/\ I ’nin en çok tartışılan konusu hiç M 1 / \rm i | / m kuşkusuz eğitimdi. Öyle ki, eğitim konusu Erbakan hükümetini bile yerinden etti. Geçmişe baktığımızda da bu konunun hiç gündemden düşmediğini sürekli tartışmalara yol açtığını görüyoruz. Osmanlı İmparatorluğu döneminde de buna rastlamak mümkün. Öğrenci sayısının ve eğitime olan ilginin az olduğu o yüzyıllarda yabancı hocaların kendi dillerinde ders verdiği okullar açılıyordu. Ancak bu okullar beraberinde misyonerlik ve laiklik tartışmalarını da getiriyordu. Osmanlı İmparatorluğu gerileme dönemine girmişti. Avrupa sanayileşme ile birlikte hızla gelişirken, Osmanlı yerinde sayıyordu. II. Mahmud’un saltanatını sürdürdüğü dönemde çeşitli reformlar yapılmıştı. Eğitim reformları gereği İstanbul’da yeni okullar açılıyordu. Bu okullarda eğitim gören Türk gençleri, yaklaşık bir asır sonra kurulacak Türkiye Cumhuriyeti’nin, adından çokça söz edilecek kişileri olacaklardı. Savaşlara, yangınlara, maddi sıkıntılara rağmen eğitimin Fotoğraflar: Flasan KARAKAŞ durmadığı Mekteb-i Harbiye, Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi), Amerikan Koleji ve Mekteb-i Tıbbiye-i Şahanede önceleri yabancı dilde başlayan eğitim zaman içinde baskıların etkisi ile birlikte Türkçe olacaktı. Misyoner bir tutuma sahip olmayan, laik bir yönetim ile idare edilen bu kurumlar tüm tepkilere rağmen bugüne kadar varolmayı başardılar. Ve bugüne kadar Türkiye için çok önemli insanlar yetiştirdiler. Doğu’nun Batı ufkuna açılan penceresi; Mekteb-i Sultani 19. yüzyılda tüm Avrupa’da, Fransız edebiyatının ve sanatının etkisi büyüktü, kuşkusuz Fransızlar sanatlarının Osmanlı topraklarında da benimsenmesini arzu ediyorlardı. Katolik mezhebini yayma ya. da sevdirme gibi misyoner bir amacı olmayan bu okulda, Müslüman-Hıristiyan öğrenci sayıları eşit anayileşmenin hızla yaygınlaştığı S Avrupa'da bir yandan da roman­ tizm rüzgarları esiyordu. Fransa Av­ rupa’nın resim ve edebiyatta merkezi ol­ muştu. Emile Zola, Victor Hugo, Alfred de Musset, Manet, Monet, Cezanne, Gaugin gibi isimler 19. yüzyıla damgalarını vuru­ yorlardı. İşte yine bu dönemde Fransızlar, Avrupa kıtası üzerinde etkinliklerini artır­ ma çabası içindeydiler. tutulacaktı... Okul yönetiminin "laik" eğitimi Fransa, İstanbul’da Osmanlı kökenli gay­ sürdürmedeki titiz ve yansız tutumu, kurumu bir rimüslimlerin de eğitimlerini sürdürebi­ kapanma olasılığından da uzak tutuyordu. Fransa Büyükelçisi M. Bourree’nin çaba- d» lecekleri bir okul kurma çabası içindeydi. Mekteb-i Sultani bazı Türklerin de tepkisini çekiyordu. En ağır eleştiriler, Namık Kemal'den ve Yeni OsmanlIlar dan geliyordu. Yunanca dersinin konmaması İstanbullu Rumları kızdırmıştı. Museviler ise Hıristiyan bir müdürün yönettiği okula çocuklarını göndermek istemiyorlardı. larının yanı sıra bu okulun açılmasında 1867 yılında Avrupa'ya geziye çıkan Abdülaziz ile dönemin sadrazamı Ali Pa­ şa, Hariciye Nazırı Keçicizade Fuad Paşa ve Maarif Nazırı Saffet Paşa'nın çabalan da yadsınamaz. Dönemlere göre “Mekteb i Sultani". "Gala­ ta Sarayı Mekteb-i Sultanisi". "Umumi-i İdadi" adlannı alan ve Türkiye’nin diplo­ m at ve bürokratlarının birçoğunu mezun eden bu lise. 1 Eylül 1868 yılında öğreni­ me açılmıştı. Okul açıldığı günden itibaren bir anlamda Tanzimat eğitiminin de sim ­ gesi olmuştu. Her ulustan ve dinden çocuklan ve genç­ leri. OsmanlI ulusçuluğu etrafında kay­ naştırıp entellektüel bir taban kazanma amacına dönük bu okul için, Tevfik Fikret "Doğu nun Batı ufkuna açılan ilk pencere­ si" sözlerini söylemişti. Gerçekten de öyle olacaktı. Rüştiye üstü, lise eşiti ve yabancı dil eğiti­ mi de veren bir okulun açılması için. 1867’de Paris Büyükelçisi olan Cemil Paşa'nın rolü çok büyüktür. Cemil Paşa, Dışişleri Bakanı Fuad Paşa'ya gönderdiği bir mektupta Fransızların İstanbul'da bir lise açmayı düşündüğünü, bunun iki ülke ilişkilerine olumlu katkıda bulunacağını bil­ dirmiş, o yıl, Paris'i ziyaret eden ve orada­ ki okulları gezen Sultan Abdülaziz de İs­ tanbul'a döner dönmez böyle bir okulun açılması için talim at vermişti. Öğretimin Fransa’daki eğitim ilkelerine bağlı biçimde düzenleneceği bu okul için 25 Mart 1868'de Paris'te bir sözleşme imzalandı. Dr. A. Levistal, okula Fransız müdür mu­ avini olarak atandı ve İstanbul'a gönderil­ di. Levistal, hazırladığı raporlarda, okulun amacının, Fransız etkisini yaygınlaştırma, Osmanlı gençleri arasında Fransızcayı ve Fransız edebiyatını, uygarlığını sevdirmek olduğunu ifade etmişti. O dönem tüm Av­ rupa’da Fransız edebiyatının ve sanatının etkisi büyüktü, kuşkusuz Fransızlar sanat­ larının Osmanlı topraklarında da benim­ senmesini arzu ediyorlardı. Katolik mez­ hebini yayma ya da sevdirme gibi misyo­ ner bir amacı olmayan bu okulda Müslüman-Hıristiyan öğrenci sayıları eşit tutulacaktı, okuldaki m escitten Müs­ lüman öğrencilerin yararlanmaları, Hıristi­ yan öğrencilerin ise ibadet için okul dışın­ OsmanlIlardan bu yana pekçok badire atlatan Galatasaray lisesi her zaman “en iyi" olmayı başardı. mıştı. Okulun müdürlüğüne bir Fransız ve yardımcısı olarak bir Türk atanmıştı ancak bulunmuştu ancak bu girişimden bir neti­ ce elde edememişti. Türk müdür yardımcısının göreve başla­ Mekteb-i Sultani bazı Türklerin de tepkisi­ daki kiliselere gitmelerine olanak sağlana­ ması için izinler alınamayınca okul ilk tep­ ni çekiyordu. En ağır caktı. Ve okul 172 Müslüman, 237 gay­ rimüslim (Ermeni, Latin, Rum, Musevi, Bulgar) öğrenci ile 1 Eylül 1868'de eğiti­ me başladı. kileri açılış arifesinde üzerine çekmiş oldu. Öte yandan Fransızların İstanbul’da eği­ Kemal'den ve Yeni Osmanlılar'dan geliyor­ du. Yunanca dersinin konmaması İstan­ tim çerçevesinde etkinliklerini artırmaya bullu Rumları kızdırmıştı. Museviler ise Hı­ başlamaları komşu ülke Rusya'yı endişe­ ristiyan bir müdürün