPNGP / Özkaynak Oranı 2006 2005 Türk Bankacılık Sistemi % 31,6 % 25,3 T.C.Ziraat Bankası A.Ş % - 0,4 % - 0,3 2004 2003 2002 % 22,3 % 28,2 % 33,2 %-5 % - 2,8 % - 4,8 Kaynak: www.tbb.org.tr Son 5 yıllık YPNP / Özkaynak oranlarına bakıldığı zaman bankanın çok fazla kur riski almadığı , çok sağlamcı stratejiler izlediği ve YPNGP / Özkaynak oranları incelendiğinde sektör ortalamasının çok altında kaldığı görülmektedir. 5.4. 2006 Yılında Türkiye Ekonomisi ve Türk Bankacılık Sistemi Bu bölümde Eylül 2006 yılında Türkiye Bankalar Birliği tarafından yayınlanan üç aylık banka istatistiki bilgilerinden yararlanılmıştır. Ekonomide 2002 yılının ikinci çeyreğinde başlayan büyüme trendi 2006 yılında da devam etmiştir. Son 20 çeyrekte sürekli olarak büyüyen gsmh , son beş yılda , sabit fiyatlarla % 43 oranında , dolar bazında ise %175 oranında artmıştır. Dolar bazında gsmh , 145 milyar dolardan 400 milyar dolara yükselmiştir. Kişi başına gelir 2002 yılının sonunda 2598 dolardan 2006 sonunda 5482 dolara yükselmiştir. Enflasyonda 2002 yılında başlayan düşüş eğilimi 2005 yılının ikinci yarısından itibaren tersine dönmüştür. İlk kez açık enflasyon hedeflemesinin uygulandığı 2006’da tüketici enflasyonu , yıllık %5 olan hedefin üzerine çıkmış , %9.7 düzeyinde gerçekleşmiştir. Kamu kesimindeki iyileşme 2006 yılında da devam etmiştir. Bu da kamu kesimi borç stokunun gsmh’ ye oranınında düşmesine neden olmuştur. Toplam borç stokunun gsmh’ye oranı 8 puan azalarak %60’ a düşmüştür. İç borç stokunun gsmh’ye oranı %44, dış borç stokunun gsmh’ye oranı %16’ya gerilemiştir. İç borç stokunun vadesi uzamıştır. İç borç stoku içinde piyasaya olan borçlar ile sabit faizli 108 ve YTL cinsinden borçların payı artmıştır. Bu şekilde, iç borç stokunun döviz kuruna hareketlerine olan duyarlılığı azaltılmıştır. 2006 yılında likiditeyi daraltan para politikası önlemleri ve mali disiplinin sürdürülmesi yanında uluslararası piyasalarda da dalgalanmanın çabuk yatışması iç piyasalarda istikrarı yeniden sağlamıştır. Üçüncü çeyrekte faiz oranlarında yükselme durmuş , sermaye girişi hızlanmış ve TCMB döviz rezervi 60.9 milyar dolara ulaşmıştır. Gerçek ve tüzel kişilerin talep artışına bağlı olarak döviz mevduat hesapları , Haziran 2006 yılı itibariyle 66.1 milyar dolar iken yıl sonunda 83.1 milyar dolar olmuştur. Bu gelişmede banka ve banka dışı işletmelerin hisselerinin yurtdışındaki yatırımcılara sağlanan gelirlerin döviz olarak tutulmasının da etkisi olmuştur. Nakit , YTL mevduat , yabancı para mevduatın payı 4 puan artışla %34 olmuştur. Türkiye’ye net sermaye girişi 1990-2001 döneminde 27 milyar dolar olmuşken, 2002-2006 döneminde toplam 121 milyar dolara ulaşmıştır. Bu gelişmede, makro dengelerin sağlıklı olarak kurulması çabaları yanında uluslararası piyasalarda yaşanan olumlu gelişmeler ve gelişmekte olan ülkelere net sermaye girişinin hızlanmasının da önemli katkısı olmuştur. Cari işlemler açığı %40 oranında genişleyerek, 31.7 milyar dolar ile rekor bir seviyeye ulaşmıştır. Cari işlemler açığının gsmh’ye oranı % 7.9’ a yükselmiştir. Bu gelişmede, dış ticaret açığındaki büyüme yanında, turizm gelirlerindeki düşüş nedeniyle hizmetler dengesinin küçülmesi de rol oynamıştır. Net sermaye girişindeki hızlı büyümeye rağmen, sermaye hareketleri içinde doğrudan yabancı sermaye girişi , portföy yatırımları gibi yabancı para cinsinden borç doğurmayan kalemlerin ağırlığının artmasına rağmen dış borç stoku %22 oranında büyümüş ve 207 milyar dolar olmuştur. Borç stokundaki artışın tamamına yakını özel kesim dış borç stokundaki artıştan kaynaklanmıştır. Dış borç stokunun gsmh’ye oranı %52.5 olmuştur. 