İslam şehirlerinin kimliği Prof. Dr. M. Mahfuz Söylemez İslam

advertisement
İslam şehirlerinin kimliği
Prof. Dr. M. Mahfuz Söylemez
İslam şehrinin iki temel özelliğinden bahsetmek mümkündür. Bu özelliklerin ilki fiziki; ikincisi
ise sosyaldir. İslam şehirleri Mekke örnek alınarak kurulmuşlardır. Mekke’ye baktığınızda
şehrin, mabedin yani Kâbe’nin etrafında ışınsal bir daire şeklinde, içerden dışa doğru
yayıldığını görürsünüz. Dairevi olarak kendini gösteren bu yapı diğer şehirlerin tamamında
karşımıza çıkar. Bu ışınsal daire, aynı zamanda bir dönüşü ifade etmektedir. Bir merkezin
etrafında dönercesine bir vecd içerisinde cereyan eden bu dönüş; metaf alanında hacıların
Kâbe’nin etrafında dönüşünü simgeler. Yine bu döngü İslam şehirlerinin ana mihverinin uhrevi
olan olduğunu, dünyevi olanın ise bunun dışında; ama ona bağlı bir şekilde bir ibadet şuuru ile
hareket etmesi gerektiğini ifade eder. İslam şehri, madde ile mananın bir ahenk içerisinde
hareket ettiği bir alan olmasının yanı sıra bu ahenk içerisinde bir dengeyi de gözetir. Nitekim
bu kabil kentlerde maddeyi temsil eden sivil mimari mütevazı; ancak manayı ya da tanrısal
olanı temsil eden dinî mimari ise cesim olur. Hatta klasik dönemde sivil mimarinin dinî
mimariden daha yüksek ve cesim olmasına dinen sakıncalı nazarıyla bakılırdı. Bundan dolayı
saraylarla camilerin oranı kabil-i kıyas değildir. Osmanlı’da Sultan Ahmet Camisi ile Topkapı
Sarayı karşılaştırıldığında kastedilen mana tebellür edecektir. Tabiî ki İslam şehirleri sadece
binalardan müteşekkil değildir. Aksine mekânlar ve içerisinde ikamet eden insanlardan oluşur.
İslam nokta-i nazarından bakıldığında mekân ile insan arasındaki ilişki interaktif bir ilişkidir.
Yani bir taraftan insan mekânı üretirken diğer taraftan mekân insanı şekillendirir. Öyleyse
İslam, mekânın Allah’a bağlı, onun etrafında bir vecd ile dönen bir yapı olmasını arzularken;
orada yaşayan insanın da bu döngüsel vecdin bir parçası olmasını ve Hâlık’ın azametini
haykırarak kendi acziyetini itiraf etmesini arzular.
İslam şehrinin kimliğini; onların Müslüman mimarlar tarafından kurulmuş olmaları ve orada
kendine Müslüman diyen insanların yaşıyor olmaları belirlemez. İslam şehirlerinin kimliğini
bu şehirlerin ve orada meskûn bulunan insanların Allah’ın azameti karşısında kendilerini nerede
konumlandırdıkları belirler. Eğer bu şehirler ubudiyet bilinci içerisinde tek ilah ve tek Rab olan
Allah’ın azameti karşısında boyun eğmiş ve ona yönelmiş; bende olduğunun bilinci ile bu
döngüsel deverana iştirak etmişlerse bu kentlere İslami kentler denilir. Bu kabil kentlerde her
şey bu döngünün bir parçası olacağından mekânın insana tahakkümü olmayacağı gibi insanın
da mekâna tahakkümü olamaz. Bu sadece mekân ile insan arasındaki ilişkiyi değil aynı
zamanda insanların birbiriyle ilişkilerini kurar. Zira bu bilinç düzeyine sahip olan insanlar azîm
olarak kabul ettikleri Allah’a hesap vereceklerini düşünür ve hem kendilerine hem de
şehirlerine karşı sorumlu davranırlar. Öyleyse şehirlerin kimliği, Allah’ın azametini itiraf etmiş
ve bunu bir yaşam biçimi hâline getirmiş bireylerin aynı zamanda bu anlayışlarını mekâna
yansıtmasıyla oluşur. Mesela örnek vermek gerekirse: Mostar Köprüsü her iki tarafında iki kule
bulunan ve toplam yüz on dört büyük taştan yapılmıştı. Rivayetlere göre bu yüz on dört taş
Kur’an’ın yüz on dört suresini; iki kule ise muavvizeteyni temsil ediyordu. İşte İslam şehirlerine
rengini, desenini, özünü veren bu anlayıştır. Bu anlayış şehirlerimize bir taraftan kimlik
katarken diğer taraftan ruh katıyordu.
İslam’ın zirve mekânı: Medine yani şehir
Şehir yani Medine, İslam’ın zirve mekânıdır. İslam dini tam olarak ancak şehirde yani
medinede yaşanabilir. Cuma namazı, cemaat namazları, bayram namazları vb. birçok ibadet
ancak medine yani şehirde icra edilebilir. Bunun için İslam medeniyetinin bir şehir
medeniyeti olduğu hep söylenegelir. Örneğin Hz. Ömer İslam devletinde yaşayan her bireye
maaş bağlamıştı. Ancak bedeviler bu maaşlardan faydalanamıyorlardı. Hz. Ömer onlara, eğer
bu gelirlerden faydalanmak istiyorsanız şehirlere yerleşin, diyordu. Dolayısıyla bu da onun
meskûn olmayanların tarihe dâhil olmasının mümkün olmadığını; tarihin dışında veya
kenarında yaşamaya mahkûm olduğuna inanıyor olduğunu göstermektedir.
Download