yönettiği okula ço­ lendiriyordu. Rusya bu endişesini bir nota ile bildirmekten çekinmemişti. Dönemin cuklarını göndermek istemiyorlardı. Papa, Rusya Büyükelçisi İgnatief, aynı düzeyde yasaklamaya bir de Rus okulu açılması için girişimlerde hükümeti bunu önlemeyi başarmıştı. İs­ Ders araç gereçleri, yatılı öğrenciler için yatak takımlarının tümü Fransa'dan geti­ rilmişti. Yatılı öğrencilerden yıllık olarak 45 altın, diğerlerinden ise 10 altın ücret alın­ eleştiriler, Namık Mekteb-i Sultani’ye Katolik öğrenci kaydını kalkıştı fakat Fransa tanbul'daki Ermeni-Katolik Patriği de ken­ di cemaatinden çocukların buraya gönde­ Yangınlar ve savaşlar rilmesini yasaklamıştı. Osmanlı Şeyhülisla­ mı, Müslüman ve Hıristiyan gençlerin bir arada okumalarının dine aykırı olduğunu 20. yüzyılın ilk yılları okul için pek de renkli yıllar olmamıştı. Önce binadaki yan­ ileri sürüyordu. gın ardından savaşlar eğitime darbe vurm uştu. Okul binası 22 Şubat 1907'de yandı. Öğrenciler tatilde olduğu için ölen olmamıştı. Fakat okulun tüm ahşap bölmeleri, tavan ve döşemeleriyle birlikte kütüphanesi, müzesi, arşivi de yan­ Tüm bu tartışm alar sürerken okul bina­ mıştı. Öğrenciler bir süre açıkta ve teneffüs sundurmaları altında ders yapmış­ lardı. Daha sonra Beylerbeyi Sarayı yanındaki Muzıka Dairesi'ne taşınılmış ve ba­ rakalar kurulmuştu. Okulun onarımı 1909'da tamamlandı. Balkan Savaşı ile bir­ likte artış gösteren öğrenci sayısı iyice düşmeye başlamıştı. 1912 Balkan Savaşı'ndan 1922'ye kadar okul, öğrenci ve öğretmen sayısı en aza inmiş olarak hiz­ met verebildi. Öğretmenlerin ve yetişkin öğrencilerin büyük bölümü silah altı­ na alınmıştı. 1912'de 62 mezun veren okuldan 1916'da 4, 1917'de sadece 5 öğrenci mezun olabildi. Bu dönemde yabancı öğretmenlerin birçoğu görevlerin­ den ayrılmıştı. sında da birtakım eksiklikler vardı, hatta ilkel bir ortamda ders yapılıyordu. Sınıflar mangalla ısıtılıyordu. Resim atölyesinde, silgi yerine ekmek içi kullanılıyordu. Tuva­ letlerde su yoktu, yemekler ise kötüydü. Yine de öğrenci sayısı artıyordu. 18691870 öğretim yılında öğrenci sayısı 600'ü geçmişti. Tepkiler sürüyordu. Hiç bir dini eğitimin verilmemesi, farklı dinlere men­ sup gençlerin bir arada okumaları eleştiri­ lere maruz kalmakla beraber okul yöneti- minin "laik" eğitimi sürdürmedeki titiz ve yansız tutumu, kurumu kapanma olasılı­ ğından uzak tutuyordu. Aynı dönemde okula çok değerli bir kitap koleksiyonu armağan eden Fransa Kralı 111. Napolyon’un Almanya'ya yenik düşme­ sinin ardından okul da bu yenilgiden payı­ nı almıştı. Ayrıca okulun koruyucusu Ali Paşa'nm 1871 yılında ölümü ve kurucu müdürün Fransa’ya dönmesi de okulun üstündeki kara bulutların sayısını artır­ mıştı. Ve birkaç sene içinde öğrenci sayısı neredeyse yarı yarıya azalmıştı. 1873'te okul Gülhane'deki Mekteb-i Tıbbi­ ye binasına taşındı ve üç yıl boyunca ders­ lere bu binada devam edildi. Mekteb-i Sul­ tani yeniden kendi binasına 1876'da döndü. 1885 yılından itibaren okulda Türkçe, Fransızca ve ortak programlar uy­ gulanmaya konuldu. Fransızca ya da Türkçe programı izleyenlere "ehliyetna­ me", Fransızca-Türkçe programdan me­ zun olanlara "şahadetname" veriliyordu. Tevfık Fikret 1888'de ortak programdan mezun olan ünlü isimlerden sadece biri. Üçer yıllık Türkçe ve Fransızca programla­ rın uygulandığı okulda ayrıca Türkçe prog­ rama Arapça, Farsça ve ulum-ı diniye dersleri de alınmıştı. Okul sanata ve müzi­ ğe de oldukça önem veriyordu. Yatılı öğ­ rencilerin tam am ı jim n astik eğitimi gördüğü gibi, isteyen öğrencilere de Rum­ ca, İngilizce, Ermenice, Almanca, İtalyan­ ca, Latince ve ücreti öğrencilerce karşılan­ mak üzere piyano ve keman dersleri de veriliyordu. Galatasaray'da 1912'ye değin görev alan müdürler arasında en tanınmışları Sava Paşa (1874-1876), Ali Suavi (Ocak 1877Aralık 1877), Abdurrahman Şeref (18941908), Emrullah Efendi (1908), Tevfık Fik­ ret (1908-1909), matematikçi Salih Zeki Bey’dir. (1910-1912). Okulun aynı zaman­ da ilk müslüman mezunu da olan Abdur­ rahman Şerefin müdürlüğü, Galatasa­ ray’ın en verimli ve parlak dönemi olmuş­ tur. 1900-1901 öğretim yılında okulda toplam 902 öğrenci okumaktaydı. Bu sayı­ larla Mekteb-i Sultani, İstanbul'un en faz­ la öğrenciye sahip olan okuluydu. Aynı yıl okuldan 27 kişi mezun oldu. 1903'e kadarki 34 yıl içerisinde mezun sayısı ise 648'e çıkmıştı. Cumhuriyet’in ilanının ardından ise okulun adı Galatasaray Lisesi olarak değiştirildi. Artık teneffüslerde öğrencilerin Fransızca konuşmaları gerekmiyordu. Ayrıca 1929 yılından itibaren genel kültür dersleri Türkçe verilmeye başlandı. 1926-1932 arasında okulda bir de "ticaret ve bankacı­ lık şubesi" faaliyet gösterdi. 1930'da öğ­ François Mitterrand İstanbul’u ziyaretinde Galatasaray Lisesi’ni gezmişti ve aynı dö­ renci sayısı bin 600'e çıkarıldı ve ilkokul sı­ ya varılarak lisenin ayrıca bir üniversite ve nıfları Ortaköy'deki Feriye Sarayları'nın bir dairesine taşındı. ilköğretim olarak da eğitim vermesine ka­ rar verilmişti. Ve 14 Nisan 1992’de Fransa ile yapılan bir kültür anlaşması çerçevesin­ 1967'de okula kız öğrenciler de alınmaya başlandı. 1969'dan itibaren ise ilkokula öğrenci alınmadı. Ortaköy şubesi, ortaokul sınıflarına bırakıldı. 1968’deki 100. yıl­ dönümü kutlama törenine, Fransa Cum­ hurbaşkanı Charles de Gaulle de katıldı. Bu tarihe kadar okul 4 bin 717 mezun ver­ mişti. 