109 2006 yılında Türk bankacılık sektörüne bakıldığında; son 5 yılda ekonomide yaşanan iyileşme bankacılık sektörünü olumlu yönde etkilemiştir. Bankacılık sektörünün bilançosundaki büyüme, gsmh’deki büyümenin üzerine çıkmıştır. Toplam aktifler 2002 yılı sonuna göre ,sabit fiyatlarla % 51 dolar bazıda ise % 167 oranında büyümüştür. Toplam aktifler 130 milyar dolardan 347 milyar dolara ulaşmıştır. Kişi başına aktif toplamı 1872 dolardan 4738 dolara yükselmiştir. Bankacılık sektörünün özkaynakları ve serbest özkaynakları hızlı bir şekilde büyümüştür. Özkaynaklar 15.7 milyar dolardan 41.3 milyar dolara , serbest özkaynaklar ise 3.4 milyar dolardan 29.2 milyar dolara ulaşmıştır. Aynı zamanda, karlılık performansı hızla iyileşmiştir. Bankacılık sektörünün özkaynak karlılığı ilk kez 2006 yılında devlet iç borçlanma senetleri yıllık faizlerinin ortalamasının üzerine çıkmıştır. 2000 yılından sonra hızlı bir konsolidasyonun yaşandığı sektörde banka sayısı 79’dan 2006 yılı sonunda 46’ya gerilemiştir. Son dönemde yerleşik olmayanların yatırımları nedeniyle yabancı sermayeli bankaların sayısı artmıştır. Türkiye’de faaliyet gösteren bankaların 33’ü mevduat bankası, 13’ü ise kalkınma ve yatırım bankalarıdır. Kalkınma ve yatırım bankalarının mevduat toplama izni bulunmamaktadır. Mevduat bankalarının 3’ü kamusal sermayeli , 14’ü özel sermayeli bankalardır. Yabancı yatırımcılar , özel sermayeli bankaların 2 tanesinde , halka açık olmayan hisselerde %50 paya sahiptirler. Çoğunluk hisseleri yabancı sermayeli olan mevduat bankalarının sayısı 15, kalkınma ve yatırım bankalarının sayısı ise 4 olmuştur. Mayıs - Haziran 2006 döneminde yaşanan dalgalanmalar bankacılık sektöründe büyüme performansının yavaşlamasına neden olmuştur. Nitekim, ilk yarı sonunda %35 olan yıllık büyüme hızı ikinci yarıda %22 ‘ye yavaşlamıştır. Yılın ikinci yarısında YP mevduat artışı hızlanmıştır. Bununla beraber, YTL’ nin değer kazanmasıyla , YP mevduatın YTL karşılığındaki artış sınırlı kalmıştır. Bankalar, dış kaynak kullanımını azaltmıştır. Döviz mevduatı talebindeki artışın da etkisiyle , bakalar yurt dışı bankalarda tuttukları likit aktiflerini arttırmışlardır. 110 Toplam aktiflere göre en büyük ilk 5 bankanın sektör aktif payı %63 , en büyük 10 bankanın payı ise %86 olmuştur. Aktif büyüklüğü itibariyle en büyük üç bankanın toplam aktifleri 54,51 ve 41 milyar dolar ile toplam 146 milyar dolar düzeyindedir. Bilanço içi aktiflerin payı %68’den %66’ya , YTL pasiflerin payı ise %64’den % 62’ye gerilemiştir. Kamu sermayeli bankaların bilançosu YTL ağırlıklı bir paya sahiptir. YTL aktiflerin toplam aktifler içindeki payı kamu sermayeli bankalarda %78 , özel sermayeli bankalarda ise %60 düzeyindedir. Benzer farklılıklar kaynaklar tarafında da vardır. Nitekim kamu sermayeli bankalarda , YTL kaynakların topla kaynaklar içindeki %76 iken , özel sermayeli bankaların ise % 57’dir. Bankacılık sektöründe bilanço içi döviz pozisyonlarını