1975'ten başlayarak Galatasaray Li­ sesi merkezi sınav sistemine bağlı olarak hazırlık sınıfına öğrenci alan bir yıl hazırlık, üç yıl ortaokul ve üç yıl lise olmak üzere yatılı ve gündüzlü Anadolu lisesi konumu­ na getirildi. Fransa'nın merhum Cumhurbaşkanı nemde iki hükümet arasında bir anlaşma­ de Galatasaray Eğitim ve Öğretim Kuru­ mu oluşturuldu. Devlet Bilimleri Yüksek Okulu'nda, hukuk, iktisat, işletme, kamu yönetimi, uluslararası ilişkiler ve iletişim bölümleri; Mühendislik ve Teknoloji Yüksek Okulu'nda da endüstri mühendis­ liği ve bilgisayar mühendisliği bölümleri öğretime başladı. Galatasaray Lisesi'ne uzanan bu yolu pek çok ünlü katetti. Cumhuriyet döneminin Türkiye’sini inşa eden mühendislerin okulu Robert Kolej ABD dışındaki en eski Amerikan koleji olan Robert Kolej bugün Robert Lisesi diye anılıyor. Christopher Rhinelander Robert'ın verdiği 2 bin sterlinle kurulan Robert Lisesi, doğal olarak kurucusunun adıyla anılıyor. Cü> "I Q İ U U v lü yılların ikinci yarısının Is- eğitimci Dr. Cyrus Hamlin yüzyıl öncesinde tanbul'u... OsmanlI'nın pa­ Amerika'da başlayan misyonerlik ruhunu yitahtı, Hıristiyanlar'ın kutsal Konstantina- Osmanlı topraklarına taşımak için İstan­ polis'i... Dinlerin, kültürlerin buluştuğu bir bul'da... Ama bu yüce amaç için para la­ kent İstanbul. Ve bu niteliğiyle, tüm zım. Para; C.R. Robert'tan çıkıyor. Ve dünya insanlarına açık. Kimlerin yolu bugün Türkiye'nin en iyi eğitim kurumla- düşmüyor ki o yıllarda İstanbul'a. Ameri­ rından olan Robert Lisesi'nin temeli de bu kalı tüccar Christopher Rhinelander Ro­ tanışmayla atılıyor. bert da bunlardan biri. Julius Robert Millingen, Edwin Millingen, 1855 yılında tanışıyor C.R. Robert İstan­ David Henry Porter ve John Morton... Bu bul'la... Tanıştığı sadece kent değil, ken­ isimlerin Robert Kolej tarihi açısından öne­ disi gibi Amerikalı olan bir misyoneri de mi çok büyük. Bu dörtlü 16 Eylül 1863'te ülkesinden binlerce kilometre ötede, İs­ açılan Kolej'in ilk öğrencileri. Daha sonra­ tanbul'da buluyor Robert. Misyoner ve ki yıllarda bu öğrencilere, Ahmetler, Hüse- yinler, Haşarılar da katılacak. Ama ilk yıl­ larda müslümanlara okul yasak. Daha son­ ra bir şekilde bu yasak kırılacak. Ve Cum­ huriyetle birlikte de Robert Kolej, Türki­ Robert Kolej'in tarihi bağış listesi ye’nin en iyi okullarından biri olacak. An­ ne ve babalar çocukları "kolej"li olsun diye C.R. Robert'in bağışlarıyla kurulan Robert Kolej Am erika'da epey Önlenmiş­ her türlü fedakarlığa razı gelecekler... ti. Özellikle Dr. W ashburn'ün Am erika'da iki yıl boyunca bağış toplam a gi­ rişim i sonuç verm iş ve 35 bin dolara okula dört katlı yeni bir bina kazandı­ Bugünden yine ilk günlere dönelim. Bu dört öğrenci Dr. Hamlin başkanlığında Amerikan Misyonerler Heyeti'nin Bebek'te ilahiyat okulunun binasında, 16 Eylül 1863'te, altı öğretmenle eğitime başladı­ lar. Bu binada Kırım Savaşı’nda OsmanlIla­ ra yardım etmek maksadı ile İstanbul'a gelen Amerikalı misyonerler oturuyordu. rılm ıştı. 1902'de okulun 29 yıllık doğa bilimleri öğretm enlerinden ve 18901901 arası başkan yardım cısı Albert L. Long öldü. Anısını yaşatm ak üzere, okulun akadem ik kurulunda oylanarak laboratuvarların bulunduğu Science Hall'e, 1904’te Albert Long Hall adı verildi. Bu bina toplantılar için geniş bir m ekân sağlıyordu. Bugün hala çalınan org, 1914'te Cleveland H. Dodge ta ­ rafından hediye edildi. C.R. Robert'in ölümünden sonra birçok Am erikalı hayırsever Robert Kolej'e edildi, kütüphane kurulması için 2 bin 500 yardım etti. Bunlar arasında John Ste w art Kennedy, Olivia Eggleston, Phelps Stokes, William Earl Dodge ve oğlu Cleveland H. Dodge önde gelir. 1889-1891'de kolej m üdürlerinden John Steward Kennedy öğretm enlerin kalm aları için Kennedy Lodge adlı binayı bağışladı. Bu bina 1891'den 1971'e kadar kolej başkanınm konutu oldu. Kennedy ayrıca kolej mülkü dolar ayrıldı. İstanbul'da bir Amerikan Ko­ üzerinde hocalar için altı ev yaptırdı. Okula yaptığı bağışla 1910-1912'de leji fikri Amerika'da da cazip bulundu ve m ühendislik bölümü binası ve 1913'te yarı yatakhane yarı sınıf olan Ander­ son Hall inşa edildi. Ve misyonerler konfora ihtiyaç duymadık­ larından bina, son derece bakımsızdı. C.R. Robert'in sağladığı 3 bin dolarla tam ir Harvard College 200 kitaplık bir bağışta bulundu. Önce 4 sonra 20 derken 1902- 1902'de New Yorklu bayan Olivia Phelps Stokes tarafından hazırlık bölümü için beş katlı Theodorus Hail yaptırıldı. George W ashburn 1903'te emekli oldu. 1903-1932 arasında Caleb F. Ga­ tes başkanlık yaptı. 1904'te Clevelan Dodge ile babası Williams Dodge ta ­ rafından büyükjim nastikhane, Dodge Hail yaptırıldı. 1906'da W illiams Dod­ ge tarafından yaptırılan binaya okulun ikinci başkanınm adı verilerek W ash­ burn Hall denildi. 1913'te kolejin Am erika'daki yönetim kurulu başkanı John Kennedy'in top­ ladığı paralarla yaptırılan dört katlı binaya kolejin uzun süre öğretm enliği­ ni yapan Charles Anderson'ın adı verildi. Yine John Kennedy'in koleje bırak­ tığı 2 milyon dolarla 1911'de yapım ına başlanan dört katlı bina 1913'te hizm ete açıldı. Bu binaya kolejin üçüncü m üdürü olan Caleb F. Gates'in adı verilerek Gates Hall dendi. 1914'te Cleveland Dodge tarafından dört katlı olarak yaptırılan binaya Dr. H am linin kızının adı verilerek Henriette W ashburn Hall dendi. Bu bina son­ raları Social Hall diye de anıldı. 1914'te zengin bir Am erikalı olan Williams Sloane tarafından hastane binası yaptırıldı. Hastaneye babasının adı verile­ rek John Sloane dendi. 1914’e gelindiğinde bugünkü yapı dokusu hemen hemen tam am lanm ıştı: Cleveland H. Dodge, William E . Dodge, John S. Kennedy ve Mr. William Sloane'un katkılarıyla 10 yıl içinde yedi bina yapılm ıştı: Dodge Gymnasium (1904), W ashburn Hall (1906), Henrietta Washburg Hall (1914), Anderson Hall (1913), sonra Gates Hall adı verilen Mühendis Mektebi binası (1913), Isıtm a Merkezi ve John Sloane Reviri (1914). 1929'da yine Miss Stokes'un katkılarıyla Theodorus Hall'un arkasına üç katlı jim nastikhane yapıldı. Okulun kütüphanesi 40 yıl boyunca Albert Long Hall'un giriş katında el­ verişsiz koşullarda faaliyet gösterm işti. Bugün Boğaziçi Üniversitesi re k­ törlü k binası olan kütüphane 1932’de açıldı. Okulun İngilizce ve tarih öğ­ retm eni olan Bizans uzm anı Dr. Alexander van Millingen, vasiyetinde kütüphane için 2 bin sterlin bırakm ıştı. 1890 m ezunu N. Kyriakides, John S. Kennedy ve kolejin ABD'deki diğer dostları sayesinde kütüphane t a ­ Bir misyoner hereketinin sonucu doğan Robert Kolej buna rağmen laik kimliğini korudu. m am lanarak Van Millingen Library adını aldı. 1900'de 10 bin olan kitap sayısı 1937'de 40 bine yükseldi. 1903 ders yılında öğrenci sayısı 318'e ula­ şıyordu. C.R. Robert ile Dr. Cyrus Hamlin'in çaldığı maya tutuyordu. AHMED VEFİK PAŞA NIN ARAZİSİ Robert Kolej'in okul kimliğine kavuşması elbette kolay olmadı. Eğitimin misyonerle­ rin binasında daha fazla sürdürülmesi mümkün değildi. Okula bir bina kazandır­ mak için önceleri Kuruçeşme sırtları düşünüldü. Ancak aranan arazi Rumelihisarı’nda bulunacaktı. Paris'te elçi iken yaptığı masrafların devletçe ödenmemesi yüzünden borçlu kalan Ahmed Vefık Paşa çareyi arazisini 36 bin liraya okula satm ak­ ta bulacaktı. Sıra padişahın izin vermesine gelmişti. 20 Aralık 1868’de Abdülaziz'den irade-i seniye çıktı. Beş ay sonra da bina­ nın temeli atıldı. Açılış günü, Amerika Birleşik Devletleri’nin Zafer Günü’ne denk düşüyordu. 4 Tem­ muz 1871’de düzenlenen törenle eğitim yeni binada yapılmaya başlandı. 60 bin dolara mal olan bu büyük binaya, kurulmasında en büyük hizmeti geçen ve 1863-1877 yıllarında kolejin başkanlığını yapan Dr. Hamlin'in adı verildi. Amerika dı­ şında açılan bu kolej Amerikan Başkanı Lincoln'ün de ilgisini çekmişti. Törende Lincoln'ü Dışişleri Bakanı William H. Seward temsil etti ve açılış konuşmasını da o yaptı. Hamlin'in 1877 yılında okulun başkanlığın­ dan ayrılarak, Amerika'ya dönmesinden sonra, okul başkanlığına yabancı biri gel­ medi. 1878'den 1903'e kadar okulun baş­ kanlığını üstlenen Dr. George Washburn, Dr. Hamlin'in damadıydı. Yeni başkan psi­ kolojiden ekonomiye dek geniş bir alanda hocalık yapıyordu. Washburn hocalığının yanında başarılı bir yöneticiydi. Onun döne­ leri Ermeni, Rum ve Bulgar ağırlıktaydı. minde öğrenci sayısının üçe katlanması da Okulu ilk bitiren Müslüman Türk öğrenci renciler ağırlıklı olarak Türk vatandaşların­ bu başarısının bir göstergesiydi. Yöneticilik 1903'te mezun oldu. 1915-1925 arası dan oluşmaya başladı. 1938 yılına gelindi­ yaptığı dönem savaşlarla, yoksulluklarla ve toplam 13 Türk mezun oldu. Cumhuriye­ ğinde mezun Türk öğrenci sayısı 200'e salgın hastalıklarla doluydu. Buna rağmen tin ilanıyla birlikte okulun öğrenci doku- Hamlin, tüm olumsuzluklardan öğrencile­ sunda ciddi bir değişim yaşanıyordu. Öğ­ ulaştı. Aslında Cumhuriyetin ilanıyla Robert Kolej rini ve okulunu korumayı başardı. Şimdiler­ Robert Kolej ilk 40 yıl de de sürdürülen "Field Day” diye bilinen boyunca edebiyat den çıkan Genç, Türkiye Cumhuriyeti'nde spor bayramı da onun zamanında başlatılı­ eğitiminin ağırlıklı olduğu yabancılara karşı olumsuz yaklaşım ağır­ bir okuldu. Ancak okula bir okul olunca "Milli Eğitim" kadroları ko­ tarihindeki asıl ünü, nuya soğuk yaklaşıyorlardı. Sonunda sağ­ yordu. KOLEJİN ÖĞRENCİ DOKUSU Robert Kolej'e 1900'lü yılların başına dek biraz sarsıntı yaşamıştı. Ulusal mücadele­ lıktaydı. Üstelik söz konusu olan yabancı duyu galip geldi. Maarif Vekâleti, Ameri­ Türk öğrenciye rastlanılmıyor. Buna karşın mühendislik bilimi kan okullarını sıkı bir denetim altına aldı, okulun 25 ayrı ulustan öğrenciyi barındır­ alanında verdiği eğitim müfredat, ders kitapları ve öğretim ele­ dığı dönemler de oldu ki, bu Osmanlı teba­ asının bir dökümü gibiydi. Okulun öğrenci­ kazandırıyordu. manları için bakanlık onayı istedi. Ancak bundan daha fazla da ileriye gidilmedi. Robert Kolej 1927'de hükmi şahsiyet ola­ rak mal varlığı edinme hakkını da elde edince ortalıkta çok da fazla sorun kalma­ dı. Robert Kolej kısa sürede Türkiye'nin yeni koşullarına uyum sağladı. Eğitimin kalitesi artırıldı ve okula öğrenci kabulün­ de yüksek standartlar aramaya başladı. MÜHENDİSLİKTEKİ YERİ Robert Kolej ilk 40 yıl boyunca edebiyat eğitiminin ağırlıklı olduğu bir okuldu. Fen bölümünün İlk nüvesi ancak 1902’de ku­ ruluyor, 1910 yılında da okula bir ticaret bölümü oluşturuluyordu. Ancak okula ta­ rihindeki asıl ünü mühendislik bilimi ala­ nında verdiği eğitim kazandırıyordu. Mühendislik Okulu 1912 yılında Michlgan Üniversitesi'nden John R. Allen'in önderli­ ğinde kuruluyordu. Jön Türk Hareketinin Osmanlı İmparatorluğu'ndaki çağdaşlaşma ve sanayileşme öngörmesi, mühendislik okulunun kurul­ masında önemli bir etkendi. İmparatorlu­ ğun edebiyatçılardan çok mühendislere ihtiyacı vardı. Sarmaşıklar okulun yıllanmışlığının bir ifadesi gibi... Mühendislik Okulu, kısa sürede Osmanlı topraklarında ün saldı. Öğrenci sayısı hız­ özel bir öğretim kurumu doğdu. İstanbul sinde değişik dil ve konular da toplam 70 la arttı. 1912'de 11 öğrenci kayıt yaptır­ Amerikan bin dolayında kitap bulunuyordu. 1945'ten mışken bu sayı 1937'de 145'e yükseldi. Amerikan Kız Koleji ise aynı kurumun kız­ 1971'e kadar süren dönem, bir bakıma Robert özellikle lar kısmı oldu. O yıllarda İstanbul Ameri­ okulun "altın çağı" olarak tanımlanır. 25 Cumhuriyet döneminde Türkiye'nin yeni­ kan Koleji öğrenciyi olgunluk sınavına ha­ yıllık bu dönemin mezunlarının birçoğu den inşa edilmesinde çok önemli görev­ zırlayan bir liseydi. Türkiye'nin iş, bilim ve sanat çevrelerinde ler aldılar. Bu önceleri çok kolay olmadı. Ancak yalnız erkeklere mahsus bir teknik önde gelen kişiler oldular. 1958'de Robert Mühendislik okulu m ezunlarını Tü rk okul kısmını da içeriyordu. Robert Kolej'in Kolej Yüksekokulu'nun kurulmasına Ba­ hükümeti ancak 1928 yılında mühendis mühendis yetiştiren teknik okulunda da kanlar Kurulu'nca izin verildi. 