gösteren döviz aktifleri ile döviz pasifleri arasındaki fark 2006 yılında 13,7 milyar dolardır. Öte yandan yabancı para net genel pozisyonu ise 184 milyon dolar fazla vermiştir. Özkaynaklar, 2006 yılında oldukça yavaş artmıştır. Özkaynaklar, YTL bazında %8 oranında artarak 58 milyar YTL , dolar bazında ise % 3 oranında artarak 41.3 milyar dolar olmuştur. Sektörün net karı %94 oranında artarak 11090 milyon YTL olmuştur. Kar hacminin artışını etkileyen başlıca nedenler , ayrılan özel karşılıkların azalması , ücret ve komisyon gelirlerindeki büyüme , faiz dışı diğer gelirlerdeki artış ile faiz dışı diğer giderlerdeki düşüş, olmuştur. Net dönem hızlı artış karlılık rasyolarını olumlu etkilemiştir. Sektörün net aktif karlılığı %1.4 ‘den % 2.3’e , özkaynak karlılığı ise %10.6’dan % 19.1’ e yükselmiştir. En hızlı artış gösteren kalem olan türev finansal araçlarla gerçekleştirilen dengeleme işlemleri , yılın ilk yarısında yaşanan dalgalanmanın neden olduğu kambiyo zararlarını önemli ölçüde sınırlandırmıştır ( www.tbb.org.tr) . 111 6. SONUÇ VE ÖNERİLER Bankalar , gerçek ve tüzel kişilerin belli bir zaman içinde belli bir zaman için harcamadıkları paraları toplayarak, bunları kredi ve plasman yoluyla değerlendirmeye çalışan işletmelerdir. Yani fon fazlası olanlarla fon ihtiyacı olan gerçek ve tüzel kişileri bir araya getiren işletmelerdir.Ancak burada buluşma yüz yüze olmamaktadır , banka aracılığıyla fon aktarımı sağlanmaktadır ve riskin bütününü banka üstlenmektedir. Gelişen ve değişen dünyamız büyük bir köy halini almıştır. Sınırlar kalkmış, bilgi akışı hızlanmış, etkileşim çok hassas ve hızlı bir şekilde olmaktadır. Dünyada bir olumsuzluk olduğunda bundan en çok ekonominin can damarı olan bankalar etkilenmektir. Bankalar, faaliyetleri esnasında karşılaştığı risklerin nedeni; uluslararası piyasaların küreselleşmesi, uluslararası piyasalardaki oynaklık ,yeni yatırım alternatiflerinin ortaya çıkması, finansal risklerdeki artış ve dünya enflasyonudur. Bankacılık açısından riskler; sistemin doğasında olmakla beraber kontrol edilememesi sonucunda ekonomileri tehdit eder. Güvenli ve istikrarlı bir ortamın olmaması ve gerekli önlemlerin alınmaması bankacılık krizi , döviz krizi , bölgesel krizler hatta dünyayı etkileyecek çapta krizlere yol açmaktadır. İnsanoğlu, geleceği görme yetisine sahip olmadığından, yaşadığı hayatta tek karar alıcı ve hayatı üzerinde mutlak insiyatif sahibi de değildir. Kendisinin dışında gelişen doğa olayları, az veya çok ilişkide bulunduğu yeryüzünde yaşayan milyarlarca insan, bunların arzu ve istekleri ile bunlara uygun kararları söz konusudur. İşte ekonomilerde böyledir. Bankacılık sektöründe riski arttıran nedenlere bakıldığında, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için farklı nedenleri olduğu görülmektedir. Fakat genelde riskler mikro ekonomik nedenlerden, makroekonomik göstergelerdeki istikrarsızlıklardan ve finansal sistemde yaşanan yeniliklerden kaynaklanmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde kamu açıkları ve sermaye fazlalığı, gelişmekte olan 112 ülkelerde ise artan dış borç ve istikrarsız sermaye hareketleri (sıcak para) uluslararası piyasalarda belirsizlikleri arttırmıştır. Bankaların karşılaştığı belli başlı riskler; piyasa riskleri içinde bulunan likidite riski, faiz oranı riski , kur riski ve menkul kıymet riski , kredi riski , operasyon riski , yasal düzenleme ve politik risk , bilanço dışı işlemler riski , suistimal riskidir. Kısaca ülke parasının yabancı paralar karşısında değer yitirmesi veya bankanın döviz pozisyonundaki mevcut yabancı paraların birbirleri arasındaki değerleri arasında meydana gelen değişmeler neticesindeki zarar olasılığına kur riski denir. Kur riski genellikle meydana geliş şekline göre üç grupta incelenebilir. Bunlar; işlem riski , çevirme riski ve ekonomik risktir. Döviz piyasasının aktörleri arasında ticari bankalar , ihracatçı ve ithalatçı ticaret şirketleri, dış ticaret şirketleri, dış kredi sağlamak veya yatırım yapmak isteyen kişiler, şirketler ve kamu kuruluşları yer alır. Merkez bankaları da zaman zaman döviz kurlarına müdahalede bulunarak piyasada alım ve satım işlemleri yaparlar.Diğer taraftan spekülatörler, arbitrajcılar ve döviz piyasasını denkleştirmek isteyen mali kuruluşlar da piyasaya alıcı ve satıcı olarak girerler. Döviz kuru; uluslararası parite koşulları , ödemeler dengeler yaklaşımı ve mali piyasalar yaklaşımlarının etkileriyle belirlenmektedir. Döviz kurlarındaki değişiklikler , döviz cinsinden alacakların tamamen veya zamanında teslim edilememesi ve döviz cinsinden borçların ödenmesi için gerekli dövizin temin edilmesi sırasında bankaların zarara uğramasına neden olmaktadır. Kurlar, daha çok fiyatları organize piyasalarda belirlenen diğer mali varlık fiyatları gibi hareket etmektedir. Ekonomik koşulların bugünü ve geleceği hakkındaki bilgiler, cari kurlara hemen yansımaktadır. Bekleyişler önemli bir unsur haline gelmiştir. Bunların sonucunda, kur değişimleri son derece öngörülmez olmaktadır. Bu gözlemlerden şu sonuca varılmaktadır : döviz kuru, iki mali varlığın 113 nispi fiyatı olduğundan hareketle kurlardaki davranışların açıklanmasında en önemli faktörler olarak öncelikle bu paraların arz ve talepleri üzerinde durulmalıdır. Aktif- pasif yönetimi; aktif ve pasiflerin vade uyumunu oluşturmaktır. Bankacılık sektörü kısa vadeli fonları uzun vadeli fonlara dönüştürürken büyük bir riski üstlenirler ve hesaplar doğru yapılmaz ise taahhütlerini yerine getirememe durumuyla karşılaşırlar. Bu nedenle amaç aktif ve pasif kalemlerinde vade uyumunu sağlamaktır . Bankaların döviz pozisyon departmanları, piyasanın bir çok belirsizlikleri ile uğraşabilecek, bankanın likiditesini ve emniyetini zedelemeden bankaya düzenli bir fon akışı ve yeterli miktarda kar elde edecek bir yönetim stratejisine ihtiyacı vardır ve bu yönetim güncel bankacılıkta aktif – pasif yönetimidir. Bu yönetim tekniğini çok iyi uygulayabilen bankalar, likiditelerini, aktiflerin kalitesini ve özkaynaklar yeterliliğini verimli bir seviyede tutarak zararlarını minimize hatta kar elde etme fırsatını yakalayabileceklerdir. BDDK yönetmelikte piyasa riskinin yönetimine ilişkin olarak, yapılması gereken faaliyetlerden birisi olarak Riske Maruz Değer hesaplamalarını önermiştir. Dövizli aktifler ile pasifler arasındaki fark, kur riskini belirlemede önemli bir göstergedir. Örneğin; bir banka , toplam dövizli borçlarını karşılayabilecek kadar dövizli aktife sahip değilse, diğer bir ifade ile bankanın belli bir para birimi cinsinden yabancı para yükümlülükleri varlıklarını aşıyorsa, banka “açık pozisyon riski” taşımaktadır. Türkiye’de yaşanan Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinin, nedenlerine ve sonuçlarına bakıldığında , bankacılık sektöründen kaynaklanan risklerinin payının büyük olduğu görülmektedir. 