1971'de Ro­ olarak kabul etti. öğretim süresi dört yıldı. bert Kolej Kampüsü, Boğaziçi Üniversite- Cumhuriyet'ten sonra Kolej hızlı bir deği­ Teknik okul inşaat, elektrik ve makine si'nin kurulması için Türk hükümetine şim yaşamaya başladı. mühendisliği ayrılmıştı. devredildi. 1971'de Arnavutköy Amerikan 1932'de Robert Kolej ve Amerikan Kız Ko­ 1945'ten sonra kolejin kütüphanesi Balkan­ Kız Koleji ile Robert Kolej birleşerek kar­ leji bir direktör yönetiminde birleştirildi ve ların en büyük ve modern kütüphanelerin­ ma eğitime geçtiler. Okulun adı Özel İs­ böylelikle İstanbul Amerikan Koleji adlı den biri olmuştu. Her iki kolejin kütüphane­ tanbul Amerikan Robert Lisesi oldu. Kolej m ühendisleri Koleji erkekler; Arnavutköy bölümlerine C. R. Robert'in katkıları Christopher Rhinelander Robert, E kim 1878'de ölünceye dek okulla ilişkisini kesm edi. Eğitim m isyonuna gönülden inanm ış biri olarak; Osm anlI'da başarılı olmuş Robert Kolej’in bir örneğini kendi ülkesinde de kurm aya niyetlendi. Bir kuzeyli olm asına rağm en, okul yap m ak için güneyi tercih e tti, çünkü buraların okula daha çok ih­ tiyacı vardı. 1866 yılında Chattanooga'da yer alan Lookout Dağı'nda ikinci bir Robert Kolej daha açılıyordu. Okul dönemin ko­ şullarına göre çağdaş donanım la düzenlenm iş ve en iyi ol­ m a iddiasıyla yola çıkm ıştı. A ncak okulun kurucusunun bir kuzeyli olm ası, güneyde hoş karşılanm adığından okul O uzun öm ürlü olam adı. "U zaktaki k a rd e ş okulun" kapanm ası İstanbul'daki büyük ağabeye yaradı. Kapatılan okulun tü m donanımı İstanbul'a gönderildi. Üstelik oku­ lun Lookout’taki arazisi de binlerce kilom etre ötedeki Ro­ b ert Kolej'in oluyordu. Bu arazi ihtiyaç duyulup satıldığın­ da Kolej'e tam 40 bin dolar gelir g etirm işti. C.R. Robert öldüğünde m irasçıları tam bir şok yaşadılar. Robert yaşarken varını yoğunu bu koleje verdiği yetm ez­ m iş gibi gayrim enkul m al varlığının beşte birini de m iras olarak koleje b ırakm ıştı. Aile bu m irasa itiraz ettiyse de uzun süren hukuki m ücadeleden sonra Kolej hakkı olan 100 bin dolarlık m irasa sonunda kavuştu. O sm a n lI’nın g erilem e dönem indeki y ü z akı Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden geriye döndüğümüzde Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane ile karşılaşıyoruz. Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilikçi hareketlerinin bir ürünü olan okul, Türk hekimlerinin ilk yuvası oldu. . yüzyılda yaşanan Viyana boz­ gununun ardından Osmanlı İm­ paratorluğu topraklarını kay­ betmeye başlamıştı. Osmanlı ordusu Av­ rupa topraklarından yavaş yavaş çıkarılı­ yordu. Bilim, teknik, sanayileşme ve siya­ set konularında Avrupa hızla gelişirken Osmanlı bu duruma ayak uyduramıyordu. işte böylesine ümitsiz bir dönemde yeni­ liklerin, reformların bir müjdesi gibi ku­ rulmuştu OsmanlI'nın tıp okulu... Türk tıp tarihinde çok özel bir yere sahip­ tir Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane. Uy­ guladığı çağdaş tıp öğretimi ve II. Mah­ mud döneminde yapılan reformlar ile okul, dönemine damgasını vurmuştur. Askeri hekim yetiştirmek üzere 1827 yı­ lında Tıbhane-i Amirane adı ile kurulan öğretim kurumu kısa zamanda ihtiyaçla­ rını karşılayamaz hale gelmişti. Bunun üzerine 1837 yılında kurumun yenilenme­ si istenmiş ve yeni bir bina ve hastanenin yapılması talep edilmişti. Fakat dönemin mali durumu böyle bir talebi karşılamaya yetmemişti. Böylece bugünkü Galatarasay Lisesi'nin yerinde bulunan Enderun Ağaları Mektebi'nin yeniden düzenlenmesi ve öğretimin bu mekanda sürdürülmesine karar veril­ di. Dekan olarak da Hekimbaşı Abdülhak Molla seçilmişti. ale de Galata-Serai (Galatasaray Mekteb-i caların yazdığı Fransızca ve Türkçe eser­ Tıbbiye-i Şahanesi) adlarını vermişlerdi. lerin yanı sıra halkı aydınlatmak için de Molla 18. yüzyılın önemli isimlerinden bi­ riydi. Mekteb-i Tıbbiye nazırlığı yapan Abdülhak Molla karantina idaresi başkan­ lığı da yapmıştı. Nazırlığı sırasında Tıphane ile Cerrahhane’yi birleştirmiş, disseksiyon ve otopsi yapılması için gerekli izinle­ rini sağlamıştı. Sultan II. Mahmud, yaptığı reformlara bir yenisini eklemek amacıyla Tıbhane-i Amire'nin öğretim programının da yeniden düzenlenerek çağdaş bir düzeye ulaştırıl­ masını talep etmiş ve bu çerçevede Avus­ salgın hastalıklar ve aşı hakkında risale­ EĞİTİMİ KADAR MİMARİSİ DE ÜNLÜ ler basılıyordu. Okulun binası da verilen eğitim kadar II. Mahmud'un ölümünden sonra Abdül- ünlüydü. Büyük bir iç avlu çevresinde iki mecid de, yeniliklerin bir simgesi olarak kattan oluşan paralelkenar biçiminde gör­ kabul edilen okulun gelişmesi için tüm kemli bir yapıydı. Botanik bahçesi ile birlik­ desteği sağladı. Yıl sonunda öğrencilerin te geniş bir alana yayılıyordu. Ön cephesin­ bitirme sınavlarını Sultan'ın şahsen izle­ de, iyon ve Korint üslubuna göre yapılmış mesi onun bu öğretim kurumuna verdiği iki sıra sütuna yaslanan büyük kubbesiyle önemin bir göstergesidir. Padişahın izniy­ görkemli bir ana giriş kapısı vardı. Girişte, le bu sınavlara yabancı devlet görevlileri ana cephenin ortasında, yuvarlak biçimde de katılıyordu. İstanbul'a gelen yabancı bi­ turya'dan Karl Ambros Bernard isimli ge­ geniş bir kütüphane salonu ile bunun sa­ lim adamları ve devlet erkanı da okulu zi­ nç bir hekimi davet etmişti. Bernard'ın, ğında ve solunda, anatomik preparatlar ve yaret ettiklerinde hayranlıklarını gizleye- 1838’de İstanbul'a gelmesinin ardından doğa tarihi koleksiyonlarının korunduğu miyorlardı. yeni okul, 1839'da, Mekteb-i Adliye-i Şa­ salonlar yer alıyordu. cephelerden Derslerin Fransızca verildiği okulda öğre­ hane der Asitane-i Aliyye (Ecole Adliyée Yan birinin ortasındaki nim süresi tıp ve cerrahi dönemi olarak on impériale de Médecine) adıyla öğretime büyük merdivenle padişahın özel dairesi­ yıl idi. Bunların dışında askerlere bir yıllık başladı. Okula Adliye sözcüğü II. Mah- ne çıkılıyordu. Aynı cephede hekimbaşı ve eczacılık eğitiminin yanı sıra ebe ile cerrah mud'un Adli mahlasına izafeten verilmiş­ görevlilere ayrılmış odalar, diğer yan cep­ yardımcısı ve yardımcı sağlık personeli ye­ ti. Daha sonraki yıllarda ise diplomalarda; hede ise bir klinik bulunuyordu. Boğaz'a tiştiren bir bölüm de bulunuyordu. Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane, Ecole nazır arka cephede, 300 öğrencinin barı­ 1841 yılında, prangalı mahkûmların ce­ Impériale de Médecine, Faculté de Méde­ nabileceği oda, yatakhane ve yemekha­ setlerinin kullanılması şartı ile disseksiyon cine de Constantinople adları kullanıldı. neler, iç avluya bakan ve bütün binayı çe­ izni alınmış, ancak Tersane Hapishane- Yabancılar ise okula, binanın bulunduğu peçevre dolaşan geniş ve güzel bir kori­ si'nden getirilen kadavralar ihtiyacı karşı­ yerden dolayı, Ecole de Médecine Impéri- dora açılıyordu. Okulun matbaasında, ho­ layamadığı ve kadın kadavraların bulun- maması üzerine, Hekimbaşı İsmail Efen- önem verilmiş olması. Cerrahi Muallimi tıp fakülteleri ile aynı düzeyde tıp eğitimi di'nin girişimleriyle esir pazarında ölen kö­ Konstantin Karateodori de bu hastanede aldıklarını kanıtlamıştı. lelerin, cinsiyet ayrımı yapılmaksızın okula Dr. Bernard ile yaptığı ameliyatlar ile ün Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane askeri bir okul gönderilmesi sağlanmıştı. Bazı gayrimüs­ kazanmışlardır. olmasına rağmen sivil halkın sağlığı ile de lim kadınların, ölen çocuklarının cesetleri­ 1847'de, Sultan Abdülmecid'in isteği üze­ yakından ilgilenmişti. Şehri etkisi altına ni okula vermeyi kabul etmeleriyle her rine. Avusturya'ya gönderilen mezun he­ alan salgın hastalıklarda okulu tam kadro cins ve yaştan kadavra üzerinde çalışma kimler, Viyana Tıp Fakültesi'nde ünlü ho­ olarak halka yardımcı olmak ve tedavi et­ olanağı da elde edilmişti. Okulun en önemli özelliklerinden biri ve caların yaptığı dinleyicilere açık bir bitirme sınavına girerek büyük bir başarı elde et­ dar, Beyazıt, Eyüp ve Gureba Hastane­ başarısı hasta başında klinik öğretimine mişlerdi. ki bu da İstanbul'da Avrupa'daki mek için büyük çaba sarfediyordu. Üskü­ sinde hekimler muayenehane açmışlar, yardımcıları ile ücretsiz hasta muayene etmişlerdi. Yoksul hastaların ilaçları okul Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye bünyesindeki Merkez Eczanesi'nden te­ min ediliyordu. Öğrenciler aldıkları eğitimi Merkez Eczanesi'nde çalışarak pratiğe ge­ Fransızca öğretim yapan Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane'nin yeterli hekim yetiştirememesi ve sivil hekim ve eczacılara duyulan ihtiyacın artması ile birlikte bir sivil tıp okulunun kurulmasına karar verilmişti. 1867 yılında kurulan ve Mek­ çiriyorlardı, bu eczanede üretilen ilaçlar ise askeri hastanelere gönderiliyordu ve çiçek aşısı ile de her yıl binlerce çocuk aşı­ teb-i Tıbbiye-i Mülkiye adını alan bu okul Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane'nin dene­ lanıyordu. timinde kalmış, her iki okuldaki dersler, genellikle aynı hocalar tarafından Ancak herşey bu kadar güzel devam et­ yürütülmüştü. meyecekti. 1848 yılında bir sonbahar ak­ Ancak öğrencilerin sayısı hızla artınca bina yetersiz kalmıştı ve dersler 1873 şamı Beyoğlu’nda çıkan yangın okul bina- yılında Ahırkapı’da yaptırılan yeni binada verilmeye başlanmıştı. Fakat bir süre sınada zarar verecekti ve yıllarca sarfedi- sonra burası da ihtiyaca cevap vermez olmuş ve öğretim, 1894'te satın alınan Kadırga’daki Menemenli Mustafa Paşa Konağı'nda sürdürülmüştü. Binanın 1847de, Sultan onarımının tamamlanmasının ardından klinik, poliklinik, teşhirhane ve labora- Abdülmecid'in isteği üzerine, tuvarlar eklenmişti. Okul 1909'da, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane ile birleştirilip Avusturya ya gönderilen mezun Haydarpaşa'daki Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane binasına nakledilmişti. 1908'de II. Meşrutiyet’in ilanının ardından İstanbul'da iki tıp okulunun gerek­ hekimler, Viyana Tıp siz olduğu kararı alınmış ve bunların birleştirilmesi düşünülmüştü. Fakat pek Fakültesi nde ünlü hocaların çok hoca açıkta kalacağından öğretim üyeleri bu konuda anlaşamıyorlardı. yaptığı dinleyicilere açık Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane'de bu anlaşmazlık devam ederken Mekteb-i Tıbbi- bir bitirme sınavına girerek ye-i Mülkiye'de de ders vermekte olan Süleyman Numan ve Asaf Derviş Paşa­ büyük bir başarı elde lar Maarif Bakanlığı'na başvurarak. Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye'de bu yeniliğin etmişlerdi, ki bu da İstanbul'da daha kolay yapılabileceğini dile getirmişlerdi. Bakanlık bu fikri benimsemiş ve Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye ile Şam Mekteb-i Tıbbiyesi Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanarak okulun yeni kadrosu kabul edilmişti. Avrupa'daki tıp fakülteleri ile aynı düzeyde tıp eğitimi aldıklarını kanıtlamıştı. maniye'yi kurdular ve tıp kitaplarını Türk­ Mimari çe’ye çevirmeye başladılar. Diğer taraftan da derslerin Fransızca okutulmasını şid­ detle savunan bir kısım yabancı ve azınlık Ekim 1837’de başlayan onarım hocalara karşı mücadele ediyorlardı. ve tadilat çalışm aları, İngiltere Derslerin Fransızca olması yüzünden me­ Elçiliği binasını yapm ış olan ve zun sayısı bir türlü artırılamamıştı. Diğer daha sonra da Gümüşsüyü A ske­ taraftan sivil halk da ehliyetsiz yabancı he­ ri m im arlığını kimlerin elinde kalmıştı. İşte bu sebepler­ üstlenen W. J . Sm ith’in çizdiği le, 1867’de okulun bir bölümünde, dersle­ plana göre yapılm ıştır. rin Türkçe olduğu, Mekteb-i Tıbbiye-i H astan e si’nin Hekimbaşı İsm ail Efendi'nin öne­ Mülkiye açılmasına karar verildi. Türkçe rileri doğrultusunda bütün hijye­ öğretimin başarılı olması neticesinde Mek­ nik kurallar özenle uygulanarak, teb-i Tıbbiye-i Şahane'de de Fransızca öğ­ tıp öğrenimi için gereken bütün retimin sona erdirilmesine karar verilmiş birim lerin eklenm esiyle yenile­ ve 1870'ten itibaren dersler Türkçe veril­ nen bina, Mayıs 1838'de tam am ­ meye başlanmıştı. lanm ış ve Ekim 1838'de de Tıb- Bunun üzerine iyi Türkçe bilmeyen hocalar len emek bir rüzgar ve alevle son bulacak­ hane-i Am ire'nin öğrencileri ye r­ okuldan ayrılmak zorunda kalmışlar, onla­ tı. Yangından sonra okul, daha önce leştirilm iştir. rın yerine yetişmek üzere 1871'den itiba­ Mühendishane-i Berri-i Hümayun olarak ren Paris ve Viyana'ya hekim gönderilmiş­ kullanılan Kumbarahane Kışlası’na, Halıcı- DERSLER ARTIK TÜRKÇE VERİLECEKTİ ti. Uzmanlık öğrenimi gören bu hekimlerin oğlu'na taşındı. 1865'teki kolera salgının­ 1853 yılında başlayan ve üç yıl süren Kırım çoğu dönüşlerinde askeri ve sivil tıp okul­ da, acil yere ihtiyaç vardı ve kışla hastane Savaşı'nda yaralı sayısı çoktu, hekim ye­ larında ders vermeye başlamışlardı. olarak kullanılmaya başlandı. Tıbbiye par­ tersizliği nedeniyle ordu yabancı hekimler 1870'te. askeri hekimlerin daha iyi yetişti­ çalara bölünmüştü, idadi bölümü Topkapı çalıştırmak zorunda kalmıştı. Bu esnada rilmesi için, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane'den Sarayı içindeki Kırmızı Kışla ya, tıp ve cer­ hekim sayısının çok düşük olduğu ortaya mezun olan hekim, cerrah ve eczacıların, rahlık bölümü de Hasköy' deki Gergeroğlu çıkmıştı bu yetersizliği gidermek üzere Haydarpaşa Askeri Hastanesi bünyesinde Konağı'na ve 1866'da da Sirkeci'deki De- Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane Nazırı Cemaled- iki sene süreyle her klinikte üçer ay staj mirkapı Kışlası'na yerleştirilmişti. 1874'te din Efendi Türkçe öğretimin başlatılması gördükten sonra tabur ve tahtanelere ta­ yangında harap olan binanın onarılması gerektiğine inanmıştı ve 1856'da bir yin edilmeleri kararı alınmıştı. 1898'den iti­ üzerine tekrar Galatasaray'a nakledilmiş "mümtaz sınıf" açılarak seçilen ehliyetli baren ise okuldan mezun olanlar aynı yıl ancak 1876'da Galatasaray Lisesi buraya öğrencilere Türkçe, Arapça ve Farsça açılan, Gülhane Tatbikat Mektebi ve Seriri- taşınınca yeniden Demirkapı Kışlası'na dersleri verdirmeye başlandı. Böylece bu yat Hastanesi'nde staj yapıyorlardı. Okul dönülmüştü. Ayrıca artık okulun adındaki dilleri çok iyi öğrenenler tıp kitaplarını bünyesinde, 1887'de Dâülkelp Ameliyatha­ Adliye sözcüğü kullanılmıyordu. Bu tarih­ Türkçeye çevireceklerdi ve daha fazla sayı­ nesi, 1888'de Telkihhane, 1893'te Bakteri- lere ait diplomalarda okulun adı, Mekteb-i da hekim çıkabilecekti okuldan. yolojihane-i Şahane, 1894'te de Viladetha- Tıbbiye-i Şâhâne (Ecole Impériale de Mé­ Altı sene sonra kapatılan "mümtaz sınıf" ne (doğumevi) açılmıştı. decine-Faculté de Médecine de Constanti­ öğrencileri, tıp biliminin Türkçe okunabile­ İlerleyen yıllarla birlikte ve artan öğrenci ceğini savunarak, Cemiyet-i Tıbbiye-i Os­ sayısı nedeni ile Demirkapı Kışlası, gelişen nople) olarak yer alıyordu. tıp öğretimi için yetersiz kalmıştı, yeni bir binanın yapımı gündeme gelmiştive 1895'te Haydarpaşa'da görkemli bir bina­ nın yapımına başlanmış, 1901 de ise kar­ şısında okulun hastanesi olmak üzere beş pavyonun yapımına girişilmiş, bazı eksikle­ ri olmasına rağmen 1903’te yeni binalar­ da öğretime geçilmişti. 1909'da askeri hekim yetiştiren Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane ile sivil hekim yetiştiren Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye. Darülfünun-ı Osmani Tıp Fakültesi adı altında birleşti­ rilmiş, daha sonra İstanbul Darülfünunu Tıp Fakültesi, 1933’te üniversite refor­ muyla da İstanbul Üniversitesi Tıp Fakül­ tesi adını almıştı. Mekteb-i Harbiye 1 Tem m uz 1835 te 11. Mahiriud ziyaret ettiği MeJ<.teb-i Harb'ıyöde g ö rdüklerinden çok etkilenmişti. Orduyu yönetm ek üzere eğitim g örm üş ve bilgi sahib] subayların ye tiştirildiği bu okulda batılı benzerlerine yakın bir eğitim veriliyordu^ üşir Ahmet Fevzi Paşa'nın işi ko­ M lay değildi. Okuması yazması bi­ le olmayan binlerce genç arasın­ dan yaptığı seçim gelecekte Osmanlı Or­ dusunun kaderini belirleyecekti. Nasıl seçim yaptığını kimse bilmiyor ama gönüllü ve zeki bakışlı olanları müstakbel subaylar olarak ayırdığına ilişkin bilgiler mevcut. Osmanlı İmparatorluğu'na subay yetiştirm ek amacıyla 19. yüzyılda kurulan Mekteb- i Harbiye'nin temelleri böyle atı­ lıyordu. II. Mahmud 1826'da Yeniçeri Ocağı'nı kal­ dırdıktan sonra yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediyet adıyla yeni bir ordu kur­ muştu. Bu orduyu yönetecek eğitim gör­ müş ve bilgi sahibi subaylar yetiştirmek istiyordu. Bu nedenle Müşir Ahmet Fevzi Paşa'yı Selimiye Kışlası'nda bir okul aç­ makla görevlendirdi. Ahmet Fevzi Paşa Selimiye Kışlası'ndaki genç askerler ara­ sından seçimini yaptı ve 1831 'de kurduğu okulun adını da "Sıbyan Bölükleri" koydu. Ahmet Feyzi Paşa'nın işi zordu, gençlere bir yandan askerlik bir yandan da okuma yazma öğretmek zorundaydı. Bu gençler Mekteb-i Harbiye'nin de ilk öğrencileri olarak tarihe geçiyorlardı. Selimiye Kışlası okul ihtiyacını karşılama­ dığından yeni bir bina arandı. Bu arada Müşir Ahmet Fevzi Paşa Maçka Kışlası nı gözüne kestirm işti. Padişahın iradesi alın­ dı ve kışladan bir okul yaratıldı. 