2000 yılı başında uygulanmaya başlayan enflasyonu düşürme politikası sonucunda 2000 yılı boyunca faizler ciddi manada düşmüştür. Bankalar da faizlerin düşmesiyle daha fazla kredi vermişler, ayrıca uygulanan sabit kur politikası ile sektör yurtdışından yoğun bir şekilde kaynak sağlamıştır. Böylece sektörün açık pozisyonu ciddi seviyelerde artmıştır. Bankaların topladığı bu yabancı 114 kaynakların büyük bir kısmını TL cinsinden plase etmeleri Şubat 2001 krizi sonrasında kur riskini artırmıştır. T.C. Ziraat Bankası A.Ş.’nin 2000-2001 yılları arasında yaklaşık 20 milyar YTL’ye ulaşan görev zararları , son 5 yılda yaklaşık toplam 7 milyar YTL kara ulaşmıştır. Bu başarının sırrı ; ekonomideki son 5 yıldaki makroekonomik göstergelerin iyileşmesinin yanında bankanın yaptığı dengeli aktif pasif yönetimi, bilançosunda fazla açık pozisyon vermemesi ve yabancı para riski taşımamasıdır. Bu çalışma sonucunda ; Bankalar fon ihtiyacı olanlar arasında çok iyi bir eleme yapmak zorundadırlar. Bankalar bilançolarındaki aktif pasif uyumu açısından kur riskini ölçebilmeli , yönetebilmeli ve yasal otoritenin kur riski ölçütlerine ( bilanço içi pozisyon , YPNGP/ Özkaynak rasyosu) ilişkin gerekli düzenleme ve denetimleri yapması gerekmektedir. Bankaların karşılaştığı risklerin ortaya çıkma ve zarara sokma olasılığı her zaman olduğu için bankaların bu olumsuzluklara karşı çeşitli önlemler alması gerekmektedir. Bu yüzden bankalar öncelikle; - Karşılaşabileceği riskleri belirleyip, - Belirlediği risk tiplerinin ölçmek ve sayısallaştırmak - Ölçülen ve somut şekle getirilen risk türlerinden kaçınıcı ve bunlara karşı koruyucu politikaların uygulanması - Alınan politik karar ve önlem uygulamalarının başarısını tespit ve devamlı bir süreç içersinde uygulanan politikaların gözlenmesi gerekmektedir. Bankalar ellerinde tuttukları yabancı paraların ve kendi aktiflerinin likidite, karlılık ve yükümlülükler ile risk unsurlarını göz önüne alarak bunları en verimli, dengeli şekilde yönetmeleri gerekmekte ve bu yüzden bankalar aktif - pasif 115 yönetimini daha dengeli bir şekilde yapmalı, fazla açık pozisyon taşımamalı , iyi bir döviz departmanı ve risk komitesi kurmalıdırlar. Bankalar mikro ve makro ekonomik göstergeleri yakından takip etmeli ve kriz öncesi bir erken uyarı sistemi oluşturmalıdırlar. Sonuç olarak ; bankalar yukarıda saydığımız süreci ve yasal mevzuatlara bağlı kaldığı sürece karşı karşıya kaldığı risklerden çok az etkilenirler hatta bu riskleri getiri sağlayabilirler . 116 7. KAYNAKÇA AKGÜÇ Ö. (1987). Yüz Soruda Türkiye’de Bankacılık. (Birinci Baskı). Ankara : Gerçek Yayınevi. AKGÜÇ Ö. (1998). Finansal Yönetim. (Yedinci Baskı). İstanbul: Avcıol Basım Yayın. ALPAN F. (1999). Örneklerle Futures Anlaşmalar ve Opsiyonlar. (Birinci Baskı). İstanbul: Literatür Yayıncılık. ALTAN M. (2001). Fonksiyonlar ve İşlemler Açısından Bankacılık. (Birinci Baskı). İstanbul: Beta Yayınları. ALTAY N. O. (2002). Türk Bankacılık Sektöründe Füzyon. İktisat İşletme ve Finans Dergisi. Yıl: 17. Sayı:195. Haziran. BOLGÜN K. E., Akçay, M. B.(2005). Risk Yönetimi. (İkinci Baskı). İstanbul: Scala Yayıncılık. BULUT E. (2005). Döviz Ekonomisi. (Birinci Baskı). Ankara: Platin Yayınları. CANDAN H., Özün A. (2006). Bankalarda Risk Yönetimi Ve Basel II. (Birinci Baskı). İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. CANSIZLAR D. (2001). Bankacılık ve Sermaye Piyasası. İktisat Dergisi: Sayı: 417. ÇAĞLAR Ü. (2003). Döviz Kurları. (Birinci Baskı). İstanbul: Alfa Yayınları. ÇOLAK Ö.F.,Yiğidim A. (2001). Türk Bankacılık Sektöründe Kriz. (Birinci Baskı). Ankara:Nobel Yayın Dağıtım. DOĞUKANLI H. (2001). Uluslararası Finans.(Birinci Baskı). Adana: Nobel Kitabevi. 117 ERÇEL G. (1999). 2000 Yılı Enflasyonu Düşürme Programı: Kur ve Para Politikası Uygulaması. Ankara: TCMB. ERSAN İ.(1998). Bankalarda Döviz Yönetimi . İstanbul: TBB Yayınları. ERDOĞAN N. (1993). Uluslararası İşletmelerde Mali isk ve Yönetimi. Ankara: Banka Uzmanları Derneği Yayınları. GÜMÜŞELİ S. (1994). Döviz Kuru ve Faiz Oranı Risklerinden Korunma Teknikleri. Ankara: TBB Yayınları. KANSU A. (2006). Döviz Kuru Sistemleri ve Döviz Krizleri. (İkinci Baskı). İstanbul: Güncel Yayıncılık. KARACAN A. İ. (2000). Bankacılık ve Kriz. (Üçüncü Baskı). Ankara: Creative Yayıncılık. KARLUK R. (1996). Türkiye Ekonomisi. (Birinci Baskı). İstanbul: Beta Yayınevi. KAVAL H. (2000). Bankalarda Risk Yönetimi. (Birinci Baskı). Ankara: Yaklaşım Yayınları. KESKİN E. (1999). 2000 Yılında Türkiye Ekonomisi ve Türk Bankacılık Sistemi. Bankacılar Dergisi. Sayı: 37. ÖCAL T., Çolak Ö.F.(1999). Finansal Sistem ve Bankalar. (Birinci Baskı). Ankara: Nobel Yayınları. ÖRTEN R., Örten İ.(2001). Türev Finansal Araçlar ve Muhasebe Uygulamaları. (Birinci Baskı). Ankara: Gazi Kitabevi. PARASIZ İ. (2000). Modern Bankacılık Teori ve Uygulama. (Birinci Baskı). İstanbul: Kuşak Ofset. PARASIZ İ. (2000). Para Banka ve Finansal Piyasalar. (Yedinci Baskı). Bursa: Ezgi Kitapevi Yayınları. 118 SERDENGEÇTİ S. (2001). Türkiye Enflasyonu Yenmek Zorunda. İSO Dergisi: Sayı: 421 SEYİDOĞLU H. (1998). Uluslararası İktisat Teori Politika ve Uygulama. (Onikinci Baskı). İstanbul: Güzem Yayınları. SEYİDOĞLU H. (1997). Uluslararası Finans. (İkinci Baskı). İstanbul : Güzem Yayınları. SOMÇAĞ S. (2006). Türkiye’nin Ekonomik Krizi. (Birinci Baskı). İstanbul: 2006 Yayınevi. ŞAKAR H. (2000). Genel Bankacılık Bilgileri. (Birinci Baskı). İstanbul: Strata Yayınları. TAKAN M. (2001). Bankacılık Teori Uygulama ve Yönetim. (Birinci Baskı). Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. TUNAY K. B. (2001). Fiyat İstikrarı Sürecinde Uygun Enflasyon Hedefinin Belirlenmesi. Active, Bankacılık ve Finans Dergisi. Yıl: 4. Sayı: 20. Eylül-Ekim. TUNÇ H. (2001). Finansal Kriz ve Türkiye Ekonomisi. İSO Dergisi. Sayı: 421. Nisan. TÜMAY E.(2003). Mikroekonomiye Giriş. (Birinci Baskı). İstanbul: Beta Basım Yayın Dağıtım. ULUDAĞ İ., Arıcan E. (2001). Finansal Hizmetler Ekonomisi. (İkinci Baskı). İstanbul: Beta Yayınları. YELDAN E. (1998). Doğu Asya Krizinin Etkileri Üzerine Bir Makroekonomik. İktisat, İşletme ve Finans Dergisi. Sayı: 146. Mayıs. YILMAZ R. (2005). Finansal Krizler ve Banka Hücumları. (Birinci Baskı. Bursa: Ekin Kitabevi. 119 www.baskent.edu.tr www.bddk.org.tr www.tbb.org.tr www.tcmb.gov.tr www.tmsf.org.tr www.ziraatbank.com.tr 120