400 öğ­ rencilik sınıflar, kütüphane ve laboratuvarlar, Maçka Kışlası’nı bir okula benzetti. Hatta laboratuvarlar için Fransa ve İngil­ tere'den özel aletler bile getirildi. Sınıflar modern sıralarla ve kara tahtayla tefriş edildi. Öğrencilerin ihtiyaçları için mutfak, cami, hastane .eczane gibi üniteler de ku­ ruldu. Ve bunların hepsi Osmanlı için re­ kor sayılabilecek sürede üç yıl içinde ta­ mamlandı ve 1834 yılında "Sıbyan Bölük­ leri" Maçka Kışlası'na taşındı. Ancak bun­ ca değişimden sonra okulun da adı değiş­ ciler tam dokuz yıllık bir eğitim marato­ mak üzere ikiye ayrıldı. Maçka Kışlası ye­ meliydi ki böyle oldu. nuna tabi tutuluyorlardı. Matematik, ge­ ometri, resim, harita gibi derslerin yanı niden elden geçirilip idadi kısma bırakıldı, Okul'un adı artık Mekteb-i Ulûm-ı Harbiye'ydi. 1 Temmuz 1835'te II. Mahmud sıra öğrenciler hafif ve büyük tahkimat, teb-i Harbiye yeniden örgütlendi ve öğre­ Mekteb-i Harbiye'yi ziyaret etti. Padişah topçu, piyade ve süvari talimi derslerini nim süresi dört yıl olarak belirlendi. Mek- gördüklerinden etkilenmişti. Açılış günü görüyordu. Mekteb-i Harbiye öğretime teb-i Harbiye 1853'e dek geçici binalarda belli olmadığı için II. Mahmud’un bu ziya­ reti bugün hala Kara Harp Okulu’nun ku­ başladıktan bir süre sonra bu okula öğ­ öğretimini sürdürürken 1848’de Erkani renci yetiştirmek üzere askeri idadi ve as­ Harb yani kurmay sınıfına kavuştu. Aynı ruluş yıldönümü olarak kutlanmaktadır. keri rüştiyeler de kuruldu. Artık okula ka­ bul edilen öğrenciler okuma yazması ol­ yıl mezun olan ilk beş öğrenci de bu sını­ ÇAĞDAŞ EĞİTİM mayan gençler değildi. bugünün yüzbaşıları oldular. Okul batılı benzerlerine yakın bir eğitim 1841 yılına gelindiğinde okul Mekteb-i Taksim'deki Taşkışla'dan, Gülhane'deki kalitesini tutturm aya çalışıyordu. Öğren­ Harbiye ve Mekteb-i Fünun-ı İdadiye ol­ Mekteb-i Tıbbiye binasına kadar pek çok idadi kısmın ayrılmasından sonra, Mek­ fa alınarak 1849 yılında kolağası yani binada eğitimini sürdüren Mekteb-i Har­ bugün hala 54 bin m2'lik bir alan üzerin­ biye de kurulu 18 bin 600 metrekarelik binası 1862’de inşası biten Pangaltı'daki yeni binasına geçti. 1868'de Avrupa'daki ile ayaktadır. Alan ve yapılar kuzey-güney örneklerine göre programı değiştirilen yönünde uzanmaktadır. Mekteb-i Harbiye okulun öğretim süresi üç yıla indirildi. II. binası bir yapılar kompleksi olup, Cumhu­ M eşrutiyet döneminde kıta eğitimine riyet Caddesi, Valikonağı Caddesi, Maçka ağırlık verilmesi am açlanarak öğretim Parkı, Darülbedayi Caddesi, Muhsin Er- süresi iki yıl olarak belirlendi. Mütareke tuğrul Tiyatrosu ve Harbiye Orduevi ile sı­ döneminde öğrencilerinin büyük bölümü nırlanan geniş bir alana yayılır. Milli Mücadele'ye katılmak üzere Anado­ 1862'de inşa edilen yapıda günümüze de­ lu'ya geçtiklerinden okul kapalı kaldı. ğin birçok değişiklik yapılmıştır. Asıl okul 1923'te Harbiye Mektebi olarak yeniden binası diye söz edilen tarihi bina, 1887'de açılan okul 1936'da Ankara'ya taşınana 11. Abdülhamid tarafından yaptırılan ye­ kadar Pangaltı'daki binasında öğretimi mekhane ilejimnastikhaneden oluşmak­ sürdürdü. Erkan-ı Harb sınıfı ise okulun tadır. Asıl okul binası yüksek bir bodrum gelişmesine koşut değişmeler geçirdik­ üzerinde iki katlıdır ve kuzey-güney doğ­ ten sonra günümüzde Harp Akademileri rultusunda dikdörtgen planlıdır. Bu bina adıyla ortadaki büyük, yanlardakiler küçük ol­ eğitim , öğretim faaliyetini sürdürm ektedir. m ak üzere toplam üç orta avlu etrafında gelişmiştir. kısmına merkez komutanlığı yerleştiril­ miştir. Bu arada güney bölümü Harbiye Orduevi inşa edilene kadar orduevi olarak kullanılmıştır. 1978'de merkez komutan­ lığı da Orhaniye Kışlası na taşınınca bina tamamen boşaltılmıştır. 1964'te asıl binanın askeri Müze olarak kullanımına karar verilmiş ve restorasyo­ nunu, İstanbul Teknik Üniversitesi'nden mimar Prof. Dr. Nezih Eldem yapmıştır. 1966'da başlayan restorasyon çalışmala­ rının bir bölümü 1986'da (çadır, kıyafet, bayrak ve sancak seksiyonları), 1991'de ise kalan kısımları bitirilmiştir. Bina okuldan müzeye çevrilene kadar ge­ rek iç, gerekse dış görünümü itibariyle bi­ rçok değişikliklere uğramıştır. Öncelikle Cumhuriyet Caddesi'ne bakan cephe ta­ mamen değiştirilmiş ve bu cephenin ar­ kasında kalan mekânlar müze için kullanı­ labilir hale getirilm iştir. Orta avlunun güneyine mehter konserleri için 500 kişi­ HARBİYE MEKTEBİ NİN MİMARİSİ Binanın dört yönünden gelen kapılar orta Harbiye Mektebi'nin askerlik açısından avluya açılmaktadır. Yapı 1936'ya kadar önemi tartışılamaz ama mimari açıdan da okul olarak kullanılmıştır. Okulun Anka­ lik bir amfi eklenmiş, iç mekânlarda yapı­ nın işlevine bağlı olarak bölümler değişti­ İstanbul'da çok önemli bir yeri vardır. ra'ya taşınmasından sonra önce Yedek rilm iştir. Yıkılan bazı bölümlerin yerine iki Taksim-Pangaltı arasında, Cumhuriyet Subay Hazırlık Okulu, daha sonra I. Ordu Caddesi üzerinde bulunan ve bugün Har­ karargahı olmuştur. 1964'te ordu karar­ katlı otopark yapılmıştır. Havuzlar ve bahçeler yeniden tanzim edi­ biye diye anılan sem t aslında Mekteb-i Harbiye'nin arazisidir. Mekteb-i Harbiye gahı Selimiye Kışlası na taşınınca ve kolor­ du 1973'te Maslak'a taşınınca boşalan lip, orijinaline uygun olduğu düşünülerek arnavut kaldırımı taşlarla kaplanmıştır. Güney kısmı kültür sitesi olarak çeşitli kongre, fuar ve gösterilerde kullanılmak üzere düzenlenmiş me­ kânlara sahiptir. Bu kısmın merdivenli yüksek bir girişi ve giriş üzerinde kitabesi ve arması vardır. Aynı gi­ riş, simetriği olan kuzey cephede de vardır. Bu kı­ sımdan müze sergi salon­ larına ve idari bölümlere girilir. Yemekhane binası da uzunlamasına dikdört­ gen bir plana sahip olup, bodrum üzerinde tek kat­ lıdır. Bina Askeri Müze'ye verildikten sonra bir bö­ lümü kütüphane, diğer bölümü mehterin çalışma­ ları için meşkhane olarak kullanılmıştır. 1986'da kü­ tüphane, 1991'de mehter ana binadaki bölümlerine taşınınca başlayan resto­ rasyon tam am landıktan sonra Askeri Müze'nin re­ Mekteb-i Harbiye bugünkü binasına taşınıncaya dek İstanbul'da pek çok binayı kullandı. sim galerisi olması düşü­ nülmektedir. $ Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi MM 0 2 6 9 0 1 0